Etiket arşivi: çevresel toksisite

17. ULUSAL HALK SAĞLIĞI KONGRESİ SONUÇ BİLDİRGESİ

 

hasuder

 

 

17. ULUSAL HALK SAĞLIĞI KONGRESİ
SONUÇ BİLDİRGESİ

 

Dostlar,

20 -24 Ekim 2014 arasında Edirne’de, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi
Halk Sağlığı Anabilim Dalı‘nın ev sahipliğinde, Uzmanlık Derneğimiz HASUDER
(Halk Sağlığı Uzmanları Derneği) ile birlikte düzenlenen bilimsel kongreye katıldık ve
bir açıkoturumu yönettik (Konusu : Üretim, Tüketim, Paylaşım ve Sağlık).

Kongrenin konusu : “Sanayileşme Çevre ve Halk Sağlığıidi.

600’ü aşkın katılım ile rekor kırıldı ve çok başarılı bir kongre oldu.
Tüm emek verenleri bir kez daha kutluyoruz, teşekkür ediyoruz.

Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı,
8 Nisan 1988’de bizim Yrd. Doç. olarak atanmamızla kuruldu. Bu Birimde 16 yıl
1,5 ay görev yaptık ve akademik ilerlemelerimiz gerçekleşti (17 Ocak 1996’da Profesörlüğe yükseltildik.. Mayıs 2004’te Ankara Üniv. Tıp Fak. ne geçtik).
Şu an akademik kadroda olan 5 öğretim üyesini de asistanlıklarından başlayarak biz yetiştirmeye çaba gösterdik. 3 profesör, 2 doçent söz konusu Anabilim Dalı’nda görevde ve hocaları olarak kendileriyle övünüyoruz.

Kongre sonunda yayımlanan kapsamlı sonuç bildirisini paylaşmakta yarar var.
Bu bildiriye katkı koyanlara da teşekkür ederiz. Önerilerimizi değerlendirerek
metne koyan meslektaşlarımız sağolsunlar. Metni aşağıda sunuyoruz
(anlama dokunmadan dili bir parça arılaştırılmış ve birkaç maddi hata düzeltilmiştir.
Özgün biçimine metnin altındaki erişkeden ulaşılabilir.)

Sevgi ve saygıyla.
17.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=========================================

17. ULUSAL HALK SAĞLIĞI KONGRESİ SONUÇ BİLDİRGESİ

17_UHSK_logosu

Sanayileşme Çevre ve Halk Sağlığı” ana temasıyla 20-24 Ekim 2014 arasında Edirne’de gerçekleştirilen
17. Ulusal Halk Sağlığı Kongre’sinde 17 panel, 3 konferans, 2 ikili konferans,
2 forum ve 4 kurs düzenlenmiştir. Kongre’ye 600 dolayında kişi katılmıştır. Kongrede ana temanın “Sanayileşme Çevre ve Halk Sağlığı” olarak seçilmesinin temel nedenlerinden biri, sanayi
ve çevre kirliliği konusunda resmi makamların raporlarında da yer aldığı gibi, Trakya ve Edirne’nin sanayileşmeye bağlı kirliliğin derinden hissedildiği bir bölge olmasıdır.

Kongrede gerçekleşen bilimsel toplantılardan elde edilen çıktılar
aşağıdaki biçimde özetlenmiştir:

Sanayileşme, hem doğrudan hem de dolaylı yollardan çevreyi ve yaşamı etkilemektedir. Bu etkilerin çoğu canlılar ve insan için olumsuz etkilerdir. Olumsuz etkiler, anne karnındaki dönemden başlayıp, yaşamın tüm evrelerine yayılabilmekte; hastalıklarda
ve erken ölümlerde artışa yol açabilmektedir.

Çevre sağlığını savunan politikalar, yalnızca çevre korumacı yaklaşımlar demek değildir. Artık çevre savunucuları olarak ekolojik politikaları tartışmak gerekmektedir. Ekoloji politikaları, doğadaki ekosistemlere saygı duyan, onların bozulmaması ve sürdürülebilmesi için gerekli politikalardır. Salt para kazanma amaçlı verili politikaların bu yaklaşımdan çok uzak olduğu açıktır.

Sanayinin çevre üzerinden insan yaşamına etkili olduğu önemli bir başlık, bulaşıcı olmayan hastalıklardır. Çevresel karşılaşmanın etkisi uzun süreli olduğu için bu etkiyi hastalıklarla ilişkilendirmek oldukça zordur. Bilinen en yaygın etki, hava kirliliğinin başta solunum sistemi olmak üzere hastalık ve ölümleri önemli ölçüde artırdığıdır. Madencilik, tarım ilaçlarının kullanımı, sanayi atıkları ve su ve besin kaynaklı karşılaşmalar (maruziyetler) sanayinin insan sağlığına etkilerinde temel araçlardır. Bu alanda herhangi bir siyasal ve sosyal baskı olmaksızın bilimsel araştırmaların desteklendiği, bilimsel kanıtların paylaşıldığı ve tartışıldığı demokratik ortamlar yaratılmalıdır. Süreç halka karşın değil, bilimsel kanıtların ışığında kamuoyu yaratarak halk ve demokratik kitle örgütleri ile birlikte yürütülmelidir. Halk Sağlıkçılar yereldeki çevre savaşımının doğal bir parçası olmak zorundadır. Korumanın sağaltımdan (tedaviden) üstün olduğu akılda tutulmalıdır.

Bugün epidemiyolojik yöntemlerle sanayi-üreme sağlığı sorunlarını ortaya koymak olanaklıdır. Uygun izleme sistemleri kurulmalı ve risk değerlendirmeleri yapılmalıdır.

Sanayileşme ve sağlık ilişkisi dikkate alındığında, eldeki kalkınma anlayışı artık yürütülemez duruma gelmiştir. Hem kalkınma, hem de sağlıklı bir çevrede sağlıklı bir yaşam için verili ekonomi anlayışının çözüm üretemediği ve yeni yolların olanaklı ve uygulanmasının kaçınılmaz olduğu ortaya çıkmıştır.

