Etiket arşivi: 6 Ok

 CHP

CHP

Suay Karaman

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve ülkemizin en köklü partisi olma özelliğine sahip Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), kuşkusuz Ulusal Kurtuluş Savaşımızdan, Kuvayı Milliye’den ve Müdafaa-i Hukuk’tan doğmuştur. Bugün 96. yılını kutladığımız CHP, eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde 9 Eylül 1923’te “Halk Fırkası” adıyla kurulmuştur. 1924 yılında “Cumhuriyet Halk Fırkası”, 1935 yılında ise “Cumhuriyet Halk Partisi” adını almıştır.

15-23 Ekim 1927 tarihleri arasında yapılan kurultayda CHP’nin temel ilkeleri olarak Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik ve Laiklik benimsenmiştir. 10-18 Mayıs 1931 arasında yapılan kurultayda Devletçilik ve Devrimcilik ilkeleri de eklenerek, CHP’nin temel ilkeleri altıya çıkarılmıştır. CHP’nin amblemi olan “6 Ok“ işte bu ilkeleri simgelemektedir. 9-16 Mayıs 1935 arasında yapılan kurultayda kabul edilen CHP Programı ile bu ilkeler resmiyet kazanmış ve “Kemalizm” olarak tanımlanmıştır. CHP programının giriş bölümünde Kemalizm ile ilgili şu değerlendirme yer almaktadır:

“Cumhuriyet Halk Partisi’nin programına temel olan ana fikirler, Türk Devrimi’nin başlangıcından bugüne dek yapılmış olan işlerle, yalın olarak ortaya konmuştur. Bundan başka, bu fikirlerin başlıcaları, 1927 yılında Parti Kurultayınca da kabul edilen tüzüğün genel esaslarında ve Genel Başkanlığın, aynı kurultayca onanmış olan bildirisinde ve 1931 kamutay seçimi dolayısıyla çıkarılan bildiride saptanmıştır. Yalnız birkaç yıl için değil, geleceği de kapsayan tasarılarımızın ana hatları burada toplu olarak yazılmıştır. Partimizin güttüğü bütün bu esaslar, Kemalizm prensipleridir.”

Cumhuriyet Halk Partisi, kurucusu ve ilk Genel Başkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ulusal bağımsızlığı kazanan, yeni bir devlet ve rejim kuran, Saltanatı kaldıran, Halifeliğe son veren ve ulusal birliği sağlayan öncü bir partidir. Büyük Atatürk’ün önderliğinde hukuk ve eğitim gibi toplumsal alanlarda gerçekleştirilen devrimlerle çağdaş Türkiye Cumhuriyeti biçimlendirilmiş; ulusal sanayinin, tarımın, hayvancılığın ve ekonominin gelişmesine öncülük edilmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün tam bağımsız ve emperyalizm karşıtı kararlı yönetimi ve ilkeleri sayesinde CHP hükümetleri ile on beş yıl gibi kısa bir sürede gurur verici tablo yaratılmış ve Türkiye’nin her konuda geliştiğine tüm dünya tanık olmuştur. Cumhuriyetimizin 10. Yıl Marşı’ndaki

  • Çıktık açık alınla, on yılda her savaştan

sözünün içi toplumsal (sosyal) devrimlerin yanı sıra kalkınma planlarıyla, sanayi planlarıyla, şeker fabrikalarıyla, basma fabrikalarıyla, demiryollarıyla, Sümerbank’la, Etibank’la…. doludur. Tüm bu veriler herkes tarafından bilinirken, sürekli olarak, bu gurur verici geçmişi yok saymaya çalışan, laik ve demokratik cumhuriyetle hesaplaşmak isteyen kişiler ortaya çıkmakta ve çıkartılmaktadır.

Bu büyük partimizle, Atatürk’ün öncülüğünde 1923 – 1938 yıllarında her alanda büyük kalkınma hamleleri başlatan ülkemiz, Atatürk‘ün ölümüyle birlikte hem partide, hem de ülkede yanlış rotalara savrulmuştur.

  • Kemalizm’i bırakıp, demokratik sol, yeni sol, sosyal demokrasi gibi emperyalizme hizmet eden ideolojilerin peşine takılmanın sonucunda, savrulma büyük boyutlara ulaşmıştır.

Günümüzde CHP’nin ideolojisiyle örtüşmeyen, Atatürk’e düşman, bölücü terör örgütlerine destek veren, liberal ve sığ görüşlülerin partinin her kademesinde oldukları bilinen bir gerçektir. Bugün içinde bulunduğu tüm ideolojik tutarsızlıklarından arınması ve yanlış isimlerin partiden en kısa sürede ayrılması için, Atatürk’ün partisini, Atatürkçü parti yapmak üzere gerçek Kemalistlerin bir araya gelmesi zorunluktur.

Ülkemizin sorunlarını çözecek ve toplumu kucaklayacak Kemalist bir CHP’ye gereksinim vardır. İşte bu yüzden;

  • CHP’nin, kurtuluş ve kuruluş felsefesine geri dönmekten başka çaresi yoktur.

Bugün kuruluşunun 96. yılını kutladığımız CHP, Altı Ok’u savunarak Türkiye’yi aydınlık yarınlara taşıyacak tek parti konumundadır.

Suay Karaman : DÜNDEN BUGÜNE

Konuk yazar : Suay Karaman..

DÜNDEN BUGÜNE

Birinci Dünya Savaşı, 28 Haziran 1914’te Saraybosna’yı ziyaret eden Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Franz Ferdinand ve eşinin, Gavrilo Prinsip adlı bir Sırp genci tarafından öldürülmesi sonucunda başlamıştı. Bu olaya Avusturya-Macaristan Hükümeti’nin tepkisi çok sert oldu ve Sırbistan’a ağır bir nota verdi. Sırbistan bu notayı kabul etmeyince, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Sırbistan’a savaş açtı. Daha önceden Rusya’nın seferberlik ilan etmesini savaş nedeni olarak kabul edeceğini açıklayan Almanya, 31 Temmuz 1914’te genel seferberlik ilan eden Rusya’ya, ertesi gün 1 Ağustos’ta savaş ilan etti. 3 Ağustos’ta da Fransa’ya savaş ilan eden Almanya, 4 Ağustos 1914’te Belçika’ya saldırdı. Bu gelişmeler üzerine İngiltere de, Almanya’ya savaş açtı.

Birinci Dünya Savaşı, dört yıl sürdü ve 9 milyon kişinin yaşamına mal oldu. Ayrıca 22 milyon kişi yaralandı ve 8 milyon kişi kayıp olarak bildirildi. Bu savaş sonucunda Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve Rus Çarlığı gibi dört büyük imparatorluk yıkılmıştır. Rusya’da 7 Kasım (25 Ekim) 1917’de  Ekim Devrimi gerçekleştirilerek, rejim değişmiş ve 30 Aralık 1922’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adında ilk kez komünist bir devlet kurulmuştur. Kurulan bu devlet kısa sürede büyük güce ulaşmış ancak komünizmin yanlış uygulamaları ve devlet bürokrasisinin hantallığı gibi nedenler sonucunda 25 Aralık 1991’de SSCB dağılarak, kapitalist devletlerle komünist devletler arasındaki mücadele(AS: 1945-90 arası 45 yıllık Soğuk savaş) son bulmuştur.

Birinci Dünya Savaşı sonucunda yenilen Osmanlı İmparatorluğu, 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzalamış ve bu antlaşma sonucunda işgal edilmiştir. Ancak bu antlaşmanın imzalanması, Anadolu’da eşi benzeri görülmeyen bir kurtuluş mücadelesinin fitilini de ateşlemiştir. Mustafa Kemal Paşa, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak amacıyla 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmış, kararlı ve azimli yurtsever mücadelelerin ardından, 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

1923’te kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti, halkın büyük çoğunluğu yoksul ve eğitimsiz, sanayi kuruluşları yok denecek ölçüde az ve sermaye birikiminden yoksun, geri kalmış bir ülkeydi. Yapılan Kemalist devrimlerin amacı, ülkenin aydınlanması, kalkınması, gelişmesi ve çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkartılmasını sağlamaktı. 1923-38 arasında 15 yılda gerçekleştirilenler, Kemalist Devrim’in büyük başarılarla oluşturduğu yapılanmanın ürünüdür. 1929-39 arasında bütün dünyada sanayi üretimi %19 artarken, Türkiye’de %96 artmıştır. Dünyada ortalama kalkınma hızı %4-5 iken, Türkiye’de %10 olmuştur (AS: 1923-38 arası 15 yılın ortalaması %6,6!). Bu süreçte yurt dışına uçak satan bir devlet olma özelliğine sahip Türkiye Cumhuriyeti’nde Türk parasının yabancı paralar karşısında değer kazandığı, fiyatlarda artış oranının %1 düzeyinde olduğu, gelir ve giderin eşit olduğu denk bütçenin gerçekleştiği, dış satımın hep dış alımdan fazla olduğu bir dönem yaşanmıştır.

Eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde on beş yıl gibi kısa sürede yaratılan gurur verici tablonun ardında “6 Ok”;

1. Cumhuriyetçilik,
2. Ulusalcılık,
3. Devletçilik,
4. Halkçılık,
5. Laiklik,
6. Devrimcilik

ilkeleri bulunmaktaydı. Atatürk’ün

– tam bağımsızlık,
– emperyalizm karşıtlığı ve
– “yurtta barış, dünyada barış”

ilkeleriyle bütünleşen kararlı yönetimi sayesinde gelişen Türkiye Cumhuriyeti, bugün 100. yılına yaklaşırken, kuruluş ilkelerinden, cumhuriyet değerlerinden, Atatürk Devrimlerinden uzaklaştırılmış ve çağdaş ülkeler düzeyine ulaşamamıştır.

Büyük önderimiz Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ile Bursa Söylevi’ni okumayan, okuyup da anlayamayan ya da özümseyemeyen bir toplum, bugün

  • şeriatın karanlığında ve terör ile bölünmenin eşiğindedir.

    Ulusal değerlerimiz satılmış, yer altı ve yer üstü zenginliklerimiz talan edilmiş, tarım ve hayvancılık bitirilmiş, ulusal sanayi yok edilmiş, laik eğitime son verilmiş, yoksulluk ve yolsuzluk ile hukuk dışı tutum ve davranışlar alıp başını gitmişken bu geldiğimiz durumun asıl nedeni bizleriz ve bu ayıp hepimize aittir. Atatürk’ün cumhuriyeti emanet ettiği gençler olarak, başarısız bir sınav verdiğimiz ortadadır. Ancak gelinen nokta ne denli olumsuz olursa olsun, Atatürk’ün gençleri için umutsuzluğa yer yoktur. Yurtseverler, vatanseverler, ülkesini sevenler bilinçli ve kararlı örgütlenme ile yapacakları haklı ve demokratik bir mücadele sonucunda,
    yaşanan bu karanlığı, aydınlığa çevirebilme potansiyeline sahiptirler. Yolumuz uzun ve çok zor ama başaracağız, başarmak zorundayız. (3 Temmuz 2017)

“İkinci Dil” Üzerinden Yapılmak İstenen Gerçekte Nedir ?

