Etiket arşivi: 1908’de ilan edilen 2. Meşrutiyet

Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkının 84. yıldönümü


Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkının 84. Yıldönümü
“PEK ÇOK ANAM VAR!”
(Prof. Dr. Leziz Onaran’ın anısına)

Zeki_Sarihan_portresi

Zeki Sarıhan

 

 

Türkiye’nin çağdaşlaşma sürecinde kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanındığı
5 Aralık 1930’a dek bu konuda zorlu bir savaşım verilmiştir. Batılılaşmanın etkisiyle Tanzimat’la (AS: 1839) başlayan kadın eğitimi ve kadın hakları düşüncesi 2. Meşrutiyet’le (AS: 1908) büyük bir sıçrama yapmış, kadınlar, toplumsal yaşamın
hemen her alanında erkeklerle birlikte görev almaya başlamıştır. Bu dönemde kadınlar, dergi ve gazeteler bile çıkarmaya başlamış, dernekler kurarak oldukça etkin bir mücadele yürütmüşlerdir. Prof. Tarık Zafer Tunaya’ya göre 1918’e gelindiğinde
kadın sorunu esas olarak çözümlenmiş bulunuyordu. [1]

1919 sonbaharında Son Osmanlı Mebuslar Meclisi için seçim hazırlıkları yapılırken
kimi gazeteler kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasını gündeme getirmişlerdir. Vakit gazetesi, ABD’de bu konunun ele alınmış olmasını vesile sayarak Türk kadınlarına da seçme ve seçilme hakkının verilmesi konusunda bir sormaca yapmış, Halide Edip, Nakiye Hanım, Kız Öğretmen Okulu müdürü gibi bazı tanınmış kadınların görüşlerini sormuş, gazete Kız Öğretmen Okulu’nun son sınıf öğrencileri arasında anket bile yapmıştır.[2] Siyasal haklarını ilke olarak savunmakla birlikte kadınların da bu konuda henüz açık bir programa sahip olmadıkları anlaşılmaktadır. Buna karşılık mebus seçimlerinde bazı yerlerde Halide Edip Hanım’a oy verildiği görülmektedir.[3]

Bu tarihlerde Batılı kadınlar, seçme ve seçilme hakkı konusunda dünya kongreleri düzenlemektedirler. 1913’te Budapeşte’de toplanan Kadınlara Seçme Hakkı Verilmesi Milletlerarası Cemiyetler Birliği’nin toplanmasından sonra 16 ülke kadınlara siyasal haklar tanımıştır. Bunlar Danimarka, İrlanda, Hollanda, Almanya, Avusturya, Bohemya, Macaristan, Lehistan, İsveç, İngiltere, Rusya, Kuzey Amerika’dan dokuz eyalet, Kanada, Rodezya, Afrika’nın doğusundaki İngiltere sömürgeleri ve Jamaika’dır.

Bundan sonraki kongre Haziran 1920’de Cenevre’de toplanmış, bu toplantıya Küba, İspanya gibi ülkelerin kadın örgütleri de katılmıştır. Kongre’de Türk kadınlarını Kıbrıslı Mustafa Paşa’nın kızı ve İspanya Elçiliği Müsteşarı Ferruh Niyazi Bey’in eşi Azize Hanım temsil etmiştir. Ahmet Cevdet’in İsviçre’den gönderdiği yazıya göre kongrede konuşmacı Azize Hanım pek çok alkışlanmıştır.[4] Ancak o daha çok Türk kadınlığının çektikleri ve ülkenin bağımsızlığını anlatmıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kadınlara seçme hakkı ilk kez 15 Kasım 1921’de Köy ve Bucak Yönetimi Kanun Tasarısı görüşülürken ele alınmıştır. Tartışma bucak (nahiye) yönetimi için yapılacak seçimlerde kadınların da hesaba katılıp katılmayacağı konusundadır. Daha çok muhafazakâr tutumlarıyla tanınan ama bazı demokratik istemleri ileri sürmekten de geri kalmayan İkinci Grubu mensup Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, 20 evli bir köyde üç erkek bulunabileceğini, kalanının kadın olduğunu, bunların genel yaşama katılıp vergi verdiklerini, ancak bu zavallıların birtakım adamların elinde tutsak olduğunu söyleyerek “Şûraya kadınlar da girmelidir.” demiştir (AS: Şura, Nahiye-Köy Yönetim Kurulu). O’nu, radikal mebuslardan Tunalı Hilmi Bey, oturduğu yerden “Yaşa, yaşa!” sesleriyle desteklemiştir. Sözlerini sürdüren Hüseyin Avni Bey, mebuslardan duygusallığa kapılmamalarını, mademki kadınlardan “aşar” (AS: 1/10, ondalık tarım ürünü vergisi, öşür) alınıyor; onların haklarını da vermek gerektiğini, yüzlerce kadının mütegallibe erkeklerin (AS: Haksız ve yolsuz güçle hükmetmeye çalışanlar, zorbalar, derebeyleri, mütegallibeden bir adam..) tutsağı olduğunu,
oysa üç-dört haneye bakan, aile reisi olan kadınlar bulunduğunu anlatarak
“Büyük Millet Meclisi, aile reisi olan kadının seçim hakkını teslim etsin.” demiştir.

