Etiket arşivi: Ahmet Davutoğlu

Suay Karaman : YENİ SEÇİM

YENİ SEÇİM

 portresi

Suay Karaman
24 Ağustos 2015

 

Emperyalist güçlerin ve yerli işbirlikçilerinin 7 Haziran 2015 genel seçimleri için yaptıkları hesaplar tutmadığı için, yeniden genel seçime gidilmesi gündemdedir. Seçim öncesi dillendirilen AKP-CHP koalisyonunun olması için çok uğraş verildi, bunun için terör yeniden başlatıldı ama bu koalisyon kurdurulamadı.

PKK terör örgütü dört bir yandan saldırılarını sürdürmektedir. HDP’li belediyelerin destekleriyle mayın tuzakları kurulmaktadır ve ülkemizin gündeminde her gün şehit haberleri bulunmaktadır. Acı ve öfke her yeri, herkesi sarmalamaktadır.

Terörün yanında ekonomik ve siyasal belirsizlik koşullarında, ülkemiz yeni bir seçime hazırlanmaktadır. Tayyip Erdoğan’ın yetkisini artırmak için AKP’nin iktidarından vazgeçmeyeceği, erken seçime gitmek için her türlü yola başvuracağının bilinmesine karşılık, yeni CHP yönetimi bu oyuna çekilmiştir. Bu oyunun öbür figüranı Ahmet Davutoğlu da;
“CHP ile görüştüğüm için ihanetle suçlandım” açıklamasıyla, komikliklerine bir yenisini daha eklemiştir. PKK terör örgütüyle ve IŞİD’li teröristlerle görüşmek serbestken, CHP ile görüşmek ihanetse, bu insanların ihanetin de tanımını bilmedikleri açıktır. İşte buna da ‘ileri demokrasi’ adını vermektedirler.

Yüksek Seçim Kurulu (YSK), aceleyle hazırladığı taslakta 90 günlük seçim takvimini 60 güne indirerek, erken (AS: Bize göre erken değil yineletilen seçim!) seçimin 1 Kasım 2015 Pazar günü yapılmasını öngörmüştür. YSK, kararını “hükümetin kurulamayacağının ortaya çıkması”, “daha ileri bir tarihin kışa rastlayacağı” ve “ülkenin içinde bulunduğu koşullar” şeklinde
3 gerekçeye dayandırmıştır. Henüz 45 günlük hükümeti kurma süresi tamamlanmadan, cumhurbaşkanının kararı açıklanmadan ve seçim kararı alınmadan YSK’nin yaptığı
bu işgüzarlık ile, her zaman olduğu gibi yine anayasa çiğnenmiştir. Seçim kararı alınmadan, seçim tarihini belirlemek mümkün değildir ancak AKP iktidarının sivil darbelerine toplum alıştırılmış ve sessiz kalması sağlanmıştır. Muhalefet partileri bile, bu olayı sıradan sözlerle geçiştirmişlerdir.

Yine siyasal ayak oyunları, oy hesapları, seçmen kandırma yöntemleri ön planda olacaktır.
Yeni bir seçime dek bu kabusun düzelme olasılığı da yoktur ne yazık ki. Erken genel seçim de ülkeyi düzeltemez. Çünkü halk, önceki seçimlerde çok yanlış kararlar verdi, ihanet içindeki partileri iktidara getirdi ve ülkenin sistemi alt üst edildi.

Ortaçağ karanlığından demokrasi ve terör örgütünden barış beklentisiyle
aydınlık ve güzel günlere ulaşmak olanaksızdır.

Erken seçimde doğru oy verilse bile, ülkenin düzelmesi çok zor gözükmektedir.
Yapılan hataların izleri, yeni bir seçimle silinemez.

Yapılacak erken seçimde de sonuç hemen hemen aynı olacaktır. AKP ya da AKP ağırlıklı bir iktidar işbaşına geçecek ve ülkeyi bugüne getiren politikalar devam ettirilecektir. Zaten böyle bir iktidar ile böyle muhalefet partileriyle ve bunların yöneticileriyle bu karışıklıktan çıkmak mümkün değildir. Toplum yeni bir umut arayışı içindedir. Ancak kısa sürede yapılacak
erken seçimde, bu umudu bulmak zor gözükmektedir. Ülkemize istikrarın gelmesi için,
Atatürk ilkelerine ve devrimlerine sahip çıkan siyasal partilerin olması ve söylemleriyle topluma güven vermesi gerekmektedir. Ve bu umut bir gün mutlaka gerçekleştirilecektir.

===============================

Dostumuz Suay Karaman‘ın yazısı böyle…

Bize göre “erken seçim” nitelemesini kullanmak 2 bakımdan sakıncalıdır.
İlki, “anormal” durumu normal – olağan gösterir.
İkincisi dil mantığı (Semantik) açıdan yanlıştır; çünkü yapılan bir erken seçim değil,
“zorla yineletilen” bir seçimdir!

Bu olgunun üzerinde vurgu yapılmalıdır.

Bize göre, 7 Haziran’da oy kullanmayan 9,1 milyon seçmen, -ki bunlar AKP seçmeni değildir- bu seçimde yarıdan fazlasıyla sandığa gider ve CHP’ye oy verirse CHP 200’ü aşarak 1. parti çıkabilir.. Sonra da örn. MHP ile koalisyon kurabilir..

İktidardan düşen AKP’den hesap sorulur ve tarikatlar koalisyonu – rantçı bu parti hızla dağılır..

Halkımızın AKP’yi artık bu 5. seçimde mutlaka ama mutlaka hak ettiği cezaya çarptırmasını bekliyor ve umuyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
24 Ağustos 2015, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Cüneyt Arcayürek : Tepedeki Anlaşmazlık!.


Tepedeki Anlaşmazlık!..

Cüneyt Arcayürek
Cumhuriyet, 07 Şubat 2015

Cumhurbaşkanını halkın seçmesi kesinlik kazanırken parlamenter sistemde halkın seçeceği bir cumhurbaşkanı ile halkın oylarıyla Meclis’te çoğunluğu sağlayan bir parti içinden başbakan çıkmasının iki başlı bir yönetime yol açacağını savunanları, kimin milli irade düşmanı ilan ettiği herhalde hâlâ belleklerdeki yerini koruyor…

Halkın seçeceği bir cumhurbaşkanının en hararetli savunucusu bugünkü Cumhurbaşkanı.

Bu konuda ne düşündüğü de berrak olmayan ise Bay RTE’nin hükümetinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu idi.

Halkın oylarıyla seçilen bir cumhurbaşkanının kimi konularda halkın oylarıyla seçilen başbakanla ters düşeceği söylendi yazıldı ama…
… Bu gerçeği söyleyenleri halk iradesine saygısızlık diye suçlayan, ülkeyi tepeden yönetmek sevdasına kapılan RTE’ye anlatmak olanaksızdı.
Bugün daha önce söylenen sakıncalar bir bir gündeme geliyor.

***

Ama kapalı sandık AKP, bu sakıncaların dışa yansımasını bugün, evet bugün engelliyor.
Halkın oylarıyla başbakanlığa gelen Davutoğlu, ikide bir yerli yersiz konuşmalarında Cumhurbaşkanı ile aralarında en ufak ayrılık gayrılık olmadığını acaba neden söylemek gereksinimini duyuyor?..

Cumhurbaşkanı ile devlet yönetiminde aralarında en ufak ayrılık yoksa var olduğu söylentilerini neden ikide bir yalanlamaya gereksiniyor?..
Tepedeki, pek çok konuda bakanlara emreden bir tavır takınıyor…
Kuşku yok, beni halk seçti diye kendini parlamenter rejimin başbakanının üstünde gören bir cumhurbaşkanı sanıyor.

