Etiket arşivi: Atatürk Türkiye’si

Foucault – İran Devrimi Türk Liberalleri ve İkiyüzlü Batı

ARŞİVİMİZDEN       :

Foucault – İran Devrimi Türk Liberalleri ve İkiyüzlü Batı

Av. Şevket ÇİZMELİ
Cumhuriyet, 4 Ocak 2014

1978 yılının yarısında İran’da militan İslamcısı grupların başını çektiği, laik milliyetçi liberal ve solcu koalisyonun yürüttüğü Şah karşıtı başkaldırı, giderek “dini terimlerle ve Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesini “ anan Muharrem törenlerine de yansıyarak ifade edilmeye başlamıştı (Focault ve İran Devrimi, Janet Afary Kevin B. Anderson, Boğaziçi Üniversitesi yayınları, 2010).
Protesto gösterileri Muharrem bayramında bir milyon kişinin katılmasıyla en üst sayıya erişmişti. 1979 Şubatında Şah’ın İran’dan kaçması üzerine sürgünden dönen Humeyni’nin öncülüğünde düzenlenen halkoylaması sonucu İran İslam Cumhuriyeti ilan edildi. İzleyen günlerde ise bilindiği gibi Humeyni’nin iktidarı, her gün artan kanlı uygulamalarla gelişerek pekişti ve hedefinde öncelikle birlikte yola çıktığı koalisyon ortakları ulusalcılar, liberaller, solcular ve İslamın doğası gereği kadınlar vardı.
Felsefi düşüncelerinin ayrıntılarını bir yana bırakarak Foucault’un, Doğunun geleneksel toplumsal, normlarına duyduğu ilginin başlangıcını, 1960’larda sömürgeciliğin çöküşü ile birlikte Batı düşüncesinin buhrana sürükleneceği öngörüsünün teşkil ettiği anlaşılmaktadır (Foucault ve İran Devrimi syf. 17). Halbuki Batı, kısa sürede globalleşme politikaları aracılıyla geliştirdiği finans enstrümanları ile, ekonomik sömürüsünü daha yaygın ve sahte barışçıl bir görüntüye büründürecektir.
Foucault 1978 Eylülünde İran’a ilk ziyaretini yaptı ve Ekiminde de Fransa’da Humeyni ile tanıştı. İran’a 2. gidişi 1978 Kasımında oldu ve İtalyan Corriere Della Sera gazetesinde makaleleri yayınladı. Bu makalelerde kabaca ulemanın otoriter bir rejim kurarak başta kadınlarınki olmak üzere her türlü insan haklarını ortadan kaldıracağına ilişkin kuşkuları bir yana bırakıp, İslam’ın “arkaik bir faşizm” den ibaret baskıcı devlet ideolojisini, 1970’lerin sonlarında fark etmemesi anlaşılır değildi.
Atlas Okyanusundan Uzak Doğuya uzanan kuşaktaki onlarca İslam devleti ve halkı
tüm ögeleriyle gözler önündeydi.
Kuran’a göre asgari Müslüman köktenciliği,
– hırsızın elinin kesilmesini ve
– kadının mirasının ikiye bölünmesini gerektirir.

Geleneğe dönülürse ulemanın da koşul koyduğu gibi;
şarap içerken yakalananlar kamçılanmalı ve
zina işleyen de kırbaçlanmalı ya da taşlanmalıdır.

Rakibimizi “Tanrı düşmanı” ilan etme göreneği eski geçerli bir yöntemdir fakat
hiçbir şey bundan daha kolay ve daha tehlikeli değildir.” (Maxime Rodinson,
İslamcı Köktendincilik Uyanıyor mu?, Le Monde, 6 Aralık 1978; 1981’de 3 bölümden oluşan bu 8 makale İngilizcede “İslam Diriliyor mu” başlığıyla çıkmıştır.) Nitekim İran’da mollaların yönetiminde Şii Mezhebinin ateşli söylemleri ile yürütülen kurtuluş aşaması, kısa sürede Humeyni’nin o tarihe dek bilinen kin dolu ilkel söylemleriyle beslenen
kanlı bir tasfiyeye dönüşmüştür.
Humeyni’nin kadın haklarını kısıtlamak için yalnızca “27” gün beklediği ve ilk iş olarak

– “kadınların yargıda çalışmasını yasakladığı” ertesi günü
– “boşanma hakkını kadınlardan aldığı”,
– spor yapan kadınlara yasak getirerek, çarşaf giymelerini emrettiği

görülmüştür. Humeyni liderliğindeki bu dönem giderek feministlerin, etnik ve dinsel azınlıkların, liberallerin, solcuların İslam adına büyük baskı altına alınması ve
toplu idamlara varan işkencelerin günümüze değin sürmesiyle kendini göstermiştir. Son olarak Humeyni 1989 Şubatında ölümüne yaklaşırken, Şeytan Ayetleri kitabı yüzünden Salman Rüşdi’yi ölüme mahkûm eden fetvasını yayınladı ve
bu Müslüman yazarın başına 6 milyon Dolar ödül koydu.
Hal böyle iken Türkiye yıllar önce Milli Görüş adlı tutarsız bir din programıyla siyasal arenada yerini almış Erbakan’ın çıraklarının kurduğu AKP’nin 2002 Kasımında iktidara gelmesi, Batı (ABD-AB) tarafından nerdeyse alkışlarla karşılanmıştır.
Batılılar burada Foucault’un değişik bir yüzünü temsil ederek sözde Ilımlı İslam aldatmacasıyla bu kuşkulu gurubu fütursuzca bağırlarına basmışlarıdır.
Dünyada ilk ve tek laik ülke olma onurunu taşıyan Atatürk Türkiye’sine tahammülü olmayan bu ikiyüzlü Batı, içeride onlardan daha ahlaksız bir yerli ittifak gurubunu
hazır bulmuştur. Önce basında kümeleşen ve daha sonra AKP iktidarı tarafından beslenip devlet örgütü, üniversiteler ve görsel medyayı işgal eden bu sözde liberal (LİBOŞ) kitlenin bir bölümü 2013’ün son günlerinde patlak ile son bulan dinci siyasetin iflasıyla kara yaslara bürünmüşlerdir. Başka bir bölümü ise kullanma miadı dolmuş malzeme gibi kenarda köşede yazgılarına terk edilmişlerdir. İkiyüzlü Batı ise, bu kez, AKP’yi antidemokratik uygulamaları nedeniyle derece derece sertleşen bir üslupla eleştirmeye başlamıştır.
Halbuki AKP’nin geçmişteki sicili Batı için hiç de öyle bilinmezlikleri barındırmıyordu. Üstelik yukarıda kısaca özetlenen İran örneği yanı başımızdaydı. Fransa’da İran yanılgısıyla öne çıkan Foucault‘un yalnızlığına karşın Türkiye’de hızla çok sayıda yandaş türemesi, iki dindar kültürünün benzemezliğindeki anlamlı ipuçlarıdır.

SABAHATTİN ÖNKİBAR: ERDOĞAN’A ULUSLARARASI SORUŞTURMA EŞİKTE


Erdoğan’a uluslararası soruşturma eşİkte


SABAHATTİN ÖNKİBAR

İran petrolu ve doğal gazına ödemeler altınla…
Ve Dubai üzerinden kurulan Ankara-Tahran kara para hattı

Bu iddialar artık uluslararası boyut kazandı.

Dahası, İran’da bu konu bağlamında soruşturma açıldı ve
eski Devlet Başkanı Ahmedinecad’ın yardımcısı Rıza Rahimi hedefte.

Rahimi, Babek Zencani ile olan ilişkileri çerçevesinde suçlanıyor.

Zencani malum bizim bakanlarımıza rüşvet dağıttığı ileri sürülen
Reza Zarrab’ın patronu.

Evet Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın hayırsever işadamı diye lanse edip protokol listesine aldığı Reza’nın patronu Babek Zencani,
esrarengiz ilişkileri ve özel görevleri ile boy hedefi.

Zencani eğer konuşursa -ki beklenen odur-
Türkiye Başbakanının uluslararası yargı ile başı derde girebilir.

Mesela El Beşir misali hakkında tutuklama kararı bile çıkartılabilir…

Olmaz demeyin, İran’da Ahmedinecad’ın tasfiyesi,
aslında bölgedeki başka liderlerin tasfiye edileceğinin işareti gibidir.

HEPİNİZ BERABERDİNİZ

Ali Fuat Yılmazer’e göre İlker Başbuğ’u Tayyip Erdoğan tutuklatmış.

Yalnızca o değil bütün Ergenekon şüphelileri O’nun emriyle
hapse girmiş.

Keza Oda TV davası O’nun istemiyle açılmış.

Bunlar doğru mu yalan mı bilmiyorum zira Ali Fuat Yılmazer,
kendisinden hesap sorulur endişesi ile panikte ve temize çıkmak istiyor.

Bildiğim ya da kamuoyundaki yaygın kanaat, Ergenekon tertibinde Cemaat ile AKP’nin el ele, omuz omuza olduğudur.

Ek olarak Genel Kurmay eski Başkanı Başbuğ,
Tayyip Erdoğan’a rağmen tutuklanamaz…

Kazayla böyle bir şey O’na karşın olsaydı Hakan Fidan olayında olduğu gibi Erdoğan harekete geçip yasal zeminleri inşa edip
ona engel olurdu…

Özetle ne Ergenekon, Balyoz, Şike ve Oda TV gibi davalarda
Cemaat-Tayyip koalisyonu tartışılamaz.

ADAMINA GÖRE ANKET

Türkiye’de kurumlaşmış anket firmaları maalesef yoktur. Birkaçı dışında pek çoğu anket cambazıdır ve seçim dönemi vurgunlarının peşindedir.

Yakından biliyorum, bu anketçilerden kimileri yaptığı anketlerden değil yapmadığı anketlerden para kazanırlar.

Aldıkları paralar karşılığı aday ya da partiler için manüplasyon yapıp yapay rüzgarlar estirirler.

Buradan hareketle siz siz olun, bugünden başlayarak kamuoyuna
mesaj niyetine açıklanan anketlere itibar etmeyin.

Doğru anketler ise özel yaptırılan ve açıklanmayan anketlerdir ki;
büyük bir ticari grubun yaptırdığı ankete göre İstanbul’da Kadir Topbaş, Sarıgül’ün 1 puan önünde, Ankara’da Mansur Yavaş, Gökçek’in 4 puan önünde, Adana’da MHP seçimi garantiledi, İzmir ve Antalya’da CHP banko…

KILIÇDAROĞLU KENDİNİ TUNCELİ BELEDİYE BAŞKAN ADAYI ZANNEDİYOR!

Ne zaman Tunceli’ye gitse Kemal Kılıçdaroğlu’na bir haller oluyor. Kimileri aslına rücu ediyor bile diyor.

Önceki gün Tunceli meydanında yine Dersim bayrağını göndere çekti. Yetmedi, PKK ile girilen kirli bölünme süreci için, “AKP gitse de
devam eder..” diyor.

Hatırlayın, Kılıçdaroğlu benzer sözleri 2010 referandumunda etti ve seçmenden tokat yedi.

Buna karşın yine aynı şeyi söylüyor…

Amacı Tunceli selamı ile Kürtlerden oy almak ise mümkün değil zira Kürtlerin ırkçısı BDP’de, dincisi AKP’de, ortası ise bugün için maalesef yok.

Ama buna mukabil Dersim ve süreç söylemi ile Karadeniz, Akdeniz, Ege ve Marmara’da oy kaybediyor haberi yok.

Kılıçdaroğlu kendini Tunceli Belediye Başkan adayı zannediyor oysa o şimdi Atatürk’ün partisi CHP’nin lideri.

FENERBAHÇE ARSLANLI YOL’DA

Önümüzdeki Pazar büyük gündür.

Futbolu fetih adına taarruza uğrayan Fenerbahçe,
Ata’nın huzuruna çıkıyor.

Hayır, bu isyan Fenerbahçe’ye hak aranmasının ötesinde
Atatürk Türkiyesi adınadır.

Dolayısı ile değil yalnızca Fenerbahçeliler değil,
bütün futbolseverler Pazar günü Anıtkabir’de olmalıdır.

Yalnızca onlar da değil.

Türkiye bölünmesin, diktatörlük tasfiye edilsin diyen bütün Ankaralılar orada olmalıdır.

Pazar günü Aziz Yıldırım’dan açık ve net olarak Fenerbahçeli seçmene vereceği mesajı bekliyoruz.

Tarihte “KÜRDİSTAN” Diye Bir “ÜLKE” Hiç Olmadı!

Tarihte “KÜRDİSTAN” Diye Bir “ÜLKE” Hiç Olmadı!

portresi_sapkali

Prof.Dr. Özer OZANKAYA
ADD 5. Genel Başkanı

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, Türk yurdunun bir bölümünü “Kürdistan” diye adlandırmaya kalkışan bir belgeye yer verildiği
basında duyuruluyor.

Bildiğim kadarıyla

  • Anadolu’nun 8000 yıllık tarihinde “Kürdistan” diye bir “siyasal coğrafya”dan, YANİ YÖNETİMİ, HUKUKU, GÜVENLİĞİ, EĞİTİMİ, TEKNOLOJİSİ, ÜRETİMİ, ULAŞIMI, TİCARETİ, SANATI, … “KÜRT” OLARAK ADLANDIRILAN BİR “ÜLKE” DEN söz eden hiçbir belge olmamıştır. 

Kürtlerin yoğun yaşadığı yöre, bölge anlamımda “Kürdistan” sözcüğünün kullanıldığı olmuştur. Ama bu, hiçbir zaman yukarda tanımlanan anlamda
bir “siyasal coğrafya” adı olarak kullanılmamıştır.

