Etiket arşivi: cari işlem açığı

AKP’ye seçmen desteği : Ekonomik nedenler


AKP’ye seçmen desteği:

Ekonomik nedenler 

Seçimler doğru dürüst yapılacak mı? Resmî sonuçlar gerçeği yansıtacak mı?
2 Kasım’da bu  soruların  “evet” olarak yanıtlanmış olacağını kabul edelim. Sonuçlardan
birini şimdiden öngörüyoruz: AKP, oyların dağılımında ve Parlamento’da 1. parti olacaktır.
Demek oluyor ki, bugün için AKP’nin seçmen tabanında emekçiler, sayısal olarak
öbür partilerden daha çok yer almaktadır.

Türkiye nüfusunun ve parti seçmenlerinin sınıfsal paylarını, alt katmanlara da inerek karşılaştırmıyoruz. Yalnızca toplamlara bakıyoruz ve emekçi seçmenlerin en çok desteğine mazhar olan partinin AKP olduğunu belirliyoruz.

AKP’yi neoliberalizmi, yani sermayenin genel programını izlediği için eleştiriyoruz.
Bu programın emekçi çıkarlarıyla uzlaşmadığını da biliyoruz. Bu uyumsuzluğa karşın,
bu partinin seçimlerde ortaya çıkan kitle desteği nasıl açıklanabilir?

Soru Türkiye’ye özgü değildir. Temsilî demokrasinin önemini abartan bir tuzak da içerebilir. Ancak, salt bu gerekçelerle geçiştiremeyiz. Siyaset, tarih, sosyoloji, iktisat disiplinlerini ilgilendiren bir soru söz konusudur. Tutucu-sağ sermaye partilerinin parlamenter siyaset üzerindeki hegemonyaları, sol siyasetin de öteden beri karşılaştığı bir sorundur. Bu hegemonya zayıfladıkça faşizmin gündeme gelmesi de rastlantı değildir. Yıllarca tartışılan bu sorunu bir kez daha niçin incelemeyelim?

Bağımsız Sosyal Bilimciler, AKP’li Yıllarda Emeğin Durumu üzerinde kapsamlı bir çalışmayı tamamladı. Bugünlerde Yordam Kitap tarafından yayımlanacak. Bulgulardan bir bölümü, AKP’nin kitle desteğinin ekonomik nedenlerine ışık tutmaktadır.

Kısaca gözden geçirelim.
***
Türkiye ekonomisi 2003-14 döneminde ortalama % 4.4; kişi başına ulusal gelir olarak ise % 3.1 oranında büyümüştür. Bu büyüme temposu, “benzer” büyüklük ve konumdaki ülkelerin ortalamasına yakındır. Abartılı iddialar geçersizdir. Türkiye’nin 12 yıllık büyüme karnesi
“orta halli” kalmıştır.

Sınıfsal bölüşüm ilişkileri ise emek aleyhine seyretmiştir. Toplam ücretlerin ulusal gelirdeki payı 2002-2014 döneminde %29’dan 26’ya düşmüştür. Etkin (faal) nüfusta işçilerin artması dikkate alınırsa, ücretlilerin göreli yitikleri daha çok olmuştur. Yani, ortalama ücretlerdeki değişim hızı, öbür (örneğin artık değeri oluşturan) gelir türlerinde kişi başına değişimin
daha da gerisinde seyretmiştir.

Türkiye’nin öbür büyük emekçi sınıfını oluşturan köylülük 1998-2002 yıllarında bir “göreli fiyat şoku” ile karşılaşmış; “tarımın ticaret hadleri” %38 oranında çökmüştü. Bu çöküntü,
AKP yıllarında hemen hemen aynen sürdürüldü.

İşsizlik oranları da  yükselmiştir. AKP öncesi üç yılı (2000-2002’yi), sonraki dönemi ikiye (2003-2008 ve 2009-2014’e) ayırarak karşılaştıralım. Bu üç zaman aralığında dar anlamdaki işsizlik (% olarak) 8,4’ten önce 10,4’e, sonra 10,8’e çıkmıştır. “Geniş” işsizlik yüzdesindeki artış ise,  daha belirgindir: 12,4 => 16,4 => 18,3… İstihdam artmıştır, ama milli gelirin büyüme temposunun gerisinde kalarak… Hatta milli gelirin arttığı kimi dönemlerde (örneğin 2003 Nisan-2004 Mart arasında) istihdam düşmüştür.

