Etiket arşivi: Bahçe kapısından apartman kapısına yüzüm dönük gitmişliğim yok

10 Yıl Önce Bugün, Necip Hablemitoğlu Öldürüldü Bu Ülkede…

 

Dostlar,

Bu gün, yiğit Kemalist aydın Dr. Necip Hablemitoğlu‘nun kahpece öldürülüşünün
10. yılı bitti.. Bu bağlamda O’nu ne denli ansak azdır.. Az önce eşi Prof. Dr. Şengül  Hablemitoğlu‘nun yazısını paylaştık sitemizde. (NTV’deki söyleşisi de bitti bu arada.)

Şİmdi de O’nun çok yakınında olan, çok iyi tanıyan, cinayet sırasında 21 yaşında bir hukuk öğrencisi, şimdi ise 31 yaşında bir genç Avukat olan Ersan Barkın‘ın içli,
duygulu ve çok silkeleyici bilgiler içeren yazısına yer vermek istiyoruz..

Lütfen okuyunuz ve okutunuz.. diyoruz..

Biz de sevgili Ersan’ı en az 10 yıldır ADD çalışmalarımızdan yurtsever bir genç olarak
çok yakın tanıyoruz..

  • “..ölümü bir metre peşinde yaşayan bir devrimci ..”

diyor sevgili Ersan.. Lütfen bu yazıyı da, Ersan ile “duygudaşlık” (empati, hemhal olma, diğerkâmlık, birbirini yaşama) kurarak okur musunuz??

Bir kez daha yüksek sesle haykırıyoruz :

Bulun Dr. Necip Hablemitoğlu’nun katillerini..

– Salt tetikçileri değil, gerçekte onları azmettirenleri.. Hangi ülkenin çıkarlarına dokunuyordu Necip kardeşim? O’na özellikle bakın.. Devlet olun, korkmayın,
bırakın uluslararası denge masallarını.. Yurttaşınızı size meydan okurcasına vurup giden, birkaç saat içinde yurtdışına çıkan, kestirimi zor olmayan bir batılı ülkenin istihbarat örgütünün kiralık katil ajanlarını anımsayın.. Cevizkabuğu programında masadan kaçmak zorunda kalan kişi hangi ülkenin hangi vakfının başında idi?

Açıklayın cinayeti, biliyorsunuz gerçekte!

Sevgi ve saygı ile.
18.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=====================================================

Av. Ersan BARKIN

10 Yıl Önce Bugün, Hablemitoğlu Öldürüldü Bu Ülkede…

21 yaşımdaydım. O’nun 20’sinde birkaç kitabı olduğu düşünülürse geç kalmışlık hissi üzerimizdeydi.

O’nun “düşünce evreni”nin bir yerlerinde olabilmenin şansını unuttuğumuz tek an yoktu ama.

Yiğit bir aydın. Korkulması gerektiği bilinen birçok çevrenin üzerine gözünü kırpmadan atılan, ölümü bir metre peşinde yaşayan bir devrimci.

***

Aralık ayının ortaları, karın örttüğü toprağa bir beden düştü.

Başında kanlar, göz yuvarının kenarında bir kurşun deliği.

Dudaklarında bir minik tebessüm, yüzünden başka anlarda da düşmeyen gülümsemeden kalan bir parça gibi.

***

18 Aralık 2002 gecesi, ertesi gün, daha ertesi…

Devlet aygıtının beylik sözleri uçuştu etrafta. Değersizlerdi. Zira değersizliğini yaşayarak öğrenmiştik o güne dek, Aksoy’da, Üçok’ta, Mumcu’da, Kışlalı’da.

Kanını yerde bırakmayız” ezberleri diğer yanda. Kaybetme duygusunu yaşamaya başlayan bir kitlenin ayakta kalma çabası.

Sonra, bu kitlenin her beyhude kalkışmasında işittim o sözleri:
Hablemitoğlu, aramızda

Devletin soğukluğu gibi tıpkı, buz gibi, ruhu alınmış bir sesleniş.

***

Ankara Emniyeti, Terörle Mücadele’nin koridorlarında başladı soruşturma gösterisi.

AKP’nin henüz ikinci ayı bitmemiş.

TEM’ci “fidan”lar, henüz bir Kemalist gördüklerinde, istemsiz biçimde yüzlerinde beliren meydan okumaya, rövanşçı mağruriyete sahip değiller.

Vatanseverliklerini kanıtlamaya çalışıyorlar. Kimi zaman masayı yumrukluyor karşımdaki polis, müdür yardımcısı.

Bir cinayeti çözmenin kendileri için ne kadar basit olduğu ifade etmeye çalışıyorlar.

Araya, susturucu takılan silahın teknik niteliklerine dair birkaç serpiştirme.

Son günlerini yaşadığı kimselerin tanıklıklarına başvurmak için çağrılıyız oysa.
İfade tekniklerine bakılırsa sanık olmamız işten değil.

Sonra duyuyorum ki; eşine, suikasttan birkaç saat sonra başlayıp günlerce süren
ifade alma sürecinde gösterilen tavır da benzer.

Hukuk Fakültesi öğrencisiyim henüz. İlk kez bir ifadede bulunuyorum,
ifade veren sıfatıyla.

Geçen sekiz saat, iki bardak çay, bir kaşarlı tost.