Üretim kavramı putlaştırılmamalı, bir gönenç aracı olarak görülmelidir.

“Sürdürülebilir kalkınma” bir aldatmacadır ve yerini “sürdürülebilir yaşam”a bırakmalıdır.

Sağlık hizmetleri sömürü düzeninin alınıp satılabilen bir malı değil,
en temel insanlık hakkıdır.

Yurtta ve dünyada barışın sağlanması, kışkırtılmış sağlık hizmetleri üretim
ve tüketimini engelleme
de başlıca araçtır. Üretim-tüketim-paylaşım süreçleri, merkezine insanı ve çevreyi koymalıdır. İnsan gereksinimlerini ve ekosistemleri
göz önüne alan üretim ve tüketim anlayışı, gereksiz, aşırı üretim ve tüketim anlayışı ile değiştirilmelidir.

Var olan tabloya doğru biçimde müdahale edilmezse, ağırlıklı olarak sanayinin neden olduğu küresel iklim değişikliği çevreyi ve yaşam alanlarını etkilediğinden; yoksulluğun artması, biyoçeşitliliğin azalması, doğrudan ve dolaylı olarak insan sağlığının olumsuz etkilenmesi beklenmektedir. Günümüzde kimi hastalıkların yeniden ortaya çıkışı ya da sıklığındaki hızlı artışın (AIDS, Kuş Gribi, Ebola, Kolera, Tifo, TBC vb.)
küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği ile ilgili olduğu belirtilmektedir.

Enerji politikaları çevre ve tüm canlıların sağlığını gözetir biçimde oluşturulmalı,
en zararsız enerjinin enerji tasarrufu olduğu akılda tutulmalıdır. İnsan ve çevre sağlığına zararlı etkileri bilimsel olarak kanıtlanmış hidroelektrik ve nükleer güç santralleri yerine, çok daha az zararlı seçenek enerji kaynaklarının kullanımının artırılması / teşvik edilmesi yönünde bilimsel, halk ile birlikte, örgütlü ve eylemsel politikalar geliştirilmeli, kamuoyu oluşturulmalıdır.

Sanayileşme tarımsal alanda çalışan ve kırsal bölgelerde yaşayanların kente göçünü zorlamaktadır. Günümüzde modern toplumdan küresel topluma geçiş ile gelişmiş ülkelerde dünya kentleri; gelişmekte olan ülkelerde sağlıksız kentleşme, yoksulluğun yüksek olduğu dev kentler ortaya çıkmaktadır. Dev kentlerde (metropollerde) yaşanmakta olan eşitsizlikler, toplum katmanları arasında büyük uçurumlar oluşturmuştur.

Bütün bu gelişmeler kayıt dışı emek gücü ve emeğin sömürüsü, niteliksiz işçilik, kötü çalışma koşulları ve yoksulluk, madde bağımlılığı, şiddet ve sağlıksız yaşam koşullarına yol açmıştır.

Küresel güçlerin kendi çıkarları için yarattığı savaş ortamı ülkemizde de sığınmacılar ve ilişkili sorunları ortaya çıkarmıştır. Sığınmacıların sağlık, eğitim, çalışma hakkı, çocuk ve kadın hakları bakımından yaşadıkları, eşitsizlik olarak ele alınmalı ve başta kamu kurumları olmak üzere ulusal ve uluslararası kuruluşların işbirliği ile ivedilikle çözülmelidir.

Sağlığı etkileyen bir başka sanayi tütün endüstrisidir. Tütün şirketleri tütün salgınının, aracıları, nedenleridir ve günümüzde tütün ürünleri nedeniyle insanlığın en büyük programlı kırımı (katliamı) tütün salgını üzerinden yaşanmaktadır. Tütün pazarlama politikaları ile konu, tüm dünya için önemli bir sorun oluşturmaktadır. Sağlık hakkı, yalnızca hastalık olduğunda sağlık hizmetlerine ulaşmak değil, sağlığı bozacak etmenlerin denetimini de içermektedir. Bu kapsamda Devlet; önlem alıcı, koruyucu, önleyici önlemler almakla sorumludur. Tütün, daha güvenli bir ürünün olanaklı olmadığı durumda hukuksal olarak yasa koyucunun koruma kapsamına aldığı “güvenli ürün” tanımı içinde yer aldığı için, bu durum savaşıma engel oluşturmaktadır.

Dünyada bağışıklama hizmetleri, aşı takviminin çocukluk dönemine odaklı Genişletilmiş Bağışıklama Programı’nın (EPI) erişkinlerde gebe Td, yaşlılarda
grip ve pnömoni, riskli kümelerde özel aşılamadan yaşam boyu bağışıklama gereksinimlerini karşılamaya doğru evrildiğini göstermektedir. Çocukluk dönemi aşılama oranlarının yüksek bildirimine karşın, kızamık salgınının ortaya çıkması ve birkaç yıldır varlığını sürdürmesi, hizmet sunum biçimi değişikliği ile birlikte aşılama oranlarının gerçekliğinin sorgulanmasını gerekli kılmaktadır. Ülkemizde kamuoyuyla paylaşılan verilerle Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verileri arasındaki uyumsuzluk dikkate alındığında, bu alanda bağımsız araştırmaların yapılması gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
Ayrıca erişkin aşılamaları ile ilgili izleme sistemi de kurulmalıdır.

Aşı ile önlenebilir hastalıkların izlenmesinde; duyarlılık ve saydamlık ile ilgili sorunlar vardır. Toplanan verilerin işlenmesi ve toplumla paylaşılması konusunda
Sağlık Bakanlığı gittikçe daha kısıtlayıcı ve sınırlı bilgi sunucu olmaktadır.

Ülkemizde ne yazık ki aşı üretilmemektedir
.

Bu konuda kimi girişimlerin varlığı bilinse de, sürecin bilimsel ve teknolojik alt yapısının geliştirilmesi gerekliliği vardır.

Halk Sağlığı Uzmanlığı ve Halk Sağlığı Uzmanlarının görev tanımına uygun alanlarda görevlendirilmeleri, toplum sağlığının korunması ve geliştirilmesi bakımından stratejik önemdedir. Bu amaçla Halk Sağlığı Uzmanlık eğitimi, nitelik ve nicelik bakımından evrensel bilimsel temellerde, ülkenin durumu ve beklentileri dikkate alınarak planlanmalı ve uygulanmalıdır. Halk Sağlığı eğitiminin niteliğinden popülist yaklaşımlar nedeniyle ödün verilmemeli, Halk Sağlığı Uzmanlık eğitimine seçenek arayışlara girilmemelidir. Halk Sağlığı Uzmanlarının özlük hakları iyileştirilmeli ve yetkileri tanımlanmalıdır. Eğitimde önemli bir yeri olan Sağlık Eğitim Araştırma Bölgeleri’nin işlevsel duruma getirilmesi, Sağlık Bakanlığıyla Üniversiteler arasında bağıtlanan Protokol’ün Halk Sağlığı biliminin alanda daha etkin uygulanabilmesi için Halk Sağlığı akademisyenlerin bilgi ve deneyimlerinin alana aktarılabilmesi amacıyla geliştirilmeli, ancak en azından bugün eldeki olan hükümlerinin uygulanması sağlanmalıdır.

Tıp ve hemşirelik eğitimi yetişek (müfredat) programında, çevresel sorunları tanılama, sağlıklı çevre oluşturma ve bireyleri çevresel zararlardan korumaya yönelik uluslararası hemşirelik ilkelerine daha geniş yer verilmeli, öğrencilerin çevre sağlığına yönelik etkinliklere katılımları yüreklendirilmelidir.

Çalışan sağlığı ve güvenliği kapsamında 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası, çalışanların sağlığı ve güvenliğini koruma bağlamında yetersiz kalmaktadır. Hizmete
en çok gereksinim duyan kesimlere erişim sağlanamamakta, temel iş sağlığı hizmetleri anlayışı alana yansıtılamamaktadır.

Küreselleşen dünyada üretim, tüketim ve paylaşım politikaları yeniden değerlendirilmelidir. Tüketimi körükleyen hatta kışkırtan tutum ve davranışların sürmesi durumunda, daha çok üretime bağlı olarak çevresel bozulma sürecek ve başta insan olmak üzere bütün yaşam tehdit altında kalmaya devam edecektir. Plansız sanayileşme, tarım politika ve uygulamalarıyla eşgüdümlü olmayan sanayi,
alıcı ortama saldığı atıklarla yüksek fiyat – düşük çiftçi geliri örneğinde olduğu gibi
temel bir insanlık hakkı olan yeterli ve dengeli beslenme sürecini engellemektedir. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler 3. Binyıl Kalkınma Hedeflerinde de (The 3rd Millennium Developmental Goals – MDG) çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması ve mutlak yoksulluk ve açlığın ortadan kaldırılması temel amaçlar arasında yer almaktadır.

Günümüzde “olağandışılık” istisna olmaktan çıkmış, sürekli durum olmuştur. Sorun son derece yaygın ve önemlidir. Dolayısıyla risk iletişimi disiplinlerarası bir konu olarak ele alınmalı bu kanaldan gelişimi desteklenmelidir. Sağlıklı çevre politikaları için toplumcu bakış açısına sahip olunmalıdır. Anayasanın 56. maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı ve çevreyi koruyup geliştirme yükümünün devletin ve yurttaşın ortak görevi olduğunun vurgulandığı akılda tutulmalıdır.
Halk sağlığı alanında yapılan bilimsel çalışmalar toplum için önemli ve toplumun gereksinim duyduğu konuları kapsamalı, bu konuda yöneticilere bilimsel kanıt ve çözüm seçenekleri oluşturulmalıdır. Bilimsel yollarla elde edilen bilgiler toplumla paylaşılırken, bu paylaşımlar uzmanlık derneklerince izlenmeli ve paylaşımda güvenli ortam ve kanallar kullanılmalıdır.

KAMUOYUNA SAYGIYLA DUYURULUR..
http://hasuder.org/anasayfa/index.php/33-news/292-uhsk17sonucbilgirgesi, 6.11.14

Metnin pdf örneği için : 17._ULUSAL_HALK_SAĞLIGI_KONGRESI_SONUC_BILDIRGESI

Not : Sonuç bildirgesi için yetkili kurula aşağıdaki önerileri sunmuştuk :

Sonuç bildirgesi için önerilerimiz aşağıdaki gibiydi : 

1. Üç metin hazırlayalım. İlki 1 A4 dolusu basın için 2. si yönetici özeti, 3-4 sayfa;
3.’sü kapsamlı teknik metin, 8-10 sayfa olabilir..
2. Kapsamlı metinlerde tematik alanları A, B, C.. diye ayıralım, alt başlıkları da
A1, A2, B1, C1  gibi numaralayalım ki paragraflara gönderme yapmak
kolaylaşsın..
3. “Üretim bir gönenç aracı olarak algılanmalı”..
4. Anayasanın 56. maddesindeki sağlıklı ve güvenli çevrede yaşama hakkı ve
çevreyi koruyup geliştirme yükümünün devletin ve yurttaşın ortak görevi
olduğunun vurgulanmasında yarar var.
5. MDG kapsamında Çevre hedeflerine değinilmesi uygun olur.
6. BM’nin Millennium Ecososystem Assessment – 2005’ten anlamlı bir alıntıya
metinde yer verilebilir :

In 2005, the largest ever assessment of the Earth’s ecosystems was conducted by a research team of over 1,000 scientists.  The findings of the assessment were published in the multi volume Millennium Ecosystem Assessmentwhich concluded that in the past 50 years humans have altered the earth’s ecosystems more than any other time in our history.

7. Bu bağlamda; çevresel toksisite son 50 yıldır insan bedeninde özellikle artarak –
hızlanarak birikmekte. Bu nedenle de pek çok sakıncalı kimyasalların
stokastik
(birikimli) etkileri için “uygun” bir zamanlama  – dönem içindeyiz..
Çevresel kökenli hastalıklarda patlama düzeyinde artış beklenebilir,
belli ölçülerde yaşanıyor da…
8. Ayrıca ILO bu yıl 28 Nisan Dünya İş Sağlığı Günü temasını İŞYERİ KİMYASALLARI olarak belirledi. Bu olguya da bir gönderme yapılmalı.
9. Hızlı ve gereksiz nüfus artışının çevreye başlıca olumsuz etmenlerden biri olduğu vurgulanmalı ve Anayasa md. 41 uyarınca Aile Planlaması hizmetlerinin Devletin yükümü olduğu; son yıllarda bu hizmetlerin TR’de iktidarın siyasal tercihleri ekseninde aksatılarak anayasa suçu işlendiği…
10. Küresel kapitalizmin çöp endüstrilerinin çevre ülkelerde yapılandırılması
bu kapsamda TR’de çimento sanayisi..

Elden geldiğince arı Türkçe lütfen….. “Alternatif” yerine “seçenek”… gibi..

************

KADINLARIMIZA VE HALKIMIZA SESLENİŞİMİZDİR


Dostlar
,

Özellikle son günlerde giderek dozu artırılan, bilimsel hiçbir gerçeğe dayalı olmadığı gibi hem Kadın hem de Hekim haklarının çiğnemi (ihlali) derecesine tırmandırılan kimi üst düzey politikacıların “politik” söylemlerine karşı, Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği‘nin gazete ilanı olarak kamuoyuna duyurmak zorunda kaldığı uyarıcı açıklamayı paylaşmak istiyoruz..

Meslektaşlarımıza teşekkür ederiz.
İnsanları kısırlaştıran hekimler değil!Zaten böyle bir işlem 2827 sayılı yasa (1983) kapsamında son derece sıkı kurallara bağlı. Çiftlerin yazılı özgür istemleri ile olabiliyor.. Kadınlarda tüplerin bağlanması
(Tüp ligasyonu) erkeklerde ise sperm kordonlarının bağlanması (Vazektomi) ile yapılabiliyor.
İnsanları asıl kısırlaştıran çevresel toksisite!Çevreci olduğunu savlayan Başbakan RT Erdoğan‘ın önce temel düzeyde gerçekleri öğrenmesi gerek. Son 40 yılda, 1 cc (ml) menide (ejakülat) bulunan normal canlı sperm hücresi sayısı 100-120 milyon standardından 15-20 milyon standardına çekildi!

Tek açıklaması çevresel toksisite..

Siz buna aşırı nüfus artışına doğanın savunma refleksi de diyebilirsiniz.

Bir “Besmele” niz ile sorunu çözebilir misiniz bilinmez ama;
Dilovası’nda bebeklerin ilk kakasında (mekonyum) ile annelerin ilk sütlerinde (kolostrum) bile ağır metaller var! Kaynak gene çevre..
Gıda güvenliği hak getire.. Tarım Bakanlığı afişe etmekle övünüyor.
Asıl yapılması gereken önleme.. Etkilyici denetim..
Bu konuda bu sitede epey yazı yazdık..
Ankara suyuna ikide bir ağır metallar karışıyor (Arsenik vb.)
Bu konuda da bu sitede birkaçyazı var..
Bu yüzden, “yardımla üreme merkezleri” pıtrak gibi çoğaldı, gökten zembille inmedi.
  • Bu gidişle 2-3 onyıl sonra hiçbir doğum kontrol yöntemine gerek kalmayabileceği gibi; yardımsız üremek de olanaklı olamayacak gibi görünüyor..
Hiç unujtmayalım, Büyük ATATÜRK ne demişti?
* Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir, tekniktir..
Açıklamayı biz de bütünüyle paylaşmaktayız.

Sevgi ve saygı ile.
26.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=========================================

KADINLARIMIZA VE HALKIMIZA SESLENİŞİMİZDİR

Sayın Başbakan, 18.06.2013 tarihinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından düzenlenen ‘Aile Olmak’ Projesi’nin tanıtım töreninde, kürtaj ve sezaryenle
“adeta cinayet işlendiğini” ve bilinçli olarak yıllarca “kadınların bu yollarla ve
doğum kontrol yöntemleri ile kısırlaştırıldığını” belirtmiştir. Türkiye’nin konu ile ilgili uzmanlık dernekleri olarak aşağıdaki bilimsel açıklamaları yapmamız ve
kamuoyunu aydınlatmamız gerekmiştir:

1- Sezaryen ile  doğum, annenin ve bebeğinin hayatını kurtaran,
bebeğin cerrahi olarak doğurtulmasıdır; asla “kısırlaştırma” yöntemi değildir.

2- Kadınlarda kullanılan kısırlaştırma yöntemleri, tüplerin bağlanmasıdır.
Kadının ve eşinin mutlak istegine dayanarak ve onayları alınarak yapılabilmektedir.

3- Sezaryen ile 2’den çok doğum yapılamaz diye bir bilimsel kural yoktur.
Nitekim ülkemizde ve dünyada halen birçok kadın, çok sayıda sezaryen olabilmektedir.

4- Doğum kontrol yöntemleri topluma amaçları doğrultusunda iyi anlatıldığında ve sunulduğunda, istenmeyen gebeliklerin kürtaj  ile sonlandırılma gereksinimini ortadan kaldırmaktadır ve nitekim ülkemizde son 30 yılda kürtaj yaptırma oranı 3 kat azalmıştır.

5- Sezaryene ulaşımın zor, kürtajın yasak olduğu ülkelerde bu nedenlerle her 8 dakikada bir kadın ölmektedir. Ülkemizde Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanlarının
özverili çabaları ile anne ölüm hızı son 30 yılda altı kat azalmıştır.

6- Son on yılda tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sezaryen oranları yükselmiştir. Ülkemizde durumun böyle olmasında ana etmenlerin, uygulanan sağlık politikaları
ve hekimin hastası ile yasal sorunlar yaşama korkusunun olduğu  unutulmamalıdır.

