Etiket arşivi: Boris Yeltsin

Uluslararası Keynes Konferansı’nın Ardından

Dostlar,

Yetkin ve yurtsever İktisatbilimci (Ekonomist) Prof. Yeldan, Uluslararası Keynes Konferansı’nı İzmir’de izledikten sonra geçen ay Cumhuriyet’te bir makale yazdı (24.7.13). Arşivlemiştik. Son hafta içinde Türkiye ekonomisinde başlayan, daha doğrusu için için sürmekteyken harlanan yangın nedeniyle paylaşmayı yerinde buluyoruz..

Biliniyor (malum), Dolar ve Avro başta olmak üzere yabancı pek çok para karşsında
TL değer yitirmekte!

Bu yaprak dökümünün bir tek çarpıcı açıklaması var:

Ekonominiz bu ülkelerle başedecek durumda asla değil, hasta!
Zaman zaman böyle havlu atarak tuşa geliyorsunuz..

“Dalgalı kur” denilen masal ile sürdürülen sürekli devalüasyonu dışarıda tutuyoruz..

Böylelikle ulusal servet değersizleştirilerek mal ve hizmetin dışasatımı ucuzlatılıyor.

Batı finans-kapitalinin “doğrudan yatırım” dediği masalla da böylesi dönemlerde ulusal varlıklarımız ucuzlaltılarak -değersizleştirilerek (de-valüasyon tam da bu demek!) haraç- mazat talanla, komisyonla (rüşvetle!) yabancı sermayeye “özelleştirme” adı altında peş keş çekiliyor..

Bu nedenle de bu tür işbirlikçi kadrolar gelişmekte olan ülkelerde iktidar yapılıyor.

Dünya Bankası Başekonomistlerinden Nobel ödüllü Prof. J.Stiglitz;,

Boris Yeltsin’in bu biçimde Rusya seçimlerine hile karıştırılarak “yeniden” başkan seçtirildiğine ilişkin bir gizli Amerikan Bakanlık belgesini açıklamıştı (kendisi B. Clinton’un Ekonomi bakanı iken elde ettiğini belirtiyor..). Günümüze dek yalanlan(a)mayan bu açıklama aşağda..

* Prof. J. Stiglitz’in aktardığı “ülkelere yardım stratejisi”nin ilk aşaması ÖZELLEŞTİRME…

Joseph_Stiglitz

* “Satışlar (Rusya’da) çok güzeldi ve B. Yeltsin’in yeniden seçilmesi istendi. Bunun hileli bir seçim olup olmadığı ise o noktada hiç önemli değildi. İşin acı yanı, tüm bunların sonunda, Rusya’nın endüstriyel varlıklarının, ABD destekli Rus oligarşisinin eline geçmesi oldu. Böylece Rusya’nın ulusal geliri yarı yarıya azaldı.” (RUSYA YOKSULLAŞTIRILDI!) (www.zmag.org/Turkey/imdda.ht, 18.08.07)

****************

Şimdi Yeldan hocanın makalesi özenle okunabilir..
Eminiz, pek çok neo-libeal tosuna soyut ve ağır gelecek ama,
bilim emeksiz ve terlemesiz, şiddetli başağrısız ne zamandan beri yapılabiliyor??

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 25.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================
EKONOMİ POLİTİK

Prof. Erinç Yeldan

portresi

Uluslararası Keynes Konferansı’nın Ardından

1. Uluslararası Keynes Konferansı 26-28 Haziran (2013) tarihleri arasında İzmir Ekonomi Üniversitesi yerleşkesinde toplandı. Prof. Hakan Yetkiner ve çalışma ark.nın uzun ve titiz çabalarıyla organize edilen konferans, küresel ekonominin içinde bulunduğu büyük durgunluk konjonktürünün de etkisiyle birlikte ana akım iktisadına karşıt birçok adı bir araya getirdi. Üç gün boyunca elliyi aşkın bilimsel tebliğ ile konferans salonlarında neoliberal ana akım iktisadının dogmatik inanç sisteminin dışında farklı paradigmalardan ve dünya görüşlerinden gelen sosyal bilimciler birbirlerini tanıma ve araştırmalarını tanıtma olanağı buldu.

Konferansta sunumların önemli bir bölümünde küresel krize ilişkin Marksist öğreti çerçevesinden yapılan yorumlar ön plana çıktı. Bu sunumlarda Marksist paradigmanın ana yaklaşımının ve yöntemlerinin neler olması gerektiği de doğal olarak tartışmaların ana eksenini oluşturdu. Söz konusu tartışmaların birinde Marksist yaklaşımın belirleyici olarak iki ana ekseninin olduğu vurgulanmaktaydı:

– Azalan kâr yasası ve
– Uluslararası ticarette eşitsiz mübadele kavramlarına vurgu.

İki yaklaşımın da Marksgil paradigma içinde önemli birer sav olarak yer aldığı doğrudur. Ancak, kanımca tüm Marksgil öğretiyi bu iki ana eksene dayandırmak yanlış ve daha da açıkçası Marksizmin özüne aykırı bir yöntemdir. Bu yazımda bu konuyu değerlendirmek arzusundayım.

***

Marksgil öğretinin ana eksenlerinin azalan kâr yasası ve eşitsiz mübadele olgusuna indirmenin yanlışlığı, söz konusu savların her ikisinin de özünde ampirik (görgül) bir nicelik olgudan ibaret olmasıdır. Tarihsel pratik içinde dönem dönem sermayenin getirisinin yükselmesi, kapitalizmin küreselleşmesi sürecinde sıklıkla karşılaştığımız bir olgudur. Özellikle günümüzde yaşanan durgunluk sürecinin tarihsel olarak ana çıkış noktasını kapitalizmin hükümran ekonomilerinde sanayi ve üretici sektörlerde kâr oranlarının düşmesine karşın sermayenin finansallaşma yoluyla toplam kâr oranlarını yükseltebilme becerisi oluşturmaktadır.

Finansal spekülasyona dayalı rant gelirleri, üretken sektörlerde gerileme içinde olan kârlılığı telafi etmiş ve sonucunda da sermayenin kârlılığını korumuş görünümdedir. Ticarette eşitsiz mübadele kavramı ise tarihsel perspektif içinde az gelişmiş ülkelerin üretip ihraç ettikleri malların giderek çeşitlenmesi ve birincil tarım ve hammadde mallarından uzaklaşarak, giderek daha ileri sanayi ürünlerinden oluşması üzerine ampirik olarak geçerliliği sorgulanmakta olan bir savdır.

Dolayısıyla, salt gözlemsel olarak nicelik boyutuna dayandırılmış savların tek başına Marksist öğretinin ana belirleyici ögeleri olarak değerlendirilmesi sakıncalıdır.
Kâr oranları ve eşitsiz mübadele değerlerinin tarihsel koşullara bağlı olarak
yön değiştirdiği dönemlerde Marksgil analizi itibarsızlaştırma çabalarına hizmet etmektedir.

Örneğin, Marksgil yaklaşıma tam zıt konumda olan neoklasik ana akım iktisat öğretisini ele aldığımızda üç belirleyici yaklaşımın söz konusu olduğunu görürüz:

(1) Üretim sürecinin neoklasik bir matematiksel fonksiyon tarafından betimlenmesi;

(2) Ücretin ve kârların emeğin ve sermayenin üretime marjinal katkısından oluştuğu savı; ve

(3) Tasarruf ve yatırımların özdeşliği.

Bu savların ilki üretim sürecinin tarihsel/toplumsal tüm özelliklerinden soyutlayarak, tarihsel maddeci yaklaşımını reddeden;

İkincisi ise ücretin sonunda emeğin üretime katkısını içerdiği gerekçesiyle sömürünün söz konusu olmadığını vurgulamaya yönelik ideolojik kılıflardır.

Üçüncü ögenin kabulü de bir piyasa ekonomisinde yatırımların her zaman tasarruflara eşit olacağını, dolayısıyla aşırı üretim ya da eksik talep gibi nedenlerden kaynaklı herhangi bir kriz yaşanmasının olanaklı olamayacağını vurgular.

Dolayısıyla, ana akım neoklasik düşünce sisteminde piyasa ekonomisi, Newton fiziğinin kusursuz yasalarına bağlı olarak her zaman dengede, hiçbir zaman krize girmeyecek olan ve sömürü kavramının söz konusu olamayacağı tarih ve toplum dışı bir soyutlama tasarımı; kusursuz güzellikte bir ahenk projesidir.

Nitekim, bu tasarımın büyüsüne kapılan çoğu genç meslektaşımız da iktisadi analizlerinde toplumsal sorunlardan uzak durmayı birer nesnellik ölçütü olarak algılamakta ve iktisat bilimini toplumun sorunlarından uzaklaştıran soyut bir
teknik modelleme çabasına indirgemektedir

Ana sorumuza geri dönersek, kanımca Marksgil öğretinin ana eksenleri diyalektik düşünce yöntemi ve sınıfsal analize dayanmasıdır.

İktisadi analizi, politik ve tarihsel analiz ile birleştirebilen Marksist öğretinin
ana gücü tarihsel olguların yön değiştirmesi karşısında özünde taşıdığı diyalektik ve sınıfsal yorumlama yöntemiyle her zaman canlı ve gerçekçi kalabilmesidir.

Bu bakımdan, Marksizmin nicel bir ampirik şablona indirilebilmesi mümkün değildir. (Cumhuriyet, 24.07.2013)