Kısacası, “orta halli” bir büyüme temposu içinde göreli durumları bozulan ve ağırlaşan
bir işsizlik ortamıyla karşılaşan emekçi sınıflar…
Bu olumsuz tablonun AKP’nin seçmen tabanını eritmemesi nasıl açıklanabilir?
***
Emekçi gelirleri ulusal gelirin gerisinde seyretmiştir; ancak, mutlak yoksullaşma söz konusu değildir. Dahası, AKP, kişi başına milli gelirin düştüğü beş yıllık bir durgunluk/kriz dönemi (1998-2002) sonrasında iktidara gelmiştir. Reel gelirlerin arttığı dönemlerde bölüşümde bozulmaya karşı duyarlılık, emekçi sınıfların örgütlenme düzeylerine, mücadelelerin niteliğine bağlıdır.

Bu genel gözlemlerin ötesine gidelim ve AKP’li yıllarda temel (emek ve sermaye arasındaki) bölüşüm ilişkilerindeki bozulmayı telafi eden ikincil ilişkilere, yeniden dağıtım mekanizmalarına, bunların boyutlarına bakalım.

Bir ipucu, cari fiyatlarla milli gelirin bileşiminde meydana gelen gelişmelerde gözleniyor.

1998-2002 ile AKP iktidarının altışar yıllık iki alt dönemi karşılaştırılırsa gözlenecektir ki, özel ve kamusal tüketimin milli gelirdeki payı, her aşamada artmıştır: 1998-2002’de %80,2 olan
bu oran, AKP’nin iki döneminde 83,3 ve 85,4’e çıkmaktadır. Yatırım oranı ise dönem boyunca fazla değişmemiş; %20 dolayında kalmıştır.

Ülke içindeki harcamaların ulusal geliri aşması nasıl mümkün olur?
Yanıtı açıktır: Dış tasarrufların (yabancı sermayenin) yurt-içi tasarrufları “kovalaması”; yani, artan cari işlem açığı ile… Tüketim oranlarındaki artış, emekçi sınıfları da kapsamış ve işçi
ve köylülerin gelir paylarındaki erime, tüketime yansımamıştır. Dahası, Türkiye emekçileri AKP’li yıllarda gelirlerini aşan bir tüketim düzeyine ulaşabilmiştir.
***
Özel tüketimin gelirleri aşması nasıl gerçekleşti? Elbette borçlanarak
Elif Karaçimen, AKP’li yıllarda borçlanmanın nicel boyutlarını belirlemiştir:
Tüketici kredilerinin ulusal gelire oranı 1998-2002 döneminde %2’nin altında seyretmişti. AKP’nin ilk altı yılında aynı oranın ortalaması % 6’ya, sonraki altı yılda %18’e ulaşıyor;
son iki yılda %20 eşiğini geçiyor. Borçlanma, özellikle düşük gelirlilerde hızla artıyor.

Bu bulgunun bir yansıması, emekçilerin net finansal servet bilançolarında gözleniyor.
2010 sonrasında emekçi katmanların çoğunda bu bilanço eksidir; yani borçlar varlıkları aşmaktadır. Türkiye halkının önemli bir bölümü “borç kıskacında emek” ortamı içindedir.
***
Bölüşümdeki bozulmayı telafi eden “kamusal tüketim” kalemlerine de bakalım.
AKP döneminde sosyal devlet kurumlarının aşındırılmasını, eğitim ve sağlık alanlarındaki ticarileşmeyi eleştirdik. Ancak, bu neo-liberal uygulamalara refakat eden sosyal harcamalardaki gelişmelere de bakmak gerekiyor.

Nurhan Yentürk kamu harcamalarını ayrıntılı olarak çözümlüyor ve ortaya koyuyor ki, milli gelire oranla geleneksel/kurumsal sosyal harcamaların (Sosyal Güvenlik Kurumu’nun sağlık, emeklilik, işsizlik sigortası ödemelerinin) payı 2006-2014 arasında %9,3’ten 11,7’ye yükselmiştir. Bu öğeler, hem politika, uygulama (kapsam) değişikliklerine, hem de demografik etkenlere bağlıdır. AKP bunlara, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın, yerel yönetimlerin önem kazandığı yeni tür sosyal yardımları, hizmetleri de eklemiştir. Bu harcamaların da
ulusal gelire oranı aynı dönemde ılımlı bir artış (%1,9’dan 2,2’ye) göstermiştir.

