Etiket arşivi: Atatürk ve Sosyal Demokrasi

Atatürk ve sosyal demokrasi

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

Atatürk ve sosyal demokrasi

28 Eylül 2020, Cumhuriyet
Karl Marx’ın temellerini attığı ve sosyalizmin bir türü olan komünizm, üretim araçlarındaki özel mülkiyetin ortadan kalkmasını ve sınıfsız toplumu hedefler. Sermaye sınıfının, üretimi yapan emekçi sınıfı sömürdüğü düzenin adı kapitalizmdir. Bu sömürünün temel nedeni de üretim araçlarının özel mülkiyette, yani sermaye sınıfının elinde olmasıdır. Üretim araçlarındaki özel mülkiyetin ortadan kalkmasının sonucunda sınıflar da ortadan kalkacak ve emekçilerin emeklerine, ürettiklerine ve kendilerine yönelik yaşadıkları yabancılaşma son bulacaktır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan önce sosyal demokrasi de sınıfsız toplumu hedefliyordu, ancak sınıfsız topluma geçme yöntemiyle ilgili farklı görüşlere sahipti. Örneğin, sosyal demokrasinin en önemli teorisyenlerinden birisi olan Eduard Bernstein, devrim yerine evrimi, sosyalizme adım adım geçilmesini savunuyordu.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sosyal demokrasi, üretim araçlarındaki özel mülkiyetin kaldırılması ve sınıfsız toplum hedefinden vazgeçti, sınıflar arasındaki uçurumu dengelemek yolunu seçti. Sosyal demokrasi, üretim ve hizmet araçlarındaki özel mülkiyeti, yani özel sektörü ortadan kaldırmak yerine, güçlü bir kamu sektörüyle, ücretsiz ve nitelikli eğitim ve sağlık sistemiyle, emekçiden yana vergi politikalarıyla, sendikal hareketlerin desteklenmesiyle, özel sektörün yol açacağı sömürüleri asgari düzeye çekmeyi öncelikli hedef haline getirdi. Sosyal demokrat, demokratik sol ve demokratik sosyalist siyasi partilerin üye olduğu Sosyalist Enternasyonel, “karma ekonomi” adını verdiği modeli benimsedi. Olof Palme ve Willy Brandt gibi dönemin sosyal demokrat liderleri, bu modelin geliştirilmesine öncülük ettiler. Sosyal demokrasi bu anlamda, komünizm ile kapitalizmin bir sentezidir.

***

Mustafa Kemal Atatürk ile sosyal demokrasiyi karşı karşıya getirmek çelişkili bir saçmalıktır.

Çünkü karma ekonomik model Atatürk’ün savunduğu bir modeldi.

Atatürk komünist olmadığı gibi, serbest piyasacı ve özel sektörcü de değildi;

Atatürk günümüzde neo-liberal olarak tanımlanan politikaları hiçbir zaman savunmadı.

Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin 6 temel ilkesinden ikisinin devletçilik ve halkçılık olması da bir tesadüf değildir. Atatürk bir taraftan özel sektörün gelişmesinin yolunu açmış, bir yandan da devletçi ve halkçı ilkelerle, üretimin ve hizmetin, serbest piyasa ekonomisine ve özel sektöre terk edilmesini engellemişti.

Atatürk’ün kendisini sosyal demokrat olarak tanımlamaması son derece doğaldı. Çünkü, Atatürk’ün yaşadığı yıllarda sosyal demokrasi, komünizme oldukça yakın bir yerde duruyordu. Ancak sosyal demokrasi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra geçirdiği dönüşüm üzerinden tanımlanacak olursa, Atatürk bir sosyal demokrattı.

***

1990’lı yıllardan itibaren, Sosyalist Enternasyonel’in içinde, sosyal demokrasiyi özelleştirmeci neo-liberal politikalarla ve emperyalist dış politikalarla sulandırmaya çalışanlar, gerçekten sosyal demokrat değildi. Tony Blair ve Gerhard Schröder bu liderlere dair örnek olarak verilebilir. Oskar Lafontaine, Lionel Jospin ve Jeremy Corbyn gibi siyasetçiler buna direndiler. Bu mücadelenin Sosyalist Enternasyonel içinde hâlâ sürdüğü, ancak Blair-Schröder çizgisinin büyük ölçüde zayıfladığı söylenebilir. “Liberal” ifadesiyle serbest piyasacı, özelleştirmeci neo-liberal çizgi kastediliyorsa, “sol liberal” ifadesi çelişki içerir.