Polis ekibi çıkışta evime bırakıyor.
“İçeri gir, el salla” diyorlar. “Bilelim, sağ salim girdiğini”

Sağ olsunlar ama peki ya sonraki günler.

İçeri girmemi bile gözlemeleri gereken koşullar içindeysek eğer,
onlar yokken ne olacak?

Sonraki birkaç ay, ev arkadaşlarım bekliyorlar pencerede polisler yerine.

  • Bahçe kapısından apartman kapısına yüzüm dönük gitmişliğim yok.

Tehlike oralarda bir yerde.

Polisin tavrının “profesyonel”liğini anlamam için biraz daha zaman geçmesi gerekecek.

Aslında yalnız polisin tavrı değil, tetiğe komut verenlerin amacı da.

“Sıra kimde?”

Birkaç kuşağın zihni, ömürleri boyunca atamayacakları benzer bir hastalıkla yüklü: Sabah altıda zilinin çalınması, otomobilinin altına bomba yerleştirilmesi…

Bizim kuşak çocukluktan kalma alışkanlığını yenmiştir. Top bulamayınca çam kozalağı, kola kutusu tekmeleyerek başladı futbol hayatımız.

Yaşımız yirmiye gelirken öğrendik, bira kutusunun içine bomba yerleştirilip, avuçlayıp kenara atmaya çalışanın bedenini paramparça ettiğini.

Öldürmek yetmez, kalanları her gün fark etmediği ruh halinin esiri yapmak öldürmek kadar mühim tetiğe konut veren için.

***

Sözü uzatmaya gerek yok.

  • Bu ülkede Hablemitoğlu öldürüldü, 10 yıl önce bugün…

Ardından göstermelik soruşturmalar, TBMM’de neredeyse her yıl verilen soru önergelerine, soruşturma yapma zahmetine katlanmayanların verdikleri birbirinin kopyası yanıtlar. Kopyası tanımlamasının abartılı olduğu düşünmeyin. Sahiden verilen önerge yanıtları kelime kelime aynı. Soruşturmadan haberdar olmayan savcılar. Ergenekon sürecinde Hablemitoğlu izi arama çabası. Toplum zihninde yaratılan algının ardından, dosyayı Ankara’ya sepetleme süreci. Heyecanla Ankara Cumhuriyet Savcısına koşmamız. “Kucağıma saatli bomba bıraktılar, bu delillerle kolaysa kendileri açsalardı davayı..” açık sözlülüğü.

***

Bir siyasi suikastla ilgiliyseniz karşınıza sürekli çıkan ilk soru şudur: Sence kim öldürdü?

Bu soruya yanıt verme yükümlüğünüzün olmaması bir yana, sahiden yanıt vermek isteseniz de tek sözcük edemezsiniz. Korkudan değil, sahiden olay öyle başarılı biçimde karmaşıklaştırılmıştır ki, anlamlı bir kurgu olanaksız hale gelmiştir.

Bildiklerimizi aktaralım o zaman yukarıdaki derlemede adı geçenlere ve “yeni” haberlere ilişkin.

Soruşturmanın en kritik süreci Ergenekon süreciyle başlamıştı. İddianameye göre, Hablemitoğlu, birçoğu yakın arkadaşı olduğu söylenen ulusalcıların darbe planlarının
bir parçası olarak öldürüldü. Amaç, kendi içlerinden, en çok toplumsal galeyan yaratabilecek olanı öldürmek, sonra da “silah görse, ne olduğu bilmez” dincilerin üzerlerine atmaktı.

Bu doğrultuda onlarca haber yapıldı. Toplumsal kanaat oluştu:

  • Hablemitoğlu’nu da Ergenekon öldürdü.

İddianamede sözü edilen ilişkiye dair çeşitli tapeler, tanık beyanları.

Sonuç, ilk iddianamede Hablemitoğlu’na dair tek kanıt sujesi tahliye edildi,
sonra da gizli tanık olduğu ortaya çıktı.

İkinci iddianamede de Hablemitoğlu’nun tetikçisi olduğu ileri sürülen kimse tahliye edildi, sonra da gizli tanık olduğu ortaya çıktı.

Sonra, bunlar yaşanmamış gibi dosyanın yeniden açıldığına dair haberler kapladı
malum gazetelerin sayfalarını.

Yine heyecanla savcının huzurundayız.
Savcının yanıtı kısa, “Olan bitenden haberim yok.”

Tuncay Özkan, Ergün Poyraz tetikçiyi biliyorum diyorlar,
ifadelerine başvurulsun. Hareket, yok.

Ergün Poyraz, Ergenekon davasında savunmasını verirken mahkeme heyetine sesleniyor:

  • “Hablemitoğlu’nu öldüreni biliyorum. Sorun, söyleyeyim.”

Mahkeme heyetinde tık yok.

Zira, sahiden ele gelir bir yanıt alsalar, üzerlerine gidecek cesaret, yok.

Peki ya dosya, yok.

UYAP’tan arayalım, yok.

Bilgi edinme başvurusunda bulunalım:
“Talebiniz Adalet Bakanlığı’na iletilmiştir”

Sonuç, yok.

***

Hablemitoğlu soruşturması, ebedi olarak soruşturma aşamasında kalmaya, göstermelik bir kumpanya perdelense de günün birinde, ağzımızı açsak sanıkları savunmak zorunda kalacağımız tiratların yankılandığı mahkeme salonlarına mahkumdur.

Nokta…

(18 Aralık 2012, Ankara)