Etiket arşivi: AİHM

Doğu Perinçek AİHM’de Savunma Hakkını Kullanmalıdır!


Doğu Perinçek,
AİHM’de Savunma Hakkını Kullanmalıdır!


İP Genel Başkanı Doğu Perinçek
‘in AİHM’nde (Fransa, Strasburg) 28 Ocak 2015 günü Büyük Daire’de yapılacak temyiz duruşmasına katılmasının mutlaka sağlanması gerekir.

Bu dava, geldiği aşamada salt Doğu beyin değil Türk Devleti’nin,
Türkiye’nin davası olmuştur.
AKP hükümetinin yapmadığını / yapamadığını bir yurtsever T.C. yurttaşı başarmıştır.
Engin tarih, hukuk, siyaset bilimi, yabancı dil … bilgisi ile..
Harman yüreğiyle.. Hiçbir şey beklemeden ama çok şey vererek..
Bu aşamadan sonra Türkiye bir bütün olarak, kale gibi bu davaya sahip çıkmalıdır.
Başlangıçta Dışişleri’nin çekinceleri vardı.. Dava açılsın mı açılmasın mı??
Bu riski göze alamadı AKP hükümeti.. (?)

– “Ya AİHM de aleyhte karar verirse? Ne yaparız?” kaygısı ağır bastı sanırız (?).

Son 2 tümceye “?” koyduk çünkü 23 Nisan 2014 günü dönemin Başbakanı RTE, Ermenilerden neredeyse soykırım özürü anlamına gelecek saçma sapan tümceler kurmuştu.
Bu bakımdan AKP’nin niyetinin / çekincenin içtenliğini sorguluyoruz ister istemez..

AKP iktidarının bu endişeleri artık geride kalmıştır.

AİHM, en azından, bu kararı ile İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN arkasında net olarak durmuş ve

“ERMENİ SOYKIRIMI EMPERYALİST BİR YALANDIR!”

bağlamında tümcelerin kurulmasının yasaklanamayacağını, eylemin düşünce ve
onun ayrılmaz uzantısı olan düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereğini vurgulamıştı.

Her şeyden önce SAVUNMA HAKKI KUTSALDIR ve SON SÖZ SAVUNMANINDIR..

Savunma son sözünü söylemeden karar verilebilir mi?

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu gerçekten içtenlikli ise,
Adalet Bakanlığı’na başvurmalı ve

  • Doğu Perinçek için Yargıtay’dan özel izin istenmelidir.

Böylesi bir istemin ceza muhakemeleri hukukuna aykırı bir tarafı yoktur, olağandır.
İnsanlar tutuklu – hükümlü iken bile cezaevinden gerektiğinde izinle dışarı çıkabilmektedir..
Adalet Bakanı da kendiliğinden harekete geçebilir, geçmelidir.
Gerektiğinde kefaletle de bu izin verilebilir.
Bildiğimiz kadarıyla dosya Yargıtay’dadır ve ilgili 9. Daire’ye doğrudan ya da
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı üzerinden yapılacak yazılı bir başvuru ile

– yurt dışına çıkış yasağının bir güvenlik tedbiri olarak sürdürülmesinin gereğinin olmadığı
– ya da bu özel, meşru, yerinde, hukuka uygun, gereği yapılmadığında doğacak olumsuz durumun gideriminin (telafisinin) olanaksız olması,
– bu önlemden beklenen yararın daha büyük bir sakıncaya yol açabileceği,
– ülkenin ulusal çıkarları karşısında sürdürülmesinin akla – hukuka uygun tarafının kalmadığı…
-… gereğinde kefalet koşuluna bağlanarak
– … gereğinde güvenlik görevlileri eşliğinde
– …..

gibi gerekçelerle yurt dışına çıkış yasağı (özü bakımından geçici bir güvenlik önlemidir)
– geçici
– sürekli
– ya da bu olaya özgü olarak kaldırılması İVEDİLİKLE istenmelidir.

Gereği de aynı duyarlık ve ivedilikle yerine getirilmelidir.

Bay RTE Başbakan iken MİT Müsteşarı savcılıkça ifadeye çağrıldığında,
hukukun ırzına geçilerek “kişiye özel yasa” çıkarılmıştı Yüce TBMM’den birkaç gün içinde..
Oysa hukukun genel ilkelerindendir; yasalar soyut ve genel olmak zorundadır.

Aynı başvuruyu Doğu Perinçek de Yargıtay’a ve ilgili 2 Bakanlığa yapmalıdır.

Eğer dosya Yargıtay’dan AYM’nin “hak ihlali yapılmıştır” kararı üzerine yeniden ve
tutuksuz yargılama amacıyla görevlendirilen Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi ise (bilindiği gibi Özel Yetkili Ceza Mahkemeleri kapatılınca dosyaları Ağır Ceza Mahkemelerine dağıtıldı), yazılı yasal başvuruların bu mahkemelere yapılması gerekecektir.
Kuşkusuz Sn. Perinçek kamu hukuku alanında Doktora yapmış bir hukukçu olarak ve
saygın avukatları bizden çook daha fazlasını ve doğrusunu bileceklerdir.. Türkiye Barolar Birliği’nin de (TBB) tüm hukuksal desteği vereceğini açıklamış olması ferahlık sağlamıştır. TBB başkanı Av. Sayın Prof. Dr. Metin Feyzioğlu da, İstanbul Barosu Başkanı
Sn. Doç. Dr. Ümit Kocasakal da ülkemizin önde gelen Ceza Hukuku uzmanlarıdır.

Hukuk düzeni çaresizlik rejimi değildir.
Son çözümlemede hukuk adaletin aracıdır;
temel işlevi budur,
dolayısıyla bu bağlamda üretmek zorunda olduğu çözümler meşrudur. 

Sivas katliam hükümlülerinin cezaevinde iken çocukları oldu!
İmralı’daki katilin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası İnfaz Yasası kurallarına uygun mu ?

Bizim önermelerimiz yanlışı örnek göstererek değildir.
Eski deyimle “sui misal misal değildir.(kötü örnek örnek değildir..)

Tümüyle meşru, hukuka uygun ve yasaldır. Kişiye değil olaya / olguya özgüdür ve
ortada ülkemizin yaşamsal çıkarları söz konusudur. AİHM’de tezini en ustalıkla savunacak kişi, favayı açan ve bu aşamaya dek taşıyan Hukuk Doktoru / Avukat Dr. Doğu Perinçek’tir.
Sn. Perinçek, yaşamsal önemdeki AİHM temyiz duruşmasında kendisini değil,
80 milyonluk Türkiye’nin onurunu savunacaktır.

Ulusumuza atılan hayasız soykırım iftirasının engellenmesi için boğuşmaktadır.
Bu kesitte üzerine düşen yapmaktan kaçınanlar, olası ağır olumsuz sonucun da
1. dereceden sorumlusu olacaklardır.

Yarın 12 Ocak’tır.. 28 Ocak’a (2015) dek daha 2 hafta vardır.
İstenirse 1 gün içinde bile olumlu sonuç alınabilir, yurt dışına çıkış izni sağlanabilir.

Böylesi olumlu bir adım, ülkemizin çok gerildiği bir ortamda sosyal psikoloji bakımından da çok yerinde ve yararlı bir adım olacaktır.

Ayrıca unutulmasın; Perinçek hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı, bir hüküm yoktur. Anayasa, AİHS ve evrensel hukuk kuralları gereği yalnızca “sanık” tır ve masumiyet karinesi” gereği henüz suçlu değildir!

Dilerseniz tersini düşünelim bir an için :

* AİHM Büyük Daire’de temyiz kararında Ermeni diyasporasının / İsviçre hükümetinin tezini kabul ederse,

“ERMENİ SOYKIRIMI EMPERYALİST BİR YALANDIR!”

tümcesi artık kurulamayacaktır. Sanırız 45 dolayında ülke bu tümcenin kurulmasını yasaklamış ve ceza yaptırımına bağlamıştır. Bu ülkeler daha da artabilecek,
Tarih uzmanları bile bilimsel veriler doğrultusunda bu yönde bir yargı ileri süremeyecek, makale – kitap vb.  yazamayacaklardır.

Fransız tarihçi Jean Michel Thibaux’nın aşağıdaki davranışı örnek alınmalıdır.

Fransız_tarihci_Jean_Michel_Thibaux_Turk_vatandasi_olmak_istiyor

Dolaylı olarak, reddedilemeyen, reddedilmesi yasaklanan bir olgu “doğruymuş “gibi
kabul görecektir. Bu dolaylı ama yanlış çıkarım, de facto olarak bizim soykırım yaptığımız yönünde dayatılarak bu kez AİHM, Uluslararası Ceza Mahkemesi, BM Genel Kurulu gibi uluslararası zeminlerde tazminat ve giderek toprak isteme boyutlarına taşınabilecektir!

AKP’nin bir “proje” partisi olduğunu, ülkemizi BOP kapsamında parçalamak için,
95 yıl sonra SEVR’i yeniden dayatmak için Başbakan iken RTE’nin 30+ kez
“BOP EŞBAŞKANI” olduğunu itiraf ettiğini hiç unutmamakla birlikte;
AKP’li vicdan sahibi ve yurtsever vekil, yönetici ve özellikle AKP üyesi ve oy vereni yurttaşlarımızdan umudumuzu kesmiş değiliz..
Onlardan yüzü aşkın milletin vekili, 1 Mart 2003 tezkeresine red oyu vererek
ülkemizin ABD tarafından sıcak işgalini engellemişlerdi..

AKP iktidarına bir kez daha sağduyu ve yurtseverlik çağrımızı yineliyoruz.

Her – ke – si üzerine düşen yurt görevini İVEDİLİKLE yapmaya çağırıyoruz.

Hiç kimse zerrece endişe etmesin, Doğu Perinçek kovsanız da, ülkesini 70’i aşan yaşından sonra terk edecek değildir. O, vatanına aşık, yaşamını devrimci savaşıma adamış bir insandır. Yaşamının en az 1/7’si, 11+ yıl hapislerde geçmiştir. AİHM’de tarihsel savunmasını
hukuk ustalığıyla ve gibi aslanlar gibi savunacak, davayı kazanacak ve onurla yurduna dönecektir.

