Etiket arşivi: Anayasa Mahkemesi

Anayasal totalitarizme hayır!

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 07.09.2023, BİRGÜN

Adli yılı açış konuşmasında, “2011’den beri bir hayalimiz var” diyen Erdoğan, “Bu hayal, Türkiye’yi darbe Anayasasından kurtararak yarını kucaklayan, Türkiye Yüzyılına yakışır anayasaya kavuşturmaktır… Vaadimiz birinci sınıf demokrasi, ekonomi ve özgürlüklerin tamamlayıcısı, birinci sınıf anayasa olacaktır… Siyasi partiler, yüksek mahkemeler, üniversiteler, devlet kurumları, barolar ve milletimizin her ferdini sürece katkı vermeye davet ediyorum.” şeklinde konuştu.

Bu sözler ne anlama gelir?

GEÇİŞ ANAYASACILIĞI

Sosyalizm sonrası dönemden Arap baharı sürecine kadar yapılan anayasalar için “geçiş dönemi anayasacılığı” nitelemesi yapılır. Bu dö­nem, anayasa­nın üstünlüğü anlayışının ve anayasallık kültürünün gerilemesi bağlamında birçok olum­suzluğu beraberinde getirdi. Özellikle bazı Afrika devletlerinde, toplumsal gerçeklikten uzak metinler, anayasacılığı kuralların basit bir aşamalı sıralamasına indirgedi. Bu ise toplumun barışlandırılmasından çok, anayasa mahkemesi kararlarının dolanılmasını kolaylaştırdı. Usulün içeriğe, sözün öze üstünlüğü, anayasa hukukunu değersizleştirdi ve anayasanın meşruluğunu azalttı. Ya Türkiye?

NEREDEN?

Yüzyıl gecikme ile başlamış olsa da Türkiye’deki anayasal gelişmeler ve 20. yüzyıl Batı anayasacılığı arasında koşutluk açık.

Eğer bir “darbe anayasası” nitelemesi yapılacaksa, 2017 kurgusundan başkası olamaz. Çünkü 1982 Anayasası, 1987-2004 değişikliklerinde insan hakları ve demokrasi yönünde başkalaşmıştı.

NEREYE?

Geçiş dönemi anayasacılığı (1990-2015) ve Türkiye için hukuk devletini onarım dönemi (1987-2004) arasında örtüşme var. Ne var ki 2016 darbe girişimi bahanesiyle 16 Nisan 2017’de halkoyuna sunulan metin, bir  “en’ler kurgusu” oldu.

Türkiye’yi çağdaş anayasacılıktan “en çok” uzaklaştıran, kendi tarihine “en çok” yabancılaştıran ve Osmanlı Devleti-Türkiye Cumhuriyeti Anayasal ve siyasal gelişmelerinde “en köklü” kopuş yaratan değişiklik oldu.

Haliyle, 2017 değişikliği, hiçbir darbe Anayasasını aratmayan bir “anayasa dışı kurgu” ile sonuçlandı.

KAÇINCI SINIF?

Türkiye, “anayasal sınıflama” dışına itildi.

Bu kurgu, “Anayasa hayali” ile test edilebilir: “Birinci sınıf demokrasi ve birinci sınıf anayasa”.

Çoğulcu siyasal rejimin asgari standartları varsa rejim için  “demokrasi”, Anayasacılığın asgari gereklerinin varlığı ölçüsünde ise, “anayasal demokrasi” nitelemesi yapılır.

“Birinci sınıf” hayalinin anlamı, yirmi yıldır ülkeyi yönetenlerin, Türkiye demokrasisini  ve Anayasasını “2., 3. veya 4. sınıf olarak niteleme itirafıdır.

Ya “Türkiye yüzyılı”?

Hukuk toplumu ve Türkiye ekosistemi yüzyılı mı, yoksa yağmalanan ülke,  yok edilen birey özgürlüğü ve toplumsal özerklik yerine bir ümmet yüzyılı mı olacak?

SAYGI’YA ÇAĞRI

“Katkı çağrısı”nın en doğrudan anlamı, tartışma ve düşünce özgürlüğü demek.

Şu halde ilk koşul, “düşünce suçluları”nı özgür bırakmak ve YÜRÜRLÜKTEKİ ANAYASA’YA SAYGI olmalı.

Aksi durumda ‘hayal’, Anayasayı;

– “demokratik olmayan siyaseti meşrulaştırma” aracı olarak ve iktidar bekası için kullanmak,

– toptancı ve tek biçimli toplum ereğinde araçsallaştırmak DEMEK.

TOTALİTARİZME HAYIR!

Amaç iki sandıktan sonra ivme kazandırılan toplumu tek biçimli kılma çalışmaları, “Anayasa sandığı” ile pekiştirmek.

Yineleyelim :

  • Anayasa, erkler ayrılığı yoluyla iktidarı sınırlama ve özgürlükleri güvenceleme ereğinde, toplumun gereksinimleri ve ortak iyiliği doğrultusunda hazırlanan bir belgedir.

Herkes için uyulması zorunlu ve bağlayıcı bir temel norm, hukuk devletinin asgari gereklerini yansıtmalı. Ne var ki, çağrı sahibi için Anayasa, bir norm olmaktan çok meşruluk belgesi olarak daha çok görünüşü kurtarma ve iktidarı sürdürme aracı haline geldi.

Bu nedenle, aymazlığına kapılmadan, ‘hayal’, hesap verebilir hükümet için “demokratik Anayasa” çalışmalarına ivme kazandırma vesilesi olarak görülmeli.

Demokratik toplumun, demokrasi inşası için neden vazgeçilmez olduğu, 1 Eylül çağrısı ile bir kez daha doğrulandı. Anayasal totalitarizm için TBMM’de çoğunluk ellerinin otomatik olarak kalkması, ancak sivil toplum örgütlerinin Anayasa sorununu sahiplenmesi ve siyasal partileri kuşatma altına almasıyla engellenebilir.

LAİKLİĞE AYKIRI ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ve DENETİMİ

Bülent SERİM
Anayasa Mahkemesi Eski Genel Sekreteri

Üç soruyla başlayalım:

1) Türkiye Cumhuriyeti’nin laik niteliğine aykırı anayasa değişikliği yapılabilir mi?
2) TBMM gündeminde olan anayasa değişikliği Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğine aykırı mı?
3) Böyle bir değişikliği Anayasa Mahkemesi denetleyebilir mi?

Birinci sorunun yanıtını vermeye çalışalım:
Türkiye Cumhuriyeti’nin laik niteliğine aykırı anayasa değişikliği yapılabilir mi?

Anayasa Mahkemesi Başkanı, Anayasa Mahkemesi’nin 60. Kuruluş Yıldönümü töreninde  yaptığı konuşmada, “katı laiklik” yerine “özgürlükçü laiklik” anlayışını benimsediklerini, böylece Mahkeme’nin 50 yıllık içtihadını değiştirdiklerini açıklamıştır. Sayın Başkan’ın konuşmalarından, değiştirdiklerini ilan ettiği “katı laiklik”ten “ideolojik laikliği” kastettiği anlaşılmaktadır.

Bir kez, laiklik “eşitlik ve özgürlük” temeline dayanır; yani laiklik zaten özgürlükçüdür, ayrıca “özgürlükçü laiklik” olmaz. Bu çeşitli çevrelerin son dönemlerde sıkça düştükleri bir yanılgıdır.

İkincisi, anayasayı ve anayasal düzeni korumakla görevli ve yükümlü olan Anayasa Mahkemesi, denetimlerinde, “katı laiklik” ya da “özgürlükçü laiklik” gibi kuramsal kavramları değil, anayasal kuralları, yani “anayasal laikliği” temel almak zorundadır. Çünkü

  • Anayasa, Yasama, Yürütme ve Yargı organlarını, idareyi, tüm gerçek ve tüzel kişileri,
    yani başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere herkesi bağlamaktadır (m.11).

Üçüncüsü, her anayasa bir ideolojiye dayanır.

  • Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın temelinde de Atatürkçü düşünce sistemi,
    Atatürkçü ideoloji vardır.