Kırşehir Mebusu Müfit Efendi, O’na oturduğu yerden bir sataşmada bulunur:

–  Kaç karın var?

Hüseyin Avni Bey, bu soruya şu anlamlı yanıtı verir:

–  Pek çok anam var!

Balıkesir Mebusu Hasan Basri Çantay O’nunla dalga geçer:

– Hüseyin Avni Bey’in feministliğini tebrik ederim.

Hüseyin Avni Bey’in buna yanıtı ise şöyledir:

– İnsanlığımı tebrik ediniz.

Sıra, Tunalı Hilmi Bey’dedir:

– Şu dakikada Meclis kürsüsünden Türklük ve Müslümanlık âlemine doğru bir ses aksetmiş bulunuyor ki, bu sesi ilk çıkaran Hüseyin Avni Bey’dir. Kendisini tebrik ederim. Bir söz söyledi, bence en ruhlusu o sözdür. Hissiyata kapılmayalım.

Bir mebus “Ne hissiyatı Allah aşkına!” diye seslenince Tunalı Hilmi, Azerbaycan’ın kadınları seçime katmasının Türkiye’ye büyük bir ders olması gerektiğini söyler.
Konya Mebusu Hilmi Bey, Azerbaycan’ın Bolşevik olmasını kast ederek:

– Bizim memleketimize Bolşeviklik girdi mi Hilmi Bey?” diye sataşır. Tunalı Hilmi Bey, bunun Bolşeviklik olmadığını söyler. İslamiyet’in kadına verdiği değerle ilgili olarak
bir ayet okumak isterse de sesi patırtılar ve gürültüler içinde duyulmaz olur.
“Sözlerimi dinleyin” ricası“Neyi dinleyeceğiz” diyerek kesilir. O gene de konuşmakta diretir. Ülkenin Batısında muhtar olan kadınlar bulunduğunu, hadi seçilme hakkının verilmeyişini anladığını ama seçme hakkının neden esirgendiğini sorar.
“Bu teklif zaten kabul edilmeyecektir. Fakat Hüseyin Avni Bey’i tebrik etmek istedim.”  der.

Tartışma gene de son bulmaz. Konya Mebusu Musa Kâzım Efendi, İslam kadınlarının tutsak olmadığını, İslamiyet’in kadınlara Avrupa kadınlarına göre daha büyük tasarruf hakkı verdiğini ileri sürer. Erkekle kadının savaş gibi kimi zorunlu durumlar dışında bir arada bulunmasının caiz olmadığını anlatır. Oturum başkanı konuyu kapatmak istese de Tunalı Hilmi “Reis Bey, İslam kadınları kadı olabilirler. Camilerde vaaz verebilirler”
diye seslenir. Hükümet tasarısında bu konuda bir işaret olmadığı belirtilerek tartışmanın gereksizliği nedeniyle tartışma yeterli görülüp geçilir.[5]

Böylece kadınlara seçme ve seçilme hakkı konusu, gündemden kalkar.
Gerek gezilerindeki konuşmalarda gerekse yabancı gazetecilere verdiği demeçlerde Türk kadınının toplumsal yaşamda  hak ettiği yeri alması gerektiğini savunmuş olan Mustafa Kemal Paşa, bu tartışmalarda taraf olmaz ve seçme ve seçilme hakkı konusunda tutum almaz.

1923’te seçimlerin yenilenmesi kararının alınması üzerine Vakit gazetesinde kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi konusunda kadınlar arasında bir anket düzenlenir. Bu arada 13 kadın bir girişim kurulu oluşturarak konu üzerinde kamuoyu yapmaya başlar. Bunlar Türk Kadınlar Şûrası‘nı toplamış, ardından Türk Kadınlar Fırkası’nı kurmuşlardır. Ancak hükümet kadınların seçme ve seçilme hakkı olmadığı gerekçesiyle partiyi yasaklayınca Türk Kadın Birliği kurulur. Kadınlar, on yıl boyunca seçme ve seçilme hakkı peşinde koşmuşlardır. Ancak bu birlik de hükümet tarafından kapatılmıştır. [6] Dönemin hükümet etme anlayışı Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın dediği gibi “Memlekete komünizmi getirmek bile icap etse bunu ancak hükümet yapacak”tır. Bütünüyle erkeklerden oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi,
hükümetin isteğiyle kadınlara seçme ve seçilme hakkını ancak 1930’da tanıyacaktır.
O tarihte bu hakkın tanındığı ülke sayısı 25’tir. (12.05.2013)

