Etiket arşivi: Dr. Ali Nejat Ölçen

SEÇİMİ KAZANDIRAN KÜLTÜR!


Dostlar,

Cumhuriyetimizin ağabeyi Sayın Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN kısa ama vurucu bir değerlendirme yapmış..

Bizim de en çook endişelendiğimiz,

  • Ulusun ahlakının iyiden iyiye bozulmuş olması..

Sevgi ve saygı ile.
1 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

SEÇİMİ KAZANDIRAN KÜLTÜR!

Portresi_Ali_Nejat_Olcen

 

Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen

 

 

31 Mart 2014 yerel seçimlerini AKP kazanmamış,
toplumun Osmanlı’dan arta kalan kültürü O’na kazandırmıştır.
Çünkü:

  • Kaz gelen yerden tavuk esirgenmez,
  • Bal tutan parmağını yalar,
  • Her koyun kendi bacağından asılır,
  • Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı denir,
  • Giden ağam gelen paşam,
  • Devletin malı deniz yemeyen domuz..
    kültürü kazanmıştır bu seçimleri.

Böyle biline çare buluna.

Dr. Ali Nejat ÖLÇEN

ÇAĞDAŞLIĞA İLK ADIM: 3 Mart 1924


ÇAĞDAŞLIĞA İLK ADIM: 3 Mart 1924

Portresi_Ali_Nejat_Olcen

Dr. ALİ NEJAT ÖLÇEN

Mustafa Kemal Atatürk’ün en önemli niteliğini, kuram (teori) ile Kurum arasındaki
bağı kurmasında görürüz.

O nedenle, devrimlerini kurumlaştırmış ve o kurumlar Anadolu’muzun kültürel dokusuna çağdaşlaşma olanağını sağlamıştır. Yoktan var ettiği devrimlere karşıt gerici kadroların  ve de siyasete aktardığı partilerin,
Cumhuriyeti ve onun kazanımlarını geri çevirmeye gücü yetmemiştir. Çünkü:

Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere armağan ettiği Cumhuriyet, dışalım ürünü değildir.
Cumhuriyeti temel alan ilkelerin hiç biri, dışarıdan aktarılmamış o nedenle Anadolu’muzun gelenekleri ve kültürüyle  kaynaşabilmiştir. Tüm gerici akımların başarısızlığının kaynağıdır bu. Mustafa Kemal Atatürk’ün yarattığı devrimlerini ve o devrimlerin kültürünü ve o kültürün kurumlarını Anadolu’nun bağrından söküp atmak olanak dışıdır ve buna girişen kadrolar kendilerini yok oluşa sürüklemişlerdir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin “seküler” (ne dinden yana ne dine karşı) niteliği 90 yıl önce bugün gerçekleşti. Seküler niteliği  içermeyen devlet, “laiklik” ilkesini koruyamazdı. Düşün ve inanç özgürlüğünün kaynağı olan sekülarizm eğer devletimizin temel niteliği olacaksa, yani devlet hiçbir düşünceye ve inanç biçimine karışma yetkisinden uzakta kalacaksa, o devletin Cumhuriyetçi niteliği de iki başlı olmasını önleyecek,
Hilafet biçimi Devlet yönetiminden uzaklaştırılacaktı.

Hilafet yerinde kaldıkça, seküler devlet nasıl oluşabilirdi?

Büyük Millet Meclisi’nde bu düşüncenin öncülüğünü Şeyh Safvet Efendi üstlenmiş
52 milletvekili ile birlikte hazırladıkları yasa önerisi kabul edilerek 90 yıl önce bugün
(3 Mart 1924) Hilafet kaldırılmıştır. Doğal olarak Şeriye ve Evkaf Bakanlığı da Siirt Mebusu Halil Hulki Bey ve 50 milletvekilinin yasa önerisiyle aynı gün tarihsel anıya dönüşmüş oldu. Büyük Millet Meclisinde Hükümet tasarısıyla değil, milletvekillerinin özgür istenci (iradesiyle) Türkiye Cumhuriyeti Devletinin seküler niteliğe kavuşturulması Anadolu’muzun yarattığı ve özenle koruduğu insancıl kültürün ürünüydü.

22 Ocak 1924 günü Başbakan İsmet Paşa (İnönü) tarafında şifreli telgrafla,
kimi gazetelerde makamı hilafetin durumu ve Halife’nin kişiliğine ilişkin
yanlış kanılara neden olacak yazılara rastlandığı
”ndan yakınmakta ve ”
bundan Halife’nin büyük üzüntü duyduğunu” belirtmekteydi.

Mustafa Kemal’in İzmir’de  Başbakan İsmet Paşa’ya ilettiği şifreli telgrafla şunları belirtmişti:

Halife ve bütün cihan kat’i olarak bilmek lâzımdır ki, mevcut ve mahfuz olan (korunan) halife ve hilafet makamının, hakikatte, ne dinen ve ne de siyaseten
hiçbir mana ve hikmeti mevcudiyeti 
(varoluş nedeni) yoktur. Türkiye Cumhuriyeti safsa­talarla mevcudiyetini, istiklalini tehlikeye maruz bırakamaz. Hilafet makamı bizce en nihayet, tarihi bir hatıra olmaktan fazla bir ehemmiyeti haiz olamaz. Türkiye Cumhuriyeti ricalinin veya resmî heyetlerinin, kendisiyle temasını
talep etmesi dahi Cumhuriyetin istiklaline 
(bağımsızlığına) sarih tecavüzdür.

Bu yazışma bir önemli gerçeği de kanıtlıyordu, Mustafa Kemal’i anlayan bir tek kişi vardı o da Mustafa Kemal’in kendisiydi.

Öyle anlaşılıyor ki, Mustafa Kemal’in bu yanıtı, Başbakan İsmet Paşayı etkilemiş
ve TBMM’nde Cumhuriyetin açıklanmasına karşı çıkan milletvekillerine
en gerçekçi yanıtı O vermişti.

Bugün Cumhuriyetin kazanımları ve ilkeleriyle barışık  olmayan ve hatta  karşıtlığın gereklerini husumetle uygulayan AKP iktidarı ortaya çıkmış olsa bile Cumhuriyetimiz, kendisini koruyacak tüm kurumlarıyla birlikte Türkiye’mizin kromozomlarına işlemiştir.

Şeriat özlemcileri, Türkiye’nin önünde açılan uygarlık sürecinde bir daha hortlamamak üzere tarihin çöplüğüne iteklenerek silinip gidecektir.

Böyle biline, çare buluna!

Almanya’dan Dr. Yavuz Dedegil’den mektup…

Dostlar,

Sn. Dr. Ali Nejat Ölçen‘in bu sitede yer verdiğimiz “İSLAMIN ÖZÜ” başlıklı yazısı; 23.8.13, (http://ahmetsaltik.net/2013/08/23/islamin-ozu/) ve bizim kapsamlı sunuş yorumlarımız (sonra İSLAMDA REFORM ZORUNLULUĞU başlıklı makalemiz, 24.8.13; http://ahmetsaltik.net/2013/08/24/islamda-reform-zorunlulugu/) üzerine, Almanya ADD’lerinden dostumuz Sn. Dr. Yavuz DEDEGİL aşağıdaki e-iletiyi yolladılar. Andığımız yazının “yorum” bölümünde gözden kaçmasın istedik.. Bu değerli katkı aşağıda.

Sn. Dr. Dedegil dostumuza teşekkür ederiz..

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 25.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

Ben mi çıldırıyorum, yoksa ülkemizin en üst bilim ve bilgisine sahip vatanseverlerimiz mi çıldırdı?

2013/8/24 Yavuz Dedegil

1. Onyıllarca eğitimi ihmal edilen halkımız bir İslam çetesinin eline düştü. Bize bununla mücadele düşüyor.

“CETE” nin elinde Arapca bir KURAN; anlaşılması, Türkçe’ye tercüme edilse de, aslında gerçekten teknik nedenlerle mümkün degil. (Bkz. Suriye’li din tarihcisi Prof. BASSAM TIBI, iki yıl Ankara’da da kaldı ve öğretti, sonra Almanya’daydı, Şimdi ABD’de. O diyor ki: Muhammed’in ölümünden sonra, birinci Halife Ebu Bekir değil, sanirim Osman veya başkası, Muhammed’e vahi olan ayetleri toplatıyor.

