Etiket arşivi: Ataol Behramoğlu

13 Aralık 2012 Silivri Kuşatması İzlenimlerimiz..


Dostlar
,

13 Aralık 2012 Silivri Kuşatması İzlenimlerimiz..

Bu gün 17 Aralık 2012.. Üzerinden 4 gün geçti o ziyaretin..
Biz de biraz zaman geçsin istedik özellikle.
Basında, Türkiye kamuoyunda nasıl yankılanacak, sıcaklığı biraz soğusun ve
daha nesnel değerlendirmeler yapabilelim istedik.. Yandaş basın gene 3 maymunu oynadı.. Basın ahlakı adına onların yerine de utanıyoruz..

“13 ARALIK 2012 GÜNÜ NEDEN SİLİVRİ CEZAEVİNE GİDECEĞİM??”

başlıklı yazımızı 12 Aralı2012 günü sitemize koymuştuk.
(http://ahmetsaltik.net/13-aralik-2012-gunu-neden-silivri-cezaevine-gidecegim/)

Silivri kuşatması” ardından da birkaç yazı sitemizde yer aldı.
Hepsini birlikte değerlendirmek, arşivlemek uygun olabilir..

Bu yazı için birkaç saat zaman tükettik..

İlgi ve bilginize sunuyoruz..

Tarihe not düşmek istiyoruz..

***************************

Ümraniye’de bir örgüt evinde (?) bomba bulunduğu savıyla Haziran 2007’de başlatılan süreç 5,5 yılını tamamladı Hemen ardından da “Büyük gözaltı” operasyonu başlatıldı ve 10 kadar “dalga” ile yüzlerce insan, değişik adlarla dava kapsamına alındı.

  • Ergenekon davasında halen 66’sı tutuklu olmak üzere 275 sanık var.

12 Aralık’a dek 269 duruşma yapıldı Cezaevinin içindeki bir yargılama salonunda ve
dava dosyasında 21 dosya birleştirildi, toplam dosya oylumu 120 milyon sayfaya ulaştı.

Bu arada, yüzlerce kanıtın uydurma olduğu su götürmez biçimde ortaya kondu.

Savcılık ve yargı kurulu, başından beri güven vermedi, tersine güvenleri yıktı.
Deyim yerinde ise yargılama salonunda terör estirdi, insanları yıldırdı.
Yargılamaların 5.-6. yılına girdiği süreçte, çok sayıda tutuklu (hükümlü değil!) sağlığını ve hatta yaşamını yitirdi.

Geçtiğimiz yıl, cezaevinin karşısındaki açık arazide, bir küme Ergenekon tertibi kurbanının yakınları çadırlı kamp kurdular (9 Eylül 2011). Son derece zor koşullarda burada nöbet tutarak, “içerideki” canlarını yalnız bırakmamaya çabaladılar.
Geceleri şarkı-türküler söylediler, “içerideki canları” duysunlar diye..
Onlara uzaklardan konser verdiler..

Hatta istek bile aldılar “içeriden”!

Fidanlar diktiler, Silivri kurbanlarının adını verdikleri..

Derken, sahibinden kiralanan bu küçük araziyi, Hazine, görülen gerek üzerine kamulaştırarak cezaevine kattı! Burayı, açılışının 1. ayında, 8 Ekim 2011’de biz de
bir küme sağlık çalışanı-hekim olarak ziyaret etmiştik. Çektiğimiz fotoğraflar arşivimizdedir ve ileride, Paris Karnaval Müzesinde sergilenen “İnsan Derisi İle Kaplı Anayasalar” denli değer (!) kazanacaklardır.. (Sitemizde sunulacaktır.)

New York Times’a haber oldular :

New York Times: Protestoların merkez üssü Silivri nöbet çadırı

Silivri Çadır direnişçileri yılmadılar, zorunlu olarak daha uzak bir yerde,
insanlık dramına canlı tanıklıklarını sürdürmek üzere kampı yeniden yapılandırdılar..
Ne yazık ki, 26 Ağustos 2012 gecesi çıkan fırtına, Levent Kırca‘nın Silivri kıyılarında açık havada sunduğu, bizim de izlediğimiz AZINLIK adlı oyununu izleyen saatlerde
yeni kampı söküp götürdü.. Mütevazi bütçeler, başından beri müttevazi katkılara mahkumdular..

Bu gidişimizde (3. ziyaretimiz) o kamp yerini de gördük yeniden..

İnanıyoruz ki; bu yaşananlar gelecekte ödül ve izleyici rekoru kıran filmlere konu olacak.

İnanıyoruz ki; bu yaşananlar gelecekte ödül ve okuyucu-baskı rekoru kıran kitaplara konu olacak.. Şimdiden oluyor da.. Tutsakların belgesel kitapları onlarca baskı yapıyor, milyonlarca okuyucu ile buluşuyor..

Bu yapıtlar başka dillere de çevrilecek ve insanlığın ortak kültürüne malolacak.
İnanıyoruz ki, uluslararası ödüller de alacak söz konusu yapıtlar.