[1] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, C. 1, II, Hürriyet Vakfı Yayınları
[2] Vakit, 25, 31 Teşrinievvel, 24 Kânunuevvel 1919,
[3] Yenigün, 2 Kânunuevvel 1919 “Kadın Mebuslar”
[4] İkdam, 15, 16 Haziran 1920
[5] TBMM Zabit Ceridesi, C. 12, 15 Kasım 1921, s. 222-225
[6] Yaprak Zihnioğlu, Kadınsız İnkılâp, 2003, Metis Yayınları

KADINLARIMIZIN ONURLU MÜCADELE GEÇMİŞİ


KADINLARIMIZIN ONURLU MÜCADELE GEÇMİŞİ

Zeki_Sarihan_portresi

Zeki Sarıhan

Bazılarının zannettiği gibi kadınlarımız siyaset sahnesine 1923’te veya onlara seçme
ve seçilme hakkının verildiği 1934’te çıkmadı. Onlar, uzun yıllardan beri devlet dairelerinde, üniversite sıralarında, hastanelerde, hatta miting kürsülerinde de vardılar. Haklarını dişleriyle, tırmaklarıyla kazandılar.

Türkiye’de kadın devrimi, Tanzimat’ın yarattığı birikimden yararlanılarak ve esas olarak 1908 İkinci Meşrutiyet devrimiyle yapılmıştır. Kadının eğitim hakkından yararlanması için 1869 Maarifi Umumiye Nizamnamesi 6-11 yaşları arasındaki bütün erkek ve 6-10 yaşları arasındaki tüm kızlar için ilköğretimi zorunlu kılmıştır. 1876 tarihli Kanun-u Esasi de imparatorluktaki bütün erkek ve kız çocukların ilköğrenim görmelerini zorunlu kılmıştır. Ebe okulu 1845, kızların devam ettiği ortaokul 1859,
Kız Öğretmen Okulu 1879’da açılmıştı. Kız liseleri ise İstanbul’da 1913-14’te açılabilmiştir. Kız Sanayi Okullarının açılması ise daha eskidir. Kızlar için yapılan
önemli bir atılım da 1914’te Kız Sanayi Okulu’nun açılması ve kızların üniversiteye devam haklarının tanınmasıdır. Kızlar için açılan ilk fakülteler Fen ve Edebiyat Fakülteleridir. Bu fakülteler ilk mezunlarını 1917’de vermiştir.

Türklerin yüksek tabakalarına mensup kadınlar, daha 1860’lı yallarda gazete ve dergilere yazılar yazarak kadın haklarını savunmaya başlamışlardı. Bu yayınlarda kadınlara öğrenim hakkı, çok eşliliğe son verilmesi, kadınlara çalışma olanaklarının tanınması, kadın-erkek eşitliği ele alınmıştır. İlk kadın dergisi de 1883-84 yılında Arife Hanım tarafından çıkarılmıştır. 1880’den sonra bir kadın yazarlar kümesi de
ortaya çıkmıştır. 1895’te Hanımlara Mahsus Gazete yayımlanmıştır.
Bu örnekler, kadınlara kimi hakların kendi istekleri olmaksızın
yukarıdan verildiğini yalanlamaya yeter.

20. Yüzyıl, kadınlar çağıdır

20. Yüzyıl, kapitalist ülkelerde bir kadınlar çağının başlamasını da birlikte getirmiştir. Her bakımdan Batı’dan geri kalındığını ve böyle giderse devletin çözüleceğini, toplumun yerinde sayacağını fark eden aydın Türkler, 1908’de ortaya çıkan coşkun Hürriyet ikliminden yararlanarak kadınların toplumsal yaşama katılması, çeşitli işlere girerek yaşamlarını bağımsızca kazanabilmeleri, eğitim olanaklarından eşitçe yararlanması için kolları sıvadılar. 19. Yüzyılın ortalarında açılan kız okulları
epey mezun vermiş, okunan ve okuyan kadın sayısı oldukça artmıştır.
Kadınlar, yeni Hürriyet döneminde yeni haklar kazanmak,  kazanılmış haklarını genişletmek ve bunları toplumun her kesimine yaymak için dermekler kurdular, gazeteler çıkardılar; gazetelerde kadınlarla ilgili sayfalar yer almaya başladı.
Bu dönemin önde gelen kadın hakları savunucuları Halide Edip, Öğretmen Nakiye Hanım ve Nezihe Muhittin’dir. Kadınların kurduğu ilk cemiyet 1908 tarihli
Cemiyeti İmdadiye’dir. Bu cemiyetin amacı, Rumeli sınırında çarpışan askerlere
kışlık çamaşır ve benzerlerini sağlamaktır.

4 Nisan 1913’te ilk sayısı çıkan günlük Kadınlar Dünyası, İkinci Meşrutiyet’te özgürlük patlamasını şöyle anlatıyor:
“Üç dört senelik meşrutiyet hayatımız, memleketimizde birçok ihtiyacın
mevcut olduğunu gösterdi. Senelerce olgunlaşmaya, gelişmeye ilgisiz kalan Osmanlı, hayatımızın her aşamasında bir yeniliğin, hakiki bir inkılâbın
gerekli olduğunu bize anlattı.”