Herhalde bu çok prestijli tablodan salt Doğu Perinçek’i yoksun bırakmak için
ülke çıkarları riske sokulmaz!?

Haydi Türkiye, ilkel kimi dürtüleri bir yana atarak sağduyunun gereğini, sana yakışanı yap..

Not : Makalenin pdf örneği (formatı) için lütfen tıklayınız :

Dogu_Perincek_AIHM’de_Savunma_Hakkini_Kullanmalidir

Sevgi ve saygı ile.
11.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Konu Alevilik olunca oyun bitmiyor!


Konu Alevilik olunca oyun bitmiyor!

portresi2

 

Necdet Saraç
necdetsarac@ilerihaber.org, 04.12.14
http://ilerihaber.org/yazarlar/necdet-sarac/konu-alevilik-olunca-oyun-bitmiyor/519/

Türkiye “normal” bir ülke olsa, siyasetin kuralları da “normal” işlese,
dünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararından sonra Alevilerin en önemli istemi olan Cemevleri’nin yasal olarak “ibadethane” olarak kabul edilmesi ile ilgili bütün tartışmanın hemen bitmesi gerekirdi. Ancak memleket Türkiye olunca
işler siyasetin klasik öngörüsüne göre şekillenmiyor.

Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi, aralarındaki farka karşın
bütün Alevilerin ortak istemiydi… Cemevlerinin “yasal statü” dışında elektrik – su parası, altyapı gibi ortak sorunları vardı… CEM Vakfı, 2006 yılında Yenibosna Cemevi‘nin,
tıpkı cami gibi, kilise gibi elektrik faturalarını ödemekten bağışık (muaf) tutulması için başvurmuştu. Bu başvuru, 2008 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “bilirkişi” raporu ile “Aleviliğin bir din, cemevinin ise ibadet yeri olmadığı” gerekçesiyle reddedilmiş,
daha sonra bu karar 2009 yılında Yargıtay tarafından da onaylanmıştı.

Türkiye’de hukuksal yollar bitince, CEM Vakfı davayı AİHM’e taşıdı.
AİHM önceki gün aldığı kararla Cemevlerinin camiler gibi ibadet yerlerinden farklı olarak elektrik faturalarından bağışık tutulmamasını,

– İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ayrımcılığı yasaklayan 14. maddesi ve
– düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne ilişkin 9. maddesine aykırı buldu.

Türkiye’yi mahkum etti. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
‘Ayrımcılık yasağını’ düzenleyen 14. maddesi çok açık hükümlü:

  • “Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya başkaca kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensupluk, serbest, doğum veya herhangi başka bir durum bakımından
    hiçbir ayrımcılık yapmadan sağlanır…”

Yani AİHM dedi ki; “Camilerden, kiliselerden, sinagoglardan elektrik faturası almıyorsan Cemevi’nden de alamazsın”! Cemevi’ne ”ibadethane” dedi.

Böylece aynı zamanda “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Cemevlerinin dini ibaret yeri olmadığı görüşünü” de reddederek Türkiye’yi “ayrımcı”olarak mahkum etti.
Ayrımcılığın altını da kalınca çizdi ve Cemevini elektrik faturalarından bağışık tutmayan sistemin din temelli bir ayrımcılık olduğuna vurgu yaptı, “farklı muamelenin,
objektif ve makul bir gerekçesinin bulunmadığını” belirtti.

AİHM burada da durmadı ve “Elektrik faturalarının ödenmesi sorunu, aslında devletin tarafsızlığı ilkesinin ihlal edilmesiyle yakından ilgilidir.” dedi ve ekledi:

“İhlal, ayrımcılık karşıtı bakış açısıyla ele alındığında Cemevinin elektrik faturalarının ödenmesiyle onarılamaz. Bu çözüm, Alevi toplumunun ve dininin, dahası ibadethanelerinin statüsüyle ilgili özel ve eşitlikçi bir yaklaşımın olmadığı sorununu cevapsız bırakmaktadır.” dedi. Davanın tazminat boyutunu bir sonraki duruşmaya bırakan AİHM, oybirliği ile aldığı kararda Türkiye’ye 6 ay süre tanıdı! 6 ayda bu işi düzelt dedi.

ANAYASA ve 90. Madde

Hadi Anayasanın 2., 10. ve 24. maddelerini geçtik.. 90. maddesi AİHM’in bu kararını uygulmayı zorunlu kılıyor. Anayasanın 90. maddesi diyor ki (AS: son fıkra):

  • “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır…”

DAVUTOĞLU BİZİ ETKİLEMEZ

Bu denli açık yasal bir gerçeğe karşın Hacıbektaş’ta, Dersim’de ağzından “eşitliği” ve “kardeşliği” düşürmeyen Başbakan bildiğini okuyor. Cemevinde, Alevilerin yanında; “Allah Alevilerle Sünnileri eşit yaratmıştır.” diyor, “Erenlerin, pirlerin adları, parlak ve güzel sözleri” arka arkaya sıralıyor, dışarı çıkınca bu sözler orada kalıyor…
Çünkü konu Alevilik olunca dün Osmanlı’da, bugün de AKP’de oyun bitmiyor
Eşitlik onlar için yalnızca lafta kalıyor. Cami ile Cemevi’nin eşit olabileceğini akıllarının ucuna bile getirmek istemiyorlar…

Bu yüzden Davutoğlu, “Bu karar çalışmalarımızı etkileyecek bir durum değil” diyor!
Dün akşam adları henüz açıklanmayan “Alevi temsilcileri” ile yapılan yemekli toplantıda Davutoğlu halen işin etrafında dolaşmaya devam ediyor. “Alevi İslam geleneğinin yaşatılması”ndan sözediyor. “Samimiyetimizi koruyabilirsek çok önemli adımlar atabiliriz. Hepimizin empati yapması gerek” diyor. İşi sulandırmak için elindne geleni yapıyor. Tıpkı AİHM’in zorunlu din dersleri kararında olduğu gibi…

Oysa karar ortada. Bunun için ne özel bir empatiye, ne de samimiyete ihtiyaç var!
Kararı uygula yeter! “Kargadan başka kuş tanımam” tavrını terk et!

AKP İÇİN DENİZ BİTTİ!

Görüşmeden ve müzakereden yana olan Alevi federasyonlarını (ABF – ADF – AVF) dışlayarak “kendi belirlediği Alevileri ile yemeğe çıkması” ve bu yemek sonrası
halen laf kalabalığı yapması kendisini de, AKP’yi de kurtaramaz! Deniz bitti!
Yapılması gereken bellidir: Bu işi daha çok uzatmadan Cemevleri başta olmak üzere kayıtsız koşulsuz Alevilerin istemlerini tanımak!

========================================

Dostlar,

Sn. Necdet araç’ın yazdıklarına katılarak paylaşmak istiyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
04.12.2014, Ankara

Sevgi ve saygı ile.
04.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

HASUDER uyarısı : ÜLKEMİZDE HIV/AIDS OLGULARI ARTABİLİR!

HASUDER uyarısı : ÜLKEMİZDE HIV/AIDS OLGULARI ARTABİLİR!


Her ne kadar ülkemizin dünya genelinde düşük yoğunluklu bir ülke olmasına karşın, son yıllarda Ortadoğu’da yaşanan çatışma ve savaşlar nedeniyle
yoğun bir sığınmacı ve mülteci göçüne maruz kalmıştır. Bu “zorunlu” göçler nedeniyle ülkemizde güvenli olmayan cinsel ilişki ve fuhuş riskinin arttığı bildirilmektedir. Bu süreç, ülkemizde HIV/AIDS olgu sayılarında artışa
neden olabilir.     

1 Aralık; 1988’den beri dünyanın pek çok ülkesinde HIV/AIDS’in yeniden değerlendirildiği, “DÜNYA AIDS GÜNÜ” olarak etkinliklerin düzenlendiği,
tüm dünya insanlarının HIV/AIDS’e karşı farkındalıklarını artırdıkları, AIDS salgınına karşı uluslararası dayanışmanın gösterildiği bir gündür. Bu yıl Dünya AIDS gününün sloganı HIV/AIDS tanı ve tedavisindeki eşitsizliklerin giderilmesine yönelik olarak

  • AIDS Salgınını 2030 yılına dek sona erdirmek için a
    çığın kapatılmasına yardım’
    olarak belirlenmiştir.

Uluslararası dayanışma ve sağlık hizmetleri sonrasında 2001 yılından beri yıllık
yeni olgu ve ölümlerde %30’dan çok azalma olmasına karşın, HIV/AIDS hala dünyanın en önemli sağlık sorunlarından biri olmaya devam etmektedir. Sorun tüm dünyayı etkilemekle birlikte, en yoğun yaşandığı bölgeler Sahraaltı Afrika ülkeleridir.
Yeni olguların %70’i bu bölgede görülmektedir. Dünya’da halen 35 milyon kişinin
HIV virüsüyle yaşamakta olduğu kestirilmektedir. Yalnızca 2013’te 2,1 milyon kişi daha
HIV ile enfekte olmuştur.

Hastalığın kaynağı insan olup, HIV virüsü insandan insana güvenli olmayan her türlü cinsel ilişki, kan aktarımı, organ-doku nakli, kirli şırınga ve öbür kesici-delici araçların ortak kullanımı ile, ayrıca gebelik, doğum ve emzirme sırasında anneden bebeğine geçebilmektedir. HIV/AIDS açısından yüksek risk altında bulunan kesimlerin;
eşcinsel erkekler, ticari seks çalışanları, damar içi madde kullanıcıları, mahkumlar, mülteciler (sığınmacılar) ve kaçak göçmenler olduğu bildirilmektedir.

HIV virüsü ile bulaşlı olan kişilerde, süre değişmekle birlikte 1-15 yıl içinde
AIDS tablosu gelişebilmektedir. Bu süre anti-retroviral ilaçların kullanılmasıyla uzatılabilmektedir. AIDS hastalığında, HIV virüsü insan bağışıklık sistemini tahrip ettiğinden bağışıklık sistemi zayıflar ve çöker. Buna bağlı olarak kişiler kimi bulaşıcı hastalık ve kanserlere duyarlı duruma gelirler. Bu hastalıklar kişilerin ölümüne
neden olmaktadır.

HIV bulaşının tanısına yönelik testler ilerlemiş olmakla birlikte, enfeksiyonun tümden sağaltımı halen olanaklı değildir. Ancak, günümüzde geliştirilen ilaçlarla virüsün
beden içinde çoğalması önlenebilmekte ve bu biçimde bağışıklık sistemi vücudu
başka fırsatçı enfeksiyonlardan korumaya devam edebilmektedir. Tedavi yaşam süresini uzatmakta, yaşam niteliğini artırmakta, başkalarına HIV virüsünü bulaştırma riskini azaltabilmektedir. Dünyada son yıllarda tedavi alabilen kişi sayısı artmıştır;
2013’te 12,9 milyon HIV bulaşlı kişi, anti-retroviral tedavi alabilmiştir.
Bunların 11,7 milyonu düşük ve orta gelirli ülkelerdedir.

AIDS yalnızca yakalanan kişinin ölmesine değil ayrıca; HIV virüsü taşıyanların ayırımcılığa uğramasına, ailelerin parçalanmasına, öksüz kuşakların ortaya çıkmasına, yaygın olduğu ülkelerde toplumsal çöküntülere de yol açmakta ve tüm toplumu etkileyebilmektedir. Hastalığın yayılmasının önlenmesi için virüsü taşıyan kişilerin saptanıp tedavi edilmesi, kan ve kan ürünlerinin testlerden geçirilmesi, kuşkulu
cinsel ilişkilerden kaçınılması ve/veya kondom kullanılması etkili yöntemlerdir.

Türkiye, hastalığın düşük yoğunlukta görüldüğü ülkeler arasında sayılmaktadır.
Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre 1985’te ilk olgunun görülmesinden Aralık 2013’e dek tanı alan HIV/AIDS olgusu sayısı 7528 kişiye ulaşmıştır. Olguların %73’ünü erkekler oluşturmakta ve enfeksiyondan en çok 40-49 yaş arasındaki kişilerin etkilendiği bildirilmektedir.

Her ne denli ülkemizin dünya genelinde düşük yoğunluklu bir ülke olmasına karşın, son yıllarda Ortadoğu’da yaşanan çatışma ve savaşlar nedeniyle yoğun bir sığınmacı ve mülteci göçüne maruz kalmıştır. Bu zorunlu göçler nedeniyle ülkemizde güvenli olmayan cinsel ilişki ve fuhuş riskinin arttığı bildirilmektedir. Bu süreç ülkemizde HIV/AIDS olgu sayılarında artışa neden olabilir.     

Ülkemizde sorunun denetimi için toplumun HIV/AIDS’den korunma, bulaş yolları konusunda bilgilendirilmesi, duyarlı kesimlere ücretsiz ve gizlilik ilkeleri içinde sunulan HIV test hizmetinin yaygınlaştırılması, test öncesi ve sonrasında danışmanlık hizmetinin sunulması, tedavi için doğru merkeze yönlendirme gereklidir. Bunun sağlanması için tüm kişi ve kuruluşlar üzerlerine düşeni yapmalıdır.

Hiç kimseye HIV virüsünün bulaşmadığı, hiçbir HIV/AIDS’linin ayırımcılığa uğramadığı ve AIDS nedeniyle hiçbir ölümün olmadığı AIDS’siz bir dünya oluşturulması herkesin üzerine düşeni yapmasıyla mümkün olabilir. HIV’in bulaşmasından korunma, gizliliğe, ayrımcılığa karşı durma ve insan haklarına saygılı olma konularında halkın bilgilendirilmesi gereklidir.

Kamuoyunun dikkatini HIV / AIDS ile savaşımda şu konulara çekmek istiyoruz:

  • Halihazırda güvenli cinsel ilişki ve kondom kullanımı
    bu hastalıktan korunmada en etkili yoldur.
  • HIV / AIDS hastaları toplumdan ve çalışma yaşamından dışlanmamalıdır.
    Tam tersine onların da herkes gibi tüm insan haklarına sahip oldukları unutulmamalıdır.
  • HIV / AIDS hastalarının, sağlık kurumlarında bile, deşifre edilmemesine
    özen gösterilmelidir. Bunun bir hasta hakkı olduğu unutulmamalıdır.
  • HIV / AIDS hastaları koşulsuz olarak, tedavi ve esenlendirme dahil,
    sağlık hizmetlerinin her aşamasından yararlanabilmelidir.
    Bu hizmetlerde kullanılacak her türlü tıbbi aygıt ve ilaç ülkemizde var edilmeli
    ve sürekliliği sağlanmalıdır.
  • HIV/AIDS ve öbür cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmada,
    güvenli cinsel yaşama dikkat edilmeli, bu açıdan kondom kullanımına
    vurgu yapılmalıdır.
  • HIV/AIDS konusunda özellikle ergen ve genç erişkinler olmak üzere
    tüm toplumun bilinçlendirilmesi gereklidir.
  • Zorunlu göç nedeniyle ülkemize gelen sığınmacı ve mülteciler
    kayıt altına alınarak, barınma ve beslenme gibi gereksinimlerinin karşılanması yanında, temel sağlık hizmetlerinden yararlanmasındaki sorunlar giderilmeli, güvenli cinsel ilişki konusunda gerekli danışmanlık yapılmalıdır.

HIV/AIDS salgının 2030 yılına dek durdurulması için ülkemizde ve dünyada
herkesi sorunun farkında olmaya ve çözümüne her türlü ortamda destek vermeye
davet ediyoruz…

01 Aralık 2014
HASUDER Yönetim Kurulu

Prof. Dr. Esat Rennan PEKÜNLÜ’nün hapis cezası neden 2 yıl + 1 ay??


Dostlar,

20 Kasım 2014 günü Rennan hocanın sağlık raporu bitti ve infaz ertelemesi sona erdi. 

portresi

CMK (Ceza Muhakemeleri Kanunu) uyarınca 10 gün içinde Savcılığa teslim olması ve hapis cezasının infazına (yürütülmesine) başlanması gerekiyor.

Perşembe günü Türk Ceza Yasası‘nı karıştırırken cezanın ertelenmesi koşullarına baktık. Üst sınır olan 2 yılın, suçun işlendiği tarihte failin 65 yaşın üstünde olması durumunda
3 yıl olarak alınacağı md. 51’de açıklanıyordu. Heyecanla, başından beri üstün ve örnek bir çaba gösteren Sn. Prof. Dr. Kayhan Kantarlı hocayı (TÜMÖD İzmir Şb. Bşk.) cep telefonundan aradık..

Ne yazık ki olmadı.. Rennan hoca bu koşula uymuyordu..

Bu gün 24 Kasım.. Öğretmenler günü..

Bir üniversite öğretmeni, ilkel bir güdü ile

  • Kuran’da yeri olmayan “türban” denen
    Siyasal İslam uydurması ve dayatması

uğruna, gözdağı için hapse sokulacak.. Türkiye susmaya devam ediyor..

Barolar Birliği Başkanı Ceza Hukuku Profesörü M. Feyzioğlu ağzını açmıyor.
Hukuk Fakültesi dekanları Profesörler de..
İlahiyat Fakültesi dekanları Profesörler de..
Diyanet İşleri Başkanı Profesör Mehmet Görmez de..
Dinci medya da..
Mehmet Şevket Eygi bile..

Bunun bir tarihsel ve vicdani sorumluluğu olacaktır elbet..
Tarih yarglılayacak ve hükmünü verecektir.

– Bu hükmü veren yargıcın,
– Davacı olan öğrencinin ve de
– Kanıtları yargıdan kaçıran Ege Üniversitesi Rektörünün vicdanı rahat mıdır?

Haydi AİHM, elini tez tut..
Son 5-6 güne girdik..
Geç kalan adalet adalet değildir!

Lütfen aşağıdaki haberi okur musunuz?

Size düşen birşeyler de olabilir, vardır..
Bu arada çooook teşekkürler İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit KOCASAKAL!

Sevgi ve saygı ile.
24.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Prof. Dr. Esat Rennan PEKÜNLÜ’nün hapis cezası neden 2 yıl + 1 ay??

İSTANBUL Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal,
çarpıcı bir noktaya dikkat çekti

İSTANBUL Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, Prof. Dr. Rennan Pekünlü’ye üniversitede türban yasağını uyguladığı için verilen 2 yıl 1 ay hapis cezasını ve Pekünlü’nün
30 Kasım’da cezaevine girecek olmasını Aydınlık‘a değerlendirdi. Kocasakal,
gelinen noktada kimsenin yargıya güvenmediğini belirterek,

  • “Yargının tarafsız ve bağımsız olduğunu kanıtlaması gerekir.
    Geldiğimiz noktada ise kimse yargıya güvenmiyor.
    Eskiden %80’lerde olan yargıya güven,
    bugün %20’lere düşmüş durumda. Yargının da oturup bunu bir düşünmesi gerek.”

dedi.

CEZANIN SÜRESİ ERTELEME KARARINA ENGEL

Pekünlü’ye verilen cezanın 2 yıldan 1 ay fazla olması nedeniyle CMK’ya göre
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına tabi olamadığını vurgulayan Kocasakal, şöyle devam atti:

“Bazı şeyler gizlenmeye çalışılsa da olmuyor. Eğer Pekünlü’ye verilen ceza 2 yıl olsaydı yasal olarak hükmün açıklanması geri bırakılabilir ya da ertelenebilirdi.
Mahkeme ne ilginçtir ki, 2 yılın bir ay üzerine çıkarak bu yolları kapatmış.
Bu kimsenin dikkatinden kaçmış değil. Ben ceza hukukçusuyum. Haklı olarak bir kuşku taşırım. Pekünlü’nün cezaevine girmesi için özellikle 2 yılın üzerine çıkılmış.”

RENNAN HOCA İÇİN MÜCADELE HAFTASI

Kitle örgütleri ve siyasal partiler, Prof. Dr. Rennan Pekünlü’ye verilen 2 yıl 1 ay hapis cezasının Yargıtay tarafından onanması üzerine harekete geçti. Önümüzdeki hafta Rennan hoca için mücadele haftası olacak.

Ege Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu (ADT),  9 Eylül Üniversitesi ADT,
Ege Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği, TGB, Eğitim-İş, TÜMÖD ve İzmir Barosu Pekünlü için 26 Kasım Çarşamba günü üniversitenin Astronomi ve Uzay Bilimleri binası önünde toplanarak;

  • “Rennan hocamızın yanındayız, karanlığa geçit yok!”

diyecek.

Barolar ve öğretim üyeleri dernekleri de Pekünlü için 29 Kasım’da ortak bir eyleme
imza atacak. Eyleme İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal ve
YARSAV Kurucu Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu‘nun da katılması bekleniyor.

Pazar, 23 Kasım 2014

http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/57893-umit-kocasakal-carpici-bir-noktaya-dikkat-cekti.html

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE : Bıyığa Tükürttüler


Dostlar,

Sn. Beştepe‘nin çok önemli bir yazısı aşağıda..
Dikkatle okuyalım ve IŞİD – RTE – AKP şeytan üçgeninin içyüzünü öğrenelim.

Bir de bizim küçük bir anımsatmamıza yer veriliyor yazının sonunda :

*****

İNKAR DEĞİL “RET

Geçen haftaki yazımdan sonra Prof. Dr. Ahmet SALTIK bir uyarıda bulundu.
Şöyle :

Yabancılar, Ermeni soykırımını ”İNKAR“ etmenin suç olduğunu ifade ediyorlar.
Biz de bu terimi kullanıyoruz. Semantik hatadır. “İnkar”, var olanı kabul etmemektir. Soykırım yapmadığımıza göre biz “RET” ifadesini kullanmalıyız.
Sayın SALTIK’a teşekkür ederek konuyu dikkatinize sunuyorum.

***

Teşekkürler Sn. Beştepe..

AİHM’nin konuya ilişkin Perinçek kararında İngilizce metinde suç sayılması yasaklanan sözde Ermeni soykırımını kabul etmeme – reddetme eylemi için “denial” sözcüğü kullanılmaktadır. Gerçekten de bu sözcüğü “inkâr – yadsıma” olarak değil reddetme – kabul etmeme olarak çevirmeliyiz. İlki (inkâr) yanlış çeviridir ve bizi açmaza düşürebilir bir sözcük oyunu ile.. Biz olmuş btimiş bir şeyi yadsıma – inkâr etme durumunda değiliz. Tersine, bize dönük “soykırım yaptınız!” suçlamasını reddediyor – kabul etmiyoruz.

“to deny – denial” sözcüğü bu anlamdadır ve Türkçe’ye çevirisi doğru yapılmalıdır.

Herkesi bu noktaya özen göstermeye çağırıyoruz..

Sevgi ve saygıyla.
06.10.2014, Manavgat

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================================

Bıyığa Tükürttüler

portresi_kucuk

 

 

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

 

 

Bahanesi IŞİD’in elindeki 49 rehin/e idi.
Oysa IŞİD’e karşı operasyona katılmak istememesinin gerekçesini dünya alem biliyordu. Onu kendi elleriyle besleyip büyütmüştü. Verdiği tavizler bini aşmıştı.
Sünni olmayan Esad’ı devirecek, Sünnileri Suriye’de hakim kılacak güçlerden biriydi IŞİD. Birlikte Emevi Camisi’nde namaz kılacaklardı.
Rehin/e’ler de belli ki bu oyunun bir parçasıydı.
IŞİD bıyıktı.

SAKAL BÜYÜK

Sakal bıyıktan hep büyük olmuştur. RTE-Davutoğlu’nun sakalı da öyle.
Hizmetinde oldukları, tek bir kez “hayır” diyemedikleri ABD.
Suriye-Irak-IŞİD oyununu birlikte oynadılar.
Daha doğrusu ABD senaryoyu yazdı. Başrolü aldı. Yardımcı oyuncu rolü bunlara kaldı. Öyle oynadılar ki, kendilerini “esas oğlan” bile sandılar.
Senarist rol değişimi yapınca apışıp kaldılar.

NEREYE TÜKÜRSÜN?

Bıyık da sakal da bastırıyor. İkisi de kimin ne yaptığını biliyor.
Biri terör tehdidi, diğeri iktidar.
Ya uluslar arası yargı yolu açılacak, iktidar elden gidecek.
Ya da beslediği terör kendini vuracak. İkisini de oyalayacak rehin/e bahanesi iyiydi.
CIA paketleyip sınıra getirince koz elden gitti.
Sakal büyük. “Bıyığa tükür”  buyruğunu verdi. Tükürdü.
“IŞİD terörist” dedi.

NE İSTER, NE VERİR?

ABD işini bilir. Adamını da. Çok ister.
Adamı direnir. Direndiğini sanır. Yeterini, yani istediği kadarını alır.
Dünya lideri de az verdiğini sanıp mutlu olur. Sırtı sıvazlanır.

NE İSTEDİĞİNİ BİLMEK

TSK tampon bölgenin kendi denetiminde olmasını istemektedir.
Suriye de Irak’a dönmesin, Kürt koridoru oluşmasın diye.
AKP ise “uçuşa yasak bölge” talep etmektedir. Esad yıkılsın diye.
Kürt koridoru oluşacağını bile bile.
Sorun Türkiye’nin ne istediğini bilip-bilmemesidir aslında.

ÜLKE ÇIKMAZDA

Ülke AKP çıkmazına girmiştir.
Güneyde bataklık.
İçerde şımartılmış, azmış PKK.karşısında susturulmuş-pusturulmuş devlet güçleri. Eğitime vurulan dinci darbeler.
Ekonomide krize sürükleniş.
Diz boyu işsizlik. Yoksulluk. İşçilerin her yandan direnişe geçişi.

ÇÖZÜM KAPIDA

Çıkmazdan sağlıklı çıkışın tek yolu MİLLİ HÜKÜMET’tir.
Milli iradenin, gerçek temsilcisine teslim edilmesidir.
Yazımın basıma girdiği saatlerde bu yönde çok önemli bir adımın atılmış olacağını umuyorum. Türkiye sahipsiz de çaresiz de değildir.
Çarşamba günü SORUNLAR VE ÇÖZÜMLER programında bu konuyu değerlendireceğiz.

İNKAR DEĞİL “RET

Geçen haftaki yazımdan sonra Prof. Dr. Ahmet SALTIK bir uyarıda bulundu.
Şöyle :

Yabancılar, Ermeni soykırımını ”İNKAR“ etmenin suç olduğunu ifade ediyorlar.
Biz de bu terimi kullanıyoruz. Semantik hatadır. “İnkar”, var olanı kabul etmemektir. Soykırım yapmadığımıza göre biz “RET” ifadesini kullanmalıyız.
Sayın SALTIK’a teşekkür ederek konuyu dikkatinize sunuyorum.

**********

PAZARTESİ İĞNELERİ

TÜRBAN

Üniversite, kamu derken türban ilkokulda serbest kılındı.
Geriye kızların 9 yaşında evlenmesi kaldı.

MUTLU

Üniversitede türban serbest bırakıldığında Kılıçdaroğlu, “Mutluyum” demişti.
Herhalde şimdi “Laik Türkiye” den daha umutludur…

YAKMA

PKK okul yakmaya devam ediyor.
AKP de ülkeyi yıkmaya…
(AYDINLIK, 29.9.14)

Prof. Dr. Tolga Yarman : CUMHURBAŞKANI SEÇİM SÜRECİ BİTMEDİ!


Dostlar
,

Sn. Prof. Dr. Tolga YARMAN, 12. CB / Yarı başkan seçiminde aday oldu.
Ancak YSK başvuruyu reddetti.
Sn. Yarman da sorunu AİHM’ne taşıdı..
Bu ilginç öyküyü kendi ağzından paylaşalım (yolladığı e-ileti ile).
Metin sanırız İngilizce klavye ile yazılmış, Türkçe Abece’ye uygun değil.
Yer yer düzelttik ama tümünü değil..

Tolga hoca çok emin ve aşağıdaki vurguyu yapıyor..
Tüm kalbimizle umduğu gibi gelişmeler olmasını diliyoruz..

  • “..AİHM’nin istemimi KABUL EDECEĞİNİ ve CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ’NİN bu nedenle YİNELENMEK ZORUNDA kalınacağına
    kuvvetle inanıyorum… “

Tolga hoca iletisine 5 tane de ek koyarak dilekçe metinlerini paylaşmış..
Tümünü okumakiçin lütfen tıklayınız..

CUMHURBASKANI_SECIM_SURECİ_BITMEDI

Sevgi ve saygı ile.
13.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

==============================================

CUMHURBAŞKANI SEÇİM SÜRECİ BİTMEDİ!

portresi

 

Tolga Yarman, Prof. Dr.

 

 

Değerli Dostlar, Sevgili Yurtseverler..

10 Agustos 2014 gunu yapilan Cumhurbaskani Secimi sonuclari belli oldu.
Bir defa secmenin; onune konulan seceneklere, bunlar “antidemokratik” olarak ve fena halde sinirlandirilmis olsa da, verdigi oya, saygi duydugumu, ifade etmek isterim. Oyle ya da boyle, secmenin teveccuhune muhatap olmus adaylari, bu cercevede kutlarim. Basta secmenin duyarliligini kutlarim…

Fakat, “SURECİN” KATİYEN BİTMEDİGİNİ, kimilerini ciddi olarak muteessir edecek olsam da, ifade etmek, zorundayim.

Once, sunu isaret etmeliyim:

Prof. E. Ihsanoglu’nun (Sahsi’na ve muktesebatina duydugum saygi sakli olarak, devam ediyorum), “cati adayligi” aciklandiginda, siddetli bir hayal kirikligi yasamis, bu baglamda, basta uyesi olmaktan onur duydugum, ana muhalefet partisinin yonetimi olmak uzere, olusumun mimarlarina, gonul koymustum.

Bu cercevede, dusuncelerimi, kaygilarimi, onerilerimi, ekteki 18 Haziran 2014 tarihli ve “Zurnanın Zart Dediği Noktadayız, Ama, TÜRKİYE SAHİPSİZ DEĞİLDİR!”, başlikli, birinci yaziyla, kamuoyuna duyurmustum. Bu yazi, ne guzel ki, cok olumlu yansimalarin odagi, oldu.

Buradaki ongorulerimde, hemen hic yanilmamis bulundugum, teslim buyrulacaktir.

“Cumhurbaskani” olarak, destekledigim adaylar arasinda, Milletvekili Arkadaslarim, Onceki Bakan ve Meclis Baskani, Dostlar, vardi… Bu isimleri, katildigim platformlarda kuvvetle telaffuz ettim… Onlar’a destek oldum, destek saglamaya calistim…

Demeye kalmadi… “Cati adayi” geldi, karsimiza…

Buna karsilik bilhassa, ana muhalefet partisi bunyesinde, TBMM’de, bir “hareketlenme” oldu. Sevgili Emine Ulker Tarhan’in adayligi, gundeme geldi. Gerekli sayida imzayi bulamayacagini, yanilmayi dileyerek tahmin etmis, telaffuz etmistim… Ayni cizgide, eger aday olursa, O’nu destekleyecegimi de, ifade etmistim.

Ongordugum gibi, oldu… Maalesef, Sevgili Emine Ulker Tarhan, aday olamadi.

**

BİR SEY YAPMAK GEREKİYORDU.

Yol boyu, hem partili arkadaslarimdan, hem demokratik kitle orgutlerinden, dostlar, omuzdaslar, beni taclandirarak, aday olmaya davet edegeliyorlardi. Ancak boyle bir yaklasimin, o asamada, sonuc vermesinin mumkun olmadigini goruyor, onerilere, olumlu yanit veremiyordum.
Nedir ki, SEÇENEKLER TÜKENİNCE, İŞ BAŞA DÜŞTÜ.

Yuksek Secim Kurulu (YSK) Baskanligi’na, adaylasmanin, ilan edilmis son gunu olan
3 TEMMUZ 2014’te şu yazıyı yolladım:

YÜKSEK SEÇİM KURULU BAŞKANLIĞI

Ankara

Bu memlekette, Kurtuluş Savaşları, bir yalnız adamın Samsunlar’a çıkmasıyla başlar. Nedir ki, O Adam gerçekte, katiyen yalnız değildir. Arkasında milyonlarca kahraman, vatan evladı, zaten vardır. Türkiye hiç bir biçimde sahipsiz değildir.“Demokrasi” yaveleri ortamında, bize dayatılan “tabldotu” yemek zorunda değiliz.

Halkımızı, bu çerçevede, seçeneksiz bırakmamak üzere ve gerekli vasıflardan fazlasını yerine getirmiş olmanın onuruyla, en önce ise, şahsımın odağı dolayına yığılmış umutları geriletme hakkına sahip bulunmayıp, CUMURBAŞKANLIĞI’NA ADAY OLUYORUM.

Bilgilerinize, güzel dilekler, sevgi ve derin saygılarımla sunuyorum…

Tolga Yarman, Prof. Dr.

**

YSK’ya, 5 Temmuz 2014 tarihli izleyen yazimla, secim takvimine uygun olarak, basvuru icin, istenen belgeleri, bilgileri yolladim.

YSK’nin, 20 milletvekili imzası – sekil sarti yuzunden, talebimi reddedecegi belliydi.

Oyle oldu. YSK’nin yazisi elime 17 Temmuz 2014’te gecti.

Şu ki, 20 milletvekili imzası – sekil sarti, Anayasal bir yaptirim olmakla birlikte, ANTİDEMOKRATİK, KİSİTLAYİCİ, AYİRİMCİ BİR ŞARTTI. Avrupa Toplulugu Muktesebati’na, hic uygun degildi. Bir defa demokratik Anayasamizin bünyesine uygun degildi. Anayasa’da yer alamazdi. Anayasa’nin 90. maddesi ayrıca, her türlü yasamizin uzerinde, Avrupa Toplulugu Muktesebati’nin bulundugunu varsayiyordu.

Bunun uzerine, 18 Temmuz 2014’te, yani, YSK’nin karari tarafima ulastiktan hemen sonra, bu karari, AVRUPA INSAN HAKLARİ MAHKEMESİ’NE (AIHM), GOTURDUM.

YSK’ya, o arada, yine secim takvimi zemininde, 7 Temmuz 2014 tarihli ikinci bir yazimla, Prof. Ihsanoglu’nun, yururlukteki mevzuata dahi uygun olarak gelismemis olan adayligina, itiraz ettim. Ayni baglamda, Kurul’un, adayligimi, 20 milletvekili imzasi – sekil sartinin, bariz bicimde, antidemokratik olmasi nedeniyle, muhakkak, kabul etmesi gerektigi, hususunu, yineleyerek hatirlattim…

Buna yanıt, bekledigim gibi, yine olumsuz geldi. YSK, isteklerimi, tartismaksızin, verdigi kararlarin kesin oldugu gerekcesiyle, reddediyordu. YSK’nin yazisi elime gecer gecmez (6 Agustos 2014), calismaya koyuldum… Onceki gibi, bu yaziyi da, AIHM’ne, iptali talebiyle tasidim. Tarih: 9 Agustos 2014.

**

Ekte sirasiyla, YSK’na yolladigim, 3-5 ve 7 Temmuz 2014 tarihli yazilarimi, ikinci ve ucuncu dosyalar olarak, ekliyorum.

İzleyen iki dosya AIHM’ne, yolladigim dosyalardir. Bunlarin onundeki “Fransizca Ozetler”, Okur’u, olumsuz etkilememelidir. Devamlarinda, cunku, Turkce ve asıl metinler bulunmaktadir.

**

Konu tarafimdan ANAYASA MAHKEMEMİZ’İN BİLGİSİNE, AYRİCA TAŞINMIŞTIR.

ÖZETLE SAVIM ŞUDUR                   :

o YSK, seçimin güvenliğinin ve her hal-u karda, demokratik cereyanın teminatı olmak, gerekirken; seçimi kendi eliyle, hukuksuzluğa ve antidemokratik bir serencama, duçar etmektedir.

o Söz konusu “en az yirmi milletvekili tarafından aday gösterilme gerekliliği”, fevkalade antidemokratiktir, kısıtlayıcıdır, ayırımcıdır. Bu yaptırım, Anayasa’da yer alsa dahi, demokratik bir anayasa kavramıyla, seçme ve seçilme haklarını, ciddi olarak hırpaladığı için, açıkça çelişmektedir.

o Seçmensiniz, ama aday olamıyorsunuz, yirmi milletvekili, imza vermezse, aday gösterilemiyorsunuz, kendiniz ya da üyesi olduğunuz demokratik kitle örgütleri yönetim unsurları olarak, birisini aday gösteremiyorsunuz, sakilliklerini bildiğiniz bir adaya itiraz edemiyorsunuz…

o Bu demokrasi degil, tam anlamıyla, erki ellerinde tutanların, hile yoluyla yutturmaya calıştıkları, çarpık çurpuk, uyduruk, olsa olsa (secmenin oyuna saygim sakli olsa da), bir çadır demokrasisidir.

o Söz konusu, yirmi milletvekilinin imzasinin istihsal edilmesi koşulu, demokratik bir anayasada bulunamaz.

o Böylesi bir şart, Avrupa Komisyonu müktesatına, tümüyle, aykırıdır.

o Anayasa’nın hiçbir maddesi, Avrupa Komisyonu müktesebatına aykırı olamaz. Bu koşul, Anayasamız’ın 90. maddesi’nde yaptırımsallaştırılmıştır. Oysa, 20 milletvekili imzasının üstelik Anayasamız’a, adaylaşmada bir gerekirlik olarak rapt edilmesi, Avrupa Komisyonu müktesebatına, açıkça aykırıdır.

o YSK, yirmi milletvekilinin imzasının istihsal edilmesi, “şekil şartına” hapsolmuştur; bu çerçevede, dilekçemin özüne, hatasını idrak ettiğini ihsas etse de, girmemistir.

o Oysa isteğim dogrultusunda, pekalâ esasa girebilir ve re’sen (yirmi milletvekili imzasının işaret ettiği, “şekil şartı”, tartışmasız antidemokratik olduğu için), adaylığımın uygunluğuna, doğrudan, karar verebilirdi.

o Olmadı, isteğim uzantısında, Anayasa Mahkememiz’den, görüş sorabilirdi.

o Hatta, söz konusu anayasal yaptırımı; “demokratik anayasa” ile bağdaşmadığı gerekçesiyle ve iptali istemiyle, Anayasa Mahkememiz’e, rahatlıkla, taşıyabilirdi.

o Bunları yapmamakla kalmamış, önüne gelen yeni verileri ve muhkem bir savunmayı, hatasının bilincine varmış olsa da, önceki kararlarından cayamayacağı gibi, kabul edilemez bir gerekçeyle reddetmeye sıkışmıştır.

o Böylelikle “adil yargılama” yapmamış olmakta, “seçme seçilme haklarımızda” bariz ihlale, sebebiyet vermiş, bulunmaktadır.

o Seçilme hakkım, daha vahimi, şahsımı seçmeyi dileyecek milyonlarca seçmenin seçim hakkı, açıkça gaspedilmistir.

o YSK özetle, 7 Temmuz 2014 tarihli dilekçem uzantısında, adaylığımı, kabul etmesi gerektiğini idrak ettiğini ihsas etmesine karşın, adaylığımı önceden reddetmiş olması gibi abes bir gerekçeyle, kabul edemeyeceğini, ifade etmeye, daralmaktadır.

o Süreç, dediğim gibi, bütünüyle, Avrupa Komisyonu Müktesebatı’na aykırıdır.

o “Anayasa”; gelişigüzel ve her bir yaptırımı ayrı ayrı izlenmek zorunda olan bir metin, değildir. Buraya ilave edilecek herhangi yeni bir yaptırım, buradaki ana felsefeyle bağdaşıyor olmalıdır. Anayasa’nın, 90. Maddesi itibariyle, bunun üzerinde “Avrupa Komisyonu müktesebatı” olduğuna gore, ilave herhangi bir yaptırmın bu müktesebatla uyumlu olması gerekir.

o Bir kez, böyle mi, değil mi, bu denetlenmelidir, ki, örneğimizde, böyle bir soru gündeme dahi getirilmemiştir.

o Anayasa, bir “Dernek Tüzüğü” katiyen değildir, olamaz; yirmi milletvekilinin imzasının, Cumhurbaşkanı Adayı olmak uzere toplanması zorunluluğu, abestir. Kaldı ki, bir Dernek Tüzüğü’nde dahi böylesi abes bir yaptırım bulundurulamaz. Ayrıca, Cumurbaşkanı Adayı, milletvekili peşinde, imza için mi, koşar!..

o Her hal-u kârda, söz konusu türden bir yaptırım, hele anaysanın, içinde, zinhar olamaz. Demokratik anayasada, bir defa, antidemoktarik hüküm bulundurulamaz.

o Adaylaşmaya saygısı olmayanın, demokrasiye saygısı yoktur.

o Avrupa İnsan Hakları Makemesi’nin, Sejdic Vefinci’nin açtığı dava zemininde verdiği, 22 Aralık 2009 tarihli ve 27996106 sayılı, Bosna Hersek’teki, Yasama Organı / Cumhurbaşkanı Seçimi’nde, her türlü ayırımcılık ve kısıtın kaldırılması yönünde olarak verdiği abide karar, davamda, emsal teşkil edecek, davamızın olumlu olarak sonuçlandırılmasına, kolayca rehberlik edecektir.
**

Niye bu gune kadar durdugum, girisimlerimizi kamuoyuna duyurmadigim, sorgulanabilir.

Yanit basit:

AİHM’ne, son yazımı (elime, 6 Agustos 2014’te gelen YSK karari uzantisinda), ancak
gecen Cumartesi gunu, 9 Agustos 2014’te, tamamlayabildim, AİHM’ne, yollayabildim.

  • AİHM’nin istemimi KABUL EDECEĞİNİ ve CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ’NİN bu nedenle YİNELENMEK ZORUNDA kalınacağına
    kuvvetle inaniyorum…
     

Seçimin, çesitli yönlerine dönük görüşlerimi açıklamaya devam edeceğim…

**

Bu asamada yalniz, su kadarini, soylemek isterim: CHP Yonetimi, cok uzgunum, zaten İFLAS ETMİSTİ; simdi ise artik TAMAMEN BİTMİSTİR.

Ama asıl soyleyecegim sudur ki (milyonlarca oya ve onlarin gittigi oznelere derin saygim sakli olarak ifade ediyorum); bugunku hezimette imzasi olan hicbir basiret ozurlu, CHP Ust Yonetim mensubu, bundan sonrasina donuk olarak – halisane tavsiye ederim – burnunu, sutre gerisinden cikartmasin!…

**

Omuzdaşlarımı temsilen, dikkatlerinize, güzel dilekler, sevgi ve saygılarımla sunuyorum…

Cumhurbaşkanı Seçim Süreci “meşru değil” !


Cumhurbaşkanı Seçim Süreci “meşru değil” ! 

Dostlar,

Hukuk Profesörü Sayın Hayrettin Ökçesiz‘in bu günkü Cumhuriyet Bilim – Teknik’te
yer alan makalesi çok düşündürücü..

Sayın Ökçesiz, başlatılan

  • Cumhurbaşkanı Seçim Sürecinin “meşru olmadığını” vurguluyor 

ve yurttaşlara çağrı yapıyor..

Bildiiğiniz nedenlerle ancak pdf olarak Cumhuriyet arşivinden parça başı ücret ödeyerek indirebiliyoruz. Gazete 1 TL ama salt bu makale 40 Krş.. Biz 200 TL peşin ödeyerek 500 pdf dosyası indirme hakkı satın almıştık.. (En ucuz tarife bu..)

Bu önemli metni okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi linki) tıklar mısınız??

cumhurbaskanı_secimi_sureci_mesru_degil

Bu arada YSK‘nın, tüm başvuruları reddederek, sıralanan somut ve açık hukuksal gerekçeleri dikkate almayarak, Başbakan R.T. Erdoğan‘ın Cumhurbaşkanı seçimindeki adaylığı nedeniyle Başbakanlıktan istifa etmesinin gerekmediği yönünde karar almış bulunuyor. YSK’nın bu kararı çok tartışmaya açıktır ve gerekçeleri irdelenecektir. Bizim ve ADD Genel Merkezi’nin YSK’ya itiraz metinleri
kapsamlı gerekçeli olarak web sitemizde yayımlanmıştır.

Ne yazı ki, YSK kararları Anayasa’ya göre kesindir ve bir başka yargı organınca
temyiz yoluyla incelenmesi yolu kapalıdır (AY md. 79 : … Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz..). Kurula itiraz ile bir kez daha görüşülmesini istemek de.. Oysa en azından bu 2. yol açık olmalı, gerekçeleri üzerinden YSK kararı ülkede uzmanlarca eleştirilebilmeli ve bu dayanaklar zemininde
2, kez görüşme olanağı olabilmeliydi. Bu durumuyla YSK ülkemizde Anayasa Mahkemesi’nin denetimi dışında bırakılmıştır.. Üyelerinin yüksek yargıç olmaları gerekçesiyle (6’sı Yargıtay, 5’i Danıştay üyesi).. Oysa Danıştay’ın, Yargıtay’ın.. kararları Anayasal yargıya açıktır, bu 2 Yüksek Mahkeme’nin üyeleri de Yüksek yargıçtır..

HSYK ve YSK Türk Hukuk Sisteminde sorunlu kurumlar olarak durmaktadır..

AYM kararları için AİHM yolu açıktır.. Sanırız YSK kararları için de çok doğallıkla
öyle olmalıdır. Çünkü iç hukuk yolu YSK kararıyla tek dereceli ve tek yanlı -yargısal- tasarrufla tükenmektedir..Dileyelim TBB veya İstanbul Barosu YSK’nın bu
hukuksal bakımdan onaylayamadığımız kararını AİHM’ne taşısınlar..

“Meşru olmayan” bu seçim süreci AİHM katında “hukuk dışı” olarak görülsün..

Türkiye, bindiği dalı, en temel güvencelerinden HUKUK DEVLETİ ilkesini göz göre göre katlediyor.. Kendi Anayasası’nın 2. maddesinde sayılan 6 temel nitelikten biri olan “Hukuk devleti olma” nitemini hoyratça buduyor..

Bu çok tehlikeli bir gelişme.. Olası kaçınılmaz sonuçları biri ürkütüyor..
En Yüksek Hukuk Kurumlarının hukuku hiçe saydığı, hukukun siyasallaştırılarak siyasetçilerin ve siyaset kurumunun güdümüne bırakıldığı bir ülkede
başa hangi felaketler gelmez ki??

Sevgi ve saygıyla
11.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç : Boş yere umut vermeyin


Dostlar,

“Balyoz davası” kararını AİHM’ne “hemen” ve doğrudan götürmek için çok değerli bir gerekçeyi, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç sundu.. Bilerek – bilmeyerek.. Sağolsun diyelim..  

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru aşaması ile 2 yıl daha yitirilmeden doğrudan AİHM’ne başvurulabileceğini, başvurulması gerektiğini gerekçeleriyle sitemizde yazmıştık (http://ahmetsaltik.net/2013/10/10/hukuk-yikildi-ama-biz-yikilmadik/, 10.10.13) :

****

Bize göre karar düzeltimi (tashih-i karar) isteminin anlamı yoktur, zaman yitiğidir; aynı Daire (9. Ceza Dairesi) bu kararında herhangi bir düzeltme yapmayacaktır.

Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru da (md. 148) çıkmaz sokaktır.
Gerek Yargıtay gerekse Danıştay 12 Eylül 2010′da yapılan referandumla onaylanan 26 maddelik anayasa değişikliği kapsamında yeniden yapılandırılan HSYK tarafından adeta baştan kurulmuş gibidir. Yargıtay’a yeni atanan 160 üye blok olarak davranmış, 1. Başkan ve Daire Başkanları böylelikle belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi ise Cumhurbaşkanı’nın (Abdullah Gül) atamaları ile eski
2-3 üyesi dışında tümüyle yenilenmiştir.

Bu bakımdan, İHAS (İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi) bağlamında AİHM’ne (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) “ivedi” kaydı ile özel bir başvuru yapılması uygun olur. Bu başvuruda gerekçe olarak, iç hukuk yollarının biçim olarak bitmemekle birliktegerçekte bittiği, sonucun belli ya da kuvvetle öngörülebilir olduğu, bu yolda oyalanmanın en az 2 yıl gibi bir süre daha yersiz ve haksız gecikme anlamına geleceği, çoğu yaşlı olan hükümlülerin bu süre içinde sağlıklarının daha da bozulabileceği hatta yaşamdan kopabilecekleri, adaletin gerçekleşmesinin 2 yıl daha geciktirilmesinin kabul eilemeyeceği, adaletin
zaten uzun yıllardır katledilmekte olduğu… içerikli savunma yapılabiir.
(http://ahmetsaltik.net/2013/10/10/hukuk-yikildi-ama-biz-yikilmadik/, 10.10.13)

*****

Bir kez daha “yetmez ama evet” çi sığ aydınlara ithaf olsun…
12 Eylül 2012 Anayasa değişiklikleri (26 madde) referandumunda izlenen yol,
halka değişiklikleri yaldızlamak biçiminde idi..

Bu bireysel başvurunun bir tür “temyizin temyizi”, bir “üst temyiz” olmadığını
AYM Başkanı doğrudan belirtmekte..

Sevgi ve saygı ile.
13.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç : Boş yere umut vermeyin

Haşim Kılıç: Boş yere umut vermeyin

“Yargıtay’daki arkadaşlarımızı yıllardır tanırım. Donanımlı, bilgili ve tecrübelidirler. Başından beri de yıllardır bu dairede çalışmış, olaylara hâkim titiz ve tecrübeli bir ekiptir. Bu nedenle arkadaşlarımızın yanlış yapma ihtimali çok ama çok düşüktür.” (Hürriyet , 12 Ekim 2013)

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Yargıtay’ın Balyoz davası kararıyla ilgili ‘halen üst itiraz ve temyiz yolları açık’ değerlendirmelerine

Anayasa Mahkemesi temyiz makamı gibi gösteriliyor. Sonra insanlara
boş yere umut veriliyor. Mahkemenin kararlarına dair bizim böyle bir görevimiz yok. Bizimle ilgili süper temyiz algısı yaratmak son derece yanlış.
” dedi.

Bu yanlış algının aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) için de lanse edildiğini kaydeden Kılıç, şunları söyledi:

YENİDEN TEMYİZ YOK

“Bazı konuları bu vesileyle aydınlatmak gerekiyor. Çünkü özellikle Balyoz davasında Yargıtay’ın kararı sonrasında bizim veya AİHM’nin ‘süper temyizlerle süper kurtarıcı’ olduğumuz havası yaratılmaya çalışılıyor.
İlk olarak şunu söyleyeyim :

Anayasa Mahkemesi, temyize alınmış ve değerlendirilmiş davaların kararlarını yeniden temyize alma yetkisine sahip değildir. Bu konuda hüküm var.
Biz sadece eğer bize başvuru gelirse Yargıtay ceza dairesinin mahkumiyet kararlarına değil;

– yargılama süresince özgürlük ihlali var mı yok mu,
– sanık savunmaları hukuka uygun gerçekleşti mi,
– uzun tutukluluk ve yargılama hukuka uygun mu başvurularına bakabiliriz.

Onun ötesinde mahkumiyet ve hapis cezalarına müdahalemiz olamaz.
Aynı şekilde AİHM de Anayasa Mahkemesi’yle aynı görev ve yetkilere sahiptir. Sadece, AİHS’de belirtilen hak ve özgürlüklerle ilgili ihlal var mı buna bakar.
Suçun vasfına, delillere ve mahkumiyetin derecesine, ne AİHM ne de biz bakabiliriz.

BÜTÜN YARGITAY BİLİR

(Balyoz kararını veren Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin üyeleri ve kararlarına yönelik eleştiriler) Yargıtay’daki arkadaşlarımızı yıllardır tanırım. Uzun dönemdir burada başarıyla görev yapmaktadırlar. Donanımlı, bilgili ve tecrübelidirler. Başından beri de yıllardır bu dairede çalışmış, olaylara hâkim titiz ve tecrübeli bir ekiptir.
Bu nedenle arkadaşlarımızın yanlış yapma ihtimali çok ama çok düşüktür.
Bunu ben değil, zaten tüm Yargıtay bilir.

ANAYASADA SORUN BAŞKA

(Yeni anayasa görüşmeleri) Açıkçası yeni anayasa konusunda pek umutlu değilim. 60 civarında madde çıktı denilerek buna büyük önem atfediliyor. Bence onlar
sorun değil. Zaten benzer maddeler 12 Eylül döneminde bile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden aktarılmış benzer başlıklar. Asıl Türkiye’nin önünü açacak
sorunlu maddeler aynen duruyor. Takdir tabii ki Meclis’in, ama beklenti diğer
kritik maddelerin üzerinde. Yine de bu 60 maddeyi gelinen aşama olarak
takdirle karşılayabiliriz.”

Paranoya ile ülke bir yere varamaz

(Demokratikleşme paketi) Çeşitli vesilelerle hükümetin açıkladığı Demokratikleşme Paketi’nin bazı maddelerinin er geç önümüze geleceğinden bahsediliyor. 

Eğer Türkiye’yi demokratik anlamda rahatlatacak ve bir santimetre dahi de olsa bir adım atılıyorsa biz bundan endişe değil sadece mutluluk duyarız. Bunlar olursa şöyle kötü olur böyle kötü olur paranoyalarıyla, söylemleriyle bu ülkenin bir yere varması mümkün değil. Önemli olan bu ülkenin geleceğine güvenmemiz ve birbirimize inanmamız. Demokrasi ve özgürlük adına bu ülkede atılacak adımlardan korkmaya gerek yok ve daha atılacak adımlar olduğuna inanıyorum.

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/haberler/item/9000-anayasa-mahkemesi-baskani-hasim-kilic-bos-yere-umut-vermeyin.html

İLGİLİ YAZILAR:

“Devrimci iktidarı” kurmak zorundayız, başka seçeneğimiz de yok…

http://www.gazetevatanemek.com/index.php/yazarlar/kemal-simsek/item/532-devrimci-iktidari-kurmak-zorundayiz-baska-secenegimiz-de-yok.html, 12.10.13

AİHM : Ağır hastalığı olan tutukluların tahliye edilmemesi ayrımcılıktır


Dostlar
,

Türk Tabipleri Birliği, web sitesinde aşağıdaki değerlendirmeye yer verdi.

Bir kez daha;

Cezaevlerinde tutuklu – hükümlü ama sağlık durumu cezaevinde kalmaya uygun olmayan tüm hastaların en temel insalık hakkı olan YAŞAM HAKKINA saygı gösterilerek;

Hükümlü ise cezasının infazının iyileşene dek ertelenmesini,

Tutuklu ise salıverilerek tutuksuz yargılanmasının sağlanmasını 

Başta TBMM olmak üzere ilgili makamlardan ivedilikle bekliyoruz.
Kaldı ki, Ceza Muhakemeleri Yasası’nın 16/2 ve 16/3 maddeleri çok açıktır.
Bu sitede kezlerce yazdık.. Bu maddelere bir kez daha yer verelim..

  • Yetkililer artık suç işlemeyi durdurmalılar..
    Göz göre göre kimi tutuklu ve hükümlülerin ölüme terkedilmesi
    tasarlayarak (taammüden) cinayetle eşdeğerdir, insanlık suçudur.

Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı CMK (Ceza Muhakemeleri Kanunu) md. 16/2’de, sanığın hastalığı nedeniyle uygulanacak süreç şöyledir:

  • “… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa,
    cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”
    (E. Org. Ergin Saygun bu bağlamda tahliye edildi; Şubat 2013. Kaçtı mı,
    hangi kanıtları karartacak durumda? Tüm kanıtlar yıllardır hala toplanmadı mı?)
  • Madde 16/3, “Yukarıdaki fıkralarda belirtilen ‘geri bırakma’ kararı, Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam donanımlı hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adli Tıp Kurumu’nca onaylanan rapor üzerine infazın yapıldığı yerin Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir.”(Prof. Fatih Hilmioğlu hk. Adli Tıp Kurumu’nun raporu 2 yıl boyunca güncellenmedi. Sağlığı kritik derecede bozuldu.. Şubat 2013’te ÖY Mahkeme yeniden Adli Tıp’a yolladı..Fakat Fatih hoca hala tutuklu..?!)

Bu arada; ADLİ TIP KURUMU MUTLAKA ÖZERK OLMALIDIR…
Ancak böylelikle tam nesnel ve bilimsel çalılması, rapor üretmesi sağlanabilir.

Unutulmasın ki, tutuklu ve hükümlüler Devletin tutsağı değilerdir.

Devlete emanettirler.

Can güvenliklerinin – yaşam haklarının korunması ise Devletin asli ve 1. görevidir.

Yeterli “denetimli serbestlik” önlemleri yasal olarak da teknik olarak da olanaklıdır ve uygulanabilir..

Yeni acılar yaşamayalım, yeni davalar açılmasın AİHM’de ve Türkiye’miz
mahçup olmasın davaları yitirip mahkum olarak ve girerim (tazminat) ödeyerek.

Sevgi ve saygı ile.
13.3.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===================================

AİHM : Ağır hastalığı olan tutukluların tahliye edilmemesi ayrımcılıktır

alt

Avrupa İnsan hakları Mahkemesi (AİHM) tutukluyken yakalandığı kanser hastalığından 2011 yılında yaşamını yitiren Gülay Çetin’in hastalığına karşın
tahliye edilmemesini AİHS’nin çiğnemi (ihlali) olarak değerlendirdi.
Hasta olan hükümlülerin tahliye edilmesine ve affedilmesine olanak veren
yasal düzenlemelere dikkat çeken ve tutuklular aleyhindeki bir ayrımcılık bulunduğunu belirten AİHM, Çetin’in yakınlarına 20 bin Euro tutarında manevi tazminat ödenmesine hükmetti.

AİHM, cezaevinde tedavisi uygun olmayan hükümlülerin salıverilmesinde olduğu gibi;  tutukluların sağlık durumlarına uygun tüm insani önlemlerin alınmasını, cezaevinde tedavisi tıbben uygun olmayan tutukluların ilgili yargıçlar ve Yargıtay tarafından salıverilmesini sağlayıcı açık ve belirli yasal düzenlemelerin Ceza Muhakemesi Yasası‘nda  yapılması gerektiğine işaret etmiştir.

Türk Tabipleri Birliği tarafından bir süre önce tutuklu hastaların sağlık sorunlarının çözümü için Yasa Teklifi Taslağı hazırlanmış, TBMM’de grubu bulunan tüm siyasal partilere iletilmiştir. Taslakta, hükümlülerin sahip olduğu haklardan tutukluların da yararlandırılması gerektiği, mevcut uygulamanın ayrımcılık olduğu vurgulanmıştır.

Sağlık herkesin hakkıdır” başlığıyla kamuoyuna duyurulan görüşe destek verilmesi için TTB heyeti TBMM’de görüşmeler yapmıştır
(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/saglik-3541.html ).
Bu ziyaretlerde cezaevi koşullarında ağır hastalığı bulunan kişilerin yaşadıkları zorluklara ve tedavi koşullarına ilişkin bilgi vermişlerdir.

AİHM kararı ile de dikkat çekilen bu insanlık sorunun ivedi bir biçimde yapılacak
yasal düzenlemelerle çözülmesi için TBMM’ni bir kez daha göreve davet ediyoruz.

Saygılarımızla.
11 Mart 2013
TTB Merkez Konseyi

BALYOZ DAVASI MAĞDURLARINDAN TÜM DEVRELERE MEKTUP..

Dostlar,

E. Tümg. Naci Beştepe‘nin iletisini paylaşalım..

Sevgi ve saygı ile.
11.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 ================================

Değerli Dostlar,

Bugün 11 Şubat TSK mensuplarının toplu olarak Silivri’de esir alındıkları o kara günün 2. yılı. Bu vesileyle Yusuf Ziya TOKER’in tüm devrelere hitaben yazdığı mektubunu paylaşıyorum.

Vardiya Bizde Platformu olarak aileler, arkadaşları ve dostları olarak bizler susmuyoruz. Şimdilik 5 kentte Sessiz Çığlık‘larımızı atmaya devam ediyoruz…
BALYOZ DAVASI MAĞDURLARINDAN Y.ZİYA TOKER’in sizler için yazmış olduğu mesajı aynen iletiyorum…

Kızı Elif TOKER
11.02.2013


Sevgili Devreler;

Hepinize merhaba

Bugün büyük bir komplo sonucu tutuklanıp, 80 gözlü demir parmaklıklı pencerelerin, çelik kapıların, beton duvarların arkasına atıldığımızın 2. yıldönümü. 721 gün 17304 saattir 7 metrekarelik bir yerde yaşıyoruz.
Ancak, haklılığımızın ve suçsuzluğumuzun verdiği güçle dimdik ayaktayız.
Adeta beton çivisi gibiyiz.

“Türk Milleti” yani sizin adınıza karar veren mahkeme, 5 ay önce, 325 TSK mensubuna 5276 yıl ceza verdiğini açıkladı. 1 ay önce de gerekçelerini açıkladı.  Gerekçeli karardan amaç; keyfiliği ortadan kaldırmak, vicdanları rahatlatmak ve adına karar verdiği Türk Milletini ikna etmektir. Doğru karar verdiğini kanıtlamaktır.

  • ·         Siz ikna oldunuz mu?
  • ·         Vicdanınız rahatladı mı?
  • ·         Oh olsun. Demek ki suç işlemişler. Hapiste çürüsünler dediniz mi? Diyebildiniz mi?

Özellikle; Silivri’den yolunu geçirenler, gelmese bile kalpleri bizimle birlikte atanlar, Vatanını sevenler, hukuksuzluğu bilenler, yüreği olanlar gerçeğin ne olduğunu zaten iyi biliyorlar.  Artık onlar;

  • ·         Bu komployu, pusuyu kimler kurdu?
  • ·         Sahte CD’leri kimler üretti?
  • ·         Kimler pusuyu kuranlara yardım etti?
  • ·         Kimler gerçeği bildiği halde bilmezlikten geldi?
  • ·         Silah arkadaşlarının sırtındaki hançeri çekip çıkaracağına,
    çekip bir daha kimler vurdu?

Sorularının yanıtlarını soruyorlar, soracaklar.

Bu iki yıllık sürede;

Bayramlar, Doğum günlerimiz, Evlilik yıldönümlerimiz, İlkbaharlar, Yazlar, Kışlar, ağaçlar, deniz, hasretlikler, ayrılıklar, acı tatlı anılarımız, demir parmaklıklar, beton duvarlar hepsini geçiyorum.

Ama önce kızımın nişanı oldu nişanına katılamadım.
Kayınpederim vefat etti cenazesine gidemedim. Allah Rahmet eylesin.
İçimde kor bir ateş gibi yanıyor. Bunları geçemiyorum.

Her şeyi geçiyorum ama her şeyi.

Haksız yere tutuklanıp zindana atılmamıza, yetkili makamda olmalarına karşın, gerçeği en az benim kadar bilmelerine rağmen sesini çıkartmayanları –çıkartamayanları mesela geçiyorum. Yargıya güvenip, bizim zulüm görmemizi, sahipsiz bırakılmamızı da geçiyorum yani.

  • Silivri’deki fiziksel şartları, yalnızlaştırılmayı, tecrit edilmeyi, haberleşememeyi, ayrılığı, vefasızlığı, hasreti de geçiyorum.

Ama aynı yöntemleri kullanarak; Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücünün bu kadar zayıflatılmasına, yıllarca ülkenin kıt kaynaklarını kullanılarak yetiştirilen insan gücünün hoyratça, pervasızca, darbeci, cuntacı, şantajcı, casus, ahlaksız diyerek çeşitli soruşturma bahanesiyle yok edilmesine göz yumanları, seyredenleri geçemiyorum Arkadaş. 

Geçemiyorum…  

Sen de geçme…  

Kim bunlar? Nerede eğitim aldılar? Aynı okullarda mı okuduk?
Bu ülkenin evlatları değiller mi yoksa?
Bugüne dek nerede saklandılar da birden ortaya çıktılar?

  • ·         Bu sahte delilleri kimler üretiyor?

İki yıl boyunca 80 gözlü pencereden bakınca;

Ailemizin, eşimin, iki kızımın duruşuyla gurur duydum.

Arkadaşlarımın desteği azmimi arttırdı.

Haklılığım irademi yükseltti.

İstanbul Barosu, İzmir Barosu ve Avukatlarımız Hukuk ve Adalet savaşçıları oldular.

Başta Ankara’dan, İzmir’den, Yurdun her tarafından Atatürkçüler, tanımadığımız binlerce duyarlı insan kar-kış demeden Ülkelerinin askerine sahip çıkanlar cesaretimizi arttırdı.

Çadır kurup 24 saat sıcakta-soğukta her zaman bizim yanımızda duranlar, seslerini duyuranlar, sesimiz olanlar güvenimizi sağladı.

Hukukun, Adaletin, haklının yanında olan yazarlar, milletvekilleri, vatandaşlar karşılıksız sevgi gösterdi.

Hepsine, hepinize çok teşekkür ederim.

Sağ olun, var olun.

2 yıl 80 gözlü pencereden bakınca bir de suskunluğu sevenleri görüyorum. Suskunluğun bir huzur verdiğini zannetmiyorum.  Çok ağır bir sorumluluğu vardır tarih önünde gerekeni yapmayıp suskun kalmanın.

Örneğin; emri altında görev yapan öğrencilerin, öğretim elemanlarının kendisinden, öbür öğretim elemanlarından ve ötekiöbür öğrencilerden habersiz darbe planı yapamayacağını bilenler susuyorlar.

Mesela; Üs Komutanı olup da; kendisinin emrinde görev yapan albay ve yarbayların Özel Filo kurup, darbe planı ve eğitimi yapamayacağını bilip de
bugün Meclis’te olanlar susuyor.

TUBİTAK UAKAE (Uluslararası Kriptoloji Araştırma Enstitüsü)
kripto konusunda dünyanın sayılı kuruluşlarındandır. Bugünlere gelmesindeki  etken TSK’dır. Milli kripto üretmek için bütün maddi kaynaklar TSK tarafından sağlanmış, NATO ülkelerine aygıt satar duruma gelmiştir. Burada YETİŞ’enler bunu en iyi bilenlerdir. Ne yazık ki, UAKAE’de görevli bilirkişilerin hazırladıkları, yetersiz ve eksik raporla TSK’nın personel kaynaklarına Cumhuriyet tarihinin
en büyük zararını vermelerine neden olmuşlardır. 

TUBİTAK yetkilileri ve öbür mühendisleri susuyorlar.

Sözüm ona İstanbul’daki Casusluk davasındaki ve İzmir’deki Casusluk davasındaki gizli bilgileri sağlamaktan ve saklamaktan ”yüzlerce subay, kariyerleri bitirilerek hapse atılıp yargılanırken; bir gazetecinin Cumhuriyet Savcılarına getirip verdiği TSK’nın gerçek savaş planlarının, Çok Gizli belgelerinin, Devlet sırrı dokümanlarının nasıl çalındığını, kimlerin çaldığını, kimlerin eline geçtiğini,
kaç kopya çoğaltıldığını mahkemede kezlerce gündeme getirilmesine karşın araştırması gerekenler de susuyorlar.

Bir yığın mezunu, öğretim elemanları, bir bayan sivil memuru, 2002 yılından sonra görev yapan bütün komutanları hapse atılan Hava Harp Akademisi mezunları da susuyorlar örneğin…

Avrupa ve dünyada bir yığın Hukukçu , Avrupa Parlamentosu, AİHM gibi kuruluşlar “BALYOZ” davasındaki hukuksuzlukları dile getirirken Türkiye’deki 100’den çok Hukuk Fakültesinin dekanları, öğretim üyeleri susuyorlar.

TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu bile araştırmıyor.
Devlet Denetleme Kurulu araştırmıyor. Susuyorlar…

Aldığımız eğitim doğruyu-yanlışları ayırmayı, yalandan-gerçeği ayrıştırmayı öğretir. Ama bu yetmez. Yanlışın, haksızlığın, yalanın karşısında durabiliyor musunuz? Ülkemizin çağdaş uygarlık düzeyindeki ülkelerle birlikte gelişmesini istemiyor musunuz? Bunun yanıtını kendinize, eşinize, çocuklarınızın gözüne bakarak verebiliyor musunuz?

Vatan şairi Namık Kemal;

Zalim ne kadar korkusuz olursa olsun,
Zulmün temelini biz yine de yıkarız.
Yerin dibine de atsalar bizi
Yerküreyi patlatır çıkarız.  

Demiş zindanın derinliklerinden…

Silivri’den hepinize, eşlerinize, çocuklarınıza kucak dolusu selam ve saygılarımla.

Vatan mahzun biz mahzun…

Y. Ziya TOKER
5 No.lu CİK C-10, SİLİVRİ