ARŞİVİMİZDEN….

Dostlar,

23 Aralık 2010’da 5+ yıl önce kaleme aldığımız

“İkinci Dil” Üzerinden Yapılmak İstenen Gerçekte Nedir ? 

başlıklı makalemizi 12.5 2012, 09.12.13 ve 21.09.014’te 3 kez öne çekerek sunmuşuz.
bir kez daha yineleme gereği duyuyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
10.02.2016, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
p
rofsaltk@gmail.com

=====================================================

Dostlar,

Güncel tartışmalar bağlamında, bu sitede 12 Mayıs 2012’de yayımladığımız,
23 Aralık 2010’da kaleme aldığımız makalemizi yeniden paylaşmak istiyoruz..

“İkinci Dil” Üzerinden Yapılmak İstenen Gerçekte Nedir ?

Bir de, Şeyh Sait‘in İstanbul’da yayımlanan İKDAM Gazetesi’ne 07 Mart 1920’de yazdığı çok önemli bir mektup söz konusu..

Bu mektubunda Şeyh Sait, geçmişin kanlı bedellerini – tuzaklarını unutmadıklarını,

  • Kürtlerin Ermenilerin ve emperyalistlerin oyununa gelerek
    Osmanlı yönetimine isyan etmeyeceğini
    … vurgulamakta.

Mektubun önemli bir bölümü aşağıda..

Günümüz Kürt önderlerinin dikkatle okumalarında sayısız yarar var..

Kürt kardeşlerimizin kanı – canı ve gözyaşı üzerinden Kürtçülük yaparak siyaset eyleyen ve Kürt ve Türk’ü birbirine kırdıran sefil siyaset esnafına bir yararı yok elbette.

Fakat, ırkçılık yapmayan ve bölücü emperyalist Batı’ya taşeron politikalara alet olmak istemeyen Kürt kökenli yurttaşlarımızın aydınlanması içindir ibretle doludur..
Kürt kökenli aydınlarımızın ise bu bağlamda öncü aydınlatıcı rol üstlenmeleri,
namus borçlarıdır.

Thomas_Jefferson_Bir_Ulus_Yarattik

Sevgi ve saygı ile.
9.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=====================================

“İkinci Dil” Üzerinden Yapılmak İstenen Gerçekte Nedir ?

portremiz_SALTIK_ Ahmet

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Ankara Üniv. Tıp Fak.
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
Dil Derneği Üyesi
23.12.10, Ankara

Son günlerde Güneydoğu bölgemizde kimi genç politikacılar, haklı gerilim doğuran sözler etmeye, tuhaf demeçler vermeye, yandaşlarına “ilginç” kararlar aldırmaya başladılar. Neyin savunulabilir olduğunu ve neler söylenerek neler yapılabileceğini sınamak için taktik amaçlı zemin arıyorlar sanırız. Ancak altını çizelim ki; Kuzey Irak’ta bu yapay “nation building” süreci, dıştan dayatmayla sağlanan elverişli ortamda gerçekleştirilmek ve bağımsız bir kukla Kürt devletine dönüşmek üzeredir.

Ülkemizin, Anayasadaki “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” niteliklerini
henüz tümüyle yaşama geçiremediği, hatta kimi bakımlardan AKP iktidarı döneminde geriletildiği acı bir olgudur.

Fakat ekonomide ve toplumsal yapıda, Büyük Atatürk’ün gösterdiği doğrultuda

  • “Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir halk devletidir, halkın devletidir.”

yönlü girişimlerle bu temel sorunu aşarak, yine Atatürk’ün özlemiyle “Ayrıcalıksız sınıfsız, kaynaşmış bir kitle olacağız.” hedefine dönük bir ulus-devlet yaratmayı sürdürmek varken; sonu belirsiz etnik köken, mezhep vb. ayrılıkları körükleme sorumsuzluğu, kendi dilini ve bağımsız yaşama direncini koruyarak tarihin derinliklerinden 21. yy’a dek ulaşan 80 milyon nüfuslu koca ülkeye yakışmıyor.

E. Büyükelçi Deniz Bölükbaşı; AKP damgalı “açılım ve çok dilliliğin arkasında ABD’nin olduğunu” öne sürmekte ve “5 Kasım 2007’deki Beyaz Saray görüşmesi tutanakları açıklanırsa Demokratik açılımın arkasında ABD’nin olduğu net olarak görülecektir.” demektedir. Buna göre Başbakan R.T. Erdoğan, ABD Başkanıyla etnik açılımın
3 temele dayanmasında uzlaşmıştır :

1. Etnik kimlik
2. Yönetim hakkı
3. Dil dayatması !

Washington’a giden Kürt heyetlerinin kulağına Ankara-Washington uzlaşmasının içeriği fısıldanmış olmalı ki; AKP açılım projesinin uygulandığı süreçte Kürtler bu 3 dayatmayı gündeme getirmişlerdir.

Son olarak Kürdistan parlamentosu niteliğindeki Demokratik Toplum Kongresi’nde alınan kararla; demokratik açılım gerekçesiyle ayrı bayrak, öz savunma direnişi, demokratik özerk Kürdistan’da resmi dil Kürtçe ve Türkçe tasarımlarını
ileri sürmüşlerdir..

Bölükbaşı’nın söylemini doğrulayan demeç Beyaz Saray’dan gelmiştir. Başkan Obama, -Hürriyet’in sorularını yanıtlarken- PKK ile savaşımdaki birlikteliğe değinirken AKP’nin inatla sürdürdüğü, bugüne dek içeriği anlaşılmayan Milli Birlik Projesi adındaki “açılımı” övmüş, “Açılım sürerse PKK’nin çekiciliği kalmaz” demiştir. Gerçekte Başkan Obama; Kürtlerin sorunun çözümünde doyurucu bulmadıkları öneriler / ödünler “sürdürülür ve genişletilirse, PKK’nin gücünün zayıflayacağını” söyleyebilmiştir!

  • Bizler, tüm Anadolu halkı olarak Homeros’un, Hipokrat’ın, Tales’in, Diyojen’in, Yunus’un, Hacıbektaşı Veli’nin, Mevlana’nın, Pir Sultan’ın, Karacaoğlan’ların, İbni Haldun’un… Kurtuluş Savaşımızda ve sonrasında
    bir potada kaynaşan görkemli harmanıyız.

Büyük Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk Milleti denir.” diyerek hepimizi emperyalizme karşı birleşmeye çağırmıştır.

Çağdaş toplumdan ne anlamak gerekir ?

Her şeyden önce çağdaş bir ulus ve ona dayalı bir “ulus devlet” yaratmaktır.
Ancak ulus yaratma, kan ya da soy bağına dayalı ilkel bir ırkçı anlayışı şiddetle dışlar. Kaldı ki, günümüzde tüm farklı etnik kökenler, -başta evlilik olmak üzere- birlikte yaşamın ürünü olarak öylesine kaynaşmışlardır ki, genetik olarak saf bir ırk ya da etnisiteden
söz etme olanağı bilimsel olarak kalmamıştır.

Denebilir ki; etnisiteler tarihsel, sosyal bir hatıraya indirgenmiştir..

Türkiye’mizde Türk ve Kürt -ve öbür- yurttaşlar arasında bu kaynaşma çok daha ileri aşamadadır.

Bu sayededir ki, 40 bine varan yurttaşını yitiren, çok ağır bir bedel ödeyen halkımız,
hâlâ “Kürt kardeşlerine” karşı intikam ya da şiddet dürtüsüne yenilmemektedir, yenilmemelidir de..

Ancak bu sosyal psikolojik eşiğin daha çok zorlanmaması gerektiği de
açık bir tarihsel gerçekliktir.

Çünkü çağdaş ulus hümanisttir. Eşitlik ve özgürlük üzerine kurulur.
Kalkınmacıdır; kalkınmayı planlı bir ekonomiyle yurdun her yanına dengeli biçimde dağıtmayı, sosyal adaleti amaçlar. Tekil / Üniter yapı içinde ve çağdaş değerler ışığında; bireylerin kendilerini, dinsel inançlarını dile getirme olanağı sağlar. Amaç,
tüm yurttaşların özgürce mutlu olarak yaşayacakları bir ortamın yaratılmasıdır;

Nazım Hikmet’in özlemi gibi :

  • Bir ağaç gibi tek başına ve özgür, bir orman gibi bir arada ve kardeşçe..

“Dünyada barış, yurtta barış” Atatürk’ten bize ve tüm insanlığa temel öğüttür..

Elbette etnik kümeler, böylesine uygarlıklar beşiği bir Türkiye’de kendilerini özgürce dile getirecektir. Türkülerini söyleyecekler, ağıtlarını yakacaklar, kültürlerini yaşatacak ve geliştireceklerdir. Yürürlükteki yasal düzenlemeler ve yaygın olarak benimsenen uygulamalar buna elvermektedir.

Türkçe dışında herhangi bir dilin konuşulması, yazılması, öğretilmesi, bu dilde yayın yapılmasına… yaşam alanlarında kullanımına engel yoktur. Hatta TRT, Kürtçe yayın yapan bir kanal kurmuştur. Çağdaş kültür; kökü bu topraklarda olan, bu topraklarda yaşayan tüm kültür değerlerinin laiklik ilkesi ışığında aklın ve bilimin süzgecinden geçirilerek, ortaklaşa oluşturacağımız bir yaşam biçimdir.

Büyük Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” derken bu harmana işaret etmektedir.

Tüm bunların beşiği ise bağımsız bir devlettir; ülkesiyle ve ulusuyla bölünmez vatandır. Ne var ki,

“Çift dil dayatması” yalnız değildir. Yukarıda da değindiğimiz üzere 3’lü bir salvo ile karşı karşıyayız :

Etnik kimlik – yönetim hakkı – dil dayatması !
Herkesin, 21. yy’ın şu çıplak gerçeklerini çok iyi kavraması gerekmektedir :

1.Emperyalizm “divida et impera” atasözüyle kültüründe, genetik kodlarında yer alan “böl ve yönet” oyununu türlü yöntemlerle acımasızca ve
son derece sinsi olarak sürdürmektedir. Kürt kardeşlerimiz bu olguyu görüyorlar mı? Soralım : Bilerek ya da bilmeyerek emperyalizme hizmet edebilirler mi?