7- Türkiye’de anne ve bebek ölüm oranları önemli bir ölçüde azaltılmıştır.
Bu başarının en önemli nedeni ülkemizin dört bir yanındaki özverili, fedakar  meslektaşlarımızın, gece gündüz demeden canla başla çalışarak kadınlarımıza
dünya standartlarında sunduğu sağlık hizmetidir.

8- Türk hekimlerini, haksız ve rencide edici bir şekilde, “hastalarımızın haberi olmadan onları kısırlaştıran bilinmez bir gücün piyonları” gibi sunmak,
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanlarını üzmüş ve derinden yaralamıştır.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanları kürtaj ve sezaryen konusunda bilim ve
yasalara uygun şekilde hareketle meslek ve görevlerini yerine getirmişlerdir.
Yasalara uydukları için hekimlerin suçlanması hukuken kabul edilemez bir durumdur.

9- Kadın Hastalıkları ve Doğum alanındaki ulusal uzmanlık derneğimiz ve
yan dal derneklerimiz olarak, hekime şiddet dahil tüm olumsuz koşullara rağmen,
bu mesleği seçmemizdeki ana etken olan İNSAN SEVGİMİZ ve İNSANA YARDIM ETME ARZUMUZ ile şevkimiz kırılmadan, yorulmadan halkımıza hizmete devam edeceğimizi, değerli Halkımızın ve Kadınlarımızın takdirine saygılarımızla sunarız.

TÜRK JİNEKOLOJİ VE OBSTETRİK DERNEĞİ

Jinekolojik Endoskopi Derneği
Perinatoloji Uzmanları Derneği
Servikal Patolojiler ve Kolposkopi Derneği
Türk Jinekolojik Onkoloji Derneği
Türk Perinatoloji Derneği
Türk Ürojinekoloji ve Pelvik Rekonstrüktif Cerrahi Derneği
Türkiye Maternal-Fetal Tıp ve Perinatoloji Derneği
Üreme Sağlığı ve İnfertilite Derneği
Üreme Tıbbı Derneği

Biyoteknolojinin yaşamımıza olumlu katkıları üzerine..


Dostlar
,

“Biyoteknolojinin yaşamımıza olumlu katkıları üzerine”

Başlıklı özlü makaleyi paylaşalım.. Bu arada bizim de söyleyecek epey sözümüz var..

Biz “Gen ve Moleküler Biyoloji” konuları ile Hacettepe Tıp Fak.’nde tıp eğitimine başladığımız 1. yılda tanışmıştık (1971-72 ders yılı). Dersimizin adı tam da
“Gen ve Moleküler Biyoloji” idi. Hocamız, Ankara Fen Lisesi’nin çok yetenekli
Biyoloji öğretmeni Nermin hanım idi (soyadını anımsayamadık..).

ABD’den Watson ve Crick, insan kalıtım materyali DNA’yı ve onun çift zincirli sarmal (heliks, spiral) yapısını, 4 bazını ve bağlarını, dizilimlerini bizim doğduğumuz yıl,
1953’te keşfetmiş ve Nobel ödülü almışlardı.

Watson ve Crick’in özgün kitaplarını, Hacettepe Tıp’ın çalışkan hocalarından
(Çocuk hekimi idi) ve ÖSYM’nin kurucusu, uzun yıllar başkanlığını yapan
Prof. Dr. Altan Günalp Türkçe’ye kazandırmıştı.

Nermin hoca yeşil renkli tahtayı üşenmeden tebeşirle doldururdu.
Önde oturabildiğimizde (sabah çook erkenden gelip yer kaparak..), arada
göz göze gelir ve “hadi, siler misin?..” gibisinden ricasını algılar ve gereğini yapardık.

Nermin hanımdan ve Biyolog Dr. Ali Nihat Bozcuk‘tan çok şey öğrendik.
Genetik’in ve Genetik temelli tıbbın geleceğin en parlak alanlarından olacağı çook netti.
Nitekim günümüzde bu alan Tıp Fakültelerinde ayrı bir Anabilim Dalı..
Üniversitelerde çok seçilen bir lisans alanı ve de uzmanlık alanı.

Dileriz; Biyoteknolojinin bir alt disiplini ve uygulama alanı olan Tıbbi Genetik hızla ilerler
ve çok sayıdaki genetik (kalıtsal) hastalığa çözüm bulunur. Özellikle koruyucu bağlamda, bu hastalıklar ortaya çıkmadan erken tanı konur. “Genetik sağaltım” ya da “Genetik onarım” uygulanarak sorun köktenci biçimde çözülür. Buna tıpta “öncül koru(n)ma” (primordial prevention) denmekte. 4 koruma düzeyinin en köktenci olanı..

Bu arada, yine 1. sınıfta, Toplum Hekimliği dersimize gelen
efsane hoca Prof. Dr. H. Nusret Fişek de benzer sözler söylerdi. Bakteri genetiği-biyokimyası alanında Harvard’da doktora (PhD) yapmış çok parlak bir hekimdi.

Geleceğin tıbbının mutlaka koruyucu hekimlik temelli olacağını ısrarla vurgulardı. Bunun büyük ölçüde genetik düzlemde başarılacağının da altını çizerdi.

HUGO Projesi, bilim tarihinin en büyük konsorsiyumudur (Sanırız, CERN 2. büyük projedir). Onlarca ülke, milyarlarca dolarlık bir bütçeyi finanse emişlerdir ve insan DNA’sı tümüyle çözümlenmiştir. Önümüzdeki 10 yılda, bu alanda devrimsel nitelikli adımlar beklenmektedir.

Örneğin şu aşamada, yardımla üremede anne adayının ovumu (yumurtası) ve baba adayının sperması laboıratuvar ortamında birleştirilerek in vitro fertilizasyon (döllenme) gerçekleştirildikten sonra, uterusa (rahime) embriyo transferi yapılmadan önce pre-implantasyon genetik tanı olanağı, bir küme genetik hastalık için sınırlı merkezlerde vardır. Bu işlem rutin olmadığından ve tüm kalıtsal hastalıkları kapsamadığından, şu aşamada esas olarak rahim içi dönemde doğum öncesi (prenatal) genetik tanı yöntemleri moleküler düzeyde kullanılmaktadır.

Down sendromu (21. koromozom trizomisi) için geliştirilen 2’li ve 3’lü testler
bu kapsamdadır. Aşağıdaki temsili çizimde olduğu gibi amnios sıvısı alınması zorunlu değildir, anne serumunda da hiç düşük riski olmaksızın yüksek güvenilirlikle çalışılabilmektedir.

Mutlaka not düşmeliyiz ki; gerek genetik anomalilerde gerek döllenmenin zorlaşmasının artalanında ciddi biçimde çevresel toksisitenin payı vardır. Bu sorunlara sitemizde
çok sayıda dosya ile değinmiştik..

Sevgi ve saygı ile.
20.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
=====================================================

Biyoteknolojinin yaşamımıza olumlu katkıları üzerineİki ucu sivri kılıç olan biyoteknoloji, insan yaşamını olumlu yönde etkileyebileceği kadar, gelecek kuşakları tehlikeye sokma sakıncalarını da birlikte taşıyor. Yanlış ellere geçtiğinde insana verebileceği zarar, getirdiği yararları gölgede bırakacak, doğal dengeyi bozacak, haksız yarar sağlayacak yönde olabilir. Önce biyoteknolojinin doğru ellerde bize sağlayabileceği yararlar üzerine. Aslıhan Turhan, PhD
turkkusu3@gmail.com

Biyoteknoloji, bir canlının genleri ile oynayarak o canlının doğal halinden farklılaşmış ürünler vermesini sağlayan yöntemler grubudur.

Biyoteknolojide en büyük atılımlar, 1973’te Boyer ve Cohen’in, DNA parçacığını kesip çıkaracak ve başka bir noktaya eklenmesini sağlayacak enzimleri tanımlayıp uygulamaya koymaları ile başladı (1). O günden bu yana büyük gelişmeler gösteren biyoteknoloji sayesinde,

  • şimdi artık insan genomunun tümü gözler önüne serilmiş bulunmakta (2).

Genlerde yapılan değişiklikler ile canlıda meydana getirilen değişimin çeşitli yönleri olabilir. İlk olarak yapılan genetik değişikliğin, insana sağlayacağı yararları düşünelim.
Bu yarar örneğin bir hastalığın sağaltımı (tedavisi) olabilir. Örnek olarak,
Down sendromlu hastalar için yapılan çalışmaları ele alabiliriz.

Down sendromu, 21. kromozomun üçlenmesi (sağlıklı kişide bir anneden bir babadan gelen iki kromozom var) ile oluşan bir genetik hastalıktır. Bu hastalıktan yakınan çocukların yargılama yetileri düşük, tepkisel hareketleri yüksek, odaklanma yetenekleri kısıtlıdır ve hafif ya da ileri derecede zekâ bozuklukları vardır. Topluma uyum sağlamakda güçlük çekerler, kendi başlarına yaşama veya aile kurma olanakları kısıtlıdır. Bu tür bir hastalığa çare olabilecek biyoteknolojinin geliştirilmesi, tekniğin
çok önemli ve yararlı bir amaca yönelik olarak uygulanması olur. Günümüzde artık
anne karnında bir bebeğin Down sendromlu olup olmadığı bilinebiliyor
ve çoğu zaman aileler bu tür acı haberleri alınca, yaşamı boyunca sıkıntı çekecek bir çocuğu doğurmak ya da hamileliği sonlandırmak ikilemi ile karşı karşıya kalıyor.

Ailelerin bu tür bir yürek yakıcı seçimde bırakılması veya günümüzde tartışma konusu olan kürtaj yasağı uygulama bulur ise, Down sendromlu bir çocuğu doğurma zorunluluğu yerine, biyoteknoloji, bu çocukların doğar doğmaz, 21. kromozumlarının üçüncü kopyasını sessizleştirerek o çocuklara yaşamda hakça bir fırsat sunabilirse,
bu çığır açan bir katkı olur. Henüz çalışmalar bunu başarabilmiş değil ama umut var.

Tıp alandaki gelişmelerin, insanlara sunduğu başka bir yarar uzun yaşam beklentisidir.
Örneğin daha önceleri bilinmeyen Alzheimer gibi hastalıklar (AH) tanımlandı.
Artık birçok insanın farkında olduğu bu hastalık, endüstrileşmiş ülkelerdeki yaşlılarda bunamanın baş nedenleri arasında gelmekte. Son 30 yılda, endüstrileşmiş ülkelerde yaşam süresinin önemli ölçüde uzamış olduğu göz önüne alındığında, bir çözüm bulunmaz ise zihinsel yetilerini yitirmiş yaşlılarla dolu toplumların çoğunlukta olması işten değil. AH’nın 2050 yılında da her 85 kişiden birini etkileyeceği düşünülmekte.

Alzheimer’ın nedeni bilinmemekle birlikte, açıklayıcı 2 sav var :

Biri, zaman içinde beyinde farklı biçimde kıvrımlanmış bir proteinin birikimine dayanırken;

Öbürü, beyindeki sinir ileti molekülü olan asetilkolin’in azalan yapımını
neden gösteriyor.

Peki tedavi? Amerika’da yapılan bir biyoteknoloji çalışmasında, sinir büyüme etkeni’nin (Nerve Growth Factor- NGF) farelere verilmesi ile belleklerinin geliştirilebildiği gösterildi.

İlaçların yan etkilerini ölçen Faz 1 deneyleri ile insanlarda denemeye başlanan
NGF yaklaşımı, 2005’te hafif derecede Alzheimer hastalığı olan 8 kişiye uygulandı,
kötü bir yan etkisinin olmadığı ve bunama hızlarında bir yavaşlama sağladığı gözlendi. Bu yöntem umut verici, daha ileri çalışmalar gerekiyor (4). Bu gibi durumlarda biyoteknoloji vazgeçilmez bir umut kaynağıdır.

Benzer olarak, bu tür biyoteknolojik sağaltım yaklaşımlarının savaş sonrası askerlerde gelişen psikolojik şok-yıkım hastalıklarında (Post-traumatic stress disorder) veya
ırza geçme olaylarında kulanılması için çalışmalar yapılıyor (5).

Örneğin, yönlendirilmiş gen aktarımı veya hedefin sessizleştirilmesi yöntemleri ile psikolojik sarsıntı – şok sonrası olaya ilişkin anıların yok edilmesi çalışmaları,
özellikle son 10 yılda iki ayrı savaşa girmiş ve ırza geçme olaylarının neredeyse
gündelik olarak yaşandığı Amerika’da, yoğunlukla yürütülüyor.

Biyoteknolojinin daha büyük kitleleri kapsayan yararları arasında da, örneğin
kuraklığa karşı direnç sağlayan bir genin tohuma aktarılması ile, ana beslenme unsuru pirinç olan ve çok sıklıkla kuraklık doğal felaketi ile karşı karşıya kalan ülkelere büyük bir yararlar getirilmektedir.

  • Bu açıdan bakıldığında, biyoteknolojinin taşımakta olduğu gizil güçler
    göz ardı edilmemeli.

Kaynaklar               :

1) Construction of Biologically Functional Bacteria Plasmid In Vitro. S. N.Cohen et . al. PNAS, 70: 3240, 1973.
2) The sequence of the Human Genome, J. Craig Venter, Science, 291:1304, 2001.
3)The FASEB Journal,Therapeutic angiogenesis due to balanced single-vector delivery of VEGF and PDGF-BB Andrea Banfi, Georges von Degenfeld, Roberto Gianni-Barrera, Silvia Reginato, Milton J. Merchant, Donald M. McDonald and Helen M. Blau
4)A phase 1 clinical trial of nerve growth factor gene therapy for Alzheimer disease. Tuszynski MH, Thal L, Pay M, Salmon DP, U HS, Bakay R, Patel P, Blesch A,Vahlsing HL, Ho G, Tong G, Potkin SG, Fallon J, Hansen L, Mufson EJ, Kordower JH, Gall C, Conner J. Nat Med. 2005 May;11(5):551-5. Epub 2005 Apr 24.
5) “Npas4 regulates a transcriptional program CA3 required for contextual memory formation” Ramamoorthi K et al., Science, 334:1669, 2011

(Cumhuriyet Bilim Teknik, 19.11.12)

Tüp bebek konusunda bilinmesi gerekenler…


Dostlar..

Bu teknik geliştirileli 30 yılı geçtik.. 1978’de İngiltere Rosling Enstitüsü‘nde ilk ürün “koyun Doly” doğmuştu. Yöntemler de sürekli geliştirildi, başarı oranları yükseldi.

Bir noktayı özellikle vurgulamamız gerek :
Biz 1971’de Hacettepe’de tıp eğitimine başladığımızda öğrendiğimiz, 1 cc (ml) ejakülatta (meni) 100-120 milyon canlı sperm hayvancığının bulunmasının “normal” olduğu idi. 40 yıl sonra ise 15-20 milyon “normal” sayılıyor!

Bu olgunun birçok nedeni olabilir. Herhalde en belirgin nedenlerden biri çevresel toksisitedir. Çevreden aldığımız toksik kimyasallar (yiyecekler, deri ve solunum yolu ile).

Belki de Doğa, aşırı nüfus artışına karşı bir savunma yanıtı geliştirmiştir!?

Gelinen noktada, giderek daha çok “yardımla üreme teknikleri“ne gereksinim duyulmaktadır ve bu sektör devasa boyutlar kazanmıştır.

Belki şunu bile söyleyebiliriz :

  • Çeyrek yüzyıl kadar sonra doğum kontrol yöntemlerine gereksinim kalmayacaktır!
Doğayla barışık olmalıyız..

O’na bir “fahişe” gibi davranmaktan vazgeçmeliyiz..

Ve de “sürdürülebilir kalkınma” retoriğini terk edip,
ivedilikle “sürdürülebilir yaşam” moduna geçmeliyiz..

Sitemize daha önce koyduğumuz Çevre sağlığı hakkındaki yansılarımıza bakılabilir..
(http://ahmetsaltik.net/hastaliklarin-kalitsal-bolgesel-ve-cevresel-ozellikleri-the-hereditary-regional-and-environmental-features-of-diseases/ ve
http://ahmetsaltik.net/cevre-ve-insan-sagligi-environment-and-human-health/)

Bir de ABD’den CDC’nin Eylül 2012’de güncelenen çevresel kimyasallar hakkındaki raporuna bakılabilir.. (http://www.cdc.gov/exposurereport/; Fourth National Report on Human Exposure to Environmental Chemicals, Sept. 2012)
Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 1.11.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================== 

Tüp bebek konusunda bilinmesi gerekenler…

Prof. Dr. Bülent Urman
Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölüm Başkanı
Koç Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum AD Öğretim Üyesi

1. Tüp Bebek tedavisi tam olarak nedir?

Tüp bebek kadından alınan yumurtalarla, erkekten alınan spermlerin dışarıda laboratuvar ortamında birleştirilmesi ve döllenme gerçekleştikten belli bir süre sonra kadın rahmine yerleştirilmesi işlemidir.

Bu isim altında geçen iki farklı teknik vardır. in vitro fertilizasyon yani IVF işleminde yumurtalar bir gece boyunca belirli miktarda sperm ile birarada tutulur, döllenme hadisesi kendiliğinden gerçekleşir. Elde edilen embriyolar arasından en iyi gelişen 2 veya 3 tanesi rahim içine yerleştirilir. İntrasitoplazmik sperm enjeksiyonu (ICSI) veya mikroenjeksiyon ise erkekten alınan spermlerin doğrudan yumurtanın içine enjekte edilmesi ve yine döllenme gerçekleştikten belli bir süre sonra kadın rahmine yerleştirilmesi işlemine verilen isimdir.

2. Anneleri nasıl bir süreç bekliyor?

Bu tür tedavileri zor veya yıpratıcı olarak görmemek gerekir. Yaklaşık 15 gün süren bir tedavi gerektirir. Bu süre içinde 5 veya 6 kez hastaneye gitmek yeterlidir. Günümüzde kullanılan ilaçlar, kişinin kendi kendine yapabileceği kadar kolay hale getirilmiştir. Tedavide en önemli nokta beklentilerin ayarlanmasıdır. Her zaman olumlu düşünmek ama tedavinin her zaman başarılı olmayabileceğini unutmamak ve beklentileri buna göre ayarlamak gerekir.

3. Olumlu yanıt almak ne kadar sürüyor?

Hasta yaşı başarı şansını etkileyen en önemli faktördür. İlk uygulamada başarısız olmak sonrakilerde başarılı olunmayacağı anlamına gelmez. 30 yaş altında başarı
% 60-70 dolayındadır. 35 yaş altı hastaların yarısından çoğu tedavinin ilk üç tedavi denemesi içinde canlı bir doğum yapar. İlk 3 siklusta tedavi başarısı hemen hemen aynı orandayken, 3 başarısız siklustan sonra gebelik şansı azalmaktadır.

4. Tedaviye başlamak için en doğru zaman ne zamandır?

Tedaviye her zaman başlanabilir. En doğru zaman, kişinin kendisini fiziksel ve psikolojik olarak hazır hissettiği zamandır. Mevsimler arasında başarı şansı açısından bir fark olmadığı gösterilmiştir. İş temposunun çok yoğun veya zorlayıcı olmadığı, arzu edildiğinde istirahat edilebilecek bir dönemin seçilmesi daha uygun olabilir.

5. En verimli yaş aralığı ne zamandır?

Tüp bebek tedavisinde başarıyı belirleyen en önemli faktör kadının yaşıdır. İlerleyen yaş ile birlikte yumurtalık rezervi ve bununla birlikte tedavi başarısı da azalmaktadır. Buna ek olarak artan yaşla birlikte yumurtalarda genetik problemlerin görülmesi riski ve buna bağlı olarak gebelik kaybı riski de artmaktadır. 30 yaşın altındaki hastalarda başarı şansı % 60- 70 arasında değişmektedir. Tedavi sonuçları değerlendirildiğinde, 37 yaşından önceki tedavilerde gebelik oranları % 40’ın üstünde iken, 37 yaşından sonra bu oranlar % 25 ve 39 yaş üstünde % 15-18 lere düşmektedir.

(Fotoğrafı biz ekledik, Dr. A. Saltık)

6. Bu konudaki yeni yöntemler nelerdir?

IVM: in vitro matürasyon olarak tanımlanan ve yumurtalıkları ilaçlara aşırı oranda cevap veren polikistik yumurtalıklara sahip olan olgularda tercih edilebilen bir yöntemdir. Diğer protokollerin aksine çok düşük dozda ve çok kısa süreli bir ilaç kullanımını takiben yumurtalar henüz tam olgunlaşmadan toplanıp özel solüsyonlar içinde laboratuvar koşullarında olgunlaştırılır ve spermle döllenirler. Böylece yumurtalıkların ilaçlar ile aşırı uyarılması ve buna bağlı önemli bazı sağlık risklerinden uzak kalınmış olur.

PGD      : Tıp teknolojisindeki hızlı gelişmeler günümüze dek açıklamakta zorlandığımız pek çok problemi tanımlamamızı ve çareler üretmemizi sağlamaktadır. Bu konudaki en güzel örneklerden bir tanesi daha henüz gebelik oluşmadan önce gebeliğin sağlığının belirlenmesini sağlayan “embriyoda genetik tanı” yani preimplantasyon genetik tanı imkanıdır. Bebeğin henüz 7-8 hücreli bir embriyo aşamasındayken FISH veya CGH adı verilen tekniklerle sağlığı açısından incelenmesi mümkündür. Bu şekilde hasta veya genetik özürlü bir embriyonun rahim içerisinde yerleşmesi ve sağlıksız bir gebeliğin oluşması baştan önlenmektedir.

Kriyopreservasyon: Yumurta, sperm ve embriyolar -196 derecedeki sıvı nitrojen içinde uzun yıllar dondurularak saklanabilmektedir. Örneğin kemoterapi görecek ve üreme yeteneğini tümüyle yitirecek kanser hastalarında yumurta ve sperm hücresinin dondurularak saklanabilir. Ayrıca tüp bebek tedavisinde ana rahmine yerleştirilen embriyolardan arta kalan fazla sayıdaki diğer embriyolar da yedek bir gebelik şansı veya ikinci çocuk imkânı için dondurularak saklanabilir. İyi kalitedeki embriyolar 5 yıla kadar saklanabilmektedir.

IMSI  : İntrasitoplazmik morfolojik olarak seçilmiş sperm enjeksiyonu olarak dilimze çevirebileceğimiz bu teknikte spermler klasik yöntemerden farklı olarak çok daha yüksek bir büyütme altında incelenir ve seçilir. Bu sayede, özellikle spermde ciddi şekilsel bozuklular gözlenen erkeklerde tüp bebek başarı şansının arttığı iddia edilmektedir.

Çiftler tüp bebek tedavisi sırasında psikolojik destek almalı mı?

Çocuk sahibi olmada gecikme süresi uzadıkça durum çift için gitgide artan bir stres kaynağı olmaktadır. Toplumun, çevrenin çift üzerindeki baskısı da hiçbir zaman ihmal edilemeyecek bir etki göstermektedir. Çifti içinde bulundukları sosyal çevreden izole etmek mümkün değildir ve ne yazık ki hemen her zaman çevrenin etkisi olumlu değil olumsuz yönde olmaktadır. Mevcut problem çifti başarısızlık, yetersizlik ve eksiklik psikolojisine iter, çift bu konunun gündeme geleceği korkusu ile sosyal çevresine karşı bir reaksiyon oluşturur.

Ne var ki ne doktorların telkinleri ne de çevredeki olumlu destek veren dostların telkinleri, çiftin psikolojisini destekleye tam olarak yetmeyebilir. Böyle durumlarda tüp bebek merkezlerindeki uzman psikologlar gerekli desteği eksik etmeyeceklerdir.