Kadını özgürleştiren vatan savunması

Türk kadın hareketi başından beri yurtseverdir. Aydın Türk kadınları, erkekler gibi Namık Kemal’in “Vatan Mersiyesi” benzeri şiirleriyle büyümüştür.
Halide Edip, Meşrutiyet dönemi kadın hareketini anlatırken şöyle yazıyor:

“Bir kadın evvela Osmanlı, bir vatanperverdir. Vatanın hukuku,
kadınlık hukukundan bin kat mühim ve muhteremdir.”

Bu sözler, Türkiye’de kadın hareketinin Batı’dakinin tersine feminist olmadığını, toplumsal devrimin ve vatan savunmasının kadınları da içine almasından doğduğunu göstermektedir. Türk kadınlarının esin kaynağı Fransız Devrimi olduğu ölçüde, Rusya’daki Kuzey Türklerinin toplumsal ilerleme programıdır. Daha 1913’te,
Kadınlar Dünyası’nda Fransız Devriminde kadınlığın rolü şöyle anlatılmıştır:

“Fransız Devrimini izleyen erkeklerimiz pekiyi bilirler ki, en önemli rolleri kadınlar oynamıştır. Komünlere yandaş olan kadınların gördükleri işleri, gösterdikleri cesareti erkekler gösterememiştir. Versail askerlerine karşı boğaz boğaza savaşan
kadınlar idi. Akıllara durgunluk verecek derecede olan cesaretleri yadsınamaz.”

Gazete, kadınların özgürleşmesinin iş yaşamına atılmasıyla olanaklı olacağının bilincindedir. Aynı zamanda yerli sanayinin kurulmasını, yabancı mallara
boykot uygulanmasını savunmuştur. Başka milletlere ezilmemek için en büyük gücü ekonomi, sanat ve işçilik olduğunu anlatmıştır.

2. Meşrutiyet döneminde insanın özgürlüğünden ne anlaşılması gerektiğini
Kadınlar Dünyası şöyle anlatıyor:

”Kendine sahip olan insanın her şey için istediği gibi düşünmesi, istediği gibi
karar vermesi, istediği gibi yerine getirebilmesi, o işin güzellik ve çirkinliğini de istediği gibi yargılayabilmesidir.”

Meşrutiyet Kadınlığı, kadın özgürlüğü karşısına İslam dinini çıkaranlara, o dönemde verilebilecek en uygun yanıtı vermiş ve “kadına haklarını dinimiz ve insanlığımız vermektedir” diye yazmıştır. Yazıya göre Türk kadınlarına üniversitelerde okuma hakkı vermek istemeyenler, Tanrı’ya, insanlığa karşı gelmiş olacaklardır. “Cahil, korkak, cılız, ahlaksız analardan doğacak millet, nasıl olur da yaşar ve
düşmanlardan öcünü alır?”
denilmiştir.

1. Dünya Paylaşım Savaşı koşullarının yarattığı kadın tipini,
6 Nisan 1920 tarihli İkdam’ın bir yazısından öğreniyoruz:

“Harbin yarattığı zaruret ve ihtiyaç nedeniyle kadınlarımız da diğer Batı kadınları gibi çalışma hayatına atılmaya mecbur olmuşlar ve bu alanda son derece teşekküre değer kabiliyetler ve liyakatler göstermişlerdi. O zamanlarda hemen her sınıf vazifede kadınlarımızı görmek mümkündü. Postanede, maliyede, belediyede vb. Diğer taraftan da Hilal-i Ahmer, Esirgeme Derneği, Kadınları Çalıştırma Cemiyeti ve müesseselerinin himayesi, çok desteğe muhtaç annelerimizin, hemşirelerimizin tek teselli ve geçim kaynağını teşkil ediyordu. Birçok senedir, idaremizin
her şubesinde ortaya çıkan buhran ve karışıklıktan önce kadınlarımız
etkilenmeye başladı.”

Nezihe Muhittin şöyle yazmaktadır:

Evvelce yalnız kına gecelerinde, düğünlerde, tandır sofralarında ve özel toplantılarda birleşen Türk hanımları, artık genel çıkarlara yarayan derneklerin çatısı altında toplanabiliyorlar ve isimleri başlı başına anlam ve kişilik ifade edebiliyordu.”

Tarık Zafer Tunaya’ya göre Mütareke dönemine gelindiğinde Türkiye’de kadın sorunu esas olarak çözümlenmiş bulunuyordu.