Bunların bir bölümünü belki, halen tutsak olanlar da görebilecek..
Genç yakınları, çocukları mutlaka görecek ve buruk da olsa gönenecekler..

28 Şubat.. 1997‘de idi. 15 yıl bitmeden “sorgulanmaya” (!) başlandı..
Demek ki çoook da uzun zaman gerekmeyebilir..
İnsanlığa karşı suçun zaman aşımı da olmaz üstelik..
Zalimler yaşamda kalmazlarsa yokluklarında yargılanacaklar ve çoluk çocukları utanacak baba-dedelerinin adına..

Ya da Kenan Evren örneğinde olduğu gibi.. Yaşı 100’e yaklaşan bu darbeci,
sözde de olsa yargılanıyor.. Dememiz o ki, bugünkü zulümlerin özneleri
iyi düşünsünler..

“Bir süre” sonra, bu insanlık dışı kurgunun sorumlularının adlarını birçokğumuz anımsamayacağız. Örn. yargılama kurulundaki yargıç-savcıların adlarını kaç kişi bilir?
Ama Silivri zindanı kurbanlarının adlarını çoğumuz biliyoruz, onlar şimdiden birer halk kahramanı. Tarih hep böyle olmuştur zaten.. Zalimlerin adları unutulur fakat Pir Sultanlar, Şeyh Bedrettinler, Kerbela şehitleri, Hallac-ı Mansurlar, Köroğlu’lar… yaşar..

*******************

Derken, 269. duruşma sonunda, henüz kanıtların tartışılması yapılmadan, sanıklara ve savunmanlarına savunma hakkı verilmeden…. savcı birden bire, esas hakkında görüş (mütala) bildirmek üzere süre istedi! Kendilerine dosya ve süre verildi.. 21 Kasım –
13 Aralık arasındaki 21 gün! 2-3 savcı 120 milyon sayfalık dava dosyasını 3 haftada okuyacak, değerlendirecek ve 13 Aralık’taki 270. duruşmada da 275 sanık için
teker teker ne ceza isteyecekse onu bildirecek..

Benzetmek uygun mu bilinmez ama, yörüngesinde usul usul salınarak dönüp duran uydu, birden roketleme yaparak hızlanacak ve yörünge değiştirecekti. Karar verilmişti, açıklanacaktı. Balyoz davasında da öyle yapılmıştı. Yurtseverler darbe girişimi suçlamasıyla yaşam boyu hapis cezası almışlar, yaklaşık 18-20 yıl ceza yemişlerdi. Yargıtay da onarsa, bu insanlar, yaşları da genellikle ileri olduğundan, hapislerde ölecekti!

  • Artık kamuoyu vicdanı bu kadarını da kaldıramazdı.

AKP’nin Cumhuriyet bayramını bile yasaklama, Ata’nın anıtlarına çelenk sunumunu engelleme.. gibi akıllara seza davranışları (kim yönlendirdi ise “sağolsun” mu diyelim?) halkın sabrını taşırmıştı. 29 Ekim ve 10 Kasım 2012 halk eylemleri artık korku duvarının aşıldığını kanıtladı. 13 Aralık’ta da Silivri’deki “canlar” ın imdadına koşulacaktı..

Silivri savaş alanına döndü!

Demokratik kitle örgütleri ile İP ve CHP kendiliğinden harekete geçerek eylemi düzenlediler. TGB ve ADD en önde işlev üstlendiler..

CHP açık destek verdi eyleme ve 50 dolayında vekil Silivri’ye geldi..
(Toplam 135 vekili var CHP’nin ve 2’si – Balbay ve Haberal- Ergenekon tutuklusu)..

  • Demokrasi ve insan hakları havarisi BDP’den “tık” çıkmadı..

MHP ise, içeride 1 vekili -Engin Alan- olmasına karşın sütre gerisindeydi her zamanki gibi.

Anaysal kural olarak yargılamalar “açık” olduğundan ve yurttaşların da bu duruşmaları izleme hakkı olduğundan, yıllık iznimizden kesilmek üzere 1 günlük özür izni istedik Fakültemizden ve 12 Aralık 2012 gecesi, üyesi olduğumuz ADD Çankaya Şubemize gittik. Ücretimizi cebimizden ödeyerek, kiralanan otobüste arkalarda bir yer bularak oturduk. 22:00 sularında 40’a yakın yoldaş yola koyulduk. Yaşı 70’i aşan, ADD önceki Genel Yazmanlarından Seher Yıldırım öğretmen de hasta eşini bırakıp gelmişti.
Yüzler tanıdıktı..

2 mola ile, 9 saat dolayında bir yolculukla otoyol üzerinde “Silivri Ceza ve İnfaz Kurumu” yazan tabela önünde durduk.. Sabah 07:00 gibiydi ve Trakya’nın dondurucu soğuğu görev başındaydı.. Uzun yıllar Trakya’da yaşamış, İstanbul-Edirne arasında kardan yollarda kalmışlığımız ve İstanbul-Edirne treninde donma tehlikesi atlatmışlığımız vardı.. Sözde soğuğa dirençli sayardık kendimizi ama, doğanın şakası yoktu. Çantamızda bir miktar kumanya, el feneri, çakı.. da vardı. Cep telefonumuzun şarjı da doluydu vs.

Nereye ve ne yapmaya gidiyorduk? Altı üstü Silivri Cezaevinde bir duruşmaya katılacak ve akşam saatlerine dek de kararı bekleyecektik. Üşüyüp yorulduğumuzda otobüsümüze girip dinlenebilir, ısınabilirdik belki de??..

Daha ilk andan, planın son tümcesi buzlu sulara düştü. Jandarma yolları kesmiş,
cezaevine en az 2 km kala otobüsleri durdurmuştu. Sıkıca sarınarak dışarı çıktık uykusuz ve yorgun gözlerimizle. Rahatlıkla -10’lara yakın algılanan bir ayaz bizi tokatlayarak kendimize getirdi. Bagajdan sesbüyütürü indirdik, rahatlıkla 20 kg gelirdi.. Erdal Tüt arkadaşımızla bize kaldı bu aygıtı en az 2 km öteye taşımak. 2 tekerleği vardı ama ağırlığa teslim olmuş, yanlara açılarak gövde ağırlığını yere indirmişlerdi!
O donduran soğukta işimize yaradı bu sorun.. Erdal bey de ben de üşümemiş,
hatta terlemiştik bu aleti çadır kampa dek 2 km ve de yokuş yukarı taşırken..

**************************

Çadır kamp iç burkuyordu.. İkinci işimiz WC kuyruğuna girmekti. 1’er tane erkek-kadın sahra tipi WC vardı ve yaklaşık 15 dakika salt çiş için bu kuyrukta bekledik..

Ardından, canlı sayılamayacak düzeyde yanan sobanın olduğu çadıra girdik..
Odun ve kömür parçaları teneke teneke istiflenmişti ve ön sıralar doluydu..
Yaşlılar vardı.. Hem biz yaklaşık 20 kg’lık sesbüyütürü 2 km taşımış ve aslında
çok ısınmış, üşümemiştik!

Çevreyi incelerken, Silivri Direniş Çadırları “Komutanı” Hıdır Hokka ile yüz yüze ve
göz göze geldik.. Birşey söyleyemedik, kendisini eğilerek selamladık ve sıkı sıkıya
epey sarıldık.. Kollarımız gevşediğinde, gözlerimiz nemli ayrıldık..

***************************************

İnanılmaz bir güzellik!.. Yol kenarında mercimek çorbası kaynıyordu.. 1 bardağı 1 TL..
sesbüyütür (hoparlör) taşıyıcı ortağım Erdal bey ve biz 1’er bardak kaptık hemen, bitmeden..

İlk gözümüze ilişen, heybetli bir cami oldu.. Yerleşke girişinde 2 adet oldukça yüksek minareli ve yüksek kapasiteli bir cami yapılmıştı son gelişimizden bu yana, hızla..

Çevrede yürürken bir yığın tandık sima ile karşılaşıyor, tokalaşıyor, kucaklaşıyorduk.

1996’dan bu yana 16+ yıldır ADD örgütünün içinde idik.. Yüzlerce noktada 1500’e yakın (binbeşyüz!) görsel aydınlanma konferansı vermiştik.. Birkaç yüz aydınlanma makalesi yazmıştık. ADD örgütünde, CHP’de, İP’te, TGB’de… çook sayıda dostlar vardı..
Güç alıyorduk birbirimizden..

Duruşma salonunu biliyorduk. Önceki yıl ilk gelişimizde salonda duruşma izleyebilmiştik. Balbay’ın eşi ve kızıyla yan yana oturmuştuk. Ocak 2011 idi.. Teselli vermiştik, Haziran 2011 seçimlerinde Balbay vekil seçilir ve serbest kalır.. diyorduk. % 50 tutturduk
ya da % 50 tutturamadık!. Balbay vekil seçildi ama serbest bırakılmadı!
Bunu öngörememiştik!

Duruşma salonu kapısı önünde 2 kademe barikat vardı. Jandarma işi sıkı tutuyordu.
İlk barikata yüklenildi bir süre sonra.. Tarık Akan, Rutkay Aziz, Kars’taki İnsanlık Anıtı yıkılan yontu sanatçısı Mehmet Aksoy… ak saç ve de sakalları ile en önlerdeydiler.

Silivri savaş alanına döndü!

İlk barikat devrildi..

  • “Bir miktar” gaz
  • “Bir miktar” cop
  • Ve de “Bir miktar” basınçlı su.. ikram edildi..

Silivri savaş alanına döndü!

bizlere o dondurucu soğukta..

Silivri savaş alanına döndü!

Sanırız Türk Jandarması-Türk askeri, kendi yurttaşına çok da haşin davranamıyordu??

Silivri savaş alanına döndü!

Duruşma salonu avlusu girişindeydik. Tam bir izdihamdı ve kesinlikle adım atamıyorduk. Ayaklarımız zaman zaman yerden kesiliyor, göğsümüz sıkışıyor, nefes alamıyorduk.

