Etiket arşivi: AKP = Erdoğan

Erinç YELDAN : NE YAPMALI??

NE YAPMALI??

Erinç YELDAN
Cumhuriyet
, 27.6.18

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)

Seçim sonrası… Türkiye ekonomisi yaklaşık altı çeyrek dönemdir pompalanan büyüme yorgunu; makroekonomik dengeler yerinden oynamış; durgunluk ve daralma gereği artık ciddi bir tehdit oluşturmakta. 2018’in ikinci yarısında ulusal ekonominin makroekonomik istikrara kavuşturulması ve dengelerinin yeniden tesis edilmesi için neler yapılmalı? IMF ile ya da IMF’siz…Önce tahribatın boyutlarını özetle anımsayalım: 

Ekonomik büyümede son veri %7.4; ulusal ekonominin potansiyel büyüme olanaklarının çok üstünde gerçekleşmiş konumda. Hemen hemen tümüyle iç talebe dayalı olan bu sürecin ana maliyeti enflasyon, artan risk payı ve döviz kurunun pahalılaşması. Türkiye’nin enflasyon oranı karşılaştırılabilir kalkınmakta olan ülkeler arasında en yüksek düzeyde: tüketici fiyatlarında % 12.2; üretici fiyatlarında ise %20.2. Üretici fiyatlarındaki yüksek enflasyon nedeniyle, maliyet enflasyonuna dayalı fiyat baskısının yakın dönemde tüm ekonomiye yayılarak, enflasyonist beklentileri de kötüleştireceği kaygısı yaygın. 

Tahvil faizleri (gösterge niteliğinde) %20.2 düzeyinde. Enflasyon düzeyi ile karşılaştırıldığında (özellikle üreticiler açısından) reel anlamda Türkiye’nin faiz düzeyinin aslında son derece düşük olduğu anlaşılıyor. Nitekim özellikle konuta yatırım talebine dayalı spekülatif büyüme açısından bu gözlem son derece önemli. 
Türkiye’nin dış açığı (cari işlemler açığı) 2018’in ilk beş ayında 22 milyar doları buldu. 12 aylık ölçekte 57 milyara ulaşıyor. Bu rakam ulusal gelirimize oran olarak %6.5’e yükselmiş durumda ve Merkez Bankası rezervleri ile karşılaştırıldığında ulusal ekonomide ciddi bir dış kırılganlık göstergesi olarak anılmakta. 
Cari işlemler açığının finansman biçimi dış borçlanma olarak sürdürülmekte. Türkiye’nin dış borç stoku 2017 sonunda 453 milyar dolara ulaştı. 2003 başında toplam dış borcumuz 129 milyar $ idi. Dolayısıyla Türkiye son 15 yıl içinde dış borçlarını dolar olarak 3,5 kat büyüttü. Bu artışın neredeyse tümü ise özel sektör ağırlıklı oldu. Özellikle finans dışı özel şirketler kesimi son on yılda dış borçlarını ulusal gelire oran olarak %30 artırdı. Buna ek olarak, merkezi yönetim dış borç stoku 89 milyar $; iç borç stoku ise 556 milyar TL’ye ulaştı. Kamu artı özel sektör borcu bir arada düşünüldüğünde, Türkiye kalkınmakta olan ülkeler arasında ulusal gelirine  oranla borçlarını en hızlı artıran ülke olarak göze çarpıyor.

Dış borçlanmaya ve ithalata dayalı üretim, yurt içinde güçlü katma değer yaratmıyor. Bunun sonucu olarak işsizlik oranı yapısal biçimde %10-12 platosuna sabitlenmiş gözüküyor. Genç işsizlik oranı ise yüzde 20’yi aşmış durumda. 
Dolayısıyla, Türkiye ekonomisinde istikrarsızlık ve kırılganlık göstergelerinin büyük çoğunluğu kamu sektöründen değil, özel sektörün ithalat bağımlılığına dayalı aşırı dış borç talebiyle ilintili gözüküyor.
***
Bu koşullar altında gerek IMF’nin, gerekse ana akım iktisat kuramlarının kemer sıkmaya dayalı, kamu sektörünü daraltıcı ve yurt içinde emek gelirlerinin baskılanmasına yönelik geleneksel istikrar reçetelerinin geçersiz, hatta ulusal ekonomideki durgunluğu daha da derinleştirici boyutlar taşıyacağını görmemiz gerekiyor. Türkiye, aynı Arjantin ve 1997’de krize sürüklenen Asya ülkeleri gibi, özel sektörün kuralsızlaştırılmış aşırı borçlanmaya dayalı birikim ve tüketim kararları sonucunda makroekonomik dengelerini yitirmiş gözüküyor. 
IMF’nin Vaşington’daki seminer odalarında kurgulanan hayali kapitalizm modellerinin büyüsüne kapılmadan, Türkiye’nin özgün koşullarına dayanan makro istikrar reçetelerini cesaretle kurgulamak gerekiyor, gerektiğinde aykırı düşünmekten korkmayarak. Unutmayalım ki; 2001 krizi IMF programının yanlış ya da eksik uygulanmasından değil, bizzat harfiyen uygulanmasını

n sonucuydu. Önümüzdeki günlerde ana akımın büyülerine ve dogmalarına kapılmayan iktisatçılara çok iş düşecek.
===================================
Dostlar,

Yurtsever ve yetkin ekonomi bilimcisi Sn. Prof. Dr. Erinç Yeldan‘dan 4/4’lük bir irdeleme paylaştık.

Küresel sermaye ile göbek bağı kuran Türkiye sermayesinin hovarda ve doymayan açgözlülüğü ile ülkeyi ne denli borçlandırdığını görüyoruz. Elbette AKP iktidarı süreci izlemeliydi dikkatle ve sınırlamalar koymalıydı.. Ancak küresel sermaye de-regülasyon denen kuralsızlaştırmayı tam da bunun için dayatıyor olmalı.

AKP – MHP iktidarının orta – alt toplum kesimlerini daha da yoksullaştırıp toplum dışına savuracak yanlışlar yapmamalarını dileriz.. En azından Mart 2019 yerel seçimlerini unutmadan.

Üstelik bu kez, IMF ve türevlerinin doğrudan – dolaylı güdümüne de girmeden!
Öyle değil mi ki; sıklıkla IMF’ye 23,5 milyar $ borcu kendilerinin kapattığını, hatta borç isteyen (!) IMF’ye 5 milyar dolara yakın destek verdiklerini (!) açıklayan AKP = Erdoğan tam yetkili!

Sitemizde daha önce yer verdiğimiz Finansal göstergeler alarm veriyor başlıklı yazının da okunmasını öneririz.

Varlık / servet vergisi dahil lütfen dikkate alınız ve ülkemizde yoksullaşTIRmayı, işsşizliği, gelir dağılımındaki – vergi adaletindeki uçurumları asla daha çok derinleştirmeyin...

Bu yönde teknik politikalar (policies) olanaklıdır ve siyasal tercihe dayalıdır!
Sevgili halkımızın da bu yalın gerçeği bilmesinde çooook büyük yarar vardır; çünkü bunlar ne kaderdir, ne kısmet, ne Reis’e dış dayatmadır, ne de fıtrat gereği!

  • Doğrudan doğruya, iktidarları eline geçiren sermayenin bilinçli – istendik politikaları gereğidir!

Necip milletimiz bu yalın gerçeği kavradığında, sorunun yarısından çoğunu çözmüş olacak..

Sevgi ve saygı ile. 28 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Bakan Veysel Eroğlu : Gördes Barajı’nda 2017 yılında suyu tuttum…

İzmir, parasını ödüyor suyunu alamıyor

Baraj, tabanındaki delik nedeniyle kapasitesinin 9’da 1’i kadar su tutabiliyor.
İzmir, parasını ödemesine karşın su alamıyor. (Cumhuriyet, 01 Haziran 2018)
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

[Haber görseli]

448 milyon m3 kapasiteli Gördes Barajı, tabanındaki delik nedeniyle 45 milyon m3’ten fazla su tutamıyor. DSİ’nin 2009’da tamamlanan barajdaki deliğin 2016’da kapandığı yönündeki söylemlerine karşın, İzmir’e tek damla su verilemedi. Gördes’ten İzmir’e gelmesi planlanan su için 2010 yılından bu yana düzenli ödeme yaptıklarını belirten İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, “Öyleyse sen de bana suyu ver. Ama veremiyorlar. Çünkü ortada delik var!” dedi.

Arap kızı bakıyor

Bir grup gazeteciyle bir araya gelen Kocaoğlu, Gördes’ten İzmir’e suyu taşımak için DSİ’nin yaptırdığı 115 kilometrelik isale hattının da “eksik ve hatalarla” teslim alındığını ileri sürdü. Barajdaki soruna karşın Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun yerel yönetimi suçlamaya çalıştığını kaydeden Kocaoğlu, şunları söyledi:

“DSİ’nin yaptığı hat yalnızca kâğıt üzerinde. Öyle hatalar var ki, devralmamız mümkün değil. Bize su veremedikleri için Belkahve’de yaptığımız arıtma tesisini 1.5 yıldır deneyemedik bile. Tarıma veriyorum diye bir laf var. Tarıma yazın su verilir; yağmur yağarken, seller akarken, Arap kızı camdan bakarken değil!.”

KAÇARSA KAÇSIN!

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, İzmir’de partisinin İl Başkanlığını ziyaret etti. Burada açıklama yapan Eroğlu, Gördes Barajı’yla ilgili şunları söyledi :

  • “Gördes Barajı’nda 2017 yılında suyu tuttum.

  • Bir miktar su kaçarsa kaçsın dedik.

  • Öyle bir fedakârlık yaptım.

  • Barajda sorun yok.” 

============================================
Dostlar,

BAKAN EROĞLU ”SUÇ İŞLEME ÖZGÜRLÜĞÜ” NÜ MÜ KULLANIYOR?!

AKP’nin Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, inanınız ya da inanmayınız, yukarıdaki tümceleri kurmuş!

Anladığımızı yineleyelim; Bakan Prof. Dr. V. Eroğlu şunları yapmış :

  • Gördes barajında 2017 yılında suyu tutmuş!
  • Bir miktar su kaçarsa kaçsın..  demiş. Ama kaçan su baraj kapasitesinin %90’ı imiş!
  • Öyle bir fedakarlık yapmış Bakan Eroğlu… Belediyeden parası alındığı halde 11 yıldır İzmir’e su verilemiyor olmasına karşın AKP’li Bakan Eroğlu ”öyle bir fedakarlık yapmış”!
  • Ve bu Bakana göre Gördes barajında sorun yokmuş..

*****
Bunlar normal bir insanın söyleyebileceği sözler midir?
Bunları bir Bakan söyleyebilir mi?
Bunları bir Profesör söyleyebilir mi?
Baraj, öngörülen kapasitenin %90’ını tutsa da %10 kaçak olsa haydi sineye çekelim..
Ama tersi! Bu yüzden İzmir’e, belediyeden parası alındığı halde su verilemiyor.
Belediyenin bu su için yaptığı arıtma tesisi de atıl kalıyor, çürümeye terk edilmiş..
Gerekçe de tarımsal sulamaya su verilmesiymiş.. Oysa bu baraj İzmir’e içme suyu için yapılmadı mı?

Neresinden tutsanız elinizde kalıyor…
Herhalde AKP = Erdoğan bu sayın kişiyi çoooooooooooooook aramış olmalılar ardışık olarak Bakan yapmak için! Eroğlu, 2007’den bu yana AKP kabinelerinde Bakan..

Bu kişi, geçtiğimiz kurak yazlarda İstanbul barajlarında ciddi su eksilmesi olduğu zamanlarda basına demeç vererek A, B, C planlarının olduğunu belirtmişti. Bereket Doğa bize acıyıp yağmur verince, Sn. Bakan’ın A, B, C planlarını öğrenme olanağımız olamadı!..

Gelişmiş bir ülkede, bir hukuk devletinde böylesi bir skandal yaşanabilir mi?
Bu kişi dakikalar, bilemediniz 1-2 saat içinde görevden alınmaz mı?
Hakkında yasal işlem yapılmaz mı?
AKP = Erdoğan bir adım atabilir mi; yoksa dere geçilirken at değiştirilmez mi? Eh artık ”Başusta” olduğuna göre Erdoğan’dan daha iyisini kim bilebilir?

Ya Cumhuriyetin savcıları?? Apaçık bir suç itirafı var ortada.. Kim el koyacak?
Bakan bey ”öyle bir fedakarlık yapmış’‘! Kimin kesesinden ve hangi hak ve yetki ile?

Efendiler, Bakan bey villasına yüzme havuzu yaptırmıyor!. Yandaşlara verilen ihalelerdeki yolsuzluklar böylesine katmerli ve zincirleme sürüyor ve vergilerimiz talan ediliyor..

Eroğlu derhal istifa etmeli, ya da görevden alınmalı ve hakkında yasal işlem yapılmalıdır.

Bakanın davranışı ettiği yemine sığmayacağı gibi, barajı yapan firmaların usulsüzlüklerini -haydi suç ortaklığı demeyelim ama- açıkça örtbas etme eylemidir ve suçüstü yakalanmıştır.

Acaba yüce TBMM siyasal denetim işlevini yerine getirebilir mi? Tüyü bitmemiş yetimin hakkını kim koruyacak??

Ve de neciiiiiiiiiiiiiiip milletimiz / AKP’li kardeşlerimiz ”Reis” e tapınmayı sürdürerek gene ”oy” verecekler mi 24 Haziran’da?? Vereceklerse suça ortak olmayacaklar mı? Bir de dilimiz varmıyor söylemeye ama yaratılan talana ortaklar mı bu gözü kara AKP müritleri?? Bizim pek aklımız ermiyor da böylesi işlere! Kutsal kitabın neresinde bir ayet, bir sûre bulunabilir kılıf yapmak üzere?? Yoksa ulemadan muhterem bir din kardeşimizin köşesinde yazdığı gibi ”bu bir suç işleme özgürlüğü” müdür?

Ayrıca hukuk devletinde ”suç işleme özgürlüğü” diye bir özgürlük kategorisi yoktur. Suç; hukukun tanımladığı, yasakladığı ve işlenmesi durumunda yaptırıma bağladığı işlem ve eylemdir. Dolayısıyla ‘’..ben bu suçu işlerim, suç işleme özgürlüğüm var…’’ diye saçmalarsanız, karşınızda Hukuk Devletinin gücünü bulur ve yaptırım görürsünüz; bulmalı ve bedelini de ödemelisiniz kaçınılmaz biçimde!

Burası Dar-ül harp değil efendiler!

Herkes aklını başına toplamalıdır..

Eğer öyle ise, meydan okunuyorsa, hesabı önce bu dünyada, sonra ”öbür tarafta” verilmelidir. Pekiii, Majestelerinin yargısı mı hesap soracak? Kim, kim, kim hesabını soracak bu sefilliğin??

Görüldüğü üzere 15,5 yıllık tek başına AKP iktidarının bu ülkeye ve halka en büyük zararı ”değerlerimizde yozlaşma” olmuştur belki de.. Çirkin ve dünyada örneği olayan siyaset; etiği de, ahlakı da, hukuku da, dini de… her şeyi ama her şeyi yutmuştur. Gördes barajının kara deliği (!) gibi!

Sahi, tüm dinlerin temel hedefi İYİ AHLAK değil miydi??

Onu da mı Bakan Eroğlu’nun %90 su kaçıran Gördes barajcığı yuttu?

Sevgi ve saygı ile. 03 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Kişi başına gelir 2002’de 5900 dolardı

Kişi başına gelir 2002’de 5900 dolardı

Ege CANSEN
SÖZCÜ, 17 Mayıs 2018 

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

İktisadi konularda yazan veya televizyonlarda yorum yapan “ölçme bilmez” mümtaz kişileri ikaz ediyorum. Hem 2017’de GSMH %7.3 büyüdü hem de AKP iktidarının ilk 6 yılında kişi başına milli gelir 3 katına çıktı diye konuşmayın veya yazmayın. Birinci cümlede geçen %7.3 büyüme “sabit TL” ile yapılan hacimsel ölçmedir. İkinci cümlede geçen 3 katına çıkma “cari dolar kuru” ile yapılan bir hesaplamadır.  Ya birini ya da diğerini kullanın. Daha doğrusu büyüme oranlarını “cari dolar kuru” ile hesaplamayın. Bu yanlıştır. Bilerek böyle konuşmak ise yalancılıktır.

DOLAR ORADAYSA HESAP BURADA

Resmi rakamlara göre 2017 yılı itibarıyla, Türkiye’de kişi başına milli gelir cari dolar kuruyla, kabaca 10 600 Amerikan Doları’dır. Yurdumuzda sürekli ikamet eden ve iktisadi faaliyete, dolayısıyla milli gelir yaratılmasına katkıda bulunan mülteci sayısı da 3.5 milyon dolayındadır. Bildiğim kadarıyla kişi başına milli gelir hesabında bu mülteciler nüfusa dahil edilmiyor. Halbuki mülteci veya vatandaş herkes milli gelirden pay aldığına göre, doğru sayıyı bulmak için “kişi başına milli gelir” hesabında, paydaya 3.5 milyon mülteci eklenmeli ve nüfusumuz 84.3 milyon kabul edilmelidir.

Şimdi 2002 hesabını birlikte yapalım: Türkiye’nin toplam milli geliri 15 yılda (2002 hariç 2017 dahil) “yeni seri” denilen resmi hesaplara göre %129 artmıştır. Aynı dönemde mülteciler dahil nüfusumuz %27 çoğalmıştır. Dolayısıyla kişi başına milli gelir 1.8 katına çıkmış veya %80 artmıştır (2.29 bölü 1.27 eşittir 1.8). Muhasebe ilkelerine göre (değişim doğru algılansın diye) geçmiş yıllara ait rakamlar son yılın fiyatına getirilir. Yani 2002 yılının kişi başına milli geliri de 2017 yılının doları ile ifade edilmelidir. Türkiye’nin 2017’de 10 600 $ olan kişi başına milli geliri, 15 yıllık artış kat sayısı olan 1.8’e bölünürse, 2002’nin kişi başına milli geliri bulunur. Bu da 5 888 dolardır.

ORTA GELİR TUZAĞI

“Türk ekonomisi, orta gelire hızlı geldi ama oradan ileri gidemiyor” şeklinde konuşmak moda oldu. Bu ifade de yanlıştır. Türkiye zaten orta gelir düzeyinde bir ülkeydi, halen de aynı yerdedir. Yukarıda sunulan hesaba bir ek yapayım. 2000’li yılların başında kişi başına milli geliri 4-5 bin Dolar (2017 fiyatlarıyla 6000 $) dolayında olan ülkelere “orta gelirli” denirdi. Bugün bu rakam 10 bin Dolardır. Bizimle kıyaslanabilecek Latin Amerika veya Doğu Avrupa ülkelerinde de bizdekine benzer gelişmeler olmuştur. Mal ve para hareketlerinin serbestleştiği yıllarda orta gelişmiş ülkelere sıcak para girişi artmıştır. Bunun sonucunda o ülkelerde devalüasyon oranı, enflasyonun altında kalmıştır. Bu durum cebirsel olarak “cari kurdan” yapılan milli gelir tercümelerinde, reel milli gelir artışından yüksek büyüme rakamları çıkmasına neden olmuştur. Burada mucize falan yoktur. Ayrıca bilinsin ki, önümüzdeki yıllarda da gelişmekte olan ülkeler, milli gelirlerini hem reel hem de nominal olarak gelişmiş ülkelerden daha yüksek oranda artıracaktır. Bu bebeklerin çocuklardan, çocukların da gençlerden hızlı boy atması gibi tümüyle normal bir durumdur.

Son söz: Dolarla büyüdüğüne inanıyorsan, küçüldüğüne de inan.
===========================================

Dostlar,

Erdoğan hep kişi başına ulusal geliri 3500 Dolardan aldıklarını ve 3 katına  eriştirdiklerini söyleyip duruyor. İşin iktisat matematiği açısından çözümlemesi yukarıda. Yetkin Ekonomist Sn. Cansen çok net olarak bu artışın 15 yılda salt 1,8 kat olduğunu, yani Erdoğan’ın şişirdiğinin yarısı olduğunu ortaya koyuyor.

Bir boyut daha var dikkate alınması gereken : O da ülke borçlarının nereden nereye geldiğidir. Erdoğan’ın AKP’si Kasım 2002’de iktidar olduğunda Türkiye’nin toplam dış borcu (kamu + özel) 230 milyar $ idi. Günümüzde ise 250 milyarı özel sektörün, 450 milyarı da kamunun olmak üzere toplam 700 milyar $ ülke borcu vardır. Bu rakam, 2018 sonunda erişebileceğimiz toplam ulusal gelire çok yakın olabilir. 2017 sonunda 850 milyar $ dolayında GSYİH sağlanmıştı. Dolar’daki muazzam değerlenme, daha doğrusu TL’deki dayanılmaz erime sonucunda 2018 sonunda 2017 sonu ulusal gelir rakamını bile yakalayamayabiliriz yüksek olasılıkla. Ulusal gelir, artan gelir dağılımı adaletsizliğine karşın 15 yıllık tek başına AKP iktidarında salt 1.8 kat büyümüş, ancak Türkiye’nin toplam borcu 700/230 = 3+ kat büyümüştür.

TÜİK verileriyle 26 milyonu aşkın insan yoksulluk sınırının altındadır (Mayıs 2018).

Yine TÜİK verileriyle gençlerde işsizlik Türkiye ortalamasının 2 katıdır; % 20,8!

2018 içinde 185-190 milyar $ ödenmesi gereken kamu + özel sektör borcu, yaklaşık 55 milyar dolar da (artmazsa!?) cari açığın finanse edilmesi gerekmektedir. 240 milyar Dolardan az olmamak üzere sıcak – nakit döviz gereksinimi söz konusudur. Erdoğan geçtiğimiz hafta apar topar, uluslararası finans baronlarının üssü Londra‘ya neden gitmiştir? Küresel patronlarla ne konuşulmuş, neyin pazarlığı yapılmıştır, bilmiyoruz.. Ekonomideki ağır yangının hiç olmazsa seçime dek 1 ay hafifletilmesi / ertelenmesi AKP = Erdoğan için yaşamsal önemdedir. Üstelik uğruna katlanılmayacak ödün olmaksızın!.. Ne var ki bu ödünler ülkemiz için “beka sorunu” doğurabilecek nitelikte olabilir. “Millete beka” diye lütfedercesine saçma sloganlarla açılıp – saçılan MHP – Bahçeli ne buyururlar acaba Cumhur ittifaklarının ortak CB adayı Erdoğan’ın bu girişimleri hakkında??

  • Erdoğan, 2002 ayarlarına mı dönmekte / döndürülmektedir??Bu arada bir gündem sakızı daha yakalanmış görünüyor.. Filistin’deki kırım ve Kudüs sorunu.. Öylesine acımasız sömürülüyor ve kamuoyunda algı yönetimi yapılıyor ki tarifi olanaksız! Yenikapı’da yarım milyonluk (?!) zorlama miting, hemen her cümlede kullanılan “asla” sözcükleri.. ağır duygusal tonlar, Ramazan iklimi, bol Arapça dualar.. ABD-İsrail’e çatmalar..

    Sevgi ve saygı ile. 18 Mayıs 2018, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Terörü himaye eden ülkelere nasıl cevap verilmeli?

Terörü himaye eden ülkelere nasıl cevap verilmeli?

Onur Öymen

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un bir PYD Heyetini kabul ettiği ve onlara destek ve yardım vaat ettiği yolunda Türk ve Fransız basınında yer alan haberler ülkemizde haklı tepkilere yol açtı.
Ne yazık ki, Amerika gibi Fransa’nın da geçmişte terör örgütlerine hoşgörü gösterdiğinin ve onları himaye ettiğinin örnekleri az değildir. Fransa uzun süredir Ermeni teröristlere hoşgörü gösteriyor ve sözde Ermeni soykırım iddialarını destekleyecek adımlar atıyor, Türk milletini rencide edecek anıtların açılışına bakan düzeyinde katılıyordu. Paris Büyükelçimiz Hasan Esat Işık Fransa’nın bu tutumunu protesto ederek güçlü bir tepki göstermiş, görevinden ayrılmış ve Ankara’ya dönmüştü.
Teröristler Fransız hükümetinin gösterdiği hoşgörü ve Fransız basının verdiği destekten de cesaret alarak Paris Büyükjeçimiz İsmail Erez’i katletmişler ve başka diplomatlarımızı da öldürmüş veya yaralamışlardı.
Fransa’nın bu olumsuz tavrının sürdüğü bir dönemde Fransızlar Türkiye’ye cazip bir proje sundular. Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu’nu ziyaret ederek Akkuyu’da yapılacak nükleer santral projesi için bir öneri getirdiler. Santralın yapımında en son teknolojiyi kullanacaklar, uygun şartlarla kredi vereceklerdi. Çok uzun bir ödemesiz süre olacak, krediler çok uygun aralıklarla ödenecekti. Bu teklifi getirenlere Vahit Halefoğlu şunları söyledi:
* “Bu projeyi getirdiğiniz için teşekkür ederim, fakat siz bu odadan çıkınca ben bu projeyi şurada görmüş olduğunuz çöp sepetine atacağım. Siz Ermeni teröristlerine kol kanat gerdiğiniz sürece biz size hiçbir proje vermeyeceğiz. Ben bu teklifinizi Bakanlar Kuruluna bile götürmem.”
Bu olaydan iki hafta sonra Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand, Galatasaray’ın eski hocalarından Etienne Manaque’ı Türkiye’ye gönderdi. Manaque, Mitterrand adına şu mesajı getirdi:
* “Biz bu konuda gerçekten hatalı bir politika izlediğimizi anlıyoruz. Bundan sonra daha dikkatli olacağız. Hiçbir Türk diplomatı Fransa’da bu teröristlerin saldırısına uğramayacak ve Fransa’da hiç kimse teröre arka çıkmayacaktır.”
Halefoğlu kendine saygısı olan bir devlet adamının yapması gerekeni yapmıştı. Bu projeyi reddederek bir mesaj vermişti. Fransa’nın gönderdiği mesaj da bu konudaki hatalarını kavradıklarını gösteriyordu. Gerçekten ondan sonra, Fransa’nın bu konuda daha dikkatli davrandığını gördük. (Zor Rota, s. 155)
Büyük devletlerin teröre destek verdiklerinin örnekleri az değildir. Onları bundan caydıracak yöntem, Halefoğlu’nun yaptığı gibi gerektiğinde o ülkelerin ekonomik menfaatlerine zarar verecek adımlar atmaya hazır olduğumuzu göstermektir.
Saygılar, sevgiler. 30.03.2018
==================================================
Dostlar,

Batı’nın geleneksel ikiyüzlülüğü sürüyor..
Erdoğan da telefonda Macron’ “yüksek frekansta” yanıt vermiş!?
“Frekans”, “sıklık” anlamında olup yanlış sözcük burada.. Yüksek olan (?) Erdoğan’ın sözlerinin şiddeti..

Öte yandan AB ile ilişkiler bakımından da AKP = Erdoğan bir yandan AB’ye üye olma isteğinde oldukları izlenimini kamuoyuna verirken bir yandan da kesip atsalar da kurtulsak.. özleminde. Ne yazık ki 2 yan da içtenlikli değil..

Birkaç ay önce, Fransa’dan uçak alımı ile ilgili 11 milyar dolara varan bir tür politik rüşvet olan ihaleyi anımsıyoruz acı acı… (Bkz. https://www.haberler.com/thy-airbus-tan-25-adetlik-ucak-alimi-icin-10421156-haberi/, 05.01.2018)

Erdoğan korkarız bu olayda da aldatıldı!?
Üstelik daha 40 yaşına bile varmayan, Tayyip beyin evladı yerindeki Fransa Cumhurbaşkanı E. Macron tarafından!?
Yorulduk – bıktık Erdoğan’ın aldanma – aldatılma haberlerinden.. Ya kendisi ne alemde??

Sevgi ve saygı ile. 01 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Erdoğan İçin Köprüden Önce Son Çıkış : Politik Plastron Patlamak Üzere!

Erdoğan İçin Köprüden Önce Son Çıkış :
Politik Plastron Patlamak Üzere!

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Türkiye, siyasal tarih, insanlık – uygarlık tarihi bakımından son derece önemli hatta kritik günler – zamanlar yaşamakta. En can alıcı ulusal konularda bile ikide bir “ALDATILAN – KANDIRILAN” ve sıkışınca da bunu kamuoyu önünde kabul ve itiraf etmek zorunda kalan bir kişi, aşama aşama olağanüstü boyutlara vardırdığı fiili yetkilerle TEK ADAM konumunda ülkemizi sürüklüyor.

En net ve vazgeçilemez ilk saptama olarak, Ulus Egemenliğinin gasp edildiğinin altını çizelim.

TEK ADAM’ın kişisel birikimi – donanımı – geçmişi; böylesine ağır – kapsamlı ve hukuk dışı – kabul edilemez “de facto” durum için asla yeterli değil üstelik. Hukuk devleti fiilen askıdadır.

TEK ADAM, “kandırıldığı” gerekçesiyle son derece basitçe – pişkince ve adeta örtük emir kipiyle, “Rabbim ve Milletim bizi affetsin” diyerek benzer hataları sürdürmektedir. Oysa ”kandırılma” olarak kamuoyuna açıklanan bu “kandırmaların” hesabının siyaseten ve yargısal düzlemde ve bu dünyada verilmesi, seküler – laik hukuk düzeninde kaçınılmaz zorunluktur.

Ortalıkta sağduyudan kırıntı kalmamış, 81 milyon insanın geleceği, 1 kişinin 2 dudağını açmasına ya da açMAmasına bağlanmıştır. Bu durum, halk diliyle korkunç bir basiret bağlanması; siyasetbilimsel olarak ise kabul edilemez ve sürdürülemez muazzam bir risktir! Türkiye Cumhuriyeti için asıl ve çok ciddi beka riski tam da budur. Devlet aklını (Reason D’etat) geçerli kılacak hemen hemen hiçbir kurumsal işleyiş etkin değildir. Parti devleti anlayışı, dayatması ve kadroları, en küçük birimlere dek neredeyse tam ve mutlak egemen olmuştur.

  • Egemen, katastrofik politik plastron’u kendi ördü!

Egemenin kendi ördüğü katastrofik politik plastronu kendisinin yarması – yırtması beklenemez.
Bu tablonun görülmesi ve örümcek ağlarına bulanmış egemenin farkındalığı ile exodus (çıkış, huruç) için inisiyatif alması, siyasal tarihte örneği pek olmayan anlamsız bir beklentidir.
Bu durumda 2 seçenek vardır :

  1. AKP = RTE‘nin iç – dış dinamiklerin güdümüyle yarattığı ve kendisini de tutsak alan
    Türkiye politik plastronu, artan aşırı basınca dayanamayarak, denetimsiz olarak kendisi patlayacaktır; sonuç(lar) kestirilemez ancak çok ağır, hatta fatal (ölümcül) olabilir.
    Delinmiş bir appendiksin oluşturduğu abse – enfeksiyonun açılarak sepsise yol açması ve
    ölümcül tablo yaratması gibi..
  2. AKP = RTE‘nin yarattığı ve Türkiye’yi kendisiyle birlikte içine hapsettiği katastrofik politik plastrona neşter vurulacak, abse – irin cerahat – pislik.. denetimli olarak boşaltılacak ve
    sistem yaşatılmaya çalışılacaktır. Başarı şansı çok yüksek olmayabilir. Risk çok büyüktür.
    *****
    Bu bağlamda TBB’nin tarihsel nitelik kazanan 09 Şubat 2018 Safranbolu basın açıklaması,
    VAHİM ÖTESİ kırılgan bir tabloyu betimlemektedir. Her sözcüğünün büyük dikkatle okunması gerekmektedir. Bu açıklamaya göre (http://ahmetsaltik.net/2018/02/11/tbb-safranbolu-basin-aciklamasi/);
  • TEK ADAM, ülkenin bekasına hizmet etMEmekte, tersine bekası için risk oluşturmaktadır.
  • TBB, kendisini, bu ceberrut saldırı nedeniyle, TÜRK MİLLETİNE emanet etmek zorunda kaldığını çığlık çığlığa haykırmaktadır.

Tüm Devlet erkini hukuk dışı biçimde ele geçirmiş biri, ülkenin anayasal kurumlarını deyim yerinde ise tar-u mar ederek doğramaktadır. Sıra TBB ve TTB’ye gelmiştir bir vesile yaratılarak – kullanılarak TTB’nin Afrin operasyonu için açıklaması ve Savaş bir halk sağlığı sorunudur..” demesi bahane edilerek. Oysa bu, yalın bir bilimsel gerçektir!

TBB Başkanı, kıdemli ceza hukuku profesörü, Ankara Hukuk Fakültesinin önceki dekanlarından
Sn. Av. Metin Feyzioğlu, serinkanlılığı, sağduyusu ve dirayeti ile bilinen bir hukukçudur.
Ancak basın açıklamasını bitirirken “bizi kırabilirsiniz” sözleri ağzından dökülmüş (faili meçhul cinayet çağrışımı!), devamla “.. asla eğilip bükülmeyeceğizAND OLSUN, AHD OLSUN” gibi trajik sözcükler kullanmak zorunda kalmıştır. Bunlar heyecan ürünü denetimsiz sözcükler değildir. TBB Başkanı, can güvenliği açısından kaygı – endişe – kuşku içindedir ama, bu yakıcı sorunu da tarihe not düştükten sonra, boyun eğmeyeceklerine ilişkin bir tür yemin etmektedir!

Açıklanan metin, katılan baroların oybirliği ile karar altına alınmıştır. 24 Şubat 2018’de Ankara’da çok kapsamlı bir toplantı düzenlenerek yol çizgisi netleştirilecek ve kararlılık vurgulanacaktır.

  • AKP = Erdoğan için sona yaklaşılmaktadır..

Erdoğan yanlışlarında daha da ısrar ederse, yukarıdaki 2 olasılık diyalektik – deterministik olarak (kaçınılmazlaşarak) gündeme gelecektir. Sistemde basınç olağanüstü yükselmiştir ve patlama eşiğine gelinmiştir. Erdoğan ne yapıp edip, bu kısır döngüden ve kuşatılmışlıktan kendisini ve partisini, dolayısıyla Türkiye’yi kurtarmanın bir yolunu bulmak zorundadır. (Tıklayınız, web sitemizde SARAY’DA TUTSAK ERDOĞAN’A YARDIM ETMELİ)

  • Erdoğan kör inadı, narsisistik takıntıları derhal ve kesin olarak terk etmek zorundadır.
  • Erdoğan, rejimi normalleştirmek, Devletin felç ettiği kurumsal araçlarını, başta TBMM olmak üzere çalıştırmak zorundadır.
  • Afrin operasyonu şaka değildir! Bu, henüz sınırlı da olsa ciddi bir SAVAŞ’tır!Erdoğan, çok acı veren bir söylemle “20-25 şehidimiz var, ÖSO ile birlikte..” gibi kanımızı beynimize fırlatan davranışlarına son vermelidir. ÖSO çapulcuları bir yana, şehitlerimiz net olarak ve zamanında açıklanmalıdır. Bu sayı 50’yi aşmıştır ne acı ki. Fırat Kalkanı operasyonu 75 şehide malolmuştur. Bunlar küçük, önemsenmeyecek rakamlar değildir. Her insan bir Dünyadır! Çok ama çok ciddi, sorumlu, ağırbaşlı olmak zorundadır herkes. Öte yandan “öldürülen terörist sayısı..” açıklamaları savaş hukukuna ve insancıl hukuka aykırıdır ve gün olur uluslararası hukuk katında Türkiye için sıkıntı doğurabilir. Hele hele bu rakamları verirken “..hamdolsun..” diye başlamak ve “.. akşama doğru daha da artacaktır..” sözleri hiçbir biçimde hoş görülemez, normal ve insancıl değildir.
  • Asla unutulmamalıdır ki; bugün yapmak zorunda kaldığımız – bırakıldığımız
    askeri operasyonlara bizi mahkum eden AKP’nin olağanüstü yanlış geçmiş politikalarıdır.Hata yapan gitmelidir. Devlet yönetimi deneme – yanılma tahtası ya da deney laboratuvarı değildir. İnsanlar ölmektedir bu çatışmalarda.. Bedel çok ağır ve telafisi olanaksızdır. Saadet Partisi Gn. Bşk. Temel Karamollaoğlu’nun bu bağlamdaki açıklaması çok uyarıcıdır :
  • “Afrin Harekatı milli bir meseledir parti programlarında, ilçe kongrelerinde siyasi malzeme yapılamaz, yapılmamalıdır. Ne yazık ki hükümet bu tavrıyla zeytin dalı operasyonunu, zeytinyağı operasyonuna çevirme çabasında. Afrin’i bahane ederek her türlü ülke problemini sümen altı etmenin yolu aranıyor.” (http://t24.com.tr/haber/erdogan–karamollaoglu-gorusmesi-basladi,555998)

AKP = Erdoğan ilk olarak OHAL’i derhal kaldırmalı,
ülkemizi hızla normalleştirerek hukuk devletine dönüşü sağlamalı,
başta TBMM ve yargı olmak üzere Devletin kurumları uyumla çalıştırılmalı
ve Erdoğan anayasal yetki sınırlarına çekilmelidir.

Artık en son fırsatlardır.. 

Sevgi ve saygı ile. 11 Şubat 2018, Ankara

TBB SAFRANBOLU BASIN AÇIKLAMASI


TBB SAFRANBOLU BASIN AÇIKLAMASI

CUMHURBAŞKANININ BAROLARI VE TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ’Nİ BÖLME PROJESİNE KARŞI ÇIKIŞIMIZ, MİLLİ DURUŞUMUZUN, VATANIMIZA VE
MİLLETİMİZE OLAN NAMUS BORCUMUZUN GEREĞİDİR

Basın Toplantısı Videosu İçin Tıklayınız

(AS: Bizim çok kapsamlı katkımız yazının altındadır.)

Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunun 9 Şubat 2018 tarihli ve 2018/167 sayılı kararı:

  1. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın;
    – Türkiye Barolar Birliği’nin isminden “Türkiye” kelimesinin çıkarılacağına,
    – Bu kelimenin sadece layık olan kuruluşlar tarafından kullanılmasına izin verileceğine,
    – Ayrıca avukatlık mesleğinin icrası için barolara üye olma zorunluluğunun da kaldırılacağına,
    – İllerde isteyen avukatların bir araya gelerek dernek gibi istediği sayıda baro adıyla örgütlenmeler yapabileceğine,
    – Bunların da istedikleri gibi kendi üst birliklerini kurabileceklerine dair açıklamaları yönetim kurulumuzca değerlendirilmiştir.2. Sayın Cumhurbaşkanının dile getirdiği bu projenin amacı, Anayasada yapılan Hakimler ve Savcılar Kurulu’na ilişkin değişiklikten sonra, yargının bağımsız kalan tek ayağı olan avukatları da hükümete bağlamak, hükümetin avukatı haline getirmektir.3.Yönetim kurulumuz, hâkim ve savcıların bağımsızlıklarının sistemsel güvencesinin yok edilmesinden sonra avukatları da hükümete bağlama girişimini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yargısıyla birlikte “parti devleti“ne dönüştürmenin en ileri adımı olarak değerlendirmektedir.

    4. Türkiye Barolar Birliği her koşulda ve her tehdide karşı, dönemsel olarak değil, seçim yatırımı olarak hiç değil, ilkesel olarak en milli duruşu sergilemiştir. Milli her konuda kandırılmış olan ve bunu da daha sonra “kandırılmışız” diye beyan eden kişilerin, kendilerini daima zamanında ve en milli duygularla uyaranların duruşunu sorgulama hakkı yoktur. Bu sorgulamayı yapanlar, en sağlam tartı olan Türk Milleti’nin vicdanında çoktan sorgulanmaya başlanmıştır. Milli olmanın ilk koşulu, görevini Anayasa’ya ve kanuna uygun olarak yapmak, Devlet yönetimine kişisel duyguları ve kısa vadeli siyasi parti menfaatlerini karıştırmamak, her ne olursa olsun tarafsız davranmayı başarabilmektir.

    5. Cumhurbaşkanı’nın baroları ve Türkiye Barolar Birliği’ni bölme projesine karşı çıkışımız, milli duruşumuzun, vatanımıza ve Milletimize olan namus borcumuzun gereğidir. Bugün iktidar gücü; milli iradenin temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi etkisizleştirilerek, kapalı kapılar ardında, sınırsız, ölçüsüz, denetimsiz ve devletimizin tüm geleneklerine ve Anayasa’ya aykırı olarak küçük bir azınlık tarafından kullanılmaktadır. Türkiye Barolar Birliği ve barolarımızın, bu azınlığın son derece rahatsız olduğu hukukun üstünlüğü, adil yargılanma, suçsuzluk karinesi, savunma hakkı, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı gibi temel kavram ve hakları savunması, Anayasa’dan ve kanunun açık hükmünden kaynaklanan en temel görevidir. Türkiye Barolar Birliği ve barolarımız bu görevi, bu hakların asli sahibi olan 81 milyon vatandaşımız ve henüz doğmamış evlatlarımız da dahil olmak üzere tüm Türk Milleti adına üstlenmiştir.

    6. Türkiye Barolar Birliği ve barolarımız, sadece meslek örgütü değildir. İddia, yargılama ve savunma üçlüsünden oluşan yargının kurucu unsurudur. Bu kurucu unsurluk görevinin dayanağı, Anayasa’daki hukuk devleti ilkesidir.  Cumhurbaşkanının dile getirdiği projenin nihai hedefi, 81 milyon vatandaşımızın temel haklarını savunmasız bırakmak, hukukun üstünlüğünün yerine, güç sahibi olanların üstünlüğünü yerleştirmektir. Türk Milleti şunu çok iyi bilmektedir: Bu amacın önündeki en büyük engel Türkiye Barolar Birliği ve barolarımızdır. Bizim hedef alınmamızın sebebi de budur.

    7. Savunma mesleği, hukuk devletinin ve her vatandaşımızın insan haklarının güvencesidir. Avukatların hükümete bağlandığı bir düzende savunma mesleğinden söz edilemez. Bu proje, adalet sistemini tamamen da doğrudan çökertmeye yönelik olduğu için Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk Milleti’nin bekasını da doğrudan doğruya hedef almaktadır.

    8. Türk Milleti bilmelidir ki; bu projeden en büyük heyecan ve mutluluğu Türkiye’yi bölmek ve yıkmak isteyen terör örgütleri ile onlara maddi manevi her türlü desteği veren küresel oyun kurucular çoktan duymaya başlamıştır. Bunların eliyle ve baro adıyla kurulacak dernekler ve onların üst birlikleri her milli meselede iç ve dış kamuoyunu Türkiye’nin gerçekleri hakkında yanlış bilgilendirecekleri ve fakat devlet eliyle kendilerine sıfat kazandırıldığı için etkili olabilecekleri imkana kavuşacaktır. Nitekim bu projenin, 2013 yılında FETÖ tarafından gündeme getirildiği hepimizin malumudur.

    9. Öte yandan Türkiye Barolar Birliği’ni ve baroları bölmek, baro ve üst birlik adıyla derneğimsi yapılar türetmek, 108.000 avukatımızı, onların eş ve çocuklarını, 20.000 stajyer avukatımızı, Türkiye Barolar Birliği tarafından bir kuruş kamu kaynağı kullanılmadan verilen ve dünyada emsali olmayan sağlık yardımından, meslektaşlarımızın öksüz ve yetimlerinin sahiplenilmesinden, yaşlı ve ihtiyaç sahibi meslektaşlarımızı ek emeklilik ödeneğinden, iş göremez duruma gelen meslektaşlarımızı kimseye muhtaç olmamalarını sağlayan etkili bir sosyal yardım hizmetinden mahrum edecektir. Bu mahrumiyet, her siyasi görüşten en az yarım milyon vatandaşımızı dolaylı veya doğrudan mağdur konumuna düşürecektir.

    10. Sayın Cumhurbaşkanı’nın milli menfaatlere aykırı, terör örgütlerini sevindiren ve yargıyı tamamen yok edecek projesini dile getirmesinden sonra mümkün olan tüm kanallar yoluyla açık
    ve yakın tehlikeyi ilgili ve yetkili olmasını beklediğimiz her kişi ve makama en yapıcı bir üslupla anlattık. Ancak projenin ısrarla yürütüldüğünü görüyoruz. Bu sebeple olağanüstü toplanan yönetim kurulumuz, oybirliğiyle, 24 Şubat 2018 tarihinde tüm baro başkanlarımızı, barolarımızın Türkiye Barolar Birliği delegelerini, seçilmiş tüm kurullarını ve tüm meslektaşlarımızı Ankara’da çok yüksek katılım dikkate alınarak belirlenecek uygun bir salonda olağanüstü toplantıya davet etme kararı almıştır. Toplantının tüm organizasyonu için başkanlık divanı tam yetkilendirilmiştir.

    11. Türkiye Barolar Birliği, barolarımız ve tüm avukatlarımız, varlık sebebimiz olan Türk Milleti’ne emanettir. 09.02.2018, Safranbolu.
    =============================================
    Dostlar,

TBB’nin ÇOK CİDDİ ve KRİTİK UYARISI :
Erdoğan İçin Köprüden Önce Son Çıkış!

Türkiye, siyasal tarih, insanlık – uygarlık tarihi bakımından son derece önemli hatta kritik günler – zamanlar yaşamakta. En can alıcı ulusal konularda bile ikide bir “ALDATILAN – KANDIRILAN” ve sıkışınca da bunu kamuoyu önünde kabul ve itiraf etmek zorunda kalan bir kişi, aşama aşama olağanüstü boyutlara vardırdığı fiili yetkilerle TEK ADAM konumunda ülkemizi sürüklüyor. En net ve vazgeçilemez saptama olarak bu olgunun altını çizelim.

TEK ADAM’ın kişisel birikimi – donanımı – geçmişi; böylesine ağır – kapsamlı ve hukuk dışı – kabul edilemez “de facto” durum için asla yeterli değil. Hukuk devleti fiilen askıdadır.

TEK ADAM, “kandırıldığı” gerekçesiyle son derece basitçe – pişkince ve adeta örtük emir kipiyle, “Rabbim ve Milletim bizi affetsin” diyerek benzer hataları sürdürmektedir. Oysa ” kandırılma” olarak kamuoyuna açıklanan bu “kandırmaların” hesabının siyaseten ve yargısal düzlemde ve bu dünyada verilmesi seküler – laik hukuk düzeninde kaçınılmaz zorunluktur.

Ortalıkta sağduyudan kırıntı kalmamış, 81 milyon insanın geleceği, 1 kişinin 2 dudağını açmasına ya da açMAmasına bağlanmıştır. Bu durum, halk diliyle korkunç bir basiret bağlanması; siyasetbilimsel olarak ise kabul edilemez ve sürdürülemez muazzam bir risktir! Türkiye Cumhuriyeti için asıl ve çok ciddi beka riski budur. Devlet aklını (Reason D’etat) geçerli kılacak hemen hemen hiçbir kurumsal mekanizma etkin değildir. Parti devleti anlayışı, dayatması ve kadroları en küçük birimlere dek neredeyse tam ve mutlak egemen olmuştur.

Egemenin kendi ördüğü katastrofik politik plastronu kendisinin yarması – yırtması beklenemez. Bu tablonun görülmesi ve örümcek ağlarına bulanmış egemenin farkındalığı ile exodus (çıkış) için inisiyatif alması, siyasal tarihte örneği pek olmayan anlamsız bir beklentidir. Bu durumda 2 seçenek vardır :

1. AKP = RTE‘nin iç – dış dinamiklerin güdümüyle yarattığı ve kendisini de tutsak alan Türkiye politik plastronu, artan aşırı basınca dayanamayarak, denetimsiz olarak kendisi patlayacaktır; sonuç(lar) kestirilemez ancak çok ağır, hatta fatal (ölümcül) olabilir. Delinmiş bir appendiksin oluşturduğu abse – enfeksiyonun açılarak sepsise yol açması ve ölümcül tablo yaratması gibi..

2. AKP = RTE‘nin yarattığı ve Türkiye’yi kendisiyle birlikte içine hapsettiği katastrofik politik plastrona neşter vurulacak, abse – irin cerahat – pislik.. kontrollü olarak boşaltılacak ve sistem yaşatılmaya çalışılacaktır. Başarı şansı çok yüksek olmayabilir. Risk çok büyüktür.
*****
Bu bağlamda TBB’nin tarihsel nitelik kazanan 09 Şubat 2018 Safranbolu  basın açıklaması, VAHİM ÖTESİ kırılgan bir tabloyu betimlemektedir. Her sözcüğünün büyük dikkatle okunması gerekmektedir. Bu açıklamaya göre;

  • TEK ADAM, ülkenin bekasına hizmet etMEmekte, tersine bekası için risk oluşturmaktadır.

TBB, kendisini, bu ceberrut saldırı nedeniyle, TÜRK MİLLETİNE emanet etmek zorunda kaldığını çığlık çığlığa haykırmaktadır. Tüm Devlet erkini hukuk dışı biçimde ele geçirmiş biri, ülkenin anayasal kurumlarını deyim yerinde ise tar-u mar ederek doğramaktadır. Sıra TBB ve TTB’ye gelmiştir bir vesile yaratılarak – kullanılarak : TTB’nin Afrin operasyonu için açıklaması ve “Savaş bir halk sağlığı sorunudur..” demesi bahane edilerek. Oysa bu bir bilimsel gerçektir!

TBB Başkanı, kıdemli ceza hukuku profesörü, Ankara Hukuk Fakültesinin önceki dekanlarından Sn. Av. Metin Feyzioğlu, serinkanlılığı, sağduyusu ve dirayeti ile bilinen bir hukukçudur. Ancak basın açıklamasını bitirirken “bizi kırabilirsiniz….” sözleri ağzından dökülmüş (faili meçhul cinayet çağrışımı!), devamla “..asla eğilip bükülmeyeceğiz; AND OLSUN, AHD OLSUN” gibi trajik sözcükler kullanmak zorunda kalmıştır. Bunlar heyecan ürünü denetimsiz sözcükler değildir. TBB Başkanı, can güvenliği açısından kaygı – endişe – kuşku içindedir ama, bu yakıcı sorunu da tarihe not düştükten sonra, boyun eğmeyeceklerine ilişkin bir tür yemin etmektedir!

Açıklanan metin oybirliği ile karar altına alınmıştır. 24 Şubat 2018’de Ankara’da çok kapsamlı bir toplantı düzenlenerek yol çizgisi netleştirilecek ve kararlılık vurgulanacaktır.

AKP = Erdoğan için sona yaklaşılmaktadır.. Erdoğan yanlışlarında daha da ısrar ederse, yukarıdaki 2 olasılık diyalektik – deterministik olarak (kaçınılmazlaşarak)  gündeme gelecektir. Sistemde basınç olağanüstü yükselmiştir ve patlama eşiğine gelinmiştir. Erdoğan ne yapıp edip, bu kısır döngüden ve kuşatılmışlıktan kendisini ve partisini, dolayısıyla Türkiye’yi kurtarmanın bir yolunu bulmak zorundadır. (Bkz. SARAY’DA TUTSAK ERDOĞAN’A YARDIM ETMELİ)

  • Erdoğan kör inadı, narsisistik takıntıları derhal ve kesin olarak terk etmek zorundadır.
  • Erdoğan, rejimi normalleştirmek, Devletin felç ettiği kurumsal araçlarını, başta TBMM olmak üzere çalıştırmak zorundadır.

Afrin operasyonu şaka değildir! Bu, henüz sınırlı da olsa bir SAVAŞ’tır! Erdoğan, çok acı veren bir söylemle “20-25 şehidimiz var, ÖSO ile birlikte..” gibi kanımızı beynimize fırlatan davranışlarına son vermelidir. ÖSO çapulcuları bir yana, şehitlerimiz net olarak ve zamanında açıklanmalıdır. Bu sayı 50’yi aşmıştır ne acı ki. Fırat Kalkanı operasyonu 75 şehide malolmuştur. Bunlar küçük, önemsenmeyecek rakamlar değildir. Her insan bir Dünyadır! Çok ama çok ciddi, sorumlu, ağırbaşlı olmak zorundadır herkes. Öte yandan “öldürülen terörist sayısı..” açıklamaları savaş hukukuna ve insancıl hukuka aykırıdır ve gün olur uluslararası hukuk katında Türkiye için sıkıntı doğurabilir. Hele hele bu rakamları verirken “..hamdolsun..” diye başlamak ve “.. akşama doğru daha da artacaktır..” sözleri hiçbir biçimde hoş görülemez, normal ve insancıl değildir.

  • Asla unutulmamalıdır ki; bugün yapmak zorunda kaldığımız – bırakıldığımız askeri operasyonlara bizi mahkum eden AKP’nin olağanüstü yanlış geçmiş politikalarıdır. Hata yapan gitmelidir. Devlet yönetimi deneme – yanılma tahtası ya da deney laboratuvarı değildir. Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun bu bağlamdaki açıklaması düşündürücüdür :
  • “Afrin Harekatı milli bir meseledir parti programlarında, ilçe kongrelerinde siyasi malzeme yapılamaz, yapılmamalıdır. Ne yazık ki hükümet bu tavrıyla zeytin dalı operasyonunu, zeytinyağı operasyonuna çevirme çabasında.  Afrin’i bahane ederek her türlü ülke problemini sümen altı etmenin yolu aranıyor.” (http://t24.com.tr/haber/erdogan–karamollaoglu-gorusmesi-basladi,555998)

AKP = Erdoğan ilk olarak OHAL’i derhal kaldırmalı, ülkemizi hızla normalleştirerek hukuk devletine dönüşü sağlamalı, başta TBMM ve yargı olmak üzere Devletin kurumları uyumla çalıştırılmalı ve Erdoğan anayasal yetki sınırlarına çekilmelidir. Artık en son fırsatlardır..

Sevgi ve saygı ile. 11 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Suay Karaman : OYALAMA, OYLAMA

OYALAMA, OYLAMA

Suay Karaman

Suay Karaman

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır.)

Irak’ın kuzeyindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı ve 1979 yılından beri Kürdistan Demokratik Partisi‘nin başkanlığını yürüten Mesud Barzani, 30 Eylül 2012’de AKP 4. Olağan Kongresine “onur konuğu” olarak davet edildi. Kongrede Kürtçe konuşma yaptı ve “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganıyla ayakta alkışlandı.

Türkiye Kerkük’e karışırsa biz de Diyarbakır’a karışırız” diyen Mesud Barzani, 16 Kasım 2013’te AKP’nin Diyarbakır mitingine davet edildi. Mitingde Şivan Perver adlı sanatçıyla şarkı söyledi ve zamanın başbakanı Tayyip Erdoğan ile birlikte kürsüye çıkarak, ele ele halkı selamladı. Mitingde Barzani Kürtçe konuşma yaptı, Tayyip Erdoğan ise yaptığı konuşmada ilk kez “Kürdistan” dedi.

Nil Nehri’nden Fırat Nehri’ne dek olan bölgede Büyük İsrail’i kurmak için yetiştirilen, Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanlarından Mesud Barzani, 26 Şubat 2017’de ülkemizi ziyareti etti ve kırmızı halılarla karşılandı. Ziyaret sırasında İstanbul Atatürk Havalimanında ve Ankara Esenboğa Havalimanında ilk kez Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi bayrağı asıldı. Verilen tepkilere karşı Başbakan Binali Yıldırım’ın söyledikleri, gelecekte gereği yapılmak üzere tarihe not edildi: “Irak anayasasına göre, Kuzey Kürdistan Bölgesel Yönetimi, özerk bir yapıdır. Parlamentosu vardır. Başbakan’ı, bakanları vardır. Ayrı bayrağı vardır ve dünyada da bu şekilde tanınır.”

Mesud Barzani, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi başkanlığına 2005’te parlamento tarafından, 2009’da halk tarafından seçildi. 2013’te parlamento kararıyla görev süresi iki yıl daha uzatıldı. Bu uzatma 19 Ağustos 2015’te bitti ancak Mesud Barzani, zamanı geçtiği halde seçimlerin yapılmasını engellemektedir. Yasalar, başkanın halk tarafından seçilmesini öngörmesine karşın, görev süresinin bitimine yakın, Barzani yönetimindeki seçim kurulu ‘seçim yapacak para ve eleman olmadığı’ gerekçesiyle seçimden kaçmıştır. 2015’ten bu yana Bölgesel Yönetim Parlamentosunu çalıştırmayan Mesud Barzani’nin, seçim yapacak para bulamazken, halk oylaması yapacak parayı bulması da ilginçtir. Mesud Barzani, iktidarını sürdürmek ve gücünü pekiştirmek üzere halk oylaması konusunu gündeme getirerek, kendisinin başında olacağı yeni bir Ortadoğu diktatörlüğünün kurulmasını düşlemektedir.

Ülkemiz yöneticilerinin el üstünde tuttuğu Mesud Barzani, halk oylaması yapacağının ilk işaretini 23 Mayıs 2015’te ABD ziyaretinde verirken, Tayyip Erdoğan “bağımsız Kürdistan, Irak’ın iç sorunudur” demişti. 2016 Ocak ayında oylamanın takvimini başlattı ve 2017 Haziran ayında 25 Eylül’ü, halk oylaması tarihi olarak ilan etti.

Bu tarihler belliyken, bu halk oylamasını önlemek için ülkemizin yöneticileri, kimi önlemler alabilirlerdi ama oyalama sürecine bıraktılar. Öncelikle Mesud Barzani’nin Türk pasaportu iptal edilebilirdi. Mesud Barzani’nin ve aşiretinin Mersin limanı başta olmak üzere tüm şirketlerine operasyon yapılarak el konabilirdi. Birçok AKP’linin ortaklığı ile satılan petrol ve türevleri ticareti durdurulabilirdi, verilen elektrik kesilebilirdi. Yapılan her türlü ticarete son verilerek, ekonomik ambargo uygulanabilirdi. Habur sınır kapısı kapatılabilirdi. Hava sahası kapatılarak, Erbil seferleri iptal edilebilirdi. Erbil Konsolosu geri çekilebilirdi ve Barzani’nin Ankara  temsilciliği kapatılarak görevliler sınır dışı edilebilirdi. Barzani’nin Türkiye’nin güneydoğusunu Kürdistan’da gösteren Rudaw adlı TV kanalı Türksat uydusundan çıkarılabilirdi. Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda Türkiye, İran, Suriye ve Irak devletlerinin birlikte hareket etmesi için, Türkiye girişimde bulunup, öncülük yapabilirdi. Bu önlemlerin hiçbiri alınmayıp, yalnızca göz boyama amaçlı konuşularak oyalama yapılmıştır. Halk oylaması öncesi önlem almayanlar, oylama sırasında da seyirci konumuna düşmüşlerdir. Halk oylamasından sonra alınan önlemler ise geç, yetersiz ve göstermeliktir.

Mesud Barzani ile ortaklık yapan ve bugüne kadarki sürecin gelişmesine omuz veren, destek olan siyasal iktidarın halk oylamasına engel olmak için kimi önlemler almasını beklemek saflık olurdu. O nedenle halk oylamasına dek herhangi bir önlem alınmadı ve oylamanın yapılmasına gizli destek sağlandı. Tabii aynı durum yumuşak muhalefet için de geçerlidir.

Mesud Barzani’nin böyle bir yanlışa düşeceğine olasılık vermediğini ve yanıldığını söyleyen Tayyip Erdoğan, sürekli aldatılarak, kandırılarak siyaset yapmaktadır. Üstelik Erdoğan’ın “bu halk oylamasının sonucu şaibelidir” diyerek, ülkemizde 16 Nisan 2017’de yapılan halk oylamasına göndermede (atıfta) bulunduğu sanılmaktadır.

Halk oylaması konusundaki tutumunun ne olacağını bile oylamadan üç gün önce topladığı Milli Güvenlik Kurulu’na bırakan siyasal iktidar, toplantıdan “referandum gayrimeşrudur” gibi önlem içermeyen bir karar çıkardı. ABD ve öbür emperyalist ülkelerin açıklamalarından sonra, oylamaya iki gün kala TBMM’yi olağanüstü toplayan siyasal iktidar, Irak ve Suriye tezkeresini sanki halk oylamasına karşı bir tedbirmiş gibi yeniden uzattı. Bağımsız Kürdistan kurulmasının, özellikle ülkemizin ve bölge ülkelerinin toprak bütünlüğünü tehlikeye atacağını göremeyen ufku dar siyasetçiler, emperyalizmin taşeronluğunu yapmaktadır.

Halk oylamasından sonra yapılması gereken şey uluslararası sözleşmelerden doğan haklarımızı sonuna dek savunmak ve sonuç alıcı kararlar vermektir. Ankara, Tahran, Şam ve Bağdat’ın birlikte hareket etmesini sağlamak için, ülkemize büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Ancak bu görev ve sorumlulukların gerek siyasal iktidar, gerekse yumuşak muhalefet tarafından yerine getirilmesini beklemek hayalin de ötesindedir… (04.10.2017)
====================================
Dostlar,

Değerli kardeşimiz Suay Karaman yakın tarihe ışık tutan somut olayları iyi ki sıralıyor bu yazısında. İnsan belleği unutma hastalıklı (nisyan ile malul!).. Hele az okuyan, not almayan, arşiv tutmayan toplumlar.. Sitemizin manşetinde bu konuda benzer vurguları yapan 2 makalemizin erişkesini (linkini) hala tutuyoruz.:

AKP = RTE NEDEN İKBY – BARZANİ’ye KESİN – NET “HAYIR – YAPAMAZSIN” DİYEMİYOR ?
BARZANİSTAN HALKOYLAMASI; NE YAPMALI?
2 makalemizi okumak için lütfen üstünde tıklayınız..

Bir de çook çarpıcı bir karikatür.. Türkiye’ye kurulan tuzak…

MHP Genel Başkanı D. Bahçeli muhterem, balıklama atladı bu oltaya.. 82 Kerkük, 83 Musul, 84 Erbil…  miş miş miş.. Büyüklere masallar.. tabanın gazını almalar.. Beş bin ülkücü bölgede savaşmaya hazırmış.. Daha önceleri nerelerdeydiniz?? AKP = Erdoğan Barzani’nin halkoylamasına giden süreçteki apaçık çanak tutuşları sırasında Bay Bahçeli ve particiği MHP nerelerdeydi??

 

  • Her 2 parti de kendilerine yüklenen küresel misyonlarını yürütüyor; çıplak gerçek budur.. 
    Türkiye ve Anamuhalefet bu hazin ve acı gerçeğe göre konumlanmalı, savunma örmelidir. Örneğin Irak’ın kuzeyindeki PKK mevzilerine, Kandil’e kara harekatı yapıl(a)mamaktadır!?

Başbakanlık yapan Binali bey, bir özerk bölgenin bayrağını göndere çekmeyi savunurken hukuk dışı konuşuyordu. Uluslararası hukukta BM’ye kayıtlı bir devlet değil o bölge. Dolayısıyla statüsü de devlet değil ve BM kurucularından egemen bir devlet olan Türkiye ile uluslararası ilişkide eş statülü değil. Neden bu gerçekleri Bay Bahçeli ve particiğinin seçkin uzmanları dile getirmediler??

Uyannnnnn ey halkım uyannnnnn derin gaflet uykusundan..
Seni kimler “öpüyor” siyaseten, gör artık..
Ülken  – vatanın 97 yıl sonra gene Sevr tehdidi altında..
Son Osmanlı Padişahı Vahdettin Sevr’i onaylamış; Mustafa Kemal ve arkadaşları – ilk Meclis bunu yırtmış ve imzalayanları da vatan haini ilan etmişti.
97 yıl sonra herkes gene rolünü oynamakta; tarih aptal toplumları böyle tekerrürle pataklıyor!

Sevgi ve saygı ile. 04 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

AİHM AKP’den yanıt bekliyor: Cumhuriyetçiler neden tutuklu?

AİHM AKP’den yanıt bekliyor: Cumhuriyetçiler neden tutuklu?

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Gazetemiz yazar ve yöneticilerinin AİHM’ye yaptığı başvurunun öncelikli olarak ele alınmasının kabulünün ardından, mahkeme dün Türkiye’ye savunma için 2 Ekim’e kadar süre verdiğini açıkladı.

226 gündür cezaevinde tutulan Cumhuriyet Gazetesi yazar, çizer ve yöneticilerinin AİHM’e yaptığı başvurunun öncelikli olarak ele alınmasının kabul edilmesinin ardından, mahkeme dün Türkiye’ye savunma için 2 Ekim’e kadar süre verdiğini açıkladı.

Genel Yayın Yönetmenimiz Murat Sabuncu ile tutuklu bulunan diğer 9 Cumhuriyetçinin yaptığı başvurunun ardından Mahkeme, Türkiye’nin hangi gerekçelerle tutukluluk kararını verdiğini açıklamasını istedi.

Başvuru beklemede

Ekim 2016’dan bu yana tutuklu bulunan Cumhuriyet’ten 10 kişinin karara itiraz ettiği de anımsatılırken, AİHM’den yapılan açıklamada AYM’ye yapılan başvurunun beklemede olduğuna da işaret edildi. Başvurunun AİHS’nin 5’inci maddesinin 1, 3 ve 4’üncü bendindeki, özgürlük ve güvenlik hakkı; 10’uncu maddesindeki, ifade özgürlüğü ve 18’inci maddedeki hukuksal kısıtlamalar nedeniyle yapıldığı ve 10 gazetecinin, geçici tutukluluklarına, sürelerine ve ifade özgürlüğüne karşı başvuruda bulunduğu anımsatıldı. Başvuruda, tutukluluklarının hükümete yönelik eleştirel görüşleri nedeniyle olduğuna da işaret edildi. (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/759685/AiHM__AKP_
den_yanit_bekliyor__Cumhuriyetciler_neden_tutuklu_.html
, 13 Haz. 2017)
==================================
Dostlar,

Türkiye’nin her bakımdan ve hızla normalleşmeye gereksinimi tartışma dışı.
Bunu yapacak başlıca organ ve yükümlü ise, tabloyu yaratan AKP iktidarı.
Dolandığı kısır döngüden çıkması gerek. Bu öncelikli kendi yararına olacak.
AKP içinde ve Erdoğan’ın yakın çevresinde bu kaçınılmaz gerekliliği görenler elbette vardır. Erdoğan’ın ”çooook zor” bir insan olduğunda kuşku yoktur.
Ancak söz konusu olan Vatandır ve 80 milyon insanın geleceğidir.
Sonu olmayan / daha doğrusu sonu felaket olan bu vahim gidiş durdurulmalıdır.
Oysa iktidar habire hata yapmayı sürdürüyor.. Bu koşullarda başka türlüsü olmaz zaten.

Örn. güncel Katar politikası / politikasızlığı! Alelacele, neredeyse AKP noterine indirgenen TBMM‘den çıkarılan Meclis Kararı ile (Anayasa md. 92) Katar’a ek askeri birlikler gönderme yetkisi alınıyor; öncesinde Katar’a her tür desteğin verileceğini RTE açıklıyor; dün ise Katar’daki Türk askeri birliklerinin bu krizde askeri amaçla kullanılmayacağı açıklanmak zorunda kalınıyor.. Ne diye yaklaşık 3 bin Mehmetçik yollanıyor alelacele o zaman?? Ne hazin ve ne traji-komik.. Ülkemizin saygınlığı ve güvenilirliği yerlerde sürünüyor..

Oysa AKP iktidarı, KADİR-İ MUTLAK TEK ADAMIN GİDEREK KOYULAŞAN TOTALİTER YÖNETİMİNE teslim olmak yerine, Devlet mekanizmasını kullansa, özgür basına kulak kabartsa, üniversiteleri dinlese…. hem ülkede baskıcı rejim yerine katılımcı demokrasi gelişebilir hem de Türkiye hak ve çıkarlarını daha tutarlı ve akıllıca savunur, maskara edilmez..

Son 11 ayda FETÖ gerekçesiyle 50 bin dolayında insan hapse atıldı. Cezaevlerinde yaklaşık 200 bin tutuklu – hükümlü vardı, hiç yer yoktu..
Bir dolaylı / örtük af (infaz düzenlemesi) ile 38 bin kişi erken salıverildi ve adeta ”yer açıldı” cezaevlerinde. AKP karşıtları OHAL rejimiyle kitlesel kırıma uğratılıyor; FETÖ savaşımı da bu kumpasların gerekçesi oluyor. Bu filmi Türkiye en yenilerde Ergenokon – Balyoz ve türevi tuzak davalarda gördü ve artık kimse yutmuyor. AKP = Erdoğan da kendini kandırmasın..

Cumhuriyet ve SÖZCÜ başta olmak üzere, basın emekçilerinin derhal salıverilmesi ve yargılanacaklarsa bunun tutuksuz yapılması gerek.. Onların hepsinin de ”2 damat” gibi sabit ev – iş adresleri var; haklarında her tür kanıt toplandı 7,5 aydır ve Kumpas savcıları gibi kaçmaya da niyetleri hiç yok..

AKP bu ilk adımı hemen atmalı; tersini dayatmak hiçbir şey kazandırmaz!

AYM de bir zahmet, önüne dek gelen bu bireysel başvuruları, işin içyüzünü gözeterek artık adil ve hızlı karara bağlamalı..

Bıkıp usanmadan yazmayı ve uyarmayı sürdüreceğiz..
Bu hasret, bu memleket bizim!

Sevgi ve saygı ile. 14 Haziran 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com