1919 ilkbaharında İstanbul’da kadınlar hakkında gözlemlerde bulunan
bir Fransız kadının Fransa’daki bir gazetede yayımlanan ve Türk basını tarafından alıny-tılanan bir yazısında “Artık bin bir gece memleketinden uzak bulunuyoruz” denilerek onun İstanbul Kız Öğretmen Okulu’nda gördükleri aktarılmaktadır.
Bu okulda Avrupa’daki gibi bir eğitim uygulanmaktadır. Türk kızları çok yeteneklidir. Çarşaflarının altına giydikleriyle modayı da izlemektedirler. Çok iyi el işlere yapmakta, keman çalmaktadırlar. Çok evlilik de hemen hemen kalkmıştır. “Türk kadınları,
yüksek fikri seviyeleriyle kadınlar arasında gerçek bir devrim yapmıştır.
Türk kadınları artık asırlarca yaşadıkları hayattan çıkmışlardır.”
Yazara göre Hasta Adam’ın doğrulması muhtemeldir.
Bu konuda kadınlar arasındaki inkılâp ve tekâmül büyük bir etki yapacaktır.

30 Ekim 1918’de başlayan Mütareke döneminde İstanbul basınında kadınlar için sayfalar açılmış, İkinci Meşrutiyet döneminde patlayan kadın özgürlüğünün sürmesi ve gelişmesi için yayınlar yapılmıştır. Yakup Kadri 1921 tarihli bir yazısında,
kadınların on yıl öncesine göre şu işleri yaptığını anlatmaktadır:

“Yüzlerini açmak, sokağa manto ile çıkmak, yalnız başlarına istedikleri yere gitmek, erkeklerle birlikte tiyatrolara gidebilmek, memleket işlerine karışmak, hayır derneklerinde çalışmak, dairelerde memurluk, ticarethanelerde kâtiplik, satıcılık yapabilmek, yüz bin kişilik siyasi mitinglerde konuşabilmek.”

Fransız L’Humanite yazarlarından Magdelena Mark da Türkiye’den gönderdiği mektuplarından birinde “Türk kadınlığının hürriyeti, savaşın başladığı tarihten başlamıştır. Çok evlilik, harem artık yok. İktisat, geleneği alt üst etti. Kızlar artık üniversiteye, devlet memurluğuna girebiliyor” diye yazmıştır.

Mütareke döneminde Türk gazeteleri dünya kadın hareketi hakkında haberler vermekte, Türk kadınlığının özgürlüğü için bu yayınlardan dersler çıkarılmaktadır.

Kurtuluş Savaşı kadınların eseridir

Kurtuluş Savaşı, Türk kadınlığı için o zamana dek görülmedik bir özveri, örgütlenme, hizmet dönemi olmuştur. Çünkü artık düşman, anayurdun ta içlerine girmiş bulunuyordu. Bu durum, eşkıyanın talan için bir evin içine girmesinden farksızdır ve kadının yalnız
evi, yuvası, eşi, oğlu, kızının yaşamı değil, kendi ırzı da saldırı altındaydı.

Tehlikenin gelişini öncelikle İstanbul’un aydın kadınları fark ettiler. Kadınlar içinde tepkilerini ortaya koyma olanağına onlar sahiptiler. “Kadıköylü Kadınlar” imzasıyla gazetelere gönderilen ve 18 Kasım 1918’de Akşam gazetesinde yayımlanan bir yazıda, “Millî haklarımızı muhafaza edecek hükümet ve erkek yoksa, biz varız” denilmiştir. Osmanlı Hanımlar Derneği, 24 Mart 1919’da Batı başkentlerindeki kadın derneklerine bir muhtıra göndererek onların analık duygularına hitap etmiş,
Türkiye temsilcilerinin de Paris Barış Konferansı’nda dinlenilmesini istemiştir.
Daha İzmir’in işgalinden 38 gün önce 7 Nisan 1919 tarihli Memleket gazetesinde
“Türk kızı da millî mücadeleye atılmalıdır” başlıklı bir yazının yayımlanması, erkeklerin de kadınlardan beklentilerini ve onlarla omuz omuza mücadele etmeye
niyetli olduklarını göstermektedir.

“Türk kızı, Türk genci, haydi vazife başına! Vazife başı, vatan sinesi,
halkın sahasıdır. Türklerin kız ve erkek çocukları el ele, kalp kalbe vereceklerdir.
Halka koşmazsak, temelimiz yıkılmış, işimiz bitmiş demektir.”