İçeriye avukatlar, sanık yakınları, milletvekilleri alınıyordu. O arada Balbay’ın eşi ve kızı Yağmur geldi.. Zorlukla yol açabildik ve “içeri” geçebildiler.

İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal ve
Ankara Barosu Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu da salonda idiler.
Her ikisi de ceza hukuku hocası idiler..
Duruşmada yargıçlar, savcılar çoooook özenli olmalıydılar.

**************************************

Bir biçimde bu “kademe”yi de geçtik yarım saat kadar süren ezilme tehlikesi sonunda.

Çevrede TV’lerin canlı yayın araçları konumlanmıştı. Araçların üzerinde haberciler kamera başındaydı, elleri “tetikte” idi, anlık beklenmedik görüntüleri kaydetmek için..

Duruşma salonu avlusunda önceki Adalet Bakanlarından, şimdilerde ÇYDD Genel Başkanı, yaşı 80’i aşmış hanımefendi Prof. Dr. Aysel Çelikel (İstanbul Hukuk Fak. eski dekanı) ile ayaküstü söyleştik. Yanında yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Yüksel de vardı. Ayşe 32 yıllık arkadaşımızdı. İstanbul ve Elazığ Lepra (Cüzzam) hastanelerinde birlikte çalışmıştık. Van’da tek öğretim üyesi olarak Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda inanılmaz özveri ile hizmet veriyordu. Türkan Saylan‘ın yardımcısı idi, Van 100. Yıl Üniv. Rektörü Yücel Aşkın döneminde rektör yardımcısı idi. O dönemde gözaltına alınmıştı. 4 gün poliste gözaltı ve 8 gün cezaevinde hücre hapsi.. Ayaküstü, biz ısrarla sorunca, vekar dolu bir gülümseme ile özetledi.. Bir yandan da meme kanseri ile boğuşuyordu. Sıklıkla sağaltım için Van’dan İstanbul’a geliyordu.

O arada CHP’den Umut Oran geldi mavi kaşkolu ile.. Salt ceketi vardı.. Tutamadık, salona geçti. Muharrem İnce, Gökhan Günaydın, Emine Ülker Tarhan, İsa Gök vd.
Duruşma salonu dolmuştu ve girişi (fuaye!) balık istifi idi.

*******************************************

Çok üşümüştük..

Aysel Çelikel Hoca’nın arabasına geçip biraz ısındık. O arada Hukuk fakültelerinde etik-moral sorununu ve yargıç-savcı yetiştirme sorunlarını konuştuk. Hukuk okullarında
nasıl oluyor da Ergenekon vb. davalarda hukuku katleden yargıç-savcı yetişebiliyordu? Bu sorunun çoook temellerden ele alınmalıydı.. vs.

Bu arada saat 10:00’u geçmiş ve “içeride”, ADD Genel Başkanı, 42 yıl yargıçlık yapmış Tansel Çölaşan’ın deyimiyle “yargılama tiyatrosu” başlamıştı.

CHP ve TGB’nin 2 otobüsü üzerinden de sürekli konuşmalar yapılıyor, sloganlar atılıyordu. Duruşma salonu önündeki yolda insanlar adeta tek bir blok gibi, paket gibi idiler. Metre kareye en az 7-8 insan düşüyordu. Hem böylece ısınıyorduk da,
ya da daha çok üşümüyorduk diyelim.. (!)

2 otobüs üzerinden centilmence birbirine söz bırakılarak kitleler canlı tutuluyordu.

AYDINLIK yazarı Sebahattin Önkibar, Ulusal Kanal ve Milli Anayasa Forumu’ndan
eski bakan Ufuk Söylemez de aramızdaydı.

Levent Kırca, Ali Sirmen, Ataol Behramoğlu, Mehmet Faraç

Hiç abartısız 100 bine yakın insan vardı orada.
Yüzlerce otobüsü biz saymıştık. Çok sayıda özel oto da vardı.
Epey otobüs de görme alanımızın dışında park ettirilmişti.
Mersin’i, Marmaris’i, Balıkesir’i, Adana’yı, Elazığ’ı, Malatya’yı… görüyorduk.

  • Alanda ADD ve TGB filamaları egemendi..

Derdimiz “içeriye” sesimizi duyurabilmek idi..

“Tutsaklar” bizi göremiyorlardı ama çokluğumuzu, kararlılığımızı, coşkumuzu ve kararlılığımızı duyumsamalıydılar..

Var gücümüzle sloganlara katılıyorduk.. Sesimiz kısılmıştı..
“İçeriden” haber aldık, sloganlarımız, marşlarımız, türkülerimiz, ıslıklarımız, düdüklerimiz, yuhlarımız.. duyuluyordu!

Öğleni bulmuştuk.. Güneş biraazcık gülümsüyor ama ısıtamıyordu ne yazık ki..

Acıkıyor, susuyorduk.. WC büyük dert idi.
Yorgun ve uykusuzduk. Oturacak bir yer bile yoktu..
Sloganların da sürekli ve canlı olması gerekiyordu.

Yol kenarlarında sandviç, ayran, meyve suları hatta gezgin (seyyar) köfteciler,
çiğ köfte satanlar .. görev başında idi.

Şu köşede de Çadır Kamp yararına 2013 takvimi satılıyordu 5 TL’ye.
Yanıbaşında da

  • “Silivri Tutsak Üniversitesi” nin yayınları..

Otobüslerimiz en az 2 km ötede idi ve gidip bir süre dinlenmek, ısınmak hem olanaklı değildi hem de aklımıza gelmiyordu.

“İçeriden” haberler geliyordu.
Başkan HH Özese, 21 dosya yetmezmiş gibi 22. dosyayı (Danıştay saldırısı) Ergenekon dosyası ile birleştirme isteğinde idi. Olacak şey değildi! Dava bitmesin isteniyordu.. 120 milyon sayfa devasa oylum (hacım) okunmuş, incelennmiş değildi ki!

  • SÖZCÜ‘nün bir haberinde bu dosyanın salt okunması 456 yıl gerektiriyordu!

İçeride unutulanlardan Sevgi Erenerol‘un avukatı dışarı atılmak isteniyordu.

Salondaki 200 avukat O’nu sardılar ve robokop jandarmaya vermediler..
Biz de “dışarıda”  200 bin kişi direniyor, “içeridekilere” destek veriyorduk.

Duruşmaya 4 kez ara verildi.

Savı MA Pekgüzel, esas hakkında görüşünü sun(a)madı..
Avukatlara zorla da olsa, gönülsüz söz verildi.

Akşam 16:00’yı geçmiştik.. 9-10 saattir ayakta, canlı, sürgit bir miting yapıyorduk..
Herhalde Guiness Rekorlar kitabına girecek denli uzun bir miting idi.

Milletvekilleri “içeriden” çıkıp otobüs üstünde halka bilgi veriyorlardı.
Onbinlerce insan inat ve sabırla, kararlılıkla direniyordu..

  • Çooook ilginç ve heyecan veren bir eylem daha yaptık :
  • El ele vererek, on binlerce yurtsever, yerleşkenin çevresini sardık..
  • Kilometrelerce insan zinciri oluşturmuştuk. 
    Balçık çamura dizlerimize dek bulaşmıştık.
  • Lojman sakinleri meraklı ve ürkek gözlerle biz el ele tutuşan insan zincirine bakıyorlardı pencerelerinin ardından.. (Bu eylem bizim fikrimizdi..)
******************************************
Karanlık basmıştı.. “İçeride” duruşma (Tiyatro!?) sürüyordu.
Varillerde ateş yakıldı.. Çook üşüyorduk. Sabahın dondurucu ayazından sonra,
ısıtmayan güneş de çekilirken, Trakya’nın dondurucu soğuğu çöküyordu yeniden.
ADD Genel Başkanı, 42 yıl yargıçlık yapmış, Danıştay Başkanvekilliğinden (Başsavcı) emekli Tansel Çölaşan otobüsün üzerinde idi ve aşağıdaki sözleri söyledi..

13aralik2012t

Bu tiyatro daha sürecekti ve biz kezlerce buraya gelecektik..

Bizden söz istedi, söz aldı hep bir ağızdan..

Yavaş yavaş dağıldık.. Yollarımız uzundu.. 2. gece de başlarımız yastık görmeyecek, sabaha dek yolculuk yapacaktık. 14 Aralık 2012 sabahı da işimizin başında olacaktık..

Birbirimize söz vererek, kucaklaşarak, gözlerimizde ve gönüllerimizde anlaştık.

Hüzünlü gözlerle ÇADIR KAMP GÖNÜLLÜLERİ İLE VEDALAŞTIK..
Biz evlerimize dönüyorduk ama onları vahşi kış ortasında yazıda, çadırlarda bırakıyorduk.

  • Vicdanlarımız isyanda; dudaklarımız dua mırıldanmada idi..

20 kg’lık sesbüyütürü 2 km, bu kez yokuş aşağı kim taşıyacaktı?
ADD yöneticilerimiz bu kez başka 2 “babayiğit” buldular..
Onlar da (Ömer ve Reşat) sanırız akşam ısındılar, günün üşümesini attılar belki de!
Bu alet daha çok yeniydi ve garanti kapsamında onarımını yaptırmak önemsediğimiz bir konu oldu otobüste.

İtiraf edelim ki, otobüslerde söyleşi için kimsede enerji yoktu.
Kalorifer saatlerdir tam kapasite açıktı ve insanlar giysilerini çıkar(a)mıyordu.
Yaman soğuk iliklerimize işlemişti..

2 saat kadar sonra kendimizi zor attığımız bir lokantada kurtlar gibi açtık..

Sonrasında da derin uykularda, birbirimizin üsütüne yığılarak gece yarısını geçtik
ADD Çankaya Şubemizin önü son duraktı.. Eve vardığımızda saat 03:23 idi..

Zor ve zorki bir duş ve bitkin, yatağa seriliş..

