Etiket arşivi: Başbakan RT Erdoğan

Türk Ulusu AKP ve Yandaşlarını Elbet Defedecek!


Türk Ulusu AKP ve Yandaşlarını Elbet Defedecek!

Dostlar,

Yoğun gündem ve uzun bir yolculuk yüzünden 1 Haziran 2013 günü sitemize
yeni birşeyler koyamadık.. Ama Türkiye gündemi de olağandışı bir tempo ve içerikte idi.
Gözledik, eylemsel olarak katılamadık Ankara dışında olduğumuz için..

Yeni, yepyeni birşeyler oluyor..

Birşeyler yapılıyor..

Tarihin diyalektiği budur işte.

En az bin yıllık kadim Anadolu Türk halkının kutsalları ile oynamanın ağır bedeli vardır.

Biz, bu siteden kezlerce yazdık; halkımız sabırlıdır, teenni ile davranır, hatta belki “İzmir’in işgaline” dek bekler.. Ama sonra da baltası, nacağı, orağı.. nesi varsa kuşanır ve harem-i ismetine saldıran düşmanla savaşır.. diye..

**********

Bu kaçıncı oluyor, siyasal iktidarın halkın kutsallarına saldırısı..

En son 2 tanesi apaçık ortada :

İlki                          :

Alkollü içki kullanımına getirilen kabulü ve uygulanması olanaksız sınırlamalar ve daha da uyarıcısı, Başbakan RT Erdoğan‘ın bu yasanın gerekçesini bu kez “inanca” dayaması oldu. Erdoğan, partisi AKP eliyle kendi dinsel inancını yasalaştırıyordu. Milletvekillerini -adaylarını- kendisi belirlemişti zaten. Halk da seçimlerde önüne konan listeyi oylamaktaydı. Tercihli oy hakkı olmadığı gibi, Milletvekillerini adaylarının önseçim vb. yollarla belirlenmesinde de düşüncesini soran yoktu..

Her ne hikmetse, iktidarının 11. yılındaki AKP, Türkiye’yi sözüm ona
demokratikleştireceği masallarıyla dinci – faşist bir iklime sürüklerken,
seçim yasasını demokratikleştirmek, temsilde adaleti sağlamak
hiç ama hiç aklına gelmemişti. Bu konuda TBMM’deki BDP dışında (bilinen nedenlerle) CHP ve MHP’den de anlamlı bir muhalefet gelmiyordu.

Seküler – laik düzen ve yaşama bir kez daha, bilinçli bir kademeleme ile bir saldırı daha yapılmıştı.. Zaten Başbakan’ın laik olmadığı kendi ağzından itirafları ile biliniyordu. “Ters mıknatıslanma” yapardı kişi laik olursa.. Devlet laik olabilirdi ancak Başbakan
RT Erdoğan’a göre.. Bir kez Fizikte “Ters mıknatıslanma” diye bir olgu yoktur.
Manyetik alanda tutulan metal (demir) çubuk mıknatıslanır ve uçları zıt yüklenir.
Bunun tersi yoktur. Dolayısıyla ilgili kişinin ne denli temel fizik bildiği de ortaya çıkmaktadır.

Yeterli bilimsel – politik birikimi olan herkes, zaten önce yurttaşın laik bilince ulaşacağını ve bu bilincini kurulacak toplumsal düzene de yansıtacağını, seküler bir devlet düzenini benimseyeceğini bilir. Laikliğin gökten inmediğini, Avrupa’da uzun yılların kanlı savaşları sonucu varılan kaçınılmaz – geri dönülmez bir uzlaşma olduğunu bilir.

Ayrıca toplumsal barış ve demokrasinin güvencesi ve adeta oksijeni olduğunu da bilir.
Bunun tersini de.. Herhangi bir dinsel inancın, dahası bu dinin bir yorumunun (Hanefi – Sünni mezhebinin) kurallarının (şeriatının) tüm halka dayatılmasının toplumsal barışı da demokrasiyi de dinamitleyeceğini bilir..

Bir adım daha; bu tür bir dönüşümün dayatılmasının toplumda ciddi çatışmalar olmadan başarılamayacağını da bilir.. Tüm bunları siyasal iktidar ve onun başı da elbette bilir!

  • Eğer bu olgu verili gerçek ise; AKP iktidarı ülkemizde
    bilerek ve isteyerek bir çatışmayı mı tohumlamaktadır ??

Daha önce de alkol kullanımını sınırlayan yasal düzenleme yapılmıştı bu alanda ve
Başbakan RT Erdoğan o zaman Anayasa’nın 58. maddesine sığınmıştı.
Şimdi ise açıktan meydan okumakta ve “inancın gereği” olarak yasayı dayatmaktadır. Çünkü artık elde “Yeni Anayasa Mahkemesi” vardır, 12 Eylül 2010 referandumu ile değiştirilen 26 maddeden birinin sayesinde.. Anlaşılan, iktidar partisinin “Yeni Anayasa Mahkemesi” varlığında sırtı pektir ve hiçbir çekincesi, korkusu yoktur.

Oysa en başta Anayasa’nın 24. maddesi olmak üzere pek çok Anayasa maddesi ülkenin düzenini “laik” olarak tanımlıyor ve güvenceye alıyor. Örn. 3 maddede de Cumhuriyet’in 6 temel niteliğinden biri “laiklik” ve 4. maddede de ilk 3 maddenin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin bile önerilemeyeceği buyurulmakta. Madde 24/son aşağıda :

  • “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasal veya hukuksal temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasal veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne yolla olursa olsun dini veya
    din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve
    kötüye kullanamaz…” 

Kaldı ki bu partinin (AKP) laikliğe karşı eylemlerin (düşüncelerin değil!) “odağı” olduğu da Anayasa Mahkemesince karara bağlanmış ve ne tuhaftır ki,
kapatma gerekçesi sayılmadan, adli para cezası ile yetinilmiştir!

Hal böyle iken AKP adeta, açıkça meydan okuyarak son alkollü içki kullanımını neredeyse kökten yasaklayan 4. Murat Yasası‘nın gerekçesini Başbakan’ın ağzından “inancın gereği” olarak belirtmektedir. Eğer bu anlatım söz konusu yasanın genel
ya da madde gerekçelerinde de yer aldıysa, Anayasa Mahkemesi tarafından iptali kaçınılmazdır. Öte yandan, bu yasayı Anayasal yargıya taşıma olanağı olan CHP,
bu yetkisini kullanmayacağını açıklamıştır. Bu çekince yanlıştır. Başbakan RT Erdoğan’ın itirafı tek başına iptal nedeni için yeterlidir. CHP bu gerekçeyi öne çıkararak iptal başvurusu yapmalıdır.

Ya da ileride yurttaşlar bu yasa yüzüden başları derde girdiğinde, yargılanma sırasında “def’i” yoluyla itirazlarını nahkemelerde dile getirerek bu yolu denemelidirler.
Bunu davaya bakan mahkemeler de yapabilirler. Ayrıca Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru olanağı da var…

Tüm bunlar olurken, demokrat (!?) ve uygar (!?) Batı’nın karnından mırıldanmanın ötesine geçmediğini de kaydetmek zorundayız.. Çıplak gerçek :

“İki yüzlü Batı” değil mi??

İkincisi                          :

Taksim gezi alanına AVM + Rezidans ve kışla yapımı..

Planın bir yerlerinde eminiz cami de vardır.

Hem nalına hem de mıhına.. İlkiyle muazzam kent – imar rantları yaratarak yandaşlara peş keş çekmek ve cepleri doldurmak, AKP siyasetine finansman sağlamak;
ikincisi ile de din istismarı ile oy avcılığı yapmak..

Hesap öyle büyük ki, kentin Belediye başkanı ve valisi ortalarda yok..
Bu bir anlamda “teknik” projeyi de Başbakan RTE savunuyor, ağırlığını koymak zorunda  kalıyor.. Üstelik de TV’lerden karşıtlara göz dağı vererek..

Ne yaparsanız yapın, biz kararımızı verdik.. diyerek.

Halkın artık bu ucuz manevralara karnı tok görüldüğü gibi..

Dayatmalara ve yaşam alanına tahammül edilemez müdahelelere, kibirle ve iktidar sarhoşluğuyla aşağılanmaya da… sabrı yok artık..

******

Tablo ortada.. Bir kez daha görülüyor ki, örgütlü halk yıkılmaz, yenilmez..
İktidarlar gelip geçicidir, yıkılırlar görevden uzaklaştırılırlar, hesap sorulur..
AKP iktidarının yazgısı da başka türlü olmayacak.

TSK’yı tasfiye çabalarının, içeride Polis ordusu kurma girişimlerinin amacı artık apaçık ortadadır. Bir yandan kulağa hoş gelen tuzak gerekçelerle “teknik ve ateş gücü yüksek Ordu” denecek, öbür yandan ha bire polis alarak sayı 300 binlere dayanacak..
Bir yandan da hiç ama hiç gerekmediği halde polise ağır silahlar alınacak..
(28 Şubat 1997 sürecinde bu silahlar Polisten geri alınmıştı..)
Tüm bunları Türk halkı görmezden gelecek?!

Artık oyun ortadadır..

Ancak bereket, başoyuncu arada “müthiş” gaflar yapmaktadır..

  • Örn. “2 ayyaşın yaptığı yasa oluyor da bizimki mi olmuyor??..”