***

Çok yakın zamanda bir örneği izledik, izliyoruz.
Faizlerin indirilmesi dayatmasına, Merkez Bankası’nın direnmesini bir türlü sindiremiyor.
AD; tepedeki adamla, ekonomik kurallara uyarak faizleri indirmeyen banka arasındaki
bu anlamsız kapışma arasında kalan bir başbakan!

Yukarıya söz geçiremiyor, bankayı kararından vazgeçiremiyor.
Geçenlerde ekranlarda izledik. Başbakan, bankanın sorumlu başkanına, Cumhurbaşkanı’nı yumuşak bir dille yanıtlaması ve Saray’a giderek Cumhurbaşkanı ile uzlaşıcı konuşmalar yapmasını tavsiye ediyordu.
Ama banka başkanı, ekonomiyi ve koşullarını herkesten çok daha iyi bildiğini iddia eden
bir Cumhurbaşkanı ile nasıl anlaşacak?

Şefaat diler gibi, çağırmadığı halde Saray’a gitmeye gönüllü olmadığı ortada.
Banka başkanının, Başbakan’a çağırılırsa elbette Saray’a gideceğini içeren bir yanıt verdiği de söyleniyor.
Lakin ekonomiden de sorumlu Başbakan’ın, Merkez Bankası’na, tepedeki adam koşutunda bir dayatmada bulunmadığı da ortada.
Üstelik hükümette ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Babacan ile Maliye Bakanı’nın tepedeki adam gibi düşünmediği, Merkez Bankası’nın faiz politikasını destekledikleri söyleniyor, yazılmıyor, fakat gerçek bu!

***

Tepedeki adamın, ısrarla kendine özgü, -artık bilmeyeni kalmadı- diktatörlük hevesini karşılayacak başkanlık sistemi konusunda da başbakanla aralarında bir çatlak olduğu artık saklanamaz hale geldi.
Davutoğlu’nun, tepedeki adamla son günlere yine damgasını vuran bir konu olan“başkanlığa ihtiyatlı” duruşunu içeren söylentiler, tepedeki ile Başbakan’ın aynı çizgide olmadığını doğruladı.

Başbakan bir TV’de “kişiler için sistem tartışması yapılmayacağını” belirtti ve“mesele özgürlükçü olmayan bir anayasal sistem içinde gücü bir kişinin elinde toplamak değil. Ne bunu Cumhurbaşkanımız ister, ne ben isterim ne deTürkiye’de aklı başında bir siyasi sadece kendi geleceği için bir şey tasavvur eder” dedi ve…

… Böylece ama idarei maslahatçı bir üslupla, yukardaki adamı da rahatsız etmeden kendine özgü başkanlık sisteminde Cumhurbaşkanı ile aynı kanıda olmadığını açıkladı.
Yukarısı ile hükümet arasındaki anlaşmazlıkların bir diğer örneğini şu haber doğruluyor.
Cumhurbaşkanı, hükümetin mal bildirimiyle ilgili hazırladığı yasaya ve imarda yapılan düzenlemelere, inşaat sektörüne zarar verir diye karşı çıkıyor.
Bu konudaki düzenlemeler tepedekinin açıklamalarından sonra seçim sonrasına kaldı.

***

Halkın seçtiği Cumhurbaşkanı’nın başbakanla yetki çatışmalarına neden olacağını
önceden kestirmek için müthiş öngörü sahibi olmaya da gerek yoktu;
RTE’nin kişiliğini ve siyasal ihtiraslarını bilmek yeterliydi


Geçmiş ola!

==========================================

Dostlar,

Bir parlamenter rejimde, simgesel olması gereken / olan Cumhurbaşkanı Meclis tarafından seçilmek (gerçekte atanmak – görevlendirilmek) yerine halka seçtirilirse,
artık parlamenter rejimden söz edilemeyeceğini bu sitede çok yazdık..

Gerçekten biz de üstad Cüneyt Arcayürek gibi “Geçmiş olsun” diyoruz..

Artık Türkiye’de siyasal / politik olarak melez bir rejim söz konusudur.
Yarı başkanlığa yakın bir başkalaştırılmış / yozlaştırılmış parlamenter rejim..
Dünyada örneği olmayan yoz (dejenere)  bir türev..

Öte yandan gerçekte – eylemli olarak (de facto) ise, Cumhurbaşkanı olduğu söylenen zatın
(Bay RTE) bitip tükenmeyen kesinlikle patolojik hırs ve ihtiraslarıı nedeniyle,
yarı başkanlıktan öte totaliter – despotik bir rejime süreklenmiş bulunuyoruz.

Rejim bunalıma sokulmuştur.
Anayasa askıdadır ve 12. CB – Yarı Başkan Bay RTE fiilen anayasa suçu işlemektedir!

Erdoğan, Anayasayı apaçık, bilerek ve isteyerek (taammüden) çiğneyerek
rejimi başkalaştırmakta, yozlaştırarak bir dinci – faşist düzene sürüklemektedir.

Bay RTE ve partisi AKP ülkede fiilen sivil darbe yapmaktadır, yapmıştır.

Böylesi durumlarda halkın meşru direniş hakkı doğar.
Dünya siyasal yazınında (literatüründe) klasik bir kuraldır bu olgu.

Toplum bedelini öder ama ülkeyi raydan çıkaranlardan da hesabını mutlaka sorar..
Bu tür diktatorya heveslileri kural olarak hep ama hep acı ve sefil sonlarla karşılaşırlar..

Hitler sefil bir ortam ve psikoloji içinde intihar etmiştir..
Mussolini bacağından asılmıştır.
Kaddafi‘nin ölüsünün ırzna geçilmiştir.
Mübarek demir kafeste yargılanmıştır..
Saddam idam görüntüsüyle boynu kırılarak infaz edilmiştir..
Menderes ve 2 bakanı asılarak idam edilmiştir..
…..
Yeter mi?

Üstelik Kuran’da da “Siz hiç ders almaz mısınız?” sorusunun kaç kez geçtiğini de
Müslüman geçinen zevata soralım…

Sevgi ve saygı ile,
08.02.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Yılmaz ÖZDİL : Ürdün…

Ürdün…

portresi_kravatli

Yılmaz Özdil

 
Sıcak, sakin bir gün.
*
Sekiz kişiydiler. Paris, Roma, Atina üzerinden Amman’a gelmişlerdi. Üçü Fransız,
üçü İtalyan, ikisi Kanada pasaportu taşıyordu. Kimisi işadamı, kimisi turist kimliğindeydi. Otellerine yerleştiler. Kanadalı olanlar otomobil kiraladı. Biri yeşil Hyundai, biri mavi Toyota… Ve, o sabah hedefin peşine takıldılar. Saat 10’du.
*
Hedef, şoförünün yanında oturuyordu. Arka koltukta ikisi kız, üç evladı vardı. Baba işine, çocuklar okula gidiyordu. Tecrübeli şoför aynaya baktı, huylandı. “Takip ediliyoruz” dedi. Hedef, cep telefonunu tuşladı, polisi aradı, plakayı verdi. O sırada, Toyota yanlarından geçti. Çocuklar, Toyota’nın direksiyonunda oturan kişiye neşeyle el salladı, her çocuk gibi…
Bir dakika sonra cep telefonu çaldı, arayan polisti, Toyota’nın Kanadalı bir turist tarafından kiralandığını söyledi, anormal bir durum yoktu. Hedef rahatladı.
*
Saat 10.30 olmuştu. Wasfi Al-Tal caddesine dönüp, ofisin önünde durdular. İndi.
Çocuklarını öptü. Otomobil hareket etti. Tam binaya giriyordu ki, yeşil Hyundai’yi
yan sokağa park eden öbür Kanadalı “afedersiniz” diye seslendi. Hedef bir an durakladı,
o bir an yeterliydi. Kanadalı elindeki aerosol benzeri tüpten fısss diye bi şey sıktı.
Hedef ani refleksle başını çevirdi ama, kaçamamıştı, püskürtülen sıvı sol kulağına denk geldi. Silmek istercesine kulağını ovuşturdu. Şak diye yere yığıldı.
*
Ofisin önündeki korumalar ne olduğunu anlamamıştı, rahatsızlandı zannettiler, hedefin başına koşuştular. Şoförü ise, olan biteni aynadan görmüştü. Zınk diye durdu. Çocukları indirdi. Kanadalı’nın peşine takıldı. Kanadalı yan sokağa daldı, Toyota orada bekliyordu, bindi, topukladılar. Hedefin şoförü bir yandan süratle takip ediyor, bir yandan cep telefonuyla adres verip, “yolu kesin, yolu kesin” diye bağırıyordu. Yollar kesilene kadar, şoför kesti önlerini, Medine caddesinde, daldı Kanadalılara, can pazarı… Polis yetişti. Kelepçelendiler.
*
Hedef, apar topar hastaneye götürüldü. Felç olmuştu. Soluk alamıyordu. Bilinci kapanıyordu.
*
Kimdi?
Halid Meşal’di.
*
Hani şu, AKP kongresine Ahmet Davutoğlu tarafından onur konuğu olarak getirilen,
“Hamas sana canım feda” sloganlarıyla alkışlanan Halid Meşal’di.
*
Sözde Kanadalılar, Mossad ajanıydı. “Süngü” manasına gelen suikast timi
“kidon” üyesiydiler. İsrail yakalanmıştı.
*
Ürdün Kralı Hüseyin öfkeden çılgına döndü, ABD başkanı Clinton’ı aradı, hadiseyi anlattı. Sonra İsrail başbakanı Netanyahu’yu aradı, “benim ülkemde böyle bir işe nasıl kalkışırsın, derhal panzehiri göndereceksin” diye bağırdı. Hemen peşinden, Clinton, Netanyahu’yu aradı, “panzehiri göndereceksin” dedi. Bir saat sonra, İsrail hava kuvvetlerine ait savaş uçağı, Amman’a tekerlek koydu. Panzehir Meşal’e verildi. Kurtuldu.
*
Kral Hüseyin fırsat bu fırsat diye düşündü. Hamas’ın o dönemki lideri şeyh Ahmed Yasin’i gündeme getirdi. İsrail tarafından hapse tıkılmıştı. “Şeyh’i serbest bıraksınlar, karşılığında
bu iki Mossad ajanını bırakayım.” dedi. Tırak diye kabul ettirdi. Müebbete mahkum şeyh,
beş gün sonra bırakıldı, Ürdün’e gönderildi.
*
Ürdün Kralı Hüseyin, diplomasi yeteneğiyle şerden hayır çıkarmıştı.
Hamas liderlerinden birinin canını, birinin özgürlüğünü kurtarmıştı.
*
En azından bi teşekkürü hakediyordu.
Ürdün’e teşekkür edildi.
Amman’da üç otel havaya uçuruldu!
*
Hyatt, Radison ve Days Inn otelleri eşzamanlı olarak canlı bomba saldırısına uğradı. Batılılar bu otellerde kalıyor diye, bu oteller hedef alınmıştı. 57 kişi yaşamını yitirdi.
El Kaide üstlendi. Güya Batılıları hedef almışlardı ama, ölenlerin 40’tan çoğu müslümandı. İsrail’in beceremediğini dinci terör becermişti, Filistin özel kuvvetler komutanı tümgeneral, ölenler arasındaydı.
*
Müslümanlara sahip çıkan Ürdün’ü, besle kargayı misali, kan gölüne çevirmişlerdi.
Hırıstiyan öldüreceğiz diye müslümanları katletmişlerdi.
*
Hyatt otelde yaşamını yitirenlerden biri, Mustafa Akad’dı. “Çağrı” filminin efsane yönetmeniydi… İslamiyet’e sanat yoluyla büyük hizmet veren, Hazreti Muhammed’in mücadelesini tüm dünyaya adeta ezberleten Suriye asıllı Amerikalı sinemacı,
maalesef, din eksenli terörün kurbanı olmuştu.
*
Canlı bombalardan biri sağ kurtulmuştu. Pimi çekmiş, patlamamıştı. Kadındı. Kocası da
canlı bombaydı. Karı-koca gelmişlerdi. Kocası patladı, kendi kurtuldu. İsmi, Sajida Mübarek Rishawi’ydi. Iraklıydı. 2005 senesindeki saldırıdan beri Ürdün’de hapis yatıyor.
*
Gel zaman git zaman, geçen ay… Ürdün hava kuvvetlerine ait savaş uçağı Suriye Rakka’da düşürüldü. Pilot paraşütle atladı. IŞİD tarafından esir alındı. Takas pazarlığı başladı.
IŞİD, esir tutulan Ürdünlü pilota karşılık kimi istedi biliyor musunuz?
Canlı bomba Sajida’yi istedi.
*
Batı basınında yazılanlara göre, IŞİD’le Ürdün arasında yürütülen takas görüşmelerinde Türkiye etkin rol oynuyor, arabuluculuk yapıyor.
*
Yani… Hazreti Muhammed’e yayın yoluyla hakaret edildiğini söyleyen stratejik derin arkadaşlar, Hazreti Muhammed’e yayın yoluyla en büyük hizmeti veren Mustafa Akad’ın celladını kurtarmaya çalışıyor.
*
Hadi hep beraber…
Adam kim, yiğit kim, dürüst kim, Kiziroğlu Ahmet hocaaaa, peh peh peh peh!

======================================

Dostlar,

Yılmaz Özdil üstaddan müthiş bir yazı daha…
Arşivlenecek ve gereği gibi bu gün ve yarınlarda kullanılması gereken bir yazı..

Bravo Yılmaz Özdil..

Bilindiği gibi gazetelerin satışlarını olumsuz etkilememek için biz gün içinde alıntı yapmıyoruz sitemize.. Ertesi günlerde yararlanıyoruz..

Bu arada SÖZCÜ’ye de çooook teşekkür borçluyuz HÜRRİYETten Bay RTE’nin gazabıyla kovulan bilmem kaçıncı yazar olan Yılma Özdil’e de köşe verdiği için.. Ne oldu;
SÖZCÜ günlük 1 milyon satışı aştı, HÜRRİYET yarım milyonun altına sürüklendi..

Ama başta Aydın Doğan, büyük patronlar elbette hesaplarını bizden
çok daha ustaca yapıyorlardır..

Sevgi ve saygıyla.
21.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Yılmaz ÖZDİL : İade-i itibar


İade-i itibar

Yılmaz Özdil

Yılmaz Özdil


Muammer Güler
’in oğlunun yatak odasındaki kasalarından çıkan 400 bin lira,
320 bin euro ve 90 bin dolar iade edildi, üstüne 20 bin lira faiz ödendi.
*
MHP milletvekili Engin Alan dört sene hapis yatırıldı, üstüne, hapishanede yediği yemeklerin parası istendi, derhal 850 lira ödemesi için tebligat gönderildi.
*
Rıza Sarraf’ın adamı Habbani’nin işyerinde el konulan 1 milyon lira, 800 bin euro, 60 bin dolar ve iki kilo altın iade edildi, üstüne 55 bin lira faiz ödendi.
*
CHP milletvekili Mustafa Balbay’ın beş sene boyunca haybeye hapis yattığı tescil edildi,
beş bin lira tazminat ödendi. Böylece… Sarrafgiller’in cep harçlığı bile senelik 55 bin liraya yatarken, Mustafa Balbay’ın seneliği anca bin liraya geldi.
*
Halkbank genel müdürünün ayakkabı kutularına istiflediği 2.5 milyon dolar ve 2.5 milyon euro, faiziyle birlikte iade edildi, üstüne, 944 bin liralık avukatlık masrafı Halkbank tarafından ödendi.
*
“Ergenekon’un kasası” diye ölene kadar hapiste tutulan Kuddusi Okkır’ın beş kuruşu olmadığı ortaya çıktı, üstüne, 19 bin lira banka kredisi borcu vardı. Eşi Sabriye Okkır mahkeme harçlarını karşılayabilmek için banka kredisi çekmek zorunda kaldı, emekli maaşıyla dört sene boyunca bu krediye taksit ödedi. Sabriye Okkır’ın avukatı altı senedir hiçbir ücret almadan çalışıyor.
*
17 Aralık’a takipsizlik verildi.
25 Aralık’a takipsizlik verildi.
Şero takip edildi.
CHP’nin kedisi, 15 lira 44 kuruşluk faturasız süt içerek devleti zarara uğratmaktan
suçlu bulundu, 15 lira 44 kuruş çatır çatır tahsil edildi.
*
Ahmet Davutoğlu, “yolsuzluk yapan kardeşimiz bile olsa kolunu koparırız” dedi.
*
Veli Saçılık isimli vatandaşımız, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde izinsiz bildiri dağıttığı için gözaltına alındı. Bildiride “devlete ve erkeğe köle olmayın” yazıyordu.
Tutuklandı, hapse tıkıldı. Hapishanede isyan çıktı. Sayın devletimiz isyanı bastırmak için hapishanenin duvarını dozerle yıktı. Veli, duvarın hemen arkasındaydı, dozerin kepçe darbesiyle sağ kolu koptu. Koparılan kolu için tazminat davası açtı. Dava geçen ay sonuçlandı…
Veli suçlu bulundu, kolunun kendi kusuruyla koptuğuna hükmedildi, üstüne,
duvarın parası istendi!
(http://sozcu.com.tr/2014/yazarlar/yilmaz-ozdil/iade-itibar-689781/, 25.12.14)

Onur Öymen : Türkiye’yi neden dinliyorlar?


Onur Öymen : Türkiye’yi neden dinliyorlar?

portresi2

 

 

 

 

Almanya’dan sonra Amerika’nın da Türkiye’yi dinlediği iddiaları hakkında Melih Aşık‘ın bugünkü Milliyet‘te (2.9.14) yayınlanan ve benim de görüşlerime yer veren yazısını aşağıda sunuyorum:

Saygılar, sevgiler.
Onur Öymen

***********************

portresi

Melih AŞIK
NEDEN SIZDIRILIR??
http://www.milliyet.com.tr/neden-sizdirilir-/gundem/ydetay/1934180/default.htm


Önce Almanya tarafından dinlendiğimizi öğrendik, ardından ABD tarafından.
Üstelik ABD dinlemekle yetinmemiş, dinlemelerini İngiltere, Yeni Zelanda, Kanada ve Avusturya ile de paylaşmış. Kısacası “BBG evi”ne dönmüşüz.


ylesine “dinlemeye açık ülke” haline gelmemizdeki, vahamet bir tarafa…
Dinlemelerin böyle peş peşe faş edilmesi tesadüf mü?
Yoksa bir amaca, hedefe mi yönelik? Öyle ise o amaç, hedef ne?
Eski Almanya Büyükelçimiz ve eski CHP Milletvekili Onur Öymen diyor ki:
– Burada sorulması gereken esas soru dinlemelerin neden sızdırıldığıdır.– Sizce neden sızdırıldı?

– Demek ki dinlemelerde öğrendikleri bazı şeyler sıkıntı yaratmış dinleyenlerde. Orada konuşulanların, yaparız, ederiz denilen şeylerin yapılmasını, edilmesini önlemek istiyorlar. Dinlemeleri sızdırarak, bakın, biz her şeyin farkındayız,
her şeyi biliyoruz, ayağınızı denk alın, macera aramayın mesajı veriyorlar.

– Bu dediklerinizi biraz somutlaştırsak…

– Mesela Dışişleri Bakanı iken Ahmet Davutoğlu’nun odasında yapılan ve bir provokasyon sonucu Suriye’ye savaş açılabileceği yönünde ortaya konan niyet dikkatlerini çekmiş olmalıdır. Batılılar bizim onları bir oldu bitiyle savaşa sokmak isteyeceğimizden kuşkulanıyor olabilirler. Suriye’deki El Kaide uzantısı bazı silahlı gruplara destek verilmesi de rahatsız ediyordur.
Ayrıca İsrail politikamızı kuşkuyla izlediklerini biliyoruz.

– Sizce bu işin sonu nereye varabilir?

– Avrupa’dan zaten dışlandık.
Bu gidişle NATO üyeliğimizi de sorgulamaya başlayabilirler.

=============================================

Dostlar,

AKP iktidarı ülkemizin bugününü ve geleceğini ciddi biçimde tehdit eden
politikalarını ısrarla sürdürüyor.. Bu dış politikaların mimarı son 5 yılın (2009-14) Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise 28.8.14’ten bu yana dümenci başı..

Suriye’ye bir MİT provokayonuyla savaş ilan etme planları, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun odasındaki 4’lü görüşme de sızdırılmıştı ve biz konuyu web sitemizde işlemiştik.. (AKP’nin SURİYE İLE SAVAŞ ÇIKARMA OYUNLARI, 29.3.12014,
http://ahmetsaltik.net/2014/03/29/akpnin-suriye-ile-savas-cikarma-oyunlari/)

Batı dünyasıyla ilişkilerimizi “bilerek” sabote ediyor..

Türkiye’yi nereye sürüklemek istiyorlar??

“Hedef 2023” ün gizli kodu ne??

“ANADOLU FEDERE İSLAM DEVLETİ” olmasın??

Sevgi ve saygıyla.
3.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

Yargıtay Başkanı’nın Adli Yıl Açış Konuşması – 2014

yargitay_logosu

 

Yargıtay Başkanı
Ali Alkan’ın
Adli Yıl Açış Konuşması
01.09.2014

 

 

Dostlar,

Dün, 1 Eylül 2014 Adli tatilin bitimi ve 2014-15 Adli Yılının açılış günü idi.
Gelenekselleştirildiği üzere (1943’ten bu yana) Yargıtay’da bir tören yapıldı.
Geçtiğimiz yılki törende Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu‘nun konuşması sırasında, dönemin Başbakanı RTE sinirlerine egemen olamayarak ağzını bozmuş ve salonu terketmişti.. Birlikte 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, Danıştay Başkanı hanımefendi de… (cübbesinin olmayan düğmelerini iliklemeye çalışarak!) salondan ayrılmışlardı.

Bu yılki açılışa, RTE Başbakan iken bir duyuru yaparak, TBB Başkanı konuşursa kendisinin törene katılmayacağını açıklamıştı. Ardından da 28.8.14 günü Başbakanlığa atanan Ahmet Davutoğlu..

Gelmediler de… Ya da artık böylesi ortamlarda olamıyorlar..
Kendilerine yer bulamıyorlar..
Dışlandılar..
Yüksek yargı tam kadro oradaydı..
Yargıtay Başkanı Sn. Ali Alkan nefis bir konuşma yaptı..
8 A4 sayfası dolusu.. O yüzden pdf olarak vereceğiz..
Mutlaka özenle ve bütünüyle okunmalı..

Dün da TBB Başkanı Sn. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun konuşma metnini (5 A4 sayfası) sunmuştuk (http://ahmetsaltik.net/2014/09/01/turkiye-barolar-birligi-baskani-prof-dr-metin-feyzioglunun-adli-yil-acilis-konusmasi-2014/). Biz de bir değerlendirme eklemiştik.

O konuşma da 4/4’lük mükemmel bir metin idi. Hukuk fakültelerinde öğrencilere
ödev verilerek, konuşmadaki temel hukuk ilkelerini çıkarmaları ve sınıflamaları istense, neredeyse tüm konuşma metni, tüm tümceler birer temel hukuk ilkesi..

Cumhuriyeti kurumları ile, birikimi ile, yürekli yurtseverleri ile AKP iktidarının yıkıcılığına direniyor ve direnecek.. Bu “fetret dönemi” ni de atlatacak ve
Büyük ATATÜRK’ün aydınlık yoluna ilerlememizi sürdüreceğiz.. 

Ali ALKAN
Yargıtay Birinci Başkanı
1 Eylül 2014, Ankara

YARGITAY_BASKANI_ALI_ALKAN_1.9.2014

 

 

 

 

 

Konuşma metnini okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

ADLI_YIL_ACILIS_KONUSMASI_BASKAN_ALI_KALKAN_2014

Konuşma şöyle başlıyor :

Saygıdeğer Konuklar,

Kıymetli Meslektaşlarım, Basınımızın Değerli Temsilcileri;

1943 yılından beri süregelen ve bu sene 71’incisini düzenlediğimiz Adli Yıl Açış Töreninde, sizleri aramızda görmekten mutluluk duyuyor, 2014-2015 adli yılını, ülkemize adalet, barış ve huzur getirmesi dileğiyle açıyorum.

Milletimizin 30 Ağustos Zafer Bayramını kutluyor,
bu vesileyle bize Cumhuriyetimizi armağan eden Ulu Önder Atatürk ve
aziz şehitlerimizi rahmet ve şükran duygularıyla anıyorum. Geçen yıl yitirdiğimiz değerli meslektaşlarımızı rahmetle anıyor, emeklilik ya da başka sebeplerle aramızdan ayrılanlara Türk Yargısına yapmış oldukları hizmetleri nedeniyle teşekkür ediyor, bundan sonraki yaşamlarında sağlık ve mutluluklar diliyorum.

*****

Ve şöyle bağlanıyor :

Başta ilk derece mahkemelerinde görev yapanlar olmak üzere tüm meslektaşlarıma sesleniyorum. Hâkim ve savcı olmak, bizim için en büyük onur ve şeref kaynağıdır. Hiçbir makama, unvana ve göreve tamah ve tenezzül etmeyiniz. Yargının hepimizin bildiği iç sorunlarını kendi içinizde, kendiniz çözünüz. Görevinize ve temsilinize müdahale ettirmeyiniz. Bağımsızlık ve teminatınıza el uzatan hiçbir çözüme rıza göstermeyiniz, başınızı dik tutunuz.

Sizler, ülkemizin farklı köşelerinde, üstün vasıflarınız, mütevazı yaşamınız ve vicdanlarınızdan süzdüğünüz kararlarınızla, yargının yüz akısınız. Mesleki dayanışmanızı ortaya koyma biçimlerinizi, çok sesliliğinizi ve mesleki örgütlenmelerinizi takdirle izliyor, sizleri sevgi ve saygıyla kucaklıyorum. Yargının tüm kademelerinde görev yapmakta olan çalışanlara 2013-14’te gösterdikleri üstün çaba ve çabaları nedeniyle teşekkür ediyorum. Yeni adli yılın yargı bağımsızlığı ve hukuk güvenliği adına daha güzel günler getirmesi dileğiyle açılışımıza onur veren konuklarımıza ve meslektaşlarıma en derin saygılarımı sunuyorum. 

*****

Metin, Yargıtay’ın resmi web sitesinde de tam metin olarak pdf formatında yayımlandı..
(http://www.yargitay.gov.tr/belgeler/site/acilisKonusma/2014-2015.pdf)

Sevgi ve saygıyla.
2.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Bir Yükseliş ve Çöküş Hikayesi!


Dostlar,

Sayın Dr. Cüneyt Ülsever’den çok başarılı bir siyasal irdelemeyi paylaşmak istiyoruz.

YURT Gazetesindeki köşesinde bu gün ve önceki gün 2 bölüm olarak kaleme aldığı

  • “Bir Yükseliş ve Çöküş Hikayesi! “

RTE ve Ahmet Davutoğlu’nun hazin megalomanik sanrılarının (hezeyanlarının ) öyküsü.

Gene klasik..
Wilfredo Pareto’nun temelini attığı “Elitlerin Yükselişi ve Çöküşü” kuramı ile uyumlu.

Paul Kennedy de benzer bir kurama sahip;

The Rise and Fall of the Great Powers..(Büyük Güçlerin Yükselişi ve Çöküşü..)

RTE örneğinde temel sorumlu etmen ise, yazdığı kalın kitaptaki tezi Stratejik Derinlik ile derin bir ironi sergileyen Ahmet Davutoğlu’nun stratejik sığlığı!

Tarihin cilvesi işte.. İhtiraslarınız boyunuzu fersah fersah aşınca..

Sevgi ve saygı ile.
27.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Bir Yükseliş ve Çöküş Hikayesi! (I)

Bir yükseliş ve çöküş hikayesi! (I)

Cüneyt ÜLSEVER
(25.6.13, YURT Gazetesi)
http://www.yurtgazetesi.com.tr/bir-yukselis-ve-cokus-hikayesi-i-makale,4890.html

Bugün ve perşembe günü art arda iki yazı ile RTE’nin Batı indinde yükseliş ve çöküşünü irdeleyeceğim.

***

Galiba siyasette doğru zamanda doğru yerde olmak çok önemli. 2002’de
Erdoğan siyaseten doğru yerdeydi.

2002’de ABD ve AB, kendisine karşı yükselen İslamcı siyasete set çekecek
bir alternatif İslamcı siyaset arıyordu.

2002’de başını Çevik Bir’in çektiği askeri vesayet de içeride İslamcı Erbakan hareketini bölmek için alternatif bir İslamcı lider arıyordu.

El-Kaide 11 Eylül 2001’de dünyayı alt üst eden bir saldırı ile New York’ta
dehşet saçmış, bu evrende yaşayan herkes, ilk anda aklı almasa da,
dünyanın en büyük gücü ABD’nin “vurulabileceğini” görmüştü.

Türkiye belki de Müslümanların çoğunlukta olduğu tek “demokratik” ülke idi.

Ancak, başında Müslüman çoğunluğu Batı’ya karşı kışkırtan rahmetli Erbakan vardı.

Süratle siyasal İslam “ehlileştirilmeliydi.”

***

Alternatif, RTE ve onun kurduğu AKP oldu!

RTE İslamcı ama “pragmatik/faydacı” idi”!

Eğer, Batı “laiklikte ısrarlı olmayan demokrasi”yi benimserse, RTE ve AKP
hem anti-kapitalist, hem anti-demokratik siyasi İslam’ın alternatifi olabilirdi.

***

RTE, bir Milli Görüşçü olarak anti-kapitalist/anti-emperyalist bir siyasi gelenekten geliyordu.

Ancak, aynı zamanda muazzam bir “faydacı” idi.

Erbakan Hoca’sının başına gelenlerin neden geldiğini kısa sürede çözdü.

İktidar olmanın en gerçekçi yolu aynı zamanda hem idealist (İslamcı) hem faydacı (Kapitalist/Batıcı) olmak idi.

Kısacası “yeni Özal” olması gerekiyordu. (Allah var, bu konuda beni de 2004 sonuna dek aldatabildi.)

RTE Özal’ın daha İslamcı sürümünü oynarsa ABD ve AB onun iktidarını açıkça desteklerdi. Nitekim desteklediler de!

***

RTE, hükümet olduğu halde askerle iktidar mücadelesi vermek zorunda kalınca,
2002-7 arası ABD ve AB’den büyük destek gördü. 1 Mart Tezkeresi’nin (2003) “cezası” TSK’ya kesildiği için TSK’nın yeniden tasarlanması gerektiğine karar veren ABD, AKP’ye desteğini misliyle artırdı. (Bkz: Ergenekon, Balyoz vb. davalar)

2007’ye dek AKP, ABD ve AB’nin Ortadoğu’da taşeronu olarak Batı’ya hizmet verdi. Batı da onun Türkiye’de yolunu açarak RTE’ye hizmet verdi.

SSCB etkisi dışında kalmış İslam coğrafyasında en batıda Fas’tan en doğuda Pakistan’a dek RTE “laiklikte ısrarlı olmayan demokrat” ama yine de “güçlü inanç sahibi” olarak “örnek lider” konumuna geçti. Müslümanlar için El-Kaide türü savaşçılara ve diktatörlere karşı alternatif olmaya başladı.

Müslümanlar pekâlâ anti-emperyalist olmadan da dinlerini yaşayabilirlerdi! Hem de refahı artırarak! RTE’nin bu uğurda en önemli eseri başta Mısır’da olmak üzere Müslüman Kardeşlerin ehlileştirilmesidir!

***

Kanımca pragmatist/faydacı RTE hayatının en büyük hatasını Ahmet Davutoğlu’nu (AD) Dış İşleri Bakanı olarak yaptı.

AD de Bakan olmak uğruna faydacılığı seçti, “çok kutuplu dış politika” idealini çöpe attı ve ABD’nin “tek kutuplu dış politikası”na U-dönüşü yaptı ama özünde o RTE’den entelektüel derinliği çok daha fazla olan, yıllarını bir ideolojinin akademik etüdüne adamış bir “idealist” idi.

AD yıllarca “yeni Osmanlı” hayali ile yaşamıştı. Bu uğurda çok büyük irfanlar edinmişti.

“Tıpkı Britanya’nın eski kolonileri ile yaptığı gibi Türkiye de bir milletler birliğine dönüşebilir… Bana hatırlattı ki, Britanya, eski kolonileri ile bir ortak refah bölgesine sahip. Neden Türkiye liderliğini Balkanlardaki eski Osmanlı topraklarında, Ortadoğu’da ve Orta Asya’da yeniden inşa etmesin?” (Jackson Diehl’in Ahmet Davutoğlu ile yaptığı söyleşi- Washington Post, 5 Aralık 2010)

Bazıları onu gelmiş geçmiş en büyük dışişleri bakanı ilan ettiler ama ben başından beri AD’nin güçlü hayal dünyasının Türkiye’nin başına bela olacağını iddia ettim.
Nitekim belki Türkiye’nin değil ama öninde sonunda RTE’nin başına bela oldu!

***

AD, RTE’ye bir süre sonra “faydacı” siyaseti bıraktırdı ve ona “Yeni-Osmanlı sultanı” olarak Ortadoğu’da Batı’nın vazgeçemeyeceği “lider” rüyaları gördürmeye başladı.

Görevini ilahi güçten alan ve Sünni dünyayı kurtarmakla mükellef lider!

Bu rüya da 2011-13 arasında RTE’nin sonunun başlangıcını/başlangıcının sonunu hazırladı!

(Perşembe, 27.6.13, devam edeceğim.)

===================================================

Bir Yükseliş ve Çöküş Hikayesi! (II)

cuneyt ulsever

Cüneyt ÜLSEVER
(25.6.13, YURT Gazetesi)
http://www.yurtgazetesi.com.tr/yazarlar/bir-yukselis-ve-cokus-hikayesi-ii-makale,4910.html

Salı (25.6.13) günü yazdım. 11 Eylül 2001 ertesi ABD ve AB kendisine karşı yükselen anti-emperyalist ve anti-demokratik İslamcı siyasete set çekecek, onu “ehlileştirecek” bir alternatif ararken karşılarında İslamcı ama “pragmatik/faydacı” RTE’yi buldular.
RTE Batı karşıtı Erbakan Hoca’nın başına gelenlerden yeteri kadar ders almıştı.

RTE 2003-7 arası ABD’nin İslam dünyasına biçtiği “laiklikte ısrarlı olmayan demokrasi” modeli için ideal lider oldu.

Ancak RTE, Ahmet Davutoğlu’nu (AD) Dışişleri Bakanı yaparak bence “çöküşünü” perçinleyen en büyük hatayı yaptı. AD, RTE’den entelektüel derinliği çok daha fazla olan, yıllarını bir ideolojinin akademik etüdüne adamış bir “idealist” idi.
Yıllarca “yeni Osmanlı” hayali ile yaşamıştı. Bu uğurda çok büyük irfanlar edinmişti.
***

2003-7 arası ABD’nin büyük desteği ile ülkedeki tek siyasi rakibi TSK’yı
devre dışı bırakan AKP, 2007-11 arası kendi iktidarını inşa etti.
2011 genel seçimlerinde kazanılan muhteşem zafer ise RTE’yi içeride “otokrasi”ye sürüklerken, dışarıya karşı da “bana her halükârda muhtaçlar” düşüncesini inşa etti.
2011-13 arası AD, RTE’yi dış politikada “faydacı” yaklaşımdan oldukça uzaklaştırdı. O’nu Yeni Osmanlı’yı “Balkanlardaki eski Osmanlı topraklarında, Ortadoğu’da ve
Orta Asya’da yeniden inşa edebileceğine” ikna etti.

  • Yeni Osmanlı’nın yeni sultanı da pekâlâ RTE olabilirdi.

Nitekim “van minits” çıkışı RTE’yi Ortadoğu sokaklarının hamisi yaptı!
Ancak her çıkışın bir de inişi vardır.
***

Bu köşede çok yazdım. Uzun uzun tekrar etmeyeceğim. Özetle “faydacı” siyasetten “racon kesen” siyasete dönüşen 2011-13 süreci RTE-AD ikilisini Ortadoğu’ya
ayar verme gayretine düşürdü. Kuzey Irak’ta ve önemle Suriye’de başlarına buyruk hareket etmeye başladılar. ABD’nin bahşettiği “Ortadoğu taşeronluğu” görevini “Sünni İmparatorluğu” kâbusuna dönüştürmeye çalıştılar. Üstelik Ortadoğu’da
“Rusya gerçeği” yokmuş gibi davrandılar.

AD’nin “ideolojik saplantı” ile sarhoşlamış aklı Suriye’nin Rusya için ne kadar önemli olduğuna bir türlü akıl erdiremedi. ABD’yi nerede ise Rusya ile karşı karşıya getirdi. ABD, RTE’yi defalarca uyardı. Obama dünya televizyonları önünde AD’yi parmak işareti ile lokantada masasına komi çağırır gibi çağırarak, RTE ile telefon görüşmesinin “beyzbol sopalı” fotoğrafını Beyaz Saray’ın web sitesinde yayınlayarak ikiliyi “haddini” bilmeye defalarca davet etti ama netice alamadı. RTE’nin kibre boğulmuş benliği artık uyarılara kulak asmıyordu. Sonunda Obama, mayıs ayında tenzil-i rütbe ile taşeonluk görevine son verdi!
***RTE bu durumu Türk kamuoyundan saklama gayretleri ile “cambaza bak!” oyununa soyunurken “2 ayyaş” O’nu içeride de ketenpereye getirdi.
Kendi kazdığı kuyuya kendi düştü.
***RTE “Sünni İmparatorluğu kurma” gayretleri içinde Nusayri Esad’ı “canavar” seviyesine indirerek Suriye’de bir Sünni kalkışması yaratmaya kalkışırken,
Friederich Nietzsche’nin uyarısını hiç dikkate almıyordu.

Nietzsche canavarla uğraşanlar için şöyle demişti:
“Her kim ki canavarla savaşıyorsa süreç içinde kendisinin de canavarlaşmamasına dikkat etmelidir. Cehennem çukurunun içine bakarken onun da size baktığını unutmayın.”
Gezi Parkı’ndaki çınar ağacı “diktatör Esad”ın yerine “diktatör RTE”yi,
“halkına zulmeden Esed” yerine “halkına zulmeden Teyyip”i yarattı!Kendisi gibi yaşamak istemeyenlere karşı takındığı zalim tavır Batı’da RTE’ye “
kendi başına buyruk” sıfatı yanında “yeni diktatör” sıfatını da ekledi.
“Laik hayat tarzı”nı yaşamak isteyen Türkiye’nin % 50’si, gençlerin etrafında kenetlenerek ABD’nin Ortadoğu’ya biçtiği bir donu da paçavraya çevirdiler.Bir avuç çapulcu “laiklikte ısrarlı olmayan demokrasi”yi de çöp tenekesine attılar.
***

Bundan böyle RTE zihinlerde “yeni diktatör” olarak yaşamaya mahkûmdur.

“Canım Ortadoğu halkı anti-emperyalist siyasete cevaz vermesin de varsın olsun
İslami hayat tarzını yaşasın/birbirine dayatsın, bizim için fark etmez!” safsatası da RTE’nin “tarihi misyonu” ile birlikte tedavülden kalkmıştır.

Bu dersi de dünyaya, Atatürk’ün cumhuriyeti kendilerine emanet ettiği
Türk gençliği
vermiştir!

Cüneyt Ülsever,
Yurt Gazetesi, 27.06.2013

Hatay mitingi..

Basın, Hatay’ın ayağa kalkmasına gözlerini kapadı

16.9.12 günü Antakya’da düzenlenen “Türkiye-Suriye Kardeşlik Buluşması” polisin çok sert müdahalesine sahne oldu. Gece boyu devam eden polis saldırısı ve halkın tepkisi karşısında ana akım basının tavrı yine “sessizlik” oldu.

Dün Antakya’da İşçi Partisi’nin çağrısı üzerine düzenlenmek istenen “Türkiye-Suriye Kardeşlik Buluşması” polisin sert müdahalesine sahne oldu. Daha önce Hatay Valiliği tarafından yasaklanan eylem, buna rağmen geniş bir katılımla gerçekleşti. Polisin kitlenin toplanamaması için basın açıklamasının yapılacağı Antakya Doğuş Okulları önüne girişleri bloke etmesi üzerine, kentin dört bir yanı eylem alanına döndü.

BASIN YAŞANANLARA GÖZLERİNİ YUMDU

Eylemler ve polis müdahalesine yönelik tepki gece boyunca da devam etti. Hükümetin Suriye’ye yönelik politikalarını protesto eden halk, “AKP elini Suriye’den çek”, “Suriye-Türkiye kardeştir”, “katil polis hesap verecek” sloganlarıyla müdahaleleri, yaşanan gözaltıları ve hükümetin Suriye’ye ilişkin politikasını yoğun bir şekilde protesto etti. Halk, Armutlu, Sümer ve Akdeniz mahallelerinde barikat kurarak polise direnmeye çalıştı.

Özellikle son aylarda ülke gündeminden düşmeyen ve sık sık basında yer bulan Hatay, dün böylesine hareketli saatler geçirmiş olmasına karşın ana akım basında yaşanan olaylarla ilgili tek bir sözün dahi edilmemesi dikkat çekti. Dün öğlen saatlerinde başlayan ve gece boyunca süren eylem ve çatışmalar, bugün egemen basının ön sayfalarında yer bulamadı.

Hürriyet gazetesi bugün Başbakan Erdoğan’ın TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’e yanıtını
“O işine baksın” manşetiyle verirken, Ahmet Davutoğlu’nun Cansu Çamlıbel’le yaptığı röportaja da manşetinde yer verdi.

Milliyet gazetesi de Başbakanın Boyner’e yönelik sözlerini “O kendi işine baksın” manşetiyle verirken, Hatay’da yaşananlar Milliyet’in de ön sayfasında yer bulamadı.

Akşam, sürmanşetten Ümit Özdağ’ın Şenay Yıldız’a yaptığı açıklamaları

PKK iç savaş istiyor” şeklinde duyururken, manşetine Erdoğan’ın, oğlunu kaybettikten sonra “kanı siz durdurun” diyen BDP milletvekili Sırrı Sakık’a yönelik “Elimden geleni yaptım” sözlerini taşıdı.

Radikal gazetesi ise manşetine Bingöl’de 8 polis memurunun mayınlı saldırı sonucunda yaşamını yitirmesini taşıdı. Radikal de Hatay’da yaşananları görmezden gelen gazeteler kervanına katıldı.

Hatay’da yaşanan olayları görmezden gelmesi şaşırtmayan Zaman ise
“Ölümünün 51. Yılında millet, Menderes’e koştu” manşetiyle çıktı.

Sözcü, Cumhuriyet, Vatan gibi gazetelerin de dün Hatay’da yaşananlara ön sayfalarından yer vermemeleri dikkat çekti.

HATAY’DA YAŞANANLAR ÇİN BASININDA!

Türkiye’de ana akım basının görmediği Hatay olayları, Çin’in resmi haber ajansı Xinhua tarafından dünyaya duyuruldu. Xinhua’nın haberinde “Pazar günü Türkiye’nin doğu kenti Hatay’ın merkezi Antakya’da 5000’i aşkın gösterici, Türk hükümetinin Suriye’ye müdahalesini protesto eden kitlesel bir savaş karşıtı gösteri düzenledi” denildi.

Haberde ayrıca “yerel halk gösteriye katılarak, halk arasında huzursuzluğa neden olan, Türkiye’nin Hatay’da Suriyeli militanları, hatta teröristleri barındırmasından şikayet etti.” denildi. (http://www.ulusalkanal.com.tr, 17.9.12)

İBRET VERİCİ BİR DEMOKRASİ DERSİ

İBRET VERİCİ BİR DEMOKRASİ DERSİ

Prof. Dr. Mümtaz SOYSAL
PUSULA, Temmuz 2012, sayı 41

Ülkelerin iklimine ve yönetim sistemine göre biraz değişse de mevsimler takvimi ile siyasal yaşamlar arasında hep rastlanan bir bağlantı vardır. Örneğin, bizde Haziran sonlarına doğru havalar ısınırken siyaset soğur
ve iktidar mücadelesinin sıcaklığı azalır. Gerginliklerin yerini tatil atmosferinin ve dinlenmekte olan sinirlerin yumuşaklığı alır. Ayrıca, başkent tenhalaşmakta ve siyasal ağırlık merkezi yavaş yavaş başka kentlere kaymaktadır.

Elbet ara sıra içte ve dışta ortaya çıkan olağanüstü gelişmeler bu durgunluğu bozsa da, Mayıs ortalarından başlayarak siyasal etkinliklerin azalması, çalışmaların yavaşlaması doğal sayılır. Partiler genellikle bu durgunlaşmanın dışında kalmaz, onlar da hız keserler.

Bu yıl, farklı oldu. Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin siyasal rejmlerini Batılı büyük devletlerin çıkarlarına uygun biçimlere sokmaya yönelik çabalar Mısır seçimleriyle birlikte pek sağlam görünmeyen bir istikrara bağlanmışken, Suriye’deki çalkalanma yalnız o ülkenin içini hallaç pamuğu gibi darmadağın etmekle kalmadı, devletler arasında Soğuk Savaş yıllarını andırır bir cepheleşme yarattı:

Bir yanda Batılı büyük devletlerle Türkiye’nin de desteklediği Suriyeli âsiler; öte yanda Esad hanedanının yönettiği Suriye devletiyle yanında İran, Rusya ve Çin. Son günlerin “düşürülen uçak” olayı Ankara’nın şimdiye kadarki politikasıyla nasıl bir çıkmaza sürüklendiğimizi açıkça gösterdi ve ülkeyi tehlikeli bir ikilemle karşı karşıya bıraktı: Ya Şam yönetiminin bilinçli ve küstahça davranışı karşısında dıştan bakıldığında pek onurlu gözükmeyen bir sonucu sineye çekmek gerekecektir, ya da gereksiz ve anlamsız bir silahlı kapışmaya sürüklenip yanlıştan yanlışa sürüklenmek zorunda kalınacaktır.

***
Gelinen nokta, başlangıçta benimsenen ve Türkiye gibi bir devlete çok yakıştığı söylenen bir politikanın yanlışlığını ortaya koymuş oldu. Ankara, yıldızının yükselmekte olduğu söylenmiş bir devletten beklenen role çağırılmış ve böyle bir çağrıyı gözleri kapalı hemen benimseyivermiştir. Sözde gurur okşayıcı bir çağrıydı bu: Büyük bir imparatorluğun vârisi yüzyıllar boyu egemenliğini sürdürdüğü topraklara yeniden “göz kulak olması” ve Batı dünyasının ilkelerine o topraklarda saygı gösterilmesini sağlaması istenmekteydi.
Böyle bir çağrıyı kim reddedebilirdi?

Nitekim, Ankara da reddetmedi.

Oysa, böyle bir göreve hevesle sarılmadan önce Suriye’deki durumu çözümlemek ve orada neler olmakta olduğunu, kimin ne yapmak istediğini iyi anlamak gerekiyordu. Ayaklananlar acaba gerçek demokrasi ve özgürlük âşıkları mıydı? Yoksa ülkede karışıklık çıkarıp o kaosta Batı yandaşlarını iktidara getirmek ve bölge için Batılı büyük
devletlerce öngörülmüş yeni düzenin kurulmasında yararlanılmak istenen gruplar mı söz konusuydu?

Mezhep kavgaları kışkırtılarak Sünni ve Alevi mi birbirine düşürülmüştü?
Üstelik, böyle bir hengâmeye bulaşmak Ankara’nın İran’la ve Rusya’yla kurduğu ilişkilere zarar vermeyecek miydi? Hesapsızlığın zararları saymakla bitmez ve bunların getireceği yararların neler olabileceğini de
kimse bilemezdi.

***

Ama bütün bunlardan daha da vahim olan ve Şark ya da Ortadoğu kültürünün insanlarınca asla affedilmeyecek sosyal psikoloji hatası, henüz birkaç yıl önce “ma aile” sarmaş dolaş olunmuş insanlara birden bire sırt çevirmek ve onlara karşı Batılı büyüklerle bir olmaktı.

Öte yandan, Suriye’yle kapışmanın Türk sanayicilerce üretilmiş malları Yakın Doğu’ya satma çabalarına vereceği zarar kolay hesap edilmeyecek kadar büyüktü. Gerçekten bütün bunları düşünmeden böyle bir politikaya niçin ve nasıl sarılındığını anlamak çok zordur. Hele “komşularla sıfır sorun” formülüyle yola çıkanların “stratejik derinlik” ararken böyle bir sonuç yaratmış olmaları diplomasi tarihinin ibret sayfalarından hiç eksik olmayacak.

***

Oysa Suriye devletini yönetenler, hiç tanımadığımız ve ilk kez ilişkiye girdiğimiz insanlar değil. Beşar Esad ya da Esed babasından devraldığı devleti aynı ilkeler çerçevesinde yönetmeyi sürdürmek niyetiyle işbaşına geçmişti. O tarihte, daha önceki dönemin gerginlikleri zaten büyük ölçüde giderilmiş ve oğul Esad devraldığı yönetimin Türkiye’yle ilişkilerini daha da geliştirebileceğı bir zemin bulmuştu. Kısacası, ilişkilerin bugünkü duruma sürüklenmesi, Suriye tarafında kesin ve belirgin bir siyaset değişikliği yüzünden değil, tam tersine Ankara’nın bu ilişki konusundaki politikasında köklü bir tutum kaymasının ortaya çıkmasından ötürü olmuştur.

Beşar Esad’ın işbaşına geçişiyle birlikte önceki ilişkinin daha da geliştirildiği ve neredeyse tam bir kucaklaşmaya dönüştüğü bir noktada ansızın beliren bir tutum kaymasıdır bu. Yalnız Türk kamuoyunu değil, ölgenin birçok ülkesindeki insanları şaşırtan bir dönüş olmuş, Türk tarafı, birden bire, Suriye’deki durumun ve epeydir sürmekte olan kargaşanın sorumluluğunu bütünüyle Beşar yönetimine yüklemek yolunu seçmiş ve eleştiri okları hep o yönetime çevrilmiştir.

Aslında bu şaşırtıcı dönüş, Arap Baharı’nı yönlendiren Batılı büyük devletlerin rejim öğütme değirmeni çarklarına Suriye’yi de itmiş olmalarından kaynaklanmaktaydı. Kuzey Afrika’da Tunus ve Libya’yla başlayan senaryoyu uygulama sırası artık Suriye’ye gelmişti: İnsan hakları ihlalleriyle suçlanan kesimlerin direnişleri, direnişlerin şiddete dönüşmesi, şiddetin şiddete doğurması, iktidarca alınan önlemlerin zalimleşmesi, zalimliğin göçlere ve baş kaldırışlara yol açması ve sonuçta iç savaş uçurumuna sürüklenme raddesine getirilmiş bir toplum.Kısacası, ve demokratik düzeni sağlamak amacıyla dış müdahaleyi, rejim değişikliğini hatta huzur getirici işgali kabul etmeye hazır duruma getirilmiş bir toplum ortamı.
Ankara’nın yanlışı, böyle bir senaryonun savunucuları arasına katılmak, rejim muhaliflerine kanat germek
ve sanki uygulayıcılığına da soyunacakmış gibi bir izlenim vermek.

Oysa, taraflar arasında tercihsiz ve tarafsız bir tutum komşuya daha fazla huzur getirebilir ve
Türkiye’ye daha az zarar verirdi.