******************************************

Sonuç                                                              :

* Sanırız herkes artık halkın sabrının taştığını gördü.
* Halkın bu sürece seyirci kalmayacağını ve el koyacağını da algıladı.
* Sevgi Erenerol’un avukatı duruşma (Tiyatro!?) salonundan dışarı çıkarılamadı.
* Jandarma albayına yasalara aykırı emre uymanın suç olacağı söylendi ve
O da bunu dinledi.
* Silivri’nin duvarları çatladı; Bastil benzeri yıkılma yemini edildi..
* Savcı esas ilişkin görüşünü sun(a)madı.
* Avukatlara söz verilmek zorunda kalındı.
* 13 Aralık 2012 günü, Ergenekon davasının da Balyoz gibi acımasız hükümlerle bitmesi
engellendi.
* İzleyen duruşmalarda da halk orada olacak ve bu insanlık tarihine geçecek
direniş-dayanışma sürdürülecek, sonuç da alınacak..

  • Bastil kalesinin duvarları yıkıldı; zincirleri kırıldı da Silivri’ninki mi direnecek?

Bu kararlı, yürekli, özverili kitlelere son derece akıllı siyasal önderlik gerek.
Bu da başlıca CHP’ye düşüyor.
Helva için her şey fazlasıyla var..
CHP bu harcı karabilmeli.. yoksa kasırganın altında o da kalacak..

Sözlerimizi, Ergenekon tertibi tutuklu sanığı, Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay‘ın “13 Aralık Çağrısı” adlı köşe yazısından (sitemizde var) bir alıntı ile bağlayalım :

  • “…O gün Silivri’ye gelmekle her şeyin bitmeyeceği açık.
    Devamında adaleti arayış ateşini söndürmemek gerekiyor.
    Önümüzdeki dönemde Türkiye’yi ayağa kaldırmak, 
    artık CHP’nin hem sorumluluğu hem gücü…”

Ve soralım                                 :

1. Bu dava neden Ankara ya da İstanbul’da, dünyanın sayılı büyük adliyelerinde (Çağlayan’da?) değil de cezaevinin ortasında, ülkenin taaa öte ucunda,
Trakya’nın yazısında?

2. Bu dava salonu neden özellikle yaklaşık 350 kişilik ve neden salon dışına kamera ile görüntü verilmiyor, daha büyük salonlarda ve Ankara-İstanbul merkezinde görülmüyor?

3. TV’den neden verilmiyor ??

4. Bu ve benzeri-türevi davalar hangi merkezlerin psikolojik savaş planlarının ürünü?

Dosyanın tümü pdf olarak da okunabilir, arşivlenebilir..

13_Aralık_2012_Silivri_Kusatmasi_Izlenimlerimiz

Sevgi ve saygı ile.
17.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

ORGENERAL NUSRET TAŞDELER, BÖYLE İFADE EDER!

E. Tümg. Naci BEŞTEPE



ORGENERAL NUSRET TAŞDELER,  BÖYLE İFADE EDER!

     ERGENEKON uydurma isimli torba davanın İNTERNET ANDICI sanıklarından Org. Nusret Taşdeler, tedavi görmekte olduğu Ankara GATA’da, 26-27 Kasım 2012 tarihlerinde ifadesini verdi.
    Gündemde uluslararası konular öne çıktığından gecikerek yazmak durumunda kaldım.
    İfade 112 sayfa ve 28 ekten oluşuyor.
    Kendisi kısaltarak okudu.
    İfade metnini okudum.
    İlginç buldum.
    Savunmadan çok hukuk dersi gibi.
    Felsefe dersi gibi.
    Tarih gibi.
    Edebiyat gibi.
    Öyle alıntılar var ki, çok iyi bir birikimin ve çok titiz bir çalışmanın ürünü olduğunu bağırıyor.
    Kimler yok ki adı geçen?
    Devlet adamları, şairler, yazarlar, tarihçiler, filozoflar, hukukçular.
    Evrensel hukuktan, Roma Hukukundan, Magna Carta‘dan, AİHS‘den,
kendi yasalarımızdan örnekler.
    Ata sözleriyle, deyimlerle zenginleştirilmiş anlatımlar.
    Çok renkli, çok yönlü.
    Alıntı yapılan isimlerden tespit edebildiklerim şunlar;
    Namık Kemal, Nietzsche, Hammurabi, Romalı Ovidius, Konfüçyüs, Prof.İzzet Özgenç, Heredot, Platus, Koca Ragıp Paşa, Ziya Paşa, M.Akif Ersoy, H.Cahit Yalçın,  Mevlana, Sami Selçuk, Metin Feyzioğlu,Yekta Güngör Özden, İbrahim Okur, Shopenhauer, Durrieu, Hatemi İbrahim Bey, Plutarkhos, Tevfik Fikret, Ataol Behramoğlu, Abraham Lincoln,Tolstoy, İlber Ortaylı, Klemens von Metternich,
Ahmet Cevdet Paşa, ATATÜRK
    Çok da sert yeri geldiğinde.
    Taşı gediğine koymaktan hiç çekinilmemiş.
    İddia makamının hataları, eksikleri, yanlı tutumları, sanık lehine delilleri görmeyişi şamar gibi vurulmuş yüzüne.
    Tekniği de yumruğu da çok iyi bir boksör gibi.
    Okurken o kadar çok not almışım ki yarısını yazsam bile çok uzun olur.
    Kısa başlıklar halinde özetlersem;
    – Genelkurmay’ın gerektiğinde hiyerarşik yapı, gerektiğinde gizli örgüt olarak
ele alındığı,
    – İddianamenin hukuki bir metin değeri taşımadığı,
    – İddianamenin veriliş zamanının hemen YAŞ öncesine dayandırılmasının KUVVETLER AYRILIĞI  ilkesini zedelediği,
    – Sekiz yıl önce başlatılmış ve kendisi tarafından hiçbir ekleme yapılmayan
internet sitelerinin kendisinin göreve başladığı günden itibaren suç sayıldığı,
    – İhbarcının (iftiracının) tutarsızlıklarının, yanlışlarının göz önüne alınmadığı,
    – İddia makamının sanık aleyhine delil üretmeye çalıştığı,
    – Gnkur. Bşk.lığınca, internet sitelerinin İRTİCA İLE MÜCADELE dahil olmak üzere amaçları ve yasal dayanaklarının yazılı olarak bildirildiği,
    – Gnkur. Biligi Destek Daire Başkanlığınca, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu’na 2783 adet laiklik karşıtı eylem hakkında bilgi verildiği ve bunların 784 adedine işlem yapıldığı bilgisinin alındığını, yani gizli kapaklı değil resmi etkinlikler olduğu,
    – İnternet sitelerinin MSB’lığının oluru ve tahsis ettiği ödenek ile kurulmuş olduğu,
    – İrtica ile mücadele görevinin Başbakan RTE tarafından imzalanan 2006- TÜMAS (Türkiye’nin Milli Askeri Stratejisi) ve 2005- MGSB (Milli Güvenlik Siyaset Belgesi)‘nin irtica ile mücadele görevini verdiği, bu belgelerde görev olarak verilen irticanın savcılığa göre HEZEYAN olduğu,
 çok açık ve net ifadelerle, yasal  ve tarihi örneklerle zenginleştirilerek anlatılmış.
    Son bölüm ise olduğu gibi aktarılmazsa anlatılamaz ve eksik kalır.
    İşte ifadenin altın bölümü;
    – TSK; bazı gafillerin zannettiği ve bazı hainlerin göstermeye çalıştığı gibi bir TERÖR ÖRGÜTÜ değil;
       Asil Türk milletinin özüdür,
       Namus saydığı hudutlarındaki, aziz vatanın topraklarındaki, engin mavi denizlerindeki, sonsuz semalarındaki istikbale bakan yüzüdür,
       Yeri ve zamanı geldiğinde, devletin bekası için söylenecek sözüdür.
    İnternet Andıcı Davası‘nın 21. dava olarak ERGENEKON’la birleştirilmesinden doğacak sıkıntıları vurgulayarak diyor ki;
    – ERGENEKON davasının görüldüğü bu mahkemenin savcısı ve yargıcı olmaktansa sanığı olmayı tercih ederim.
    
    Ve bitiriş;
Org. Taşdeler Ergenekonda savunma yaptı
    – Dünyadaki hiçbir karanlık güç odağının, tarihteki en eski hukuk metinlerinin yazıldığı bu kutsal topraklarda yaşayan yüce Türk milletini, adalet güneşinin aydınlığından uzun süre mahrum bırakmayacağına, sarsılmaz bir inanç beslediğimi belirtmek istiyorum.
    Hasılı kelam; Güçlüyüm çünkü haklıyım. Zira hak gücün fevkindedir.
    Vatanım  sağolsun.
    Milletim varolsun.
    Cumhuriyet ebediyen payidar olsun!
    Türk Silahlı Kuvvetleri’nin orgeneraline, tanıdığım Nusret Paşa’ya yakışır bir ifade olmuş.
    Yüreğine sağlık komutanım.
    ” BEN YAPMADIM” dan çok ” BİZ SUÇ İŞLEMEDİK, GÖREVİMİZİ YAPTIK” ağırlıklı; eğilmeyen, bükülmeyen, dimdik bir ifade.
    Tarihte yerini alacaktır.
    Gönüllerde aldı bile.
    Naci BEŞTEPE, 9.12.12
========================================
Dostlar,
ORGENERAL NUSRET TAŞDELER’in Ergenekon davası savunmasını,
yakın mesai arkadaşı Sayın E. Tümg. Naci Beştepe^’nin özeti ve yorumlaması ile paylaşmak istedik.
Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 9.12.12
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Solculuk-Yurtseverlik

Ataol Behramoğlu

Solculuk-Yurtseverlik

Cumartesi yazıları, 15.9.12, Cumhuriyet

Aynı başlık altında daha önce yazmış olabilir miyim, tam olarak anımsamıyorum. Ola da bilir… Fakat konu zaten hep gündemimizde. Solcu olduğunu düşünen biri aynı zamanda yurtsever olabilir mi? Solculukla yurtseverlik arasında ilişkiler, yakınlıklar ya da karşıtlıklar nelerdir? Zihin bulanıklığına yol açan pek çok soru…