Peki nedir “anayasal laiklik”?
Anayasal laiklik, anayasada yer verilen kurallarla tanımlanan, çerçevesi açık biçimde çizilen laikliktir.

Haklı olarak çok eleştirilen 1982 Anayasası’nın en önemli ve güzel yanı, laiklik ilkesini koymakla yetinmeyip, bu ilkeyi ayrıntılı biçimde tanımlamış olmasıdır.

Anayasal laikliğin daha iyi anlaşılması için, Anayasa’nın temelini oluşturan Atatürkçü düşünce sistemindeki laiklik anlayışına bakmak gerekir. Atatürkçü laiklik anlayışında yalnız din ve devlet işleri değil, din ve dünya işleri de birbirinden ayrılmış ve aynı zamanda din, dünya işlerine karışmasın diye devlete denetim görevi verilmiştir.

İşte 1982 Anayasası da, ana çizgileriyle belirtilen bu laiklik anlayışını temel almış ve kurallaştırmıştır. 2. maddede, laiklik ilkesine Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri arasında yer verilmiş; bu ilke Başlangıç kısmı ile 24 ve 174. maddelerde açık biçimde tanımlanmış; 13, 14, 26, 27, 28. maddelerde, laiklik ilkesine hak ve özgürlükler karşısında üstünlük tanınmıştır.

İşte “anayasal laikliğin” bu bütünlük içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Biraz daha anlaşılır kılmak için açarsak;

Anayasa’nın 2. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti “laik” bir devlettir. Başlangıç kısmında,

Hiçbir faaliyetin, Atatürk ilke ve devrimleri ile medeniyetçiliği karşısında korunamayacağı,
– Laiklik ilkesi gereği olarak kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı, belirtilmiştir.

  • Başlangıç kısmı, metin dışı görülerek hafife alınamaz.
  • Çünkü Anayasanın Başlangıç kısmı, 2 ve 176. maddeler uyarınca Anayasa’nın dayandığı “temel görüş ve ilkeleri belirtir ve  Anayasa metnine dahildir”.
    Yani, hukuksal etki ve değer yönünden öbür maddelerden farksızdır.

24. maddede,

  • “Devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin,
    kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağı
    ” açıkça ifade edilmiştir.

Bununla da yetinilmemiş, hiç kimsenin, “Siyasal ya da kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla, her ne suretle olursa olsun, dini ya da din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemeyeceği ve kötüye kullanamayacağı” da kurala bağlanmıştır.

Son olarak, 174. madde, laiklik yönünden son derece önemlidir. Bu maddede,

– Devrim Yasaları anayasal korumaya alınırken,
– Bu yasaların “Türk toplumunu çağdaşlaşma düzeyinin üzerine çıkaran” ve
Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini koruma amacı güden” yasalar olduğu
açıkça vurgulanmıştır.

Demek ki Devrim Yasaları, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik niteliğinin içini doldurmakta,
yukarıdaki tanımlarla birlikte ele alınması zorunlu değerlerdir.

Peki, hak ve özgürlüklerle laiklik çatışırsa ne olacaktır?

Anayasa’nın 14. maddesine göre, hak ve özgürlüklerden hiçbiri, “laik Cumhuriyeti
ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.” Görüldüğü gibi maddede,

  • Cumhuriyetin laik niteliği, hak ve özgürlükler karşısında da korunmuştur.

Başka bir anlatımla, laikliğe hak ve özgürlükler karşısında üstünlük tanınmıştır.

Hatta 13. maddede, hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamanın laik Cumhuriyetin gereklerine aykırı olamayacağı (AS: sayılamayacağı) belirtilerek, laik ve çağdaş yaşam korunmuştur.

İkinci sorunun yanıtı ve son söz olarak denilebilir ki;

  • “Din kurallarına dayanan” bir anayasa değişikliği laiklik ilkesine aykırı olur,
    Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini zedeler
  • Ve 2. maddenin değişikliği anlamına gelir ki; TBMM gündeminde olan anayasa değişikliği
    bu içeriktedir.
  • Çünkü bu değişiklikte “dini inancı nedeniyle başın örtülmesi” serbest bırakılmaktadır.
    Yani düzenleme doğrudan din kurallarına dayandırılmaktadır.

Anayasa’nın 4. maddesine göre, Cumhuriyet’in laik niteliği değiştirilemez,
hatta değiştirilmesi teklif bile edilemez.

Asli Kurucu iktidarın “değiştirilemez” dediği bir ilkeyi tali kurucu iktidar,
dolaylı yoldan da olsa değiştiremez.

Gelelim üçüncü soruya:  Böyle bir değişikliği Anayasa Mahkemesi denetleyebilir mi?

Anayasa’nın 148. maddesine göre, Anayasa değişiklikleri yalnızca “şekil” yönünden incelenip denetlenebilecektir. Şekil yönünden denetim de, oylama çoğunluğuna ve daha önce “teklif koşuluna” uyulup uyulmadığı konusunda yapılacaktır.

Kısaca anayasa değişiklikleri “teklif” koşuluna uyulup uyulmadığı yönünden denetlenebilecektir.

Anayasa’nın 4. maddesinde, Cumhuriyetin niteliklerinin, bu bağlamda laiklik niteliğinin “değiştirilemeyeceği” ve hatta “değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği” açıkça kurala bağlanmıştır. Demek ki, laiklik niteliğinde dolaylı yoldan da olsa değişiklik yapmak,
“teklif edilemez”lik yasağı
kapsamına girmektedir.

TBMM gündeminde olan Anayasa değişikliği laiklik niteliğini zedeleyecek içerikte olduğundan ve böyle bir değişiklik “teklif edilemeyeceğinden”, Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetki kapsamındadır. Anayasa Mahkemesi, konu önüne gelirse bu anayasaya aykırı öneriyi denetlemesi gerekecektir.

Nitekim, Anayasa Mahkemesi 2008 yılında tarihsel bir karar vererek, yükseköğretim kurumlarında türbanı serbest bırakmak amacıyla yapılan Anayasa değişikliğini (09.02.2008 günlü, 5735 sayılı yasa); yukarıda özetle yer verilen gerekçelerle, Anayasa’nın 2, 4 ve 148. maddelerini birlikte değerlendirerek iptal etmiştir. (05.06.2008 günlü, K.2008/116 sayılı karar)

Şunu da belirtmek gerekir ki; Anayasa ve Anayasa Mahkemesi kararı Yasama organını da bağladığından, TBMM’nin, bu ve dinsel amaçla getirilecek hiçbir teklifi kabul etmemesi ve görüşmemesi hukuksal yönden en uygun yol olacaktır.
===========================
Not : Bu yazının Cumhuriyet‘te yayınlanan kısa biçimi, web sitemizde 12 Ocak 2023’te paylaşılmıştı… (A. Saltık) Laikliğe aykırı anayasa değişikliği | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Hukuk cinayeti

Av. Erol Ertuğrul (@av_ertugrul) / TwitterAv. Erol ERTUĞRUL
03 Ocak 2023, Cumhuriyet

28 Şubat hükümlüsü emekli Hava Korgeneral Vural Avar 20 Aralık 2022 günü cezaevinde yaşamını yitirdi. Adli Tıp Kurumu bir ay önce, demans, kalp gibi bir yığın ölümcül hastalığı bulunan 85 yaşındaki Avar için “cezaevinde kalabilir” demişti.

Bu olay cezaevinde cinayettir.

13 emekli general 28 Şubat’ta postmodern darbe yaptılar gerekçesi ile FETÖ’cü savcıların açtıkları bir davada FETÖ’cü yargıçlar tarafından yargılanmışlar ve yaşam boyu hapis cezasına çarptırılmışlardı.

Bu hukuksuzluğa, bu insanlık duygusundan yoksunluğa TSK de susuyor!