Düşmanın Bursa’ya dek gelmesi üzerine Bolu kadınları, Büyük Millet Meclisi’ne
bir dilekçe yazarak ırz ve namuslarını kendilerinin koruyabilmesi için silah verilmesini istemişlerdir. İzmir’in işgali üzerine, İstanbul’a çekilen protesto telgrafları içinde
Ayşe, Fatma imzalı olanlar da vardır. Üsküdar kadınları, Doğancılar’da toplanarak İngiltere ve Fransa temsilcilerine çektikleri telgrafta, işgale razı olmayacaklarını belirtmişlerdir. Bursa kadınları da Ankara Müdafaai Hukuk Cemiyetine çektikleri telgrafta ölmeye hazır olduklarını anlatmışlardır. Erzurum Kadınları da Murat Paşa Camisi’nde toplanarak İzmir, Antalya, Maraş gibi yerlerin işgal edilmesi ve buralarda yapılan vahşete göz yumulmasının önüne geçilmezse hakkın savunulması için başka araçlara başvuracaklarını anlatmışlardır. Edirne’de binlerce kadın Sultan Selim Camii’nde toplanarak İtilaf Devletlerinden İzmir için adalet istemiştir. İzmir’in işgali üzerine İstanbul üniversitesinde yapılan toplantıda, Kız Üniversitesi’nin temsilcisi, direnişte erkeklerle birlikte olacaklarını ilan etmiştir.

Yüzlerini açıp miting kürsülerine çıktılar

Şimdi sıra kadınların miting kürsülerine çıkmasına gelmiştir. Bu Türkiye tarihinde ilk kez olmaktadır. Fatih, Üsküdar, Kadıköy, Sultanahmet mitinglerinde Halide Edip, Meliha Hanım, Sabahat Hanım, Naciye Hanım, Zeliha Hanım, Münevver Saime, Şükûfe Nihal coşkun konuşmalar yapmışlar, vatanın bağımsızlığının ve birliğinin yok edilemeyeceğini haykırmışlardır. Kastamonu kadınları da Kız Öğretmen Okulu’nun bahçesinde toplanmışlar, Zekiye Hanım kadınlara “Gerekirse öleceğiz!” diye seslenmiştir.

Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul’da daha önce kurulmuş kadın derneklerine yenileri katılmış, Anadolu’da da kadın dernekleri kurulmuştur. Vatan savunması, örgütlenme bilincini de geliştirmiştir. Asri Kadınlar Cemiyeti, Kadınları Çalıştırma Cemiyeti, Biçki ve Dikiş Yurdu Hanımları Cemiyeti, Türk Çalıştırma Cemiyeti, Türk Kadınlar Cemiyeti, Şehit Ailelerine Yardım Birliği, İstihlakı Millî Kadınlar Cemiyeti İstanbul’da çalışan kadın örgütleridir. Anadolu’da Alaşehir Türk Kadınlar Cemiyeti, Kasaba İslam Kadınları Cemiyeti’nin adı geçmekteyse de en güçlü ve yaygın kadın örgütü Sivas Anadolu Kadınları Müdafaai Vatan Cemiyeti’dir. 26 Kasım 1919 günü kurulan bu dernek; Amasya, Konya, Kayseri, Viranşehir, Erzincan, Yozgat, Niğde, Pınarhisar, Burdur, Kangal, Aydın, Balıkesir’de şubeler açmıştır. Anadolu’da çalışan diğer kadın örgütleri Kastamonu Hanımları Çalıştırma Cemiyeti, Asker Kardeşlerimize Muavenet Cemiyeti, Antalya Muaveneti İçtimaiye Cemiyeti Hayriyesi’dir. Ülkenin yarısının diğeri üzerine göçmen olduğu bir dönemde Hilali Ahmer kadınlarının gerek İstanbul’da gerek Anadolu’da yaptığı hizmetler ise unutulamaz.  Yardım toplamada ve yardım yapmada Anadolu kadınları birbirleriyle yarışmışlar,  hastaların yaralarını sarmışlar, hatta onların topladıkları malzemeyle Kastamonu’da bir hastane açılmıştır.

Kurtuluş Savaşı kadınlarının gördükleri en meşakkatli iş, kötü hava koşullarına rağmen Samsun, İnebolu gibi limanlara yığılan savaş malzemesini kağnılarla cepheye taşımalarıdır. Sayıları 20 bin olduğu belirtilen kadınların o günlerde ve daha sonra yazılan birçok yazıda, bu konudaki kahramanlıklarının sayısız örneği verilmiştir. Ali Fuat Cebesoy, kadınların bu işi yapmalarını “Soylu ve yüce bir manzara” diye tanımlamaktadır. Mustafa Necati, bu kadınları tarihteki ünlü Kartacalı Kadınlara benzetmektedir. Kastamonu’nun Seydiler Köyünden Şerife Bacı’nın şiddetli bir soğukta Kastamonu yakınlarında kağnıdaki çocuğunun üzerine kapanıp donmuş olarak bulunması,  kağnı kollarında yaşananların bir örneğidir. Fransız muhabir Schliklen, bu kadınlar için “Vatana adanmış vücutlar” diye yazmıştır.

Türkiye kadınları silah kuşanarak cephede görev almıştır. Aydın yöresinde, Çukurova’da ve Güneydoğu’da çete savaşlarından başlayarak siperlerde çarpışan, orduya asker toplayan, üsteğmen rütbesine kadar yükselen kadınlar. Vardır. Halide Onbaşı, Erzurumlu Kara Fatma, Binbaşı Emire Ayşe, Ayşe Çavuş, Çete Ayşe,  Tayyar Rahmiye, Kılavuz Hatice, Gül Hanım, Gördesli Makbule, Ayşe Kadın, Adile Hanım, Asker Saime, Türk Jandark’ı Küçük Nezahat…

Türk devrimi, daha savaş sırasında kadınların yurt savunmasındaki bu hizmetlerini takdir etmiş, kadınlara şükranlarını sunmuştur. Birçok kadına İstiklal Madalyası verilmiştir. Millî Müdafaa Vekili Refet Paşa, Sakarya zaferini kadınların, esas olarak da köylü kadınlarının eseri olduğunu söylemiş, Mustafa Kemal Paşa bu savaşta en çok takdir edilmesi gerekenlerin Anadolu kadınları olduğunu belirtmiştir. Kurtuluş Savaşı’nı temsil eden anıtlarda görülen kadın figürleri, kadirbilirliğin eseridir.

Kaynak:

Bu metinde verilen bilgiler pek çok kaynağın taranmasıyla elde edilmiştir. Bunları tek tek göstermek burada uzunca bir liste yapmayı gerektiriyor. Onun yerine, bu kaynakların tamamının bulunduğu toplu kaynağı vermekle yetinmek zorundayım:

Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Kadınları, (Yunus Nadi 2006 Sosyal Bilimler Ödülü), Çankaya Belediyesi, Ulusal Eğitim Derneği, Cumhuriyet Kadınları Derneği,
Remzi Kitabevi, Nilüfer Belediyesi yayınları. (5.3.214)

104. Yıldönümünde 31 Mart Olayı

Prof. Dr. Özer OZANKAYA

Sn. Prof. Ozankaya’nın önemli makalesini 31 Mart gerici ayaklanmasının 109. yılında yeniden yayınlıyoruz..
Dr. Ahmet Saltık, 31 Mart 2018


104. Yıldönümünde 31 Mart Olayı             :

ÖZGÜRLÜĞÜ DİNE AYKIRILIK YALANIYLA ENGELLEME GİRİŞİMİ!

Tarihimizde yalnızca baskı, bölünme ve iç ve dış  savaş yıkımlarına yol açmış olan “dinsel ümmet” anlayışının, üstelik Hıristiyan sömürgeci Batı’nın kurgulamasıyla,   Cumhuriyetimizin ulusal egemenlik, yani demokratik ulusal toplum ilkesinin yerine “anayasal temel” yapılmak istendiği karanlık bir dönem yaşıyoruz.

Büyük yıkımlara yol açmadan kısa sürede son bulmasını dilediğimiz bu
“dinsel kılıflı özgürlük düşmanlığı”nın tarihimizdeki simgesi olan
“31 MART Olayı”nı  ve nasıl önlendiğini 104. yıldönümünde  ana niteliği ile anımsayalım:

Bilindiği gibi 1908’de ilan edilen 2. Meşrutiyet yönetiminin getirmeyi amaçladığı  ‘anayasaya bağlı, özgürlükçü yönetim düzeni’ni, “dine aykırılık” yalan-dolanlarıyla yıkmaya kalkışan baskıcılık yandaşları, 31 Mart 1909’da İstanbul’da kanlı bir
silahlı ayaklanma girişiminde bulunmuşlardı.

Yurdumuzda anayasaya ve yasalara bağlı yönetimin kurulmasında olduğu gibi, bu gerici,  baskıcı silahlı saldırının bastırılmasında da, özgürlük ve bağımsızlığı karakter edinmiş olan Mustafa Kemal‘in ön sırada katkısı olmuştur.

Daha 1908’den beri adı “cumhuriyetçi”ye çıkan Mustafa Kemal’e, Türk ulusunun özgürlükçü bir düzene kavuşup çağdaş, güçlü, gelişen bir ulusal topluma dönüşmesini istemeyen yerli din sömürgeni baskıcılarla, Türklük ve Türkiye düşmanı yabancı sömürgeciler, o günden beri elele vermiş olarak, dinmeyen bir kin beslemektedirler.
Nitekim günümüzün din-baskıcıları, ulusal bağımsızlık ve özgürlüğümüzün güvencesi olan “Eğitim Birliği Düzeni”ni yıkmayı amaçlayan yasayı, gericilik ve baskıcılık  simgesi 31 Mart’ın yıldönümüne rastlatmak istercesine, Meclis Eğitim Komisyonu’nda muhalefeti kaba güç bile kullanıp  konuşturmadan, 25 dakikada geçirme ivecenliğini   göstermişlerdi.Üstelik  31 Mart – 1 Nisan, Türk’ün çağdışı Osmanlı yönetimi yüzünden ters dönmüş yazgısının yenilgiye uğratıldığı, bağımsızlık savaşının zaferle sonuçlanması yolunu açan 2. İnönü Zaferi’nin de yıldönümüdür. 31 Mart’a rastlatılmakla, dört dörtlük
eğitim yıkıcılığı, gericiliğin işbirlikçisi Batı sömürgeciliği adına İkinci İnönü Zaferi’nin  hıncını almayı da mı amaçlamış olabilir?