***

Solculuktan başlayalım… Çok yazıldı ama yineleyelim… Fransız devrimi öncesinde Fransa Ulusal Meclisi’nde varlıklı sınıfların temsilcileri başkanlık kürsüsüne göre sağda, emekçilerin temsilcileri solda otururlarmış. Deyim buradan geliyor. Yani kelimenin kendisinin, ona “atfedilen” (onunla ilişkilendirilen) siyasal anlamla ilgisi yok. Emekçi temsilcileri başkanlık kürsüsünün sağında sağda oturmuş olsalar bugün solcu dediklerimize sağcı denilecekti…

Buna karşılık, dilimize Fransızca “patriotisme” sözcüğünden (sanırım Tanzimat döneminde) “vatanperverlik” diye çevrilen, bugün yurtseverlik dediğimiz kavram, onu adlandıran sözcükle örtüşüyor.

“Vatan” sözcüğünü ilk kez Namık Kemal’in, bugün kullandığımız anlamıyla kullanmış olduğu söyleniyor.

Namık Kemal solcu değildi kuşkusuz. O dönemin Osmanlı toplumunda bugünlerdeki anlamıyla solculuk ve sağcılık kavramlarının toplumsal ve düşünsel karşılıkları yoktu.

Böyle de olsa, kendi döneminin feodal, dinci gericilerine karşı Tanzimat’ın büyük düşünürü ve edebiyatçısı kuşkusuz “sol” değerleri temsil etmekteydi.

***

Günümüz Türkiyesi’nde (ve herhalde bütün ülkelerde) solcu olarak, emekten yana değerleri temsil eden kişiler ve kurumlar adlandırılıyor. Daha da genelleştirerek söylersek solculuk, her türlü tutuculuğun karşısında, ileriden, değişimden yana olmaktır. Daha çok sınıfsal temele sahip böyle bir kavramla; “yurtseverlik” gibi ister istemez ulus, ulusçuluk kavramlarını çağrıştıran bir kavram arasında nasıl bir yakınlık bağıntısı kurulabilir? Solcu olmayan, sol değerleri benimsemeyen kişiler de kendilerini pekâlâ yurtsever sayabileceklerine göre…

***

Burada karşımıza “Nasıl bir yurtseverlik” sorusunun çıkması kaçınılmazlaşır…

Başka ulusları, başka ulusların insanlarını küçümseyen, onları düşman olarak gören bir yurtseverliğin; emek değerlerini savunan ve böylece de evrensel bir anlama sahip solculukla ilgisi olamaz.

Böyle olmasa bile, sevdiğini düşündüğü ülkesi içindeki haksızlıklara karşı çıkmayan, göz yuman ya da bu haksızlıkların zaten nedeni olan bir yurtseverin de, ne çeşit bir yurtsever olduğu zaten kuşkuludur.

Bir başka deyişle, sol değerlerle bağdaşmayan bir yurtseverlik, boşluktadır.

Boş bir kavramdır. Başlangıcında olmasa bile eninde sonunda şovenizme, başka uluslara düşmanlığa, evrensel değerleri temsil eden sol karşıtlığına ve böylece de emek ve emekçi düşmanlığına dönüşecektir…

***

Bunun ardından, “Nasıl bir sol” sorusunu yanıtlamak gerekir…

Kendi ülkesinin gerçekliğinden habersiz, böyle bir gerçekliğe ilgisiz, kendi ülkesinin insanına ve kültürüne sevgisiz bir solcu olabilir mi?

Olursa, bu nasıl bir solcudur?

Üstelik ulus düşmanı emperyalizm gerçeği karşısında, yurtseverlik duygusundan güç almayan bir solculuk, kendinde bütün ülke adına konuşma hakkını bulabilir mi?

Sözünde ve eyleminde inandırıcı olabilir mi?

***

Özetle ve özellikle de bizimki gibi ülkelerde, solculuk ve yurtseverlik değerleri bir bütünü oluşturur.

Yakın tarihimizde görüp yaşadığımız gibi, sol karşıtı bir ulusçuluk (milliyetçilik), eninde sonunda egemen sınıfların, emperyalizmin vurucu gücü, paralı askeri olacaktır.

Yurt sevgisini küçümseyen, bunu şoven ulusçulukla bir tutan, modası geçmiş sayan, bir zamanların kimi sol kimlikli aydınlarının ise zaman içinde solcu olmaktan da nasıl uzaklaştıklarına, sol düşmanı bir iktidarın buyruğuna girdiklerine en yakın zamanlarda tanık olduk…

Önümüzdeki Cumartesi yazım, büyük olasılıkla, bu gibilere ilişkin bir şiir olacak…

15 Eylül 2012 – Cumhuriyet

Ataol Behramoğlu : “İyileş de Gelecek Olsun!” ÖĞRENDİM Kİ..

ÖĞRENDİM Kİ

Atatürk ve Türkçe / Atatürk and The Turkish Language

Ataturk_ve_Turkce