Etiket arşivi: Dr. Ahmet Saltık www.ahmetsaltik.net

TEK SORUMLU SENSİN!

Dostlar,

Tam 1 yıl önce bu gün web sitemizde yayımladığımız Sn. Rifat Serdaroğlu‘nun
“TEK SORUMLU SENSİN!” başlıklı yazısını ve altındaki bizim katkımızı 1 yıl sonra
1 kez daha bu güncel notu ekleyerek sunmak istiyoruz..

İşte arşivlerin unutmaması ve Tarih bilinci bu olsa gerektir..
İbret almak üzere 1 kez daha özenle okunması dileğimizdir..

Yaklaşık 2,5 – 3 saat sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa, Afyon Kocatepe’den Büyük Taarruzu başlatan “ateeeşşşş!” emrini gürleyerek verecek..  Bir ulusun ölüm – kalım savaşı başlayacak.
94 yıl sonra geldiğimiz hazin ve yürek yakan durumumuza bakar mısınz??

AKP – RTE hiç kendine sormaz mı                           ???

– 14 yıl önce Türkiye’yei nereden aldık, nereye sürükledik?
– Ülke neden kan – revan içinde, binlerce insan bizim hatalı politikalarımız yüzünden öldü..
– Komşularla çatışmaya girdik,
– gelir dağılımını iyileştiremedik..
– 3 Y temel (ana) vaadimiz vardı; Yoksulluk, Yolsuzluk ve Yasaklar… Tam tersini yaptık,
Ülke OHAL altında inliyor.. çelik pençe ile yönetilirken TBMM tatilde!
Bu alaturka hovardalığın dünyada örneği var mı?
– Ha bire kandırılıyoruz (!?)
………

1 Başbakan (?) + 5 Başbakan yardımcısı + 21 Bakan = 27 kişi, kerameti kendinden menkul.
1 de CB “Sultan President Erdogan”… 28 kişi..
1 ağızdaki diş sayısı kadar ama gerçekte “Tek adam“ın Meclissiz, mutlak monarşik,
otoriter – totaliter, demir yumrukla yönetimi..

Yoksa asıl hedef bu muydu ?????
Yollarda beraber yürünen cihat ortaklarının tasfiyesinde mi sıra??
2023’e giden yolların arifesinde kanlı kadifeden parke taşları mı döşeniyor?? 

*****
Birkaç kısa tümce de İngilizce yazalım.. Belki işe yarar!?..
Yıllardır Türkçe yazdıklarımızın bir anlamı – değeri olmadı!

*****
Afterwards, later on, qou vadis Mr. Erdogan ??
Qou vadis Mr. Erdogan ??
Qou vadis Mr. Erdogan ??
Qou vadis….. Mr. Erdoğan<
Are you OK; JDP (AKP) & Mr. Sultan Erdogan ??

Sevgi, saygı ve derin kaygı ile.
26 Ağustos 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Sn. Serdaroğlu’nun yazısının altında geçen yıl koyduğumuz notların da okunması dileğiyle.

====================================

TEK SORUMLU SENSİN!

portresi_gulen

 

Rıfat SERDAROĞLU

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

 

Devlet yönetmeyi oyun mu sandın?

Cehaletinin, işbilmezliğinin, hırsının, kibrinin, doymak bilmeyen açlığının, ailenin şımarıklığının bedelini niçin Türk Milletine ödetiyorsun?

Türkiye’de olan her olumsuzluğun, her kötülüğün kaynağında sen varsın!

Senin, bulunduğun makamdan Anayasa’ya uygun olarak
derhal indirilip, yargılanman gerekir!

Senin kasıtlı olarak uyguladığın yanlış politikaların sonucu bir tane insan ölse, binlerce dünya batıyor!

Sen bu acının, bu büyük günahın farkında mısın?

Yitip giden bu canlar sana bunun hesabını sormayacaklar mı sanıyorsun?

Kalanlar bu dünyada, gidenler ahirette senden davacı olmayacaklar mı sanıyorsun?

Sen kendine kabadayı-delikanlı- mert adam denilmesinden hoşlanırsın
değil mi?

Eğer bu vasıflar sende varsa, istediğin televizyon kanalında şu sorulara cevap vermelisin :

Yeter artık, kaçmaktan, yalanların arkasına sığınmaktan bıkmadın mı?

Çık saraydan dışarı, Türk Milletine önce hesabını ver, sonra başkan mı olacaksın, sultan mı olacaksın, ne olursan ol! Ama bizden uzak ol!

-13 senedir, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve tüm kurumlarını
sen tek başına yönetmiyor musun?

-13 senedir, T.C. Devletinin tüm bürokratik yapısını
sen değiştirmedin mi?

-13 senedir, Cemaat denen illegal yapının elemanlarını,
Devletin en hassas birimlerine sen yerleştirmedin mi?

Zekeriya Öz gibi Savcı müsveddesi tetikçileri sen bulup,
altına zırhlı Mercedes araba, cebine hükümet yetkisi, para verip,
Türk Ordusunun Komuta heyetini sen çökertmedin mi?

-Oslo’dan başlayıp, Habur ve İmralı görüşmelerini sen onaylamadın mı?

-Vesayeti kaldırıyorum diye, Askeri kışlasına Polisi Karakollara
sen kapattırmadın mı?

-Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgemizde, şehir hâkimiyetini,
bilerek ve planlayarak PKK’ya sen bıraktırmadın mı?

-Türk Devletinin istihbarat kuruluşunu, PKK ve IŞİD görüşmecisi seviyesine sen indirtmedin mi?

PKK Narko Terör örgütünün ve El-Kaide türevlerinin,
şehirlerimizi silah deposu haline getirmelerine sen imkân tanımadın mı?

-13 senede, Cumhuriyet tarihinde yapılan borcun ÜÇ katını
sen yapmadın mı?

-Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Ortadoğu bataklığına sen sokmadın mı?

Tüm bunları sen bilerek isteyerek yapacaksın, tüm suçu başkalarının üstüne atacaksın!

“Beni halk seçti” diyerek Anayasal sistemi değiştirdiğini söyleyeceksin!

“Türk Milliyetçiliğini ayaklar altına aldım” diyeceksin,
sonra en keskin Türk Milliyetçisi kesileceksin!

Büyük Atatürk’ün büstleri yıkılır-yakılırken sesini çıkarmayacaksın,
Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı Şeyh Said’in heykelinin dikilmesine
izin vereceksin,

Cumhuriyetin kurucularına “İki Ayyaş” diyeceksin,

sonra sıkışınca Türk Milliyetçisi olduğunu söyleyeceksin ha!

Sen Türk Milletini kör ve sağır mı sanıyorsun?

Sana verilen şansı kötüye kullandın. Kendi sonunu kendin hazırladın!

Başımıza gelen her kötülüğün tek sorumlusu sensin.

Hesap vereceksin hesap…

=============================

Dostlar,

Ne demeli, Sayın Eski Sağlık Bakanı Rifat Serdaroğlu‘nun
eline, koluna, yüreğine, beynine, kalemine sağlık ve de ALKIŞ!

Evet, kaçınılmaz son yaklaşıyor…

Bay RTE, 13 yıldır Başbakan + Cumhurbaşkanı, ondan önce de 1994 – 2002 arası İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak yaptığı tüm hukuksuzlukların hesabını verecek..
Bunu kendisi de görüyor.. Gemileri yakması ondan..

Salt ulusal yargıda da değil… Uluslararası Ceza Mahkemesinde de yargılanacak Suriye’de iç savaşı kışkırttığı için, MİT tırları ile silah yolladığı için, insanlığa karşı suç – insanlık suçu – savaş suçu işlediği savları ile..
GEZİ’de polis terörü ile öldürülen yurttaşlar,
20 Temmuz’dan bu yana şehit edilen 60’a yakın asker – polis, çok sayıda sivil ve korucu…..

Saymakla biter mi ki??

Sayın Serdaroğlu 13 soru sormuş.. 1 de biz ekleyelim :

Bay RTE’ye Sorumuzdur                :

  • Daha dün sucuk, su, bisküvi… satarken ve ev kiranızı ödeyemezken;
    bugün sekiz milyar Doları bulan servetiniz olduğu söylendi ve kaynağı soruldu.
    Vargücünüzle bağırarak, gırtlağınızı yırtarcasına (suçluların telaşı mıydı sahi??!)
    “İftiradır, ispatlamayan şerefsizdir..” buyurdunuz. İsviçre Hükümetine dünya kamuoyu önünde yetki verebilir misiniz ki; o ülke bankalarında sizin ve 1. derece yakınlarınızın
    ne denli hesabı varsa açıklasınlar??
    Yaaa.. işte böyle.. Deniz Baykal yıllar önce aynen böyle yapmıştı!

Evet Bay RTE, dönülmez akşamın ufkudur ortalığı basan..
Alınan mazlum ahlarıdır, çıkacaktır aheste aheste..
Bu dünyada yasal hesap verilecek, ayrıca İlahi adalet de tecelli edecektir
er ya da geç…

Sevgi ve saygı ile.
26 Ağustos 2015, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN GENETİĞİ ve GELENEKLERİ ile OYNAMAYIN; TÜRK MİLLETİNİ ORDUSUZ ve SAVUNMASIZ BIRAKMAYIN

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN GENETİĞİ ve
GELENEKLERİ ile OYNAMAYIN;
TÜRK MİLLETİNİ ORDUSUZ ve SAVUNMASIZ BIRAKMAYIN

Istanbul_Barosu_Logosu

(AS. Bizim değerlendirmemeiz yazının altındadır..)

İstanbul Barosu olarak, Anayasal sisteme ve devletin varlığına yönelik vahim kalkışmada başından beri birlik ve beraberlik çağrısı yaptık. Siyasal iktidarı soğukkanlılık, devlet aklı, hukuk ve demokrasi eksenli duyarlılığa davet ettik.

Siyasal iktidarın, halk arasında oluşan ulusal birlik ve dayanışma ruhunun sürmesini sağlayacak bir tutum ve uygulama içinde olmadığını üzülerek gözlemlemekteyiz. Devletin ve özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri‘nin yeniden yapılandırılması söylemi ve bu doğrultudaki düzenlemelerle amaçlananlara ilişkin kuşkularımızı kamuoyu ile paylaşmayı zorunlu görmekteyiz.

Öncelikle vurgulamak ve dikkat çekmek istediğimiz husus, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinden kaynaklanan temel dinamiklerinin, dönemsel güç dengelerine göre değişmezliğidir. Bu anlamda ulus devletten, tekil (üniter) yapıdan, uygar dünyadan, çağdaş demokrasiden yana kesin tercih, teokratik rejim niyetlerini stratejik tehdit olarak görme Türkiye Cumhuriyeti’nin kırmızı çizgileri olagelmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sistematiğinde, Türk Silahlı Kuvvetleri, devletin varlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, Anayasal rejime yönelik iç ve dış tehditlere karşı caydırıcı bir rejim dinamiği olarak tasarlanmıştır. Ordu, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Nizam-ı Cedit’ten günümüze uzanan süreçte  ülkenin modernleşmesinin, çağdaşlığın, askeri alanın dışına taşarak toplumun genelini kapsayan çağdaş atılımların temel dinamiklerinden biri olagelmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadroları, aynı zamanda  Kurtuluş Savaşı’nın (1919-22) asker ağırlıklı önderleridir. Bu nedenle halkımız, kendisini tutsaklıktan kurtaran, işgalcileri kovan, devlet kuran Ordusuna saygı ve güvenini başından beri sürdüregelmiştir. Ordu’nun, Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet sistematiği içinde önerileri dikkate alınan, yaşamsal konularda görüşlerine başvurulan, özelikle dış tehditlere karşı Türkiye’nin elini güçlendiren saygın bir kurum olmasının arka planı üzerinde düşünülmelidir. Sözü, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğüne ve rejime karşı üniformalı şakirtlerin Paralel Kalkışmasının suçunun Türk Silahlı Kuvvetlerinin kurumsallığı üzerine yıkarak, fırsattan yararlanarak Ordu’nun temelli tasfiyesini hedefleyen girişimlere getirmek istiyoruz:

Türk Silahlı Kuvvetleri‘nin hiyerarşisini, geleneksel konumunu, rejim içindeki ağırlığını ve saygınlığını son derece olumsuz etkileyecek olan düzenlemeler, Darbenin tozu dumanı arasında çıkarılan KHKler ile oldubittiye getirilmiştir.  Ordu’nun bundan sonra darbe yapamayacak duruma getirilmesi söylemine sığınarak; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin itibarsızlaştırılması ve sıradanlaştırılması, ülke bütünlüğünü hedefleyen iç ve dış hasımlar karşısında hiçbir caydırıcılığının kalmaması sonucunu doğuracak düzenlemeler yapıldığı giderek daha belirgin duruma gelmektedir. Ortak akıl ve uzlaşıya dayanmadan, TBMM’yi devre dışı bırakarak, doğuracağı vahim sonuçlar hesap edilmeksizin, konjonktürü fırsata çevirme aceleciliği ile Ordu’nun, devlet aklının belirlediği rejim için güvence, sistem için denge konumunu alt üst edecek  “panik” düzenlemelere gidildiğini, Ordunun genetik yapısı ve gelenekleri ile oynadığını kaygı ile izlemekteyiz.