20. yy. başında 20+ devletten o yüzyıl sonunda 100+ devlete, 21. yy. sonunda ise 1000 devletçiğe ulaşma planı neyin nesidir? Halkları özgürleştirme midir, karakol / istasyon / kukla devletçikler yaratarak sömürgeciliği sürdürmek midir ? Ve bu atomizasyon politikasının temel aracı nedir? Emperyalizm, dağın başındaki 3,5 etnisiteye özgürlük / devlet kurma aşkı ile yanarken (!);

AB neyin nesidir? 27 farklı millet (etnisite değil!) neden ekonomik işbirliği ile yetinmeyip var gücüyle siyasal bir birlik kurmak için çırpınmaktadır? Kendi içlerindeki çatışmaları dondurup (konsolide edip) “Birlik” gücüyle dışa dönük emperyal sömürgen politikaları sürdürmek için değil midir?

Emperyalizm ile işbirliği yaparak özgürlük savaşı vermenin tarihte tek bir örneği var mıdır? AB neden İngiltere, Fransa, Belçika, İspanya gibi üyelerinde çok milletli, çok resmi dilli federal devlet modeli dayat(a)mamaktadır? Gücü bizlere mi yetmektedir? Haritalarını yayınladıkları “Büyük Kürdistan” ın sınırları gerçekten doğal, tarihsel, demografik verilere mi dayalıdır; yoksa uzaydan hiperspektral imza tekniğiyle çizilen iştah kabartan petro-coğrafya mıdır?

2. “Ulus devlet” kavramı, 20. yy’ın en parlak sosyal bilim buluşudur. Etnisitelerin birbirine karıştığı ve her birine ayrı coğrafyaların ayrılmasının olanaksız olduğu bir aşamada, “birlikte yaşama” vazgeçilmez bir zorunluk olmuştur. Bu amaçla, tanımlı bir coğrafyada, örneğin Türkiye’de -ki Türklerin diyarı, Türklerin yurdu anlamında TURCHIA adını Batılılar 800 yıl önce koymuşlardır- çoğunlukta olanın dilinin “resmi dil” kabul edildiği bir uzlaşma oluşmuştur. Kürt kardeşlerimiz bin yıldır bu coğrafyada Türkçe’yi resmi dil olarak konuşmaktadırlar ve Lozan’a göre azınlık da değillerdir.

3.En büyük ulus devlet ABD olmak üzere, güçlü büyük emperyalist devletler Ulus Devlettir.

Örn. ABD’de neredeyse 50 faklı millet (etnisite değil!) önce bağımsız devletçikler biçiminde örgütlenmişler, 18. yy’da uzun süren kanlı savaşlardan sonra “Birleşik Devlet” e dönüşmüşlerdir. Yaygın konuşulan dil İngilizce’yi de tek resmi dil olarak kabul etmişlerdir. Amerikan mucizesinin altında yatan budur. İngiltere de öyledir.
Küçücük adada ve İrlanda’da 4 etnisite, çoğunluğun dilini-bayrağını resmi dil ve bayrak edinmiş, birlikte yaşamaktadırlar. Örnekler rahatlıkla çoğaltılabilir..

4.Çıplak olarak görülmelidir ki; emperyalizm kendi içinde ULUS DEVLET’e ve onun kurumlarına en başta resmi dil olmak üzere son derece katı biçimde sarılmakta iken, bizim gibi ülkelerde tam da tersine zoraki, yapay “millet inşa etme” (nation building) süreciyle yeni postmodern sömürgeler elde etme kanlı oyunu içindedir. Oysa ULUS DEVLET, dağınık, küçük nüfuslu, güçsüz etnisitelerin emperyalizme karşı başlıca kalkanıdır. Rus devrimci V.İ. Lenin’in ünlü ve çok yerinde uyarısı belleklerden silinmiş değildir : Bütün ülkelerin ezilen halkları, birleşiniz..

5. Emperyalizmin ülkemize dönük ertelenmiş Sevr takıntısı, açık açık haritalarla, AB dayatmalarıyla gözümüze gözümüze sokulmaktadır. Tarihte, emperyalist kışkırtmalarla ortak vatan yoldaşlarını arkadan vuran kimi halkların acı öyküleri henüz çok tazedir.

Herkese ama herkese, Said-i Kürdî’nin İkdam gazetesinde (22 Şubat 1336,
7 Mart 1920, sayı: 8273) yer alan Kürtleri uyarıcı makalesine göz atmalarını
ısrarla salık veririz. (Kısa bir alıntı dip not olarak verilmektedir ..)

Anımsamak gerekir ki; resmi dili 1’den çok olan tekil (üniter) ulus devlet örneği yeryüzünde yok gibidir. İsviçre örneği belki de bir ayrıktır (istisnadır) ve Avrupa’nın ortasındaki bu kendine özgü ülke AB üyesi de olmadığı gibi, kendisini bölüp parçalama heveslisi de yoktur. Dilbirliği bozulunca parçalanma olmaktadır.

Öneriler                           :

Günümüzde İnsan Hakları ne yazık ki, tüm dünyada geçerli kılınamamıştır.
Dahası, giderek özü boşaltılmaktadır ve kendisini “Küreselleşme” diye zihinlere -retorik- tuzak kurarak sunan yeni emperyalizm, insan haklarının en büyük engeli hatta düşmanı durumuna gelmiştir.

ABD Dışişleri Bakanı H. Kissinger açıkça itiraf ederek,

  • “Küreselleşme, Amerikan hegemonyasının öteki adıdır.” diyebilmiştir.

Dünya ağır bir sömürü, işsizlik, yoksullaştırma, sağlıksızlaştırma, sosyal güvencesizlik, eğitimsizlik, adaletsizlik soğuk ve sıcak çatışma, korku.. ortamına sürüklenmiştir.

Oysa Atatürkçülük = Kemalizm, “Yurtta barış, dünyada barış!”ı yüce bir erek olarak öğütlemektedir.

Anayasamızın 2. maddesinde yer alan ve Cumhuriyetimizin değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek olan 6 temel niteliğinin hakkıyla uygulanması hepimizin yararınadır ve yeterlidir :

1. insan haklarına saygılı,
2. Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
3. demokratik,
4. laik
5. s o s y a l bir
6. hukuk Devletidir.

Türk vatandaşı olan Kürt yurttaşların anadillerini unutmamalarını sağlayacak her türlü kolaylıkları uygulamak Devletin görevleri arasındadır. Kasaba, köy adları anadille söylenebilir, nüfus daireleri dileyen yurttaşın ad değiştirme isteğini kabul edebilir.
Bu istemler üzerinden Türkiye’nin tekil (üniter) yapısına zarar verecek ve ülkeyi eyalet düzenine sokup parçalayacak, eşdeğer deyimle “özerk-yerinden yönetim” istemlerine yol açacak bir gidişi tartışmanın hiç kimseye somut, uzun erimli bir yararı olamaz.

Sorun; etnik ya da dinsel inanç temelli ayrışma ve çatışma ile çözümlenemez.Yaşayageldiğimiz yıkım süreci göstermiştir ki; devletimiz, milletimiz, vatanımız ve çağdaşlaşma kazanımlarımız, ancak Atatürk Devrimi temelinde yaşatılabilir. Atatürk Devrimi, Türkiye için herhangi bir seçenek değil, tek seçenektir. Atatürk önderliğindeki kurucu irade, Türk Devrimi’nin deneyimlerine göre Cumhuriyet’imizin temel niteliklerini 1937’de Anayasa’nın en başına koymuştur.
İnsan haklarının ülkemizde ve dünyada yaşama geçirilmesinde 6 Ok’u denenmiş, başarmış evrensel bir model olarak görmeli ve ısrarla sahiplenmeliyiz :

“Türkiye Devleti;

1. Cumhuriyetçi,
2. Milliyetçi,
3. Halkçı,
4. Devletçi,
5. Laik ve
6. Devrimcidir.”

Batı’dan devşirme emperyalist ezberleri bırakarak, ulusal devrim sürecimizde ürettiğimiz ve dünyaya model bu temel stratejik formülü, yeniden Anayasamıza koymak koşuldur. Atatürk Devrimi temelinde Cumhuriyeti ve toplumumuzu yeniden örgütlemek amacıyla aşağıdaki ilkelere dayalı yeni bir
Anayasa yapılabilir :

– Bağımsız ve güçlü devlet,
– Etkin hükümet,
– Hızlı adalet,
– Örgütlü halk,
– Özgür ve eşit yurttaş,
– Planlı, halkçı, karma ekonomi,
– Bölgelerarası denge,
– Çalışan ve üreten Türkiye.

Bunun için ise “aklın ve bilimin egemen kılınması” gereklidir. Tıpkı Atatürk’ün bize bıraktığı tinsel (manevi) kalıt gibi : “Yaşamda en gerçek yol gösterici akıl ve bilimdir.” Kemalizm’in = Atatürkçülüğün gerçek özü bu ilkedir ve yalnız Türkiye’yi değil, tüm insanlığı kurtaracak, insan haklarının gerçek anlamda yaşanmasını sağlayacak evrensel bir ilkedir. Dolayısıyla başta ülkemizde, “her-ke-si” -özellikle siyasal iktidarı- akla ve bilime, ülkenin temeli olan sosyal adalete ivedilikle davet ederiz. Dış dayatmalı “açılım” tuzağını, özellikle Kürt kardeşlerimiz ayrımsamalıdır.

* Demokrasiyi cumhuriyet düşmanlığı için,
* İnsan haklarını bölücülük için ve
* Küreselleşmeyi ulus devleti tasfiye etmek için.. kullanan çevrelere alet olmamak gerekir..

Çare; bir bütün olarak insan haklarının ülkemizde yaşayan herkese hiçbir etnik-dinsel vb. ayrım yapmadan uygulanmasında, demokratik standartların yükseltilmesindedir. Temel hedefimiz bu olmalıdır. Birleşerek emperyalizme karşı güç birliği yapmak yerine, onun sinsi tuzaklarına bilerek ya da bilmeyerek düşmek çağdaşlık ve ilericilik olarak kabul edilemez; tarih de bağışlamaz.

TEKEL işçilerinin yaman kış ortasında 78 gün çadırlarda sergilediği şanlı direnişi anımsayalım :

Orada Türk, Kürt, PKK’lı, Bingöl’lü, İzmir’li, dahası kadın-erkek ayrımı var mıydı? Hayır! Ortak özellik emekçi olmaktı. Tüm öbür aidiyetler ikincil kalmıştı. Bu sayede güçlüydüler ve başardılar. Çok öğretici değil midir? Ortak özelliğimiz TÜRKİYE CUMHURİYETİ YURTTAŞLIĞI değil midir? Uluslararası arenada onurlu ve başı dik, bağımsız bir ülkenin eşit, özgür, 1. sınıf yurttaşı olmak; ABD’de 50 ayrı millet için büyük şereftir de ülkemizde başka bir şey midir? Hızla kendimize gelmeliyiz!

