Etiket arşivi: bir bilim dalı olmayan matematikte

Prof. Dr.Rennan PEKÜNLÜ : Berkeley ve Harun Yahya kardeşliği


Berkeley ve Harun Yahya kardeşliği

portresi

 

Prof. Dr.Rennan PEKÜNLÜ
Foça Cezaevi
AYDINLIK 
gazetesi portalı, 8.2.15

 

Subjektif idealizm evreni bir algılar bütünü olarak betimler. Algıları tanrı yaratmıştır.
İnsanın nesnel gerçekliği yoktur; beyinin kendisi bir algıdır. Algılanan dış dünyadaki he rşey tanrı tarafından yaratılmıştır. Algılayan ise ruhtur. Evren denen bütünsel olgu içinde bir olayı
bir başka olayın izlemesi Tanrının istemi doğrultusunda gerçekleşir.
Tanrı sürekli yeni algılar yaratır.

Günümüz Türkiyesinde subjektif idealizm yükselişe geçme çabasında!
Kullandıkları genel yöntem astrolojide ve doğal teolojide kullanılan yöntemdir: bilim alanındaki son bulguları dizgelerine yamayarak, bilimin saygınlığından yararlanmak, bilimsel bulguları tanrının varlığını, iyiliğini ve gücünü kanıtlamada kullanmak, mistisizmi ve okültizmi yaygınlaştırarak kitleleri uyutmak.

SUBJEKTİF İDEALİZME GEÇİT YOK !

Bu felsefede nesnel evrenin gerçekliği yadsınır; özdek yadsınır. Subjektif idealizm evreni
bir algılar bütünü olarak betimler. Algıları tanrı yaratmıştır. İnsanın nesnel gerçekliği yoktur; insanın algılayıcı organı beyindir ama onun da nesnel gerçekliği yoktur. Beyinin kendisi bir algıdır. Algılanan dış dünyadaki her şey tanrı tarafından yaratılmıştır. Algılayan ise ruhtur. Evren denen bütünsel olgu içinde bir olay bir başka olayı izler. Ancak bu olaylar dizisi nedensellik ilkesi bağlamında değil, Tanrının istemi doğrultusunda gerçekleşir. Tanrı sürekli yeni algılar yaratır. Bu açıdan bakıldığında, subjektif idealist dizgede evren “açık” sanılır.
Oysaki yeni algıları sunanlar özgür istençlerinin güdüsüyle etkinliklerde bulunan insanlar değildir, “rahman ve rahim olan tanrıdır”!

Spinoza’dan, Leibniz’den, Berkeley’den, Hume’dan, Avenarius’dan Mach’dan ve biraz da günümüz protestan teologlarından olan Conrad Hyers’den derlenen savlarla oluşturulan
bu eklektik felsefi dizgenin omurgasını Berkeley’in görüşleri oluşturmaktadır. George Berkeley (1685 – 1753) özdeğin varlığını yadsıyan felsefi dizgesiyle ünlüdür. 1734 yılında Cloyne bişopu olan bu filozof – din adamının özdeğin varlığına karşı geliştirdiği savlar,
The Dialogues of Hylas and Philonous adlı kitapta yayınlanmıştır.

BENZERLİK ÖTESİNDE AYNILAR 

Bir 17. – 18. yüzyıl bişopuna görünen “gerçeklerle” Harun Yahya ve Bilim Araştırma Vakfı (BAV) yazarlarına görünen “gerçeklerin” bu denli benzeşmesi oldukça şaşırtıcı.
Harun Yahya ve BAV yazarlarının herbiri sanki “reenkarnasyona” uğramış Berkeley!
İlgili okura, Bertrand Russell’ın Türkçeye de çevrilmiş olan “The History of Western Philosophy” adlı kitabının Berkeley bölümünü okumalarını salık veririm. Berkeley ve
BAV yazarlarının savlarının, benzerliğine demeyeceğim, aynılığına dikkat ediniz!
Bu savların hepsinin yanlışlığı ( fallacies) gösterilmiş, idealist dizgeler yadsınmıştır.
Popper’ın dediği gibi, “Tüm idealist dizgeler kendi kendini çürüten felsefi dizgelerdir”. Okuyucunun, bu antik değeri olan ancak yeniymiş gibi sunulan çürütülmüş felsefi dizgelere karşı savunmasız kalmaması gerekiyor.

BAV bildirilerinin hepsinde, Evrim Kuramı‘na karşı geliştirilen bir sav ön plana çıkmaktadır:

“Bir kuram, hipotez veya varsayım gözlem, deney veya bulgularla kanıtlanmadıkça doğru değildir”. Bu sav biraz düzeltmeyle doğru bir biçem kazanabilir. Kanıt sözcüğü bilim dünyasının değil matematik dünyasının bir sözcüğüdür. Matematik bir bilim dalı değildir. Hem matematiğin hem de bilim dünyasının kullandığı ortak kavramlar vardır; ancak bilim dünyasında matematik dünyasının bir kavramı olan kanıt pek kullanılmaz. Matematikte doğruluğunu kendi içinde barındıran hipotezlerden yola çıkarak bir teoremi kanıtlarsınız ve dosya “kapanır”. “Kapalılık” felsefi anlamda kapalılıktır. Zaman içinde o teoreme yeni aksiyomlar, türetimler girmez;
ondan yeni bilgiler, öngörüler çıkmaz. O teorem, tüm zamanların kusursuz bir yapısıdır artık. Matematiğin kötü ellerde hortlayan ve doğa bilimlerini olumsuz yönde etkileyen yanı da burada, “kusursuzluğunda” yatmaktadır.

KÖLE SAHİBİNİN GÖRÜŞÜ

Yukarıda adı geçen kitapta Bertrand Russell, “Matematik, hem tanrısal ve ‘tam gerçeğe’ olan inancın hem de süper duyusal ve düşünsel dünyaya olan inancın kaynağıdır.”
saptamasını yapıyor. Matematik, usa vurmadaki “kusursuzluğun” duyu organlarımızla algıladığımız cisimlere değil, yalnızca ereksel olana uygulanabileceğini söyler. Bu ilkeden yola çıkanlar, düşüncenin daha asil, düşüncedeki nesnelerin duyu organlarınca algılanan nesnelerden daha gerçek olduğunu savunmaktadırlar. Savundukları görüş platocu düalist görüştür:
Bu evreni ancak salt usa vurma yeteneği gösterebilenler anlayabilir. Bu nedenle bu kişilerin diğerleri üzerine baskı kurmaya hakkı vardır; tıpkı ruhun beden, cennetin Yer, köle sahibinin köle ve tarikat şeyhinin de cemaati üzerinde hakkı ve üstünlüğü olduğu gibi!
Bu görüş, köle sahibinin dünya görüşüdür.

Evet, bir bilim dalı olmayan matematikte doğruluğunu kendi içinde barındıran önermelerden yola çıkılır; bunlara aksiyom denir. Bu önermelerin usa yatkın olmaları, nesnel gerçekliğin herhangi bir öğesiyle örtüşüyor veya benzeşiyor olması gerekmez. Önemli olan öncül ile kanıtın çelişmemesidir. Fizik, kimya, dirimbilim, gökbilim, vb. bilim dallarındaysa, gözlem veya deneylerden türetilen ilk ilkelerden, hipotez veya varsayımlardan yola çıkılır. Bir kuramı oluştururken kullanılan ilk ilkelerin, hipotezlerin gözlemlerden türetilmiş olması istenen
bir durumdur. Ancak özellikle evrenbilim ve parçacık fiziğinde bugün bu ilke ne yazık ki çiğnenmiş, bu iki bilim dalı metafizik öğelerle, hayaletlerle dolmuştur. Aşağıda ayrıntılarıyla değineceğiz.

Bilimde ‘son bilgi’ yok!

Gözlem ve deneylerden türetilmiş olan hipotezler temelinde yükselen kuramlar birçok fiziksel süreci açıklamanın yanı sıra bir dizi öngörülerde de bulunmalıdır. Bu öngörülerin doğruluğunu sınayacak olanlar yine gözlem ve deneylerdir. Gözlem ve/veya deneyler öngörüler doğrultusunda sonuçlar verirse, “kuram kanıtlandı” denmez, “kuram gözlemlerle tutarlıdır” denir. Çünkü yukarıda da değindiğimiz gibi, kanıt sözcüğü felsefi anlamda kapalılığı anlatır.
O alanda “doğruyu” bulmuş olan bilim dalı daha fazla ilerleyemez; “son bilgiye” ulaşmıştır, kapalıdır; yeni bilgilere, olaylara, süreçlere yer yoktur. Hem mantığımız hem sağduyumuz
hem de deneyimlerimiz “son bilgi” saplantısına kapılmanın doğru olmadığını söylüyor.

Evet, evrenin yeni bilgilere, olaylara ve süreçlere “açık” olduğu ilkesi bilimin onadığı bir ilkedir. Bu nedenle bilimsel kuramlar, soyut bir kavram olan “mutlak doğru”ya yaklaştırmalar dizisi olarak alınır. Dizinin bir sonraki öğesi bir öncekinden daha “iyidir”. İyiliği, hem daha çok olayı açıklamasında hem de daha ayrıntılı gözlemlerle tutarlı olmasında yatar.

ESKİ SINANACAK YENİSİ DOĞACAK

“Mutlak doğru”ya giden bir dizinin öğesi olmak, o kuramı kanıtlanmış olarak değil “yanlışlanabilir” olarak betimlememizi dayatır. Bir kuramın yanlışlanabilirliği o kuramın olumsuzluğuna, işe yaramazlığına değil, tam tersine verimliliğine, doğurganlığına işaret eder. Çünkü dizinin en yeni ve en iyi öğesi olan kuram, onu doğuran eskisinin öngörülerinin sınanmasıyla gerçekleşir. Dizinin bir önceki öğesi olan eski kuramın öngörülerinin sınanması için geliştirilen ve yeni teknolojiyle donanmış olan bilimsel aygıtlar yeni süreçlerin, olayların ve ilişkilerin ortaya çıkmasına neden olur. Yeni ilişkiler yeni hipotezlere ve bu hipotezler temelinde yükselen yeni kuramlara götürür. Yanlışlanan kuramın doğurganlığı burada yatar.
Karl Popper’ın geliştirmiş olduğu yanlışlanabilirlik ilkesi materyalist felsefenin yadsımanın yadsıması ilkesini andırmaktadır.

===================================

Dostlar,

“Betz hücrelerine” sağlık Rennan hoca...

Karl Popper Alman kökenli bir ABD’li felsefecidir.
1930’larda “YANLIŞLAMACILIK Kuramı”nı geliştrmiştir.
Buna göre, bir Hipotez, kural olarak, incelenen 2 değişken arasında
(Bağımlı ve Bağımsız değişkenler) bir “bağ-ilişki olmadığı” biçiminde kurulmalıdır.
“Ho Hipotezi” nin Evrensel şablonu;

“2 Değişken ilişkisizdir” biçimindedir.

Hipotez kurulacak, deney – gözlem ile sınanacak ve bir yargıya varılacaktır.
Araştırıcılar, tüm çabalarına karşın bu Ho Hipotezini (Farksızlık Hipotezi)
“Yanlışlayamazlar ise”, çaresiz kaldıklarında,
“Eh ne yapalım, 2 Değişken ilişkiliymiş..” yargısına dolaylı olarak varacaklardır.

Bu yaklaşım, 2 değişken arasında bağ – ilişki kurmaya baştan (a priori) yatkınlığımız nedeniyle bizi bilimsel yanılgıdan (Bias) koruyucu işlev görecektir.

Böylelikle, gerçekte Evren’de (Dünyamızda..) olmayan bir ilişkiyi – bağı incelenen değişkenler üzerinden yanılarak kurma gibi bir hataya “Tip 1 hata, alfa hata)” düşülmemiş olacaktır.

Gerçekte Evren’de, o modelde sınanan 2 değişken arası bağ var ise,
bu da Ho hipotezi reddedildiğinde, Seçenek (Alternatif) hipotez kabul edilerek kanıtlanacaktır. Böylelikle Evren’de gerçekte varolan bir ilişkiyi bilimsel hata ile atlama – yakalayamama yanılgısından da sakınılmış olacaktır (Tip 2 Hata, Beta Hata).

Bu çok değerli katkılar, günümüzde de Çıkarımsal İstatistik’te (Inferential Statistics)
temel akıl yürütme araçları olarak nerdeyse 80 yıldır kullanılagelmektedir.

Felsefe‘nin Matematiğe, İstatistiğe, Bilimsel yöntem ve araçlara paha biçilmez bir katkısıdır.

Karl Popper ve benzeri tüm bilim emekçilerine;
O arada Foça Cezaevinde 27 Kasım 2014’ten bu yana 74 gündür Türban bahanesiyle
laiklik karşıtı gerici anlayışça tutsak alınan Prof. Rennan Pekünlü Hoca’ya
saygı ve sevgi dolu selam olsun.
.

Not : Daha fazla bilgi için

“Well-known, So Called “p” Value / Şu Ünlü “p” Değeri”(http://ahmetsaltik.net/2012/06/01/well-known-so-called-p-value-su-unlu-p-degeri/)

Ve Halk Sağlığı Açısından Temel Biyoistatistik İlke ve Kavramlar
(http://ahmetsaltik.net/?s=Biyoistatistik+Kavram+ve+Ilkeler)

başlıklı dosyalarımızı çağırabilirsiniz.

Sevgi ve saygı ile,
08.02.2015

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net