Yeni tür sosyal yardımların emekçi ve diğer katmanlara dağıtımının asimetrik, keyfî özellikler taşıdığı, hane halkı anketlerinde ortaya çıkmaktadır. Bu özellikler bir yana, geleneksel, kurumsal ve öbür sosyal harcamalardaki artışlar, bölüşüm bozulmalarını telafi edici bir rol oynamaktadır.
***
Kamusal tüketimde (sosyal harcamalarda) gerçekleşen artışlar, kamu açıklarını yukarı çekmedi. AKP’li yıllarda neoliberalizmin “bütçe disiplini” ilkesi özenle izlendi.

Yükselen sosyal harcamaların finansmanı, böylece, vergi hasılatı artırılarak karşılandı.
Merkezi bütçe vergilerinin ulusal gelire oranı %16,5’ten 19,8’e çıktı. Vergi yükünün dağılımının ise emekçi katmanlara ve alt-orta gelir gruplarına kaydırıldığı belirleniyor.

Ücretlilerin gelir vergisi içindeki payı, milli gelirdeki paylarına oranlanırsa, elde edilen değer (katsayı) ücretlilerin vergi baskısıdır. Bu katsayının artması, işçi ve memurların göreli vergi katkısının yükseldiğini gösterir. 2002-2013 arasında ücretlilerin vergi baskısı 1,5’ten 2,3’e çıkmıştır. Dolaysız vergilerin ulusal gelirdeki payındaki ılımlı (%6’dan 6,4’e) artış,
fazlasıyla ücret-maaş bordroları üzerinden gerçekleşmiştir.

Gelir dağılımı etkisi “regresif” olan (düşük gelirlilere daha çok yüklenen) dolaylı,
yani tüketimden, ithalattan alınan  vergilerin toplam vergi geliri içindeki payı ise %59’dan 68’e; ulusal gelire oranı ise %10,5’ten 13,4’e çıkmıştır.

Öyle anlaşılmaktadır ki, AKP’li yıllarda bölüşümün emek aleyhinde seyretmesini bir ölçüde telafi eden kamu tüketiminin (sosyal harcamaların) finansmanı da emekçiler tarafından üstlenilmiştir.
***
Bu karmaşık bilançonun halk sınıfları tarafından algılanması güçtür. Borçlanarak tüketimi artırmak, emekçinin özgür kararıdır; sonunda karşılaşılan “borç tuzağı” da, kişisel bir hata, tökezleme olarak görülebilir.

Yoksunlara parasal, ayni yardımlar tek yönlü bir “ihsan” olarak görülür. Bordrolardan kesintiler vergi olarak algılanmaz. Dünya rekoru dolayındaki mazot fiyatının tüketim mallarına yansıması ise siyasal iktidarlara ender olarak fatura edilir.

AKP’nin seçmen tabanının genişliği ile ekonomik etkenler arasındaki ilişkiler bu türden ipuçları veriyor. Siyasal, ideolojik etkenlerin, sınıf mücadelesinin önemi de böylece ortaya çıkıyor.

Bu yazdıklarım, Bağımsız Sosyal Bilimciler’in AKP’li Yıllarda Emeğin Durumu başlıklı çalışmasında incelenen, tartışılan konulardan birinden küçük bir kesittir. Kitap, 22 Ekim Perşembe 14:30’da Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, 23 Ekim Cuma 19:30’da
Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde kamuoyuna tanıtılacak.

Prof. Korkut Boratav : Ekonominin ‘Mayıs Sıkıntısı’ devam ederken


Ekonominin ‘Mayıs Sıkıntısı’ devam ederken

 Portresi

Prof. Dr. Korkut Boratav

soL Gazetesi – 18 Şubat 2014

 

 

Merkez Bankası, 2013’ün tümünü kapsayan ödemeler dengesi rakamlarını yayımladı.

Belirleyici öğe sermaye hareketleridir ve bu bakımdan 2013 verileri,
birbirinden tümüyle farklı iki ayrı döneme ayrılmaktadır:

(1) Uluslararası sermaye hareketlerinin çok canlı seyrettiği (ve Türkiye’nin de
bu konjonktürden yararlandığı) Ocak-Nisan;

(2) FED’den gelen sinyaller sonunda tüm çevre ekonomilerine (ve tabii ki Türkiye’ye) dönük dış kaynak akımlarının frenlendiği Mayıs-Aralık

Türkiye’ye sermaye girişlerindeki yavaşlama Mayıs başında, yani ay sonunda gerçekleşen FED dalgasından önce gerçekleşmeye başlamıştı.

Haziran ayaklanmasının ve “17 Aralık Şoku”nun etkileri de buna eklendi.

Böylece, AKP için iyi başlayan bir yıl, Mayıs’ta başlayan sıkıntılı sekiz ay ile
son buldu.

Son verileri, bu sıkıntılı dönemle sınırlı tutarak incelemeyi yeğledim.

Sermaye hareketleri üzerinde odaklanan tablo, 2013’ün Mayıs-Aralık dönemini,
bir önceki yılın aynı ayları ile karşılaştırıyor.

* * *

On küsur yıldan bu yana vurguluyoruz; IMF, Dünya Bankası, sonra Standard & Poor’s, hatta FED kervana katıldılar; neredeyse davul zurnayla ilan ettiler:

  • Türkiye dış kaynak (“madde”) bağımlısıdır
    ve dünyada işler bozuk giderse sonu da fena olacaktır
    .

Gönülsüzce de olsa, Ali Babacan ve Erdem Başçı bile kabul etmek zorunda kaldı.

Dış ortam bozulunca; “madde” kıtlaşınca, “bağımlı” sıkıntıya girdi.

Tablo da bu durumu sayılarla ifade ediyor.

“Madde”nin (yani, dış kaynak öğelerinin) hemen hemen tümü 2013’ün son sekiz ayında azalmıştır: Yabancı sermaye girişlerindeki gerileme %44.5’tir.

Yerli “aktörler” (şirket, birey ve bankalar) iki dönemde de dış dünyadan
kaynak getirmişlerdir; ama üçte iki oranında azaltarak…

Tek destek, geçen yıl (3 milyar dolarlık) net çıkış gösteren
kayıt dışı (“karanlık, kara ve gri”) fon girişlerindedir
.

“AKP’nin gizli döviz kasası” bu yıl çalışmış;
8,2 milyar dolarlık destek sağlamıştır
.

Ama yetmemiştir: Kayıtlı yabancı/yerli ve kayıt dışı sermaye hareketlerinin toplamı,
12 ay içinde %24 oranında gerilemiştir.

Dış borçlanma ve sıcak para girişleri hâlâ devam etmektedir;
ama ciddi boyutlarda (%50 ve %90 oranlarında) küçülerek…

Henüz net sermaye çıkışı gerçekleşmemiştir;
esasen böyle bir gelişme açık-seçik kriz ortamına giriş anlamına gelirdi.

Ne var ki, “madde bağımlısı ekonomi”, ayağını (dış açıklarını) küçülen yorgana
(dış kaynaklara) göre uzatamıyor; alışkanlıklarını daha da bozarak sürdürüyor;
cari işlem açığını %46 oranında artırarak sekiz ayda 40,3 milyar dolara çıkarıyor.
(12 ay sonunda bu açık 65 milyar dolara ulaşarak Cumhuriyet tarihinin 2011’deki rekoruna yaklaşacaktır.)

  • Cari açık, yabancı sermaye girişlerinin çok üzerindedir.

Karanlık, kara ve gri” fon akımları ve yerli aktörlerin cılız katkısı da
yeterli değildir.

Durum nasıl idare edilmiştir?

Geçen dönemde 20 milyar $ dolayında birikim gösteren rezervlerin
4,4 milyarı harcanarak…

İlk aşamadaki sonuçları herkes biliyor:

Tablonun kapsadığı dönem içinde döviz fiyatları (sepet kur) %22,7 oranında yükselmiş; “faiz lobisi” hezeyanı, Merkez Bankası’nı şizofreniye sürüklemiş;
piyasalar” son sözü söylemiş, politika faizleri %10-12 aralığına çekilmiştir.

* * *

Olay bu kadarla son bulmayacaktır.

Elbette bu gelişmeler reel ekonomiye; yani, üretime, istihdama, gelirlere, tüketime, yatırıma yansıyacaktır.

Durgunlaşma en azından kalıcı hale gelecek; dış dünyada çok çarpıcı bir düzelme olmazsa ekonomi küçülmeye başlayacaktır.

Şirket iflaslarından başlayarak bankalara bulaşan bir finansal krizin gündeme gelmesi de olasıdır.

Kısacası, AKP’nin “Mayıs sıkıntısı” ağırlaşarak devam etmektedir.

Gazete Vatan Emek
Twitter@GazeteVatanEmek
Facebook: https://www.facebook.com/Gazetevatanemek
AYDINLIK BİR GELECEK, çocuklarımıza bırakacağımız en değerli miras…
http://www.gazetevatanemek.com/