Başbakan RT Erdoğan, adeta bilinçaltını kusmuştur.

Halk, bu çok ağır, çok haksız ve tümüyle yanlış, onurunu zedeleyen benzetmeyi içine sindirememiştir. Açıktır ki, iktidarın başı, Türk Devrimi’nin en önde gelen 2 kadim önderini, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK‘ü ve O’nun en yakın dava arkadaşı
2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü‘yü adreslemektedir.

Bir yandan da “ekonomi tıkırında” masallarına karşın yoksullaştırılan milyonlar..

Geldiğimiz yer apaçık bir “sivil itaatsizliktir.”

Halkın meşru direnişidir çünkü iktidar apaçık hukuk dışına çıkmıştır ve demokrasinin olanaklarını onu yok etmek için kullanmaktadır.. Dünyada hiçbir demokrasi buna izin vermez!

Hayal edilebilir mi ki, sözde “yeni anayasa” yapılır ve RT Erdoğan “Başkan” seçilirse Türkiye’de demokrasinin son kırıntıları daha ne denli yaşatılabilir??

Sonuç olarak;

AKP iktidarının ve de  iç dış yandaşlarının akıllarını başlarına almaları zorunludur.

Halk yığınlarını örgütlemeye devam etmek ve biliçli önderlik yapmak gereklidir.

Özellikle CHP’nin, ateşin bacayı -CHP’yi de!- sarmak üzere olduğunu artık görmeli
ve halk yığınlarını mitinglerle hükümeti istifaya zorlamaldır.

AKP’nin kapatılması için Yargıtay C. Başsavcılığına başvurulmalıdır.

Alkol kullanımını neredeyse olanaksız kılan yasayı Anayasa Mahkemesi’ne taşınmalıdır.

* Bu arada, değişik tutsakevlerinde tutulan asker – sivil yutseverlerimiz
asla unutulmamalı, iktidarın gündem oyununa gelinmemelidir..

Türk halkı, BİRLEŞEREK VE DAYANIŞARAK geçmişte tarihi değiştirmiş,
7 düveli yenmiştir..

Başarı gene halkımızın, Türk Ulusu’nun olacaktır.
Büyük Atatürk, okunu hedefe şaşmaz biçimde atmıştı :

*  “Sömürgecilik ve yayılmacılık (emperyalizm) yeryüzünden yok olacak ve yerlerine uluslararasında hiçbir renk, din ve ırk ayrıcalığı gözetmeyen
yeni bir işbirliği ve uyum çağı egemen olacaktır.”

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 2.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

OECD endeksi : Türkiye ‘en mutsuz’.. Avustralya ‘en mutlu’ ülke!


Dostlar
,

Güneş balçıkla sıvanamıyor..

İktidar her ne denli balonlarla kamuoyunu oyalıyor,
gündem oyunlarıyla atlatmaya çalışıyorsa da acı gerçekler ortada..
Başbakan R.T. Erdoğan’ın ABD ziyareti tam bir fiyasko..
Ama medya, halkı ve de kendisini kandırmayı sürdürüyor körü kürüne..
(Bakınız Sn. Onur Öymen‘in konu hakkındaki yazısı :
http://ahmetsaltik.net/basbakanin-amerika-ziyaretiyle-ilgili-dusunceler/)

Dahası, halk bir yaşadığına bakıyor bir de poitikacıların söylediklerine..

Türk halkı bu denli kötü yönetilmeyi, hatta aldatılmayı asla haketmiyor.
Dileriz ilk seçimlerde gereğini yapsın..

Ayrıca makro-ekonomik göstergeler giderek kırılganlaşıyor ve
sürdürülemez eşiğe geliyor..

Ve de siyasal iktidarlar genellşkle birekonomik bunalımla (krizle) yollanıyor / gidiyorlar..
Geride kalan enkazı gene o ülkenin gariban halkı kaldırmak zorunda kalıyor..

Başbakan RT Erdoğan geçen hafta ABD’ye giderken, Suriye sorunu için toplanması kararlaştırılan Cenevre Konferansı için “ipe un sermek..” dedi..

Dönüş yolunda ise, birkaç gün sonra “Cenevre Konferansı’nı önemsiyorum..” dedi.

Bu tabloya halk arasında ne denir?

Tıpta karşılığı nedir ??
Söyleyelim, en hafif deyimiyle “mental konfüzyon” denir..

Bu durumdaki kafalar Türkiye’yi yönetiyor..
Vah ülkem vah..
Ve de 36 OECD ülkesi içinde en mutsuz halk Türk halkı..

OECD raporu aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
29.5.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

========================================

OECD

OECD endeksi : Türkiye ‘en mutsuz’.. Avustralya ‘en mutlu’ ülke!

Ülkeleri sağlık, istihdam ve ekonomik göstergeler ışığında karşılaştıran
OECD endeksinde, Avustralya birinci, Türkiye sonuncu sırada.

Avustralya bu yıl da dünyanın en mutlu ülkeleri arasında birinciliği başkalarına kaptırmazken,

Türkiye, OECD’nin hazırladığı ‘mutluluk endeksinde’ en son sırada yer aldı.

Uluslararası Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OECD tarafından hazırlanan Daha İyi Yaşam Endeksi‘nde gelir düzeyi, sağlık, güvenlik ve iskân gibi alanlarda, 30’dan çok ülkenin durumu karşılaştırılıyor.

Avustralya, güçlü ekonomisi sayesinde son üç yıldır, durumu en iyi,
dolayısıyla en mutlu ülkelerin başında geliyor.

Avustralya ile birlikte İsveç, Kanada, Norveç ve İsviçre de bu yıl ilk beşe girdi.

OECD’nin endeksine göre, Avustralya, değerlendirme ölçütlerinin her birinde öbür ülkelerden çok daha önde. 23 milyon nüfuslu Avustralya’da 15-64 yaşları arasındakilerin %73’ü ücretli bir işte çalışıyor ve bu oran OECD ortalamasının üzerinde.

82 yaş dolayındaki ortalama ömür beklentisi de yüksek.

Türkiye’de ortalama ömür 75 yıl

OECD endeksinde, Türkiye ise 36. ve son sırada yer aldı.

OECD’nin internet sitesinde Türkiye’de son 20 yıl içinde yaşam niteliğinin (kalitesinin) iyileşmesi yolunda önemli ilerlemeler kaydedildiği, ancak yine de birçok konuda endekste karşılaştırılan ülkelerin gerisinde kaldığı belirtildi.

Endekse göre, Türkiye’de gelir düzeyi diğer OECD ülkelerinden düşük.

Yaşları 15-64 arasındakilerin yalnızca %48’i ücretli bir işte çalışıyor ve bu oran, %66 olan OECD ortalamasının çok gerisinde.

Türkiye’de ortalama ömür beklentisi 75 yıl. Kadınların ortalama yaşam süresi 77, erkeklerinki 72 yıl. OECD ortalaması ise 80 yıl.

Türk vatandaşlarının OECD vatandaşlarına göre, genelde yaşamlarından
pek hoşnut olmadıkları görülüyor.

Türkiye’de ortalama bir günde, olumlu duygu ve düşünceler içinde olduklarını söyleyenlerin oranı %68, OECD ortalaması ise %80.

(http://haber.mynet.com/oecd-endeksi-turkiye-en-mutsuz-avustralya-en-mutlu-ulke-698948-dunya/, 28.5.13)

Reyhanlı kırımının nedeni BOP maşalığıdır!


Dostlar
,

İçimiz yanıyor..

Reyhanlı kırımının nedeni nedir ?

Çok net olan bir gerçek var ki, o da siyasal iktidarın bölgede izlediği
taşeron dış politikadır; en açık deyimiyle BOP maşalığıdır.

Bu denli ağır faturanın yasal ve siyasal bedelini mutlaka ama mutlaka
siyasal iktidar ve öncelikle onun başı ödemelidir, ödetilmelidir.

  • Hükümet derhal istifa etmelidir’

Muhalefet vargcüyle TBMM’de gensoru, Meclis araştırması vb.araçları kullanmalıdır.

Mitinglerle ülke ayağa kaldırılmalı ve hükümet istifaya zorlanmalıdır.

Bu mazlum halk bu denli zulmü asla haketmemektedir.

Cumhuriyet gazetesinin 12 Mayıs 2013 günlü ilk sayfası..

Reyhanlı katillerine lanet..

Yineleyelim :

  • Reyhanlı kırımının nedeni BOP maşalığıdır!

Bu siteden Başbakan RT Erdoğan‘a BOP Eşbaşkanlığının içyüzü kezlerce anlatılmış ve ivedilikle bu görevi bırakması telkin edilmişti..

Bu vahşetin manevi sorumluluğu altından kalkabilecek ve
çıldırmayacak bir vicdan var mıdır??

Varsa, Tanrı da böylesi bir vicdanı / vicdan sahibini yarattığı için sorumludur!

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 12.5.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Dilan’ın Gaz Bombası ile Kırılan Kafası ve Demokrasi’nin Boğulması..


Dostlar
,

1 Mayıs 2013,
ülkemiz ve insanlık tarihinde yüz kızartıcı olaylara neden oldu İstanbul’da.

1977’nin kanlı 1 Mayıs’ı olmadı bereket ama, polisin boooooooooooooooooooool
biber gazı ile “boğulma sınırına” geldik.