TSK’nin komuta kademesinde bulunanlar, bulundukları makamlar ellerinden gitmesin diye susuyorlar. 28 Şubat kararları bugünler gelmesin diye alınmış kararlardı. Tarikatlar kapatılsın, Kuran kursları MEB’in denetimine alınsın, Devrim Yasaları uygulansın içerikli bu kararlar anayasal bir kurum olan Milli Güvenlik Kurulu tarafından alınmıştı. Kararların altında dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın imzası vardı. (AS: Hatta uygulanması için genelge bile çıkardı!)
Bu kararlar nedeniyle Cumhuriyetin ordusunun kahraman 10 emekli generali yaşam boyu hapis cezasına çarptırılmış olarak cezaevindeler.

AYMAZLIK

Yaş ortalamaları 80’in üzerinde ve ciddi rahatsızlıkları bulunan bu kahraman subaylar cezaevinde aslında ölüme mahkûm edilmişlerdir.

  • Onların tek tek Vural Avar gibi cezaevinde ölmeleri mi bekleniyor?
  • Herkes bu kadar mı AKP’nin öç alma duygusu karşısında suskunlaştı?

İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun hukuksuz yargılanıp ceza alması ve siyasal haklarının elinden alınması nedeni ile İstanbul Saraçhane’de yapılan eyleme CHP ve öteki muhalefet liderleri katıldılar. Bu genel başkanlar 28 Şubat’ı kötülediler. Ne aymazlık!

  • 28 Şubat kararları gericiliğe, tekke ve tarikatlara karşı alınmış kararlardı.
  • Kuran kurslarında, tarikatlarda küçük kız çocuklarına, küçük erkek çocuklarına tecavüz ediliyor. Bunların çoğu örtbas ediliyor.
  • Siyasal parti liderleri bu tarikatlardan gelecek üç beş oy için mi bu eylemleri görmezden geliyorlar?
  • Devrim yasaları ile tarikatlar, medreseler kapatılmıştı. Bu yasalar yürürlükte olduğu halde, bu yasaları yok mu sayıyorsunuz?

28 Şubat kararları Cumhuriyete,
Aydınlanmaya karşı hareketlere engel olunması için alınmıştı

O kararları alanları haksız yere yargılayıp cezaevine koyanlar ya yurtdışına kaçtılar ya da FETÖ’cülükten cezaevindeler.

ÖLMELERİ BEKLENİYOR!

28 Şubat kararları engellendi, bu kararları alanlar yargılanıp mahkûm edildi.

  • Türban Ordu içine sokuldu.
  • Kamu kurumlarında türban ile görev yapılamayacağına ilişkin Yargıtay, Danıştay, AYM ve AİHM’nin kesinleşmiş kararları yok sayıldı.
  • Artık başları lahana gibi sarılı kadın subaylarımız, astsubaylarımız var.

Bu durum içinize siniyor mu?
Bu durum Atatürk’ün ordusuna yakışıyor mu?

Bu yetmiyor, AKP türbanı anayasaya sokmaya çalışıyor, sesiniz çıkmıyor.

Cumhuriyetin ordusunun kahraman subaylarının rütbelerini de söktünüz.
O rütbeleri onlar, emek vererek, alın teri ile kazanmışlardı.
Şimdi onların cezaevinde tek tek ölmelerini bekliyorsunuz.
Devleti yönetenler bunca haksızlığa karşı sessiz!

  • Anayasa Mahkemesi emekli generaller yok olunca mı karar verecek?

Hükümlü emekli generaller hemen serbest bırakılmalıdır

Gün gelecek bu haksızlıkları yapanlar yaptıklarının hesabını vereceklerdir.

Çarşaflı yargıca, sarıklı polise ne diyeceksiniz?

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
14 Aralık 2022, Cumhuriyet

 

AKP, son 20 yılda defalarca (kezlerce) deldiği anayasayı bir kez daha hançerleme hazırlığında. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ortaya attığı türbana yasal güvence teklifini, anayasa değişikliğine çevirdiler ve tekliflerini TBMM’ye sundular.

Anayasaya aşağıdaki fıkranın eklenmesini öneriyorlar.

“(24. maddeye ek)

Madde 1- Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ile kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanılması, hiçbir kadının başının örtülü veya açık olması şartına bağlanamaz.

Hiçbir kadın; dini inancı sebebiyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetinden dolayı eğitim ve öğrenim, çalışma, seçme, seçilme, siyasi faaliyette bulunma, kamu hizmetlerine girme ile diğer herhangi bir temel hak ve hürriyeti kullanmaktan ya da kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanmaktan hiçbir surette yoksun bırakılamaz. Bu nedenle kınanamaz, suçlanamaz ve herhangi bir ayrımcılığa tabi tutulamaz. Alınan veya verilen bir hizmetin gereği olan kıyafet söz konusu olduğunda devlet, ancak dini inancı sebebiyle kadının başını örtmesini ve tercih ettiği kıyafetini hiçbir surette engellememek şartıyla gerekli tedbirleri alabilir.”

Türban düzenlemesini yaparken araya aile birliğini katıp, evliliğin sadece bir erkek ile bir kadın arasında olabileceğini 2. maddeye yazarak malum çevrelere de mesaj vermişler.

AKP’NİN TEKLİFİ BİRÇOK AÇIDAN ANAYASAYA AYKIRI

1- Şekil açısından anayasaya aykırı. Anayasanın 94. maddesi “TBMM Başkanı, Başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasi partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine katılamazlar” diyor. AKP’nin türban teklifini imzalayan TBMM Başkanı Mustafa Şentop ise yasayı değiştirerek “faaliyetlerine” kelimesini “toplantılara katılamazlar” olarak yorumluyor. Bir partinin Meclis içindeki en önemli faaliyetlerinden biri, anayasa/yasa değişikliği teklifi vermektir!

2- Anayasanın 2. maddesindeki laik devlet ilkesine aykırı. Çünkü bu teklif, anayasanın bu maddesinin dolaylı yoldan değiştirilmesi anlamına geliyor; peçe ve çarşaf da serbest kalıyor.

3- Anayasanın 24. maddesine aykırı. Bu madde, “Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz” diyor.

Oysa AKP’nin düzenlemesinde, kamu hizmetlerinden yararlanma ya da hizmetlerin sunumunda en belirleyici kriter (ölçüt) din olarak öne çıkıyor. Teklifte “verilen bir hizmetin gereği olan kıyafet söz konusu olduğunda bile, dini inanç sebebiyle kadının başını örtmesinin engellenemeyeceği” yazıyor.

4- Anayasanın 14. maddesine aykırı. Bu madde, “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz” diyor. Bir kişinin dini inancın simgesi olan türban ile yargı, Emniyet ve TSK içinde görev yapması, açıkça laikliğe aykırıdır.

5- Anayasanın “kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddesine aykırı. Bu maddede şu ifadeler yer alıyor: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. 

Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. Devlet organları ve idare makamları, bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” 

Bu durumda sadece (yalnızca) Müslüman kadınların dini (dinsel) inançlarının simgesi olan türbanla kamu hizmetleri açısından ayrıcalık kazanmasına yol açacak bir düzenleme, kadın ile erkek arasında kanun (yasa) önünde eşitlik maddesine de aykırı.

‘YETMEZ AMA EVET’ HORTLADI!

İyi Parti, teklifte ileride problem yaratacağını düşündükleri bazı ifadelerin olduğunu söylese de anayasaya aykırı düzenlemeye “Yetmez ama evet” diyecekmiş. Altılı masadaki partiler de onlara katılma eğiliminde.

Bu konuyu yeniden siyasetin gündemine sokan CHP’nin ne yapacağını merak edenler var. Referanduma kalırsa AKP’ye yarar korkusuyla evet diyebilirler.

Merak ediyorum; cinsiyet eşitliğine aykırı düzenleme Anayasa Mahkemesi’ne giderse, mahkeme de bunu erkeklere de aynı konuda özgürlük verecek şekilde genişletelim derse ne olacak? İki yıl önce türbanlı yargıç konusunda, “Ya çağın neresindeyiz biz ya? Kişi başörtüsü takar takmaz, o onun tercihidir”diyen Kılıçdaroğlu, bu kez de sarıklı komutanlara, peçeli polislere karşı çıkmaz herhalde!

Anayasa dezenformasyonuna hayır!