  • Solcu olan neo-liberal olamaz.

Devletçilik ve halkçılık, sosyal demokrasinin özünde olan ilkeler olduğu gibi, CHP’nin cumhuriyetçilik, ulusçuluk, laiklik ve devrimcilik ilkeleri de sosyal demokrasi ile çelişen ilkeler değildir. Cumhuriyetin yerine monarşinin, ulusun yerine ümmetin, laikliğin yerine teokrasinin, devrimciliğin yerine muhafazakârlığın olduğu bir yerde sosyal demokrasinin yaşayamayacağı açıktır.

Sosyal demokrasi, din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden siyaset yapılmasını da kabul etmez. Sosyal demokrasinin temelinde sınıf mücadelesi vardır.

Özetle, Atatürk ile sosyal demokrasiyi karşı karşıya getirmeye çalışan kesimlerin bir kısmı neo-liberallerdir, bir kısmı da okumuş cahillerdir. Bu kesimler de sadece, CHP’yi bölmeye hizmet etmektedir!

ADD’nin Kurucu Önderi Prof. Dr. Muammer Aksoy


Dostlar,
Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen, ADD’nin 19 Mayıs 1989’da, Kurtuluş için Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışının 70. yılında kuruluşunda, 50 kurucu içinde “Kurucu Genel Yazman” sıfatı ile yer aldı. ADD’nin tarihini hem yaşadı hem de kitaplaştırdı : ADD’nin Kitabı..
ADD'nin_kitabi
Muammer hocanın Ankara Hukuk Fakültesi’nde öğrencisi, giderek mesai arkadaşı, aydınlanma kavgasında, ADD’de can yoldaşı olmuş bir bilim ve hukuk insanı..
Muammer hoca için yazı yazmaya belki de en yetkin insan..
İçinin çoook sızladığını biliyoruz aşağıdaki yazıyı yazarken..
Paylaşalım, gerçekleri öğrenelim ve akıllıca örgütlenerek bu kanlı gidişe halk olarak “Dur!”
diye haykıralım..
Halkın gücünün karşısında kim durabilir?
Tarihte örneği var mı?

Sevgi ve saygı ile.
31.1.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================================

ADD’nin Kurucu Önderi Prof. Dr. Muammer Aksoy

Atatürkçü Düşünce Derneği, 1989’da kurulurken Türkiye’nin tanınmış ve önde gelen
50 hukukçusunu ve bilim adamını kurucu listesinde biraraya getirerek kurulmuştur.O dönemin koşullarında 70 yıllık bir cumhuriyet birikimini ülkenin önde gelen bilim adamları ve hukukçularını örgütleyerek gelecek kuşaklara böylesine büyük birikimin aktarılmasının hedeflenmesinin ne kadar doğru bir adım olduğunu daha sonraki yıllarda karşılaşılan gelişmeler ortaya koymuştur.
Tam o aşamada gündeme gelen Küreselleşme döneminde, batılı emperyal güçlerin baskı ve yönlendirmeleriyle Türk Devleti hızla Atatürk’ten uzaklaştırılırken, Türkiye Cumhuriyeti devletini yaratan sosyal ve siyasal birikim, Türkiye’nin en büyük demokratik kitle kuruluşu olan Atatürkçü Düşünce Derneği aracılığı ile korunarak gelecek kuşaklar için en üst düzeyde kurumlaştırılmıştır.
ADD’nin tarihi çeyrek asırlık bir dönemi tamamlarken, Türkiye ile beraber çok önemli gelişmeler yaşanmış ve böylesine bir değişim ve dıştan zorlama döneminde, kafaların karışması ile Türk kamuoyunun Atatürk’ten uzaklaştırılması ADD aracığı ile önlenmiştir.
Atatürkçülük, kurucusu olduğu Türkiye Cumhuriyeti devletinden dışlanırken,
Türkiye Cumhuriyetini yaratan bir büyük siyasal ve toplumsal birikime
Türkiye’nin en büyük milli demokratik kuruluşu olarak Atatürkçü Düşünce Derneği sahip çıkmıştır.
Daha önceleri Atatürkçü ya da Kemalist başlıkları ile çeşitli dernek ya da vakıf gibi sivil toplum kuruluşları kurulmasına rağmen, hiçbirisi Atatürkçü Düşünce Derneği’nin elde ettiği başarıyı yakalayamamıştır. Çünkü Prof.Dr. Muammer Aksoy gibi kurucu bir genel başkan ile gene O’nun öncülüğünde bir araya gelen cumhuriyetin hukuk ve bilim kadrosu, bu yeni Atatürkçü örgütlenmeye Türkiye’nin hem bilimsel hem de Atatürkçü birikimini getirmişlerdir. Türkiye’nin önde gelen bilim ve hukuk adamlarının kurucusu olduğu Atatürkçü Düşünce Derneği Türkiye’nin bütün Atatürkçü aydınlarını ve toplum kesimlerini bünyesinde toplayarak yurt içinde ve dışında beşyüzden çok şube açmıştır.
ADD kısa zamanda Türkiye’nin en büyük demokratik kuruluşu haline gelebildiyse bu başarı da kurucu başkan Prof.Dr. Muammer Aksoy’un çok büyük rolü bulunmaktadır. Önder kişiliği ile kuruculuk misyonunu üstlenen Prof.Dr. Aksoy hem üniversiteden hem de hukuk dünyasından Türkiye’nin önde gelen otoritelerini bir çatı altında toplayarak Atatürkçülüğün geleceğe dönük olarak toplumsal kurumlaşmasını gerçekleştirmiştir.2. Dünya Savaşı sonrası dönemde, 40 yılı aşkın bir süre Türk Hukuk Kurumu genel başkanlığı yapmış olan Prof. Dr. Muammer Aksoy, kendisine Atatürkçü Düşünce Derneği kurucu başkanlığı Anıl Çeçen, Gürbüz Tüfekçi ve Hayri Balta’dan oluşan kurucu heyet tarafından önerildiği zaman, heyecanlanmış, ayağa kalkarak,ömrünün geri kalan kısmında bu uğurda bir nefer olarak çalışabileceğini söylemiştir.İlk görüşme anında, Atatürk’ün partisini Atatürk ilkelerinden uzaklaştıran siyasetin öncü kadrosunu eleştirmiş, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kamu kurumlarının giderek Atatürk karşıtı, işbirlikçi, mandacı, bölücü ve şeriatçı kadrolar tarafından doldurulduğunu ve bu yüzden;
  • Atatürk Cumhuriyetinin önümüzdeki dönemde yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğunu dile getirmiştir.
Ayrıca, Atatürkçü Düşünce Derneğini hızla örgütlenebilmesi için gerekirse 40 yıllık Türk Hukuk Kurumu başkanlığını bile bırakabileceğini ifade etmiştir. bir anayasa hukuku hocası olan Muammer hoca, Türkiye’nin geleceği için çok ciddi bir hukuk mücadelesinin verilmesi gerektiğini ama Atatürkçülük mücadelesinin hukuk kavgasından daha önde geldiğini de vurgulamıştır.
Derneğin üç yıla yakın süren kuruluş hazırlıkları sırasında Prof. Aksoy, Türk Hukuk Kurumu salonlarını zaman zaman ADD’nin kuruluş toplantılarına tahsis etmiş, Türkiye’nin önde gelen bilim ve hukuk adamlarını, Türk Hukuk Kurumu’nun Kızılay’daki merkezinde bir araya getirerek çeşitli kurul toplantıları düzenlemiştir.
Derneğin kuruluş çalışmaları sırasında İstanbul’a giderek başta onursal ADD Başkanı Ord.Prof.Dr. Hıfzı Veldet Velideoğlu olmak üzere İstanbul’un büyük hukuk adamları ile görüşmüş ve onların da kurucu listede yer almalarını sağlayarak, Atatürk Düşünce Derneği hareketini yalnızca bir Ankara hareketi olmaktan çıkararak hedef alanını genişletmiştir.
1961 Anayasasını hazırlayan Anayasa Komisyonunun da başkanlığını yapmış olan Prof.Dr. Muammer Aksoy hem bir hukuk, hem bir bilim hem de bir toplum adamı gibi davranarak, sahip olduğu bütün birikimleri Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kuruluşu aşamasında devreye sokmuştur.Çok heyecanlı ve hareketli bir kişiliği olan, Prof.Dr.Muammer Aksoy her sabah erken saatlerde kalkarak kahvaltısında bütün gazeteleri okur ve Türk Hukuk Kurumu başkanı olarak, Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasa düzeninin gerektirdiği açıklamaları yapardı. O yüzden, Türk toplumunun her kesimi hocayı yakından tanır ve her gün basın yayın organlarında Muammer hocanın açıklamalarını okuyarak ya da izleyerek siyasal ve hukuksal gelişmelerden haberdar olurlardı.
Muammer hoca tek kişilik ordu gibi çalışarak Türk Hukuk Kurumu’nu
40 yıl ayakta tutmuş ve yeni dönemde geçmişten gelen bu gücünü ADD’nin kuruluşuna yönlendirmiştir. Hukuk Kurumu Başkanlığının getirdiği tanınmışlık, ADD’nin kuruluşu döneminde hocaya büyük kolaylıklar sağlamıştır.Muammer Aksoy, ADD’nin kuruluşundan (19 Mayıs 1989) 7 ay sonra (31 Ocak 1990) şehit edilmiştir.
Derneğim kuruluşu için çok büyük mücadeleler veren Aksoy, devlet katında ADD’nin kuruluş izni almasında epeyce çaba harcamıştır.
Her kademede hocanın öğrencileri görev yaptığı için, bunların anlayışından yararlanmış ve böylece ADD’nin kuruluşu ile ilgili formaliteler tamamlanmıştır. Hoca, Türk Hukuk Kurumu ile beraber Bahçelievler’deki bürosunu da kuruluş aşamasında dernek merkezi olarak kullanmış ve kurucu yönetim kurulunun toplantıları daha çok hocanın bürosunda yapılmıştır. Hoca’nın şehit edildiği gün de (31 Ocak 1990) gene bu bürodan çalışmalarını yürüttüğü görülmüştür. Bürosu ile evi aynı cadde üzerinde olduğu için, akşam yürüyerek evine dönerken, tam evine gireceği sırada saldırganların ateşine maruz kalmıştır.
Bu yüzden üç yıl kuruluşu için mücadele verdiği Atatürkçü Düşünce Derneği Derneği’nin kuruluş yılında bu kez hayatını vermek durumunda kalmıştır.
Soğuk savaşın tam bitme aşamasında kurulmuş olan ADD, aslında
12 Eylül NATO harekatına karşı Türk toplumunun bir Atatürkçü tepkisi olarak gündeme gelmiştir. Ne var ki; ADD’nin kurulduğu yıl Sovyetler Birliği’nin tasfiye olması yüzünden, 12 Eylül soğuk savaş dönemi geride kalmış,
küresel emperyalizm dönemi başladığı için;
  • ADD daha çok küresel emperyalizme Türk toplumunun ulusal tepkileri doğrultusunda çalışmalarını yürüterek örgütlenmişti.
Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok gibi kurucu üyeleri saldırılar ile
yok edilen Atatürkçü Düşünce Derneği, küreselleşme aşamasında
Amerikan emperyalizmi ve İsrail siyonizminin merkezi coğrafyaya saldırılarına karşı bir çizgide çalışmalarını sürdürmüştür.
ADD her kurucusunu yitirdikçe Türk basını İran’ı hedef olarak göstermiş ve bir
Türkiye- İran savaşı senaryolarına Atatürkçü Düşünce Derneği alet edilmek istenmiştir.
Ülkede dinci ve Atatürkçü çatışmaları körükleyerek Türkiye’yi İran ile savaştırmaya kalkışan emperyal ve siyonist merkezler ADD’yi ve kurucularını hedef almışlar, Atatürkçülere yapılan tüm saldırıları İran’a yönelik göstererek bir Türk- İran savaşı ile merkezi coğrafyaya
egemen olabilmenin yollarını aramışlardır.
Prof.Dr. Muammer Aksoy’dan geriye;
Atatürk ve Tam Bağımsızlık,
– Milli Petrol Davamız,
– Atatürk’ün Laik Hukuk Devleti,
– Hukuk ve Siyaset,
– Atatürk ve Sosyal Demokrasi
gibi kitaplar armağan olarak kalmıştır.
Türk Hukuk Kurumu ile beraber Atatürkçü Düşünce Derneği,
Türkiye’nin en büyük Atatürkçüsünün bu kitaplarını yeniden yayımlayarak,
geleceğin Cumhuriyet kuşaklarına, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin
kurucu önderinin eserlerini ulaştırmaya çalışmaktadırlar.
Muammer hocanın en büyük eseri olan ADD,
öbür eserlerini de Türk toplumunun her kesimine ulaştırabilmelidir.
Böylece, Türk genci Atatürk’ün yolunda daha bilinçli olarak yürümek
ve mücadele etmek şansına sahip olabilecektir.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
ADD Kurucu Genel Yazmanı
31 Ocak 2013