Anamuhalefet Partisi CHP‘nin yönetici Milletvekilleri de yoğun biçimde etkilendiler, hastanelik oldular!

16 yaşındaki Dilan’ın kafasına gaz bombası rastladı ve kafatası kırıldı! Bu gaz bombasını atan polis memuru çok mu acemi acaba, biber gazı atma aygıtlarını (Canister) uygun kullanamıyor mu? Yere paralel değil, 45 derece açı ile yukarı doğru tutması gerektiğini bilmiyor mu?

Bu polisin dosyasının, eğitiminin mutlaka özenle mercek altına alınması gerek!

Nasıl oluyor da 16 yaşındaki bir kız çocuğunun kafasına kovan denk geliyor ve
kafatası gibi sağlam ve güçlü bir kemik yapıda, üstelik 16 yaşın direnci ve esnekliğiyle..
birkaç kırık-çatlak oluşuyor?? Gencecik çocuk yaşamsal tehlikeye giriyor??
Bir hekim olarak soruyoruz!

Başbakan RT Erdoğan, kamera kayıtlarından TGB’li gençlerin ve öbürlerinin
tek tek görüntü ve kimliklerinin ellerinde olduğunu söylüyor, gözdağı veriyor açıkça!

Demokratik bir ülkenin yöneticisi böyle mi konuşur?

Herhalde “ileri demokrasiler” e özgü bir tablo bu.. Henüz öğrenemedik!?

Anayasal toplantı-gösteri yürüyüşü haklarını kullanan insanlar böylelikle örtülü – açık tehdit mi edilir; bu yetki suç işleme girişiminde bulunan ve işleyenleri kanıtlamak için mi kullanılır?

Örneğin TGB’li gençler hiçbir şiddet olayına karışmadılar şimdiye dek..

Anayasa madde 34 – (Değişik: 3/10/2001-4709/13 md.)

  • Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve
    gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.  
  • Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni,
    suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının
    hak ve özgürlüklerinin korunması  amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
  • …….

Şimdi soruyoruz                   :

16 yaşındaki Dilan’ın kafasını kıran gaz bombasını hangi polis atmıştır?

Sakın “saptanamaz” denilmesin.. Olay yerinde mutlaka görüp – izleyen polis şefleri olduğu gibi, operasyonu merkezden yöneten Emniyet Müdürü ve Valisine dek
tüm alanları çok sayıda kamera ile yüksek çözünürlüklü ekranlarda izleyebilen,
görüntüleri kaydedebilen, odaklayıp büyütebilen, geriye sarabilen, yüz tanıyabilen..
vs. teknik olanakların varolduğunu biliyoruz.

Polislerin kasklarında kimlik numaraları vardır.
Bluetooth vb. yöntemlerle alanlarda tek tek komutlarla yönlendirilebildiklerini de biliyoruz.

Bu polisin derhal kimliği açıklanmalı ve ona talimat veren en yakın şefleri de dahil soruşturulmalıdır. Gaz bombası atmada eğitim belgesi ve / veya bilgi – beceri açığı
var mıdır, ortaya konmalıdır. İhmali – kastı olanlar mutlaka yaptırım görmelidir..

Polis Vazife ve Selahiyetleri Yasası ile Türk Ceza Yasası‘nda eyleme karşılık gelen normlar uygulanmalıdır. En azından taksirle (kasıtsız, kusurlu olarak) adam yaralama, görevde dikkatsizlik – tedbirsizlik – acemilik suçları apaçık ortadadır.

Kasıt” ögesi de elbette özenle irdelenmelidir.

Bu bağlamda Anamuhalefet partisi CHP, Hükümete (İçişleri Bakanına) soru önergesi vermeli ve Meclis Araştırması istemelidir.

Benzer olayları önlemek zorundayız.

1 Mayıs 2013’te Kolluğun (İstanbul Polisinin) orantısız ve de aşırı güç kullandığı
tartışma dışıdır ve bu eylem hukuk dışıdır, en azından görevi kötüye kullanma suçudur.

Dolayısıyla asıl nazik nokta da halkın anayasal toplantı – gösteri yürüyüşü vb.
sokak eylemlerini polisiye önlemlerle, açık faşizme kayarak önlemektir.

Bu gidişin durdurulması gerekmektedir.

Sorun göründüğünden daha derin ve çok boyutludur.

Cumhuriyetin savcıları da elbette en önce ve en hızlı biçimde bu ürkünç (vahim)
acı veren ve ülke demokrasisini – insan haklarını tehdit eden olayı soruşturmak -kovuşturmak zorundadırlar..

*****

İzmir’den dostumuz Sayın Prof. Dr. Kemal Arı (Cumhuriyet – Devrim tarihçisidir
9 Eylül Üniversitesi’nde..), insan duyarlığı ile aşağıdaki yazıyı kaleme almış..
Aşağıda, bu yazımıza ek olarak sunuyoruz.

1 Mayıs’ın sıcağı – dumanı biraz dinginleşsin diye biz bu yazımızı biraz beklettik.

  • Şimdi, bu yazımızın yetkili C. Savcılarınca “ihbar” kabul edilmesini
    ve

    yasal işlem başlatılmasını diliyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
10.5.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===================================

Tarih Yakanızı Bırakmaz ki? (-Lütfen Küçük Dilan! Bizi Affet!)

PROF. Dr. KEMAL ARI

Evet, işte böyle…

Tarih, ne yazık ki isteseniz de yakanızı bırakmaz!
Deseniz ki ben her şeyi unutmak istiyorum; beynimden, dağarcığımdan, belleğimden, anımsama yetilerimden silip atmak istiyorum kimi şeyleri!
İstersen dene…
Unuttum sansan bile, o gelir, yakana yapışır…
Böyle garip bir yönü var tarihin…

“1 Mayıs”ın bayram olarak kutlanmasına hepimiz çok sevinmiştik, değil mi?
Ülkemizde demokrasi adına bir adım atılıyordu. Emek, kendini bir gün de olsa gösterecek bir ortamı onca yıldan sonra yeniden yakalıyordu. Emek kutsaldır; en eski dinsel ve ahlaki değerlerden beri bu inanç gelir. Kul hakkı yiyen, ölü eti yemiş gibi sayılır… Bu nedenle, emeğe saygı, insan olmanın onurudur.
O, kendini demokratik bir ortamda gösterecek; ben de varım;
bu demokrasi denilen bilmecenin içinde ben de bir parçayım…
Beni görmezden gelemezsiniz; ben üretiyorum; tek sermayem emeğim ve
alın teri diyecek!

Ne oldu?

1 Mayıs günü, bütün ülkemize, emek dünyasına; ülkesini sevenlere; daha ileri gitmesini isteyenlere zehir oldu çıktı işte.

Küçük Dilan’ın ne suçu vardı?

16 yaşında bir kız çocuğunun kafasında bir gaz bombasının patlaması ne demek?
Vicdanım almıyor benim.

Ülkemin daha olgunlaşması, daha demokratik bir kimlik kazanmasını yürekten istiyorum. Ama bu görüntü benim içimi acıtıyor.
Ve dönüp; “Keşke yaşanmasaydı!” diyorum.
Desem ne?
Yarın bırakın bizi, çocuklarımızın, torunlarımızın önüne çıkıverecek titrek haliyle
yaşlı tarih.
Ve elindeki değneğini yere vurarak, paslı sesiyle boğuk cümlelerinin her biri kafalarda patlayacak:
Bir bayramı zehir etmenin, anlayışsızlığın; azıcık kendini öteki yana koyamamanın; tahammülsüzlüğün anlamı ne?
Değdi mi?
Bu bir utanç tablosu olarak çıkacak karşımıza.
1977 Taksim Olayları diyoruz ya; 2013 yılındaki bu kötü görüntü de sırıtarak o tarihin yanında yerini alacak…
Biz yitirdik ülke olarak ve sırıtık haliyle önyargı, kötü düşünce, sağduyusuzluk kazandı!
Geçmiş olsun Küçük Dilan! Senin acını yüreğimde hissediyorum!
Kafatasındaki kırıklar, lütfen yüreğinde unutulmaz kırıklıklara dönüşmesin!
Yine de umudunu yitirme!
Çünkü sen ve senin gibiler umudunu yitirdiğinizde;
biz geleceğe uzanacak köprülerimizi havaya uçurduk demektir…
Bizi affet; bağışla ve yine de bizlerden olgun davran!
Lütfen… Çok rica ediyorum, lütfen! (03.05.2013)

Taşeronlaşma işçi kıyımıdır


Dostlar
,

4857 sayılı İş Yasası (2003) tümüyle işverenlerin çıkarları doğrultusunda biçimlendirilmiştir.
Esnek ve kuralsız çalışmayı, işçileri başka işverenlere kiralamayı, taşeronlaştırmayı yasal duruma getiren, kıdem tazminatlarını, fazla mesai ücretlerini, sendikal hak ve yetkileri budayan bu yasa yerine, bütün tarafların katılımı ile yeni bir demokratik iş yasası çıkarılmalıdır. 
– İş mevzuatı, ekseni “insan” olan çağdaş bir yapıya kavuşturulmalıdır.

TMMOB de bizimle benzer görüştedir.
(09.05.08, 22. İSAGÜ Haftası, www.mmo.org.tr/)

Çalışma Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın Zonguldak’ta -2’si maden mühendisi-  30 madencinin yaşamını yitirdiği “kaza” raporunda, Ocaktaki eksikliklere dikkat çekildi.
Rapor ile Çalışma ve S.G. Bakanı Ömer Dinçer’in belirttiği gibi işçilerin
güzel ölmediği büyük bir ihmal sonucu öldükleri anlaşıldı.

Anımsanacağı üzere Başbakan RT Erdoğan da, bu mesleğin (madenciliğin) kaderinde “ölüm” olduğunu belirtmişti!

Böyle yaklaşılırsa nasıl önlem alınacak??

Rapora göre asıl iş veren TTK Genel Müdürlüğü %30, alt işveren = taşeron Yapı-Tek İnşaat Sanayi ve Ticaret AŞ’% 70 kusurlu; işçilerin hiçbir kusuru yok!

Sevgi ve saygı ile.
14.4.13, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===================================

Taşeronlaşma işçi kıyımıdır

Yasalarda “alt işveren” diye geçiyor. Yaşamdaki karşılığı, güvencesizlik,
12 saati bulan esnek çalışma saatleri, eksik iş güvenliği, üzerine yatılan
kıdem tazminatı… Taşeronlaşmaya dair kesin bir sayı vermek olanaklı değil ancak milyonlarca çalışanı etkilediği kesin. Üstelik AKP, İş Yasası’nda yapacağı değişiklikle taşeronlaşmanın önünü daha da açmayı planlıyor. İşçiler yaşadıklarını ve isteklerini anlatıyor…

Taseonluk_kolelik

Modern dönem köleliği: Taşeronlaşma

Kölelik 19. yüzyılın başlarında yasaklanmadan önce, savaşta tutsak düşenler,
borcunu ödeyemeyenler ve korsanlar tarafından kaçırılanlar için geçerliydi.
Ticareti resmen yasaklandıktan sonra onlara bir de gün ithaf edildi.

  • 23 Ağustos “Köle Ticaretini Yasaklama Günü”

olarak tüm dünyada kabul gördü. Gümüzde artık gemilere doldurulup pazarlarda satılan kölelerden söz etmek olanaksız. Onun yerini taşeron şirketlerde emeği üç on paraya satılan köleler aldı. İzin hakkı yok ya da yeni efendisinin insafına bağlı.
Ücreti ancak karın doyurmaya yetiyor. İş güvencesi ve kıdem tazminatı ise sıfır.

Koç Üniversitesi’nde birkaç haftadır hararetli günler yaşanıyor. Gündemde, üniversitede taşeron olarak çalışan ve işten çıkarılan işçiler var. Aslında her şey bir işçinin,
kötü çalışma koşullarına dikkat çekmek için imza toplamasıyla başladı. Hastayken çalıştırıldıkları, iş kaynaklı sağlık sorunları yaşadıkları, çanta arama, zorla belgelere imza attırma, savunma yazdırma gibi muamelelere maruz kaldıkları yazıyordu
imza metninde. Yaka paça dışarı atıp “ücretli izne” yolladılar işçiyi. Sonra da işten attılar. Taşeron firmayla Koç Üniversitesi’nin anlaşamaması üzerine 161 işçiye ulaştı çıkarmalar. İşçiler, konuya tepki gösteren bir grup öğrencinin, öğretim üyelerinin ve yönetsel personelin desteğini alarak harekete geçti. Tek istekleri okuldaki işlerine üniversite bünyesinde kadrolu olarak devam etmekti. Siz bu satırları okurken verilen söz tutulmuş olacak mı bilemiyoruz ama üniversite işçilere yarın işe döneceklerine ilişkin
söz verdi.

Taşeronlaşmanın mağdur ettiği işçiler salt onlar değil… Trabzon’da belediyede taşeron işçi olarak çalışıyordu Mustafa Canbakkal. 12 Şubat’ta işten çıkarıldı. Kırk yaşından sonra nerede, nasıl iş bulacaktı. Çıkmazdaydı. Belediye binasının çatısından kendini atmaya karar verdi. Belediye Başkan Yardımcısı Ergin Aydın tarafından ikna edildi. Ancak geçen hafta yine belediye önündeydi Canbakkal, elindeki pet şişede bulunan benzini üzerine döküp çakmağına bastı… Kurtarıldı ama şimdilik…

DİSK Araştırma Enstitüsü’nün (DİSK-AR) araştırmasına göre,
Türkiye’de altı milyon insan iş güvencesinden yoksun bir şekilde taşeronlar eliyle çalıştırılıyor ve taşeronlaşma tüm işkollarının yaklaşık % 60’ına yayılmış durumda. Üstelik en çok da inşaat, maden gibi “iş cinayet”lerinin yoğun yaşandığı sektörlerde var.

Anlayacağınız;

– 2010’da Zonguldak Karadon’da 30 işçiyi diri diri madene gömen de,

– İstanbul Esenyurt’ta bir şantiyede işçi yatakhanesi olarak kullanılan çadırlarda çıkan yangında 11 işçinin diri diri yanmasına neden olan da o.

İş hukukunda “alt işveren” olarak adlandırılan taşeron işverenler, her alanda faaliyet gösteriyorlar. Oysa İş Yasası’nın 2. maddesi diyor ki,

“Asıl işveren kendi asıl işini taşeron işverene devredemez. Sadece asıl işe yardımcı nitelikte olan; temizlik, taşıma, güvenlik, yemek gibi işler ile asıl işin teknik anlamda uzmanlık gerektiren kısmını taşerona devredebilir.”

Ama ne yazık ki, bırakın özel sektörü, pek çok kamu işi de “hizmet alımı” adı altında ihale yöntemiyle taşeronlara devrediliyor. Milli Eğitim Bakanlığı’na 2003-9 arasında alınan 478 bin personelin 150 bini sözleşmeli, 240 bini ise taşeron firmalar eliyle çalıştırılan geçici personel statüsündeydi örneğin. AKP’nin 2003’ten bu yana yürüttüğü “Sağlıkta Dönüşüm Programı” çerçevesinde sağlıkta hizmet alımı ile temin edilen personel sayısı 11 binden 116 bine çıktı.

Eski DİSK Genel Başkanı Erol Ekici’nin 2013’ü taşerona karşı kadrolu, sigortalı, sendikalı bir iş isteminin haykırış yılı olacağını dile getirmesi boşa değil. Üstelik AKP,
İş Yasası’nda yapmayı planladığı değişiklikler taşeronlaşmanın önünü daha da açacak.

Taşeron İşçileri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Cemal Bilgin ve
dernek çalışmalarında yardımcı olan İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan durumu, taşeron işçilerse yaşadıklarını anlatıyor. Söz Bilgin ve Kılıçaslan’da :

– Önce dernekle başlayalım. Taşeronlaşma pek çok iş alanında mevcut, çalışma koşulları kötü, hak gaspı çok olduğu halde işçiler ancak son birkaç yıldır örgütlenmeye başlayabildi. Ancak taşeron işçileri derneklerinin büyük bölümünün iktidar çevreleri tarafından desteklenerek kurulduğu söyleniyor. İstanbul’da Taşeron İşçileri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ni kurma fikri nasıl gelişti? 

Prof. Zeki Kılıçarslan : Evet, Anadolu’da pek çok yerde bakanlık destekli dernekler kurularak konu çarpıtılmaya çalışılıyor. İşçi bile olmayıp yalnızca örgütleme amaçlı çalışan elemanları var. Açılış kurdelelerini bakanlıktan yetkililer kesiyor, düşünün.
İktidar süreci yönetmek istiyor, çünkü taşeronlaşmanın ne denli can yakıcı bir konu olduğunun farkında. İstanbul Üniversitesi’nde 2001’den başlayarak ciddi bir taşeronlaşma başladı. Ne yönetimin, ne burada yetkili iki sendikanın, ne öğretim üyelerinin haberi vardı bu taşeron işçilerden. Mücadele ederek seslerini duyurdular.”

Cemal Bilgin: 1998’den beri İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde hasta bakıcı olarak çalışıyorum. Çalıştığım firmanın sayısını hatırlamıyorum, o kadar çok değişiyor ki, son üç yılda on firma değiştirdim örneğin. Her değişimle haklarımız gasp ediliyordu. Düşünün, son on yılda bir kez bile yıllık izin kullanamadım. Bu kötü koşullarımıza karşın sendikalar bize dönük bir örgütlenmede bulunmuyordu. Biz de kendi aramızda bir örgütlenmeye gidelim dedik. Nasıl bir köy derneğinde 3-5 kişi bir araya gelip dayanışıyor, öyle bir şey oluşur, diye düşünmüştük. Ama üyelerimiz 150’ye çıktı,
her gün de artıyor. Dernek büyük bir gizlilik içinde oluştu. Başta baskılar çoktu ancak kalabalıklaşınca gücümüzü gördüler. Şimdi rahatlıkla basın açıklamamızı yapıyor, sıkıntılarımızı dile getiriyoruz.”

– Üyeleriniz daha çok hangi sektörlerden?

C. Bilgin: Sağlıktan, belediyelerden, Emniyet’ten, adliyeden, karayollarından işçiler yoğunlukta. Ancak taşeronlaşma bu alanlarla sınırlı değil, çalışma şartlarından ve olanaksızlıklardan dolayı henüz her sektöre ulaşamadık. Yoksa taşeronlaşma artık yaşamın her alanında. İş Yasası’nın 2. maddesi “asli işler taşerona verilemez” dediği halde taşeronlaşma artık denetlenemeyen bir güç.