Birikim ve yıkım belli; ya yapım?

İki Devletin iki yüzyıla yayılan anayasal ve siyasal birikimi iki ayda silindi. Yıkımı aşmaya yönelik somut uzlaşma arayışları, yeniden “anayasal dezenformasyon” yoluyla gölgelenmeye çalışılıyor.

TÜRKİYE’YE ÖZGÜ…

Anayasanın üstünlük ve bağlayıcılık özelliği, eğer erkler ayrılığı bağlamında yaptırım düzeneği varsa uygulamaya yansır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Anayasa Mahkemesi’nin kurulmasından insan hakları Avrupa hukuku ile bütünleşmeye kadar, kırılmalara karşın ilerleme ve süreklilikler kayda değer. Düşünsel, örgütsel ve eylemsel olarak toplumsal ve siyasal düzlemde yürütülen anayasal mücadeleler ürünü olan birikim ve kazanımlar, Türkiye’ye özgü.

SARAY’A ÖZGÜ…

OHAL ortam ve koşullarında 2017 Anayasa değişikliği, “sivil ölü kadavraları” üzerinde kurgulandı. Bu köşede ve TBMM kürsüsünde her vesile ile vurguladığım üzere, hiçbir askeri darbe ve/ya müdahalenin yapmadığı ve/ya yapamadığı biçimde iki yüz yıllık birikim ve kazanım, iki ayda silinmek istendi.

Bilgi kirliliği yoluyla yaratılan “yıkım enkazı”, aynı yol ve yöntemle korunmaya çalışılıyor. Bütçe görüşmeleri, bütçe içeriğinden çok Saray düzensizliğini örtmeye yönelik bir platform olarak kullanılıyor.

Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY), atanmış CB yardımcısı tarafından seçimle gelmiş kişi edasıyla çarpıtılırken, bir başka atanmış Adalet Bakanı, CB’nin olmayan siyasal sorumluluğu varmış gibi açıklamalar yapıyor. Gençlik ve Spor Bakanı ise, çekilme hakkı bile olmayan bürokrat değil de, seçilmiş kişi havasıyla onyıllar vizyonu ile coşuyor.

Kısaca, birbirinden kopuk olsalar da Saray ve bakanlar, PBDBY bekası için “anayasal dezenformasyon” yarışında.

Özetle; yıkım, Saray’a özgü olduğu için, bir “Saray yalanı” olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS) de yalanlarla sürdürülmeye çalışılıyor.

KİMİN ANAYASASI?

TBMM’de CHP/HDP/İYİ Parti tarafından CBHS eleştirisi, her kez, “Anayasa sayfası artık kapandı” tepkisiyle karşılanıyordu AKP ve MHP’lilerce.

2020 ikinci yarısı 6 parti, anayasa raporlarını yazmaya başladı.

2021 ilk yarısı, AKP ve MHP de, “biz de anayasa yapıyoruz” dedi.

Ekim 2022’de başörtüsü gündemi fırsatıyla, yetkisiz Adalet Bakanı “anayasa örtüsü” örmeye soyundu.

28 Kasım 2022’de ise, Millet Masası, anayasa taslak metnini kamuoyu ile paylaşınca, bu kez, “biz de yaptık” yarışına girdi AKP ve MHP.

Oysa sorun, Saray Anayasası’nı pekiştirmek değil, Türkiye Anayasası yapmak.

ÇEŞİTLİLİİÇİNDE BİRLİK

Kamuoyu ile paylaşılan Anayasa taslağı, yasama+yürütme+yargı başlıkları ile sınırlı kalmalı idi; iki nedenle:

-2017 kurgusu, yasama + yürütme + yargı erklerini, doğrudan veya dolaylı biçimde tek kişili yürütmede birleştirdiği için, hak ve özgürlükleri boğdu. Bu nedenle, yargı bağımsızlığı temelinde erkler ayrılığını sağlamak öncelikli sorundu.

-Hak ve özgürlükler ise, bütünlüklü bir biçimde, katılım süreci işletilerek ve uzmanların katkısı sağlanarak ayrıca ele alınmalı idi.

Son dakikada hak ve özgürlüklerin torbalanması!, ana amacı gölgeledi.

Kuşkusuz, programları ve dünya görüşleri birbirinden çok farklı siyasal partiler arası uzlaşma metni, “çeşitlilik içinde birlik” simgesi olup, bir başlangıç eşiği.

Toplumun sahiplenmesi, eleştiri ve özeleştiri süreci ile sağlanacak.

Yöntem sorunu yanı sıra, dil ve içerik sorunu üzerine de söylenecekler az değil. Ama şimdilik, uzmanlık eksiğine işaretle yetineyim.

Ekmek/su/hava kadar önemli olduğundan her bireyin günlük yaşamında var olan Anayasa, bir bilgi, bilim ve uzmanlık işi aynı zamanda.

Bu nedenle, kişi+parti+devlet birleşmesine neden olan Saray iktidarını ayraç içine almak için, demokrasi yolunda doğru bilgi için anayasa bilimi ve uzmanlık gözardı edilmediği sürece, “anayasal dezenformasyona hayır!” denebilir. Fikir yerine fizik (yumruk) kullanan sözde temsilcilerin bulunduğu bir Meclis’te, bilgi ve uzmanlığı öne çıkarmak, her zamankinden daha yaşamsal.

AKP rahatladı

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen

05 Aralık 2022, Cumhuriyet

Almanya’da, Adolf Hitler’in lideri olduğu Nazi partisi, çok partili serbest seçimli parlamenter sistem sayesinde iktidara geldi. Nazi partisi %33 oyla birinci parti oldu, Hitler başbakan olduktan birkaç ay sonra diktatörlük rejimini kurdu.

Bu örnek, çok partili serbest seçimli parlamenter sistemin tek başına demokrasinin güvencesi olamayacağını kanıtladı. Bu nedenle, birçok demokratik ülke, demokrasi karşıtı siyasal partilerin parlamenter sistem içinde yer almalarını engelleyecek önlemler aldı, anayasayı koruyan kurumları kurdu.

Bu çerçevede Nazi partisi Almanya’da kapatıldı ve yasaklandı. Çünkü demokrasi, demokrasiyi ortadan kaldırma hakkına sahip olmak değildir.

  • Faşizm hakkına, monarşi hakkına, teokrasi hakkına sahip olmak, demokrasi değildir.

***
Cumhuriyet Halk Partisi, İyi Parti, Demokrasi ve Atılım Partisi, Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve Demokrat Parti’den oluşan ittifakın, geçtiğimiz hafta açıkladığı anayasa değişiklik önerisi taslak çalışması, temel hak ve özgürlükler, yargı bağımsızlığı, üniversite özerkliği gibi birçok alanda olumlu unsurları (ögeleri) içermekle birlikte, anayasal demokratik düzeni ortadan kaldıran siyasal partilerin kapatılmasını neredeyse olanaksız kılarak kendi bindiği dalı kesmiştir.

AKP gibi, çok partili serbest seçimlerle iktidara gelip 2007 yılından itibaren (başlayarak) diktatörlük rejimi kuran ve anayasanın 2., 6., 7., 8., 9., 11., 14., 24., 25., 26., 28., 34. ve 138. maddelerini ihlal eden (çiğneyen) bir siyasal partinin, parlamenter sistem içinde yeniden iktidar olması durumunda, söz konusu taslakta yer alan tüm özgürlükler bir kez daha ortadan kalkacaktır.

Türkiye’de Anayasa Mahkemesi, yasaların anayasaya uygunluğunu denetlediği gibi, programı, tüzüğü ve eylemleri demokratik laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olan, diktatörlüğü savunan ve yerleştirmeyi amaçlayan, ülkenin bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldıran, suç işlenmesini teşvik eden siyasal partileri kapatır.

Siyasi partiler yasası gereği, tüm siyasal partiler anayasaya uymakla yükümlüdür. Siyasal partilerin, anayasada ifade edilen Cumhuriyetin temel ilkelerine uymamaları durumunda karşılaşacakları tek yaptırım, kapatılmaları ve kurucularının, yöneticilerinin beş yıl boyunca karşılaşacakları siyaset yasağıdır.

Günümüzde Anayasa Mahkemesi, üyelerinin önemli bir bölümü AKP hükümeti tarafından atandığı ve bağımsızlığını yitirdiği için, işlevini yitirmiştir. Ancak muhalefetin öngördüğü biçimde, Anayasa Mahkemesi üyelerinin hükümet tarafından atanmasına son verildiğinde ve yargı bağımsızlığını (ve tarafsızlığını) sağlayacak önlemler alındığında, Anayasa Mahkemesi’nin keyfi bir biçimde, anayasaya ve yasalara aykırı olarak siyasal partileri kapatamayacağı açıktır.

Yargının bağımsız (ve tarafsız) olduğu bir düzende, siyasal partilerin kapatılmasını neredeyse olanaksız duruma getirmek bir çelişkidir.
***
Taslak metinde, belki de HDP düşünülerek “şiddete başvurma ya da şiddet kullanmayı teşvik etme” durumu dışarıda tutulmak üzere, siyasal partilerin kapatılmasının Anayasa Mahkemesi’nce karara bağlanması, TBMM tam üye sayısının beşte üç onayıyla olanaklı duruma getirilmektedir.

Oysa TBMM bir yargı organı değildir. Demokratik bir ülkede, bir siyasal partinin kapatılıp kapatılmayacağına bir yasama organı değil, bir yargı organı karar verebilir. Bu durum Yasama, Yürütme, Yargı arasındaki güçler ayrılığı ilkesine aykırıdır ve Yasama organının, Yargıya müdahalesi anlamına gelmektedir. (AS: Söz konusu anayasa değişikliği taslağı, siyasal partilerin kapatılması yetkisini Anaysa Mahkemesi’nden alıp TBMM’ye vermiyor.. Siyasal partiler hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davası açabilmesi, TBMM’nin iznine bağlanıyor..)

Ayrıca taslakta, siyasal partilerin anayasaya aykırı söz konusu eylemlerinin “yoğun, sürekli ve demokratik düzene ciddi tehlike oluşturacak bir şekilde gerçekleşmesi” gibi göreli ve muğlak bir koşul eklenmiştir.

Bu eylemlerin “yoğun” ve “sürekli” olduğu ve demokratik düzene “ciddi” bir tehlike oluşturduğu hangi ölçüte göre belirlenecektir?

Bunun da ötesinde taslakta, kapatılan partilerin kurucularına ve yöneticilerine beş yıl boyunca başka bir siyasal partide kuruculuk ve yöneticilik yasağı kaldırılmıştır. Partisi kapatılan siyasal parti kurucusu ve yöneticisi, başka bir adla parti kurarak demokratik anayasal düzeni yıkmak için mücadele etmeye devam edebilecektir.

 “Altılı masa” bu taslakla en çok AKP’yi rahatlatmıştır!

SUPHİ GÜRSOYTRAK ANISINA

Suay Karaman 

Değerli Dostlar,

27 Mayıs 1960 İhtilali’nin kurmaylarından ve Atatürkçü Düşünce Derneği’nin genel başkanlarından Suphi Gürsoytrak’ı (24 Ocak 1925 – 30 Eylül 2011), ölümünün 11. yılında anmak için toplandık; hepiniz hoş geldiniz. Suphi Gürsoytrak adı anılınca aklımıza ilk gelen 27 Mayıs 1960 İhtilali’dir. Özellikle 1957 yılından sonra Demokrat Parti iktidarının, anayasa dışı tutum ve davranışlarına karşı bir oluşumun içinde yer almış, ülkenin Atatürk ilke ve devrimleri yolunda ilerlemesine hizmet edecek çalışmalarda bulunarak, 27 Mayıs İhtilali’ne katılmış ve ülke yönetimini üstlenen Milli Birlik Komitesi‘nde görev almıştır. 25 Ekim 1961’de iktidarın seçimle iş başına gelen sivil otoriteye devredilmesiyle Cumhuriyet Senatosu Tabii Üyeliği görevine başlamış, Parlamentoda verimli ve değerli çalışmalarda bulunmuştur. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra senatörlük görevi sona ermiştir. Bundan sonra siyasetle ilgilenmemiş, demokratik kitle örgütlerinde görev almıştır. 

İlk olarak 27 Mayıs 1960 öncesine ve sonrasına bakmakta yarar var:

27 Mayıs 1960 ihtilali, seçimle gelen bir sivil iktidarın, demokrasi dışı tutum ve davranışlarıyla diktatörlüğe giden yönetimine karşı (AS: haklı ve meşru) bir tepki olarak gerçekleştirilmiştir. 27 Mayıs 1960 sabahı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Atatürk devrimlerine sahip çıkmak ve demokrasiyi korumak için aşağıdan yukarıya doğru giriştiği bu hareketi, tartışmasız bir “ihtilal” olarak tanımlamak gerekir. Koşullar tamam olduğu zaman ihtilal kaçınılmaz olur. Her ihtilalin, onu yapanlar kadar onun koşullarını hazırlayanların da eseri olduğunu unutmamak gerekir. Askeri harekâtlar ve ihtilaller, topluma olumlu getirileri ya da olumsuz götürüleriyle önem kazanır. Devrim ya da darbe oldukları da ancak bu biçimde belirlenir. 

Demokrat Parti iktidarında Atatürk Devrimleri, ‘tutan devrimler’ ve ‘tutmayan devrimler’ olmak üzere ikiye ayrılmış ve tartışma konusu yapılmıştı. Türkçe okunan ezan Arapça’ya çevrilmiş, irticaya ödünler verilmiş, özgürlükler kısıtlanmıştı. TBMM’nin onayı olmadan emperyalist ABD’nin çıkarı için Kore’ye asker yollanmıştı. 6-7 Eylül 1955 olaylarındaki tahriklerin baş sorumlusu DP iktidarıydı. İsmet İnönü’yü öldürmek için Kayseri, Uşak ve Topkapı’da suikastlar düzenlenmişti. Muhalefeti cezalandırmak için 18 Nisan 1960’ta Meclis Tahkikat Komisyonu kurulmuş, bu Komisyonun yetkilerinin genişletilmesinden sonra, Ankara ve İstanbul’da olaylar çıkmış, ölen ve yaralananlar olmuştu.

Ulusal bütünlüğümüz parçalanmış, yönetim partizanlaştırılmıştı. Basın ağır sansür altında tutulmuş, gazeteciler hapse mahkûm edilmişti. Enflasyon, pahalılık, dış borçlar, karaborsa giderek artmış, nüfuz ticareti, vurgun, rüşvet, keyfi yönetim ve baskı bu dönemin ana karakteri olmuştu. Vatan Cephesi kurarak, halkı birbirine düşürenlere,

  • “odunu aday göstersem milletvekili seçtiririm” ve
  • “siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz”

diyenlere bugün “demokrasi yıldızı” denmektedir. Günümüzde ise aynılarını yapanlar buna ‘ileri demokrasi’ adını vermektedirler. 

27 Mayıs 1960 Devrimi’nin topluma kazandırdığı en büyük yapıt olan 1961 Anayasası ile laik devlet yapısına sosyal devlet ve hukuk devleti kavramları girmiştir. Bu çağdaş anayasa ile ülkemizde ilk kez Anayasa Mahkemesi kurulmuş, yasaların anayasaya uygunluğu (ve  TBMM İçtüzüğünün) denetlenerek, anayasa ihlalleri yapılmasının önüne geçilmiştir. Cumhuriyet Senatosu kurularak, çift meclis ile yasama yetkisi daha demokratik duruma getirilmiştir. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Milli Güvenlik Kurulu, Yüksek Öğrenim ve Kredi Yurtlar Kurumu, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK), Devlet Personel Dairesi, Türk Standartları Enstitüsü (TSİ), Milli Prodüktivite Merkezi (MPM), İhracatı Geliştirme Merkezi, Basın İlan Kurumu, Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) gibi kurulan yeni kurumlar, amaçları doğrultusunda verimli çalışmalarıyla toplumsal düzenlemelere önemli katkılarda bulunmuştur.