Ne kaynakların gerçekliği ve ne de KRONOLOJİSİ belli. Bunlar (el ile) yazılmadan önce soruluyor: “Toplanan bu ayetleri hangi sıra ile yazalım?” (Çünkü kronoloji belli değil)” Yanıt: UZUNLUKLARINA GÖRE SIRALAYIN !

Ben şahsen Kuran’ın tercümesini {Türk Dil Kurumu} ve Almanca tercümesini (Reclam Yayinevi) okumaya çalıştım, hiçbirşey anlamadım. Ancak Bassam Tibi’nin konferansından sonra, neden anlamadığımı anladım! (Kuran’da şarap önce yasak edilir, sonradan tavsiye edilir, kronoloji karmaşası yüzünden.)

Bir romanı alın, cümlelerine bölün ve cümle uzunluğuna göre dizerek baskıya verin. Bu Romanı kim anlayabilir? Salman Rushdi’nin “Seytan ayetlerinin” hikayesine ve Kuran’a en az 4 Ayetin sonradan eklendigine girmiyorum.

2. Dünya’da en az 15 büyük din var, birçoğunun peygamberi ve kitapları var. Müslümanlar Dünya halkının yaklaşık %15’i. İnsanların % 85’i Müslüman filan değil. Yahudisi, Hıristiyanı, Hinduisti, Taoisti, Budhisti, Jain’isti, Bahai’si, Şamanist’i, Atheisti ve bu dinler içinde farklı MEZHEPLER de var.
(Son istatistiğe göre Alman halkının %50’si atheist!) Dünyayı, insanlığı ve başka dinleri tanıyan bir kişi, özellikle bilimsel eğitim almışsa, “En son ve en iyi din benimkisi!” iddiasında bulunur mu?

3. Türkiye’de İSLAM 1517 (Mısır’ın işgalinden), Yavuz Sultan Selim’den beri POLİTİK GÜÇ konusudur. SULTAN, Mısır Firavunları gibi gücünü TANRIYA dayatır ve MUTLAKLIK kazanır. Böylece Türk toplumu, RAMSES’in MISIR’ında olduğu gibi köleleşti.

4. ATATÜRK; Türkiye’den RAMSES devrini kaldırmayı ve kabul ettirmeyi başardı. Biz O’nun öğretmenlerinin öğrencileriyiz. BİLİME inanırız ve onun tek çıkar yol olduğunu biliyoruz.

O (ATATÜRK), DEVRİM yapmak cesaret ve kudretini kendinde gördü,
TAVİZ vermedi.

5. Türkiye’de bu devrimi sürdürmek ve tamamlamak bize düşüyor.
Nasıl?
– Ya İMAM POSTUNA GİRİP ONLARI yeni KURAN yorumları ile yumuşatıp bilim yoluna sevk etmeyi deneyeceğiz, ki ben mümkün olmadığına inanıyorum, (Çünkü onlar çıkarlarını savunuyorlar, dini – imanı değil!)

– VEYA; İMAMLARIN, ŞEYHLERIN, ŞIHLARIN tezlerine açıkca karşı çıkarak ve işin doğrusunu söyleyerek GERÇEKTEN AYDINLATARAK için savaşacağız.

6. AZİZ NESiN, TURAN DURSUN, BAHRİYE ÜÇOK, bu konuda ATATÜRK’ün gerçek savaşçıları oldular. Biz de onlar kadar olabilmeliyiz.

Bu benim kanım.

Saygi ve sevgilerimle

Dr. Yavuz Dedegil

İSLAMIN SORUNU İSLAMCILAR

Dostlar,

Sayın Duran Aydoğmuş dostumuz (Dış politika konularında uzmandır), yerinde bir girişle, bizim “Cumhuriyetimizin ağabeyi” diye tanımladığımız 1922 doğumlu, 91 yaşındaki bilge Sn. Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen‘in önemli bir yazısına gönderme yapmakta :

*****

Sevgili Dostlar,

Dr. Ali Nejat ÖLÇEN‘i (Eski Milletvekili-Yazar) -henüz tanımayanınız varsa- Google’a adını tam yazıp bir baksın derim. Kendileriyle şahsen tanışıyorum, Konferanslarda vs bir araya geliyoruz. Karşılıklı iletişimdeyiz. İki ayda bir yayınladığı “Türkiye Sorunları” kitabını adresime gönderiyorlar. Kendilerine müteşekkirim ve bu vesile ile tekrar saygılar sunuyorum. Bu kitapları numaralıdır. Bana 80. numaradan itibaren göndermeye başladılar (kendileriyle tanıştıktan sonra). Çok faydalanıyorum bu kitaplarından.

Aşağıdaki bağlantıyı tıklayıp web sitesinden hem bu kitapları (yazılarını) görün,
hem de siteye girince solda görülen başlıkları tıklayıp bir bakılmasını öneririm.

Sayın Ölçen’in bugünkü makalesi çok önemli ve sizlerle paylaşıyorum
(Daha önce okumayanlar için).

http://www.olcen.net/index.php?action=anasayfa

Saygılarımla.

Duran Aydoğmuş
19.08.2013

*****

Dostlar,

Daha önce bu sitede Sn. Ali N. Ölçen’in pek çok yazısına sevinçle yer verdik.

Sağolsunlar, kendileri de

    TÜRKİYE SORUNLARI

dizisinde bizim yazılarımızı yayımladılar. Başından beri bize de yollarlar karşılıksız olarak.

10’u aşkın kitabın yazarı Sayın Dr. Ölçen, bu kitaplarını bize imzalayarak sunma inceliği de gösterdiler. Ortak bir ilgi alanımız SAĞLIK EKONOMİSİ’nde oluştu. Biz yıllardır bu dersleri Tıp Fakültelerimizde işliyoruz. Kendilerinin de doktora tezi..

Bir de Sn. Ölçen ile ADD Genel Yönetim Kurulu’nda 2004 -2006 dönemminde birlikte çalışma olanağı elde ettik.

Son olarak, halen ADD Bilim – Danışma Kurulu’nda birlikteyiz..

İSLAMIN SORUNU İSLAMCILAR… başlıklı yazısı bize de ulaşmıştı ve yayımlayacaktık ama Sn. Aydoğmuş’un takdimini de palaşalım istedik.

İSLAMIN SORUNU İSLAMCILAR başlıklı makale, Sn. Öçen’in son yıllarda yazdığı belki de en önemli makaledir. İslam ve Aydınlanma tarihine, bir fen bilimciden amatör ama özgün bir katkı sayılabilir.

“Kendini Yokeden Osmanlı” (İMAJ Yyınları) adlı yapıtında da bu konulara değinilmektedir (2008. Sayın Ölçen bu yapıtında Osmanlı’nın kendini yok ediş tarihini 1535’ten başlatmaktadır (bitiş 1914). 1535, anımsanacağı üzere, Kanuni Sultan Süleyman‘ın Fransa’nın tutsak Kralı 1. Fransuva’ya “Evladım Fransuva” diye başlayan mektubuyla tanıdığı kapitülasyonların başlangıç yılıdır.

Her 2 dostumuzu da -Dr. A. N. Ölçen ve Duran Aydoğmuş- ve sevgi ve saygı ile salamlıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 21.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================================

İSLAM’IN SORUNU İSLAMCILAR

    portresi

    Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen

    Hangi din devlete sığınır, devletle bütünleşirse, sonuçta siyasallaşarak din olmaktan çıkacaktır. Din karşısında en güvenilmez kurum, devlettir çünkü. Devlet, her zaman onu ele geçiren kadrolar tarafından yeniden biçimlendiril­miştir. O nedenle dini siyasallaştıran ve onu devletin içine yerleştiren kad­rolar dindar olamazlar, kolay­lıkla kindar olurlar. İslam’ın tarihi incelenecek olursa, hiçbir dinde söz konusu olmayacak ölçüde devlet ile iç içe olduğu ve devlet ile bütünleştiği görülür. Abbasiler’in son döneminde de böy­leydi, Emeviler döneminde de ve şimdi de.

    Daha da kötüsü, emperyalizmin kucağındadır İslam Dünyası!

    Bu­nun Coğrafya ile ilintisi olamaz. İslam Dünyası’nın Emperyalizmin güdü­müne girişi, bilime, teknolojiye, özgür düşünceye, barışa ve hatta ahlaka ka­palı kalışının nedenini coğrafyada aramak, temeldeki gerçeği görmemeye yol açar.

    İslam’ın bilime, teknolojiye, özgür düşünceye kapanışı, 700’lü yıllarda doğan Mutezile akımının terk edilmesiyle başlar. Mutezile, İslam’ın hoş görüye, tartışmaya açık olduğu dönemdir. Kısa sürmesine karşın etkileri 1200’lü yıllara dek sürdü.

    İslam Dünyasında Sayın Prof. Kemal Arı’nın İmam Gazali ile artık aklın devre dışı kaldığı oysa, aynı zaman diliminde Avrupa’da Rönesans’ın başla­dığı düşüncesi gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü İslam Dünyasında aklın (özgür düşüncenin) tek edilişi İmam Gazali’den çok önce başlamamış ve Rönesans ise aynı dönemde değil İmam Gazali’den 450 yıl sonra gündeme girebilmiştir. Sayın Kemal Arı’nın bir tümcede iki yanılgısı dalgınlık sonucu olsa gerek.

    Akla kapanış, İslam’ın ilk yıllarındaki mezheplerin doğuşu ve dinsel iktidar paylaşımının yarattığı çatışmaların (daha doğrusu boğazlaşmanın) ürünüdür. Söz konusu mezheplerden biri, yalnızca

    Mutezile akımı, İslam’ın kuruluş yıllarında akıl kullamayı ön görüyordu. Çünkü, Kutsal kitabı “Tanrı Kelamı” kabul etmiyor onun “Ha­dis” yani Peygamber’in sözleri olduğunu ileri sürü­yordu:

    “Eğer Kur’an Tanrı sözü olsaydı, susar durumdan konuşur duruma geçmiş, dolayısıyla gelişime uğramış olurdu. Oysa Tanrı, gelişmişliğin üstünde, “Kamil-i Mutlak’tır.” Bu sav, İslam Dünyasının bilime açılışıydı.

      Kutsal Kitab’ın “Hadis” olarak kabulü

    ,

    aklı kullanmanın yolunu açmış oldu; yıl 775.

    Oysa daha önce Kur’an’dan başka hiçbir yazı ve de kitabın geçerliliği hatta okunması bile söz konusu değildi. Bu gerçeği İbn Haldun, Türkçe’ye çevrilen Mukaddime adlı yapıtının 2. cildinde şöyle açıklıyor:

    İran’ı zapt eden İslam ordusunun komutanı Saad bin Vakkas, birçok eser ve kitaplar bularak bunlardan yararlanmak üzere Halife Ömer’e mektupla iznini ister.

    Ömer: ”Bu kitapları suya veya ateşe atınız, hidayet yo­lunu gösteren ilimleri içine alıyorsa. Yüce Tanrı’nın pek mükemmel olarak bize hidayet yolunu göstermiştir. İnsanları azgınlığa sevk eden bilgileri içine alıyorsa Tanrı bunlardan korunmuş olur.”

    Buna karşın, Horasan’daki uygarlığın etkisi ile ilk kez İran’lı İbn Mukaffa (ölümü 757) “Kelile ve Dimne” ile “Kitab’ül Müluk”u (Hükümdarlar Kitabı’nı) Arapça’ya çevirir. Ve Abbasi Hali­fesi Ebu Cafer el Mansur (yıl 775) Mutezile akımını devletin resmi mezhebi kabul eder.

    859-946 yılları arasında yaşayan Ali bin İsa, İslam Dünyasının bilime açılan kapısından içeriye girerek yazdığı “Tezket’ül Kehhalin” (Göz Hekim­lerine Notlar) kitabıyla “Göz Anatomisi’nin kurucusu olacaktır. O’nun bu yapıtı 1845 yılında “Monitorium Ocilariorum Specimen” adıyla Venedik’te La­tince’ye çevrilir. İsa bin Ali bin Hasan el Sadi’nin “Tarih-i Tabii (Doğa Tarihi) kitabı Musee Britanique’de 1367 sıra numarası ile kayıtlıdır. (Şemset­tin Günaltay).

      Batı’ya aydınlığı armağan eden; İslam’ın Mutezile okuludur

    Bugün hiç kimsenin söylemeye cesaret edemeyeceği bir deyimi o dönemde Ebu Hanife söyleyebilmişti:

    “Namaz din’in bir parçası değildir.”
    (İslam Ke­lamı, A.S. Tritton, Türkçeye Çeviri; Mehmet Dağ, s.49)

    Bu bilgileri şunun için açıklamaya gereksinim duymaktayım:

    İslam Dün­yası’nda Rönesans 800’lü yıllarda, Batıdan 500 yıl önce başlamıştı, Mutezile akımı sayesinde.

    Ne zaman o aydınlık dönem kararmaya başladı?

    İmam Gazali’den çok önce 870’li yıllarda. Abbasi Halifesi Mütevekkil’in öldürülmesinden sonra yerine geçen Mütevekkil döneminde kargaşa doruk noktasına ulaşmıştı. Sokakta insanlar katlediliyor, evler soyuluyordu. Kimsenin can güvenliği kalmamıştı. Güçlü bir Mutezile yanlısı olan İmam Eşari bir Camide (Yıl 870);

    * Mutezile’yi bu cüppe gibi sırtımdan çıkarıp atıyorum..” demiştir.

    Bu, İslam’ın Kutsal kitabının “dev­let gücünü pekiştirecek kaynak” olmasının yolunu açtı.

    Mutezile akımına inananlar işlerinden kovuldular, karşı çıkanlar Silivri ben­zeri zindanlara atıl­dılar, işkence gördüler. İmam Eşari, Gazali’den 230 yıl önce “Ehl’i Sünnet ve’l Cemaa” nın kurucusu olarak “Sünni mezhebi”ni Abbasi Devletinin son döneminde resmi mezhebine dönüştürdü. Açıkçası Gazali, İmam Eşari okulunun (yani Sünni akidesinin) yalnızca sözcülüğünü yapmış, güncelleşmesini sağlamaya çalışmıştır.

    Akla kapanışın mimarı, aslında İmam Eşari’dir.

    Şimdi haklı olarak soracaksı­nız; Abbasi döneminin ilk yıllarında ku­rulan “Bey’ül Hikme” adlı Akademi ve kitaplar ne oldu?

    Kapatıldı ve yakıldı!

    1952 yılı Demokrat Parti iktidarında Halkevlerin kapatılıp kitaplarının yakıl­ması gibi.

    Eşi Hıristiyan Despina Hatun olan Fatih Sultan Mehmet, Mutezile ile Sünni mezheplerinden hangisini kabul etmek gerektiğini o dönemin din bilginlerine görev olarak verir. Uzun görüşmeler sonucu Sünni Mezhebi kabul edilmiş ve

      bilime kapanıklığa Osmanlı katılmış oldu

    .

    Bu satırları yazan kişinin (1922 do­ğumlu Ali Nejat Ölçen’in) küçük bir defteri andıran nüfus cüzdanında mez­hebinin “Sünni” olduğu yazılıydı.

    Yalnız İslam Dünyası değil, Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyeti de em­peryalizmin kucağındadır.

    İslamcılar yüzünden.

    İslam’ı İslamcıların elinden kurtarmak, dinin siyasallaşmasına engel olmak, Ortadoğu Coğrafyasına aydınlığı getirmek demektir.

    Böyle biline ve çare buluna.

    Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen
    Ağustos 2013, Ankara

GÜNÜMÜZDE ATATÜRK


Dostlar,

“Cumhuriyetimizin Ağabeyi” sayılabilecek 1921 doğumlu, 92 yaşındaki bilge
bilim insanı, mühendis – ekonomist, politikacı, eski CHP milletvekili
Dr. Ali Nejat ÖLÇEN, bir kitap tanıtımı yapıyor bu yazısında..

Çok değerli Kemalist bilim ve eylem insanı Prof. Dr. Anıl Çeçen‘in yeni kitabını çıkışının ilk günlerinde okuyarak irdeleme yazısı yazıyor..

Gunumuzde_ATATURK_kitabi_Mayıs_2013

Tek (ya da 2!) sözcükle önce
Sayın Dr. Ali Nejat Ölçen’e,

sonra da Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen‘e biz de

“helal olsun!” diyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
28.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Dr. Ali Nejat ÖLÇEN

portresi

 

 

 

 

“GÜNÜMÜZDE ATATÜRK”

Prof.Dr. Anıl Çeçen’in Günümüzde Atatürk kitabındaki kadar Mustafa Ke­mal’i
“bilim-yorum-inanç” düzleminde bu denli  gerçekçi biçimde tanımlandığına bugüne kadar tanık olamadım. Kitabın ilginç ve ilginç olduğu kadar gerçekçi ve geçekçi olduğu kadar gerekli bölümü kuşkusuz Atatürk Olmasaydı” başlığı altında betimlenenler. Aşağıya aktardığımız kimi bölümleri büyük harflerle Anıl Çeçen’in kurucu üyesi olduğu Atatürkçü Dü­şünce derneğinin tüm üyelerine ve Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetini ko­rumaya azmetmiş tüm aydınlarımıza  ulaştırılması dileğimle. Prof. Çeçen’in yazdıklarını  birlikte okuyalım:

Dünyanın merkez coğrafyasının tam ortasında, tarihin dönüm noktasında yeni bir devleti oluştururken hiçbir devletin yapısal modelini kopya etme­den, tümüyle Türkiye koşullarına uygun yeni bir siyasal model ortaya ko­nulması nedeniyle, Türkiye ile Atatürk bir anlamda özdeşleşmiştir.

Atatürk sayesinde Türkler modern bir ulus olarak tarih sahnesine yeniden çıkabilmişler ve varlıklarını koruyarak geleceğe dönük bir yeni süreç başlatabilmişlerdir…Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve bu devletin kurucusu olan
Türk ulusu bugün sahip olduğu bağımsızlık düzeninin ve devlet modelinin tümünü Atatürk’e borçlu bulunmaktadır…Dünyanın merkezindeki güçlü devletin içerden çökertilişi ve dışardan askeri saldırılara ve işgallere uğ­ratılarak yok edilişi çerçevesinde tam da her şeyin bittiği bir aşamada, Ata­türk gibi birleştirici ve sürükleyici bir önderin tarih sahnesine çıkışı ile
Türk ulusu yeniden şahlanarak imparatorluk sonrasında da büyükçe bir ulus devlet çatısı altında yaşamını sürdürme şansını elde edebilmiştir. Atatürk’ün ortaya çıkışını ve yaptıklarını
kendi döneminin koşulları içinde değerlendirmek, bilimsel açıdan daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Aradan yüz yıl geçtikten sonra onun yaptıklarını küçümsemek
ya da bugünün ko­şulları doğrultusunda onun yaptıklarını olumsuz bir doğrultuda değerlen­dirmek, hem yanlış hem de insafsız bir yaklaşım  olacaktır. Özellikle
bu­günün basını ve medyasına bakıldığı zaman, Atatürk eleştirisi yapanların çoğunun böylesine insafsız ve haksız bir tutum içinde hareket ettikleri görülmektedir. Bugünden düne bakarken daha yansız ve objektif bir tutum takınmak gerekirken, tümüyle karşıt bir yaklaşım içerisinde hareket etmek, Atatürk’e karşı yapılan ciddi bir haksızlığı gündeme getirmektedir. Atatürk ve cumhuriyet düşmanlarının ya da başka devletler hesabına çalışan bazı ajan tarihçi ya da gazetecilerin Atatürk’e karşı sürekli olarak sürdürdük­leri karşıt tutumlarına ısrarla devam ettikleri izlenmekte ve bu nedenle de bir türlü Atatürk ile ilgili olarak
Türk kamuoyunda yeterince fikir birliği sağlanamamaktadır..

Atatürk olmasaydı, bu topraklarda işbirlikçi, mandacı bir sömürge düzeni,
ya da dinci ortaçağ yapılanması veya küçük etnik toplulukların oluştur­dukları eyaletlerden oluşacak bir batı sömürgesi konumunda bölgesel fe­derasyon düzeni kurulabilirdi. Bu devletler kurulabilseydi, günümüzde Mustafa Kemal Atatürk’e böylesi haksız düzeyde saldırılar yapılamazdı. Kendi çıkarları doğrultusunda istedikleri devlet modelini kuramayan din­ciler, etnikçiler ve mandacılar günümüzde işbirliği yaparak toptan bir iş­birlikçi satılmış kadro halinde Atatürk düşmanlığına devam etmektedirler. Bu topraklar üzerinde proje sahibi olan tüm siyasal kesimler, işbirliği içe­risinde olduğu emperyal devletler ya da güçler merkezlerinden aldıkları desteklerle Atatürk’e ve onun eseri olan Türkiye Cumhuriyetine saldır­mağa günümüzde de devam etmektedirler. Böylesi haksız bir saldırı kam­panyası ile karşılaşan Türk devletinin yönetiminin şaşkınlık içinde boca­ladığı, Türk ulusunun da fazlasıyla üzülerek yeniden umutsuzluk içerisine sürüklendiği görülmektedir.
Türk devletini ortadan kaldırmak isteyen emperyal ve Siyonist güçler ile beraber, onların yerli işbirlikçilerinin bit­mek tükenmek bilmeyen olumsuz tutumları ülkeyi
bir karışıklığa ve kaos ortamına sürüklemektedir. Karşılarında Atatürk olduğu için projelerini gerçekleştiremeyenler, bugün küresel kapitalizm ve emperyalizmin dümen suyunda giderek yüzyıl sonra yeniden eski projelerini devreye sokmak için çabalamaktadırlar.

Böylesi kötü niyetli bir saldırı kampanyası ile karşıla­şan Türkiye Cumhuriyeti devleti, bugünün koşullarında ciddi sarsıntılar geçirirken, Atatürk’ün devlet modeli de siyasal açılım ve saçılım edebi­yatları doğrultusunda çözülmeye doğru zorlanmaktadır…

Atatürk olmasaydı Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet olmazdı ve Türkler dünyanın merkezi coğrafyasında bağımsız bir devlet çatısı altında güven­celi bir yaşam düzenine kavuşamazdı. Türk dünyası için model olacak çağdaş bir cumhuriyet düzeni Anadolu ve Rumeli topraklarında kurula­mazdı. Türk ulusu ortaçağ uykusundan uyanarak, çağdaş düzeyde bir halk yönetimine kavuşamazdı.

Atatürk olmasaydı, batının büyük devletleri ile yarışacak derecede güçlü bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti kurula­mazdı.

Atatürk olmasaydı Türk dünyası geleceğe dönük çağdaş bir devlet ve yaşam düzenine sahip olamazdı. Türkler,Misakı Milli sınırları içerisinde kendi egemenlik düzenlerini kuramazdı. Yeni Bizans ya da Roma impara­torluğu arayışı, Osmanlı topraklarını yeniden Hıristiyanlığın hegemonyası altına sokardı ya da bölgeye yerleşebilmek için İngiliz ve Amerikan dev­letleri ile küresel sermayeyi kullanan Siyonizm, Büyük İsrail imparatorlu­ğunu dünyanın merkezinde kurardı. İşte bütün
bu devlet modellerini Os­manlı imparatorluğu sonrasında kuramayan emperyal ve Siyonist güçler, günümüzde elbirliği ve işbirliği yaparak toptan bir koro halinde Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti saldırılarına devam etmektedirler.

Atatürk olmasaydı belki Atatürk düşmanları daha mutlu olurdu ama
Türk ulusunun da kara bahtı yenilmezdi.

Atatürk var olduğu içindir ki, Türk devleti de var olmuştur. 

Atatürk olduğu içindir ki,O’nun izinden giden bir Türk ulusu ve Türk gençliği günümüzde yeni bir var olma ve yaşama savaşı vermektedir.

******************************

İyi ki Ankara Üniversitemizde bir Prof. Dr. Anıl Çeçen var. Ve iyi ki
“Günümüzde Atatürk” kitabını yazdı ve Togan Yyayınevi de bizlere okuma olanağını sağladı. O’nun kitabı bugün Sevr’in Anayasası hazırlanırken
tüm siyasal partilerimize yurtseverlik öğretisi olabilir.

Saygılarımla. 22.4.13

Dr. A. Nejat Ölçen

MİLLİYETÇİLİK ERDEMDİR

Dostlar,

Sitemiz okurları Sn. Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN‘i yakından tanırlar..

Cumhuriyetimizden kronolojik olarak 2 yaş daha kıdemli Sayın Ölçen..
Tam 91 yaşında..

Pırıl pırıl zekâsı ve enerjisi ile “hâlâ” düşünmekte, yazmakta, tartışmakta..

Web sitesini yönetmekte! (www.olcen.net)

İnternet kümelerinde tartışmalara hatta polemiğe girmekte..

TÜRKİYE SORUNLARI başlıklı kitapçığı 2 ayda bir 15 yıldır çıkarıyor ve
ücretsiz dağıtıyor..

Gelin de hayranlık ve engin bir saygı duymayın..

Bir Cumhuriyet aydınının “MİLLİYETÇİLİK ERDEMDİR” başlıklı yazısını
ibretle okumak, okutmak gerekir..

Teşekkürler Sayın Ölçen, hem de çoook teşekkürler..

Sevgi ve saygı ile.
20.2.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================

Dr. Ali Nejat Ölçen

portresi

MİLLİYETÇİLİK ERDEMDİR

Hiçbir ülkede, ağzından çıkanı kulağı işitmeyen bir başbakana
rastla­yamazsınız. Bizdeki kadar cahil ve tutarsız olanına da.
Bu satırları yazan kişi (Ali Nejat Ölçen) Türkçü değil fakat Milliyetçi­dir.Çünkü : Milliyetçi olabilmek için Milletiyle gurur duymak ve onun yararı için uğraş vermek gerekir.  Milliyetçilik ırkçılık da değildir. Eski deyimiyle bir millete mensup (yurttaş) olmak, o millet için gerekirse canın­dan vazgeçmeyi göze alabilmektir. Milletin yararını, gönencini, sa­vunusunu üstlenebilmektir.

  • Milliyetçilik BOP eşbaşkanı olmayı önler.
    Eşbaşkanı olarak emperyalizmin buyruğuna girmeyi “vatan’a ihanet” sayar.
Milliyetçi olan, Misak-ı Milli sınırları içindeki yurdunda “ulus-devlet” bütünlüğüne
zarar verecek hiçbir anlaşmaya boyun eğ­mez. Üstelik karşı çıkar. Ülke çıkarına
ters düşen gizli anlaşmalara imza atmaz. Atmasına yurtseverliği engel olur.

Milliyetçilerin yüre­ğinde “kin”den eser göremezsimiz.
Onlar “Yurtta Barış, Cihanda Ba­rış” ilkesine bağlıdırlar. Milliyetçilerden biri Başba­kan olursa, Beyaz Saray‘dan içeriye adımını atmaz. Ve onun
du­dakları arasından “yü­reğinizdeki kini unutmayınız” sözünün çıktığını işitemezsiniz.

Milli­yetçi olanlar için yalnız “Adalet  Devletin temeli” değil;
“Devlet de Adaletin Temeli” olmak zorundadır.
Milliyetçilik em­peryalizme karşı­dır ve karşı olmanın kültürünü ve kurumlarını yarat­mayı görev kabul eder. Milliyetçilerin özlediği devlet,  ekonomik ge­lişmeyi “Milli Tasar­ruf” ile gerçekleştirmeyi amaç alır ve
ulusal gelirin adil dağılımını sağlamayı görev bilir. Soygun ekonomisine ülkenin kapılarını açmaz ve Milletin tasarruflarıyla yarattığı üretim tesislerini yok pahasına satışa çıkarmaz. Miliyetçiliğin temel olduğu devlette dış ticaret açığına neden olan ithalat savurganlığı ve açık veren bütçe söz konusu olamaz.
Milliyetçilik; Milletin sahip olduğu toprağı Vatan kabul eder ve O’nun bölünmesine
canı pahasına karşı çıkmayı özgür yaşamasının gereği sayar.
Milliyetçilik; Milletin Ordusunu askersiz, komutansız bırak­mayı vatana ihanet kabul eder ve hele o işlemler ABD’den buyruk olarak geliyorsa o buyruğa boyun eğen iktidarı demokrasinin sağla­dığı ola­naklarla devirmeyi, sorumlularını yargı önüne çıkarmayı gö­rev bilir.
Milliyetçilik budur!
O erdemli kavramı ayak altına almaya girişenlerin ayaklarını demokrasinin eğik düzleminde aşağıya kay­dırmayı görev sayar.Herkes Milliyetçi olamaz!Önce yüreğin temiz, kinden arınmış olacak..

Yurtsever olacaksın, ülkeyi kitlesel cinayetle­riyle bölmeye çalışan caniler güruhuyla görüşecek kadar küçülmeye­ceksin.

Milliyetçi olan, PKK gibi bölücü terör örgütlerinin ABD’nin milis gücü olduğunu bilir ve sorunu çözme görevinin ABD’ye ait olduğunu o ülkeye bildirir ve lojistik desteğini çekmesini ihtar eder.

  • Hiçbir ülke Türkiye’nin stratejik müttefiki değildir.
Özellikle iki yüzlü güvenilmez ABD, stratejik müttefiki olamaz Türkiye’nin!Milliyetçilere göre Türkiye için;
  • “Hiçbir ülke dost değildir, hiçbir ülke düşman değildir;
    yalnızca Türkiye ve O’nun çıkarları vardır ve var olacaktır”.

Milliyetçilik işte budur.

Türkiye kendi doğal kaynakları ve işgücü potansiyeli ile kendisini koruyacak ve kalkındıracak güçtedir. O gücü Ulus için Ulusla birlikte siyasal iktidar yapamamanın güçlüğünü yaşamaktayız. Bir gün bunu da çözümleyeceğiz. O nedenle, Avrupa Birliği’ne girmek için kapı aşındırmayacak; Ulusal yararı, onuru korumayı gö­rev bileceğiz.Çünkü; Ulus için yaşamak, Ulus için öl­meyi bilmektir Milliyetçilik.
  • O’nu (Milliyetçiliği) ayak altına almaya yeltenenler bir gün ayaklar altında kalabilir. Tarih kitaplarında bunun öyküleri yazılı­dır. Okumak öğrenmek gerekir.

Milliyetçi olabilmek için tarih bilmek, tarihin diyalektiğini kavramış olmak ve Millet için yalnız bugünü değil yarını ve yarınlar sonrasını da  düşünmek, tasarlamak ve görmek gerekir.

Milliyetçi olmak zordur.
Fakat onur’dur, erdem’dir, yürek’tir, kültürdür ve akıldır; dürüstlüktürGaflet ve da­lalet içindekilere duyurulur.Saygılarımla.

Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen
20.2.13

İNÖNÜ’YÜ SUÇLAMAYAN SUÇLUDUR MANTIĞI!


Dostlar,

T.C.’nin 2. Cumhurbaşkanı ve Atatürk’ün kadim dostu ve dava arkadaşı
Saygın İsmet İnönü‘ye saldırarak prim yapmak isteyenlere tokat gibi bir yanıt,

Üstelik bir tür “Cumhuriyet’imizin ağabeyi” Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen’den..
Dr. Ölçen 1922 doğumludur, Cumhuriyetimizden 1 yaş büyüktür ve 90. yaşının bilgeliğiyle kanıta dayalı olarak aşağıdaki yazıyı yazmıştır.

TÜRKİYE SORUNLARI dizisini 90. sayıya ulaştırmıştır.. 2 ayda 1 sayı üzerinden bu çaba 15 yıl demektir. Ücretsiz dağıtmakta ve web sayfasına da koymaktadır.

Şapka çıkartıyor hatta Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen’in ellerinden öpüyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
31.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================================

İNÖNÜ’YÜ SUÇLAMAYAN SUÇLUDUR MANTIĞI!

 portresi

Dr. Ali Nejat Ölçen

İnönü’yü suçlama’nın kapsamı o denli genişletildi ki, “İzmir’de NATO Kara Kuvvetleri Komutanlığı kurulmasını, Patriot füzelerinin ülkeye sokulması” ya da Başbakan’ın
BOP eşbaşkanlığını üstlenmesi’nin NATO pisliğine Cumhuriyetimizi bulaştıran
Albay İsmet’in hatalarının sonucudur” türünde yeni suçlamaların e-mail iletilerinde dolaşmasına tanık olabiliriz!

Türkiye’miz devleti,Coğrafyası ve ulusuyla var oluş girdabına sürük­lenirken, böylesi aksak mantığı üretenler, nerede yaşamaktadırlar, amaçları nedir? Ülke sorunlarına bu denli yabancılaşma   nasıl ola­naklıdır? 1950 sonrası bugüne kadarki tüm yanlışların değişmez kay­nağı yani suçlusu İnönü olabiliyor? Ölümünden sonra bile yıılara hükmeden bir devlet adamı demekki İnönü’dür. Yer yüzü uygarlığında böyle bir devlet adamına rastlanmış değil. Fakat:

e-mail iletisinde bir kişi nasıl olu­yor da, Demokrat parti zamanında ABD ile yapılan anlaşmaların tümü İsmet İnönü’nün başlattığı sürecin devamıdır, diyebilmektedir? İnönü’ye yönelik bu denli geniş husumet yelpazesini  nasıl üretebili­yorlar?  Ve nasıl oluyor da o kişi “ DP denen parti de ABD dayatma­sıyla CHP’nin içinde oluşturulan 2. bir CHP’dir.” diyebiliyor? Nasıl oluyor da o kişi “AB’ye müracaat İsmet İnönü tarafından yapılmıştır” saçmalığını tekrar edebiliyor ? Bir zihin, gerçek dışı olduğu kanıtlanan bu savı yeniden nasıl oluyor da ileri sürebil­mektedir? Avrupa Topluluğu’nun öz ve biçim
ve de kapsam değişikli­ğiyle 1992’de kurulan AB’ye üye olmak için vefatından 19 yıl sonra başvurabiliyor? Ve de  nasıl oluyor da O kişi  “NATO’dan yana iseniz  o zaman İsmet İnönü’yü savunun” diyebilmektedir. İnönü’yü savunmanın suç sayıl­dığı mantığı
bu toplum nasıl oluyor da türetebiliyor? Bu soruların ya­nıtını sosyal psikoloji biliminin uzmanları bulmaya çalışmalıdırlar.

O kişinin e-mail iletisinde (29 Aralık 2012) .

“İsmet İnönü yaptığı ikili anlaşmalarla Türkiye Cumhuriyeti’nin sana­yileşmesini durduran adamdır.” diyebilmektedir. “Haberci” takma adını kullanan bir kişi de aynı savı ileri sürmüştü. O’na ilettiğimiz yanıta “Türkiye Sorunları kitap dizisinin 90’ncı sayısında
(Eylül 2012) yer vermiştik.  Şimdi sıra  “İkili anlaşmalarla Türkiye Sanayisinin
İnönü ­tarafından durdurulduğu” biçimindeki akıl almaz yanlışa verdiğimiz ya­nıtı burada yineliyorum. 1939-1949 döneminde sanayileşmenin önce kuruluşları nasıl bir dizi yatırımlarla gerçekleştirildi? İkinci Dünya Sa­vaşına rağmen. Yanıtımız aşağıdadır: 

Yıl 1939:

Ergani Bakır İşlemesi kuruluşu. Karabük Demir-Çelik tesislerinin üretime başlaması, İstanbul yabancı şirkete ait Tramvay işletme­sinin kamulaştırılması, Bursa-Mersin Elektrik şirketinin devletleş­tirilmesi, Adana Elektrik tesislerinin devletleştirilmesi, İstanbul Havagazı şirketinin devletleştirilmesi, Sivas Demiryol Makineleri fabrikasının kurulması, Haliç’te ilk denizaltı gemisinin denize açılması, Sivas-Erzurum demiryolu işletmesini devletleştirilmesi.

Şimdi soruyorum : Yabancı şirketlere ait işletmelere devletimizin sa­hiplenmesi de mi ABD’ye bağımlılığın  sonucu idi?

Yıl 1940:

Türk Petrol Şirketinin kurulması, Ereğli Kömür işletmesi ve Garp Linyitleri işletmelerinin kuruluşu.

Yıl 1941:

Petrol Ofisi’nin kurulması, Tük Hava Kurumu’nun Ankara’da uçak fabrikasını kurması.

Yıl 1942:

Dalaman ve Hatay Devlet Üretme Çiftlikleri, Bursa, Denizli, Mersin, Çorum ve Urfa Kız Sanat Enstitüleri’nin açılışı.

Yıl 1943:

Ticaret ve Sanayi Odaları, Esnaf Odaları,Batman-Diyarbakır de­miryolu açılışı;
Sivas Çimento fabrikası, Ankara’da Fen Fakültesi ve Seyhan Regülatörü inşaatı.

Yıl 1944:

Türkiye Zirai Donatım Kurumu, İzmit Klor ve Alkali Fabrikası, İz­mir Kağıt Fabrikası,
Türk Hava Kurumu tarafından 140 eğitim uçağı yapımı, İzmit’te gazete ve sigara kağıdı fabrikası inşası. Gaziantep Havaalanı açılışı, Fevzipaşa-Malatya-Diyarbakır-Kurtalan demiryolunun hizmete girişi, Sakarya’da Zirai Aletler ve Ma­kineleri tesisinin üretime geçişi. İzmir’de Yüksek Ekonomi ve Ti­caret Okulu’nun açılışı. 

Yıl 1945:

İstanbul Şirketi Hayriye gemi işletmesinin devletleştirilmesi, ilk yerli elektrik ampulü fabrikasının kuruluşu, Çiftçiyi Toprak-landırma Yasasının kabulü (Celal Bayar,
Adnan Menderes Emin Sazak‘ın tepkisi, Demokrat Partinin kuruluşuna girişim)

Yıl 1946:

İşçi Sigortaları Kurumu’nun kuruluşu

Yıl 1947:

Eskişehir Demiryolu Takım Fabrikası, Rize Çay Fabrikası, Palu-Genç demiryolu inşası

Yıl 1948:

Köprüağzı-Maraş demiryolu inşası, Çatalca Termik Santralı, An­kara Etimesgut
uçak motoru fabrikası, (Adnan Menderes hükü-meti tarafından kapatılmıştır) 

Yıl 1949:

T.C. Emekli Sandığı’nın kuruluşu, Sümerbank Ateş Tuğlası fabrikası, Murgul Bakır işletmesi, Muş Devlet Üretme Çiftliği, Eskişehir Por­suk Barajı’nın işletmeye açılması.

İnönü döneminde sanayileşmenin bu öncü kuruluşlarının AKP iktida­rında yok bahasına özelleştirme adı altında elden çıkarılması karşı­sında İnönü’yü suçlama yarışındakiler (suçlamalarını beklemiyorum) acaba eleştiri sunabile­cekler mi?

Yakın tarihimize katkıları olan siyaset ve devlet adamlarımıza saygı duyan seçkin bireylerin bu ileti nedeniyle beni bağışlamalarını diliyo­rum. Yakın tarihimizi çarpıtarak tersine çevirmeyi amaçlayan kişiler de şu  özdeyişi anımsamalıdırlar.Yalancının mumu yatsıya kadar ya­nar.

Bir anı:

Bu satırları yazan kişi (Ali Nejat Ölçen) 1946 yılında Eskişehir Suişleri Reisliği 9’ncu Şube Müdürlüğüne atanmış ve Porsuk Barajı yapımında çalışmaya başlamıştı.
1947 yılında Bayındırlık Bakanlığından bir yazı geldi:

  • ”Zarfların ters yüzünü de resmi yazılarda kullanabilirsiniz.”

Öylesine kağıt sıkıntısı çekiliyordu ki, kamu görevlileri bizler zarfların arka yüzüne
resmi yazılarımızı yazmaya başlanmıştık. Ekonominin böylesi dar boğazında
İnönü hükümeti yukarıda çizelgesini verdiğim yatırımları gerçekleştirebilmişti.

Saygılarımla. 30.9.12

Yaş 87 … EN GÜZEL ANLAR …

Dostlar,

İnternete düşen bir ileti aşağıda..

İsrail’in 87 yaşındaki Devlet Başkanı Şimon Peres ve entellektüel başarımı (performansı)..

Douşta beklenen ve gerçekleşen ortalama yaşam süresi giderek uzuyor.

Günümüzden 16 yıl önce, henüz 42 yaşında iken Datça’da bir beyle yürüyüş yapıyorduk. Billurkent’ten Datça’ya 13,5 km yürüyecektik.

Ben çok rahattım. Arkadaşım benden 23 yaş daha büyüktü, 65 yaşında idi.

Yolda Servet bey viteslerini büyüteceğini söyledi.. Ben de tasasız elbette.. diyordum.

Vited 3,5 olmuştu ve Seervet beye yetişmekte çok zorlanıyordum. En üst vites 4 idi ve onu da yiğitliğe toz kondurmadan kabul ettim.

Fakat yetişmek ne olanaklı? Servet bey aldı başını gidiyor..

Tüm çabama karşın ara açılıyor, ancak koşarak kapatıyoruım, gene açılıyor..

Böylelikle zorlukla, Datça PTT’ye “at başı” girebildik.

O gece ve izleyen günlerde tüm bacak ve karın kaslarım hamlamıştı ve zorlukla yürüyordum.

Servet bey 40-45 yıldır her gün düzenli olarak 45 dk. – 1 saat yürüyor ve yüzüyordu.

Sonuç ortada idi.. Bu Eylül’de yürüyüş yapamadık, Servet bey İstanbul’da idi.
Ama gelecek yıl yapacağız uzun yürüyüşlerimizi.

Bir de, Tanrı nazardan saklasın, 1921 doğumlu Dr. Ali Nejat Ölçen beyefendi var örnek mi örnek.

Cumhuriyetimizin 2 yaş büyük abisi!

İTÜ mezunu mühendis, politikacı, ekonomi doktorası var.

TÜRKİYE SORUNLARI başlıklı dergi çıkarıyor 2 ay ara ile. Yıllardır..

Editör kendisi. Ücretsiz postalıyor (gönüllü katkıya açık..)

Yazıları topluyor, düzeltiyor, yazarlara br kez daha sunuyor, “tamam” ı alıp basıyor. Kendisi de yazıyor epey.

Devam edelim mi ??

web sitesi var ! www.olcen.net!

İnternette tartışmalara katılıyor.. Kaynak göstererek, bilimsel tutumla.

Tümceleri devrik olabiliyor, edebi olabilior, uzun ama hatasız olabiliyor..

Muazzez İlmiye Çığ daha da heyecan veren bir örnek.. 98 yaşında ve TV’de kahkahalar atarak ve attırarak esprilerle canlı program yapıyor..

TGB (Türkiye Gençlik Birliği) ile sokak yürüyüşüne katılıyor..

Geçen ay Başbakan RT Erdoğan’a açık mektup yazdı!

Uzun ömür byle onurlu, üretken olmalı.

Koruyucu toplum sağlığı hizmetleri kişisel koruyucu sağlık davranışları ile birleştirilebilirse, bu tür örnekleri daha çok görebileeğiz..

Elbet uzun-kısa; sağlıklı yaşam onurlu olsun, üretken olsun.. sevgi ile dolu olsun..

Ve de her gün, birkaç vatan evladını 20’li yaşlarında emperyalist bölücü teröre kurban veren bir ülkede yaşadığımız yakıcı gerçeği ile kuşatılmış olarak..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 28.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================================

trong>Yaş 87 … EN GUZEL ANLAR …

Aşağıdaki görüş, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres‘e ait.

87 yaşında ve görevinin başında. Dergiye verdiği röportajda bakın neler söylüyor:

-“Yaşımın 87 olması benim için kesinlikle bir sorun değil. Hiç kimseyi yaşıyla yargılayamazsınız.
Yaşlı insanlar genç davranabilir, genç insanlar da eski kafalı olabilir.

Bence bir kişiyi, kimliğindeki doğum tarihine bakarak değerlendiremezsiniz.
İnsan için önemli olan vizyonu ve enerjisidir. İnsanı bunlarla değerlendirebiliriz.”

Şimon Peres‘le ilgili bu röportaj beni çok etkiledi.

Geçmişte 80-90 yaşındaki kişilerin neler yaptığını araştırdım.

Picasso, 90’nda nefis eserler veriyordu.
Goethe, Dr. Faust’u 80’unden sonra kaleme aldı.
Verdi, Otello’yu 73 yaşında, Falstaff’ı 80 yaşında bitirdi.
Mikelanj, 80’li yaşlarında hala yaratıyordu.
– İngiliz düşünürü Thomas Hobbes, 90’nını geçtikten sonra bile yazdı.

Peki bedeni ve aklı dik ve dinç tutmanın gizleri (sırları) neler?

Yaşamdan kopmamak.
– Öğrenmeyi sürdürmek.
– Her yaşta hedefli olmak.

Bu konuda ABD’li ünlü komedyon George Corlin’in ilginç önerileri var:

1. Zorunlu olmayan sayıları çöpe atın. Yaş, kilo, boy…
2. Sadece neşeli arkadaşlarınız olsun. Suratsız, NEGATİF insanlara yaklaşmayın
3. Öğrenmeyi sürdürün. El işleri, bilgisayar, bahçecilik. Beyniniz atıl kalmasın.
Atıl kafa iblisin tezgahıdır. İblisin adı da, Alzheimer‘dir.
4. Küçük şeylerden zevk almaya bakın.
5. Sık sık, uzun uzun ve var gücünüzle gülün.
6. Gözyaşları olacaktır. Katlanın, yas tutun, başka yaşantılara geçin.
7. Çevrenizi sevdiklerinizle doldurun. Aileniz, kedi, köpek, kuş, balık, müzik,
bitkiler… Ne olursa. Eviniz, sığınağınız olsun! Tadını çıkarın!…
8. Sağlığınızın kıymetini bilin. İyiyse, üstüne titreyin. Bozuksa, düzeltin.
Siz kendiniz düzeltemiyorsanız, yardım isteyin.
9. Vicdan azabından uzak durun. Çarşı pazarda gezin, ülkenizi ve yabancı ülkeleri
dolaşın. Ama sakın suçluluk ve pişmanlık duygusuna kapılmayın.
10.Sevdiğiniz insanlara, onları sevdiğinizi söyleyin. Her fırsatta sevdiğinizi
hissettirin.
11.Hiç unutmayın ki yaşam, aldığınız soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülür.

MENDERES DEMOKRASİSİ..

Dostlar,
Cumhuriyet’imizin Abisi (1 yaş büyük) Bilge insan Dr. Ali Nejat Ölçen’den hem tarihe tanıklık eden hem de yazım ustalığı sergileyen bir makale daha.Sakın kaçırmayın, okuyun okutun ve de arşivleyin..
Teşekkürler Sn. Ölçen.. Lütfen yazmayı sürdürür müsünüz, lütfen..

Sevgi ve saygı ile. 10.8.12

Dr. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net

============================================================

MENDERES DEMOKRASİSİ

Dr. Ali Nejat Ölçen

Demokrasi savıyla iktidara gelip, demokrasiyi katleden bir siyasal parti, hangi ülkede görülmüştür bilemiyoruz. İnternet ekranlarında dolaşıma giren bir iletide Menderes-Özal-Tayyip döneminde halkın gerçek yöne¬time 90 yıl içinde ilk kez katıldığına ilişkin sav gündeme girmeseydi, o döneme ilişkin kim gerçekleri anımsamaya gereksinim duymayabilirdik.

Halkımız Özal döneminde yönetime, doğrudan doğruya “hayali ihracat ve banker faciasıyla “işini bilir memurlar” tarafından soyularak katılmıştı.

R.T. Erdoğan döneminde de Silivri’de gerçek demokrasiyi yaşayarak, hukuksal adaletin ipekten kanatları altında yönetime halkımızın katılmakta olduğu yadsınamaz. Yalnız onların nedense R.T. Erdoğan’ın yüreğindeki kinden nasibini alamadıkları için hala neyle suçlandıklarını öğrenme olanağına kavuşamadılar! Bir gün elbet ileri demokrasimiz onlara bu olanağı şimdiki dünyada sağlamasa bile, Arafat’ta sağlayacaktır!

Menderes Demokrasisi’nin nasıl ileri demokrasi olduğunu genç kuşaklar bugün bilmeyebilirler. O yılların mutluluğunu güler yüzlü müşfik ve içtenlikli, kimseyi incitmeyen demokrasisine ilişkin kimi bilgileri genç kuşakların bilgisine izninizle sunmalıyım.

.Demokrat Partiye oy vermeyen Kırşehir’in il iken ilçe yapılması hangi demokrasinin gereğiydi?

.Yazar Hüseyin Cahit Yalçın, Bedii Faik, Demokrat Partiyi eleştiren yazıları nedeniyle tutuklanıp hapse tıkılmasaydı demokrasi nasıl gerçekleşebilirdi?

Bununla yetinilmemiş aynı demokrasinin gereği milletvekili ve parti genel başkanı Osman Bölükbaşı da kendisini tutukevinde bulmuştu.

. Erkler ayırımına gerek var mıydı? Millet Meclisi’nde kurulan bir Tahkikat Komisyonu yargılama yetkisiyle donatılmalı ve halkın yönetime katılımını önleyen yazar çizer takımı sorgudan geçirilmeliydi. Tutuklananlar öylesine çoğalmıştı ki, hiçbir yere sığmadıkları için, 19 Mayıs stadyumunda yığılmışlardı.

Öyle olmasaydı demokrasi nasıl kurulabilirdi? Tanrı’nın bir lütfuydu Menderes.
Nitekim uçak kazasından sağ salim kurtulmuş ve Ankara’ya gelişinde develer kesilerek
ana cadde kan gölüne dönüvermişti.

.Türkiye’de ilk kez bilimsel düzeyde Yapı Teknik dergisini yayımlayan kişi (Ali Nejat Ölçen) bir yatırımın ekonomik olmadığını kanıtlayan yazısı nedeniyle Tahkikat Komisyonu’nun kurduğu bir alt komite tarafından sorgulanmalıydı elbet. Türkiye Cumhuriyeti’nin Hükümeti, ekonomik olmayan yatırım yapar mıydı? Gece eve giderken, Yapı Teknik Dergisi’ni hazırladığı Adil Han’daki odanın kapısını kilitleyip halka karşı saygısızlık etmemesi gerekirdi! Sivil polisler tarafından demokrasinin gereği kapı kırılarak halkı ifsat eden tüm kitapları meşin çuvallara tıkılıp alıp götürülmeliydi. Öyle oldu; kitapların ve derginin tüm sayılarının nerede yakıldığından haberi olmadı Ali Nejat’ın.

.Cumhuriyet Halk Partisi’nin mallarına el konulması, Halkevleri ve Köy Enstitüleri’nin yok edilmesi de demokrasinin gereğiydi. Kemalist devrimlerin toplumsallaşmasını sağlayan bu kültür yuvaları, feodal iktidarın hınç duyduğu kurumların başında geliyorsa, onların demokrasinin gereği yok edilmeleri gerekecekti elbet.

.CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün Kayseri’ye girişinde yolunun kesilmesi ve taşlanması da demokrasinin gereğiydi. Millet Meclisi tutanaklarının gazetelerde yayımlanmasının yasaklanması ve pek çok gazete sayfalarının bom boş çıkması demokrasinin kökleşmesi için gerekliydi elbet!

.İstanbul Üniversitesi Rektörü Ord. Prof. Dr. Sıdık Sami Onar’ın, polis Bumin Yamanoğlu
tarafından saçlarından çekip sürüklenerek üniversite dışına itilmesi de demokrasi içinde bilimin, bilim içinde demokrasinin gereğiydi.

.Ve şimdi Menderes demokrasisinin bir önemli uygulamasını anımsayınız:

6-7 Eylül 1955 günü başlayan, gece boyunca süren Rum kökenli yurttaşlarımızın
mal varlıklarının yağmalanması,

Kadıköy kilisesindeki yaşlı papaz efendinin sünnet edilmesi de demokrasinin gereğiydi.

Bu olay bir yana, onu izleyen 24 Ekim 1955 günü olanlar daha utanç vericiydi.
Yunan Hükümeti olayı protesto etmiş ve İzmir’de Yunan bayrağının Menderes Hükümeti tarafından selamlanarak özür dilenmesini talep edilmişti. Menderes Hükümetinde bu özrü dilemeye hiç kimse ikna edilemedi. Bir kişi dışında :

Yazar çizer takımından Nazlı Ilıcak’ın babası Bayındırlık Bakanı Muammer Çavuşoğlu, İzmir’de Yunan Konsolosluğunun önünde göndere çekilen Yunan bayrağını selamlayarak Menderes Hükümeti’nin demokratik özrünü sunmuştu. 6-7 Eylül 1955’in özrü tarihin tozlu sayfaları arasına böyle girmiş oldu.

Menderes’in yarım bıraktığı demokrasiyi R.T. Erdoğan adındaki Başbakan daha da ileri götüren kararlarıyla nurlu ufuklara doğru Akdeniz’in tuzlu sularını aşarak 3. Dünya ülkelerine ulaştıracaktır. Kimsenin kuşkusu olmasın. BOP Eşbaşkanlığı O’nun önüne çıkması olası tüm engelleri bertaraf etmeye muktedirdir.

Hiç kimsenin R.T. Erdoğan adındaki başbakandan daha demokrat olmaya hakkı yoktur.

Bu satırları yazan kişi (Ali Nejat Ölçen) halkımızın ne denli kadir kıymet (!) bilmez bir davranışına 1960’ın Mayıs’ının başlarında Ankara’nın Kızılay meydanında tanık olmasın mı! İleri demokrasinin ülkemize yerleşmesi için tüm muhaliflerini ezip geçen Başbakan Menderes’i görmüştü. Halkın arasına katılıp onlara demokrasinin erdemini anlatmak isterken, kalabalığın içinden biri ileri atılmış Menderes’in suratına yumrukla vurmuştu. Son derece demokratik bir tavır sergileyerek, teşekkürlerini sunmuş olmalıydı Başbakana! Sonra başkaları da vurmaya başladılar. Derken açık mavi renkli bir otomobil çıkageldi. Küçücüktü araç, ama içinden çıkan adam kocamandı, iri kıyım. O küçük araca nasıl sığmıştı! Menderes’i kaptı, havaya kaldırdı, çuval gibi aracın içine tıktı ve alıp götürdü.

Ne olduysa o günden sonra oldu. Demokrasi 27 Mayıs’a doğru (A. Saltık’ın otu : 27 Mayıs 1960 Devrimi) koşmaya başlamıştı.

Dr. Ali Nejat Ölçen
10 Ağustos 2012

ŞİİR : İblisin Çocukları

İblisin Çocukları

Bir düşüncedir düştü
zihnime üşüştü,
ülkemin acınacak hali,
dalında kuruyan yaprak misali.

Din, iman nerde,hani
parada mı,pulda mı?
Onlarda mı yani?

Ar,namus, edep
zulme,işkenceye sebep;

gelmeden ilahi celp,
nasıl geberecekler acep
pislik içindeyken gocukları

Dr. Ali Nejat ÖLÇEN
TÜRKİYE SORUNLARI 89
Nisan 2012, syf.64

(http://www.olcen.net/index.php?action=doSearch)