Prof . Z. Kılıçarslan : Evet, bu 2. madde kilit bir öneme sahip.
AKP oradaki “asli işler” ibaresini kaldırıp her işi taşerona vermeye çalışıyor.

C. Bilgin: Meclis görüşmelerimiz oldu. Dört partiye de gittik. Hepsi taşeron sorununu ele aldığını söyledi. Ancak dördüne de güvenmiyoruz. Seçim zamanında “taşerona son” vaatlerinde bulunuyorlar ama sonra temsil bulamıyoruz.

– Taşeronlaşmadaki tıkanma nerede başlıyor?

C. Bilgin: Önce şunu söylemeliyim, derneğin amacı taşeronu iyileştirmek, maaşımız düzenli yatsın filan değil; biz taşeron kaldırılsın istiyoruz. Taşeron firmalar son 10-15 yıldır çok arttı; bir patronun 5-10 firması var. Hızla birini kapatıp, yenisini açıyorlar. Böylece maaşlarımız ödenmese bile muhatap bulmakta zorlanıyoruz.

Prof. Z. Kılıçarslan : Çapa Tıp Fakültesi’ndeki taşeron işçilerin açtıkları davalar bu konuda bir dönüm noktası niteliğinde aslında. İş müfettişlerinin tuttuğu rapor sonucunda mahkemeden 1112 kişi için asli iş yaptıkları, dolayısıyla üniversitenin çalışanı olmaları gerektiğini belirten karar çıktı. Yargıtay da onadı. İşçilerin tescilinin İstanbul Üniversitesi’ne yazılması gerektiği belirtildi bu kararla. Ancak hâlâ yapılmadı bu.
Çünkü iktidardan baskı var, düşünün Bakanlar Kurulu’nda bile bu karar tartışılmış
çünkü bu tüm kamu kuruluşlarına örnek oluşturacak. Bunu nasıl durdurabiliriz
diye düşünüyorlar. Yakında yeni yasa yapılacak.

C. Bilgin: Daha önceleri davalar taşerona açılıyordu. Bu karar,  muhatabımızın doğrudan İstanbul Üniversitesi olduğunu ortaya çıkardı. Öbür çalışanlar için de
ana firmaya dava açabilme yolu açıldı. Ancak 2011’de alınan karar hâlâ uygulanmadı. Üniversiteyle toplantı yaptığımızda hukuk profesörleri “Sonuna kadar haklısınız ama bizim yapacağımız bir şey yok, hükümet bunun önüne geçiyor.” diyorlar.
Yerel seçim sürecine girilmişken eylemlerimizi yükseltip bunu kamuoyunun gündemine sokmak istiyoruz.

ESRA AÇIKGÖZ
esraacikgoz@cumhuriyet.com.trCumhuriyet Pazar Dergi, 14.4.13

10 Nisan 1937’den Günümüze 76 Yıl Sonra Laiklik..

Dostlar,

10 Nisan 1937’den Günümüze 76 Yıl Sonra Laiklik..

Geçtiğimiz yıl, 9 Nisan’da, 10 Nisan 2012 için, yani Laiklik ilkesinin 1924 Anayasasına yerleştirilmesinin (1937) yıldönümünde yazdığımız ve ADD web sitesinde yer alan makalemizi, bu sitemizin yayına girmesi ile 29 Nisan 2012’de burada da sunmuştuk :

74 Yıl Sonra Gene LAİKLİK: Nedir, Ne Değildir?

Bu makaleyi okumak için aşağıdaki erişkeye (linke) tıklamak gerek..

http://ahmetsaltik.net/84-yil-sonra-gene-laiklik-nedir-ne-degildir/

pdf olarak okumak / indirmek isteyenler için de aşağıda erişim verelim :

Laiklik nedir, ne değildir 5.2.12

Aradan geçen 1 yılda, AKP iktidarında Türkiye laik yaşam ve seküler devlet düzeni bağlamında ne yazık ki çok şeyler yitirdi..

İlkokullarda karaçarşaflı çocuklar,
başları bohçalı öğretmenler görmeye başladık.
4+4+4 kepazeliği topluma dayatıldı.
(10 Nisan’ı izleyen gün, 11 Nisan 2012’de RG’de yaymlandı!)

  • CHP’li vekiller TBMM komisyonlarında dövülerek dışarı atıldılar 

ve söz konusu anti-laik, şeriat eğilim ve niyetli eğitim yasası çıkarıldı.
1 yılda yüz bine yakın çocuk – ergen eğitim dışı kaldı..

4+4+4_ummet_tebaa_duzeni_AKP'nin_hedefi

DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı) yaşamın her alanına el atmak üzere, başkanı
Ali  Görmez‘in ağzıyla “sahaya indi”! 1000 (bin!) mele (mola!) Anadolu’ya devlet eliyle
ve aylığıyla atandı.. DİB, 2013 bütçesinde 8 bakanlığın toplam bütçesini aştı..
Bu başkanlığın Diyanet Vakfı eliyle kullandığı muazzam parasal kaynaklar dışında!

Başbakan RT Erdoğan, konuşmalarında, açılışlarında “Ya Allah bismillah” söylemini özellikle, bilerek klişeleştirdi..

Valiler alkollü içki yasaklarını artırdılar..

  • Üniversitelerde “türban” artık tartışma dışı..

Ağzını açan öğretim üyesi en gadar biçimde, örnek (emsal!) olsun diye cezalandırılıyor.. Bu yolu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu açtı ne acı ki.. Üstelik ülkemizde laikliğin tehlikede olmadığını bile söyleyebildi!

Cin şişeden çıktı, çıkarıldı..

Cami sayısı 83 bini geçti..

  • Alevilerin cemevi istemleri reddediliyor..
    İbadethane sayılmıyor; AİHM kararlarına karşın..

Malatya’da bir Alevi aile ölümle tehdit edildi..

Anayasa’da 12 Eylülden kalma zorunlu din dersleri sürdürülüyor.
4+4+4 ile Arapça ve peygamberin yaşamı dersleri kondu.
Felsefe, Matematik saatleri azaltıldı.. Dünya yarışmalarında dibe vurduk.
Kuran derslerinde başını örtme serbestliği genel geçer oldu,,

*********

Çember daralıyor..

2_basli_egitimin_aci_sonucu

Laik yaşam ve seküler devlet düzeni ciddi düzeyde tahrip edildi.
AKP’nin buralarda da durmaya niyeti yok..
Üstelik, Anayasa Mahkemesince laikliğe karşı eylemlerin odağı ama bu eylemlerini artırarak sürdürmekte, topluma dayatmakta ve iktidarda kalmakta!?

Ülkenin çivisi çıktı..

Önceki Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer, bu tür, Devrim tarihimiz açsından önemli günleri mutlaka değerlendirir ve topluma eğitici-uyarıcı-yol gösterici iletiler yayımlardı.. Ya Gül ??

10 Nisan 1937’den 76 yıl sonra genel görünüm (manzara-i umumiye) böyle..
Fakat gündem de işgal edilmiş durumda..

APO ile pazarlık,
federasyon,

bölünme anayasası ve
Erdoğan’a BDP’nin başkanlık rüşveti
..

Halkımız ve vicdan sahibi AKP yöneticileri bu gidişe artık “dur” demeli..
Yarın çok geç olmadan

  • Atatürk ve devrimci dava arkadaşlarına şükran ve saygı ile..

Kutsal emanetleri her şeye karşın yaşatılacaktır, yaşayacaktır..

  • Türkiye bu AKP karabasanını da defetmenin yolunu mutlaka bulacaktır.

Giderek dincileştirilen AKP dayatmalarını utanmadan seyreden
“laik – uygar Batı” nın ikiyüzlülüğünü
bütün çıplaklığı ve iğrençliğiyle
bir kez daha izlemiş oluyoruz bu arada..

(Bu yazının pdf formatı için erişke : 10_Nisan_1937’den_Gunumuze_76_Yil_Sonra_Laiklik)

Sevgi ve saygı ile.
11.4.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

DOLAR MİLYARDERİ SAYISINDA DÜNYADA 6. yız : Vahim Tablonun Anatomisi

Dostlar,

Sayın Prof. Ali Ercan hocamızın nefis bir irdelemesini paylaşmak istiyoruz.

Biz de Ankara Üniv. Tıp Fakültesi’nde Sağlık Ekonomisi, KüreselleşTİRme,
Sağlığın Sosyo-Ekonomik-Ekinsel Belirteçleri, Sosyal Tıp, Nüfus Planlaması … gibi derslerimizde benzer verileri işliyoruz. Sağlık – YOKSULLAŞTIRMA arasındaki neden-sonuç ilişkilerine değiniyoruz.

Sayın Ercan’ın ülkemizdeki bu olağanüstü bozuk gelir dağılımı ve kokuşma (corruption) tablosunu küresel finans sistemine tam eklemlenmemize bağlamasına ek olarak 5 noktada katkımızı dikkatinize sunmak isteriz :

1. Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, 4.3.13 günü (dün) basın açıklamasında ülkemizin 13 bin $ / kişi / yıl ulusal gelir rakamını aşmak üzere olduğunu ve
dünyanın Zenginler Kulübüne katılacağımızı muştuladı (!).. Acı acı gülümsedik..

2. 1950’lerde DP Başbakanı Adnan Menderes, “Her mahallede 1 miyoner yaratacağız!” buyurmuşlardı. Soylu (necip) halkımız umutlanmış ve “O milyoner
ben olur muyum?” ham hayaline kapılmıştı. Ülkeye Utarit’ten, Neptün’den..
karşılıksız kaynak yağmayacağına göre, aslında Menderes, “Mahalle halkını yoksullaştıracak; bir adamımızı milyoner edeceğiz!” demek istemişti.
Öyle de oldu.. Ülkemizde gelir dağılımı giderek adaletsizleşmeye başladı..
Menderes ekonomiyi batırdı ve IMF’den fahiş borçlar aldı çok ağır bedellerle..

3. 80+ milyon nüfuslu ülkemizde en varlıklı 100 (yüz) seçkin (Elit!) 95 milyar $ servete sahip. Geçtiğimz yıl yaklaşık 800 milyar $ toplam ulusal gelir sağlandı (GSMH).
Bu rakamın % 12’sinin, ya da 8’de 1’inin en varsıl (zengin) 100 Türk’ün (Homo eliticus) kasasında olduğu anlaşılıyor.. 100 seçkinin tepedeki 35’i ise Dolar Milyarderi.
Bu 35 “Homo Supraeliticus” ise 55+ milyar $ servete sahip. Ulusal gelirin %7’sini
35 “Türk büyüğü” yönetmekte.

4. BM Kalkınma Programı (UNDP) verilerine göre; 1996’da 358 olan $ milyarderi sayısı 2012’de 1230 oldu! Bunların servetlerinin toplamı, yeryüzü nüfusunun
yoksul yarısının yıllık gelirleri toplamına eşit!

1 dolar milyarderi = 1 Milyon yoksul !

3_elit_48_ulke

  • Küreselleşme = Yeni emperyalizm $ milyarderi üretiyor !?
  • Homo eliticuslar ve de homo insectus’lar…
  • Darwin, böylesi bir Küresel Evrimi (!) öngörememişti..

Son bir ekleme             :

Bunlar “kayıt içi” olanlar.. Ekonominin % 44’ünün kayıt dışı olduğu ülkede..
Bir de “Yeşil sermayemiz“, MÜSİAD’ımız var.. Geçen ay işletmesi 25 yıllığına
ihale ile devredilen otoyollar-Boğaz köprüleri.. konusu.. Başbakan RT Erdoğan‘ın birden bire “vatanseverliği” kabardı.. Rakamı (6,7 milyar $) düşük buldu ve ihaleyi
iptal etti.. İhaleyi alan 3’lü konsorsiyumu beğenmedi sanırız.. Bakalım kimler alacak
yeni ihaleyi.. Sanki geçmişteki “talan” ihaleler (arşivlerde rakamlar ve ihaleler duruyor..) vatana ihanet değildi ?? CHP Genel Başkanı K. Kılıçdaroğlu tek tek açıkladı ve sordu bu soruyu geçen hafta..

Tek bir örnek : Balıkesir SEKA 50 milyon $’a haraç mezat satıldı; mahkemenin atadığı bilirkişi 1,2 milyar $, tam 44 katı gerçek bedel saptadı!

İşte bu servet, Ali hocanın vurguladığı üzere, hırsızlık ya da rüşvet ile yapılıyor
çok büyük ölçüde.. Matematik öyle söylüyor..

Böylelikle Demokrasimiz (Halk yönetimi) Plütokrasiye (Zenginlerin yönetimi) ve

“Helal kazanç” da kleptokrasiye (çalanların-hırsızların yönetimi) evrilmekte..

Tam da bu sıralarda Başbakan RT Erdoğan “Dindar nesil” yetiştireceğiz buyuruyor..

Siz de buyurun bu şifreyi çözün..

Sevgi ve saygı ile.
5.3.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

DOLAR MİLYARDERİ SAYISINDA DÜNYADA 8. yiz !!

 
 
Forbes dergisinin geleneksel Türkiye’nin en zenginleri listesinin 2012 güncellemesi açıklandı.

Listedeki 
dolar milyarderi sayısı bu yıl 35 oldu. En varsıl (zengin) 100 Türk’ün
toplam serveti 95 milyar $!
 Türkiye’nin $ milyarderleri listesi şöyle…..
  1. Hüsnü Özyeğin,  Fiba Holding,  3,0 milyar $, Yaşı: 67
  2. Mehmet Emin KaramehmetÇukurovaHolding2,9 milyar $,Yaşı:67 
  3. Murat Ülkeri Yıldız Holding 2,8 milyar $,  Yaşı: 52
  4. Ferit ŞahenkDoğuş Holding, 2,6 milyar $,  Yaşı: 47
  5. Semahat ArselKoç Holding, 2,6 milyar $,  Yaşı: 83
  6. Rahmi KoçKoç Holding, 2,5 milyar $,  Yaşı: 81
  7. Filiz ŞahenkDoğuş Holding, 2,4 milyar $,  Yaşı: 45
  8. Şarık Tara, Enka İnşaat, 2,3 milyar $,  Yaşı: 81
  9. Suna Kıraç, Koç Holding, 2,2 milyar $,  Yaşı: 70
  10. Ali AğaoğluAğaoğlu İnşaat, 2,1 milyar $,  Yaşı: 58
  11. Erman Ilıcak, Rönesans İnşaat, 2,0 milyar $,  Yaşı: 44
  12. Kamil Yazıcı, Yazıcılar Holding, 1,8 milyar $,  Yaşı: 83
  13. Ahmet Nazif ZorluZorlu Holding, 1,4 milyar $,  Yaşı: 67
  14. Mustafa Latif Topbaş, BİM, 1,4 milyar $,  Yaşı: 67
  15. Tuncay ÖzilhanAnadolu Endüstri Holding, 1,4 milyar $,  Yaşı: 64
  16. Ahmet Çalık, Çalık Holding, 1,3 milyar $,  Yaşı: 53
  17. Ahsen Özokur, Yıldız Holding, 1,3 milyar $,  Yaşı: 61
  18. Ali Metin Kazancı, Kazancı Holding, 1,3 milyar $,  Yaşı: 77
  19. Deniz ŞahenkDoğuş Holding, 1,3 milyar $,  Yaşı: 66
  20. Bülent Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding, 1,2 milyar $,  Yaşı: 62
  21. Aydın DoğanDoğan Holding, 1,1 milyar $,  Yaşı: 75
  22. Faruk Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Holding, 1,1 milyar $,  Yaşı: 57
  23. Nihat ÖzdemirLimak İnşaat, 1,1 milyar $,  Yaşı: 61
  24. Sezai Bacaksız, Limak İnşaat, 1,1 milyar $,  Yaşı: 62
  25. Sinan Tara, Enka İnşaat, 1,1 milyar $,  Yaşı: 53
  26. Mehmet Nazif Günal, MNG Holding, 1,0 milyar $,  Yaşı: 64
  27. Mehmet HattatHema Endüstri, 1,0 milyar $,  Yaşı: 66
  28. Mehmet Rüştü BaşaranHabaş, 1,0 milyar $,  Yaşı: 65
  29. Murat Vargı, MV Holding, 1,0 milyar $,  Yaşı: 64
  30. Mustafa KoçKoç Holding, 1,0 milyar $,  Yaşı: 51
  31. Mübariz GurbanoğluPalmali Denizcilik, 1,0 milyar $,  Yaşı: 43
  32. Suat GünselYakındoğu Üniversitesi, 1,0 milyar $,  Yaşı: 59
  33. Suzan Sabancı Dinçer, Sabancı Holding, 1,0 milyar $,  Yaşı: 46
  34. Şevket Sabancı, Esas Holding, 1,0 milyar $,  Yaşı: 75
  35. Turgay Ciner, Park Holding, 1,0 milyar $,  Yaşı: 55
       Ülkeler    Milyarder   10 milyonda
                      sayısı                          
  1. USA       425       13,5………1
  2.  Russia    96         6,9………3
  3.  China     95          0,7
  4.  Germany 55          6,6……..4
  5.  India      48          0,4
  6.  UK         37          5,3………5
  7.  Brazil     36          2,0
  8.  Turkey    35          4,2………6
  9.  Canada   25          7,1………2
  10.  Japan      24          4,1
Değerli arkadaşlar,

Dünyada dolar milyarderleri listesinde Türkiye 35 milyarderle ilk 10 ülke arasında.
Buna sevinmek mi gerekir yoksa üzünmek mi gerekir, yanıtı size bırakıyorum.
Bence bu durum Türkiye’nin küresel finans sistemine tam anlamıyla entegre ve
teslim olduğunun bir göstergesidir. Yeterince üretmeden borç alarak ve
yaşam kaynaklarını satarak geçinen bir ülkede, vurguncu piyasa sistemini kontrol eden sermayenin böyle tavan yapmasının başka açıklaması olamaz.  
Tüm Dünyada 1230 dolar milyarderi var. Kabaca dünyadaki her 10 milyon kişiye
1,76 dolar milyarderi 
düşüyor. Türkiye’de bu rakam 4,2 yani dünya ortalamasının
2,4 katı. 
Bu da Türkiye’deki gelir dağılım adaletsizliğinin çok açık bir kanıtıdır..
Örneğin, nüfusu Türkiye nüfusunun 1,5 katı olan Japonya’da kişi başına ulusal gelir Türkiye’nin 5 katı olmasına karşın, dolar milyarder sayısı 24. Daha önceki bir iletimde, gelir dağılımında adaletin bir ölçütü ama aynı zamanda gelişmişlik ölçütlerinden de
biri olan Gini Katsayısı’nı vermiştim. Türkiye’nin Gini Katsayısı 0,46’dır.
Şimdi soralım, nasıl milyarder olunur?

Yani bin kere bin kere bin dolar sahibi olmak kolay mı?
Yukarıdaki listede 35 dolar milyarderinin ortalama yaşı 62,3 yıl.
Ortalama servetleri 1,58 milyar $
(toplam 55,3 milyar $)
Diyelim ki bugünkü bir milyarder 40 yıl önce bir sermaye işe başladı ve her yıl servetini yaşam giderleri, yasal vergileri vs.. dışında net % 20 büyüttü.
(Daha büyük bir büyüme oranı “normal” koşullarda olanaklı olmasa gerek..)
40 yıl boyunca yıllık kazancını her kezinde % 20 artırarak yığsa, 40 yılın sonunda (1,2040=1470) başlangıç varlığının en çok 1470 katına çıkabilir. 1,58 milyar dolara erişmek için ilk sermayesinin, bugünkü para ile ~ 1 milyon $ olması gerekirdi.
Yani milyonerlikten milyarderliğe namuslu (!) bir biçimde ancak 40 yılda terfi etmek olanaklı.
Soru                 :
Bu dolar milyarderlerinin 40 yıl önce birer (1) milyon dolarları var mıydı acaba?  
***
Kamu hizmetinde, Devlet memuriyetinde çalışanlara da kısaca değinelim :
Diyelim ki bir kişi tam 40 yıl boyunca en üst dereceden maaş almış olsun ve her ay
bu maaştan 1000 dolarını ayırarak (?) yıllık net %10 faizle (yani aylık %0,8 net faizle) bankaya yatırmış olsun. 480 ayın sonunda bankada birikecek toplam parası 5,6 milyon dolar olurdu. 1000 dolar yerine aylık 200 dolar tasarruf etseydi 1 milyon doları olacaktı. Hepsi bu kadar. 
 
Sonuç                   :

Devlet hizmetinde çalışarak emekli olan bir kişinin 1 milyon doların üzerinde serveti varsa o kişi ya hırsızdır ya da rüşvetçidir.

Sabih Kanadoğlu : Erdoğan Suç İşliyor!

Dostlar,

Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Sabih Kanadoğlu’nun
bir hukuk dersi niteliğindeki değerlendirmesi aşağıda..

Umarız Başbakan RT Erdoğan‘a da ulaşır bu uyarılar ve AKP içindeki
yurtsever, hukuka saygılı, vicdan sahibi yurttaşlarımız gereğini yaparlar..

Yoksa bu gidiş gidiş değil..

Sonu yıkım!

Halkımızı, ölümü göstererek sıtmaya razı etmeye çabalıyorlar adeta..
Bu işin sonu bir “genel affa” gider. Silivri, Hasdal vd. cezaevlerinde yıllardır
tutsak alınan yurtseverlerimiz de bu sözde “beyaz sayfanın” (genel affın!) diyeti olarak mı rehin tutuluyorlar??

Üstelik ustaca bir zamanlama ile seçimlere malzeme yaparak ??
Türk halkı bu bayağı oyunu asla yutmaz..

RT Erdoğan yaşamının Rus ruletini oynuyor ve
AKP’yi de enkaza dönüştürecek
..

Sevgi ve saygı ile.
4.3.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Erdoğan Suç İşliyor!

portresi
S
abih KANADOĞLU
Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı

Başbakan’ın müzakere sürecinde ortaya atıp tekrar tekrar dillendirdiği
sınır dışı formülü” hukuken mümkün değil! Yargıtay Onursal Başsavcısı Kanadoğlu, “Böyle bir yetkisi yok. Erdoğan suç işlediği gibi suça teşvik de ediyor.” dedi

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İmralı ile yürütülen pazarlıklar sonunda teröristlerin silah bırakıp yurt dışına çıkabileceklerini açıklaması kepkiye
neden oldu. Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, böyle bir uygulamanın hukukta yeri olmadığını belirterek Erdoğan’ın hem suç işleyip hem de suça teşvik ettiğini söyledi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Avusturya’ya giderken Esenboğa Havalimanı’nda gazetecilerin sorularını cevapladı. Başbakan Erdoğan, “Öcalan’ın mektubunda olduğu ifade edilen bir duruma göre, PKK’nın 15 Ağustos tarihinde sınır dışına çıkması ama 21 Mart itibariyle de silah bırakma çağrısına uyması ifadesi yer alıyor. Siz PKK’nın tümüyle silah bırakacağını düşünüyor musunuz?” sorusuna, “Terör örgütü silahları bırakıp, ülkemizi terk ettikten sonra zaten
ülkemizde herhangi bir sıkıntı olmayacaktır.” yanıtını verdi.

Fırsat kollamayızOperasyonların durup dururken yapılmayacağına, operasyonun bir sonu olduğuna değinen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Operasyonların nedeni, bölücü terör örgütünün tavırlarıdır. Bu neden ortadan kaktığı zaman, bu tahrikler bu tehditler ortadan kalktığı zaman güvenlik güçlerimiz neden kalksın da operasyon için kendisine fırsat kollasın. Böyle bir şey olmaz. Biz diyoruz ki silahlar bırakılsın, gömülsün. Gideceklerse gidebilirler. Ülkemizde kalacaklarsa zaten suça bulaşmamış olanlar zaten hanelerine, annelerine, babalarına da kavuşabilirler.
Şu andaki yapı içinde de süreçte de eğer silahları bırakıp ülkemizi terk edeceklerse, dünyada gidecekleri ülke çoktur. Komşu ülkeye de gidebilirler, başka ülkeye de gidebilirler, bu onların takdiridir.”Yasal değilYargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu Erdoğan’ın bu sözleriyle
suç işlediğini bildirdi. Kanadoğlu, konu ile ilgili olarak şu değerlendirmeyi yaptı:

“Herhangi bir suç işlemiş bir kişinin belirli bir pazarlık sonucu soruşturma görmeyeceğine ilişkin güvencenin hukukta yeri yoktur. Elbette ki herhangi bir soruşturmadan kurtulmak isteyen kişi ya yargılanır temize çıkar, ya da o soruşturma takipsizlik kararıyla sonuçlanır. Bunların dışında suç işleyen bir kişinin
(ben silahlarımı bıraktım gidiyorum) diyerek çıkmasının bir anlamı yok,
yasal da değil. Ya hukuksal soruşturmanın sonucunda karar bağlanır, ya da bir
af çıkar. Tek başına da bu yetmez. Suç işlemiş bir kişiyi arayacaksınız,
siz bunu yapmaya mecbursunuz. Bunu yapmazsanız bu görevi ihmal olur. İstenildiği gibi hareket etme söz konusu olamaz, zaten hukuk devletinde
böyle bir şey olmaz.”
  (Yeniçağ, 28.02.2013, Sabih Kanadoğlu ile söyleşi)

Kamu Özel İşbirliği Yasası’nı protesto için TBMM Önündeyiz..

ATO_logosu

Kamu Özel İşbirliği Yasası’nı protesto için TBMM Önündeyiz..

Değerli Meslektaşımız,

Başbakan RT Erdoğan’ın;

– “..Kuvvetler ayrılığı yüzünden bu fakirin 6 yıllık hayali gerçekleşmiyor..”,
– “..yargı son derece lüzumsuz şeylere takılarak engel oluyor, projeler yürümüyor..”

dediği efsane Şehir Hastaneleri sürecinde yeni bir aşamaya gelindi.

Türk Tabipleri Birliği’nin açtığı iptal davalarında yargının yürütmeyi durdurma gerekçelerini ortadan kaldırmak için, TBMM bir yasa çıkarıyor!

Bu amaçla çıkarılan Kamu Özel İşbirliği Yasasının görüşmeleri başladı.

  • Bu yasayla Sağlık Bakanlığı; kendi merkez binalarında bile kiracı oluyor.
  • Sağlık çalışanları, ihaleyi alan şirketlerin işçisine dönüştürülüyor.
  • Bu da yetmezmiş gibi, sağlık çalışanlarının ürettikleri hizmet karşılığında aldıkları döner sermaye gelirlerine el konuyor.

Türk Tabipleri Birliği, sağlık alanındaki öbür Birlik, Sendika ve Derneklerle birlikte
bu yasanın geri çekilmesi istemiyle yarın saat 12.30’da TBMM önünde bir
basın açıklaması yapacaktır.

Gerçekleştirilecek basın açıklamasına siz değerli meslektaşlarımızın da katılımını bekliyoruz.

Saygılarımızla

Ankara Tabip Odası 

Tarih: 21 Şubat 2013 Perşembe saat: 12.30
Yer: TBMM Dikmen Kapısı önü

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

Dostlar,

  • Başbakan RT Erdoğan‘ın “miliyetçilik” bağlamındaki akıl – mantık – bilim dışı ve
    üstelik tahrik edici söylemleri ülkemizi alt üst etti.

Durup dururken de yersiz gündemle herkesi meşgul etmekte.
Senaryo bir güzel oynanıyor ki, gıpta etmemek (!) olası değil.

Siyaset satrancında hamleler yapılmış durumda :

  • Al Apo’yu; ver Başkanlığı..