1961 Anayasası’yla bağımsız yargı ve yargıç güvencesini sağlayacak Yüksek Hakimler Kurulu, Yüksek Seçim Kurulu gibi kurumlar oluşturulmuş, grev ve toplu sözleşme hakkı kurumlaştırılmış, üniversiteye ve TRT’ye özerklik sağlanmıştır. Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Yasası, Basın – Fikir İşçileri Yasası, İlköğretim ve Eğitim Yasası, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası, Gelir Vergisi Yasası gibi yeni düzenlemeler yapılmıştır. 

27 Mayıs 1960 Devrimi, gerek toplumsal dayanakları, gerekse yaratılan çağdaş ve devrimci anayasası ile baskıcı 12 Mart 1971 muhtırası ve devrim karşıtı 12 Eylül 1980 darbesi ile karşılaştırılamaz. 27 Mayıs’ı anlamak için;

– Anadolu’da başarılan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, 
– Atatürk ilke ve devrimlerini,
– tam bağımsızlığı,
– emperyalizm karşıtlığını ve
– yurtseverliği özümsemek gerekir.

Bu özümsemeden payını alamamış olanlar, 27 Mayıs 1960 Devrimi’ni darbe sayarlar ve yıllardır yaşadığımız sivil darbeyi görmek istemezler. 

27 Mayıs 1960 Devrimi’nin tek olumsuz yanı; üç kişinin idam cezalarının onaylanmasıdır. İdamların yapılmaması için çırpınanların emekleri boşa çıkartılmış ve çeşitli baskılarla idamlar gerçekleştirilmiştir. İdam cezası insanlığa yakışmaz, insanlık onuruyla bağdaşmaz. 

Şimdi 12 Eylül 1980 darbesinden sonra demokratik kitle örgütünde görev alan Suphi Gürsoytak’a gelelim. 19 Mayıs 1989’da Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD) kurucusu olan Gürsoytrak, 1994-1998 yılları arasında da Atatürkçü Düşünce Derneği’nin 6. Genel başkanı olarak görev yapmıştır. Suphi Gürsoytrak zamanında, Dernek kısa sürede büyük atılımlarda bulunmuştur. Bu atılımları şöyle sıralayabiliriz: 

ADD şube sayısı 49’dan, 322’ye yükselmiştir, yurt dışında 26 şube açılmıştır, ADD üye sayısı yaklaşık 5 binden, 55 bine yükselmiştir. Derneğin yayın organında, yaklaşan emperyalist tehlikelere dikkat çeken yazılar yazılmış, dergiler Anadolu’ya dağıtılmıştır; tümü gönüllülerce karşılanacak biçimde 500 öğrenciye harçlık verilmiş, yaklaşık 200 öğrenci ise ADD’nin o dönemde kamuoyunda yarattığı saygınlığının sonucu, özel dershanelere ücretsiz yerleştirilmiştir ve halen hizmet veren ADD Genel Merkez binası, gönüllülerin de katkıları ile dernek adına satın alınmıştır. 

Kemalist dik duruşuyla dikkat çeken Suphi Gürsoytrak’a karşı hain saldırılar düzenlenmiştir. ADD Genel Merkezi’ni bombalamak amacıyla, ,

27 Şubat 1995’te ADD Genel Merkezi tuvaletinde
bomba düzeneğini hazırlayan bir kişinin elindeki bomba patlamış,
kişi parçalanmıştır. Parçalanan cesedin parçaları,
ADD’nin simge adlarından eski genel sekreter
merhum Seher Yıldırım tarafından temizlenmiştir.

Ankara’nın gecekondu semtlerine gidilerek, toplumu aydınlatma görevi yerine getirilmiştir. Bu çalışmalar sonucunda ADD’ye gelerek kendi mahallelerine konuşmacı gönderilmesini isteyen her kesimden yurttaşlarımız olmuştur. Ankara Valiliğinden alınan izin doğrultusunda Ankara’da bulunan her düzeydeki okullara konuşmacılar gönderilmiştir. 

Bir ayda, on bin başvuruyla üye kaydının yapıldığı günler yaşanılmıştır, bu üyelere uzmanlık alanları ve isteklerine göre ADD amaçları doğrultusunda görevler verilmiş ve yararlı sonuçlar alınmıştır. Ülkemizin birlik ve bütünlüğünden yana olan kuruluşlarla, iş ve güç birliği çalışmaları başlatılmıştır. 

ADD amaçları doğrultusunda hizmet üretmek, ADD’ye ekonomik destek sağlamak amacıyla ATA Vakfı kurulmuştur. Daha sonra ATA Vakfına, Gölbaşı’nda değerli bir arazinin verilmesi sağlanmıştır. Ancak bu araziye sahip çıkılmadığı için, arsa Hazine tarafından geri alınmıştır. 

Bütün bunlar yapılırken Atatürkçü kuruluşların ulusal güç birliği oluşturma girişimlerinin başlatıldığı aşamada, Genel Başkan Suphi Gürsoytrak’a karşı, yönetim içinden muhalefet hareketi de başlatılmıştır. Bu muhalefet girişimi sonrasında, kendi listesinden genel yönetim kurulu üyeliğine gelen arkadaşları, Suphi Gürsoytrak’a güvensizlik oyu vererek Genel Başkanlıktan düşürülmesine yol açmıştır. 18-19 Mayıs 1996’da yapılan 4. Olağan Genel Kurul sonunda; Suphi Gürsoytrak’ın listesi kazanmış ve Gürsoytrak yeniden genel başkanlığa seçilmiştir. 

Ancak içten içe yapılan saldırılar sürmüş ve yönetime seçilen kimi üyelerin muhalefete katılmaları ile 24 Kasım 1997’de yapılan Genel Yönetim Kurulu toplantısında, Gürsoytrak’a güvensizlik önergesi verilmiştir. 8 Şubat 1998’de yapılan olağanüstü genel kurulda Suphi Gürsoytrak’ın listesindeki adayların çoğu yönetime seçilmiştir. Haziran 1998’de yapılan olağan genel kurulda Gürsoytrak, bu kez yönetime seçilememiştir. 

ADD Dergisinin Şubat 1998 sayısında dernek içinde; “çağdaş mandacı” örgütlerden söz edilmiş olması, ADD’nin kuşatma altına alındığının bir anlamda habercisi olmuştur. Bu kuşatma daha sonra da zaman zaman görülmüştür. Suphi Gürsoytrak döneminde görüldüğü gibi Atatürkçü Düşünce Derneği, karşılık beklemeden çalışan ve yurtsever yönetimlerin elinde olduğu sürece, büyük atılımlar yapacak ve ülke politikasına yön verecektir. 

Tüm yaşamını ülkesi ve toplumu için yararlı işler yapmak için geçiren 27 Mayıs devrimcisi ve ADD eski genel başkanı Suphi Gürsoytrak’ı saygı ve özlemle anıyoruz. Huzur içinde uyusun.

Sözlerime son verirken hepinize teşekkür ederim. 

Azim ve Karar, 3 Ekim 2022
(*) ADD Çankaya Şubesi’nin 30 Eylül 2022’de düzenlediği
“Suphi Gürsoytrak ve ADD” etkinliği konuşması.

Anayasa Mahkemesi kararı ve basın özgürlüğü

OLAYLARIN ARDINDAKİ GERÇEK

12 Ağustos 2022 Cumhuriyet

Anayasa Mahkemesi, Basın İlan Kurumu’nun (BİK) gazetelere verdiği ilan kesme cezalarıyla ilgili çok önemli bir karar verdi.

Anayasa Mahkemesi’nin kararında BİK’in başta Cumhuriyet gazetesi olmak üzere, Sözcü, BirGün ve Evrensel gazetelerine verdiği ilan kesme cezalarının “hukuka aykırı olduğu” belirtiliyor, siyasal iktidarın “sansür” aracına dönüştürdüğü bu ilan kesme cezaları “basın özgürlüğünün ihlali” olarak değerlendiriliyor. 

Bu karar dün gazetemizde ayrıntılarıyla verilmiştir. 

Anayasa Mahkemesi kararında “BİK’in ilan kesme kararlarında takdir yetkisini aştığını, bu kararların ifade ve basın özgürlüklerine yönelik geniş ve keyfi bir müdahale olduğu da” belirtilmiştir. 

En fazla ceza Cumhuriyet gazetesine verilmişti. (13 haber ve yazı için) Cumhuriyet gazetesi bu hukukdışı cezalar için çok ciddi bir hukuk mücadelesi vermiştir. Bu karar “basın özgürlüğü” adına çok önemli bir gelişmedir. Anayasa Mahkemesi bu kararıyla AKP siyasal iktidarına tarihi bir uyarı yapmıştır.

BİK’İN GÖREVİ

Resmi ilanların adaletli dağıtımını sağlamak için kurulmuş olan BİK, ne yazık ki AKP siyasal iktidarının elinde, muhalefet yapan basın organlarına karşı bir baskı aracına dönüştürülmüştür.

Bu cezalarla hukuka aykırı olarak özellikle ve en başta gazetemiz Cumhuriyet hedef alınıyordu. Ekonomik açıdan bir baskı aracına dönüştürülen bu uygulamaya ve cezalara karşı Cumhuriyet okuyucusu isyan etmiş ve dünyada nadir görülür bir biçimde haftalarca süren bir dayanışma kampanyası yürütmüştür.

ŞAKŞAKÇILAR VE ‘KİFAYETSİZ MUHTERİSLER’

Tarih boyunca siyasi iktidarları en çok onun bilinçsiz şakşakçıları, onun “liyakatsiz” bürokratları zor duruma sokmuşlardır. 

Siyasal iktidarların etrafında toplanan “kifayetsiz muhterisler” (yetersiz hırs sahipleri) tarih boyunca siyasal iktidarlara zarar vermişlerdir.

Eleştirel basına, Cumhuriyet, Sözcü, BirGün ve Evrensel gazetelerine hukuka aykırı cezalar veren AKP zihniyetine bağlı BİK’teki bu bürokratlar işte bu “kifayetsiz muhterisler” tanımına giriyor.

Bir de BİK’i kendi kişisel hırsları için kullanan üst bürokratlar var. Bunlar da Anayasa Mahkemesi’nin kararından ders almalıdırlar. 

Kuşkusuz İletişim Başkanlığı ve onu yöneten üst düzey bürokratlar, en başta Başkan Sayın Fahrettin Altun, Anayasa Mahkemesi’nin bu kararını dikkatle okumalıdırlar, ibret almalı ve ders çıkarmalıdırlar.

Bu noktada şunu belirtmeliyiz: Bu tip “kifayetsiz muhterisler” yardım edeceğini sanarak aslında AKP iktidarına zarar veriyorlar.

Hukuk herkese lazımdır. Anayasa Mahkemesi “basın özgürlüğü”ne sahip çıkmıştır ve bu karar, siyasal tarihimizde önemli bir karar olarak onurlu yerini alacaktır.

CHP ve koalisyon gerçekleri 

Galatasaray Üniversitesi

20 Mayıs 2022 Cumhuriyet

Siyasi tarihimizin ilk koalisyon hükümetleri 1961 demokrasisinin erken döneminde kurulmuştur. İnönü, 1965’e kadar kurduğu üç koalisyonla yeni demokrasiyi badirelerden kurtarmış, rejimin ayakta kalmasını ve anayasanın gerektirdiği yeni kurumların –Anayasa Mahkemesi, Özerk TRT, Devlet Planlama Teşkilatı– oluşturulmasını sağlamıştı. Ama değeri hiçbir zaman bilinmedi.

Ecevit’in 1999’da yaptığı koalisyon, merkez solun kurduğu son hükümeti olacaktı. Ecevit 24 Nisan 1994 kararlarıyla ötelenen ekonomik krizi patlamak üzere iken devraldı. Kemal Derviş’i ekonominin başına bir “mesih” gibi atadı. Uygulanan acı reçete 2002’de merkez solun 1/3’den 1/5’e düşmesinin nedeni oldu. İslamcılık, oyların 1/3’ü ile tek başına iktidara geldi. Yirmi yıldır iktidarda bulunan AKP’nin iktidara gelişini sağlayan, Ecevit hükümetinin ekonomik kriz ile sona ermesiydi.

HALK KİME OY VERİR?

Halkımız 2001 krizinde DSP’yi %20’den %1’e indirmişti. Ekonomik göstergeler Cumhuriyet tarihinin en derin krizini yaşadığımızı göstermesine rağmen ekonomiyi dibe vurduran AKP hâlâ birinci, iktidara talip olan CHP 2. partidir. Asıl hareketlenme sağdadır. Babacan, Davutoğlu ve İYİ Partinin ortaya çıkışı AKP tabanındaki zayıflamanın asıl nedenidir. Saadet Partisi ise Milli Görüş’ün asr-ı saadet fraksiyonudur. İktidarın asıl hasımları, kendi kitlesine hitap eden sağ partilerdir.

Sonuçta CHP, tamamı sağ partilerden oluşan müttefiklerine dayanarak iktidarı devirmeyi planlıyor. Bu ne denli gerçekçi bir beklentidir? Düşünmek gerekir. İttifak masasındaki öbür partiler ideolojik pozisyonlarını tavizsiz bir tavırla devam ettirirken (AS: konumlarını ödünsüz bir tutumla sürdürürken) CHP tüm demokrasi tarihinin tek kusurlu partisiymiş gibi sürekli özeleştiri veriyor. Bu yadırganacak bir durumdur.

Muhalefet cephesinde 2 sorun görünüyor: İlki, cumhurbaşkanlığı seçimidir. Parlamenter sisteme geçeceğiz, ülkeyi başbakan yönetecek düşüncesi ile öne sürülecek karizmasız bir aday seçimi kazanamaz. Halkımız, Erdoğan’ın yetkilerini kullanarak sorunlarını çözecek bir adaya oy verecektir. İktidarsızlığa değil.

YENİ İKTİDARDAN BEKLENENLER

İkinci nokta, AKP karşıtı cephe Mecliste göreli bir çoğunluk yakalayacaktır; ama bu fraksiyonları olan zayıf bir çoğunluk olacaktır. Bu koşullarda muhalefetin adayı seçimi kazansa bile, devletleşmiş bir devri sabık yapısı bulacaktır karşısında. Sağ kanat, Erdoğan’ın kurduğu iktidar bileşenleri ile çatışmak yerine muhtemelen uzlaşacaktır.

1950’den 2002’ye kadar, hep sermaye partileri iktidarda olmalarına rağmen (karşın) idarenin içinde Cumhuriyetin kurucu değerlerine sahip bir kadro daima (sürekli) varlığını korumuştu. Günümüz Türkiyesinde artık bundan söz edilemez.

Böylesi bir yapının, başarılı bir ekonomik kurtuluş reçetesi uygulayabileceği kuşkuludur. 74, 78 ve 90’larda CHP, SHP ve DSP’nin kurduğu koalisyonların performansı (başarımı) buna karinedir. Tek umutlu olabileceğimiz şey, Türkiye’nin üzerine karabasan gibi çöken otoriter rejimin ortadan kalkmasıdır. Yeni iktidardan bazı (kimi) iyileştirmeler beklenebilir. Ama bunun sınırını – maalesef- CHP dışındaki partiler belirleyeceklerdir.

DÜZEN KARŞITI ÇÖZÜM

Merkez sol, hiçbir zaman iktidar olmamış, iktidarı ancak paylaşabilmiştir. Her defasında (kezinde) karşısında tutucu güçler koalisyonunu bulmuş, iktidardan düşmüştür.

  • Bu nedenle Sol, Türk Devrimi’nin kazanımları doğrultusunda laik ve kamucu çizgide sağlam durmak zorundadır.

Kendi kadrolarıyla üretim ve paylaşım ilişkilerini değiştirecek kararlılıkla tek başına iktidara gelmedikçe başarılı olması mümkün (olanaklı) değildir. Bu da %30’larda dolaşan bir oy desteği ile olamaz. Bu oy oranı, tutucu güçlerle ittifaka yarar.

  • CHP sosyo ekonomik yapıyı değiştirme gündemi ile halkın karşısına çıkmak zorundadır.

Parti genel başkanının “Artık sağ sol ayrımı kalmadı” ifadesi büyük bir yanılgıdır.

Solun asimile edildiği anlamına gelir. Oysa düzeni değiştirecek gerçek alternatif (seçenek) soldur.

Diyanet ‘AK’ademisi 

MUSTAFA GAZALCI
16. ve 22. DÖNEM DENİZLİ MV., EĞİTİMCİ

26 Mart 2022 Cumhuriyet

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Ukrayna Rusya savaşı, halkın geçim sıkıntısı, bir türlü sona ermeyen Covid-19 salgını sürerken, Diyanet “AK”ademisi önerisi 16 Mart 2022’de yasalaşıverdi.

Öneriye Meclis Genel Kurulu görüşmelerinde cılız bir iki eleştiri dışında nedense karşı çıkılmadı. Hemen her partiden milletvekilinin katkısıyla düzenleme 277 kabul, 10 çekimser oyla yasalaştı. Birçok milletvekili ne hikmetse oylamaya katılmayıp oyunun rengini belli etmemeyi yeğledi.

Hangi derde çare olacağı anlaşılamayan, gürültüsüz biçimde yasalaşan akademi YÖK’e, bir üniversiteye, Milli Eğitim Bakanlığı’na değil, doğrudan Diyanet İşleri Başkanlığı’na (DİB) bağlı olacak. Din adamı yetiştirecek, yeni dinsel merkezler açacak, toplantılar, kurslar düzenleyecek, kadrolar, diplomalar dağıtacak.

BÜYÜDÜKÇE BÜYÜYEN DİYANET

Yedi bakanlığın bütçesinden daha büyük bütçesi, sözleşmelilerle birlikte yaklaşık 150 bin personeliyle DİB, kurulacak bu akademiyle daha da büyüyecek.

Başkanlık içinde zaten var olan Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü, akademi için sayılan bu işleri yapıyordu. Yeterli olmamış ki şimdi akademi açılıyor. Bu, daha önce açılan Polis Akademisi’nden, Adalet Akademisi’nden farklı. Onlar kendi elamanlarını yetiştirir, hizmetiçi eğitim verirken Diyanet “AK”ademisi her yaştan insana eğitim verecek.

Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ve nice aydın yıllar önce Milli Eğitim Bakanlığı’nın giderek Diyanet İşleri Bakanlığı’na dönüşeceğini birçok kez yazıp söylediler. Bu öngörü çoktan gerçekleşti.

  • Günümüz Milli Eğitim Bakanlığı’nda her türlü tarikat, cemaat rahatça at koşturuyor.

Şimdi Diyanet Akademisi’nin yasalaşmasından sonra durum daha da içinden çıkılmaz bir duruma geldi. Ortaklık, işbirliği kesmedi, biz de eğitim yapacağız dediler. Yapıyorlar, belli ki yapacaklar.

ÇATALLI EĞİTİM

  • Böylelikle Cumhuriyet öncesindeki iki kanallı (dinsel-bilimsel) eğitime döndük.

Osmanlı’daki medrese-okul ikilemi bugün Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı’yla sürüyor.

“Diyanet’in 2021 etkinlik raporuna göre MEB’e bağlı okulöncesi eğitim kurumlarına gitmesi gereken 4-6 yaş arasındaki çocuklardan 782,694’ü, 2015-2021 yılları arasında Diyanet’in Kuran kurslarına katıldı.”(1)

Önceden çocuklar 5. sınıftan sonra Kuran kurslarına giderken 2011’de bu sınır sıfırlandı. O zaman da partiler oy kaygısıyla sesini çıkarmadı, uyarılara karşın konuyu Anayasa Mahkemesi’ne götürmedi. Diyanet boşluğu hemen doldurdu,

  • milyonlarca çocuk küçücük yaşlarda Kuran kursuna, dinsel kurslara gitmeye başladı.

Yeni yasalaşan Diyanet Akedemisi de il ve ilçelerde Kuran kurslarının yanında “dini merkezler” de açacak. O merkezlerde bu kurslardan ayrı nasıl bir etkinlik yapılacağı tam belli değil.

ÖĞRETİM BİRLİĞİNDEN VAZGEÇİLEMEZ

  • Cumhuriyetin laik ve bilimsel eğitiminin temeli olan Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) Yasası (sözde) bugün de geçerlidir. Anayasanın 174. maddesiyle güvence altındadır.

Bu devrim yasası bütün eğitim kurumlarının programlarının bilimsel olmasını ve MEB’e bağlanmasını öngörür.

AKP 20 yıldır yasalarda, yönetmeliklerde değişiklikler, yeni düzenlemeler yaparak Cumhuriyetin Öğretim Birliğine dayanan laik, bilimsel eğitim anlayışını adım adım dinselleştirdi. Diyanet Akademisi de bunun en büyük adımlarından biridir.

Çanakkale için yayımladığı hutbede Atatürk adını anmayan Diyanet’in kendisine bağlı akademide eğitimi kimlerle, nasıl yapacağı belli (değil)dir. Diyanet’in açacağı kurumun  “AK”ademi olacağına kuşku yok!

  • Cumhuriyeti kuranların en başta kabul ettikleri Öğretim Birliği içinde laik, karma ve bilimsel eğitimden vazgeçilemez.

1) Sefa Uyar, Okul yerine Kuran kursu, Cumhuriyet, 09.03.2022
========================================
Dostlar,

Bu yasanın Anayasa Mahkemesine iptal istemiyle taşınması gerekiyor (m.150).
Apaçık Anayasa md. 2, 24, 42, 130, 174 ve hatta Diyanet İşleri Başkanlığını düzenleyen 136. maddeye aykırı. Anayasanın anılan 150 maddesi şöyle :

  • Kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi
    İçtüzüğünün veya bunların belirli madde ve hükümlerinin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açabilme hakkı, Cumhurbaşkanına, Türkiye Büyük Millet Meclisinde en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubuna ve üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyelere aittir.

CHP’nin 135 vekili var. 22’si bu yasa önerisine (teklifine) “evet” oyu vermiş Kemal Anadol’a göre.


135 – 22 = 113 vekil yetmiyor. Ama başka partilerden ekleme ile 120 vekil imzası sağlanabilir.

Ayrıca, bu 120 vekil ile sınırlanmadan, “Türkiye Büyük Millet Meclisinde en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubuda yetkili olup, CHP’nin TBMM grubu da AYM’de iptal davası açabilir, açmalıdır. AYM’nin ne yönde karar vereceğini hep birlikte görmeliyiz.

AKP = RTE iktidarı giderayak dini siyasete alet etmede pervasız davranmaya başlamıştır.

Bu tabloya kayıtsız kalınamaz. Eğer gerçekten AKP’li vekiller “kendiliklerinden” (!!??) bu yasa önerisini Anayasa md. 88 uyarınca kendileri, Saray’dan bağımsız verdiler ise, Saray = RTE veto etmelidir.  (Ne çok hayalciyiz değil mi!!??) Erdoğan veto ederse (Anayasa m.89/2), TBMM’de salt çoğunluk (301 vekil) aranacaktır yeniden kabul için. Bu aşamada AKP + MHP bloku için kolay olmayabilir en az 301 oy sağlamak. Zaten Sarayın vetosu belirleyici olur ve öneri (teklif) kadükleşir..

Ne var ki, Saray’dan “icazetsiz” AKP’li vekillerin böylesi bir yasa önerisi (teklifi) sunamayacakları da 2X2=4 kadar kesin! İşte tek adam rejimi.. İşte tutsak alınan TBMM = Ulus egemenliği!

AKP’li vekilleri de bu gözü kara gidiş karşısında bir kez daha sağduyuya çağırıyoruz!!??
(düş kurmacayı sürdürüyoruz!!)

Türkiye kamuoyu, en yüksek sesle karşı çıkışını sergilemek zorundadır.

Sevgi ve saygı ile. 27 Mart 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik