Etiket arşivi: 2017 referandumu

ADALETİNLE BİN YAŞA

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

9. Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel’den dinlediğim ve çokça anlatılan bir fıkrayı bir kez daha paylaşmak istedim :

“Osmanlı döneminde, yolsuzlukları ve avantacılığı ile ünlü “Karakuşi” adında bir kadı varmış. Bir gün bu kadı, fırının önünden geçerken burnuna nefis bir koku gelmiş. Vitrinde nar gibi kızarmış, sahibini bekleyen enfes bir ördek var. Kadı, fırıncıya; ‘Ben bunu aldım’ demiş. Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş. Ördeğin esas sahibi gelmiş; ‘Hani bizim ördek?’ Fırıncı boynunu büküp; ‘uçtu’ demiş. Fırıncı pişmiş ördek için uçtu deyince, önce münakaşa, derken yumruk yumruğa kavga başlamış. Kavga sırasında fırıncı, fırın küreğiyle araya giren bir gayrimüslim vatandaşın gözünü çıkarınca, korkup kaçmaya başlamış. Fırıncı önde, ördek sahibi ve gözü çıkan vatandaş arkada koşarken, can havliyle kaçmakta olan fırıncı, önüne çıkan duvardan atlamış ama hamile bir kadının üstüne düşüp, kadıncağızın çocuğunu düşürmesine ve ölümüne sebep olmuş. Kadının kocası ve Yahudi komşusu da kovalamaya katılınca, zaptiyeler hepsini derdest edip, Karakuşi Kadı’nın huzuruna çıkarmışlar.

Kadı sırayla sormuş; Ördeğin sahibi; ‘Kadı Hazretleri, fırıncı benim pişmiş ördeğimi hiç etti’ demiş. Kadı, fırıncıya sormuş; ‘Ne yaptın bu adamın ördeğini?’ Fırıncı, hınzırca Kadıya bakıp; ‘Uçtu’ demiş. Kadı kara kaplı defteri açmış; ‘Ördeğin karşısında TAYYAR yazılı. Tayyar, uçar anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değildir’ diyerek, fırıncının ördek işinden beraatına karar vermiş. Gözü çıkan Gayrimüslim vatandaşa sormuş ve onun şikâyetine de kara kaplı defterden bir uygun madde bulup; ‘Her kim gayrimüslim birinin iki gözünü çıkarırsa, o müslimin tek gözü çıkarıla…’ Davacı; ‘Benim tek gözüm çıktı, şimdi ne olacak?’ diye sorunca Kadı; “Şimdi, fırıncı senin diğer gözünü de çıkaracak, biz de ceza olarak onun tek gözünü çıkaracağız’ deyince, adam davasından vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da beraat etmiş.

Kadı, çocuğunu düşüren kadının kocasına dönüp; ‘Tamam, sen karını fırıncıya vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak’ deyince, adam arkasına bakmadan kaçmaya başlamış. Kadı, Yahudi vatandaşa dönüp; ‘Senin şikâyetin nedir bre?’ demiş. Bir süre düşünen Yahudi;

‘Ne diyeyim Kadı Efendi, Adaletinle bin yaşa e mi’

İrtica’nın en yalın tarifi şudur :

“Pozitif Hukukun yerine, Şeriat Hukukunu getirmeye İRTİCA denir.”

AKP’nin de hedefi budur. AKP’nin bu hedefine varabilmesi için en büyük desteği bizzat “Yargı Camiasından” alması gerekir. Maalesef öyle de oldu! En büyük desteği de Yüksek Yargı mensuplarından aldı! İki örnek verelim; Yüksek Yargının FETÖ’ya teslim edilmesi operasyonu şöyle gerçekleşmişti :

Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın emriyle Adalet Bakanı Sadullah Ergin bu operasyonu yönetti. Müsteşarı aracılığıyla, Müsteşar Yardımcısının evinde, FETÖ’nun “Yargı İmamlarıyla” bir toplantı yapıldı ve listeler oluşturuldu. Ertesi gün listedeki 160 ismin 160’ı da Yargıtay üyesi seçildi! Bir tane Yüksek Yargıç bile, “Ben FETÖ’nun listesi ile seçilmeyi kabul edemem. Bu şerefsizliği taşıyamam” demedi, diyemedi!

Her biri Yüksek Yargıç olan “Yüksek Seçim Kurulu” üyeleri, 2017 Referandumu sırasında, sandıklar kapatıldıktan sonra, geçerli sayılmaları Yasa gereği yasak olan “Mühürsüz Oy Zarflarını” geçerli saydılar.

  • YSK Kararlarına itiraz edilemeyeceği için, ülkemizi Tek Adam rejimine sokan bu seçim, YSK’nın kanunsuzluğu ve hile ile kabul edilmiş oldu!

İşin özü, Laik Cumhuriyete ve demokratik değerlere en büyük darbe, Anayasamızın, adaleti sağlamak ve anayasayı korumak görevini verdiği Yüksek Yargıçlar tarafından vuruldu!

Dünden beri, ülkemizin her yöresinden arayıp, CB’na hakaret suçu işlediğim gerekçesiyle(!) bana verilen 11 ay 20 gün hapis cezası için üzüntülerini ve desteklerini bildiren dostlarımız lütfen üzülmesinler.

  • Cübbesinin asaletini, züppelerin keyfine bırakanlar bizi asla mahkum edemez.

Onları, gerçek bağımsız Türk Yargısında bizler yargılatacağız…

Polis, 8-9 yaşlarındaki çocuğa seslenmiş : Evlat, Başbakan geçecek bisikletini kaldır direğin dibinden! Çocuk; Merak etme amca, bisikletimi zincirle direğe bağladım. Çalamazlar…

CB Erdoğan, madalya kazanmış Milli Sporcularımızı Sarayda konuk etti!

  • “Dikkat edin, madalyalarınızı çalmasınlar” dedi.

Sporcunun biri fısıltıyla arkadaşına sordu:

Burada da çalarlar mı?

Sağlık ve başarı dileklerimle, 03 Haziran 2021

Devlet ve salgınlarla savaş

Devlet ve salgınlarla savaş

Ahmet Yavuz
E. Tümg.
Cumhuriyet
, 28 Mart 2020

Ülkemizde gündem çok sık değişiyor. Birkaç ay geriye gittiğimizde İdlib vardı. Öncesinde Libya. Araya Elazığ depremi girdi. Daha evvel Doğu Akdeniz… Şimdi de Covid-19 ile yatıp kalkıyoruz. Bütün bunlar çok duyarlı bir kamuoyu yarattı. Çok faydalı bir tartışma konusunu da gündemin ilk sırasına koydu:

  • Devletin işlevi. Ne olmalı ve nasıl yapmalı?

Salgınla birlikte artık hayat farklılaştı. Her şey değişecek. Kendiliğinden olur mu? Asla… Arayış her zaman olumlu şekilde sonuçlanmaz. Önümüzdeki kavşak bizi ya daha iyiye ya da daha kötüye götürecek. Bizim elimizde.

Devletten beklenen üç temel işlev olmalı    :

1. Beka,
2. refah ve
3. demokratik yaşamın sürdürülmesi.

Bekadan kasıt bugün ve yarın ayakta kalabilmektir. Bu anlamda devlete düşen:

1. Günlük yaşamın aksaksız yürütülmesi.
2. Yarınlarda olabilecek savaş, salgın, deprem vb. olağanüstü durumlar için özel bir hazırlık içinde olunması.

Ülkemizde siyasi iktidarlar devleti kendi ideolojik hegemonyalarını kurmanın aracı olarak gördüğü için devletin ilk işi olan günlük işleri yürütme çabası ağır aksak ancak yürütülebiliyor. Çünkü önceliklendirme siyasileşiyor. İktidar, kurulu devlet yapısını daha iyi çalıştırmak yerine kendine uygun devlet yaratmaya çabalıyor. Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi (2020-11.5 milyar TL – Gazeteler) sekiz Vakanlığın bütçesini aşabiliyor. Kızılay ülkede daha çok ilaçlama yapmak varken Endonezya’da korona mücadelesinde destek verebiliyor (1).

Bunlar bir yana, 2017 referandumuyla “devlet hızlı çalışacak” gerekçesiyle “başkanlık sistemi”ne geçildi. Ancak devletten beklenen, etkin çalışmasıydı. Hızlı çalışmak ancak bunun bir parçası halinde anlamlı olabilirdi. Olmadığı görüldü…

Beka nasıl sağlanır?

Devletin günlük işleri yürütürken olağanüstü durumları da düşünmesi, tedbir alması gerektiğine yukarıda temas etmiştik. Bu nasıl olacak? Yanıtı basit: HAZIRLIKLA.

Büyük harfle yazdım, çünkü hazırlığın büyük ve kapsamlı olması gerekli.

“Devlet bugünün işini tam yapamıyorsa, yarına nasıl hazırlıklı olabilir?” diye sorabilirsiniz. Haklısınız. Bütün bunlar toplumsal bilinçle bağlantılı. Ben de bu yazıyı yaşanan krizden sonrasına ilişkin yazdım: Devlet günlük işleri eksiksiz yapacak şekle sokulmalı. Yetmez. Olağanüstü hallere de hazırlıklı olmalı. Yoksa bu topraklarda geleceğimizi güvence altına alma olanağı olmaz.

Nasıl?

Önce devleti doğru yapılandırarak, yeterli ve yerinde kaynak kullanarak, insanımızı eğiterek… Bu yazıyı yazarken devlet İstanbul Kanalı için ihale yapıyordu. Gerekli mi? Değil. Mevcut koşullarda uygun mu? Hiç değil.

Geçmişe doğru gidelim. Bir savaş halinde geri bölgede halkı işgalciye karşı örgütlemek maksadıyla TSK’nin Seferberlik Tetkik Kurulu vardı. Kozmik Oda aramasından sonra lağvedildi.

Deprem anında sivil halka yardım konusunda eğitilmiş birlikler vardı. Yeni Askerlik Kanunu yürürlüğe girdikten sonra artık yeterli düzeyde olduğunu sanmıyorum.

Daha eskiden, savaş halinde Kızılay tarafından kurulması öngörülen sahra hastaneleri; Ordunun kendi seyyar cerrahi hastaneleri vardı, devre dışı bırakıldı. Hastane haline getirilmesi planlanan yolcu vapurları vardı. Sanırım gündemden düşmüştür. Oysa günümüzde ABD ordusu New York’ta sahra hastaneleri kurmaktadır.

Yakın geçmişte TSK sağlık ordusu ortadan kaldırıldı; askeri sağlık sistemi bozuldu. Kamuoyunda maalesef konu askeri hastanelerin açılması talebi düzlemine indirgendi. Oysa askeri hastaneler, sistemde sondan bir önceki halkadır. Yaralı bir Amerikan askerinin şunu söylediği hikâye edilir:

“Seyyar Cerrahi Hastane levhasını gördüğüm anda yaşama bağlandığımı anlamıştım”.

Bu örneklerin eksiğini-yanlışını gidermek ve öbür kurumlara yaymak yerine olanları da ortadan kaldırdık.

İdeolojik yıkım

Geride kalan 15-20 yılda Türkiye ideolojik bir saldırının tutsağı oldu. En akıllı insanlar bile “savaş karşıtlığı” tercihleri nedeniyle Ordu düşmanı haline geldi. Bu yönelim, siyasal İslamcı iktidarı besledi. İktidar da her şeyi kendi varlığı temelinde ele aldı. Kendi varlığını ülke varlığına eşdeğer kıldı. “Kendisi için varlık” haline geldi. Zayıflaması bundan dolayıdır.

Ordu, onun için “darbe yapabilecek her türlü vasıtadan” soyutlanmalıydı. O yüzden Orduyu budadı. Oysa Ordu demek, aynı zamanda gelecekte Ulusun yaşamını tehdit edebilecek unsurları ortadan kaldırmanın kalesi, güvencesi, kaldıracı, omurgası demektir. Mevcut devlet teşkilatı günlük işleri yapmaya odaklı olacağına göre, olağanüstü durumlara hazır bekleyen bir yapıya her zaman ihtiyaç vardır. Bu yapı, Ordudur. Ya da barıştan itibaren ona eklemlenmeye hazır kuruluşlar olmalıdır. Devreye anında girecek şekilde…

Senaryolar

Milli Güvenlik Kurulları ve Ordular, senaryolara dayalı planlar yaparlar. Büyük-küçük demeden tehlikeler sıralanır. Sonra bunlar öncelikli kılınır. Gerekli istişarelerden sonra devletlerin “Kırmızı/Beyaz Kitaplar”ı bunları yasal zemine oturtur. Ardından her birine karşı koyacak planlar hazırlanır. Bunlar tatbikatlarla da denenir. Geriye dönüp bu tatbikatlardan komplo teorileri üretmek de eğlenceye dönüşür! Bugün olduğu gibi…

Günü geldiğinde bu planlar küçük düzeltmelerle, güncellemelerle yaşama geçirilir; çünkü planlananla karşı karşıya kalınan arasında her zaman bir fark olur.

Örneğin devletlerin “angajman kuralları” vardır. Orduların da “alarm planları” olur. İkisi birbiriyle bağlantılıdır. Hangi gelişmede hangi önlemin alınacağı yazılıdır. Savaş olursa yeni planlar devreye girer.

  • Eğer Sağlık Bakanlığı’nın elinde önceden hazırlanmış bir salgınla mücadele planı olsaydı, maçlar oynanmaz, camiler de ibadete anında kapatılırdı.

Eskilerde hükümetlerin elinde “savaşın acil ödeneği” olarak adlandırılan bir kaynak olurdu. Şimdi var mı, bilmiyorum. Harp ekonomisi diye bir kavram vardı. Bu kaynak onun bir parçasıydı. Fabrikaların, alanlarına göre ellerindeki işleri daha önceden belirlenmiş ürünlere yönlendirmesi mecburiyeti vardı. Sanırım özelleştirmelerden sonra bunlar hayal olmuştur.

Amerikan Ordusunun bir bölümü 1929 dünya büyük ekonomik buhranında tarım ordusuna, inşaat ordusuna dönüştürülmüştü. Acaba köylerin boşaldığı bir ortamda benzeri yapılamaz mı? İşsiz gençlerimizden bir hizmet ordusu kurulamaz mı? Kurulabilir. Eğer hazırlıklı olunursa…

Olağanüstü durum tedbirlerinin hazırlığı yapılmazsa felakete davetiye çıkarılmış olur. 1. Dünya Savaşı’nın öncesinde ve içinde iktidar sahiplerinin birçok yanlış kararı vardı. Bunların stratejik sonuçları olmuştur. Sarıkamış faciası bunlardan biriydi. Yine Kafkas Cephesi’nde bazı birlikler, yeterli idari hazırlık yapılmadan verilen sefer emirleri yüzünden hayvanlarını keserek yemek zorunda kalmıştır. Yetersiz beslenme yanında giyecek, temizlik malzemesi yokluğu tifüs salgınına, firarlara yol açmış ve bunlar çatışmada verilen zayiatın önemli bir parçasını oluşturmuştu (2).

Rehber: Akıl ve Bilim

Savaş yalnızca silahlı kuvvetlerle yapılan bir faaliyet değildir. Alanı da yalnızca askeri olmaktan çıkmıştır. Savaş, bekaya yönelik her şeye karşı yapılır. Salgınlara, yangınlara, depremlere, paralel devlet yapılanmalarına, darbecilere, hatta ideolojik saldırılara…

Ayakta kalmamızı sağlayan her şeyi yaşatmak, yıkılmamıza yol açacak her şeye karşı koymak için…

Evet, “bir şey değişir, her şey değişir” söylemi doğrudur. Ama her şeyin nasıl şekilleneceği tercihlerimize, içten çabalarımıza ve kendi irademize bağlıdır.

O irade ise aldığımız mirasta gizlidir:

  • Aklı ve bilimi merkeze koymak ve onu rehber edinenleri iktidar kılmak

Siyasetin bizleri içine hapsettiği dar kalıpları kırma becerisi gösterilmeden çıkış yok…

(1) sozcu.com.tr, 24 Mart 2020.
(2) Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, II. Cilt, 2’nci Kısım, Kafkas Cephesi, 2’nci Ordu Harekâtı, 1916-1918, Genelkurmay, 1978, s. 269 vd.