Anadolu, öncelikle de Güneydoğu Anadolu, son BİN YILDAN BERİ,
önce 300 yıllık Selçuklu, sonra 600 yıllık Osmanlı ve son 90 yıldanberi de Türkiye Cumhuriyeti yönetimlerinde, yukardaki anlamıyla hep “Türk ülkesi, Türk yurdu” olarak varlığını sürdürmüştür.

Özellikle demokratik hukuk ve insan hakları, çağdaş yönetim, bilim, ulaşım, sanayi, eğitim, sanat … bakımlarından Atatürk Türkiyesi, tüm Türkiye’ye olduğu gibi Güneydoğu Anadolu’ya da “Türk” damgasını, çok daha derinlere işleyen bir biçimde vurmuştur.

Şimdi Sevr’i hortlatmak isteyen BOP’un açık eşbaşkanı
AKP yönetimi
ile örtülü BOPçu siysal parti yönetimleri ve
siyaset insanları, ABD/AB dayatmasına ve PKK terör eşkıyalığına boyun eğerek, en az bin yıllık bu Türk yurdu parçasını, Türk ulsunun yurdu olmaktan çıkarmaya kalkışabiliyorlar!

Bu bölgedeki Kürt ulustaşlarımız da, sömürgeci ABD/AB desteğindeki PKK eşkıyalığının ölüm kusan tehdidi altında, bu tarihsel gerçeği
teslim eden haktanır yurttaşlar olarak seslerini yükseltemedikleri gibi,
çağdaş Atatürk Türkiyesi’nin her köşesindeki milyonlarca soydaşları gibi, ve bin yıldır yaptıkları üzere, Türk ulusunun eşit üyesi yurttaşlar olarak yaşamakta olmayı, Irak’ın kuzeyindeki gibi ABD/İngiliz sömürgeciliğinin boyunduruğunda, baskıcı yönetim altında, ortaçağcıl gerilikler içinde yaşamaya elbette yeğleyeceklerini de haykıramamaktadırlar.

Ama “Türk ulusu” zorbalıkla, aldatmayla, fitne ve kin tohumları ekilerek
birlik bilincinden yoksun kılınamayacağı gibi; yurdu da yapay olarak
bir başka ad verilip Türk Ulusu’nun yurdu olmaktan çıkarılamaz.

Türkiye’de Irak, Suriye, Libya .. benzeri iç kavgalar ve bölünmeler çıkarma hainliği, Türkü ve Kürdüyle tüm ulusumuz tarafından yenilgiye uğratılacaktır, inancındayım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de bu tarihsel, bilimsel ve demokratik bilincin egemen olacağına ve söz konusu bölücü adlandırmaların
Meclis belgelerinde yer almasına izin verilmeyeceğine inanmak istiyorum.

KADÜKLEŞEN “YENİ ANAYASA” TASARIMI ÜZERİNE SAPTAMA ve ANIMSATMALAR


KADÜKLEŞEN “YENİ ANAYASA” TASARIMI ÜZERİNE

SAPTAMA ve ANIMSATMALAR

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net 

“Elsiz ayaksız bir yeşil yılan,
yaptıklarını yıkıyor Kemal!”
Attila İlhan

Anayasalar, klasik olarak “Toplumsal Sözleşme” biçiminde tanımlanır

(JJ Rousseau; Du Contrat Social ou Principes du droit politique, 1762).

Sözleşmede tarafların özgür istençleriyle yer almaları vazgeçilmezdir.
Tersi durumda sözleşme yok hükmündedir.

Anayasa “yapılırken” taraflar kimlerdir? Devlet ve toplumdur.

Tarafların temsilcileri kimlerdir?
Devleti Hükümetin, halkı da TBMM’nin temsil ettiği söylenir.

Première édition, Amsterdam, 1762.

Ancak AKP Hükümetinin, TBMM üzerinde belirgin bir denetimi, yönlendirmesi açıktır.
Dahası, Prof. Ayman’a göre “TBMM, AKP Usulü Darbeyle Askıya Alınmıştır!”
(http://ahmetsaltik.net/tbmm-akp-usulu-darbeyle-askiya-alinmistir/, 8.7.13)

Yürürlükteki Anayasanın temel aldığı Güçler Ayrılığı ilkesi ayaklar altındadır. Başbakan RT Erdoğan, güçler ayrılığının kendisine “ayak bağı” olduğu kanısındadır (18.12.12, basın).

Öte yandan halkımızın TBMM’de adil temsili de söz konusu değildir!

“Geçerli” oyların % 49,83’ünü (toplam oyların ise yalnızca %40’ını) alan iktidar partisi AKP, Meclis’te 327 / 550 = % 60 temsil ağırlıklıdır. 10 oydan 4’ünü almış ama TBMM’de 10 sandalyeden 6’sını ele geçirmiştir. 3 Kasım 2002’de ise toplam 42,4 milyon seçmenden 10,808 milyon oy alarak, % 25,5 oranında oy yani 1/4 oy ile TBMM’de 363 / 550 vekille, %66 ya da 1/3 oranında temsil edilmiştir.

Bu durum, ağır temsil adaletsizliği üzerinden son derece sakıncalı bir meşruiyet sorunu doğurmaktadır. Platon‘dan bu yana geçen yaklaşık 2400 yılda (MÖ 427 –
MÖ 347) demokrasinin hala “doğrudan demokrasi“ye geçemeyişi bir yana,
temsili demokraside bile bu denli sorunlu oluşunun sürmesi acı bir ironidir.

Söz konusu sayısal tablo ile AKP, hiçbir uzlaşmaya girmeden, halkoylaması ile dilediği gibi Anayasal düzenleme yapabilecek durumdadır. Anayasa’nın 175. maddesi,
anayasa değişikliklerinin nasıl yapılacağını düzenlemektedir. Buna göre 3/5 oy,
-330 kabul- halk oylamasında da onanmak koşulu ile anayasa değişikliği için yeterlidir. AKP’nin 4 oy eksiği vardır ki, bu durum pek sorun olacağa benzememektedir.

Oysa bırakalım kökten “yeni Anayasa” yapmayı, sınırlı değişiklik için de meşru zemin yoktur. Basın susturulmuş, öncü aydınlar ve askerler yaygın olarak gözaltına alınmıştır. 4-6 yılı da aşan tutukluluk süresi (!) peşin cezaya dönüştürülmüştür. Bu insanlarımız “rehin, tutsak” alınmış, adeta canlı kalkan olarak tutulmaktadırlar. İkiyüzlü Batı, bunca insan hakları çiğnemine (ihlaline) suskundur. Ne hikmettir ki, 3 adet yargı paketi çıkarılmış ama azılı katiller sebest kaldıkları halde yurtsever asker – sivil aydınlar hala tutukludur. TBMM, ucube “özel yetkili mahkemelerin” bu tutsakları tutuksuz yargılamasını sağlayacak netlikte yasal düzenleme yapmaktan aciz midir?
(Son olarak Temmuz 2013 başında Anayasa Mahkemesi’nin yargılamada terör suçları için 10 yıllık tutukluluk süresini Anayasaya aykırı bulup iptal etmesi bile, 4-6 yıldır tutuklu yargılanan sanıkların serbest bırakılmasını ne hikmetse sağlayamamıştır!?)

AKP iktidarının Türkiye’yi içine sürüklediği açık dinci faşist iklim; özgürce, demokratik ortamda bir anayasa değişikliği yapılmasına asla ve asla elverişli değildir.

Bu asimetrik küresel oyuna gelinmemelidir.

Partiler Arası Uzlaşma Komisyonu’na eşit üye verilmesi aldatıcıdır. Bu Komisyon’da oybirliği yöntemi getirilmesi tuzaktır. Anayasa değişiklikleri kapsamı bakımından bir sınırlama yoktur. Dolayısıyla Komisyon’da uzlaşılamayan konular, asıl Komisyon olan Anayasa Komisyonu’nda, AKP’li üyelerin oylarıyla dikte edilebilecektir. Acı örnekleri yaşanmıştır.. Son olarak 4+4+4 ucube yasa teklifi ilgili TBMM Komisyonunda görüşülürken Başkan Nabi Avcı (şimdi Milli Eğitim Bakanı!) muhalefet milletvekilleri
fiilen salonda yok sayılarak, konuşturulmayarak, dahası kaba güçle salondan çıkarılarak, hatta darp edilerek geçirilmiştir!

Ayrıca, hükümetin Genel Kurul’da ezici bir çoğunluğu olduğundan, bu aşamada da
son söz pratik olarak AKP’nindir. 330 oy, halkoylamasına sunulmak koşuluyla
Anayasayı değiştirmeye yetmektedir.

Federasyon, yerel özerklik, vatandaşlık tanımı konularında BDP vd. ile pazarlık temelli açık / örtük işbirliği yapılabilecektir. Nitekim BDP, önceki tümcede değinilen istemleri karşılanırsa Başkanlık rejimi için AKP’ye destek verebileceğini açıklamıştır.
Bu partinin TBMM’de 30 üyesi vardır (+5 vekil de tutuklu).

Bu durumda, gizli oylamada MHP ve CHP’den örtük desteklerle 367 eşiği bile geçilebilir ve Cumhurbaşkanı götürmezse, halk oylamasına bile gidilmeksizin Anayasa,
dış merkezlerin de istediği ve hatta dayattığı yönde, kritik biçimde değiştirilebilir.

  • Ülkenin yazgısı asla tehlikeye atılamaz! 

12 Eylül Anayasası, 1982’den bu yana 3 onyılda Türkiye’yi küresel ekonomiye dönüşümsüz biçimde eklemlemiştir. Gerekli “yumuşatma” ekonomik – politik – düşünsel eksenlerde başarılmıştır.

Ulusal mevziler yeterince dövülmüştür. Artık tabanda (altyapıda) yabanıl (vahşi) piyasa ekonomisi, tepede ise (üstyapıda) yer yer kısık tonda bile olsa sosyal devletten
söz eden bir Anayasaya tahammül yok! Toptancı biçimde hem alt – üstyapı uyumu sağlanacak hem de BOP kapsamında Türkiye tekil – ulus devletten koparılacak, özerk bölge – federasyon üzerinden bölünmeye hazırlanacaktır. Muhalefet edebilecek asker – sivil güçler zindanlarda tutsak – rehindir yıllardır! Balyoz’da 16 -20 yıl ve yaşamboyu hapis cezaları yağdırılmıştır; Ergenekon’da ise karar duruşması 5 Ağustos’a 1 ay kala çıkan ve 1 haftadır hüküm doğurmamış olan yukarıda değindiğimiz Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı düşündürücüdür..

Bu bağlamda muhalefet partilerinin Uzlaşma Komisyonu’na üye vermeleri, demokratik ve hukuksal meşruiyeti olmayan Anayasa değişikliği sürecini meşrulaştırmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. CHP ve MHP masadan kalkan taraf olmayacaklarını kezlerce açıklamışlardır. BDP ise açık pazarlık içinde kritik dengelerde maksimum avantaj peşindedir. İstediği ödünler bellidir :

  •  Öcalan’a af, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi hatta özerklik,
    yeni vatandaşlık tanımı, 2. resmi dil ve giderek Kürdistan kurarak federasyona gitme ve Büyük Kürdisan ile de ülkemizden kopma..

AKP’nin de BOP Eşbaşkanlığı kapsamında benzer misyonlara atandığı apaçıktır.
MHP ve CHP, AKP’nin Başkanlık isteminden vazgeçmesini, Anayasa Değişkikliği Partilerarası Komisyonu’nun sürmesi için yeterli bulmaktadırlar. Peki BDP istekleri
ne olacaktır? Onlara bir itirazları yok mudur? Aşağıdaki BOP haritası günümüze dek yalanlanmamıştır, anlamı nedir?

BOP_haritasi

İdeolojisiz Anayasa ne demektir? Yeryüzünde böyle bir anaysa var mıdır?
Açıkçası ATATÜRK’ün ve ideolojisi 6 Ok’un ilkelerinin yadsınması mıdır?
Böyle bir Anayasa’ya CHP ve MHP “evet” diyecekler midir?

1982 Anayasası 17 kez değişiklik geçirmiş ve neredeyse 2/3’ü değiştirilmiştir. Dolayısıyla, “Darbe Anayasası” polemiğine artık yer yoktur. Kaldı ki, asıl anayasal darbe, 12 Eylül 2010 halkoylaması ile yapılmış, 26 madde değiştirilerek yargı bağımsızlığı yok edilmiş ve 3 ana erkten biri olan yargı, büyük ölçüde siyasal iktidarın yönlendirmesine açılmıştır. Öte yandan İktidarın başı, geçen yıl değiştirilen
26 maddeye “dokundurtmayacağını” belirtmektedir. Elde 1’dir.

Bu durumda girişimin “yeni anayasa” değil, “anayasa değişikliği” olacağı da netleşmiştir.

İktidarın niyeti bellidir; AB-ABD’ye verilen sözler, açık-gizli anlaşmalar doğrultusunda ülkemizin tekil (üniter) yapısı federasyona dönüştürülerek Başkanlık / Yarı Başkanlık rejimine geçilmesi, yurttaşlık tanımının değiştirilmesi, ilk 3 maddenin yeniden düzenlenmesi ile de Cumhuriyet’imizin değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek
temel niteliklerinin dokunulmazlığının kaldırılması,

AB Parlamentosu’nun kezlerce dayattığı üzere Atatürk’süz (ideolojisiz!?) bir anayasa yapılması (!).. (Yeryüzünde ideolojisi olmayan tek bir anayasa varmış gibi!?..)
AKP’nin başlıca görevlerdir. Batı’nın AKP’ye, BDP’ye havucu – sopası ise
Anadolu Federe İslam Devletidir.

Yeni anayasa yapılması ise “asli kurucu iktidar” gücü ve meşruiyeti gerektirmektedir.
Bu açık, yalın ve kesin siyasal ve hukuksal zorunluk karşısında herhangi bir ödün verilmesi düşünülemez. Kaldı ki, yukarıda da belirtildiği üzere AKP zaten 12 Eylül 2010 değişikliklerine “Dokundurtmam!” demektedir. Şimdilik, toptancı bir girişimle “yeni bir anayasa” yapılması gündemde değildir. Rejimi parça parça başkalaştırma,
izlenen başlıca yol olarak gözükmektedir.

A Planı, bize göre, AKP ile masaya oturmamaktı. Bu taktik hata yapılmıştır.
Ancak yine de, dokunulmaz ilk 4 madde, bölünme riski doğuracak maddeler,
yerel özerklik, federasyon, başkanlık rejimi, tek resmi dil, vatandaşlık tanımı, laiklik, Devrim Yasaları gibi maddeler gündeme getirildiğinde, muhalefet partilerinin masadan kalkması kesin zorunluktur.

Fakat bunlar yapılmayacaksa, geri kalan da AKP – BDP – BOP süreci için asla “doyurucu” olmayacaktır. Dolayısıyla muhalefetin, Uzlaşma Komisyonu’na katılmasının hiçbir tutarlı yanı bulunmamaktadır.

Yine de yukarıda sayılan, Atatürk Türkiye’sinin sonu anlamına gelebilecek içeriklerin dayatılması durumunda muhalefetin gecikmeksizin durumu kamuoyu ile paylaşarak görüşmelerden tümüyle çekilmesi ve halkımızla birlikte meşru direnme hattı örmesi kaçınılmaz olacaktır.

AKP’nin kimi “oltalama” tuzaklarına kesinkes düşülmemelidir. Sıkı durulması durumunda, asıl örtük niyetini gerçekleştiremeyeceğini gören iktidar partisinin
yüz geri çekilmesi bile olasıdır!

B planı bağlamında, büyük iyi niyetle (açıkçası ham hayalcilikle!) 1982 Anayasası’nda 12 Eylül’ün izlerini silme ve daha çağdaş bir içerik yaratma olanağı yakalanabilirse -ki bunun ilk koşulu, 12 Eylül 2010 değişikliği ile yok edilen
yargı bağımsızlığı başta olmak üzere yitirilenlerin geri alınmasıdır-  kimi temel önermelerde bulunulabilir.

Örn. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “akla ve bilime dayalı” bir devlet olarak da tanımlanarak yeni bir nitem (sıfat) daha kazandırılabilir. Dahası; Yasama, Yürütme, Yargı’ya ek olarak 4. bir erk olarak “Bilimsel akılcılık” gündeme getirilebilir. Anımsayalım, Büyük Atatürk bize tinsel (manevi) kalıt (miras) olarak akıl ve bilimi bırakmıştı.

Ayrıca tüm yurttaşlara insan onuruna yaraşır bir yaşam sağlayacak siyasal – sosyal – ekonomik – kültürel hakları güvenceleme gündeme getirilebilir. Somut örnek vermek gerekirse, sağlık-sosyal güvenlik-eğitim hizmetleri herkese hak; Devlete yüküm olarak tanımlanabilir ve Sağlık Bakanlığı bütçesinin merkezi yönetim bütçesinin 1/10’undan
az olamayacağı kurallaştırılabilir (DSÖ önerisi).

AKP iktidarının “Hedef 2023” sloganının içeriği nedir, çok dikkatle sorgulanmalıdır…
TBMM’de bu konuda Başbakan RT Erdoğan’a soru önergesi verilerek, “bağlayıcı” açıklama istenmelidir.

Türkiye’nin yakıcı ve son derece kritik, potansiyel tehlike ve tehditler içeren bir gündemi vardır. Ekonomik bunalım; ulusal gelirin %10’unu bulan çok tehlikeli cari açık,
süregen ve yüksek oranlı işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı uçurumu,
derin bölgesel kalkınma ayrımları, ayrılıkçı Kürt isyan hareketi, 23 Ekim 2011’den bu yana Van depremi sorunu.. AKP 2002 Kasım’ında hükümet olduğunda cari açık yalnızca 0,6 milyar $ idi (<1Bn $!) ; 2013 başında 100 (yüz!) katına ulaşarak 60 milyar $’ı aşmıştır! Toplam borçlar 221 milyar $ iken 700 milyar $’a dayanmıştır. IMF borcunun ödendiği safsatası ile nereye varılabilir? IMF borçları yabancı bankalardan alınan yeni döviz borçlarıyla kapatılmıştır. AKP 2005’te IMF’den 10 (on) milyar $ kendisi borçlanmıştır.

Dış politikada emperyalizme uyduluk, taşeronluk yapılarak, Ülkemiz, kadim komşularıyla savaşa sürüklenmektedir.

Tarihte sayısız örneği vardır; iç sorunlarla baş edemeyen iktidarlar gündem oyunlarına başvurmakta, faşizme kaymakta, hatta ülkeyi savaşa sürüklemektedirler. AKP de benzer yoldadır iktidarının 11. yılında. Öte yandan AB ve ABD eski gücünde değildir, ciddi sorunlarla boğuşmaktadırlar. Bu durumları bizim için hem lehte hem de aleyhte sonuçlar doğurabilir.

AKP’yi sürgit kullanma olanakları ve güçleri kalmamıştır. Duvara dayanılmıştır.
Sıra yaşamsal ödünlere gelmiştir. Bunlar da sözde Anayasa değişiklikleri ile
“ileri demokrasi” sanrıları (hezeyanları) içinde toplumu kandırarak  ve / veya dayatma ile kotarılmak istenmektedir.

BOP eşbaşkanı sadakat ve vefa borcunu eda edecek, Ortadoğu’da-Kuzey Afrika’da sınırları değişerek küçülen ülkelerden biri de Türkiye olacaktır. Çırılçıplak söyleyelim :

Vatan ve ulus bölücülüğü misyonu yerine getirilecektir. Ödülü (!), ANADOLU FEDERE İSLAM DEVLETİ olacaktır. Bu konjektür de iyi değerlendirilerek, içeride yükselen
halk muhalefeti akıllıca örülmeli ve yaratılacak sinerji  ile

  • AKP hükümeti erken seçime / istifaya zorlanmalıdır.

Son kamuoyu yoklamalarında AKP iktidarının oyları azınlık hükümeti düzeyine inmiştir.
Politik terminolojide geçtiği üzere RT Erdoğan “topal ördek” tir (lame duck).

Milyonlarca insan 40 gündür sokaklardadır ve “Hükümet istifa!” diye haykırmaktadır.
İktidarı geçelim, muhalefet 3 maymunları oynamayı daha ne denli sürdürebilir?

Muhalefetin, 27 Mayıs’tan bu yana çok ağır bedeller ödenmesine karşın 40. gününe giren halk isyanını gereğince değerlendir(e)memesi çok ama çok düşündürücüdür.

İyi saatte olsunlar, bir yerlerden “sinyal” mi beklenmektedir?? Nereden ve ne??

Anayasa değiştirilecekse; ilk 4 madde, devrim yasaları (174. md.), laiklik (24. md.) ve vatandaşlık tanımı (Anayasa md. 66 : Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.) gibi Cumhuriyet’in vazgeçilmez temel niteliklerine dokunmamak koşuluyla bir anayasa yapmak üzere kamuoyundan yetki istenerek bu amaçla seçime gidilebilir ve temsil adaletine dayalı olarak %5’ten küçük seçim barajı, siyasal partilerde iç demokrasi, seçim ittifakı olanağı, sağlıklı seçmen kütükleri, oyların elle güvenilir sayımı.. sağlanarak oluşturulacak yeni TBMM
bunu yapabilir.

  • Gerçekte Türkiye, 2023’e, 100 yaşına varmadan bitirilip
    teslim alınmak istenmektedir.
  • Hedef Lozan’ın rövanşı ile yeni Sevr’in yaşama geçirilmesidir.

Etnik ve inanç temelli ayrışma çatışma toplumda tohumlanmaktadır ve fay hatları
kritik düzeyde derinleşmiştir. Türkiye hızla bir derlenme – toparlanma – rehabilitasyon sürecine girmek zorundadır.

Bu bağlamda tüm ulusalcı güçlerin bir büyük siyasal koalisyonu zorunludur.

Ülke ve ulus bütünlüğünü, iç ve dış barışı korumak en ivedi gündemdir.
Bunun dışında, Anayasa değişikliği / yeni anayasa yapımı,
Türkiye’yi bilerek oyalamaktan başka bir işlev görmez.

Sonuç                                    :

Anayasa değişikliği / yapımı güncel sorun değil, net bir gündem oyunudur.
Bu çok tehlikeli gidiş, AKP’nin ateşle dansı halkımıza yaygın olarak açıklıkla anlatılmalı ve bir ulusal muhalefet, güçbirliği hareketi yükseltilmelidir.
Yakıcı ve acil olan gündem ve gereksinim budur, gerisi sanaldır, oyalamadır,
gaflet (aymazlık) ve dalalettir (sapkınlık) ve hatta ihanettir..

MİLLİ MERKEZ olanağı,
ATATÜRK’te BİRLEŞTİK sloganı eşliğinde çok iyi değerlendirrilmelidir.

  • Atatürk’ün partisi CHP ve Türkeş’in partisi MHP, bu bağışlanmaz cürüme ortak olamaz, olmamalıdır! Bölücü anayasa tuzağına düşmemeli;
    dahası ülkemizi ve ulusumuzu bu görünür yıkımdam korumalıdır!

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net