Bu çerçevede yürürlüğe sokulan KHK (AS 668 sayılı) ile askeri eğitim sistemi, emir komuta zinciri ile ilgili kökten kararların alındığı, son derece olumsuz sonuçlara, ulusal güvenlik açısından ciddi zaaflara yol açabilecek biçimde yapısal değişikliklere gidildiği görülmektedir. Buna göre askeri okullar kapatılmakta, kuvvet komutanlıkları Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmakta, Yüksek Askeri Şura’nın yapısı değiştirilerek, askeri hastaneler Sağlık Bakanlığı’na devredilerek “sivilleştirilmekte”, Harp Okullarının ana kaynağı olan askeri liseler kapatılmakta, sivilleşme bahanesiyle Ordu’nun geleneksel disiplin kültürü içinde yetişmiş nitelikli subay kaynağı yok edilmektedir. Her yurttaş için milli yükümlülük olan, ülkenin değişik yörelerinden gelen halk çocuklarının kaynaştığı, millet olma duygusunun pekiştiği asker ocağının yerine konulacak uzman ordu ile askerlik, iş arayanların istihdam edileceği bir hizmet sektörü haline getirilmek istenmektedir.

Genelkurmay Başkanı’nın Kuvvet Komutanları arasından seçilmesi uygulaması kaldırılmakta, Cumhurbaşkanı ve Başbakana gerekli gördüklerinde Kuvvet Komutanları ve bağlı kişilere doğrudan emir verebilme yetkisi getirilmektedir. Bunlara ek olarak Genelkurmay Başkanı’nın Cumhurbaşkanlığına bağlanması planlanmaktadır. Bu “panik” düzenlemeler, kimi çevrelerin bilerek ya da bilmeyerek Türk Silahlı Kuvvetlerinin kurumsal kimliğini, yapısını hedef alan, saygınlığını, toplum katındaki algı ve güvenilirliğini zedeleyen söylemlerin yaşama geçirilmesi dışında bir yarar sağlamayacağı gibi; çok ciddi güvenlik sorunları ve zafiyetleri yaratacaktır.

Gerçekten              :

1)  Kezlerce dile getirdiğimiz gibi, 15 Temmuz kalkışmasında bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri değil; içine sızmış, sızdırılmış, çöreklenmiş dış destekli, emperyalizmin maşası bir çetedir. TSK ise Türk Milleti ve Türk Polisi ile birlikte bu kalkışmayı önlemiştir. Bu nedenle paralel kalkışmanın faturası TSK’ya çıkarılamaz, yapısı ve genetiği ile oynamak için 100 yılın altın  fırsatı olarak görülemez.

2)  Yaşanan vahim kalkışmadan sonra elbette ki Oordu içinde kimi önlemlerin alınması gereklidir. Ancak bu önlemler aceleci olunmadan, geniş bir değerlendirme ve katılımla, sonuçları iyi hesap edilerek yapılmalı, sürece TBMM ve tüm ilgililer katılarak ortak devlet aklı ile hareket edilmelidir. Siyasal iktidarın TBMM’yi ve ilgilileri devre dışı bırakarak tek başına, üstelik bir KHK ile bu düzenlemeleri yapması son derece yanlış, ve sakıncalıdır.

3)  Ordunun “sivilleştirmesi” ve ordu üzerinde “sivil kontrol”kavramları üzerinden yapılan bu düzenlemelerin, öteden beri Avrupa Birliği ve bazı “Sivil Toplum Kuruluşları”(!) raporlarındaki önerilerle neredeyse birebir örtüşmesi kuşku ve kaygımızı artırmaktadır.

4)  Bu düzenlemelerle birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gelenekleri ortadan kaldırılmakta, genetik yapısı bozulmakta, emir-komuta zinciri, birliği, disiplin mekanizması, tarihsel dokusu tahrip edilmekte, sıradanlaştırılmakta, siyasal etkiye açılmaktadır. Bu şekilde gerçekleşen yapısal bir “değişiklik” olmayıp tahribattır”.

5)   Önemle belirtmek isteriz ki; 15 Temmuz kalkışmasının nedeni TSK’nın teşkilat yapısı değil, izlenen yanlış politikalar, göz yummalar, kimi önlemlerin zamanında alınamamış olmasıdır. Kaldı ki; sivil okullardan Ordu’ya alımlar yapılacak olduğu kolullarda, bu karanlık yapının “sivil” okullarda kadrolaşmadığı ileri sürülemeyeceği gibi, Cumhuriyetin değerlerini benimsemeyip onu ortadan kaldırmak isteyen, emperyalizmin güdümünde veya onunla işbirliği yapan başka bazı cemaat ve benzeri yapıların TSK’ya daha kolay sızmasının da önü açılacaktır.

6) Hal böyleyken Türk Silahlı Kuvvetleri; “sivilleşme” ve “sivil kontrol” adı altında, sürekli darbe düşünen bir yapı olarak gösterilerek gerçekleştirilen algı operasyonlarına bağlı olarak etkisizleştirilmekte, işlevsiz kılınmakta, tümden siyasi iktidarların denetiminde bir “polis” veya “zabıta” gücü durumuna dönüştürülerek, itibarsızlaştırma operasyonları kapsamında etrafı kalıcı olarak “çöp kamyonları” ile kuşatılarak ülke savunması tehlikeye atılmaktadır.

7) Tüm bu düzenlemeler, kalkışmanın en önemli amaçlarından birisinin Türkiye’nin parçalanması bakımından en önemli engel olarak görülen TSK’ni zayıf düşürmek olduğu kuşkusunu güçlendirmekte, emperyalizmin ülkemiz üzerindeki oyunlarına katkı sağlamaktadır.

Mehmetçik, Mehmetçik olarak; polis polis olarak kalmalıdır.

Ordunun“polisleştirilmesi”, polisin “ordulaştırılması” son derece hatalı ve tehlikeli sonuçlara yol açacaktır. Bunlar birbirlerinin “alternatifi”, “karşıtı” kurumlar olmayıp, bir bütünün parçaları, Türk milletinin savunma mekanizmalarıdır. Ancak farklı konum ve işlevlere sahiptir. Ordu ile polisin, Ordu ile milletin karşı karşıya getirilmemesi, bunlar üzerinden siyasal hesapların yapılmaması gerekir.

8) Gerçekten, yaşadığımız coğrafyada, özellikle emperyalizmin Türkiye’yi bölme, parçalama planları, terör tehdidi ve kuşatması, ayaklanma provaları dikkate alındığında güçlü bir Ordu, Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Türk milletinin en büyük güvencesidir. Güçlü ordusu olmayan bir Türkiye, varlığı ve birliği bakımından büyük tehlike altına girecektir. Yine bu değişikliklerin Ordu’nun terörle, iç ve dış tehditlerle mücadelede etkinliğini, şevkini, azmini olumsuz yönde etkileyeceğinden, Ordu’nun yerleşik sisteminin felce uğratılacağından, Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanlarında cesaret ve cüret yaratacağından kaygı duymaktayız.

Sonuç olarak; devletin ve ordunun yeniden yapılandırılmasında günlük, kısa vadeli siyasi amaçlarla hareket edilmemelidir.  Oluşan birlik ve bütünlüğü zedelemeden, devlet aklı ve soğukkanlılığı ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve uzmanların görüşleri dikkate alınarak, O’rdunun dönemsel siyasetten etkilenmeyen kurumsallığını, caydırıcılığını bozmaksızın bir yaklaşım sergilenmelidir. Atatürk’ün 29 Ekim 1938 tarihli son mesajıyla; 

  • “Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan ve her zaman zaferle beraber medeniyet nurları taşıyan Kahraman Türk Ordusu!

Memleketini, en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş ve kurtarmışsan, Cumhuriyet’in bu günkü feyizli devrinde  de askerlik tekniğinin bütün modern silah ve vasıtalarıyla mücehhez olduğun halde, vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur.”

Cümleleriyle tarihi sorumluluğunu hatırlattığı Türk Ordusu’nun kurumsallığına ve itibarına yönelik tasfiyeci tutuma ilişkin kaygılarımızı  kamuoyuna saygıyla duyururuz. (10.08.2016)

İSTANBUL  BAROSU BAŞKANLIĞI

===================================

Dostlar,

İyi ki varlar.. Türkiye Barolar Birliği ve İstanbul Barosu.. Ülkemizin bu zor ve dar döneminde gerçekten son derece sağduyulu, ağırbaşlı ve hukuk temelli değerlendirmeler ve çözümler üretiyorlar. Onlara şükran borçluyuz.

AKP ve Erdoğan gerçekten bu ciddi darboğazı aşmakta kararlı ve iyiniyetli ise, toplumun sağlıklı seslerine  kulak kabartmak zorundadır. Dahası, demokrasinin katılımcılık ve çoğulculuk ilkeleri ancak böyle işletilebilir. Yok “ben seçim kazandım, istediğimi yaparım..” denilirse başımız beladan kurtulmuyor.. Nitekim AKP – RTE ikide bir “kandırıldık, yanıldık”.. demekteler. Bu kabul edilemez bir demokrasi hazımsızlığı ve kibir, kendini beğenme hatta megalomani durumudur ve  patolojiktir. Ülkenin ve Uusun yazgısı tehlikeye atılamaz. Halktan, saçma sapan ve son derece adaletsiz bir seçim sistemi ile, TBMM’de hakedilmeyen ölçüde fazla temsil olanağı ile iktidar olsanız bile; bu durum size “dilediğinizi yapma” hakkı – yetkisi vermez.. Demokrasi, güçler dengesine dayanmak zorundadır.

Siyasal iktidarlar her durumda akla ve bilime dayalı olmak zorundadırlar.
Halk onlara dilediklerini yapmaları için değil, ülke için en iyiyi yapmaları için oy veriyor. Bunca badireden ve 14 yıllık tek başına iktidardan sonra (lanetli yıllar!) AKP – RTE’nin bu kadarcık olsun demokrasiyi içselleştirmelerini beklemek hakkımızdır. Tersi durumda, varılacak kesin kanı, AKP’nin örtük – saklı din devleti gündemi olduğu ve her ama her fırsatı -15 Temmuz darbe girişimi de başta olmak üzere- o amaca dönük kullandığı kararına varılacaktır..

O zaman da ulusun meşru direnme hakkı doğacaktır ki; bu iç savaşa çağrı demektir!..

AKP – RTE, kapalı devreyi kırmalı ve ulusun sesine, uzmanlara, kurumlara danışmalıdır. İlk iş olarak TBMM etkin olarak çalışmalıdır. AKP – RTE her türlü dayatmacılığı bırakmalı, uzlaşmacı olmalı ve özellikle TSK’ya zarar verebilecek her türlü girişimden geri durmalıdır. Kamuda yaraşırlık (liyakat) vazgeçilmez olmalıdır. Vahşi özelleştirme talanı gündemden düşürülmelidir.

668 sayılı OHAL Kararnamesinin TSK ile ilgili hükümleri derhal geri çekilmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
14 Ağustos  2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

YAŞAM YENİLENEMEZ..

Dostlar,

İnternet ortamında dolaşan bir ileti var…
Toplum olarak hepimiz çok gerildik, gerginiz..

Bir parça olsun gevşeme sağlama adına, tümüyle katılmamakla birlikte, paylaşalım..

Hepimize kolay gelsin..
Yaşamın gerçeklerinden kopmamak ve onları her durumda haykırmak,
daha iyisi için uğraş vermek dileği ve kararlılığıyla..

T.C._ilelebet_payidar_kalacaktir_

Sevgi ve saygı ile.
22 Temmuz 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

=============================

Yalnızca okumayalım….
Uygulayalım da….
Bütün yaşadıklarımıza inat….

YAŞAM YENİLENEMEZ..

Bu gün Charlie Chaplin‘in 125. doğum günü. O’nu. 3 dokunaklı tümcesi ile anımsıyoruz.

– Bu dünyada hiçbir şey kalıcı değil. Hatta sorunlarımız bile.
– Yağmurda yürümeyi severim. Çünkü göz yaşlarım farkedilmez.
– Yaşamda en çok boşa harcanan gün, gülmediğimiz gündür.

YAŞAM’ın amacı elinizde ne varsa ondan Mutlu olmanızdır.
Eğer stres içindeyseniz bir mola verin ve molada dondurma, çikolatalı şekerleme ve
pasta yiyin.
Neden mi, çünkü “stress” kelimesinin İngilizce tersi “desserts” (tatlılar) dır!

Size birkaç öneri:

– sıkıcı arkadaşlardan uzak durun.
– aptalları eğlendirmeye çalışmayın.
– yüksek idealleriniz olsun.
– benim gibi bir arkadaşınız olsun.
– yoksullara asla yüksekten bakmayın.
– aptalca öykülere tepki vermekten kaçının.
– kendinizi başarıya odaklayın.
– Düşünceleriniz ilerisi için olsun.