“Türk-Kürt kardeş tir, ayıran kalleştir.”
söylemi, tarihsel ortak sağduyumuzdan imbiklenen görkemli bir reçetedir.

================================
Çok önemli dipnot                     :

Şeyh Saitin 7 Mart 1920 tarihli kritik makalesi :

İkdam Ceride-i Muteberesine!

Evvelki günkü gazeteler, Paris’de Şerif Paşa ile Ermeni heyet-i murahhasası reisi Boğos Nubar Paşa arasında Kürdistan ve Ermenistan hakkında bir anlaşma yapıldığını yazarak, Kürt kamuoyuna açıklamada bulunuyorlardı. 4.5 yy’dan beri
İslam birliğinin özverili ve cesur koruyucu ve yandaşları olarak yaşamış ve dinsel töreye sadakati yaşam amacı bilmiş olan Kürtler; henüz beş yüz bine varan şehitlerinin kanı kurumadan, şişlere geçirilen yetimlerinin, gözleri oyulan ihtiyarlarının anılarını acılarla anarken; İslamiyetin zararına olarak, tarihsel ve yaşamsal düşmanlarıyla anlaşma imzalamak yoluyla; salabet-i diniyeleri hilafında iftirak-cûyane âmâl takib edemezler. Binaenaleyh, Kürd vicdan-ı millisinin bu tarz tahassüsüne muğayir hareket eden zevatı da tanımazlar.. Ve yegane emelleri de; vahdet-i dinî ve millîlerini muhafaza olduğundan, keyfiyyatın izahına delalet buyurulmasını muhterem gazetenizden istirham ediyoruz.”

  • Ayrıca 1925 isyanının nedeni özerklik istemi değil, şeriattır :

Şeyh Sait İsyanı ile ilgili davanın savcısı Ahmet Süreya Örgeevren’in “Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklál Mahkemesi” (Temel Yayınları, 2002) adlı kitabında söz konusu dava sanıklarının ifadeleri ve itirafları yer alıyor. Şeyh Sait verdiği ifadelerde Kürtlerin özerkliğine kesinlikle değinMEmekte, isyanın nedeni olarak şeriatı göstermektedir
(s. 187-191). Şeyh Sait’in ifadesine göre isyanın nedeni şeriat uygulanmasına
son verilmesi ve medreselerin kapatılmasıdır.

TEK ÇIKIŞ; CHP’NİN “ERDEMLİ, İLKELİ, KARARLI” İKTİDARIDIR…

 

TEK ÇIKIŞ; CHP’NİN “ERDEMLİ, İLKELİ, KARARLI” İKTİDARIDIR…

(Selam ve saygılarımla) Algan Hacaloğlu (11 Şubat 2015-İstanbul)

AKP’yi kontrol eden üst irade, genel seçimlere gidilirken, yapay korku senaryoları yaratarak “halkı sindirmeyi”, keyfi, baskıcı ve çıkarcı iktidarını pekiştirmeyi planlamakta…   

İktidar, “iç güvenlikte” yeni düzenlemelerle, yanlı yargıdan, “teslim alınmış yargıya” geçişi amaçlamakta… “Hukuk devletine, insan hak ve özgürlüklerine, demokratik değerlere” son darbeyi vurmayı hedef almakta…

İktidarın bu amaca dönük “İç Güvenlik Tasarısının” yasallaşması halinde, Türkiye’nin tüm  meydanları ve sokaklarına fiilen “Olağanüstü Hal” koşulları egemen olacak…

7 Haziran seçimlerine gidilirken, AKP iktidarının bu karanlık senaryolarına karşı tek çıkış yolu;

·       Halkın yaygın iradesinin güçlü ve soylu bir “ortak duruş” sergilemesidir,

·       Türkiye’nin her yöresinde kapsamlı bir “dönüşüm ve uyanışının” hayata geçirimesidir,

·       Toplumumuzun her katmanının “çağdaş yeniden aydınlanma” için ayağa kalkmasıdır…

Bilinmelidir ki, bunun gerçekleştirilmemesi halinde; sahip çıkılmayan hak ve özgürlükler, temel ilke ve değerler, demokrasimizi ve toplumsal yaşamımızı daha derinine bir kabusa dönüştürebilir…

Türkiye hızla, bir “huzur, hoşgörü, özgürlükler ve örgütlü eksiksiz demokrasi” ülkesine dönüştürülmelidir… Bunun anahtarı, “despot, yolsuzluklara ve
dış odaklara teslim olmuş” iktidar odaklarında
değil,

·       Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin erdemini, ATATÜRK İlke ve Devrimlerinin aydınlığını, Sosyal Demokrasinin insanı ve emeği
temel alan evrensel değerlerin çağdaşlığını kucaklayacak
tüm yurtseverler ve devrimcilerin kutsal mücadelesindedir

·       Gerçek CHP’nin”; “haktan, hukuktan, adalet ve eşitlikten” yana, “insandan, emekten ve halktan” yana, “ilkeli, erdemli ve kararlı” iktidarındadır…

================================

Dostlar,

Keşke CHP köklerine dönse, “6 Ok” a sahip çıksa…
Türkiye hızla bu bunalımdan sıyrılır..

Sevgi ve saygıyla.
11.02.2015, Antalya

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Kadim Anadolu’da asayiş berkemal : 2013 Ekim’inin 17’sinde Bir Kurban Bayramının 3. Günü..


Kadim Anadolu topraklarında asayiş berkemal !?
2013 Senesi Ekim Ayının 17’sinde Bir Kurban Bayramının 3. Günü..

Balyoz davası temyiz kararlarını (09.10.13) içimize sindirme olanağımız yok..

Ama caaanım Türkiye, aziiiz mübarek kurban bayramlarından bir tanesini daha,
“birlik ve beraberlik içinde, huzurla” (!?) idrak etmekte..

Necip (Soylu) milletimiz AKP’li belediyelerin ücretsiz – yarı ücretli belediye otobüsleri ile birbirlerine ve de dince kutsal mekânlara ziyaretler eda etmekte ücretsiz otoyollarda ve

“Allah Tayyip’ten razı olsun” buyurmaktalar Tanrı’ya;
dünyanın en pahalı akaryakıtıyla..

Köleleştirildiklerinin ayrında olmaktan çooook uzaklarda..

“Allah Devlete – Millete zeval vermesin” bin yılların duası,
postmodern galata yenik düşmüş görünüyor ne hazin ki..
(http://ahmetsaltik.net/2012/05/03/postmodern-bilim-karabasani-nasil-basetmeli/, 3.5.12)

Cumhuriyetin sosyal politikalarının yoksulluğu yok etme hedefli,
Cumhuriyeti bilhassa kimsesizlerin kimsesi kılma aşkı,
Devletçilik – Halkçılık, “6 Ok” tan birlikte tasfiyede..

Kimi vakıflar kurbanları, derilerini, geri kalanını resmi plakalı araçlarla toplamakta,
sadaka kültürüne bağladıkları müritlere dağıtmakta..

Devlet böyyüklerimiz “bayram iletilerinde” yukarıdaki beylik sözleri etmekteler
hiiiç utanıp sıkılmadan :

  • “birlik ve beraberlik içinde, huzurla” (!?) mübarek bir Kurban Bayramı daha idrak etmekteymişiz.. Bizdeki algı körlüğü neyin nesi, şizofrenik topluma ramak mı kaldı?

Atatürk’ün koltuğunu işgal eden 1 numara ise devletin uçağı ile Hacda..
Suudi Kral’ın daveti gerekçe / gerçek ise (?), bir de uçak yollasaydı bari..
Cumhuriyetimize bu yıl, 90. yılında en ağır darbeler adeta yığıldı?! Rastlantı mı acaba?

“Hedef 2023”.. Artık şifre çözülmüştür..

1923 -38 arası 15 altın yılın rövanşı 2002-17 arasında 15 yılda,
AKP bir seçim daha alırsa tamamlanmış olacaktır hayırlısı ile!

Arta kalan 5-6 yıl ise, kazanılan muazzam ivme ve özgüven ile

ANADOLU FEDERE İSLAM DEVLETİ‘ni inşa etmeye ve
29 Ekim 2023 günü ilan etmeye yetecektir.. Ne büyük keyif!?

Tayyibistan Kralı Recep Tayyip Erdoğanın 70. yaşına yetiştirilmek üzere;
istikamet nurlu, yemyeşil ufuklaradır..

  • Kadim Anadolu topraklarında asayiş berkemal görünmektedir.

Bir yol kazası olmasın diye çooook geniş bir mıntıka temizliği yapılmış,
olası mayınlar Balyozlarla, Ergenekon’dan getirilen ergitilmiş demirlerle temizlenmiştir.

2023′ün nurlu ufukları, Mardin dağının tepesinden Mezopotamya ovaları gibi dümdüz
ve baştan çıkarıcı edasıyla ayaklar altındadır.. Fatih’ini beklemektedir kollarını açmış..

Tarih baba son anda bir aksilik çıkarmazsa..

Göreceğiz!

Sevgi ve saygı ile.
17.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Kış için tezek topluyorlar


Dostlar,

Ne denebilir ya da ne demeli??

Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel önceliklerinden biri
dengeli bölgesel kalkınma değil mi?

Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhurbaşkanlığı döneminde bu öncelik
temel bir politka değil miydi?

Atatürk, Van’da bir Üniversite açılmasını niye istedi?

TOPRAK REFORMU YAPILMASINI niye TBMM açış konuşmasında
“Kamutay’ın yüce himmetine arzederim..” dedi?

Ceylanpınar’daki harayı niçin yaptırdı?
Alpullu’da Şeker, Nazilli’de bez, Karabük’te Demi-Çelik, Kayseri’de uçak fabrikası…. yerleri astaltıyla mı seçildi, yoksa bilinçli bir dengeli kalkınma gözetilerek mi?

O zamanki Meclisler (Kamutay) de izin vermedi Toprak reformuna, sonrakiler de..

Dolayısıyla Doğu – Güneydoğu’da toğrak ağalığı ve türevleri feodalite, yoksulluk, kölelik sorunları çözülemedi..

Bölge halkının integrasyonu (assimilasyonu değil!) tam sağlanamadı..

Bu vb. sorunlar istismar edilerek yıllar sonra AYRILIKÇI KÜRT TERÖR ÖRGÜTÜ biçiminde PKK olarak -Batı Emperyalizminin başlıca sorunluluğuyla-  karşımıza çıkarıldı..

Cumhuriyet’in, Atatürk’ün özlemi ve tanımıyla “BİLHASSA KİMSESİZLERİN KİMSESİ OLMA” ilevi tam anlamıyla basarılamadı.

Sorun bu gün de gönenci (refahı) ülke genelinde adil ve dengeli yaymak, her-ke-si (herhangi bir milliyeti ya da etnisiteyi değil!) 1. sınıf ve eşit yurttaş yapma sorunuzur.

“6 Ok” tan biri de bu nedenle HALKÇILIK’tır..

Türkiye’nin ve gelişmekte olan ülkelerin gereksinimi olan sistem,

  • Akla ve bilime dayalı laik ulus devlet yapılanmasında tam bağımsızlık ve
    “6 Ok” tur.. Devletçilik + Devrimcilik + Halkçılık + Milliyetçilik + Laiklik + Cumhuriyetcilik (İlk 3’ü Rus devriminden, öbür 3’ü Fransız devriminden esinle)
  • Bu Kemalist = Atatürkçü ideoloji aslında evrenseldir de..

Biz Türkiye’de tam anlamıyla uygulayamadık ve dünyaya örnek olamadık.
Ülkemizdeki karşıdevrimciler yalnız Türk halkına değil, az gelişmiş dünya insanlarına da yazık ettiler, etmekteler..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 13.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

 

Kış için tezek topluyorlar

tezek

Hakkâri’nin Yüksekova ilçesine bağlı Doğanlı Kampı köyünde yaşayan, Özlem Aka, Yazgül Alkan, Aynur Korkmaz adlı üç kız çocuğu kışın yakmak için meralardan
tezek topluyor.

Sabah erken saatlerden başlayarak meralara çıkan üç arkadaş da 13 yaşında. Ailelerinin maddi durumlarının iyi olmadığını belirten kızlardan Yazgül Alkan,

“Okulların açılmasına çok az bir zaman kaldı. Ama biz okul için halen bir hazırlık yapmış değiliz. Önümüz kış, yakacak bir şeylerimiz olmadığı için her yıl ovada

  • hayvanların dışkılarını toplayıp kış aylarında sobada kullanıyoruz.

Hem okuyoruz hem de ailemize yardımcı oluyoruz. Bundan mutluluk doyuyoruz. Derslerimiz de iyi, ovada çalıştığımız halde derslerimin güzel geçmesi
beni çok mutlu ediyor” diye konuştu. (DHA)

Uluç Gürkan : KEMALİST DEVRİM


Dostlar,

Seçkin siyaset adamı, gazeteci – yazar, Uğur Mumcu ekolünden Sayın Uluç Gürkan‘dan, son derece doyurucu bir “KEMALİST DEVRİM” yorumu sunmaktayız.

Kendisine teşekkür borçluyuz. Sayın Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın konuya ilişkin
“Türkiye’nin Misyonu” başlıklı yazısının da birlikte okunması bizce yararlı olacaktır (S.Elekdag@milliyet.com.tr, 20.04.1998). 

Sevgi ve saygı ile.
10.7.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

======================================

Kemalist Devrim…

Uluc_Gurkan

 
ULUÇ GÜRKAN

 

 

Yarı yolda bıraktırılmış ve yolundan saptırılmış Kemalist Devrim,
günümüz şartlarında yeniden başlatılmalı ve bütün sonuçlarıyla gerçekleştirilmelidir.

Kemalizm; bir ulusal kurtuluş ve aydınlanma devrimidir.

Ulusal egemenliğe dayanan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesidir.

Kemalizmin amacı, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış, laik ve demokratik Türkiye’yi
sosyal bir hukuk devleti olarak en kısa sürede kurmaktır.

Kemalizmin, kimi dogmatik ideolojiler gibi kutsal bir kitabı yoktur. Ancak “6 ok” adı verilen vazgeçilmez ilkeleri vardır. Bu ilkeler, birbirini tamamlayan bir Aydınlanma doğrultusudur.

Cumhuriyetçilik ilkesi, halkçılık ve laiklik ilkeleriyle birlikte demokrasiyi oluşturmaktadır.

Laiklik ilkesi, devletçilik dışındaki diğer ilkelerin ön koşuludur.

– Demokrasinin önkoşuludur; çünkü laiklik olmadan özgürlük olmaz.

– Milliyetçiliğin ön koşuludur; çünkü laiklik yoksa temel yapı ulus değil, ümmettir.

– Halkçılığın ön koşuludur; çünkü laikliğin olmadığı yerde halkın istekleri değil
dinci seçkinlerin tercihleri önceliklidir.

– Devrimciliğin ön koşuludur; çünkü laikliği kabul etmemiş bilimin ve çağın gereklerinin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin, geliştirmenin tartışması dahi yapılamaz.

  • Kemalizmin ilkeleri donmuş düşünce kalıpları, dogmalar değildir.
  • Aklın ve bilimin ışığında sürekli gelişen bir doğrultu tutarlılığıdır. Günümüzde; 

 

Laiklik: Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasından ibaret değildir. Bunun ötesinde, bir toplumda yönetenlerin, kuralları koyanların, yasaları yapanların yönetme yetkisini,
kural koyma, yasama yetkisini din dışı bir kaynaktan almaları demektir.
Dolayısıyla, bireyin eşitlik ve özgürlüğünün güvencesidir.

Cumhuriyetçilik: Dine dayalı düşünce ve yönetim kalıplarının yerini
güçler ayrılığı temelinde çağdaş demokratik kurumsallaşmanın almasıdır.

Milliyetçilik: “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk ulusu” diyen,
bütün yurdu üzerinde yaşayan insanını etnik köken, dini inanç ayrını yapmaksızın
bir arada yaşama iradesiyle kucaklamaktır.

Halkçılık: Ezen ve ezilenlerin olmadığı hakça bir düzen yönelimidir.

Devletçilik: Kamu yararının bireysel çıkarın önüne geçtiği,
dayanışma ve sosyal adalet yapılanmasıdır.

Devrimcilik: Yeniliklere, gelişmeye sürekli açık kalmak, açık anlatımıyla zamanın ruhunu yakalamaktır.

21. Yüzyılın Barış Projesi

  • Kemalist Devrim, 21. Yüzyılın barış projesidir.

* Türkiye kendisini Atatürk’ün açtığı yolda laik ve demokratik bir ülke olarak tanımlarsa, insanlık dünyanın geleceği için umutlu olabilir.

Buna karşın, Türkiye kendisini Yeni Dünya Düzeni’nde egemen güçlerin biçtiği rol kapsamında ılımlı İslam devleti olarak tanımlar, Kemalist düzeni daha İslami yapılarla değiştirmeye zorlarsa, insanlık dünyanın geleceğinden umutlu olmamalıdır.

Türkiye önemlidir, çünkü Türkiye 90 yıl önce Kemal Atatürk’ün önderliğinde
halkının çoğunluğu Müslüman bir ülkenin çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi uygulayıp yaşatabileceği iddiasıyla bir atılım yapmıştır.

Batı dünyasında, çoğulcu demokrasi ve sanayi toplumunun sadece Hıristiyan kültür ve değer yargıları ortamında gelişip boy atabileceği hususunda sarsılmaz bir inanç vardır.

Ünlü sosyal bilimci Max Weber de “Protestan Ahlakın İlkeleri ve Kapitalizmin Özü” adlı eseriyle bu bu görüşe akademik bir temel kazandırmıştır. Türkiye, İslam dinini, laik devlet yapısı ve çoğulcu demokrasiyle bağdaştıran bir sistemin dünyadaki tek uygulayıcısı olarak bu görüşü çürütebilme imkânına sahiptir.

İslam coğrafyası için gerçekten demokrasi isteniyorsa, model Atatürk’ün laik ve demokratik cumhuriyet düzenidir. Bunu gerçekleştirmek Türkiye’nin tarihsel misyonudur.
Bakın çevremize… Ortadoğu adını verdiğimiz bu coğrafyada, doğumuzda güneyimizde, aynı tarihi, aynı kültürü, aynı inancı paylaştığımız komşularımız vardır. Ama aralarında bir tek Türkiye, demokrasiden söz edebilmektedir. Bir tek Türkiye, demokrasi uygulamasının eksikliklerini, yetersizliklerini tartışabilmektedir.. Yaşadığımız coğrafyada demokrasisini ilerletebilmek umudunu taşıyan tek ülke Türkiye’dir…

Bir tek Türkiye’de kadın eşit yurttaş seviyesindedir.

Bir tek Türkiye’de çağdaş sanat, bütün engelleme çabalarına karşın ayaktadır.

Tesadüf müdür bu? Hayır; tesadüf değildir… Türkiye’nin bu farklılığı bizi Atatürk’e, Atatürk’ün 23 Nisan 1920 günü başlattığı demokratikleşme sürecine, aydınlanma atılımına götürmektedir.

  • Atatürk’ün gerçekleştirdiği bu olay, sadece Türkiye için değil,
    bütün dünya için yaşamsal önemi olan bir devrimdir.

1789 Fransız Devrimi’nin halklarının çoğunluğu Hıristiyan olan Batılı ülkelerin demokratikleşmesi için anlamı neyse, 1923 Türk Devrimi’nin İslam coğrafyasında demokratikleşme etkisi de eş anlamlı olmalıdır.

Atatürk, günümüz dünyasında uygarlıklar çatışmasını barışa yönlendirecek gerçek anahtardır. İslam dünyasına demokrasi ihracı için, Amerikan savaş gücüne endeksli Büyük Ortadoğu Projesi’nin yerini barış içerikli 1923 Türk Devrim Modeli’nin alması
aklın ve gelecek umudunun gereğidir.

  • Yarı yolda bıraktırılmış ve yolundan saptırılmış Kemalist Devrim,
    günümüz şartlarında yeniden başlatılmalı
    ve bütün sonuçlarıyla gerçekleştirilmelidir.

(10 Temmuz 2013)

Atatürkçülüğün -Kemalizmin- Dayanakları ve Demokrasi


Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Bige SÜKAN ADD Bilim ve Danışma Kurulu Üyesi,
Ankara Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü öğretim üyesidir.

“Atatürkçülüğün -Kemalizmin- Dayanakları ve Demokrasi”

başlıklı önemli ve özlü yazısını okuyalım. okutalım..

Sevgi ve saygı ile.
19.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

Atatürkçülüğün -Kemalizmin- Dayanakları ve Demokrasi

portresi

Prof. Dr. BİGE SÜKAN

 

 

Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet; ulusal devlet, tam bağımsızlık ve
ulusal egemenlik
temelleri üzerinde yükselen bir Cumhuriyet’tir.
Çağımızın devleti ulusal devlettir ve bu devletin insan unsuru “ulus” niteliğinde bir topluluktur. Osmanlı İmparatorluğu, son yüzyıllarda özellikle Osmanlılık, bazen de İslamlık bağından medet umarak varlığını sürdürmeye çalışmış, ne var ki bunda başarılı olamamıştır. Atatürk’ün kurduğu yeni Türk devleti Türkiye Cumhuriyeti ise Türklük bilinciyle, Türk ulusallığı (milliyeti) bağıyla varlığını sürdürmeyi ilke edinmiş bir ulusal devlettir. Atatürk’ün de işaret ettiği gibi, ulusu bir arada tutan unsur din ve mezhep bağı değil, Türk ulusallığı bağıdır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda ulusal bir vatan yoktu; bünyesinde ırk, din, dil, tarih ve kültür bakımında farklı toplulukları barındırıyordu. İstanbul, Bağdat, Selanik, Şam, Kudüs, Tunus, aynı devlet içinde ayrı ayrı milliyetlerin vatanlarıydı. İşte Cumhuriyet, bu duruma son vererek ulusal bir vatan, bir Türk vatanı yaratmıştır. Dolayısıyla sınırları belli olan bu ulusal vatan üzerinde ulusal devletin yaratılması Cumhuriyet sayesinde gerçekleşmiştir. Vatan topraklarının her köşesi ortaklaşa yurttur, her parçası birbirinden ayrılmaz bir bütündür.

Türk ulusu temeline dayalı yeni ulusal devletin Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan bir diğer temel özelliği “tam bağımsızlık” tır. Yarı bağımlı Osmanlı İmparatorluğu’ndan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişte, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupalı devletlerin yarı sömürgesi haline geldiği bir dönemde dünyaya gelen, tarihten ders alınması gerektiğini söyleyen Atatürk’ün ısrarla vurguladığı tam bağımsızlık anlayışının büyük rolü vardır. O’na göre bağımsızlık, her alanda tam ve gerçek bağımsızlıktır; yani siyasi, mali, ekonomik, adli, askeri, kültürel alanlarda tam bağımsızlık ve serbestliktir.
Atatürk’ün, ulusal devlet ve tam bağımsızlık ilkelerinin dışında, kurduğu yeni devlet düzeninin temel taşlarından biri olarak gördüğü bir diğer ilke “ulusal egemenlik”ti. Ulusal egemenlik ilkesini ve onun zorunlu sonucu olan Cumhuriyetçilik ilkesini binlerce yıllık tarihi olan Türk ulusuna benimseten kişi tabii ki O’ndan başkası olamazdı.
Fransız Devrimi ile birlikte dünyaya yayılan en önemli kavramlardan olan “ulusal egemenlik”, Osmanlı Devleti’nde hiçbir zaman uygulama alanı bulamamıştı. Osmanlı aydınları hiçbir zaman egemenlik hakkını Osmanlı ailesinden alıp tümüyle ulusa vermek düşüncesinde olmamışlar, sadece padişahın yetkilerinin sınırlandırılarak ulusa bazı hakların verilmesini istemişlerdi.

Özgürlük ve demokrasi hayranı Atatürk, Milli Mücadele’nin ilk günlerinden itibaren, yani Amasya Genelgesi’nden Sivas Kongresi’ne uzanan o zorlu süreçte Türk halkına kendi kendini yönetme bilincini vermeye çalışmıştır.

23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması, “ulusal egemenlik” ilkesinin yeni Türk Devleti’nin 1921 tarihli ilk anayasasında yerini alması ve halkın temsilcilerinden oluşan TBMM’nin saltanatı kaldırması (1/2 Kasım1922), ulusal egemenlik ilkesinin gerçek anlamda benimsendiğinin göstergeleridir. Bu sürecin sonucu olarak ise, 29 Ekim 1923’te ulusal egemenliğin en mükemmel şekilde gerçekleşebileceği devlet şekli olan, devletin bütün temel organlarının halk tarafından seçildiği Cumhuriyet kabul edilmiştir.
Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti; Atatürk’ün tasarladığı, uygulamaya koyduğu ve arkasına Türk ulusunu alarak başarıya ulaştırdığı Türk Devrimi’nin ürünüdür. Türk Devrimi ya da Atatürk Devrimi ise, Ulusal Bağımsızlık Savaşı’ndan başlayarak Türk devlet ve toplum yaşamında gerçekleştirilen çağdaş ve uygar boyutlu ani ve köklü değişiklikler (devrimler) olarak tanımlanabilir. Atatürk, Türk Devrimi’nin temel amacı konusunda şöyle diyordu: “Yapılan ve yapılmakta olan devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş, bütün anlam ve görünüşüyle uygar bir toplum haline getirmektir.”

İşte Ulu Önderimizin bu amaca uygun olarak kurduğu ve bizlere emanet ettiği yeni düzen laik, demokratik, çağdaş bir düzendir; bu düzenin yönetim biçimi ise Cumhuriyettir.
Ancak günümüzde O’nun sayesinde sahip olduğumuz Cumhuriyet’i, laikliği, demokrasiyi, dolayısıyla çağdaş devlet ve toplum düzenini hedef alan yoğun bir kampanya sürdürülmektedir. Bu kampanyanın odağını ise, Atatürk ve Atatürkçülüğe yönelik yıkıcı eleştiriler oluşturmaktadır.

Türkiye’de Cumhuriyetin laik ve demokratik niteliklerine yönelik eleştiri getiren grupların başında herkesin bildiği gibi II. Cumhuriyetçiler ve dine dayalı düzen yanlıları bulunmaktadır. Özellikle Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasından sonra bazı çevrelerin paniğe kapılarak liberalizme doğru kaydıkları ve bu çerçevede Atatürk’ü ve O’nun eseri Cumhuriyet’i yoğun bir eleştiri bombardımanına tutarak II. Cumhuriyet’i gündeme getirdikleri bilinmektedir. Bunların arasında gazetecilerin, bilim adamlarının, bürokratların, işadamlarının, siyasetçilerin bulunduğu da bilinen bir başka gerçek.
II. Cumhuriyetçiler, kendi ifadeleriyle “I. Cumhuriyet”i niçin beğenmemektedirler? II. Cumhuriyetçilerin genel anlamda eleştirdikleri Atatürk’ün kurduğu düzendir. Onlara göre bir avuç sivil-asker bürokrat tarafından kurulan Cumhuriyet demokratik değildir;
o dönemde demokrasi olmadığı gibi, altı Atatürk ilkesi arasında demokrasi ilkesi bulunmamaktadır. Devrimler ise, halka rağmen hazırlanarak yukarıdan aşağıya bir hareket olarak zorla kabul ettirilmiştir. Dolayısıyla bu çerçevede Atatürk diktatördür.
Tüm bu asılsız, bilimsellikten uzak ve kasıtlı iddialara karşın Atatürk, 1930 yılında yazdığı ve 1932-1939 yılları arasında ortaöğretimde Yurttaşlık Bilgisi kitabı olarak okutulan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında “demokrasi”, “insan hakları”, “hürriyet”, “vatandaşlık”, “devlet”, “ulus” kavramlarını işlemektedir. Görülüyor ki, Avrupa’da Nazizmin ve Faşizmin ayak seslerinin duyulduğu bir dönemde demokrasi el kitabı niteliğinde bir kitap yazarak Türk halkını bu kavramlarla tanıştıran Mustafa Kemal Atatürk’ten başkası değildir. Atatürk, “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında demokrasiyi şöyle tanımlıyordu: “Demokrasi prensibi, esas olarak ulusun egemenliğe sahip olmasını ve sahip kalmasını gerektirir.” Bu durumda, egemenliği padişahın elinden alıp Türk halkına veren, böylece demokrasinin temel koşulu olan “ulusal egemenlik” ilkesini daha Kurtuluş Savaşı sırasında TBMM’nin açılmasını sağlayarak uygulama alanına koyan Atatürk değil de kimdir?
Bu gerçekler tabii ki yadsınamaz; diğer yandan yoğun eleştirilere hedef olan Atatürk dönemindeki tek parti uygulamasının da Cumhuriyet rejimini koruma, devrimleri gerçekleştirme ve yerleştirme ihtiyacından doğan bir zorunluluk olduğunu vurgulamakta yarar vardır. Atatürk’e göre demokrasi ile Cumhuriyet arasında zorunlu olan öncelik Cumhuriyet’tedir. Çünkü O’nun “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında da belirttiği gibi, “Demokrasi prensibinin en çağdaş ve mantıki uygulamasını sağlayan hükümet şekli Cumhuriyettir.”

Atatürk’ün de belirttiği üzere, Laiklik ilkesini benimsemeyen, saltanat ve hilafet özlemi çeken Cumhuriyet karşıtlarının gerek 1924 yılında kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nda gerekse 1930’da kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nda odaklanmaları, bu partilerin kapatılmasında veya kendi kendini feshetmesinde etken olmuştur. Dünyada hiçbir rejim kendi antitezini yaşatmaz veya hiçbir rejim kendisini ortadan kaldırmaya yönelik hareketlere izin vermez. Türkiye’de de doğal olarak böyle olmuştur. Ünlü Fransız siyaset bilimcisi Maurice Duverger’ye göre, Türkiye’de 1945’e kadar tek parti olgusu olmuş, fakat tek parti ideolojisi veya doktrini mevcut olmamıştır. Dolayısıyla tek parti, zorunluluklar nedeniyle başvurulan geçici bir rejim olarak görülmüştür.

II. Cumhuriyetçiler’in şiddetle eleştirdikleri diğer konu ise, altı Atatürk ilkesi arasında demokrasi ilkesinin bulunmayışıdır. Böylesine haksız bir eleştirinin cehaletten mi yoksa gafletten mi kaynaklandığını bilmek güç! Ancak yadsınamayacak gerçek, altı ilkenin özünde demokrasi ilkesinin bulunduğudur. Bu durumda, “6 Ok” ile simgeleşen ve 1931’de CHP’nin ana nitelikleri olarak tüzüğe alınan, 5 Şubat 1937’de yapılan değişiklikle de Anayasaya giren Kemalizmin dayanağı ilkelerle demokrasi ilkesi arasındaki ilişkinin irdelenmesi kaçınılmaz olmaktadır.

Demokrasi-Cumhuriyetçilik                :

Cumhuriyet, yönetenlerin yönetme yetkisini halktan aldıkları bir rejimdir. Dolayısıyla Atatürk’ün Cumhuriyetçilik anlayışı, sadece hükümdarlığın reddi anlamına gelen Cumhuriyetçilik değil, esas olarak demokratik Cumhuriyetçiliktir. Atatürk’e göre “demokrasi prensibinin en çağdaş ve mantıki uygulamasını sağlayan hükümet şekli, Cumhuriyettir. Cumhuriyette son söz, millet tarafından seçilmiş meclistedir.”

Demokrasi-Milliyetçilik                       :

Ulusal bir devlet olan yeni Türk devleti içinde en üstün iktidar olan egemenlik, yalnız Türk ulusuna aittir. Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir ”tanımlamasıyla hiçbir şekilde etnik köken, dil, din, mezhep ayırımı yapmadan yurtiçi birlik ve ulusal beraberliği gerçekleştirerek demokrasi ortamının önemli bir koşulunu yerine getirmeyi amaçlıyordu.

Demokrasi-Halkçılık                          :

Atatürk, kendi eseri olan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında Halkçılıkla demokrasi prensibini aynı anlamda kullanmıştır: “…Demokrasi esasına dayanan hükûmetlerde, hakimiyet halka, halkın çoğunluğuna aittir…” Bunun yanı sıra O’nun halkçılıktan kastettiği geleneksel anlamda özgürlükçü siyasi demokrasidir, yani temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı rejimdir. Kaldı ki, yasalar önünde eşitliği öngören, sınıf ayırımını ve mücadelesini reddeden, sosyal adalete, sosyal güvenliğe, adaletli gelir dağılımına dayanan Halkçılık ilkesinin demokrasiyle ilgisi yok demek herhalde cehaletten başka bir şey değildir.

Demokrasi-Devletçilik                    :

Atatürk’ün arzu ettiği eşitlikçi, adil bir sosyal düzenin kurulması devletin sosyal ve ekonomik yaşamdaki rolünü asgariye indiren bir anlayışla tabii ki mümkün olamazdı. Dolayısıyla Devletçiliğin içeriğinde de demokrasi prensibini görüyoruz.

Demokrasi-Laiklik                           :

Laiklik olmadan demokrasi olamaz. Laik düzenlerde, yönetenler yönetme yetkilerini Tanrı’dan ya da dinden değil, halktan alırlar. Dolayısıyla egemenliğin halkta bulunmadığı düzenlerde demokrasiden söz etmek mümkün değildir. Laiklik, demokrasi içinde devlet tarafından korunacak bir düzen biçimidir. Bu nedenle demokrasinin nimetlerinden yararlanarak demokrasiyi ortadan kaldırma özgürlüğü, dolayısıyla demokrasi içinde
laik düzeni yok etme özgürlüğü olamaz.

Demokrasi-Devrimcilik                 :

Atatürk Devrimi’nin temel hedefi çağdaşlaşmadır; ancak devrim gerçekleşirken bir aydın kadronun toplumu ilerleme ve yenileşme yolunda aydınlatması zorunludur. Ne var ki, kendilerini II. Cumhuriyetçiler olarak adlandıran çevreler, devrimlerin bir avuç sivil-asker bürokrat tarafından hazırlandığını, yukarıdan aşağıya bir hareket olarak halka zorla kabul ettirildiğini ve bu nedenlerden ötürü halk tarafından benimsenmediğini iddia ederek Atatürk’ün kurduğu devlet düzenini eleştirmekte ve Atatürk’ün Cumhuriyeti yerine II. Cumhuriyet’i gündeme getirmektedirler. Her halde bu iddialarda bulunanlar, Atatürk’ün tüm devrimlerini gerçekleştirirken yaptığı yurt içi gezileriyle, halka hitaben konuşmalarıyla kamuoyunu hazırlamaya ve ulusunun ayağına giderek ona devrimlerin gerekliliğini anlatmaya çalıştığını unutuyorlar. Dolayısıyla Atatürk, devrimlerini gerçekleştirirken halkı ikna yöntemini kullanmıştı. Halkın bunları benimsemesinde ise, Türk ulusunun Atatürk’e olan sevgi ve güveni büyük rol oynamıştır. Diğer yandan Atatürk’ü diktatörlükle suçlayan çevreler herhalde şu gerçeği de görmezden geliyorlar: Atatürk nasıl bir diktatördür ki, tüm devrimlerini gerçekleştirirken TBMM’nin onayını almıştır, başka bir anlatımla Atatürk döneminde devlet ve toplum yaşamındaki köklü değişiklikler yasalarla sağlanmıştır.

Sonuç olarak; Atatürk devrimlerinin halka zorla kabul ettirilmiş olduğu iddiaları eğer doğru olsaydı, devrim karşıtlarının tüm yıkıcı çabalarına karşın Atatürk devrimleri bugün hâlâ dimdik ayakta duramazdı. Bunun da ötesinde Atatürk devrimlerini sürekli kılan olgu, ilkelerinin akla ve bilime dayalı oluşudur.

Prof. Dr. Bige SÜKAN
ADD Bilim ve Danışma Kurulu Üyesi
Ankara Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü

19 MAYIS 2013; GENEL DURUM ve GÖRÜNÜM


19 MAYIS 2013; GENEL DURUM ve GÖRÜNÜM

portresi2

 

 

 

 

Suay Karaman

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nın 94. yılını siz değerli dostlarla birlikte Konya’da kutlamaktan mutluluk duymaktayım ve bu anlamlı etkinliği düzenleyen başta CHP Konya Selçuklu İlçe Başkanlığı olmak üzere 19 Mayıs Platformu’nun
tüm bileşenlerine teşekkürlerimi sunuyorum.

1. Dünya Savaşı’ndan yenilerek çıkan Osmanlı Devleti, koşulları çok ağır olan
Sevr Antlaşması‘nı imzalamak zorunda bırakılmıştı. Ordusunun elinden silahları ve cephanesi alınmıştı. Anadolu işgal edilmişti. Uzun savaş yılları boyunca millet yorgun
ve yoksul bir durumda kalmıştı. Ülkeyi yöneten hükümet aciz, haysiyetsiz ve korkaktı. Padişahın ise kendini ve tahtını korumaktan başka bir düşüncesi yoktu.

Bu koşullar altında Mustafa Kemal Paşa’nın yapacağı tek şey vardı; emperyalist güçler tarafından bağımsızlığı yok edilmek istenen bir ulus için kurtuluş savaşına başlamak. İşte bu nedenle 19 Mayıs 1919 tarihi, vatanın kurtulması için örgütlenen
Anadolu insanının bağımsızlık mücadelesinin başlangıcıdır.

Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da bir ulusun yazgısını ve tarihin akışını değiştiren savaşımı başlattığında 38 yaşındaydı. 29 Ekim 1923’te çürümüş ve çökmüş bir imparatorluğun sömürgeye dönüşmüş topraklarında emperyalistlere karşı bağımsızlık savaşını kazanarak, tam bağımsız çağdaş bir cumhuriyet kurduğunda,
42 yaşındaydı. Hiç kimsenin hayal bile edemediği devrimleri yaparken, 50’li yaşlardaydı. Yaptıklarının hepsini ulusu için ve 15 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleştirdi.
57 yaşında yaşama veda ederken, mutluydu; çünkü başarmıştı.

Yapılan Kemalist devrimlerle, ülkenin aydınlanması, kalkınması, gelişmesi ve çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkartılması amaçlanmıştı. 1923 – 1938 arasında gerçekleştirilenler, Kemalist Devrim’in büyük başarılarla oluşturduğu yapılanmanın eseridir. 1923 yılında kurulan genç Türkiye Devleti, halkının büyük çoğunluğu yoksul ve eğitimsiz, sanayi kuruluşları yok denecek ölçğüde az ve sermaye birikiminden yoksun, geri kalmış bir ülke konumundaydı. Üstelik iktisadi açıdan Osmanlı İmparatorluğundan devraldığı “Düyun-u Umumiye” borçlarını da ödemek zorundaydı.

Atatürk’ün fiilen ekonomiyi yönlendirdiği dönemde gerçekleştirdiği somut ekonomik girişimler, on beş yıl gibi kısa bir zamanda çok büyük bir kalkınma atılımına girişildiğini göstermeye yeterlidir. Bu girişimleri şöyle sıralayabiliriz:

Türkiye İş Bankası açılmış ve böylece ulusal bankacılığın ilk adımı atılmıştır.
– Başta Eskişehir, Uşak, Alpullu olmak üzere birçok yerde şeker fabrikaları kurulmuştur.
Kayseri’de uçak fabrikası kurulmuştur.
– Bünyan Dokuma Fabrikası açılmıştır.
– Ereğli ve Nazilli Bez Fabrikası ile Kayseri İplik ve Bez Fabrikası açılmıştır.
– Gemlik Suni İpek Fabrikası,
– Bursa Merinos Fabrikası,
– İzmit Kağıt Fabrikası …

gibi pek çok kurum ve kuruluş oluşturulmuştur.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kurulmuştur.

1930’da Sanayi Kongresi,
1931’de Ziraat Kongresi toplanmıştır.
Birinci ve İkinci Kalkınma Planları oluşturulmuştur.

Dünyadaki ilk demokratik kalkınma planları; 1931’de Türkiye’de uygulamaya konulan ekonomik reform hareketleridir. Bu kalkınma planları, eldeki kıt kaynaklarla
halkın gereksinimlerinin en iyi biçimde karşılanmasına yönelik hazırlanmıştır ve temel amacı, hammaddesi Türkiye’de olmasına karşın dışalım (ithal edilmek) zorunda kalınan ürünlerin ülkemizde üretilmesini sağlamaktı.

1933’te Sümerbank kurularak, devletin iktisadi yaşama girişi gerçekleşmiş ve doğrudan doğruya devlet işletmeciliği başlatılmıştır. Ardından, büyük bölümü yabancıların elinde bulunan demiryolları, Tramvay ve Tünel Şirketi, Zonguldak Kömür Şirketi, İzmir Telefon Şirketi millileştirilmiş ve kamulaştırılmıştır. 1935’te yeraltı kaynaklarının araştırılması için Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA), elektrik ve enerji kaynaklarının değerlendirilmesi için Elektrik İşleri Etüd İdaresi,
madencilik işletmelerini kurmak ve işletmek amacıyla da Etibank kurulmuştur.

1. Kalkınma Planı döneminde Toprak Reformu yapılarak, tarıma teşvik sağlanmış ayrıca hammaddesi yurtiçinde bulunan malları işleyecek sanayi kuruluşları ile
devletçe finanse edilmesi mümkün olan kuruluşların kurulmasına öncelik verilmiştir. Planlı ekonomi uygulamaları sonucunda başarılı sonuçlar alınmış ve hedeflere ulaşılmıştır. Ancak 2. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte kalkınma planlarına
geçici süre ara verilmiş ve Devlet, savaş ekonomisine uygun kimi önlemler almıştır.

Atatürk zamanında yapılan tüm bu işler kolay başarılmamıştı elbette.
Planlanan hedeflere ulaşmak için; sınırsız yurt sevgisi, inanç ve özveriden başka,
bilinçli, kararlı, örgütlü ve devrimci bir tavır sergilenmişti.

Bu tavırlar sonuçlarını kısa sürede göstermiştir. 1922-1925 arasında fiyatlarda artış oranı yılda %3, 1925-1927 arasında ise %1 olmuştur. Kimi fiyatlarda ucuzlama görülmüştür. Türk parası yabancı paralar karşısında değer yitirmemiş, aksine kimilerine karşı değer kazanmıştır. 1923’te kişi başına düşen ulusal gelir yalnızca 45 $ iken, 1940’lı yılların ilk yarısında 400 dolara yaklaşmıştır.

1923-1938 arasındaki 11 yıl, gelir ve giderin eşit olduğu denk bütçe; 3 yıl, gelirin giderden çok olduğu bütçe fazlası gerçekleştirilmiştir. Yalnızca, Cumhuriyet’in ilk bütçesi olan 1924 bütçesi, %8’lik bir açık vermiştir. 1924 dışında, 1923 – 1946 arasında
dışsatım (ihracat) hep dışalımdan (ithalattan) çok olmuştur.

1929-1939 arasında bütün dünyada sanayi üretimi %19 artarken, genç Türkiye Cumhuriyeti’nde %96 artmıştır. Dünyada ortalama kalkınma hızı %4-5 düzeyindeyken, Türkiye’de %10 olmuştur. Tarım üretimi 1923-1930 arasında %10, 1930-1940 arasında %5 artmıştır.

1923’te 140 olan fabrika sayısı, 1933’te 2 bin 500’e ulaşmıştır. 1923’te 600.000 ton olan taşkömürü üretimi, 1940’ta 3.000.000 ton olmuştur. 1923’te üretimi olmayan çimento, 1940 yılında 270.000 ton üretilmiştir. 1923’te kağıt üretimi yoktur, 1940’ta 10.000 ton üretilmiştir. 1923’te demir – çelik üretimi yoktur, 1940’te 40.000 ton üretilmiştir. 1923’te 50 milyon kwh olan elektrik enerjisi üretimi, 1940’ta 400 milyon kwh olmuştur. 1923’te 3.700 km olan toplam demiryolu uzunluğu, 1940’ta 7.500 km olmuştur. 1923’te şeker üretimi yoktur ama 1940’ta 90.000 ton şeker üretilmiştir.

1923’te %5 olan okuma-yazma oranı, 1940’ta %25 olmuştur. 1920’lerin başında ortaçağ karanlığında yaşayan bir toplum, bugün 21. yüzyılın aydınlığına
öbür İslam ülkelerinin hepsinden çok daha fazla ulaşmıştır.

Bütün bu veriler herkes tarafından bilinirken, bu gurur verici geçmişi yok saymak için, demokratik ve laik cumhuriyetle hesaplaşmak için bekleyen kendini bilmezler,
karanlıkta boğulacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde on beş yıl gibi kısa sürede (1923-38) yaratılan gurur verici tablonun ardında;

1. Cumhuriyetçilik,
2. Ulusalcılık,
3. Devletçilik,
4. Halkçılık,
5. Laiklik,
6. Devrimcilik ilkeleri, yani “6 Ok” bulunmaktaydı.

Atatürk’ün tam bağımsızlık, emperyalizm karşıtlığı ve “yurtta barış, dünyada barış” ilkeleriyle bütünleşen kararlı yönetimi sayesinde gelişen Türkiye Cumhuriyeti,
ne yazık ki O’nun ölümünden sonra bu gelişmeyi sürdürememiştir.

Yıllardır Türkiye’yi yöneten siyasi iktidarlar, Atatürk’ün ölümünden sonra özellikle
çok partili düzenle birlikte Kemalizm’in ilkelerinden ödün vermiştir. Bu süreçle birlikte emperyalist güçlerin yeniden ülkemizi kuşatması, Aydınlanmanın şeriatın karanlığı tarafından bastırılması, ülkeyi içinden çıkılması güç koşullara getirmiştir. Yıllardan beri dinci örgütlenmelere ortam hazırlanmış; bugün laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletini terk etmek konumuna gelinmiştir. Ne yazık ki gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunan yöneticiler, emperyalist güçlerin desteğiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin parçalanmasına, bitirilmesine ve paylaşılmasına aracılık etmektedir.

Yıllardır siyasal iktidarlar, ABD ve AB emperyalizmine kucak açmış, Avrupa Birliği’ne üye olmak adına tam bağımsızlığımızı ve onurumuzu feda etmek istemektedirler.

UNESCO,  üye  156  ülkenin  oybirliği  ile  1981  yılını,  Atatürk Yılı  ilan  ederken,  kararın  gerekçesinde,  Atatürk  şöyle  tanımlanıyordu:

  • ”Uluslararası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan
    ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, insanlar arasında  renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen, eşsiz devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurucusu……”

UNESCO’nun bu tanımından sonra, sömürge valisi edalarıyla ülkemize gelen AB’nin ve ABD’nin yetkilileri, olur olmaz her konuda fikir vermektedirler. Atatürk’ün resimlerinden korkan, Kemalizm’i terk etmemiz gerektiğini söyleyen bu yüzsüzler, ülkemizin bölünmesi için büyük çaba harcamaktadırlar. Bu Sevr özlemcileri, bölünmemiz ve bağımsızlığımızı yitirmemiz için, yerli işbirlikçileriyle birlikte her yola başvurmaktadırlar. Dıştan ve içten gelen her türlü Kemalizm karşıtı saldırılar, Türkiye’de ulusal devleti çökertmek amacını taşımaktadır.  Ancak, Mustafa Kemal’in cumhuriyeti emanet ettiği Türk gençliği bütün olumsuzlukları yenecek güçtedir ve Kemalizm’e her zaman
sahip çıkacaktır.

Bugün ülkemizin ulusal kuruluşları “babalar gibi” satılmaktadır. Yeraltı ve yer üstü zenginliklerimiz emperyalist güçlere pazarlanmaktadır. Tarım ve hayvancılığımız bitirilmiş, sanayimiz çökertilmiş, yolsuzluk, yoksulluk ve talan en üst düzeye ulaşmıştır. Günümüz Türkiye’sinde 8 milyon kişi asgari ücretle çalışmakta, 11 milyon kişi işsizlikle boğuşmaktadır. Çalışanların %70’i yoksulluk sınırının altında ücret almaktadır.
Memurun, işçinin, emeklinin, esnafın, çiftçinin düşürüldüğü acıklı durum herkes tarafından görülmektedir. Terör ülkemizi vurmuş ve terör örgütüyle pazarlık aşamasında “yeni anayasa” yapılmak istenmektedir. Günümüz Türkiye’sinin getirildiği konum içler acısıdır.  Genel durum ve görünüm şimdilik parlak değildir.

Dünya Ekonomik Forumu’nun raporlarına göre Türkiye, 134 ülke arasında ekonomik açıdan incelemede genel sıralamada 125. sıradadır. Siyasal iktidarın dünyanın
17. büyük ekonomisi dediği Türkiye’nin gerçekleri yoksulluktur, açlıktır, işsizliktir. Gemiciği ve villacığı olanlara teğet geçen ekonomik kriz, halkımızı delip geçmektedir. Dünya Ekonomik Forumu Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’na göre kadın – erkek eşitliğinde Türkiye 135 ülke arasında 121. sıradadır. Türkiye basın özgürlüğünde 138 ülke arasında 135. sırada, yargı bağımsızlığında ise 82. sırada yer almaktadır.

Ülkeyi yöneten siyasal iktidar, kendi ülkesinin ordusunu düşman olarak görmektedir ve hangi koşulda olursa olsun her istediğini yapmak için uğraşmaktadır. Bunun anlamı, ülkede sivil darbe yapıldığıdır. Sivil darbe, hukuk dışı yasalar çıkartılarak, tüm devlet kurumlarını ele geçirmek için sistemli bir şekilde kadrolaşmak ve kendilerine karşı olanları bir biçimde yargılayıp, susturmaktır.

Silivri’de zulüm altında tutularak, hayali suçlamalarla yargılanan yurtsever
ve Kemalist aydınlar, yıllardır onur savaşımı (mücadelesi) vermektedirler.

  • Laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla kesinleşen siyasal iktidarın amacı, ülkemizde rejim değişikliği yapmaktır.
    Türkiye’yi İslam cumhuriyetine dönüştürme çabaları sonuç vermeyecektir.

Bugün geldiğimiz ortamı eşsiz önderimiz Atatürk, 20 Ekim 1927’de,
CumhuriyetiTürk Gençliğine emanet ederken anlatmıştı:

  • “Bütün bu durumlardan daha acı ve daha korkunç olmak üzere,
    yurdun içinde yönetim başında bulunanlar; aymazlık, sapkınlık ve üstelik
    hainlik içinde bulunabilirler. Dahası, yönetim başında bulunan böyleleri,
    kişisel çıkarlarını, yurduna girip yayılmış olan dış düşmanların
    siyasal amaçlarıyla birleştirebilirler.”

“10 Kasım’da yaygara kopartıldı”, “Ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok” diyen ve ulusal bayramlarımızı yasaklayan karanlık zihniyetler
ne yaparlarsa yapsınlar; başaramayacaklardır. Çünkü bu topraklarda
Mustafa Kemal Atatürk’ün özgürlük rüzgarları esmektedir.

Ulusal kurtuluş mücadelemizin başlangıcından 94 yıl sonra, ülkemizde genel durum ve görünüm çok parlak değildir. 94 yıl önce bugünlerde 19 Mayıs, bağımsızlığı yok edilmek istenen bir ulusun kurtuluş savaşına başlangıcını müjdeliyordu. Vatanın kurtulması için örgütlenerek, güçbirliği yapan Anadolu insanının bağımsızlık mücadelesini müjdeliyordu. 94 yıl sonra Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı ve 19 Mayıs’ı, bugünkü siyasal ortamla birlikte düşünürsek umutsuzluğa kapılabiliriz. Ancak içinde Atatürk sevgisi taşıyanlar için umutsuzluğa yer yoktur, Atatürk’ün gençleri için umutsuzluk diye bir olgu söz konusu değildir. Atatürk’ün ilkelerini özümseyerek, bilinçli ve kararlı bir biçimde
tüm yurtseverlerin örgütlenerek yapacağı haklı ve demokratik bir mücadele ile umuda ve aydınlığa doğru yeniden yol alınacaktır.

Bunun için tüm yurtsever güçlerin bir araya gelip örgütlenmesi, güçlerini birleştirmesi gerekmektedir. Çözümün Kemalizm’in muhteşem “6 Ok”unda olduğunu bilerek il il, ilçe ilçe, köy köy, mahalle mahalle dolaşarak bütün bu olumsuzlukların, ülkemizin üstündeki kara bulutların topluma anlatılması gerekmektedir.
Atatürk’ün gençlere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza dek yaşatılması için,
hepimizi büyük görev ve sorumluluklar beklemektedir.

“Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı” kararlı ve bilinçli olarak yeniden savaşmanın zamanı gelmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaş uygarlık yolunda sürekli ileriye doğru gideceğimiz ışıltılı günlerin özlemiyle, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başlangıcı olan,
19 Mayıs’ın 94. yılı kutlu olsun!

Hepinizi saygıyla selamlıyor ve teşekkür ediyorum.

(İlk Kurşun Gazetesi, 20 Mayıs 2013)

19 Mayıs 1919 Kuvayı Milliye Ruhu ve Günümüz

19_Mayis_1919_kuvayi_milliye_ruhu_ve_gunumuz