Etiket arşivi: çevre cinayeti

Halk devletine karşı vatanını koruyor

Ali Sirmen
Ali Sirmen
asirmen@cumhuriyet.com.tr
30 Temmuz 2023, Cumhuriyet

 

Sevgili,

Akıl hamakatin karşı durulmaz lagarlığı altına ezilmeye mahkûm edildi mi, her şeyde olduğu gibi, atasözlerinde ve özdeyişlerde de anlam kayboluyor. Dünkü Cumhuriyet’in ilk ve son sayfaları bunun çarpıcı bir örneği. Son sayfada Boğaziçi Üniversitesi İklim Politikaları Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz’ın, “Bunlar daha iyi günlerimiz” diyerek ağustosun temmuzdan daha beter olacağı uyarısı ve küresel ısınma dolayısıyla başlayan sıcakların ulusal afet ilan edilmesi önerileri yer almaktaydı.

Birinci sayfada ise Muğla’nın Akbelen Ormanı’nın kesilmemesi için devletin polisi ve jandarmasına direnen halkın ve onlara desteğe giden Kemal Kılıçdaroğlu’nun haberi vardı.

Sevgili, biraz belleğini yokla, sen de benim gibi küresel ısınma ile ilgili haberlerin, korkunç bir yarını betimlediği günleri gayet net hatırlayacaksın.

O yarınların haberleri şimdi bugün oldu, artık onları yaşıyoruz. Başka yarınların da bugün olması için çok beklemeyeceğimize, İstanbul-İzmir gibi kentlerimizin kıyı bölgelerinin yükselen deniz suları altında kaldığını pek yakında yaşayacağımıza emin olabilirsin.
***
Çevre ile ilgili kehanetlerin gerçek olması, afetlerin yaşanmaya başlanması bir musibetin bin nasihate evla olduğu deyişini anlamsızlaştığı açıktır. Felaket öngörülmüş, nasihatler birbirini izlemiş fakat kimse aldırmamıştır. Musibetin gerçekleşmesi dahi kimsenin aklını başına getirmemiştir. Getirseydi, dünkü Cumhuriyet’in son sayfasında söylenenler, kös dinler gibi karşılanır ve birinci sayfadaki rezalet olur muydu?

Ne oluyor Akbelen’de?

Akbelen’de devletin kolluk güçleri, “beşli çete”nin talebiyle kömür madeni açmak için ormanı kesmektedir.

Çevre köylüler ve başka yerlerden gelmiş çevreci vatandaşlar, “beşli çete”ye karşı ormanlarını korumaktadırlar. O ormanlar, kamunun yani onlarındır.

  • Korudukları kendi zenginlikleri, kendi vatanlarıdır.

Oralar kamu mülkiyetindedir. Bizim oraların korunmasını devletten talep etme hakkımız vardır.

Vatandaş da öyle yapmış, kamu malını, yani kendi malını, başka deyişle vatanını korumasını yargıya başvurarak talep etmiştir.

İlk bakışta anlaşılması güç tasarruflar ile devlet vatandaşın vatanının korunması talebine olumlu yanıt vermemiş, “beşli çete”nin isteğine uyarak ormanın kesilmesini, engellemek isteyenleri kolluk gücüyle dağıtmaya çalışmıştır.

  • Şu anda Akbelen’de halk ormanını yani vatanını korumaktadır.

Beşli çete”nin adamları kesimin sürmesi işinde gözcülük etmektedirler. Kesim alanında halka müdahale etmemektedirler.

Peki halk kime karşı savunuyor ormanını, yani vatanını?

  • Halk vatanını devletine karşı savunuyor.

Beşli çete ormanın alından kömür çıkarmak istemekte, halk ise bunu engellemeye çalışmakta, kamu yararını gözeterek devletten halk çıkarını korumasını istemektedir.

Devlet ise kesimin bir an önce gerçekleşmesi için Akbelen’de kolları sıvamıştır.

  • Akbelen’de bir çevre cinayeti işlenmektedir.

Ama Akbelen’de başka bir şey daha olmakta,

  • halk vatanını kendi devletine karşı savunmaktadır.

***
Çevre cinayeti, hem topluma hem de insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Ama bir halkın vatanını devletine karşı savunmak zorunda kalması hali daha da büyük bir suçtur.

Halkın vatanını kendi devletine karşı savunmak zorunda kaldığını düşünmesi bile yeterince büyük bir musibettir.

Bu durumda bütün kavramlar karmakarışık olur, kurumlar birbirine girer, her şey anlamını kaybeder.

Bu durumda demokrasi dikta olur; egemenlik işgal, adalet ise zulüm.

Akbelen’de vatandaşın kendi vatanını kendi devletine karşı savunması durumu olmuşsa ya da olmayıp da sadece vatandaşta böyle bir izlenim uyanmışsa bile devletin bu durumu veya izlenimi gidermesi şarttır.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Lozan ‘Bayramı!’28 Temmuz 2023

Trakya’yı kurtar(may)alım mı?


Trakya’yı kurtar(may)alım mı?

İlhan Vardar
AYDINLIK
, 16.3.15
Trakyayı kurtar(may)alım mı?
“Şu anda yarının artık bugün olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Çok geç kalmış olmak diye bir şey vardır.
Sayısız uygarlığın beyazlamış kemikleri üzerinde şu acılı sözcükler yazılı:
‘Çok geç.’
Eyleme geçmezsek, merhameti olmadan güce,
ahlakı olmadan kudrete,
kavrayışı olmadan kuvvete sahip olanlar için ayrılmış
zaman koridorlarına sürükleneceğimiz kesin.’’
Martin Luther King
Yine bir seçim dönemi ve yine tatlı su entellerinin, ya da “tamam biz de görüyoruz yanlışları, ama seçim dönemi eleştiri yapmak yanlış” diye her şeye gözlerini kapayan, takım tutar gibi
parti tutup seçimlerde tıpış tıpış gidip oy kullanmayı demokrasi olarak algılayan kişilerin
bu görüşüne karşın, kişisel eleştiriler de olduğu için yanıtımı on sekiz yıl önceden
vermek istiyorum.
1997’de ne seçim vardı, ne AKP. O zamanda bizler eleştirilerimizi yapıyor, bu eleştirileri yapan dostlar görmüyor, duymuyor, konuşmuyordunuz.. Şimdi bu şekilde düşünenlere
“AKP’nin hizmetkarlığını yapıyorsunuz” suçlamasına karşın o günlerde de iktidarımızı engelliyorsun söylemleri vardı.!
İşte bu zihniyetiniz Martin Luther King’in elli yıl önce söylediği gibi
  • “Merhameti olmadan güce, ahlaklı olmadan kudrete, kavrayışı olmadan kuvvete sahip olanlar için ayrılmış zaman koridorlarına” sürüklenmemize neden olmadı mı?
    Hala çok ama çok geç değil mi?
“Uzun bir kış’tan sonra şu son günlerde İstanbul dışına, Trakya’ya doğru bir yolculuğa çıkarsanız, hele hele biraz yağış varsa fark edeceğiniz ilk şey gözleriniz kapalı bile olsa
buram buram toprak kokusu olacaktır. Bunun üzerine gözlerinizi açtığınızda baharla birlikte uyanan doğanın o yeşil örtüsüyle karşılaşırsınız. Yolculuğunuz daha bakir bir bölgeye ise ve gelincik mevsimine rastlarsa yemyeşil buğday tarlaları içindeki kızıl gelinciklerin seyrine
doyum olmaz. Hele hele yeşille mavinin bütünleştiği kıyı şeritlerine ulaştığımızda duyulan haz, mutluluğun resmini yaptırtabilecek bir dinginlik verir insana.Hiç kimse böyle bir yolculuğa hayır diyemez sanırım. Ama ne yazık ki, yıldan yıla bu tür manzaralarla karşılaşmak için çok daha uzun yollar katetmemiz gerekiyor. Ve bu uzun yolları katederken daha birkaç yıl önce yeşillikler arasında yalnızca kiremitlerinden ve saman yığınlarından köy olduğunu anlayabildiğimiz yerleşim birimlerinin gittikçe betonlaştığını,
artık beton yığınları arasından ağaçların göğe uzanmak istercesine direndiğine tanık olursunuz. Sınırlarının ağaçlardan, derme çatma çalılardan oluştuğu o eski büyük bahçelerin içindeki tek katlı, sundurmalı, bahçenin bir kenarındaki ahırlı köy evlerinin yerlerini kat kat beton yığınlarına terk ettiğine tanık olursunuz.