BİR İYİ ARKADAŞ BİR İYİ İLAÇTIR.
AYNI BİÇİMDE İYİ BİR KÜME ARKADAŞ İYİ İLAÇLARLA DOLU BİR ECZANEDİR.

DÜNYADA 6 EN İYİ DOKTOR :

1. Güneş ışığı
2. Dinlenme
3. Egzersiz.
4. Doğru beslenme
5. Öz güven.
vee..
6. ARKADAŞLAR…

BUNLARIN HEPSİNİ YAŞAMININ HER DÖNEMİNDE KORU ve
SAĞLIKLI BİR YAŞAM SÜR.

EĞER AY’I GÖREBİLİYORSAN, TANRININ GÜZELLİĞİNİ GÖRÜRSÜN,
EĞER GÜNEŞİ GÖREBİLİYORSAN, TANRINI. GÜCÜNÜ GÖRÜRSÜN,
VE AYNADA KENDİNİ GÖRÜYORSAN
TANRININ YARATTIĞI EN MÜKEMMEL ŞEYİ GÖRÜRSÜN.

VE KENDİNE İNAN, HEPİMİZ BU DÜNYADAN GEÇEN TURİSTLERİZ,
TANRI BÜTÜN ROTAMIZI HAZIRLAYAN, REZERVASYONLARIMIZI YAPAN
VE VARACAĞIMIZ NOKTALARI PROGRAMLAMIŞ GEZİ ACENTAMIZDIR.

ONA GÜVEN ve YAŞAM ADINI VERDİĞİMİZ BU SEYAHATTEN ZEVK ALMAYA BAK.

YAŞAMDAKİ AMAÇLARIMIZ ŞÖYLE OLMALI:

9 8 7 6 5 4 3 2 1 0

9= günde 9 bardak su
8= 8 saat iyi uyku
7= dünyanın 7 harikasını görmek için seyahat et
6= haftanın 6 günü çalış
5= 5 haneli gelirin olsun
4= 4 tekerleğin olsun
3= 3 odalı düz ayak bir evin olsun
2= 2 sevimli çocuğun olsun
1= 1 sevdiğin olsun
0= 0 gerilim.

BU YAŞAM BİR DAHA YAŞANMAYACAK.
SENİN İÇİN ÖNEMLİ OLAN HERKESE BUNU YOLLA YA DA OKU….

 

Mehmet FARAÇ : ERDOĞAN KİME TESLİM OLDU??

ERDOĞAN KİME TESLİM OLDU??

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in,
“Erdoğan yurtseverler tarafından ele geçirildi” sözleri dünya basınında geniş yankı buldu…

Mehmet FARAÇ
AYDINLIK, 14 Temmuz 2016

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

portresi

Bu çıkış New York Times ve Frankfurter Allgemeine gibi önemli yayın organlarında da yer alınca, bizim iktidara yağ çekmekten bitap düşen Türk basınında ancak tepki uyandırabildi…
Malum bizim basın, ciddi söylemleri ve olayları ancak yabancıların tezgahı ya da süzgecinden geçince vaka haline getirebiliyor… Gazetecilik zekaları teslim alındığı için haberciliğe duyarlı muhabir gibi de düşünemiyorlar çünkü!..
Gelelim bizim matbuatın ancak ecnebiler görünce uyanabildiği müthiş “ele geçirilme” meselesine.
Duyarlı kesimler farkındadır; Erdoğan’ın bir merkez ya da grup tarafından “ele geçirildi”ği tartışmaları hiç de yeni değil… Bu konuda ilginç rivayetler ve gazete arşivlerinde sarsıcı öngörüler de vardır…
Meraklılar, Aydınlık dergisinin 20 Ekim 1996 tarihli sayısının kapağında yer alan
“Abramowitz Tayyib’i Erbakan’ın yerine hazırlıyor” başlıklı o çok önemli habere bakabilirler… Ve de derin bağlantılı Morton Abramowitz’in “CIA” istasyon Şefi Graham Fuller’e kadar uzanan ilişkilerine!!!

Öngörenler ve saptamalar!..

Erdoğan 1996’da birilerini mi ele geçirdi, O’nu mu ele geçirdiler, yoksa karşılıklı çıkarlar doğrultusunda bir “gelecek” ilişkisi mi kuruldu, şimdilik pek bilinmiyor!..
Ancak ABD’nin o gizemli desteği olmadan, Erdoğan’ın henüz 3 ay önce kurulmuş bir partiyle devletin tepesine oturamayacağını da herkes biliyor…
Diğer yandan bu “ele geçirilme” ilişkisinin perde gerisini biraz olsun çözebilmek için Erdoğan’ın “BOP eşbaşkanlı”ğını kabul ettiği konuşmalarına bakmak da zaten yeterli geliyor!..

  • Ancak bu tartışmayla ilgili bilinen tek gerçek Aydınlık’ın, AKP kurulmadan tam 6 yıl önce Erdoğan’ın dış güçlerin de desteğiyle Erbakan’ın yerine gelerek başbakan olacağını öngörmesidir…

Bu saptama habercilikte yalnızca öngörüyü değil, tutarlı ve ciddi olmayı da unutanlara bir gazetecilik ve aynı zamanda siyaset dersidir…
Gelelim Perinçek’in geçen haftaki ilginç çıkışıyla gündeme gelen “ele geçirilme” meselesine… Vatan Partisi lideri “ele geçirilme” tartışmaları dünya basınında yankı bulunca konuyu gündemde tutmaya devam etti… Tutmalı bence… Çünkü herkesin aklına şu da geliyordur;

  • Erdoğan’ın başbakan olacağını çok önceden bilenler, teslim olduğunu da pekala görebilirler…Ve Perinçek, kimi şaşkınlar bu önemli meseleyi daha iyi anlasınlar diye
    11 Temmuz 2016 tarihli Aydınlık’ta şu önemli satırları da kaleme aldı;“Türkiye, Atlantik ülkelerine sırt çevirirken yeni dostlar arayışına girmiştir. Kısacası Atlantik sisteminin hâkim güçleri Türkiye’nin yönelişi karşısındaki tavırlarını kesin ve keskin bir dille açıklıyorlar. New York Times, biraz daha umutlu olmak istiyor. Alman sermayesinin büyük gazetesi ise, Tayyip Erdoğan’a öfkesini çok daha ağır ifadelerle açığa vuruyor.Tayyip Erdoğan’a Kemalist Devrimi yıkma görevi vermişlerdi,
    oysa Tayyip Erdoğan Kemalizme teslim oldu. Dizginleri ellerinden kaçırmışlardır.
    Bu saptama, Batı açısından stratejik yenilginin itirafıdır.”

Mecburiyet rotası!..
Perinçek’in, şaşırtıcı öngörülere dayandırdığı konuşmalarını yaparken ya da Aydınlık’ta yazarken lafını hiç esirgemediği herkesin malumu… O yüzden Perinçek’in,

“Erdoğan yurtseverler tarafından ele geçirildi” sözleriyle 4 gün önceki
“Tayyip Erdoğan Kemalizm’e teslim oldu” şeklindeki yazısını analiz etmeye çalışırken
rotasını kaybedenler şu sorulara da yanıt hazırlasınlar;

Ne yapacaktı ki Erdoğan?.. Kol kola yürüdüğü Fethullahçıların dümen suyunda,
devletin tamamen ele geçirilmesini ve kendisinin de bir köşeye atılmasını mı izleyecekti?..

Bir ucu okyanus ötesinde olan bir dinci yapılanmanın kendisini de yutup yok etmesine
sessiz mi kalacaktı?..
Yoksa Erdoğan gerici, bölücü, ikinci ve kinci cumhuriyetçi zirzoplarla, sahte solcular, cemaatçi yoldaşları rahatlıkla ilerlesin diye, dinleme-kumpas-çete üçgeninde cumhuriyetin medyasından bürokrasisine, yargısından ordusuna kadar kuşatılmasını mı destekleyecekti?..

Bitmedi… Ne olacaktı Erdoğan’a?.. “Açılım” tuzağının kanlı girdabında yuvarlanarak
ülkenin “özyönetim- federasyon” hattında iç savaşa sürüklenmesi sırasında koltuğunda rahatlıkla oturabilecek miydi, partisi ayakta kalabilecek miydi?..

Kimse kendini sakın ola kandırmasın;

  • “Tek hakim güç” de olmak isteyen Erdoğan, Fethullahçılarla işbirliğinin kendisini, teröre tavizin ise ülkeyi tamamen bitireceğini bildiği için gaflet uykusundan uyanmak zorunda kaldı!..Unutmayınız ki, Erdoğan ve AKP’liler son seçimlerde “millicilik” lafını da yalnızca MHP oyları ve PKK’ya operasyonlar nedeniyle dillerine dolamadılar… Başka çıkış yolu bulamadıkları için milliciliği keşfederken, Perinçek’i haklı çıkardılar… Velhasıl Erdoğan’ı kimin ele geçirdiğini
    ya da kimin teslim aldığını tartışanlar şu gerçekleri de göz ardı etmesinler:* Erdoğan’ın bölücülük-cemaatçilik kıskacında cumhuriyete sarılmaktan başka çaresi yoktur, ileride de kesinlikle olmayacaktır!.. Ulus izin vermez O’na…Çünkü O’nu ve AKP’yi buna yalnızca cemaat ve PKK’dan yediği kazıklar değil,
    hangi siyasal gücün taarruzu olursa olsun, Cumhuriyetin sağlam çimentosunun çözülmeyeceğinin anlaşılması da zorlamıştır…

    Erdoğan da AKP’liler de istedikleri kadar “ikinci” cumhuriyet, “yeni cumhuriyet”, hilafetçilik ya da Kemalizm’den rövanş alma rüyası görüversinler…
    Dayanacakları ve teslim olacakları güç ve ruh, ülkeyi mahveden cemaatçilik-bölücülük çarkı değil, Cumhuriyeti kuran inanç olacaktır…

    ====================================

    Dostlar,

    Son derece ufuk açıcı bir yazıdır, dikkatle okunmasında ve üzerinde düşünülmesinde
    çok yarar var. Sayın Faraç’a teşekkür ederiz. Yazının tarihine dikkat; 15 Temmuz darbe girişiminin 1 gün öncesindedir. Erdoğan, “Ulusa” iyice teslim olmuş görünmektedir.
    15/16 Temmuz (2016) gecesi sabahın ilk saatlerinde yaşamının kumarını oynayarak yandaşları başta olmak üzere halkı sokaklara çağırmıştır. Erdoğan’ın çekebileceği en son silah buydu ve çaresiz kalarak kullandı. Önce “ümmet..” benzeri laflarla gene saçma çağrışımlara neden oldu ancak daha sonra hatasını fark ederek bu sözü kullanmadan “millet” demeye başladı..

    TBMM’de 4 parti de çekincesiz, ortak bildiriye imza koydular.
    Bunlar, bu tablonun başlıca sorumlusu da sorunlusu da olan AKP – RTE’ye gül hatırları için verilen destekler değildir. Ülkemizin gül hatırına sorumluluk bilincinin ürünüdür.
    AKP – RTE bu çok değerli desteğe yaraşır davranmalıdır.

    Her şeyden önce Erdoğan’ın bundan böyle Ulusu ayrıştırıcı hiçbir söylemi ve eylemi olmamalıdır. “Bunlaaaarrr….” diye başlayan sorumsuz tümceler çok utandırıcıdır ve
    ülkeye hiçbir yararı olmadığı gibi; Erdoğan başta, hepimize ölçüsüz zarar vermektedir.

    Çare                  ;
    Anayasa’nın başlangıç bölümünde ve özellikle ilk 3 maddede yer alan temel nitelikleri üzerinde tüm tartışmaları derhal kapatarak onlara sarılmak ve ulusal birliği onarmaya çalışmaktır.
    Atalar, “Her şeyde bir hayır vardır..” buyurmuşlar. Dileriz bu 15 Temmuz faciası gereken dersleri verir. 1950’den bu yana gerici – sağcı iktidarların besleyip büyüttükleri Nurcular, ABD’nin emrine girerek ülkemize ve halkımıza yabancılaştırılmışlardır.
    Halen RTE öncülüğünde Nakşiler iktidardadır. Türkiye ne yazık ki, 2 dinci tarikat arasında
    kolan vurmaktadır İsmet İnönü‘nün iktidarı seçimle bıraktığı 14 Mayıs 1950’den bu yana..

    En gerçek tarikat, büyük Atatürk’ten öğrendiğimize göre “UYGARLIK TARİKATIDIR”.
    AKP – Erdoğan, Milli Eğitim’i ve ulusal politikaları bu rotaya çevirmek zorundadır.

    Dikkaten mutlaka kaçmamıştır :

  • Erdoğan, büyük badire ile 16 Temmuz gece yarısı, sabaha doğru Marmaris’ten geldiği İstanbul’dan, Ankara’ya GE-LE-ME-MEK-TE-DİR!Türkiye topraklarında Cumhurbaşkanı’nın bu 2 kent arasında kara ya da hava yolculuğu yapabilmesi için can güvenliği, darbe girişiminin 4. gününde hala sağlanamamaktadır!?Bundan çıkarılacak çoook dersler olmalıdır. T.C. Cumhurbaşkanı, İstanbul Kısıklı’daki evinde adeta “enterne” dir..

    Türkiye, her durumda “HUKUK DEVLETİ” olmaktan asla ayrılmadan, Atlantik ötesi patentli – dinci gerici maşa FETÖ örgütü üzerinden sergilenen bu saldırıyı defetmeyi başarmalıdır. Halkımız asla kışkırtılmadan, Ordumuz – Mehmedimiz asla incitilmeden,
    yargımız – polisimiz asla sağduyudan ayrılmadan..
    Askerimize zulmedenler ve bunu emredenler de hemen engellenip yargılanarak…

    Sevgi ve saygı ile.
    18 Temmuz 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

ANAYASA’DA LAİKLİK OLMAZSA…

ANAYASA’DA LAİKLİK OLMAZSA…

Nusret KEBAPÇI
08–05–2016, Ankara

(AS: Bzim katkılarımız yazının altında..)

Doğrusunu isterseniz bir süredir nabız yoklama çalışmaları devam etmektedir…
Hem zaten adetleridir… Önce bir sert çıkış… Baktılar ki meydan boş devamını getiriyorlar.
Son günlerde anayasa’dan laikliliğin çıkarılması veya dindar bir anayasa konusu sık sık gündeme getiriliyor ya… Sizce amaçlanan şey ne olabilir?
Türkiye’de dindar olmanın ya da olmamanın önünde herhangi bir engel mi bulunuyor?
Elbette hayır. Asıl amaç farklı… Daha doğrusu bu iş emperyalizmin yüz yıl önce yapamadığı Mustafa Kemal ATATÜRK sayesinde yarım bırakmak zorunda kaldığı Türkiye’nin sömürgeleştirilmesi projesinin devamıdır…

Biliyorum kafanız karıştı ama biraz sabrederseniz size konuyu dilimin döndüğü, kalemimin yettiğince açıklamaya çalışalım… Hanı birileri bir süredir Osmanlı sözü eder oldular ya…
Biz de o yüzden Osmanlı’nın son döneminden başlayalım…Hatta biraz daha öncesinden.
Birinci Dünya Savası yılları…Batılı büyük devletler çoktan karar vermiş…
Demişler ki Osmanlının topraklarında zengin madenler ve petrol var bu yüzden Osmanlıyı aramızda paylaşalım… Tabi Osmanlı o dönemde sanayi devriminde uzak kalıp seferlere çıkamayıp memleketi borçla idare etmeye de çalıştığı için ekonomi kötü durumda…
Doğru dürüst sanayi, işletme falan da yok. Olanlar da zaten yabancıların. O dönemle ilgili
şunu söylemek bile mümkün :

  • Hani yerli ve mili olmak deniyor ya işte o yıllarda yerli ve milli banka olmadığı gibi
    Devletin merkez bankası bile bulunmuyor.Neyse lafı uzatmayalım. 1. Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya ile birlikte yenilmemizin ardından önce Mondros, ardından da Sevr anlaşmasıyla Osmanlı hakkında idam kararı veriliyor. Sonrasında da memleketin her köşesi bilfiil işgal ediliyor. Tam her şey bitti, “Türk Milleti diye bir milleti tarihten sildik” dedikleri anda bir adam; Mustafa Kemal ATATÜRK, Samsun’dan başlayan bir uzun yürüyüşün ardından memleketi düşmanlardan kurtardığı gibi…

Çeşitli etnik ve dinsel kimliklerden oluşan halkı da birleştirerek bir ulus meydana getiriyor.
Tabii ardından da yerli ve milli bir sanayi kurmayı da ihmal etmiyor. İşte bu durum emperyalistlerin hiç hoşuna gitmiyor ve yaklaşık 100 yıldır da fırsat kollamaktadırlar ve mevcut iktidar sayesinde de amaçlarına yaklaşmış konumdalar…

Neden mi? Bir kez iktidar, ulus devlet ve kimlik değil ümmet ideolojisi taşımaktadır.
Dolayısıyla milli değil. Bu nedenle ulus, vatan, bağımsızlık, ekonomik kalkınma, sanayileşme gibi herhangi bir dertleri de yok… Hem olsa memleketin taşı toprağı en stratejik olanı da dahil olmak üzere “babalar gibi” satılır mıydı?

Diyeceksiniz ki tamam da, laikliğe hiç değinmedin, Anayasa’da olsun mu olmasın mı?
İşte vatan, bağımsızlık, ekonomik kalkınma, yani sanayileşme ancak ulus olmakla mümkün olabiliyor. Ve ulus olabilmenin de ilk koşulu laiklik. İsterseniz bir de tersten söyleyelim…

Laik olabilirseniz, ulus olabiliyorsunuz!
Ulus olunca toprak, vatan oluyor; Vatan olunca bağımsızlık.
Emperyalizme karşı mücadele anlam kazanıyor. Demek istediğim işin nirengi noktası laiklik.
O olmazsa bırakın kalkınmayı, gelişmeyi, demokrasiyi falan, yurttaş bile olamıyorsunuz…

==================================

Teşekkürler Sayın Nusret Kebapçı dostumuz..

60’a yakın İslam ülkesinde katı şeriat rejimleri günün koşulları karşısında yumuşarken,
örn. Suudi Arabistan’da bile kadınlar otomobil kulanma, çalışma yaşamına katılma, kimi seçme – seçilme hakları kazanma ve katı biçimde kapanmalarını gevşetirrken; İran’da başörtüsü – türban başın arkasına itilip – düşürülmek üzere iken; Türkiye halkının çoğunluğu müslüman olan
tek laik ülke olarak örnek kılmak yerine, AKP – RTE dayatması – özentisi nedeniyle Vahhabilerin çağdışı – ilkel çöl şeriatına tutsak edilmek isteniyor! Olacak şey midir?!

Batı’nın 1453’lerde başardığı laik – seküler düzene Türkiye 500 yıl sonra Büyük ATATÜRK sayesinde erişebilmişti. Bu topraklarda şeriatçı ayaklanma 1908’de bile bastırılmış ve
2. Meşrutiyet (Hürriyet!) ilan edilerek 2. Abdülhamit tahttan indirilmiş, yeni Padişahın yetkileri iyice sınırlandırılmış, Mutlakiyetten Meşrutiyete. geçilmişti.. İngiltere’de 1215 Magna Carta ile, Osmanlı’da 1908’de 2. Meşrutiyet ile! Halifelik ve şeriat da 3 Mart 1924’te kaldırılmıştır!

Tarihin tekerleğini tersine çevirmek isteyenler iyice anlamalı ve öğrenmelidirler ki;
bu boşuna ve anlamsız çabaları akıl dışıdır, Gerçekçi değildir, çağlar gerisi ve dışıdır, ilkeldir!
Ne Türkiye’yi zorlayıp meşgul etsinler ne de ülkemizde bir şeriat düzeni özlemi kursunlar!
Varsa birikimleri ve nitelikli kadroları; ülkemizi her yönden boğan, Cumhuriyetin değil kendilerinin yarattığı çok temel sorunları çözsünler. Yatılı yerlerde fakir – fukara Müslüman çocuklarının din dersi hocası insan müsvettelerince ırzına geçilmesini önlesinler, utansınlar!. 

Haklarında ve hakkımızda hayırlı olacak olan tam da budur.. Şer batağından çıkmalıdırlar!

Sevgi ve saygı ile.
09 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

DİSK: Kölelik düzenine direnelim!

DİSK: Kölelik düzenine direnelim!

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) özel istihdam büroları yasa tasarısına karşı eylem yaptı.

Aydınlık / Ankara (10.4.16)
(AS: Bizim kapsamlı irdelememiz yazının altındadır..) 

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) özel istihdam büroları yasa tasarısına karşı eylem yaptı. Özel istihdam büroları tasarısının Meclis gündemine gelmesi konfederasyon ve sendikaları harekete geçirdi. DİSK’li işçiler de Ankara başta olmak üzere pek çok ilde eylem yaptı. Ankara Sakarya Meydanı’ndaki eyleme, Genel-İş Genel Başkanı Remzi Çalışkan, Dev Maden-Sen Genel Başkanı Tayfun Görgün, Emekli-Sen Genel Başkanı Veli Beysülen, Sosyal-İş Genel Başkanı Metin Ebetürk, BTO-Sen Genel Başkanı Ayvaz Şeker, yönetim kurulu üyeleri, şube yöneticileri ile çok sayıda işçi katıldı. Burada konuşan DİSK Genel Başkanı Kani Beko;

  • “TBMM gündemine getirilen bir yasa ile ‘insan ticareti’ ve ‘kölelik’ oylanacak. Biz bu kölelik düzenini reddediyoruz. Özel istihdam bürolarına işçi kiralama yetkisi veren yasa tasarısı kayıtsız şartsız TBMM gündeminden çekilmelidir.” dedi. Türkiye’deki 15 milyon işçiye, tüm emekçilere, emek dostlarına, emek dostu tüm siyasi partilere ve kurumlara seslenen Beko, 
  • “Gelin işçileri köle pazarında köle satar gibi satmaya kalkanlara karşı hep beraber direnelim.
  • Gelin kıdem tazminatlarımıza göz koyan leş kargalarına karşı direnelim.
  • Gelin taşeron işçilerine ayrımsız, kayıtsız, şartsız daimi işçi kadrosu hakkı için hep beraber omuz omuza kol kola direnelim.
  • Emek, hak ve demokrasi mücadelesi verenler er ya da geç hep kazanmıştır.
  • İşçilere kölelik dayatanlar kaybedecek, biz kazanacağız.” diye konuştu.
BMİS: O yasaları çıkaramayacaksınız!

Emek Servisi
DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası (BMİS), kıdem tazminatını gasp etme girişimleri ile özel istihdam bürolarına işçi kiralama yetkisini öngören yasa tasarısına karşı önceki akşam İstanbul Kartal’da yürüyüş düzenledi. Eylemde açıklama yapan Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, “İşçilerin birçok kazanımı özel istihdam büroları üzerinden ortadan kaldırılacak. Özel istihdam bürosu kiralık işçilerin patronu olacak. Bu düzeni, bu uygulamayı, bu yasayı biz kabul etmiyoruz. Size o yasayı çıkartırmayacağız” dedi.

=========================================

Dostlar,

Kesin ve net olarak emekçilerimizin yanındayız..
EMEK düşmanı politikalardan AKP iktidarını, vazgeçmeye biz de çağırıyoruz.
13+ yıldır tek başına iktidar olan AKP’nin emek hak ve özgürlüklerini ne denli gerilettiğini ve sermaye yanlısı politikalar güttüğünü çok net olarak gözlüyoruz..

Örn. HAK-İŞ’i kurdurarak yandaş sendika yaptı ve hormonlıu olarak hızla büyüttü.
Bu sendika (??) koşar adım 300 bini aşan üye sayısına kavuşturuldu iktidar desteği ile..
Oysa onyılların işçi sendikası DİSK hala 122 binlerde.. TÜRK-İŞ 820 binlerde..

AKP, 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliği ile 26 maddelik bir paketi ya hep – ya hiç dayatması ile halkın önüne sürdü.. Maddelerin tek tek oylanmasına olanak vermedi. Bu maddelerden biri de 1’den çok sendikaya üye olma “hakkı” (!) idi.. Ne yazık ve ne utanç verici ki; bu sendika maddesi gibi, HSYK gibi, Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştirme, yönetsel yargı yetkisini kısma gibi.. değişiklikler, satılık – kiralık kimi sözde aydınların desteği ve propagandası ile “yetmez ama evet” sloganının mide bulandırıcılığında halk aldatılarak geçirildi..

Günümüzde o durumdayız ki, 16 milyona yakın işçinin ancak %10-11 kadarı sendikalı ve bunların da bir bölümünün 1’den çok sendikaya üye olması (!) nedeniyle ancak yarısının işyerlerinde toplu sözleşme hakı var… Bir başka deyimle devr-i AKP’de emekçilerin %90’ı sendikasız ve %95’i toplu sözleşme olanağından yoksun.. Oysa 1980’de bile 3 milyon işçinin %50’si, 1,5 milyonu sendikalı idi..

AKP, memur sendikacılığına da geçit vermedi.. “Özgürlükler şampiyonu” bu parti (!), 2002 sonunda iktidara gelirken “3Y” formülünü öne sürmüştü.. Yoksulluk – Yolsuzluk – Yasaklar.. ile savaşacaktı AKP.. Memur sendikalarının (!) toplu sözleşme ve grev hakları hala yok ve AKP’nin bunu tanımaya niyeti de yok.. Memurlara oyuncak.. Sözde memur sendikası.. Dernek gibi.. Çünkü küresel – yerli sermaye ittifakı ağababaları AKP’nin ipini sıkıca tutmaktalar. Hoş AKP’nin de sözde Müslüman geçinmesine, yoksul Müslüman halktan oy almasına karşın onların çıkarlarını savunmaya, hele sermayeyi karşısına alarak hiç mi hiç niyeti yok. Görevine çoook sadık..

Yukarıda değinilen özel istihdam büroları yasal düzenlemesine ek, sermaye, AKP eliyle emekçilerin yaşam güvencesi olan kıdem tazminatına da göz dikmiş durumda..

Ayrıca emekçinin dişinden tırnağından kesilen kara gün dostu işsizlik sigortası da AKP – sermaye işbirliği ile gasp edilmiş durumda. 90 milyar TL gibi 2016 bütçesinin 1/6’sına yaklaşan muazzam büyüklüteki fondan işsiz kalan emekçilerin yararlanabilmeleri için deveye hendek atlatmaları gerek. Bu alınteri fon, AKP iktidarınca nerede açık varsa orada hovardaca kıllanılıyor adeta. Resmen %10’ları gerçekte 2 katını bulan işsizlik milyonlarca insanın belini büküyor.. AKP, Aile Sigortası getirmediği gibi, İşsizlik Sigortası fonunu da yedek akçe olarak tepe tepe kullanmakta.

AKP’nin 13+ yıllık iktidarında ölümlü iş kazalarında (cinayetlerinde!) Avrupa’da 1., Dünyada ise 3. lüğümüz sürüyor. Soma’da 301 emekçiyi yutan toplu cinayette AKP 1. derecede sorunlu.. Çok sayıda büyük, toplu emeki katliamına yol açan iş kazaları (cinayetleri!) bu iktidar döneminde yaşandı ve davalar sorumluları ortaya koy(a)madı.. Hele yandaş sermaye – şirketler açıkça kollandı… Dönemin Çalışma Bakanı Faruk Çelik, Soma madenini denetleyen (?!) ve “her şey yolunda” rağoru veren müfettişlerin Savcıya ifade vermelerine bile izin vermedi! Niye acaba??

is_cinayetleri_ve_AKP

 

Türkiye, 13+ yıllık tek başına AKP iktidarında olduğu ölçüde kötü yönetilmedi,
hatta zulüm görmedi..
Düşün emekçilerin yakasından ey AKP’liler..
Geri çekin özel istihdam büroları kölelik yasası tasarısını..
Semayenin sadık kölesi olacağınıza birazcık vicdanınız sızlasın ve emekçiye sahip çıkın..
Döneminizde kaç Dolar milyarderi yetiştirdiniz, gelir dağılımı neden bunca adaletsiz??

Türkiye, vargücüyle emekçilerinin bu haklı direnişine destek vermelidir…
AKP’ye, Türkiye’de dilediğince at oynatamayacağı gösterilmelidir..

Sevgi ve saygı ile.
10 Nisan 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Mesele sadece Ensar Vakfı değil; iktidarın zihniyeti!

Mesele sadece Ensar Vakfı değil; 
iktidarın zihniyeti!

Orhan Bursalı

Çocuklara, yaşamları boyunca izini taşıyacakları, normal yaşamlarına göre başkalaşım geçirecekleri ve sapmalar yaşayacakları tecavüz ve ağır taciz olayları ülkemizin genel sorunu! Burası tacizci – tecavüzcü bir ülke! Kıyaslayın AB ülkeleriyle bu gerçeği, görürsünüz. Kadın canileri ile dolu, aile içi ensestin zirve yapmasına rağmen gizli kaldığı, çocuklara her türlü kötü muamelenin yapıldığı bir ülke!
Türkiye katillerin – tecavüzcülerin fıkır fıkır kaynadığı bir ülke.
Bu açıdan mesele sadece Ensar Vakfı değil şüphesiz!
Yok yok mesele sadece orada çalışan o pisliğin suçu da değil.
Vakıf oraya sıradan birisini koymaz, kendilerine yakın seçme birini yerleştirir!

Vakıf tabii ki suçlu!
Ensar Vakfı, geçmişteki benzer olaylara sahne olmasıyla sabıkalı ve kendisine teslim edilen çocukları tecavüzlerden korumada umursamaz davrandığı ve titizlik göstermediği için suçludur.
Bakıyorum “Ne diye vakfı suçluyorsunuz, vakıf ayrı tecavüzcü ayrı” demiyor mu iktidar şakşakçıları! Çünkü vakıf iktidar sahiplerinin vakfı aynı zamanda. En tepeden en büyük korumaya, desteğe sahip! Yapılması gereken, şüphesiz ki sapığın yakasına yapıştıktan sonra vakıf hakkında da soruşturma açmak. Gel bakalım, sana bu kadar çocuk teslim ediliyor. Sen bu çocukları her türlü beladan, vicdansızdan, sapıktan korumak için ne yaptın, ne yapıyorsun, hangi önlemleri alıyorsun, diye sormak gerek!

‘Bize güvenme’ diyeceğine…
Bize güvenme, biz iktidarız, evet bize yakınsın ama mesele sana emanet edilen çocuklar olunca, milyon kilometre uzağız. Babam olsan canına okurum; ailelere karşı, bu ülkenin geleceğine karşı, tüm vicdanlara karşı hesap verecek herkes… Bu halt senin çatın altında nasıl yenir?” diyerek, öncelikle çocuk bakım hakkını elinden almak. Çocukları korumaya almak, ailelerine göndermek ve vakfın mal varlığını da çocukların eğitimine harcamaya mahkûm etmek… İktidar olsa, adam olsa iktidar bunu yapar. Böylece ülkenin iktidarı olduğunu gösterir. Ama öyle bir durum yok. İktidar olan Ensar Vakfı! Dolayısıyla büyük koruma şemsiyesi açılıyor.
Ama bu iktidarın (AS: AKP’nin!) adamları değil mi ki 6 yaşında kız çocukları evlenir fetvası veren!..

Mesele türban da değil, zihniyet
Bir kadın bakan, evet suçlu olan cezasını çekecek ama vakfın bu konuda ne suçu var, her yerde bu olabilir diyerek, olayı genelleştiriyor. Evet her yerde olabilir, ama bütün o yerler de hesap verir… Her yerde olabilir! Dikkat edin, bakan ve şürekâsı, olayı sıradanlaştırıyor. “Kardeşim tüm Türkiye’de olan bir şey… Ne yani tüm Türkiye’yi mi mahkemeye verelim?” gibi bir savunma…
Öyle bir bakan ki, psikolog yerine din adamı yerleştiren bir kafa yapısına sahip… Hayır türbanına laf etmeyeceğim, türbanın altındaki düşünce yapısına itiraz edeceğim… Biliyorum ki bu olaylar başa takılan türban ile ilgili değil. Ne başı açıklar gördü o makamlar ki benzer davrandı… Doğru dürüst davrananlara da yol gözüktü!

Önüne yatmak altına yatmak
Mesele, bir bakanın Sarraf’ı korumak için sarfettiği “önüne yatmak” deyimi üzerinde polemiğe indirgenerek aslında yaşanan büyük rezilliğin, büyük namussuzluğun üstü örtülmeye gidildi. Önüne yatmak altına yatmaya dönüştürüldü. Ve bir kadına bu nasıl söylenir noktasına getirildi. Vay vay vay… Sizin ekip değil miydi “Sayın Sarraf Bey”in önüne yatarız diyen?! O’nu mahkemelerden, yargıdan, polisten korumak için bunu söylemediniz de, yoksa o olay şimdi savunduğunuz-dediğiniz gibi mi oldu da haberimiz olmadı! İnsaf! Ar namus damarı olmayan birileri ortalıkta varken, neyine “önüne yatmak” deyimini kullanmak. Bunu tüm medyasıyla devasa bir kartopuna dönüştürecek bir iktidar yapısının varlığını mı unutuyorsunuz? Ben olsam o lafı etmezdim. Hayır yanlış olduğundan değil, ülkenin utanmazların egemenliğinde olduğunu bildiğim için…

================================================

Dostlar,

Sayın Orhan Bursalı, us yürütümüne (muhakemesine), birikimine, yazı yazma tekniğine çok saygı duyduğumuz bir yazar. Yukarıdaki yazısı da bunun örneklerinden. Belki biz duygusal davranıyoruz (?) ama Sn. Kılıçdaroğlu’nun yüreklilikle ve tüm çıplaklığıyla Türkiye’nin ve siyasal iktidarın yüz kızartıcı – utandırıcı gerçeğini dile getirmesi çok yerinde olmuştur. Şamatacılar her ne denli yapıp ettiklerinden utanma duygusundan sıyrılmış da olsalar, CHP Genel Başakanı’nın acı sözleri birer tokat gibi yüzlerinde şaklamıştır ve tarihe not düşülmüştür. Bu konudaki sözleri biz de web sitemize aktaralım :

*****

GENEL BAŞKAN KILIÇDAROĞLU’NDAN ERDOĞAN’A YANIT:
SAPIKLIĞIN ADRESİ KONUYU SAPTIRIYOR
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,
  • “Sapıklığın adresi konuyu saptırıyor. Hem cinsel sapıklığın adresi orada, hem siyasi sapıklığın adresi orada! Yani açıkça söylüyorum Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum.” dedi.Genel Başkan Kılıçdaroğlu, 7 Nisan Dünya Sağlık Günü dolayısıyla Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi’ni ziyaret etti. Merkez Konseyi Başkanı Dr. Beyazıt İlhan tarafından karşılanan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, TTB Merkez Konseyi üyeleriyle bir süre görüşerek sağlık alanındaki sorunlara ilişkin değerlendirmelerini aldı. Toplantıda CHP Genel Başkan Yardımcısı Çetin Osman Budak ve Genel Sekreter Kamil Okyay Sındır da hazır bulundu.

    O ÇOCUKLAR BİZİM ÇOCUKLARIMIZ

    Toplantı sonrası basın mensuplarının sorularını yanıtlayan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, konuşmasına Regaip Kandil’ini kutlayarak başladı. Karaman’da yaşanan çocuk istismarına ilişkin, “O çocuklar bizim yavrularımız, bizim evlatlarımız diye düşündünüz mü? Bir anne çocuğunu sinek ısırsa, bakın altını çiziyorum çocuğunu sinek ısırsa yüreği dağlanır. Bunlarda nasıl bir ahlak, nasıl bir vicdan var emin olun anlamakta zorlanıyorum.” diyen Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları şöyle:

  • CİNSEL TACİZ SUÇLARINDAKİ ARTIŞ %449

    Önce Regaip Kandili, üç ayların başlangıcı bugün, bütün vatandaşlarımın Regaip Kandil’ini kutluyorum. Tabi en büyük arzumuz huzurlu bir Türkiye. En büyük arzumuz sokaklarında, caddelerinde, parklarında rahat gezebileceğimiz bir Türkiye. Umarım bunu gerçekleştirebiliriz. Elbirliğiyle, gönül birliğiyle bunu gerçekleştirebiliriz. Az önce Sayın Başkan sağlık konusunda bir çerçeve çizdi. Çerçevenin çok da olumlu olmadığını biliyoruz. Aslında hastaneye giden her yurttaşımız bu çerçevenin ne kadar sorunlu olduğunu yakından görüyor, tanık oluyor, biliyor. Beden ve ruh sağlığı konusunda ciddi sorunlarımız var. Özellikle son 10 yılda ruh sağlığı açısından ciddi ama çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Size bazı rakamlar vermek istiyorum değerli basın mensupları. Bugün Türkiye’de yaşayan her 4 kişiden birisi antidepresan hap kullanıyor. Kullanılan kutu sayısı 26 milyonu geçti. Bu rakam çok önemli bir rakam. Aile kurumunda ciddi sarsılmalar var, ciddi depresyon var aile kurumunda. Aile kurumu derinden sarsılıyor. Her 5 evlilikten biri boşanmayla sonuçlanıyor. Kadına yönelik şiddetin %1400 arttığı iktidar kanadından zaten ifade edildi. Uyuşturucu gençler arasında çok yaygın. 2007 – 15 arasında uyuşturucu kullanımındaki artış % 678. Gençlerimizi, çocuklarımızı koruyalım derken çocuklarımız ve gençlerimiz uyuşturucu batağının maalesef içinde. Cinsel taciz suçlarındaki artış % 449. Çocukların cinsel istismarındaki artış ise %434, %500’leri neredeyse buldu.

    Bütün bu tabloya baktığımızda beden ve ruh sağlığı açısından ciddi sorunları olan bir ülkeyle karşı karşıyayız. Eğer toplumun her kesimi şu veya bu şekilde şikayet ediyorsa, sorunlarını dile getiriyorsa, sorunlarını dile getirdi, diye cezalandırılıyor veya baskı altına alınıyorsa bu tablo derinleşerek devam edecek demektir. Dünya Sağlık Günü’nde herkese sağlıklar dilemek aslında işin en kolayı. Ama bütün sorun, sağlık dilemenin ötesinde herkesin sağlıklı bir yaşam sürmesini sağlamak, gerçekleştirmek. Tabii politikacılara bu görev düştüğü kadar doktorlara da düşüyor, öbür sağlık çalışanlarına da düşüyor. Ama her şeyden önce doktorların bu hizmeti vermesi için, sağlıklı bir hizmet verebilmeleri için uygun ortamın yaratılması gerekiyor. Düşünün, bir doktor yaşam kurtarmaya çalışırken bir başkası gelip doktorun yaşamını sonlandırabiliyor. Baskıya, şiddete, cinayete ortam hazırlayan tablolar maalesef her zaman var.

    NEDEN CUMHURBAŞKANI HER ŞEYE MAYDANOZ OLUYOR?

    Dokunulmazlıklar konusunda biz görüşlerimizi AKP’ye bildirdik. Son grup toplantısında da bütün bu ayrıntıları ben kamuoyuyla paylaştım. Arzu eden gazeteci arkadaşlarımız varsa iktidar kanadına vermiş olduğumuz önerileri alabilirler, sizlere verebiliriz. Çünkü kamuoyuna açık bu öneriler. Biz dokunulmazlıkların kürsü dokunulmazlığı dışında kalkmasını istiyoruz. Geçici bir düzenleme değil, sürekli bir düzenleme istiyoruz. 83. maddenin (AS: Anayasa’nın) değiştirilmesini istiyoruz. Bakanlar, iktidar partisinin getirdiği model içinde dokunulmazlığın dışında tutuluyor. Oysa asıl yolsuzluğu yapanlar bakanlar ve bakanların da bu sistemin içinde olması gerekiyor. Öyle anlaşılıyor ki, 17 – 25 Aralık yolsuzluk dosyalarından ötürü hala bir çekinceleri var ve Bakanları korumak istiyorlar.

    Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve Aileden Sorumlu Bakan’ın eleştirilerine gelince.. Sayın Davutoğlu da bu eleştirileri yaptı. Bakın değerli basın mensupları, siyasetin doğasında eleştiri vardır. Biz bir şey konuşuruz, bizi iktidar kanadı eleştirir, Başbakan eleştirir, Bakan eleştirir, partinin Genel Başkan Yardımcısı eleştirir, Grup Başkanvekili eleştirir, biz de yanıtını veririz. Bizim anlamakta zorluk çektiğimiz konu şu :

  • Neden Cumhurbaşkanı bu tartışmaların odağı haline geliyor? Her şeye maydanoz oluyor? İlla ben de konuşacağım… Kardeşim sen de sus ya, iki dakika sus, niye konuşuyorsun sen? Senin görevin toplumda huzuru sağlamak, sağduyulu mesajlar vermek senin görevin. Cumhurbaşkanlarından beklenen budur. Ben Davutoğlu’na cevap veririm. Ama o diyor ki, “Boş verin Davutoğlu’nu, boş verin Bakanı, ben sana söylüyorum sen bana cevap ver.” Sen kimsin ben sana cevap vereceğim? Bizim muhatabımız değil O. Muhatap almak istemiyoruz.
  • BUNUN ADI CİNSEL SAPIKLIKTIR

    Dün kullandığı ifadelere bakın. Emin olun önce bir kez sizlerden ve bizi izleyen yurttaşlarımdan özür diliyorum O’nun kullanacağı cümleyi kullanacağım için. Yaptığım eleştiriye karşı “Sapık” sözcüğünü kullanıyor. Peki, ben soruyorum, o zata soruyorum :
  • “Dolmabahçe’de oturup Kadıköy’den gelen vapurlardaki kadınlara bakıyorum, kızlara bakıyorum” demek nedir? Sapıklık değil mi bu? “Onları dikizliyorum” demek sapıklık değil mi? Türkçesini söyleyeyim, bunun adı cinsel sapıklıktır. Söyleyen kim? Bizzat itirafı yapan Sayın Erdoğan. “Seyrediyorum” diyor, “Bakıyorum” diyor. Kime? “Kadınlara, kızlara bakıyorum.” Senin görevin Dolmabahçe’de oturup kadınlara, kızlara bakmak mıdır? Böyle bir tablo olabilir mi?
  • Siyasi sapıklığa gelince, daha güzel bir örnek vereceğim. Bu zat çıkıp TBMM’de tarafsız olacağına ilişkin namusu ve şerefi üzerine söz verdi, yemin etti. “Tarafsız olacağıma dair namusum ve şerefim üzerine ant içerim” dedi Anayasanın gereği olarak. Şimdi ben soruyorum. Siyasi sapıklık nedir? Siyasi sapıklık Parlamentonun önüne çıkıp yemin ettikten sonra, o yeminini tutmayıp namusunu ve şerefini çöp sepetine atandır. Açıkça söylüyorum. Namus ve şeref kavramının bu topraklarda ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Sen nasıl kalkarsın da bu toplumun en değer verdiği iki konuda, namus ve şeref konusunda böyle bir tavır takınırsın? Şimdi ben soruyorum. Bunun adı siyasi sapıklık değil de nedir?

    CESARETİN VARSA, YÜREĞİN VARSA GEL KARŞIMA!

    Bakın, bunların hiçbirisi benim cümlem değil. Bunların hiçbirisi konusunda ben söz vermedim. Cümle onların, cümle Anayasanın maddesi, konuşan O. Ben yalnızca bir gerçeği toplumun önüne koyuyorum. Daha çok örnek verebilirim. Yeri gelince “Kadınları yüceltiyorum” diyor. Sen değil miydin “Al ananı da git” diyen, sen değil miydin? Sen değil miydin Soma’da yüreği yanan gencecik insana “İsrail dölü” diye bağıran? Şimdi kalkmış bize ders veriyor.
  • – Sapıklığın adresi konuyu saptırıyor.
    – Hem cinsel sapıklığın adresi orada, hem siyasi sapıklığın adresi orada!
    – Yani açıkça söylüyorum Recep Tayyip Erdoğan’dır.
    – Bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum.

    Kendisine 50 kez çağrı yaptım. Senin cesaretin varsa, yüreğin varsa gel kardeşim karşıma. Senin istediğin televizyon kanallarında, artı psikologların da olduğu bir toplantıda oturalım konuşalım bakalım sapık kimmiş? Bakın ben çok net örnek veriyorum. Beni neyle suçluyor? Efendim ben Bakan hakkında demişim ki, birilerinin önüne yatıyor, Ensar Vakfı’nın önüne yatıyor. Bakın değerli basın mensupları, deyimler sözlüğüne baktım. “Önüne dikilmek, önüne düşmek, önüne geçmek, önüne gelen, önüne katmak, önüne yatmak” deyimleri var. Önüne yatmak ne anlama geliyor? İki anlama geliyor. Bir; bir kimsenin önüne boylu boyunca uzanmak. Örnek veriyor, yıkım ekiplerini engellemek için iş makinalarının önüne yatıyordu. Cümle böyle. Sizler de bu cümleyi çoğu zaman kullanmışsınız kendi gazetelerinizde veya televizyonlarda.

    MİLLİ EĞİTİM BAKANI DA ENSAR’IN ÖNÜNE YATTI

    İki; bir kişi veya kurumu korumak amacıyla elindeki imkanlarını kullanmak. Ona da örnek veriyor cümle olarak. Sen bildiğini yap gerekirse ben senin önüne yatarım. Şimdi bunu alıp da cinsel bir alana çekmek nedir biliyor musunuz? Onların kafalarının arkasında neleri düşündüklerini gösteriyor aslında. Tam bir ahlaksızlık örneği. Ensar Vakfı’nın önüne yatıyorsun. Evet bir daha söylüyorum. Çocuklara tecavüz yapılıyor, çocuklar tecavüze uğruyor, sen Bakansın, çocukları koruyacağın yerde kalkıp vakfı koruyorsun. Bu benim ağırıma gidiyor. O çocuklar hepimizin çocukları. Onların anneleri var, babaları var. Benim görevim o çocukları korumaktır. O çocuklara o tabloyu, o alanı hazırlayan kim? Ensar Vakfı’na o yurtları kim açtırdı? Bakın bir daha soruyorum : Ensar Vakfı’na ve KAİMDER’e o yurtları kim açtırdı? Kim görmezden geldi o yurtları? İmam Hatip Okulu Müdür Yardımcısı şunu söylüyor :

  • Bizim öğrencilerimiz Ensar’ın ve KAİMDER’in yurtlarında kalıyordu. Bir daha söylüyorum. İmam Hatip Müdür Yardımcısı diyor ki; “Bizim öğrencilerimiz Ensar’ın ve KAİMDER’in yurtlarında kalıyordu.” Peki, bu yurtlar yasal mı? Yasadışı. Vali nerede, Kaymakam nerede, Emniyet Müdürü nerede, Bakan nerede, Başbakan nerede? Biz bunları dillendiriyoruz onlar kıyameti koparıyorlar. Kaldı ki, önüne yatmayı bizim siyasette kullanan kişi de kendi Bakanları. Ben yeni bir kelime, yeni bir deyim icat etmedim zaten. Kendilerinin kullandığı bir deyimi kendileri için kullandım. Vatandaş için kullanırken bir şey değil, biz onlar için kullanırken kıyamet kopuyor. Yalnızca Aileden Sorumlu bu Bakan değil, Milli Eğitim Bakanı da Ensar’ın önünde yatmış durumda. Elbirliğiyle savunuyorlar. Bakın, çocukların haklarını savunan yok.

    ÇOCUKLAR KARAMAN’DA TECAVÜZE UĞRARKEN KONUŞTUN MU?

    Şimdi ben o diktatör bozuntusuna da seslenmek istiyorum:
  • Çocuklar Karaman’da tecavüze uğrarken sen konuştun mu arkadaş?
  • Ağzından bir cümle çıktı mı?
  • Sen nasıl insansın ya, gencecik 9 – 10 yaşında çocuklar istismar ediliyor, kalkıyorsun Ensar’ı savunuyorsun, ya bu çocukları savunan bir cümle bile kurmuyorsun?
  • Bir cümle dahi kurmuyorsun?
  • Sen de nasıl bir vicdan var, nasıl bir ahlak var sende?
  • Kalkmışsın bir de bize saldırıyorsun?
  • Sen hiçbir şey yapamazsın.
  • Cürmün olsa, oturduğun yer kadar senin cürmün, yakacağın yer o kadardır.
  • Biz haklıyız, biz namusluyuz altını çiziyorum.
  • Biz haklıyız, biz namusluyuz, biz çocuklarımızı koruruz.
  • Çocuklarımızın yaban ellere teslim edilmesine karşıyız.
  • Yine söyledim. İlköğretimde, ortaöğretimde yurt açma yetkisi Milli Eğitim Bakanlığı’nındır. Hiçbir vakfın, hiçbir derneğin yurt açma yetkisi yoktur. Bu yetki olmadığı halde bu vakıflar, bu dernekler, bu yurtları nasıl açtılar?Soru iki : Milli Eğitim Bakanlığı ilköğretimde ve ortaöğretimde bir yurt açtı mı? 14 yıldır iktidardalar. Bu fakir ailelerin çocukları bu yurtlarda kalacak. Bir yurt bile açamadılar tek bir yurt. 5 öğrencinin kalacağı yurt bile açamadılar.

  • HİÇ O ÇOCUKLARIN ÇEKTİKLERİ ACILARI DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?

    Onların kadınlarına da sesleniyorum. AKP’nin Parlamentoda olan kadınlarına da sesleniyorum. Sizin Bakanlarınız KAİMDER’in, Ensar’ın önünde yatarken, onları canhıraş bir şekilde savunurken siz hiç o çocukları düşündünüz mü? O çocukların ailelerini düşündünüz mü? O çocukların çektikleri acıları düşündünüz mü? O çocuklara bizim sahip çıkmamız gerekir diye düşündünüz mü? O çocuklar bizim yavrularımız, bizim evlatlarımız diye düşündünüz mü? Bir anne çocuğunu sinek ısırsa, bakın altını çiziyorum çocuğunu sinek ısırsa yüreği dağlanır. Bunlarda nasıl bir ahlak, nasıl bir vicdan var emin olun anlamakta zorlanıyorum.

    Beni protesto ediyorlar. Başımın üstüne, her türlü protestoyu yapabilirsiniz. Ben sizden sadece ve sadece bir şey bekliyorum. O çocuklara niye sahip çıkmıyorsunuz? O evlatlarımıza niye sahip çıkmıyorsunuz? O annelere niye sahip çıkmıyorsunuz? O anneler o çocukları niçin o yurtlara gönderiyorlar? Fakir oldukları için, gelirleri olmadığı için. Ama istiyor ki anneler, benim çocuğum okusun istiyorlar. Siz alıyorsunuz o çocukları iktidarın desteğiyle, altını çiziyorum iktidarın, bakanlıkların desteğiyle karanlık ellere teslim ediyorsunuz. Biz bunu eleştirince de kıyameti koparıyorsunuz. Çok üzgünüm, çok üzgünüm. Sorumluluk üstlenmesi gereken kişiler sorumluluk üstlenmiyorlar. Bütün sorumluluk CHP’deymiş. Şu akla, mantığa bakın. Emin olun çok üzgünüm.

    BEKLİYORUM DAVA AÇSIN

    Arkadaşlar, önce Sayın Bakan dedi ki, “Ben Kılıçdaroğlu’nu mahkemeye vereceğim.” Kendisinden özellikle istirham ediyorum derhal davayı açınız. Davayı açınız ki, bütün pislikleri o mahkemeye getirelim. Bekliyorum, Sayın Bakan’dan davayı açmasını bekliyorum.

    İki; Sayın Bakan’a bir soru sormak istiyorum :

    * “Ensar Vakfı’nda bir kere oldu diye vakıf mı kötülenir?” diye bir cümle kullandı. Bu bir kere bir annenin yüreğini nasıl sızlatmaz ben merak ediyorum nasıl sızlatmaz. Bu nasıl bir insani anlayıştır, nasıl bir insani boyuttur bu? Ben bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Bu konuda da bir ek açıklama yaparsa çok mutlu olurum. Gençlik Kolları, diğerleri eleştirebilirler. Hepsini biz yargıya götüreceğiz. Biz de yargıya götüreceğiz. Bize yapılan haksızlıklar konusunda biz de yargıya gideceğiz.

  • Ve bir çağrım daha diktatör bozuntusuna : Burada kullandığım ifadeler dolayısıyla dava açmasını bekliyorum. Çünkü dava açmalı ki, ben namus ve şerefin ne anlama geldiğini O’na mahkemede öğreteceğim. Ne anlama geldiğini, namus ve şerefin bu ülkede ne kadar önemli olduğunu ve ne anlama geldiğini ben O’na mahkemede öğreteceğim. Bekliyorum dava açsın.Arkadaşlar çok teşekkür ederim, çok sağ olun.

    =======================================================
    Dostlar,

    Bu sitede yakıcı soruna ilişkin biz de epey (birkaç  yazı) yazdık :

    – Karaman_faciası_uzerinde_bir_hekim_olarak_soyleyeceklerimiz..
    – KARAMAN’da_IRZINA_GECILEN_COCUKLARIMIZ….

    Sayın Kılıçdaroğlu’nun sözleri hiç olmazasa yüreğimize bir parça su serpmiştir. Ne yazık ki bizlerin biraz ağzını açması, eleştiriyi sertleştirmesi hemen RTE – AKP’nin davalarıyla engelleniyor, tehdit altında tutuluyoruz, apaçık sansür uygulanıyor.. Anayasa Hukuku Profesörü olacak adam Burhan Kuzu kalkıp “Yargı bizde, Yasama bizde, Yürütüme bizde..” diyebiliyor. AKP – RTE ülkeyi hemen her bakımdan teslim aldı.. Murteza Demir, çok dokunanklı yazısında “Kimisi memleketin ırzına geçiyor, kimisi de masum çocukların..” demişti özce..

    TOKİ, dibine dek piyasacı AKP düzeninde sözde dar gelirliye konut yapmak için kuruldu. Stratejik bir iktidar aracı oldu.. Buldozer gibi.. dilediği araziyi – arsayı kamulaştırıyor, hem de idari yargıyı nerdeyse tümüyle dışlayarak İVEDİ kamulaştırma yapabiliyor, 1 milyonu aşkın konut fazlasına neden oluyor, cami yapıyor, RTE’ye Atatürk Orman Çiftliği arazisinde hukuku, tarihsel mirası çiğneyerek aşırı lüks devasa kaçak saray yapıyor… Ama öğrenci yurdu yapmıyor! Tek başına AKP iktidarı 14. yılında ama öğrenci yurtları sorunu bilerek ve isteyerek çözülmüyor ve yandaş vakıf – dernek – şirketlere tarikat – tekke – türbe – zaviye gibi pislik yuvalarını kamufle edecek ticari – dinci – uçkur… rantları için peş keş alanları yaratılıyor..

    Eyyy AKP yandaşı yurttaş… 1 Kasım’da 23.5 milyon oyu AKP’ye boca eden yurttaş.. Bu tablonun suç ortağı sensin.. Hatta asli failisin.. Senden cesaret alıyor iktidardakiler.. İkide bir % 50 oy aldık.. diyorlar.. Temizle bakalım bu pisliğini eğer sen de ortak değilsen, bunca yozlaşmadı isen.. çıkarının – uçkurunun – cüzdanının… tutsağı olmadı isen..

  • Türkiye’nin en yakıcı ve acil sorunu AKP – RTE’den kurtulmaktır! 
    Bütün yığınak bu hedefe dönük yapılmalıdır bizce.. ve her geçen gün kuşatma daha da güçlendiririlmekte (tahkim edilmekte), işimiz güçleşmektedir..

    Sevgi ve saygı ile.
    10 Nisan 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

SON 14 YILIN KISA ÖYKÜSÜ (ve Ankara’da bir güvenlik terörü örneği…)

SON 14 YILIN KISA ÖYKÜSÜ
(ve Ankara’da bir güvenlik terörü örneği…)

Rahmi TuranRahmiTURAN

(AS: Bizim kapsamlı irdelememiz yazının altındadır..)

Batı kültürü bize benzemiyor!
Ne de olsa Ortadoğu ruhu benliğimize işlemiş…
İnsanlarımızın yarısı Batılı gibi düşünse de, diğer yarısı hâlâ şark ilkelliği içinde…
Türkiye gemisi Avrupa’ya değil, kan-revan içindeki Ortadoğu’ya dümen kırmış durumda…
Hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet ve soygunu mübah gören bir zihniyete sahip oldukça ve ülkemizde ahlâksızlık tavan yaptıkça biz asla Batı’nın uygarlığına ulaşamayız.

– Dini siyasete âlet etmek bizde,
– rüşvet bizde,
– yolsuzluk bizde,
– çocuklara tecavüz bizde,
– kız kaçırmak bizde,
– kadına şiddet bizde…

Bu halimizle hâlâ “Bizi Avrupa Birliği’ne neden almıyorlar?” diye soruyoruz.
* * *
Şu tabloya bakın                                           :
– 2002’de cezaevlerinde 49512 olan hükümlü ve tutuklu sayısı, 14 yılda patlama yaparak 156195’e çıktı, yeni inşa edilen bir sürü cezaevinde bile yer kalmadı!
– Kumarda ve çocuk pornosunda 180 ülke arasında dünya 3üncüsü olduk!
– Basın özgürlüğünde sonlarda yer alıyoruz. Dünya 159’uncusuyuz.
– Hukukun üstünlüğü sıralamasında yine sonlardayız. 102 ülke arasında 80’inci olduk.
– Son on dört yılda fuhuş ve uyuşturucu 17 kat (%1700), boşanmalar 28 kat (%2800) arttı.
– En çok işlenen suçlar: Rüşvet, yolsuzluk, kamu malı yağması, kadın cinayetleri, kaçakçılık, terör, hırsızlık, gasp, kadınlara-kızlara ve çocuklara tecavüz oldu.
Ülkede can ve mal güvenliği kalmadı. Hukuk ve demokrasi topal ördeğe döndü.
Fikir, ifade ve inanç özgürlükleri yok oldu.
* * *
Sevgili okurlar,
İşlenen suçlar saymakla bitmez. Tüm bu yaşananlar, 2002’den sonra, AKP iktidarı döneminde meydana geldi. Haa… Haksızlık etmeyelim… Cep telefonu konusunda büyük rekorlar kırdık!
“Hiç iyi şey yok mu?” diye soranlar oluyor. Kim bilir, vardır belki… Fakat iyi şey yapmak, bir iktidarın zaten vazifesi… İyi mi, değil mi tartışılır ama AKP döneminde cep telefonunda rekor kırdık. Yurtdışından 166 milyon adet telefon ithal edildi, 23,4 milyar dolar döviz ödendi… Sonra ne oldu? Ülke cep telefonu mezarlığına döndü! Akıllı telefonlar çıkınca, daha önce ithal edilen milyonlarca telefon çöplüğe atıldı! İşte son 14 yılın kısa öyküsü!

Panama Belgeleri ve Türkler!

Dün­ya­da hiç­bir şey giz­li kal­mı­yor, enin­de (AS : Önünde)  so­nun­da pis­lik­ler bir bir or­ta­ya dö­kü­lü­yor! Pa­na­ma Bel­ge­le­ri­’nin or­ta­ya çı­kar­dı­ğı ka­yıt­la­ra tep­ki­ler hız­la bü­yü­yor. Bel­ge­ler­de adı ge­çen ve ha­ya­li şir­ket­ler­le pa­ra alış­ve­ri­şi yap­tı­ğı be­lir­ti­len İz­lan­da Baş­ba­ka­nı Sig­mun­dur Gunn­la­ugs­son is­ti­fa et­ti. Pe­ki bu ada­mın ak­lı mı yok­tu da is­ti­fa et­ti? Tür­ki­ye si­ya­se­tin­den hiç ders al­ma­dı mı? Ma­lûm biz­de böy­le bir şey ol­sa, he­men Mec­li­s’­te ken­di oy­la­rıy­la ak­la­nır­lar, olur bi­ter. Bi­zim va­tan­daş­la­rı­mız da yol­suz­luk ya­pan­la­rı al­kış­lar! Ba­tı ül­ke­le­rin­de böy­le ol­mu­yor. Top­lu­mun ağır bas­kı­sı, kim olur­sa ol­sun sa­nı­ğı gö­re­vin­den uçu­ru­yor.
** *
Pa­na­ma Bel­ge­le­ri­’n­de, İz­lan­da Baş­ba­ka­nı­’nın yol­suz­lu­ğu or­ta­ya çı­kın­ca bü­tün İz­lan­da hal­kı so­kak­la­ra dö­kül­dü, bü­yük tep­ki­ler üze­ri­ne Baş­ba­kan Sig­mun­dur Gunn­la­ugs­son is­ti­fa et­mek zo­run­da kal­dı. Biz­de de ben­ze­ri id­di­alar or­ta­ya çık­tı ama biz tep­ki­siz bir top­lu­muz. Hiç kim­se so­ka­ğa dö­kül­me­di!
* * *
Ne­dir bu Pa­na­ma Bel­ge­le­ri?
Pa­na­ma­’da ka­yıt­lı Mos­sack Fon­se­ca ad­lı bir hu­kuk fir­ma­sı­nın 40 yıl­dır tut­tu­ğu 11 mil­yon ka­yıt ve bel­ge! Bun­la­rın if­şa edil­me­siy­le dün­ya­da ta­nın­mış birçok po­li­ti­ka­cı, işa­da­mı ve spor­cu zor du­rum­da kal­dı. Suç­la­nan­la­rın ba­şın­da Rus­ya Dev­let Baş­ka­nı Pu­tin ge­li­yor. Krem­lin, bu­nun Ame­ri­ka­’nın bir tu­za­ğı ol­du­ğu­nu ve iki yıl son­ra baş­kan­lık se­çi­mi için ya­rı­şa­cak olan Pu­ti­n’­i yıp­rat­mak is­te­di­ği­ni id­di­a et­ti. İn­gil­te­re Baş­ba­ka­nı Da­vid Ca­me­ron da Pa­na­ma Bel­ge­le­ri ne­de­niy­le zor du­ru­ma düş­tü. Bel­ge­ler­de O’nun de­ğil ama ba­ba­sı­nın adı ge­çi­yor!
* * *
Pe­ki bu yol­suz­luk dos­ya­la­rın­da hiç Türk yok mu? Var! On ka­dar Türk si­ya­set­çi ve işa­da­mı­nın da Pa­na­ma Bel­ge­le­ri­’n­de yer al­dı­ğı be­lir­ti­li­yor ama bun­la­rın adı he­nüz açık­lan­ma­dı! Za­ten, açık­lan­sa da ne fark eder ki? Na­sıl ol­sa hiç bi­ri­ne bir şey ol­maz! Bu­ra­sı Tür­ki­ye!

Gü­nün Sö­zü : Tilki kümesi çok iyi tanıyor diye oraya bekçi yapılır mı? (SÖZCÜ, 7.4.16)

======================================================

Dostlar,

Çoook kıdemli yazar Sayın Rahmi Turan hal-i pür melalimizi özetlemiş sağolsun.. Umar ve dileriz ki, bu olup bitenler hepimizin aklını başımıza toplamamıza katkı sağlar ve partiler, aydınlar… halka önderlik ederek örgütlenmesini sağlar ve bu uğursuz döneme son verirler..
*****
Ankara’da bir güvenlik terörü örneği

Bu gün akşam 16:00 dolayında Ankara Ticaret Odası salonlarında açılan mobilya sergisini gezmeye gittik. Arabamızı, Oda’nın karşı tarafında cadde kenarında park etmiş araçlar gibi bıraktık. Oda’nın giriş kapısı resmi giysili polis kaynıyordu. Bir sorun mu var diye polislere sorduk.. “Başbakan gelecek..” yanıtını aldık. Çok sayıda da koruma oldukları rahatlıkla anlaşılan sivil giysili polis vardı. Tedirginlikle içeri girdik. İç mekanlarda da çok sayıda polis geziniyordu, bir bölümü de sergi firmalarında oturmakta idi. Gerginlik içinde hızla dolaştık. Bir polisimizle ayaküstü söyleştik..
– Biz : Kaç polis geldi güvenlik önlemi almaya?
– Polis : Ben sayısını söylemeyeyim ama çok..
– Biz : 300’den çok görünüyor..
– Polis : Daha fazla.
– Biz : Ya yakın korumalar?
– Polis : Onlar daha da fazla.. Uzun boylu… belli zaten..
– Biz : 300’den çok insan bir kişinin “yakınında” fiziksel olarak olamaz ki? 5-10 hadi 20 kişi olur yakın koruma.
– ????
– Biz : Bir de bu ziyaretin ülkeye maliyetine bakın.. Yüzlerce polis koruma adına meşgul ediliyor ve bir yığın harcama.. Ülkenin başkentinde görünüm üzüntü ve endişe verici..
– Polis : Ben 20 yılı geçtim meslekte.. bir de bize sorun.. Dışarıdan üniversite bitirdim, yükselme sınavında çok yüksek puan aldım ama her nasılsa elendim?? Sizin siyasi görüşünüzü bilmiyorum ama benim durumum bu..
……….
– Biz : Batı’da Devlet başkanları kendi araçlarını kullanarak, bisikletle işe gidiyor..
– Polis : Erkek kardeşim ODTÜ’yü bitirdi ve polis olmadı çok şükür, yaşamını kurtardı.

******
Ziyaretimizi kısa kesip çıktık. Arabamız yerinde yoktu! Ticaret Odası’nın önündeki caddenin karşı kıyısında yer alan pek çok araç kaldırılmıştı.. Trafik polisleri, resmi – sivil polis kimsecikleri yanaştırmıyordu. Arabamızı aradık, aradık… yok! Bir polise sorduk, Balgat otoparkına çekilmiş olabileceğini söyledi.. Emin misiniz diye sorduğumuzda ise “hayır” dedi. Sağolsun ricamızla telsizini kullanıp bu otoparkın telefonunu merkezinden edindi ama bu telefonu aradığımızda yanıt alamadık. Bir taksiye atlayıp oraya gittik.. Ehliyet, ruhsat, sigorta kağıdı (bu vesileyle trafik sigortamız da yoklanıyor!) ve 95 TL nakit (kredi kartı yok!) ödeme sonrası aracımızı alabildik..

*******
Başbakan Davutoğlu‘nun güvenlik önlemlerinin bu denli abartıldığından haberi var mı acaba??
Arabamızı çektiğiniz yer, güvenlik açısından sıkıntılı olacak idiyse, neden park ederken engellenmedik? Bu çok saygısız işlemi T.C.’nin bir yurttaşı olarak hak ediyor muyuz? Biz hepimiz potansiyel suçlu muyuz? Bizim incinen gururumuz ve maddi zararımızı kim karşılayacak? Aracımızı çeken Trafik Vakfı‘nın gelirleri nasıl paylaşılmaktadır? Ne ölçüde Emniyet Genel Müdürlüğü’ne aktarılmaktadır? Aracımızın camında 2 yerde cep telefonumuz yazılı. Güvenlik önlemi alacaksanız, telefon eder bizi bulursunuz, biz gelir aracımızı alırız oradan. Ya da siz çekti iseniz, acelemiz vardı, size ulaşamadık… diye bize bilgi verir, özür diler ve bir ücret de istemezsiniz. Bu uygulama, demokratik bir hukuk devletinde asla olmaması gereken hukuk dışı bir haksız edimdir, ağır hizmet kusurudur. Üstelik vatandaşa haksız mali yük, birilerine de haksız, zorlama ve yapay kazanç kapısı olarak!

Bir demokratik hukuk devletinde böylesine haksız bir fiili Devlet yurttaşına karşı pervasızca, üstelik yerleşik bir uygulama olarak nasıl işleyebilir? Başbakanı durumu incelemeye ve alınan güvenlik önlemlerini makul düzeye çekmeye çağırıyoruz.. Yazıktır bu yersiz giderlere, ülke halkına.. Yakışmıyor ülkemizin imajına. Bakınız pek çok devlet üst üste vatandaşlarını ülkemizi terk etmeye çağırıyorlar. Bu alarm vericidir.

Ankara Emniyetini, Başbakanlığı bizden ve araçları gereksiz çekilerek mağdur edilen yurttaşlardan açık özür dilemeye ve maddi zararımızı karşılamaya çağırıyoruz.

Demokrasi… Demokrasi… Demokrasi…
Ekmek gibi, aş gibi, su gibi, hava gibi vazgeçilmezimiz.. Ona öyle susadık ki ve öylesine büyük bir hızla uzaklaştırılıyoruz ki AKP ile..
Her-ke-sin bir güzel öğrenmesi gerek :
Yurttaş Devlet için var değildir, tam tersidir;
Devlet yurttaş için, insan için vardır. Devlet araç, insan asıldır, insan amaçtır.

Sevgi ve saygı ile.
9 Nisan 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

BİMER’e başvuru no :  432254
BİMER web sitesinden yolladığımız metin :
Ankara’da_bir_guvenlik_teroru_ornegi_9Nisan2016

İşsizlik 2015’te %10,3`le 2010`dan bu yana en yüksek düzeyde gerçekleşti.. ve çağrışımları…

İşsizlik 2015’te %10,3`le 2010`dan bu yana en yüksek düzeyde gerçekleşti..
Ve çağrışımları..

İşsizlik oranı 2015 yılında %10,3 düzeyinde gerçekleşti!
Son 5 yılın rekoru!

TÜİK tarafından yapılan açıklamaya göre, Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2015 yılında bir önceki yıla göre 204 bin kişi artarak 3 milyon 57 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise 0,4 puanlık artış ile %10,3 seviyesinde gerçekleşti. İşsizlik oranı erkeklerde 0,2 puanlık artışla %9,2 kadınlarda ise 0,7 puanlık artışla %12,6 oldu.

Aynı yılda  tarım dışı işsizlik oranı bir önceki yıla göre 0,4 puanlık artışla %12,4 olarak tahmin edildi.   15-24 yaş grubunu içeren genç işsizlik oranı 0,6 puanlık artış ile %18,5 olurken,15-64 yaş grubunda bu oran 0,4 puanlık artış ile %10,5 olarak gerçekleşti.

İSTİHDAM ORANI %46 OLDU

İstihdam edilenlerin sayısı 2015 yılında, geçen yıla göre 688 bin kişi artarak 26 milyon 621 bin kişi, istihdam oranı ise 0,5 puanlık artış ile %46 oldu. Erkeklerde istihdam oranı 0,2 puanlık artışla %65 kadınlarda ise 0,8 puanlık artışla %27,5 olarak gerçekleşti.

Bu yıl, tarım sektöründe çalışan sayısı 13 bin kişi, tarım dışı sektörlerde çalışan sayısı ise 675 bin kişi arttı. İstihdam edilenlerin %20,6’sı tarım, %27,2’si sanayi, %52,2’si ise hizmetler sektöründe yer aldı. Bir önceki yıl ile karşılaştırıldığında hizmet sektörünün istihdam edilenler içindeki payı 1,2 puan artarken, tarım sektörünün payı 0,5 puan, sanayi sektörünün payı 0,7 puan azaldı.

İŞGÜCÜNE KATILMA ORANI %51,3 OLARAK GERÇEKLEŞTİ

İşgücü 2015 yılında bir önceki yıla göre 892  bin kişi artarak 29 milyon  678 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise 0,8 puan artarak %51,3 olarak gerçekleşti. Erkeklerde işgücüne katılma oranı 0,3 puanlık artışla %71,6, kadınlarda ise 1,2 puanlık artışla %31,5 olarak gerçekleşti.

İşgücü anketinin örnek hacmi, 2004 yılından itibaren İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflaması 2. Düzey’e göre  tahmin  verebilecek şekilde artırılmış olup, yıllık sonuçlar İstatistiki  Bölge  Birimleri Sınıflaması 1. Düzey ve 2. Düzey’e göre verilmektedir.

İşsizlik oranının en yüksek olduğu bölge %24,8 ile TRC3 (Mardin, Batman, Şırnak, Siirt) olurken, bunu %17,5 ile TRC2 (Şanlıurfa, Diyarbakır) takip etti. İşsizlik oranının en düşük olduğu bölge ise %3,9 ile TRA2 (Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan) Bölgesi oldu.

En yüksek istihdam oranı %53,2 ile TR21 (Tekirdağ, Edirne, Kırklareli) Bölgesi’nde gerçekleşti. Bunu    % 52 ile TRA2 (Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan) Bölgesi izledi. En düşük istihdam oranı ise %28,7 ile TRC3 (Mardin, Batman, Şırnak, Siirt) Bölgesi’nde oldu.

En yüksek işgücüne katılma oranı %57,4 ile TR21 (Tekirdağ, Edirne, Kırklareli) Bölgesi’nde gerçekleşti. Bunu %55,5 ile TR61 (Antalya, Isparta, Burdur) Bölgesi izledi. En düşük işgücüne katılma oranı ise %38,2 ile TRC3 (Mardin, Batman, Şırnak, Siirt) ve %42,8 ile TR63 (Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye) bölgelerinde oldu.

İstihdam edilenler içinde tarım sektörünün payının en yüksek olduğu bölge % 59,5 ile TRA2 (Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan) Bölgesi oldu. Tarım sektörünün payının en düşük olduğu bölge ise %0,7 ile TR10 (İstanbul) Bölgesi oldu.

Sanayi sektörünün istihdam edilenler içindeki payının en yüksek olduğu bölge %39,4 ile TR41 (Bursa, Eskişehir, Bilecik) Bölgesi oldu. Bunu %39,2 ile TR21 (Tekirdağ, Edirne, Kırklareli) ve %36,2 ile TR10 (İstanbul) bölgeleri izledi. Sanayi sektörünün payının en düşük olduğu bölge ise %11 ile TRA1 (Erzurum, Erzincan, Bayburt) Bölgesi oldu.

İstihdam edilenler içinde hizmet sektörünün payının en yüksek olduğu bölge %71,9 ile TR51 (Ankara) Bölgesi iken, hizmet sektörünün payının en düşük olduğu bölge %28,3 ile TRA2 (Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan) Bölgesi oldu. (www.milliyet.com.tr, 23.3.2016)

=======================================

Dostlar,

Biz bu hazin yazıyı okur ve sizlerle paylaşmak üzere sitemize yüklerken Başbakan Davutoğlu da AKP Meclis Grubu toplantısında “aziz dava arkadaşlarına“.. ekonominin ne denli
parlak – nurlu ufuklara koştuğu (!) masallarını anlatıyordu..

Maliye Bakanı’nın (Naci Ağbal) bile gülümsemesini ise, “hayra alamet” diye yorumlayacak bir psikoloji içinde idi (wishfull thinking!) … İktisat 1 öğrencilerinin bile yutmayacağı sanal ve gerçekçi olmayan cımbızlanmış verilerle hem kendini hem de muhataplarını inandırmaya çabaladı..

Konuşması çoook bol tekrarlı “Allah” ile başlayan bir vaaz – hutbe benzeri çaresizlik yakarışı
(münacaat!) ile bitti… Yani Türkiye ve AKP – RTE’nin işi Allah’a kalmış durumda..

Ekonomide artık felaket çan sesleri kulakları sağır ederken, Ekonomi Profesörü Başbakan’ın
bu Polyanna söylemi asıl “hayra alamet” (!?) veri olsa gerek.. Böylesi bir konjonktürdeki
siyasal kadro, hangi demokratik ülkede iktidarda kalabilir??
*****

Zarrab’ın ABD’de tutuklanması da tuzu biberi oldu..
RTE – AKP ateş üstünde..
FBI uzmanları Zarrab’ı öttürmeyi bilirler elbette..
17 – 25 Aralık 2013 yolsuzluğu yüzünden istifa etmek zorunda kalan RTE’nin 4 bakanından İçişleri Bakanı Muammer Güler, Zarrab için “Senin önüne yatar seni korurum..” anlamında fedaice sözler etmişti..
*****

ABD’nin eline ek olarak çooook veri geçecek AKP – RTE’yi daha da teslim almak üzere..
Bunun faturası ise Türkiye’ye çıkarılır ne yazık ki..
AKP – RTE’yi getirdikleri gibi götürecekler anlaşılan.. Kullanım süresi doldu
Eee 13+ yıl.. dile kolay… ABD’de kaç Başkan değişti!
Sular çoook ısındı çok Türkiye’de..
O yüzden sitemizde bu konudaki manşet yazısını uzattık…
RTE için deniz bitti… başlıklı yazımız… (kaldırmadan okuyunuz..)

ABD, BOP Eşbaşkanlığı görev – nöbetini kime devredecek acaba Türkiye’de??

PKK bile feda ediliyor, hangi örgütlerle / araçlarla ikame edilecek acaba??

Sevgi ve saygı ile.
23 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com