Yerlisi ve yabancısıyla tüm sömürgeciler, ulusların ayakta kalmasının temel bir gereğinin de, bağımsızlık ve özgürlük yolunda dönüm noktası önemindeki acı ve tatlı olayların anılması, bellek ve bilinçlerde canlı tutulması olduğunu çok iyi bilmekte,
Türk ulusunu belleksiz ve bilinçsiz bir yığına indirgemek istemektedirler.

31 Mart kanlı gerici ayaklanmasını bastıran Hareket Ordusu‘nun
Kurmay Başkanı olan ve bu ordunun komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa adına
İstanbul halkına yayınlanan bildiriyi kaleme alan Mustafa Kemal’in bu bildirisinin uyarıcı, aydınlatıcı değeri özellikle büyüktür.

104 yıl önce yaşanan 31 Mart gerici ayaklanması özetle şöyle olmuştu:

1 Nisan 1909 günü, Selanik’teki tümen komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa,
Mustafa Kemal’e, İttihat Terakki Cemiyeti‘nin İstanbul’daki merkez üyesi
Rahmi Bey’den aldığı bir telgrafı gösterir. Telgrafta “Adadayız ve hepimiz sağlık içindeyiz!” denilmektedir. Mustafa Kemal İstanbul’da önemli olaylar olduğunu anlar ve oraya kesinlikle bir askeri gücün gönderilmesi gerektiğini söyler. Gerçekten de anayasal düzene ve özgürlük ortamına düşman gerici ve çıkarcılar, Padişah II. Abdülhamit’ten de aldıkları destekle Hamdi Çavuş adlı cahil bir askerin öncülüğünde kimi avcı taburu birliklerinin ayaklanmasını sağlamışlardı. “Şeriat isteriz” safsatası eşliğinde
Meclise saldırdılar; Emin Aslan adlı bir milletvekilini yazar Hüseyin Cahit sanarak öldürdüler; özgürlüksever bir aydın olan Denizli Kaymakamı Ali Kabuli Bey’i
Yıldız Sarayı bahçesine götürerek padişah II. Abdülhamit’in gözlerinin önünde idam ettiler. Sokaklarda subayları çevirip, “Alaylı mısın, mektepli misin?” diye sorarak
çağdaş eğitim almış subayları öldürmeye giriştiler.

Mustafa Kemal, daha olaydan bir hafta önce hazırlıklı olmaya gerek bulunduğunu söylemiş ve III. Ordu komutasında, kendisinin kurmay başkanlığı altında bir kuvvetin oluşturulması için gerekli izni de almıştır. Hazırladığı ve “Hareket Ordusu” adını verdiği askeri kuvvetle 6 Nisan 1909 günü İstanbul kapılarına dayandığında, yine kendisince hazırlanıp Hüseyin Hüsnü Paşa imzasıyla yayınlanan bildiride şunlar vurgulanıyordu:

“33 yıllık uzun ve karanlık baskı döneminden sonra bütün Osmanlı milletinin coşan yiğitliği ile kurtarılan meşrutiyetimizi, yine baskıcılığın cellat ellerine bırakmak gibi alçakça bir amaç güden ve bin türlü aldatma ve bozgunculuklara başvurup görünürde güya şeriat istiyormuş gibi, gerçekte ise dinimize tümden aykırı olarak kanlı bir askeri ayaklanma çıkarılmasına neden olmuş bulunan aşağılık ve vicdansız baskıcılık yandaşları ile birtakım alçak çıkarcılar … kutsal Osmanlı ordusunu pek büyük bir utanca uğratmış(tır. Bu lekenin olağanüstü bir hızla temizlenmesi ve Anayasa’nın bundan sonra her türlü saldırı ve bozulmadan korunması, başkentin güvenlik ve esenliğinin yeniden kurulması için II. ve III. ordulardan ayrılan bir düzenli Osmanlı gücü Yeşilköy ve Küçükçekmece’ye gelmiştir.

31 Martı Osmanlı milletinin en karanlık günü durumuna getirmeye neden olan gizli görevlilerle alçak huylu çıkarcıların ve “şeriat isteriz” diye aldatarak yurdu tehlikeye düşüren alçakların lâyık oldukları cezaya çarptırılması zorunludur.”
(Gencosman, Banoğlu, Atatürk Ansiklopedisi).

31 Mart gerici ayaklanmasının bastırılmasından sonra, Osmanlı Âyan ve Mebusan Meclislerinin ortak toplantısında Kızıl Sultan II. Abdülhamit tahttan indirilmiş,
yerine V. Mehmet Reşat getirilmiştir.

Prof. Dr. Özer Ozankaya
31 Mart 2013