BOP Eşbaşkanı Türkiye’li RT Erdoğan, gerçekten yaşamının satrancını oynuyor.. Büyük oynuyor.. (!)
Benzetmek uygunsa çomak arı kovanına sokuldu adeta..
Yeryüzünde ilk kez, 80+ milyon nüfuslu bir ülkenin halkı, “adsız” (ya da sıfatsız) bırakılmaya çalışılıyor.

Ne dolu alıyor ne boş doluyor..

Peki bu ne hikmettir??
Dün dokunulmazlıklarının kaldırılması için TBMM’de AKP’nin girişim başlattığı
BDP’li vekiller şimdilerde birer pırlanta.. 330 hatta 367’nin kritik hesapları yapılmakta.
Ya AKP içinden namuslu – vicdanlı vekillerin gizli oylamada “hayır” ları ne olacak?

1 Mart 2033 Tezkeresi oylamasında 100 dolayında namuslu – vicdanlı AKP’li vekil “hayır” demiş ve Tezkere reddedilmişti..

Tarih bu denli zikzak, bu denli derin çelişki ve tutarsızlığa tanık olmadı..

  • Kadim Anadolu halkını aptal sananlar bir kez daha aynaya bakmalı..

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi‘nden (Biyofizik Anabilim Dalı) meslektaşımız
Prof. Dr. Mehmet Ali Körpınar’ın değerlendirmelerini ve makalesini dikkatle okuyalım..

Sevgi ve saygı ile.
21.2.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=======================================

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

  • Bir ulusun ruhu esir alınmadıkça, bir ulusun azim ve iradesi kırılmadıkça o ulusa hâkim olmanın olanağı yoktur. Oysa, asırların yarattığı ulusal bir ruha, kuvvetli ve daimî bir ulusal iradeye hiçbir kuvvet karşı koyamaz. (01.09.1924)

Mustafa Kemal ATATÜRK

Google Earth’ten bakacaklar icin Şırnak-Cizre’de koordinatlar: 37 13’ 31’’ N 42 21′ 22’’E  

Değerli arkadaşlar,

Güzel ülkemiz, TÜRK DEVLETİ’nin ulusal birlikteliğini bozmak ve parçalamak için AB-D emperyalizmi tarafından yıllardır ekilen tohumlar yeşermeye başladı. Bu acı ve üzüntü veren süreci sizlere yeniden anımsatmak isterim.

Bu nedenle 2007’de yani 6 yıl önce KİMLİĞİ OLMAYANLAR SORAR: BİZ KİMİZ? DİYE!!! başlıkla yazdığım yazımı aşağıda bilgilerinize bir kez daha sunarım.

Sevgi ve saygılarımla (20.02.2013).

Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

************************* 

KİMLİĞİ OLMAYANLAR SORAR; BİZ KİMİZ? DİYE!!!

  • Bir şahsın yaşadıkça memnun ve mutlu olması için lazım gelen şey,
    kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmasıdır.

 

Mustafa Kemal ATATÜRK

Değerli Arkadaşlar,

Ülkemizde son günlerde bazı anketler yapılmaktadır. Bence ülkemizde yeni azınlıklar yaratmak ve AB-D emperyalizminin bölücü isteklerine zemin oluşturmak amacıyla düzenlenen bu anketlerin esas hedefi önümüzdeki seçimler olarak gösterilmektedir.

Dün akşam hem NTV de hem de CNN-Türk de yapılan formlarda bu anketlerin sonuçları tartışıldı. Özellikle KONDA’nın yaptığı BİZ KİMİZ? Başlıklı anketin sonuçları üzerinde duruldu. Bu anket hakkında Sayın Melih Aşık, Milliyetteki köşesinde değindiği üzere:

Türkiyeli olmak!

KONDA‘nın gazetemiz için düzenlediği “Biz Kimiz” başlıklı anketi merakla izledik. Yararlandık. Ancak bir itirazımız var. Örneğin “Kimliğinizi nasıl tanımlarsınız?” sorusunun cevap şıklarından biri “Türkiyeli” şeklinde saptanmıştı. Çoğunluk bu şıkkı işaretleyince vatandaşların çoğunluğu kendilerini “Türkiyeliyim” diye tanımlıyor sonucu çıkmıştı. Neden cevap “Türküm” diye belirlenmemişti? Her halde “Türk” bir ırkın adı sayıldığından. Oysa ne der Atatürk: 

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.
    Türk” bir ırkın değil, milletin adıdır.”

Yine Sayın Bülent Esinoğlu’nun 22.03.2007 tarihli yazısında değindiği gibi KONDA 1993 yılında yaptığı ve yine Milliyet Gazetesi’nde yayımlanan ankette Türkiye’de yaşayan halkın %4’ü Kürt olarak belirlenmişken, şimdi ise %15,4 olarak belirlenmiştir. 1993’te
%4 olan Kürt nüfus nasıl oldu da şimdi %15,4 oldu? Bir tek bilimsel açıklaması var:
Kürt analar 15 çocuk doğurdu, Türk analar ise hiç doğurmadı.

* * * * * * * * *

Değerli arkadaşlar,

“BİZ KİMİZ?” diye bir anket neden yapılır?

Siz kimliğinizi bilmiyorsanız, kimliğinizi yitrimişseniz veya yeni bir kimlik arayışı içindeyseniz ancak böyle bir soru sorarsınız. Veya size birileri yeni bir kimlik vermek istiyorsa, zemin oluşturmak için bu çeşit sorularla sizi tuzağa düşürmek ister.

Bizler, Yüce Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün, “En büyük eserim” diye övünerek, halkı ümmetten ulusa geçirmek üzere kurduğu TÜRKİYE CUMHURİYETİ’nde yaşayan Türk Milleti’nin birer bireyiyiz. Kimliğimiz bellidir ve kimse de bu kimliğimizi tartışmasın. Bu konuda “TÜRK KİMDİR?” başlıkla yazdığım bir yazımı sizlere
yeniden anımsatmak isterim.

Umarım içimizde kimliğini yitirenler, bu yazımı okurlar ve kendilerine gelirler.

Sevgi ve saygılarımla (28.03.2007).

Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

***************************** 

TÜRK KİMDİR?

http://www.siirparki.com/turkolmak.html

Değerli arkadaşlar,

Son günlerde klasik milliyetçilik anlayışı ile Türk kimliği hakkında çeşitli yorumlar ve tartışmalar yapılmaktadır. Sanki birileri bu tartışmaları bilerek ortaya atmakta ve
yok yere zamanımızı ve gündemimizi meşgul etmektedirler. Bazen bu tartışmalar kırıcı olmakta ve hatta bu kısır tartışmaların dozu giderek artmakta, huzur bozucu olmaktadır.

Artık bu tartışmalar son bulmalıdır. Demokratik milliyetçilik anlayışı içinde
“Türk kimdir?” sorusuna verecek yanıtlarımız çoktur. 
Örneğin:

  • Ülkemiz demirbaşlarının üç kuruş on paraya elden çıkarılmasına karşıysan, Türk’sün sen,
  • Ülkemizin iç işlerine karışan AB büyükelçilerine karşı tepki duyuyorsan,
    Türk’sün sen,
  • AB’ye üye olacağız umudu ile ulusal bağımsızlığımızı tehlikeye koyacak ödünlere karşıysan, Türk’sün sen,
  • Kıbrıs, Ege Adaları gibi ülkemizin geleceği için yaşamsal önem arz eden konularda VER KURTUL’a karşıysan, Türk’sün sen,
  • Ümmetçilik isteklerini, “ılımlı islam” kavramı icinde benimsetmeye çalışan ve
    bu konuda emperyalist ülkelerle işbirliği yapanlara karşıysan, 
    Türk’sün sen,
  • Laik ve demokratik Cumhuriyetimize sahip çıkıyorsan, Türk’sün sen,
  • Ülkemizin birlik ve beraberliği için çalışıyorsan, Türk’sün sen,
  • Ülke bütünlüğünü korumak uğruna gerektiğinde canını verecek kadar
    bu ülkeyi seviyorsan,Türk’sün sen,
  • Siyasal rant kazanmak uğruna, kutsal dinimizi siyasete alet edenlere karşıysan, Türk’sün sen,
  • Siyaset-Ticaret-Bürokrat-Mayfa işbirliği içinde ülkemizi soyanlara karşıysan, Türk’sün sen,
  • Borç yiğidin kamcısıdır mantığı ile ülkemizi gırtlağına kadar borca sokanlara karşıysan,Türk’sün sen,
  • Ekonomimizi IMF emrine sokarak, işçi-memur-çiftçi-emekli düşmanı olanlara karşıysan,Türk’sün sen,
  • Kadın haklarını koruyup, onlara her alanda saygı gösterip, medeni ve siyasal haklarını kullanmalarına destek veriyorsan, Türk’sün sen,
  • Yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün dahice uygulamaya koyduğu
    ilke ve devrimlerine sahip çıkıyorsan, Türk’sün sen,

En önemlisi ulusal marşımız söylenirken, hemen gururla eşlik edebiliyorsan,
bağımsızlık simgesi bayrağımız göndere çekilirken gözlerin dolarak  duygulanabiliyorsan, Türk’sün sen,

  • NE MUTLU TÜRKÜM DİYEBİLENE !!!

Sevgi ve saygılarımla (05.07.2005).

Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR