Etiket arşivi: Dr. Fazıl KÜÇÜK

Ahmet GÖKSAN : TELAŞLANAN SUÇLULAR

PAZAR’LIK

TELAŞLANAN SUÇLULAR

Ahmet GÖKSAN
ahmetgoksan45@gmail.com

“Neden kızıyor içerliyor bu adamlar? İleri sürdükleri idam tekliflerini kabul etmememizin mesulü olarak yalnız Anavatanı görüyorlar da ölüm sehpasına sürüklemek istediklerinin kendi kendine müdafaa çabalarının meşru bir hak olduğunu teslim etmekten neden kaçıyorlar?Matbalarının bir köşesine çekilip kalem yürütenler insan gibi yaşamak hakkını kendileri için helal, başkaları için haram olduğunun düşüncesi içindeyseler vereceğimiz cevap: ENOSİS’e karşı TAKSİM’dir. Kafalarında ‘ilhak’ ateşi yandıkça ‘Taksim’ ateşi, de Türklerin kalplerinde parlayacak ve biz bu düşünceden ancak hak ve adalet tecelli ettikten sonra vazgeçebiliriz. Hak ve adalet de müşterek bir devletin kurulmasıdır.” 1969, Dr. Fazıl KÜÇÜK 

Kamuoyu araştırmalarının ne işe yaradığı bazen sorgulanır bazen de üzerinde düşünmeye bile değer bulunmadığı için okunmuyor. Bazen araştırmanın taraflı olduğu yargısı duyurulan sonuçlara ilişkin olarak peşinen ortalara çıkıyor. Buna karşın bilim üreten az sayıdaki kurumun yaptığı araştırmalar ilgi çekiyor ve değerlendiriliyor. Geçtiğimiz günlerde Kadir Has Üniversitesi Türkiye Çalışmaları Merkezi’nin “Türk Dış Politikası Kamuoyu Algıları Araştırması” nın 2017 yılı sonuçları açıklandı. Türkiye’nin dış politikada en büyük sorununun %44.2 ile terörle mücadele olduğu olgusu haklı olarak öne çıkıyor. Kıbrıs konusunun değerlendirmeye bile giremediğini üzülerek de olsa belirtmek istiyoruz.

Uzun yıllara dayanan uyuşmazlığın neden değerlendirme dışı kalmasının nedenlerini sizlerin değerlendirmelerinize bırakıyoruz. Zaman, zaman karşı tarafın yaptırdığı benzer araştırmalara baktığımızda sonucun öncelikleri arasında olduğuna tanık oluyoruz. Sitem etmeden darılmadan Kıbrıs konusunu irdelemeye tek kişi kalmış olsam bile değerlendirmeye devam edeceğimden kimsenin şüphesinin olmaması gerektiğini kaydetmek istiyorum.

Son olarak Cenevre’de yaşananlar karşı tarafın önde gideni Bay Nikos Anastasiyadis’in kabadayı tavrı ile masadan kalkışını bile kendi lehimize olacak şekilde değerlendiremediğimizin bilinmesini istiyoruz. O kalkıp gitti. Buna karşın bizleri suçlamadılar diyerek avunuyoruz. Bu olay üzerine kazandığımız sempatinin bile kısa süre sonra unutulduğu biliniyor.

Bu patırtı ve gürültü arasında son dönemde sıkça tartışılan Münhasır Ekonomik Bölge’de egemenlik konusunu Mendil Büyüklüğündeki ülkenin Başsavcı eskisi çarpıcı şekilde gündeme taşıdı. Başsavcı Bay Alekos Mihailidis haftalık Simerini gazetesinde yer alan açıklamasında, “Münhasır Ekonomik Bölge egemen değil. Münhasır Ekonomik Bölgemizin sınırları içeinde egemenliğimiz yoktur. Orası açık denizdir” diyordu.

Bay Başsavcı, konuya ilişkin olarak Rum medyası ve kamuoyunun yanlış anlamalara neden olan değerlendirmeler de bulunduğunu gözlemlediğini de söylüyordu. “Şu anda 12 mil olan karasularının (kıta sahanlığı) ötesinde, seyir, tatbikat veya herhangi başka bir şey yasak değildir. Türkiye’nin ‘dikkat edin engelleriz’ mesajları tehdittir. Buna karşın henüz engellenmedi. Özlü ihlal noktasına henüz varamadı” dedikten sonra Rum tarafında görmezden gelinen bu konunun çözümünün uluslararası hukuk olduğuna dikkat çekiyordu.

Crans Montana’daki konferansı Kıbrıs sorununu ve müzakere sürecini kritik bir dönemeç olarak niteliyordu. “Çöküş olması halinde BM bizim tarafa bile sorumluluk yükleyebilir. Konferans çökerse 2013’te başlayan çabanın sonu olacağı düşünülmelidir. Çöküş olursa bunun bizim tarafımızdan kaynaklanmamasına ve bizim tarafa sorumluluk yüklenmemesine özen göstermeliyiz.” diyordu. Eide’ye Anastasiyadis’in saldırmasını örtmek için yeni taktikler deneyeceklerinden kuşku duymuyoruz. Anastasiyadis’in saldırısını suçluların telaşı içinde olanların yaptıkları bir eylem olarak almak durumundayız.  

Bugüne değin yeterince öne çıkaramadığımız uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımızı öne çıkarmamız gerekiyor mu ne…

SEVGİ ile kalınız…
11 Ağustos 2017, Ankara 

İlgilenenlere: ‘Yakın Dönem Kıbrıs tarihini yazdığım BİR DEMET YAŞAM 1-2. kitaplarımı ‘www.okumaodasi.com’ adresinden temin edebilirisiniz. AG.
=================================
Dostlar,,

Sn. Göksan’ın Kıbrıs sorunları ve tarihi konusunda uzmanlığı tartışma dışıdır. Bu yüzden, Son dönem Cenevre Kıbrıs ”görüşmelerinin” (gerçekte saldrılarının mı desek?!) gündemde olduğu dönemde O’nun uzmanlık birikimi çok  önemli. Sağolsun, kendisini bu ulusal davaya adamış bir insan :

  • ”Kıbrıs konusunu irdelemeye tek kişi kalmış olsam bile değerlendirmeye devam edeceğimden kimsenin şüphesinin olmaması gerektiğini kaydetmek istiyorum.” sözleri O’nun.

Doğrusu biz de Sayın Göksan gibi ”Bugüne değin yeterince öne çıkaramadığımız uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımızı öne çıkarmamız gerekiyor..” kanısındayız.  

Bu bağlamda atılacak adım da;
– Türkiye’nin hiç zaman yitirmeden Doğu Akdeniz’de MEB ilan etmesi!

(Bkz. http://ahmetsaltik.net/2017/07/25/soner-polat-kibrista-yeni-donem/
ve http://ahmetsaltik.net/2017/08/02/ahmet-goksan-gaspin-hakki/)

Saın Göksan’a teşekkürlerimizle.

Sevgi ve saygı ile. 13 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

6  ? *

Ahmet GÖKSAN : GASPIN HAKKI

PAZAR’LIK

GASPIN HAKKI

Ahmet GÖKSAN
ahmetgoksan45@gmail.com

“Rumların istediği, Türk halkına her türlü yaşama imkanını vermeyecek bir idare kurmaktır. Ufak, ufak zümrelere ayıracakları toplumu ekseriyet arasında ezmek, onları her türlü yaşam imkanlarından mahrum etmektir. Bu sakat ve tehlikeli yolda yürüyenlere de pek haklı olarak karşı taraf ne bugün ve ne de yarın itimat edemez, etmeyecektir. İtimatsızlık ve korku içinde kimsenin yaşamasına imkan yoktur. Kendi selametini ve emniyetini aramak daima tehlike içinde olana düşen bir vazifedir. Bu emniyet çarelerine başvuranlara, ‘Türkler ayrı yaşamak ayrı kalmak istiyorlar’ diye boğuk sesler çıkarmak hakkını nereden buluyorlar? Bütün ayrılığın gayrılığın bir numaralı adamları kendileridir.

Bir halk ki kendi evine gitmekten mahrumdur, bir halk ki emniyet ve selameti silahın ucundadır, bunun körü körüne düşman kucağına sığınak aramasına imkan ve ihtimal var mıdır?”
1969, 
Dr. Fazıl KÜÇÜK 

Crans – Montana’da yapılmış olan Kıbrıs müzakerelerinin beklentilere yanıt vermediği biliniyor. BM Genel Yazmanı’nın büyük savlarla katıldığı toplantılarda düşlediği sonucu alamadı. Bay Antonio Guterres’in yeni bir başlangıç için kolları sıvadığını kaydetmek istiyoruz. Ulaşılan bu sonucu diplomatik yaşamındaki başarısızlık olarak kabul ediyor olması görevde kalacağı süre içinde daha çok sayıda Kıbrıs müzakerelerini düzenleyeceğinin de habercisidir. Türkiye Kıbrıs’ın garantörü ülke olarak yapılan toplantının son toplantı olacağının hesabını yapıyordu. Buna karşın karşı tarafın uzlaşmazlığı nedeni ile amacına ulaşamadı.

Kıbrıs uyuşmazlığının dünya kamuoyuna çıkarıldığı günden başlayarak Türkiye sürekli olarak uzlaşmacı yaklaşımlar sergilemekten geri durmuyordu. Son toplantıları izleyen yabancı gözlemciler de Rum tarafının uzlaşmazlığına bizzat tanık oldular. Masadan ilk kez kalkan tarafın Rum tarafı olduğunu da gördüler. Bu durumda BM’nin artık iyi niyet sorumluluğunu bir köşeye bırakarak Türklerin haklılığını ısrarla belirtmesi gerekiyor. Aksi halde sadece buradan sempati topladığımız kanısı ile sevinir dururuz.

Önümüzdeki dönemde görüşmelere yani bir başlangıç eğer yapılacaksa Eide’nin tutumu ve hazırlayacağı raporun önemli olacağını şimdiden belirtmek istiyoruz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk tarafının dünya kamuoyu önünde gösterdikleri iyi niyetin bu raporda belirtilmesi gerekiyor. Rum kesiminin uzlaşmaz tutumunun özellikle vurgulanmasını kaydetmek istiyoruz. Gelinen bu noktadan sonra BM’in Kıbrıs uyuşmazlığı konusunda bu gelişmelerin ışığında yeni değerlendirme yapması kaçınılmazdır. Bildik yöntemlerle konunun çözülemeyeceğine bizzat Genel Yazman da tanık olmuştur. Adada çözüm olmazsa görevli Barış Gücü’nü çekerim dayatmalarının BM ilkelerine de aykırı olduğunu da belirtmek istiyoruz. Böyle bir yaklaşım ise çocukça bir yaklaşımdır.

Adanın çevresinde uluslararası alanda mendil büyüklüğündeki ülkenin ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölgede Fransız Total şirketi hidrokarbon arama çalışmalarına başlamış bulunuyor. Fransa Savunma Bakanı Florence Parly, çalışmaları yerinde izlemek ve yetkililerle görüşmek üzere tozlu ayakları ile adaya geldi. Larnaka limanında demirli bulunan ülkesine ait savaş gemilerini de ziyaret etti. Türk Deniz Kuvvetlerinin de bölgede olduğunu kaydetmek istiyoruz.

Geçmiş yıllarda Kıbrıs Türklerinin yaşadıkları olumsuzlukları bir kenara koysak bile Fransa ile Rumların son yaptıkları çalışmaların Kıbrıs Türklerinin haklarının gaspı olduğunu da belirtmek istiyoruz. Uluslararası toplumun gözleri önünde yaşananlara seyirci kalınması kabul edilemez. En azından Espen Eide’nin hazırlamakta olduğu raporda bu konuya da yer vermesi gerekiyor. Aksi halde bilek gücü ile hak gaspı yapmaya devam ederler.

Kıbrıs Türkleri adına müzakerelere katılanların illa da anlaşacağız diyerek masaya oturmamaları gerekiyor. Toprak konusunda haritanın verilmiş olmasını vahim bir yanlışlık ve hata olarak görüyoruz. Arşivlerde ve Tapu Kadastro Dairesinin verilerine göre 337 245 dönüm Vakıf arazisi ile buna koşut 322 109 dönüm Sultan arazisi de yasa dışı yöntemlerle gasp edilmiştir. Bu malların toplamının 659 354 dönüm olduğu, bunun dışında kişilere ait Türk mallarının toplamının %33, Rum mallarının %67 olduğu araştırmayı yapan Harita Mühendisi Halil Giray tarafından belirlenmiştir.

 Bu arada Türkiye’nin ve Avrupa Konseyi‘nin istek ve destekleri ile kurulan Taşınmaz Mal Komisyonu’na yapılan başvurular sonrasında bedeli ödenerek Türk toprağı olan 16 bin dönüm arazinin de dikkate alınması gerekiyor.

Karşı tarafa verilen haritada %29 oranının neye göre ve nasıl ortalıklara çıkarıldığına
açıklık getirilmesi gerekiyor mu ne…

SEVGİ ile kalınız.
28 Temmuz 2017  –  Ankara

İlgilenenlere: Yakın Dönem Kıbrıs tarihini yazdığım “BİR DEMET YAŞAM” 1. 2. kitaplarımı ‘www.okumaodasi.com’ adresinden temin edebilirsiniz.” AG
====================================
Dostlar,

Sayın Ahmet Göksan dostumuz Kıbrıs Türklerindendir ve Kıbrıs – KKTC davamızın (sorunu demesek!?) en soluklu, bilinçli ve yurtsever izleyicilerindendir, savunucularındandır. Konuya bütünüyle egemendir. O’nun yazılarını izlemek ve gerçekleri öğrenmek çok uygun olur.. Bu sitede epey yazısını yayımladık. Göksan dostumuz Uzun yıllar Kıbrıs Türk Derneği Başkanlığı yaptı, Ankara’daki Kıbrıs Evi‘ni yönetti. Salı günleri akşamları biz ulusalcılar orada konferanslar düzenler ve katılırdık. Sn. Prof. Dr. Anıl Çeçen düzenli Salı konferansları verirdi. Bunun öncesinde güncel konuları uzmanlar sunardı. Biz de bu zeminde epey konferans verdik..

Son birkaç yıldır bu olanağımız da yok ne yazık ve ne acı ki!
Niye acaba? Kim zorluyor ya da engelliyor?
Çok zor olmasa gerek bu sorunun yanıtı.. Tarihe not düşülüyor elbette..

Sevgi ve saygı ile. 02 Ağustos 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

KKTC Karambole Kurban Edilmesin..


KKTC Karambole Kurban Edilmesin..


Dostlar,

Türkiye’mizin içeriden – dışarıdan elbirliği ile içine sürüklendiği bilinçli karmaşada (karambolde) KKTC sorunu ne aşamada??

Kuruluşunun 31. yılında (15 Kasım 1983; o günkü yazımıza sitemizden bakılması..) bir halkın, Rumlarca soykırımının eşiğinden döndürülmüş bir halkın evrensel – meşru kendi geleceğini belirleme (self determinasyon) hakkını Küresel emperyalizm bir türlü tanımıyor..
Ama bizim gibi çevre ülkelerde azınlıklar yaratarak, mikromilliyetçilikle, etnik ayrımcılıkla yepyeni (!) minik devletçikler yaratmayı sürdürüyor..

Böl, parçala ve yönet! 

KüreselleşTİRmeciler = Yeni emperyalistler, kanlı “DIVIDA ET IMPERA” geleneğini sürdürüyor. Ama Kıbrıs’ta, dili – dini – kültürü – tarihi… her şeyi apayrı 2 toplumu
zorla tek devlet altında toplama baskısını sürdürüyor. Üstelik son 60-70 yıldır Rumlar,
Ada  Türklerini tam bir etnik temizliğe uğratma çabası içindeler.. Üstelik kezlerce..
Meslek büyüğümüz Dr. Fazıl KÜÇÜK‘ün kahramanca ve akıllıca savaşımını – direnişini
vefa ile anmak ve sürdürmek zorundayız.

1974 Mutlu Barış Harekatı
nı Türkiye, tüm zorluklarına ve de ödediği ağır faturaya karşın
(3 yıl ağır ABD askeri ambargosu) yap(a)mamış olsaydı, kanlı papaz Makarios‘un
insanlı dışı buyrumu (direktifi) yerine getirilmiş olacak ve

“Türkler Ada’da, Akdeniz’in sıcağında tereyağı gibi eritilmiş” olacaktı!

Dostumz Sayın Ahmet GÖKSAN, Kıbrıs sorununda yetkin bir yurtsever uzmandır.
O’nun yazdıklarını okumak gerekir.

Yineleyelim; Türkiye bilinçli bir karmaşaya itilmiştir.
Bu arada AKP iktidarının KKTC hakkında da yaşamsal ve fakat Ulusal çıkarlarımız ve
tarihsel gerçeklerle asla örtüşmeyen dönüşümsüz ödünlere dayalı adımları beklenebilir!
Dikkatli, uyanık olmak zorundayız..

Bu yüzden Sn. Göksan’ın Temmuz 2014’te yazdığı makaleyi özellikle paylaşalım..

Sevgi ve saygı ile.
29 Aralık 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

==============================

PAZAR’LIK
GÜCÜN BİRLEŞTİRİCİSİ

portresi

Ahmet GÖKSAN
ahmetgoksan45@gmail.com

 

 

  • “Yıllardan beri özlemini çektiğimiz barışla güvenliğe, özgürlüğe ve 96 yıllık hasretimiz
    al sancağımıza bizi tarihin en şanlı ordusu kavuşturdu. Dünya durdukça büyük Anavatanı’mız
    ve O’nun güçlü ordusuna minnettarız. Kıbrıs Türk’ü 20 Temmuz kurtuluşunu ebediyete kadar
    bu coşkun hislerle anacak, bizim için toprağa düşenleri rahmet, şükran ve saygı ile yad edecektir.”
     Dr. Fazıl KÜÇÜK, 1974 

            İnsanlar, yaşadıkları güzel ve mutlu olayları olduğu kadar iz bırakan olumsuzlukları ve mutsuzlukları da unutamıyor. Bu bakış ve yaklaşım insan doğasının bir ürünü olsa gerek.
Buna karşın gerek ulusal gerekse dinsel bayramların birleştirici ortak özelliklerinin olduğu da biliniyor. Bayramların kısa süreli de olsa kırgınlıkların unutulmasına katkısı olduğu
hemen herkes tarafından kabul ediliyor. Bu nedenle bayramların birleştirci gücünün
uzun süreli olması yalnızca dileklerle yansıtılır.

Kıbrıs Türklerinin de yaşamlarında unutulmaz iz bırakan bayramlardan ve önemlilerinden
bir tanesi de 40. yılına ulaştığımız 20 Temmuz Barış ve Özgürlük bayramıdır. Aradan geçen
bu süreçte kendi iç kamuoyumuza olayın nedenlerini ve niçinlerini anlatabildiğimizi ne yazık ki söyleyemiyoruz. Aynı şekilde 1974 yılında gerçekleştirilen barış harekatlarının da uluslararası hukuktan kaynaklanan bir hak olduğunu yeterince ve ısrarla anlatamadığımızın kabul edilmesi gerekiyor. İçinden geçmekte olduğumuz bugünlerde, yaşamakta olduğumuz olumsuzlukların temelinde bu olgunun yattığının unutulmaması gerekiyor.

Bunları yazarken amacımız kimseyi incitmek veya tarih öğretmek değildir.
Geldiğimiz bu noktada sıkıntıların ve sorunların hamaset yapılarak çözülemeyeceğini, olumsuzlukların giderilemeyeceği ger – çe – ği – nin artık görülmesi gerekiyor.
Bu nedenle önümüzdeki dönemi doğru değerlendirmemiz gerektiğine inanıyoruz.

Bir gül bahçesine girercesine gözünü kırpmadan şehitlik şerbetini içen kardeşlerimizi
sevgi, saygı ve Yüce Tanrının rahmeti ile anıyoruz. Kahraman gazilerimize de sağlıklı bir yaşam diliyoruz. Bu satırları yazarken Irak Türkmenlerinin yiğit evladı, mücadele arkadaşım,
sevgili kardeşim Sadun Köprülü’yü yitirdiğimizin acı haberi geldi. Yaşamı boyunca
verdiği onurlu mücadelesi ve dik duruşu unutulmayacaktır. Yaptıkları, günümüzde de
var olma mücadelesi vermekte olan Iraklı Türkmen kardeşlerimizin yolunu aydınlatmaya
devam edecektir. Yüce tanrının rahmeti üzerine olsun.

Yaşamın sürprizlerle dolu olduğunun unutulmaması gerekiyor. Yaşadığımız bütün acılara karşın sağlıkla ve mutlulukla dolu geçecek bir Şeker Bayramını geçirmenizi diliyoruz.

Yüreğinizdeki insan sevgisinin hiç eksilmemesi dileklerimle…

SEVGİ ile kalınız… 25 Temmuz 2014  –  Ankara

Ahmet Göksan : Filistin’den Sonra KKTC de Tanınmalı Artık!


PAZAR’LIK

TANIN  –  MA

portresi

 

Ahmet GÖKSAN
ahmetgoksan@gmail.com 

 

 

          “İkinci Cihan Savaşı’ndan evvel mali durumu bugünkünden çok daha iyi olan İngiltere, Hindistan’dan tutunuz da dünyanın en ücra köşelerine varıncaya kadar milyonlarca insanı kendisine ancak para kuvveti ile biat ettirebilmiş. Onlar arasında bulabildiği ve üç beş kuruşa namusunu bile satmaktan çekinmeyen mikroplarla kavimleri esaret zincirleri arasına almaya muvaffak olmuştur. Dünün hortlakları arasına gömüldüğünü zannettiğimiz siyaseti, bugün tekrar meydana çıkıyor. ‘Öğretmene bol maaş vereceğim’ diyor. ‘Fakat onu ben bulacak, başınıza ben getireceğim’ diye ısrar ediyor. Bu işte, nasıl hüsnüniyet aranabilir?” 1952, Dr. Fazıl KÜÇÜK 

          Bir yılı daha geride bırakmaya hazırlanıyoruz. Buna karşın yıl içinde saman alevi gibi parlayıp söner gibi olan olayların ve konuların içten içe yanmaya devam ettiklerini kaydetmek istiyoruz. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında soğuk savaşın sona erdiği ve dünyanın rahat bir nefes alacağı düşünülüyordu. Bu beklentinin kısa sürede boşa çıktığı gerçeği ile yüzleşildi. O günün gürültüsü ve patırtısı ile dikkatleri çekmese de Avrupa’daki televizyon kanallarında kamu duyurusu gibi ‘komünizm öldü’ duyuruları alt yazı olarak geçiyordu.
Satır aralarına ise ama ‘İslam var’ sözleri sıkıştırılıyordu. Bu yönde yapılan yayınlarla
beyinler de yıkanmış oluyordu.

Aradan geçen kısa süreçte İslam dini, adeta terör olgusu olarak algılanır oldu.
Özellikle 11 Eylül’de (AS: 2001) “İkiz Kuleler”e yapılan saldırılarla bu olgu adeta pekiştirildi.
Dünyanın her yanında mantar gibi çoğalan İslam adına terör yaptığını duyuran  örgütler oluşarak veya oluşturularak çoğaldı. Uluslaşma sürecini henüz tamamlayamayan Arap halkları da aralarındaki dinsel farklılıklar nedeniyle birbirlerine acımasızca saldırmaya başladılar. Dünyanın öbür bölgelerinde bulunan İslam topluluklarında da benzer çatışmalar halen yaşanıyor. Olayların bu noktaya taşınıyor olmasının perde gerisinde Haçlı düşüncesinin olduğunun söylemek olasıdır.

2014 yılını değişik adlar altında bir araya gelerek din adına terör yapan örgütlerin yılı
olarak da anacağız. Bu nedenle 2014 yılını yaşadığımız
acımasız etnik temizlik olayları nedeniyle anımsamak bile istemiyoruz. Tıpkı yüz yıl önce yaşanan Birinci Paylaşım Savaşını da benzer olgular nedeniyle anımsamak istemediğimiz gibi.

Bugüne değin uluslararası terör örgütleri listesinde kendine yer bulmuş olan Hamas örgütü Avrupa Parlamentosu tarafından anılan listeden çıkarıldı. Nedenlerini yukarıda değindiğimiz Haçlı düşüncesinin bir ürünü olarak okuduğumuzu kaydediyoruz. Bu gelişmeye koşut olarak Filistin Devleti’nin tanınması kararı alındı. Avrupa Parlamentosu’nun kararı oybirliğine yakın bir oyla kabul edildi. Geçtiğimiz Eylül ayında İsveç Parlamentosu’nun başını çektiği tanınma kararı, çorap söküğü gibi öbür ülke parlamentoları tarafından da kabul edilmesi sonrasında yukarıdaki kararın alındığının bilinmesini istiyoruz. Tanınma öncesinde Filistinlilerin
kendi aralarındaki kavgaya son vermeleri gerekiyor. Aksi halde tanınma buz üzerine yazılan bir dilek olarak tarihteki yerini alır.

Alınan kararda, “AP, Filistin Devletinin tanınmasını ve iki devletli çözümü ilke olarak destekler ve sorunun barış görüşmelerindeki gelişmelerle yakın ilişkili ilerlemesi gerektiğine inanır.” deniliyor. Bölgede iki devletli yapı kurulacaksa öncelikle Filistinlilerin kendi aralarındaki barışı sağlamaları gerekmektedir. Avrupa Paralmentosu’nun bu kararını tarihsel bir karar olarak niteliyor, bu kararın bölge ve dünya barışına katkısının olmasını diliyoruz. Avrupa Halk Partisi Başkanı Bay Manfred Weber’in, alınan bu kararı değerlendirirken “Acilen koşulsuz tanıma
söz konusu değil.” sözleri 2015 yılı için iyimser olmamızı engelliyor.

Avrupa Parlamentosu’nun böyle bir kararı almasına olumlu baktığımızı yineliyoruz.
Ancak Filistin – İsrail anlaşmazlığı gibi aynı yıllarda gündeme taşınan ve
Soğuk Savaş artığı olan Kıbrıs uyuşmazlığının da benzer bir kararla çözümüne katkısının olması gerektiğini belirtmek istiyoruz. Aldıkları bu kararda dürüst ve içten iseler, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni de tanımaları gerekiyor. Dilleri, inançları taban  tabana aykırı olan Türklerle Rumları zorlama ile tek çatı altında birleştirme çabalarından bugüne değin sonuç alamadıklarını onlar da iyi bilmektedirler. Filistin Devleti gibi KKTC’nin de dünyanın
değişik bölgelerinde temsilciliklerinin olduğunu anımsatmak istiyoruz.

Avrupa Parlamentosu’nun Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne ilişkin olarak alacağı kararın dürüstlük ve adalet testi olacağının bilinmesi gerekiyor…

SEVGİ ile kalınız…
26 Aralık 2014  –  Ankara
====================================

Dostlar,

Kıbrıs Türk Kültür Derneği Başkanı dostumuz Sn. Ahmet GÖKSAN,
doğallıkla Kıbrıs sorunu hakkında uzman.

Kanlı Noel 23 Aralık 1963’ün 51. yılında bir kez daha “gerekli anımsatmayı” yapıyor..

  • Kıbrıs’ta 2 bölgeli – 2 bağımsız devlet; başka yolu yok!

Aman aman… Tek devlet altında birleşerek yeniden aynı kanlı süreci – assimilasyonu –
etnik temizliği davet etmenin hiç ama hiç anlamı yok. Dönüşü olmayan bir tuzak..
Bu kez Türkiye de bir şey yapamaz..

Uluslararası toplumun bu tanımama utancına artık son vermesi ve
15 Kasım 1983’te kurulan KKTC’yi tanıması gerekiyor.

Öyle çok uluslararası hukuk gerekçesi var ki bu bağlamda..

Bir de real-politik.. Güncel koşullarda bu tanımayı zorunlu kılıyor.
Fakat ilk koşul Kıbrıslı soydaşların bu amaçla dik ve kararlı durmaları..

  • Filistin’den Sonra KKTC de Tanınmalı Artık!

Sevgi ve saygı ile.
24 Aralık 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Ahmet GÖKSAN : KOŞULSUZUN KOŞULU


Dostlar
,

Kıbrıs konusunda uzman Sn. Ahmet Göksan’ın uyarıcı bir makalesini paylaşalım.

Sevgi ve saygıyla.
21.8.2014, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==========================================

PAZAR’LIK

KOŞULSUZUN KOŞULU

portresi

 

 

Ahmet GÖKSAN
ahmetgoksan45@gmail.com

 

 

“Hükümet sansüründen, olayları tarafsız bir gözle tetkik etmesini Rum dostlarının
ve sevgililerinin tesirinde kalmayarak vazifesini dürüst olarak yerine getirmesini
bir kere daha talep ediyoruz. Eğer hakikaten kışkırtıcı tahrik edici toplumlararası soğukluk yaratan gazeteler aranıyorsa onları Türkiye’de değil ancak bu ada üzerinde aramızda yaşayan şımarık ve daima hükümete kafa tutan bazı İngiliz ve Rum gazetelerinin sayfalarında aramak yerinde olur.”
1958, 
Dr. Fazıl KÜÇÜK

Ülke olarak belki de yazın en sıcak günlerini yaşıyoruz. Bu nedenle kimsenin bir işin ucundan tutacak halinin kalmadığını söylersek haksızlık etmemiş olacağımızı düşünüyoruz. Komşu ülkelerdeki sıcağın daha bunaltıcı olduğunu da söylemek istiyoruz. Buna karşın oluşan birtakım silahlı çeteler, birbirleri ile kıyasıya mücadele etmelerinin yanı sıra suçsuz, çocuk, kadın demeden insanlık dışı saldırılarda bulunuyorlar. Yapılan kısa bir inceleme sonrasında savaşlarla saldırıların insanlık tarihi kadar eski olduğunu da söylemek olasıdır. Egemen olan düşüncenin ‘Ben’ egosunu yenememekten kaynaklandığı biliniyor. 

Günümüzde yapılan bütün savaşların etnik temizliğe dönüştüğü kabul edilmelidir.
100. yılına ulaştığımız ve bizlere “1. Dünya Savaşı” diye öğretilenin aslında bir paylaşım savaşı olduğunu savaşı yapanların da kabul etmesi gerekiyor. Bu dönemde beklediklerini elde edemeyenler, “İ-kinci” paylaşım savaşının zeminini oluşturarak savaştılar. Savaşların sonuçları incelediğinde geriye acı, kan ve gözyaşının kaldığı biliniyor. Paylaşım savaşlarına nokta konulması olası olsa idi, günümüzde yaşanan çatışmaları yaşamamamız gerekirdi. Demek ki paylaşım henüz sona ermemiş veya erdirilememiştir.

Savaşların temelinde yatan bir başka olgu ise ekonomilerdeki tehlike çanlarının çalıyor olmasıdır. Bunu aşabilmenin yolu olarak düşünülen inşaat sektöründeki canlanma bir süre sonra durma noktasına gelebiliyor. Ekonomiyi canlı tutan bir başka önemli olgu ise silah sanayisinin geliştirilmesidir. Bu olgunun sürümünün de azımsanmayacak düzeyde olduğunu kaydetmek istiyoruz. Bölgemizdeki savaşlarda kullanılan örneğin varil bombaları ile uzun menzilli füzeler silah sanayisindeki gelişmişliğin birer göstergesidir. Her gün artmakta olan işsizlik
ülke ekonomilerini tehdit etmeye devam ediyor. İşsiz kalan gençlerden bazılarının savaşlara sırf macera uğruna katıldıkları gizli bir bilgi değildir.

Avrupa Komisyonu Başkanlığına seçilen Bay Jean Claude Juncker’in Türkiye karşıtlığı bilinen bir olgudur. Anılan kişinin bu konumu nedeniyle Türkiye’nin üyelik konusunun zora girdiği konuşuluyor olmasına içimizden gülmek geliyor. Bu kişinin dışında Türkiye’nin AB üyeliğine içtenlikle ‘evet’ diyecek kaç Avrupalı yönetici veya parlamenter olduğunu merak ediyoruz. Onların bu tutumları nedeniyle Türkiye’nin AB üyeliği çok bilinmeyenli denkleme dönüşmüştür. Halen daha üyelik konusunda umutlu olanlar varsa biraz beriye gelsinler. 

Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetiminin önde gidenleri, koşulların uygun olması durumunda referandum yaparak bağımsızlık ilan etmeye hazırlanıyor. Konuya ilişkin olarak bölge ülkelerinde nabız yokluyorlar. İslam Devleti savaşçılarının saldırılarının arttığı günlerde Birleşik Amerika Devletleri bölgeyi bombardıman etmeye başladı. Bayram değil, seyran değil bu bombardıman niye yapılıyor diye soruyorlar. Neden mi? Çünkü bölgede çalışmalar yapan Chevron ve Exxon gibi Amerikan şirketlerinin zarar görmesini istemiyorlar.  

Ermenistan cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan soykırım savlarının 100. yılı öncesinde atağa kalktı. Türkiye’nin öncelikle “soykırımı tanımam, ortak tarih komisyonu oluşturulsun” önerisine karşılık Türkiye’nin öbür koşullarından da vazgeçmesini istiyor. Örneğin Karabağ’daki işgalin sona ermesini istemesi… Sonrasında
aynaya bakmadan dönüp “bizler masaya önkoşulsuz oturalım” diyebiliyor.
Bunu söylemenin bile koşul olduğunu birileri bu baya mutlaka anlatmalıdır.

Türkiye’nin masaya önkoşulsuz oturmasını isteyenlerin yaptıkları açıklamalarını,
iyi niyetten yoksun öneriler olarak okumamız gerekiyor mu ne…

SEVGİ ile kalınız…
21 Ağustos 2014  –  Ankara

 

KKTC’NİN KURUCU CUMHURBAŞKANI RAUF DENKTAŞ’ı SAYGI ve RAHMETLE ANIYORUZ

Dostlar,

Bu yazının yazarı Sn. E. Alb. Şahap Osman Aras’tan (İzmir) ileti var..
Aşağıda..

Bütünüyle katılıyoruz bu ileti ve çağrısına..

Sevgi ve saygı ile.
14 Ocak 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

*****

Sayın Hocam,

Ben de teşekkür ederim. Bu vesileyle Merhum DENKTAŞ’ın Anıt-Mezarı konusuna değinmek istiyorum. KKTC Yönetimi, bunun için ödenek sağlanamadığını duyurdu. Oradaki kumarhanelerin birkaç saatlik cirosu..
Ben bunu dün (13 Ocak) Twitter’den yayınladığım bir iletiyle eleştirdim.
Konunun peşini bırakmayalım, kamuoyunu harekete geçirelim, derim.

Esenlikler dilerim. Selamlar.

Ş. OSMAN ARAS
İZMİR, 14.1.14

=================================

Dostlar,

Yurtsever kahraman, KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı,
yılmaz Kuvayı Milliyeci Sayın Rauf Raif Denktaş‘ı 2 yıl önce bu gün yitirmiştik..

İzmir’den dostumuz E. Alb. Sayın Şahap Osman Aras’ın yazısı çoook öğretici ve düşündürücü.. İyi ki O’nun güzelim yazısı yetişti.. Yoksa benim yazdığım ile yetinmek durumunda kalacaktınız..

Teşekkürler Sn. Aras veee

  • Sonsuz şükranla büyük kahraman Denktaş!

Toprağın bol olsun..

En son bir 18 Mart günü, Kıbrıs’ta, 18 Mart 2009’da, Girne Amerikan Üniversitesi‘nin çağrılısı olarak katıldığımız “94. Yılında 18 Mart 1915 Utkusu” başlıklı paneli sizinle paylaşmıştık..  (Arşivimizde fotoğraf bulursak daha sonra koyacağız..)

KIBRIS GİRİT OLMASIN …

adlı kitabınız ne çok ders ve uyarılarla dolu..

KIBRIS_Girit_Olmasin

 

 

 

 

 

 

 

Sevgi ve saygı ile.
13 Ocak 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

====================================

KKTC’NİN KURUCU CUMHURBAŞKANI RAUF DENKTAŞ’ı 

SAYGI VE RAHMETLE ANIYORUZ

portresi

 

 

 

Şahhap Osman Aras
E. Albay

27 Ocak 1924 günü, (halen Rum tarafında kalan) Baf’ta dünyaya gelen
Rauf Raif DENKTAŞ 1,5 yaşındayken annesini yitirdi. Babası Hakim Raif Bey’dir. Anneannesi ve Babaannesi tarafından büyütülen DENKTAŞ, 1930 yılında eğitim için İstanbul‘a gönderildi. Arnavutköy‘deki “Fevzi Ati Lisesi”nde yatılı eğitim gördü. Ortaokuldan mezun olduktan sonra Kıbrıs’a dönerek Liseyi orada bitirdi.

2’nci Dünya Savaşının ardından, hukuk eğitimi için, İngiltere‘ye gitti.
Üniversiteden mezun olduktan sonra Ada’ya dönerek Avukatlığa başladı.
Daha sonra, Savcılık görevine atandı.

27 Kasım 1948‘de Kıbrıs Türklerinin düzenlediği mitinge Dr. Fazıl Küçük’le birlikte katıldı. Kıbrıs Türk Toplumunun iki önemli ismi, Faiz Kaymak ve Dr. Fazıl Küçük arasında arabulucu rolünü üstlenerek, Türk Toplumunun çıkarlarını savundu. 1949’da, merhum Faiz Kaymak’ın teklifi ve de Dr. Fazıl Küçük‘ün desteğiyle aday gösterilerek
Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu Kongresinde Başkanlığa seçildi. Türk Toplumunun sorunlarıyla daha yakından ilgilenebilmek için Savcılık görevinden istifa ederek,
yeniden Avukatlığa başladı. Aynı yıl, Aydın Hanım’la evlendi. Ada’nın Yunanistan’a ilhakına (ENOSİS’e) bütün gücüyle karşı çıkan ve silahlı EOKA terör örgütüyle mücadele için Kıbrıs Türklerinin direnişine yön veren Rauf DENKTAŞ,
1958‘de Türk Mukavemet Teşkilatı‘nın (TMT) kurulmasına öncülük etti.

Şubat 1960’taki Zürih ve Londra Antlaşmaları öncesinde Dr. Fazıl Küçük‘le birlikte, Türk Hükümetinin Dışişleri Bakanı merhum Fatin Rüştü Zorlu ile görüşmek için, Ankara’ya geldi. Zürih ve Londra Antlaşmaları’nın ve de Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın hazırlanmasında büyük emeği vardır. Kıbrıs Türklerine yönelik 1963 (Kanlı Noel) saldırılarından sonra temaslarda bulunmak üzere yeniden Ankara‘ya geldi.

Temaslarını tamamlayarak, denizyoluyla gizlice Kıbrıs‘a geçti ve Rum saldırılarına karşı Türk Toplumunun direnişini örgütlemeye başladı. 1964’te Başpiskopos Makarios
tarafından “istenmeyen adam” ilan edilerek, Kıbrıs’ta ikamet etmesi yasaklandı.
1967‘de, bir kez daha Ada’ya denizyoluyla gizlice girmeye çalışırken, Rumlar tarafından tutuklandı. T.C. Hükümetinin yoğun girişimleri sonucunda serbest bırakıldı ve
yeniden Türkiye’ye döndü. 1968‘de Ada’ya giriş yasağı kaldırıldı ve ardından 1970 seçimlerinde Kıbrıs Türk Toplumunun Meclis Başkanlığı görevine seçildi.

1974’deki Kutlu Barış Harekatından sonra, 13 Şubat 1975‘te Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulunca; Federe Devlet ve Meclis Başkanlığı görevlerini üstlenen DENKTAŞ 1981‘de 2. kez Federe Devlet Başkanlığına seçildi. 15 Kasım 1983‘te 
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’nin kurulduğu dünyaya ilan edilince, Yavru Vatan’ın ilk Cumhurbaşkanı oldu. Üst üste beş kez Cumhurbaşkanlığı görevini üstlenen Rauf Raif DENKTAŞ, 17 Nisan 2005‘teki Cumhurbaşkanlığı seçiminde
aday olmadı. Yerine Mehmet Ali Talat seçildi.

Politikadaki mücadeleli yaşamının yanı sıra, yazar ve fotoğrafçı kimliğiyle de çok başarılı olan DENKTAŞ’ın Yeni Asya Yayınları arasında çıkan, birçok kitabı bulunuyor.
Ayrıca, pek çok fotoğraf sergileri açan Rauf DENKTAŞ, son olarak Yeniçağ Gazetesi‘nde yazılar yazmakta ve ART televizyon kanalında “DENKTAŞ’IN GÜNDEMİ” adlı bir programa çıkmaktaydı. 8 Ocak 2012 günü “organ yetmezliği tanısı ile” Lefkoşa’daki Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesine kaldırılan
Rauf Raif DENKTAŞ, 13 Ocak 2012 günü, sonsuzluğa göçtü.

Saygı, minnet ve rahmetle anıyoruz.

Kıbrıs Mutlu Barış Harekatı’nın 39. Yılı..


Dostlar
,

Bu gün, 20 Temmuz 2013, 20 Temmuz 1974’te başlatılan Kıbrıs Mutlu Barış Harekatı‘nın 39. yılı.. Rahmetli Başbakan Ecevit’i bu yiğit kararından dolayı ne denli kutlasak ve şükranla ansak azdır. Bu sınırlı askeri harekat, Kıbrıs’ta Başpiskopos Makarios buyruğuyla başlatılan Türk soykırımını durdurmuştur. İkiyüzlü Batı
tüm bunları görmezden gelmekte, Ada’da daha sonra (1984) ilan edilen KKTC adlı
Türk devletini tanımamakta, kendi kanlı ellerini – tarihini gözden saklayarak örneğin Türkiye’den olmadık bir Ermeni soykırımının hesabını sormaya kalkışmaktadır! (Bkz. http://ahmetsaltik.net/ermeni-soykirimi-emperyalist-iftira/, 21.5.13) Bu sorun hazin ve uzun bir öyküdür, duygusallıkla değil, bilgi birikimi ve ustalıklı bir yurtsever diplomasi ile çözülebilir.

Aşağıda, Kıbrıs konularında uzman, değerli dostumuz, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Başkanı Sayın Ahmet Göksan’ın yazısını paylaşmak istiyoruz. Bu başarı da çoook  emeği olan Kıbrıslı mücahit kardeşlerimizi, TMT’nı, Başbakan Ecevit ve Yardımcısı Necmettin Erbakan’ı, TSK ve şehit – gazilerimizi ödenmez bir borç ile saygı ile selamlıyoruz. Kıbrıslı soydaşlarımızın yaşam hakkı ve bağımsız devlet olma hakları sonuna dek korunmalı ve uygar (!?) dünyaca da artık tanınmalıdır. Bu konuda geçtiğimiz yıl sitemizde yayımlanan makalemize bakılmasını öneririz :

  • 20 TEMMUZ 1974 – 20 TEMMUZ 2012.. 38 YIL SONRA KIBRIS MUTLU BARIŞ HAREKATI..

(http://ahmetsaltik.net/20-temmuz-1974-20-temmuz-2012-38-yil-sonra-kibris-mutlu-baris-harekati/) Sevgi ve saygı ile. 20.7.2013, Ankara Dr. Ahmet Saltık www.ahmetsaltik.net =============================

Gerçeğin Bazıları

ahmet_goksan_portresi
Ahmet GÖKSAN Kıbrıs Türk Kültür Derneği Genel Başkanı
  • “İnsanlık tarihine yüz karası olarak geçen ve ebediyen o sayfaları kirletecek olan Yunanlıların hareketine karşılık Türkiye’nin Kıbrıs Harekâtı, bir insanlık ödevidir de. Demokrasiyi prensip edinen ülkelerde esaretin yok edilmesini savunan ülkelerin, Türkiye’nin bu tutumunu desteklemesi, Kıbrıs konusunda haklı ve haksız tarafı meydana çıkarmıştır”. (1974) Dr. Fazıl Küçük

Dr. Fazıl Küçük   { Meslektaşımız, borcu ödenmez Kıbrıs davası kahramanı Dr. Fazıl Küçük‘ün fotoğrafı tarafımızdan eklenmiştir (Dr. A. Saltık) }   Kıbrıs Barış Harekâtı’nın üzerinden 39 yıl geçti. Aradan geçen bu süreçte köprülerin altından akan suların kuruma noktasına geldiğini kaydetmek istiyoruz. Adadaki uyuşmazlığın temel nedenlerini görmezden gelenler yaşananları sorun olarak dünya kamuoyuna sunuyorlar. Dünya haritası üzerinde Kıbrıs adasının yerini bile gösteremeyenler de kelimenin tam karşılığı olarak bodoslama dalarak Rumların haklı olduğunu söylüyorlar. Rumlar, Kıbrıs’ta yaşanan uyuşmazlığı 20 Temmuz 1974 gününden itibaren başlatıyorlar. Türk Silahlı Kuvvetlerinin adayı istila etmesi olarak sunmayı da ne yazık ki başardılar.

Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştiren Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan hakkı olduğu biliniyor. Konuya ilişkin olarak 1974 Ekim ve Kasım aylarında Avrupa Konseyi ve NATO Konseyi’nin ayrı ayrı aldıkları kararların aynı doğrultuda olduğunun unutulmaması gerekiyor. Bu gerçek kısa sürede unutulmuş veya unutturulmuştur. Elde edilen başarılar sonrasında Türkiye’nin iç siyasetini o günlerde yönlendiren siyasetçiler iç politik hesaplaşmaya girerek karşı tarafa haklılık kazandırmışlardır. Tarihe 1. Barış Harekâtı olarak geçen müdahale sonrasında Cenevre’de başlatılan görüşmelerde olumlu bir sonuca ulaşılamadı. Rumlarla Yunanlar harekât sonrasında oluşan sorunu çözmek bir yana oyalama taktiklerini ortalık yerlere bırakıyorlardı. Sürdürülen 2. Cenevre görüşmelerinde “iki bölgeli sınırları güvence altına alınmış” otonom iki yapının oluşturulması kabul ediliyordu. Alınan bu ilke kararına yukarıda adı geçen unsurlar karşı çıktılar. Sonrasında tarihe not olarak düşülen “Ayşe’de tatile çıkıyordu”.Bu noktada doğru oturup doğruları konuşmak durumundayız. 20 Temmuz 1974 gününde adaya çıkmayı başaran Türk Silahlı Kuvvetleri dar bir bölgede sıkışıp kalmıştı. Her an bir hava saldırısına uğrayıp ağır kayıplar verebilirlerdi. Bu durum olayın bir yanı idi. Öbür yanda ise kuşatma altına alınan Atlılar ve Muratağa köyleri ile şu anda adanın güneyinde bulunan Taşkent köylerinde etnik temizlik yapılmış olması idi. Herkes tarafından bilinen bu gerçekler karşısında 14 Ağustos 1974 gününde 2. Barış Harekâtı gerçekleştirildi. Yapılan bu harekât’ın da uluslararası hukuk kurallarına uygun olduğunu yineleyerek kaydetmek istiyoruz. Rumlarla Yunanlıların “istila” harekâtı diye dünyaya sundukları olayın özü budur. Çünkü adada Türklerin egemen olacağı bir bölgenin kurulmasını istemiyorlar. Bu tezlerini gizleyerek uyguladıkları politikalarla da dünya kamuoyunu etkiliyorlar.Bunlara karşın uluslararası toplum aldığı kararlarla iki bölgeli yapının sınırlarını ve oluşturulan ara bölgeyi güvence altına alıyordu. Uluslararası toplum gelinen bu aşamadan sonra kuzeyde kalan Rumlarla güneyde kalan Türklerin kendilerine ait olan güvenli bölgelere taşınması görüşmelerini Viyana’da başlattı. Yapılan çetin görüşmelerden sonra 1975 Ağustos ayından başlayarak Türkler kuzeye, Rumlar da güneye gönderildiler. Bu uygulama, sonrasında uluslararası toplumun da kabul ettiği iki bölgeli yapının oluşturulmasını sağlamıştır. İki bölgeli yapılar “Kuzey’de Otonom Türk Yönetimi ve güneyde ise Otonom Rum Yönetimi” olarak tanımlanıyordu. Nüfus değişimi öncesinde yapılan görüşmelerle oluşturulan yönetimlerin federal bir yapıya dönüştürülmesi de ilke olarak kabul ediliyordu. Rumların uzlaşmazlıklarının süreklilik kazanmaya başladığı noktada ise Kıbrıs Türkleri yine uzlaşma kapılarını açık bırakarak Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni 13 Şubat 1975 gününde kurdular. İki bölgeli sınırları güvence altına alınması ilkesine uygun olan bir yapının oluşturulması için uzun süre beklendi. Beklentinin boşa çıkması üzerine de 15 Kasım 1983 gününde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu. Federal yapının oluşması ve kalıcı olmasının sağlanması için 1977 yılında Denktaş-Makarios, Makarios’un ölmesi üzerine 1979 yılında da Denktaş-Kipriyanu görüşmeleri yapıldı. Görüşmelerde iki bölgeli yapının kalıcılığının korunması kararları bir kez daha kayıt altına alınmıştır. Yapılan doruk görüşmeleri ve Makarios’un ölümü üzerine Rumlar kısa süreli boşluk yaşadılar. Kısa sürede bir araya gelen Rum yöneticiler uyuşmazlığın devam etmesi için her türlü yöntemi uygulama kararı aldılar. Rumlar Uluslararası hukuk kuralları ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş anlaşmalarını paspas gibi çiğneyerek 1994 yılında AB’ne üyelik başvurusunu yaptılar. Garantör ülke olan Türkiye’nin bu başvuru karşısında yeterli direnci gösteremediğinin bilinmesini istiyoruz. Başvuru gerekçelerini ise Yunanistan’ın AB ile ilişkilerden Sorunlu Bakanı Yannos Kranidiotis ile mendil büyüklüğündeki ülkenin o dönemdeki önde gideni olan Glafkos Klerides; “Kıbrıs’ın tam üyeliğini, sorunun çözümü için altın bir fırsat” olarak nitelendiriyorlardı. Konuya ilişkin olarak yaptıkları açıklamalarında “Türkler şimdiye kadar görmedikleri oranda zenginleşecekler. Zira hem AB yardımları hem de bizim zenginliğimiz Türk bölgesine akacak. Ambargo kalkacak” savını öne sürüyorlardı. Uluslararası hiçbir kuruluşun onayı olmadan uyguladıkları ambargoları bir anda kaldırabileceklerini söylüyor olmalarının da inandırıcılıktan uzak olduğunu yaşayıp görüyoruz. Avrupa Toplulukları Adalet Divanı kararları ile uyguladıkları yasadışı ambargolara yasal bir kılıf uydurma çabaları da beklenen yasallığı sağlayamamıştır. Uluslararası hukukçu olan (İngiliz), aynı zamanda Londra Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Maurice H. Mendelson, Rumların AB’ne yaptıkları başvurunun geçersiz olduğunu hazırladığı raporunda belirtiyordu. Rapor Türkiye’nin isteği üzerine 25 Temmuz 1997 gününde A/51/951- 5/1997/585 simgeli BM belgesi olarak dağıtılmıştır. Raporda yapılan başvurunun 1960 Garanti Anlaşması ve yazım sürecini 1960 Kıbrıs Anayasası ve 1960 Kuruluş Anlaşması ile birlikte değerlendiriliyor. Özellikle Garanti Anlaşmasının I ve II. maddelerine dikkat çekiyor. I. maddede özellikle Kıbrıs Cumhuriyeti, “herhangi bir devletle hiçbir şekilde kısmen veya bir bütün olarak siyasi ve ekonomik işbirliğine giremeyeceğini taahhüt eder. Doğrudan veya dolaylı olarak gerçekleştirmeyi teşvik etmesi muhtemel her türlü faaliyeti yasaklar.” hükmünü öngörmektedir. Aradan geçen 39 yıllık süreçte yaşananlar yalnızca bunlarla sınırlı değildir. BM genel yazmanı Butros Gali tarafından hazırlanan ve kendi ismi ile anılan “Gali Fikirler Dizisi” de çözüme yönelik önerileri içeriyordu. 1991 yılında yapılan uzun görüşmeler sonrasında 100 maddelik öneriler dizisi Rum liderliği tarafından kabul edilmemiştir. Liderliğin halkın oyuna başvurmadan önerilerini reddetmesi sonrasında yapılan çalışmalarla Annan’ın Planı ortalık yerlere çıkarıldı. Kıbrıs Türklerinin kısa sürede adadan ayrılmalarına neden olacak maddeler içermesine karşın adı geçen plana Kıbrıs Türkleri evet demiştir. Rumların ise hayır dediklerinin bilindiğini yinelemek istiyoruz. AB’ne tam üyeliklerinin gerçekleşmesi sonrasında Rumlar, bütün uzlaşma yollarına mayınlar döşeyerek çözümden yana olmadıklarını ısrarla sürdürüyorlar. Adanın çevresinde uluslararası alanda ilan ettikleri Münhasır Ekonomik Bölgelerle egemenliklerini bir anlamda pekiştirmeye çalışıyorlar. İsrail’le bu konuda imzaladıkları anlaşma ile de yeni bir anlaşmazlığın kapısını araladılar. İsrail’in kendine yakın bölgede bulduğu doğalgazla adı geçen bölgede bulunan doğalgazı da gerekçe göstererek kendi egemenliğini bütün bölgeye yayabileceğinin de bilinmesini istiyoruz. Mendil büyüklüğündeki ülkeyi yönetenler sıklıkla Türk Silahlı Kuvvetlerinin adadan ayrılmasını istediklerini yineliyorlar. Oğlunu 15 Temmuz 1974 tarihindeki Yunan Askeri Darbesi sırasında yitiren Yunan baba, başlattığı hukuk mücadelesini 21 Mart 1979 günü kazanmıştır. Yunanistan Yüksek Mahkemesi 2659/79 sayılı anılan günlü kararında; “ Türk Silahlı Kuvvetlerinin adaya yaptığı müdahalesinin doğru ve yerinde bularak uluslararası hukuk kurallarına ve anlaşmalara uygun olduğunu, suçlu olanın da Yunan Cuntası olduğu” kararını onaylıyordu. Böylece alınan karar kesinlik kazanıyordu. Ne yazık ki bizlerin bu kararı uluslararası alanda yeterince değerlendirdiğimizi söyleyemiyoruz. Benzer doğrultuda olabilecek başka karar 02 Nisan 2013 gününde alındı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘nin kararında güneydeki Rum yönetiminin verdiği bütün tapuların geçersiz olduğuna hükmediyordu. Yaşamsal önemde gördüğümüz bu kararı doğru okuyup doğru değerlendirmemiz gerekiyor. Alınan bu karardan sonra BM Güvenlik Konseyi’nin 1983 yılında aldığı 541 ve 550 sayılı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmamasına ilişkin kararlarının kaldırılmasının veya yumuşatılmasının yolunu açacağını, bunun ötesinde haksız yere uygulanan ambargoların da sonlandırılmasının zeminini de oluşturabileceğini ummak istiyoruz. Bu konularda elbirliği ile ortak çalışmaları yapmamız gerekiyor..

BİTLERİN YENİLENİ..


ARA SIRA : 
BİTLERİN YENİLENİ

Ahmet GÖKSAN
Kıbrıs Türk Kültür Derneği Başkanı
                                                                                         kibristkd@gmail.com  

  • “Kıbrıs Türk’ü nasıl ki bugüne kadar tehdit, iftira, baskı ile haklı davalarından bir adım gerilememiş, canını vermiş mevzisini terk etmemişse bundan böyle de inanç ve imanında herhangi bir değişiklik olacak değildir. Görüyoruz dün bizi topla, tüfekle çökertemeyen düşman, başka silahlarla karşımıza çıkmıştır ve daha da bu hareketlerine hız vereceklerine şüphe yoktur. Ekonomik ablukalar bizler için ihtar olmalıdır…
  • Bilmeli ve takdir etmeliyiz ki duyulmayan mermi sesleri her gün için büyük yıkıntılara sebebiyet vermekte, bünyemizde derin yaralar açmaktadır.” 

      Dr. Fazıl KÜÇÜK (1977)

Kıbrıs’ta yaşanan uyuşmazlığa çözüm bulabilmek için yürütülen çabalardan ne yazık ki olumlu sonuca ulaşılamadı. Aradan geçen 44 yıllık süreçte yapılan bütün görüşmeler avara kasnağın konumuna koşut noktada bulunmaktadır. Bu sürede ismi dahi unutulan BM Genel yazmanlarının başarısızlıkları genel bir kanıdır. Genel yazmanlar adına görev üstlenenler de yalnızca görüşme kervanında yer almakla yetindiler. Bir elin parmakları kadar olanlar ise görevden ayrıldıktan sonra anılarını yazdıklarında gerçekleri yansıtmaya çalıştılar. Bu çabalarını  yalnızca belge niteliğinde kabul etmek durumundayız. Görev yaparken suskun olanların, ayrıldıktan sonra da gerçekleri gördüklerini yazmalarını suçluların  telaşı olarak okumak gerekiyor.

Rum Temsilciler Meclisi Başkanı Bay Yannakis Omirou’nun adadaki Hollanda maslahatgüzarı ile yaptığı görüşme sonrasında, 38 yıldır devam eden Türkiye tarafından Kıbrıs’a yapılan müdahaleden söz ediyor. Adı geçen Bay 1974 yılı öncesinde yapılan çözüme ilişkin görüşmelerden hiç söz etmiyor. Tarihe Kanlı Noel diye geçen saldırılardan sonra uyuşmazlığa doğrudan çözüm aranmadı. Aracılar aracılığı ile görüşmeler yapıldı. Haberle hacı olunamayacağı gerçeği ile yüzleşildikten sonra Beyrut’ta 1968 yılında yüz yüze görüşmelerin başladığını belleği zayıf olanlara da anımsatmak durumunda kalıyoruz.

Mendil büyüklüğündeki ülkenin AB dönem başkanlığı sona eriyor.
Bu dönemi kendileri açısından değerlendirirken başarılı olduklarını söylemekten geri durmuyorlar. Bazı AB üyelerinin önde gidenleri de övünmekte olanlara gaz veriyorlar. Bu kısa dönemde siz aslanlar, kaplanlar gibi görev yaptınız. Kimse de bu hayvanların kuyruğuna kim basıyor diye sormuyor. Ekonomik krizin gölgesinde geçirdikleri bu dönemden sonra 2013 yılı Şubat ayındaki başkanlık seçimlerine hazırlanıyorlar.

 Sıklıkla yinelediğimiz gibi hayırsız evlat olduğunu kanıtlayan Bay Dimitris Hristofyas, “ekonomik sorunlar; Yunanistan’a bağımlılığımız sonucu ortaya çıktı” diyor. Bunları söylerken kendi kusurlarını unutuyor. Mendil büyüklüğündeki ülkede yaşanan ekonomik sorunların başında Yunanistan’a bağımlılık sıralamada gerilerdedir. Adada görev yapan BM Barış gücünün bütün harcamalarını üstlendiklerini saklıyorlar. Vur abalıya söyleminde olduğu gibi Türkiye ve Kıbrıs Türklerini suçlamayı yeğliyorlar. Ne de olsa bu davranışlar pirim yapıyor.

 Bölgedeki dengeleri kuralına göre oynadıkları günlerden geçiyoruz.
AB üyesi olmalarına karşın Rusya’nın adada sürekli yatırımlar odası oluşturması yönündeki önerisinin olumlu karşılandığı açıklandı.
Almanya Başbakanı Angela Merkel’in de 11 Ocak 2013’te Leymosun’da Avrupa Halk Partisi liderler toplantısına katılacağı açıklandı. Katılımcılar Rumlara destek verdiklerini kanıtlamak için bu toplantıya geleceklerini açıklıyorlar. Merkel’in bu ziyaret öncesinde yılbaşında evinde kalacağı ve kaz pişireceği Rum basınında yer alıyor. Merkel’in kaz pişirmesini kendi seçeneği olarak değerlendirirken Rum basınının dalga geçmesini de sizlerin değerlendirmelerinize bırakıyoruz. Türkiye’nin komşuları ile olan ilişkilerinden sıkıntı duyduğunu söyleyen Merkel; “Türkiye Kıbrıs’ta
adım atmalı. Mesela limanları açabilir.”
diye de konuşuyor.

AB dönem başkanlığını devretmeye hazırlanan mendil büyüklüğündeki ülkenin önde gidenleri Türkiye’nin yetkilileri ile de dalaşmayı marifet olarak görüyorlar. Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile dalaştılar. Davutoğlu “Sanıyorlar ki Türkiye daha zayıf olacak ve üyelik için yalvaracak. Hiçbir zaman yalvarmayacağız” dedikten sonra ;
“AB’ne tam üye olmuş ve bizimle iyi komşuluk ilişkileri olan bir birleşmiş Kıbrıs olacaktı. Adada Türk askeri olmayacaktı. Türkiye ile Kıbrıs arasında tam ekonomik entegrasyon sağlanacaktı ve Rumlar bundan herkesten fazla faydalanacaktı. Sizde bu gün iflas etmiş bir ekonomiye sahip olmayacaktınız.” diyordu. Bu konuşmayı sizlerin en iyi şekilde değerlendireceğinize inanıyoruz.

Kıbrıs Rum Ortodoks kilisesi ülkenin iflası konusunda herhangi bir açıklama yapmıyor. Devlet içinde devlet olarak kabul edilen kilisenin
bu yaklaşımında bir bit yeniğinin olduğunu düşünüyoruz.
Kilise bitlerin yenmesini mi bekliyor ne…??

Sağlıkla geçireceğiniz bir yıl olması dileği ile yeni yılınız kutluyoruz.

SEVGİ ile kalınız…
28 Aralık 2012 –  Ankara