Ama bizler, burunlarımızı tıkayarak, gözlerimizi kapayarak daha yeşile, daha maviye ulaşmak ve oraları da -önceleri kısa tatillerde keşfedip daha sonra – yok etmek için son hızla gitmekteyiz!
Özellikle Sanayi Devriminden sonra Batı’da, daha çok tüketen insanın daha mutlu olduğu,
kişi başına üretilen, demirin, çeliğin çimentonun mutluluğun göstergesi olduğu kabul edilmiştir.
Doğal kaynakların kısıtlı oluşu göz önüne alınmadığı için de bir yandan doğal kaynaklar tükenmekte öbür yandan işlenen ham maddeler doğaya atık olarak dönmektedir.
2. Dünya Paylaşım Savaşından sonra kapitalizmin büyüme tutkusu tüketim için üretim” yerineüretim için tüketim sürecini başlatmıştır. Artık üretim, insanların doğal gereksinimleri için değil de oluşan  tröstlerin devleşmesi ve ayakta kalabilmesi için
yapılmaya başlanmıştır.
Bu da çevre sorunlarının korkunç boyutlara ulaşmasına neden olmuştur.
Bizim gibi daha sanayileşme ve demokratikleşme aşamasına bile gelememiş ülkelere çöreklenen dev tröstler tüm dünyanın yaşanamaz duruma gelmesine neden olmuştur. Bilindiği gibi
bu tüketim çılgınlığı süreci ülkemizde de 12 Eylül 1980 darbesini izleyen hükümetler sonrası büyük bir hız kazanmıştır.
Bir yandan uluslararası tröstler ve yerli tekeller ülkemizde çevreye duyarlı gözükmeye başlamışlar ve hatta son yıllarda çevre ödülleri dağıtır duruma gelmişlerdir.
Ama öte yandan kurulan montaj fabrikalarının en verimli tarım arazilerinde kurulmasından
hiç mi hiç çekinmemişlerdir.
Çevre konularına en çok duyarlı vakıflarımız ise özel üyeliklerini Dolar üzerinden yapmakta
ve bu tür kuruluşların desteğini almaktan çekinmemektedirler.” (*)
Trakya’yı kurtaralım – İlhan VARDAR,
Bilim ve Ütopya Dergisi, Mayıs 1997, sayfa 7=====================================

Dostlar,

Trakya’da (Edirne’de) 1988 -2004 arasında 16+ yıl yaşamış ve halen hemen hemen her yıl Tekirdağ’da birkaç hafta geçiren bir insan olarak, Trakya’nın çevre sorunlarını izliyor ve yakından biliyoruz. Çeyrek yüzyılda nereden nereye gelindiğini büyük acıyla izliyoruz.

O bölgede yaşadığımız yıllarda Edirne’de Çevre Gönüllüleri Derneği kurmuş ve
savaşım vermiştik. Geçtiğimiz yıl (2014) Ekim ayında da Edirne’de düzenlenen
17. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi‘nde temamız “SANAYİLEŞME ve ÇEVRE SAĞLIĞI” idi.

Trakya’daki bol yüzeysel sular, çok su kullanan tekstil sanayisinin yapılaşma gerekçesi olmuştu. Tabii Avrupa’ya yakın oluşun da payı var… Son verilerle yüzeysel sular 400 m’ye dek tüketilmiştir! Boşaltılan mağaralara (lakünalara) ise ne yazık ki, bir çevre cinayeti uygulanarak kimi sanayi kuruluşlarının atık suları doldurulmuştur. Trakya’nın yaşam damari Ergene ırmağı,
toksik atık yatağı durumundadır. 1. sınıf tarım toprakları yapılaşmaya açılmıştır.

Trakya nüfusu hızla büyümektedir ve İstanbul Istrancaların sularını vantuz gibi emmektedir.

Bir yabancı banka özellikle çiftçilere kredi vermekte, tahsil edemediğinde (!) topraklara
el koymakta ve Yunanistan’a yakın – komşu bu topraklar belli ellerde toplanmaktadır!

Bir de KANAL İSTANBUL tasarımı yaşama geçirilirse bu, Trakya’nın elden çıkması demektir.
Bu çılgın, çevre düşmanı, yıkıcı – talancı rant tasarımından derhal vazgeçilmeli;
Trakya’da havza planlaması ile çevresel yıkım daha fazla geç kalmadan durdurulmalıdır.

Sevgi ve saygıyla.
17.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com