Etiket arşivi: 16 Nisan referandumu

Geçersiz oyların yeniden sayılması tuhaflığı

Geçersiz oyların yeniden sayılması tuhaflığı

Prof. Dr. Süheyl BATUM
Anayasa Hukuku Uzmanı
Cumhuriyet
, 6 Nisan 2019

Hiçbir mantıki ve hukuki bir gerekçe olmadan “oyların geçersiz” sayılması mümkün değil. Defalarca bakılıyor, sayılıyor, herkes imzalıyor. İçlerinden bir kişi bile “oyun geçersiz sayılmasına” karşı çıkarsa, bir daha sayılıyor.

Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet’te yazdığım yazıda Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) bir dönemden beri, uygulamaları ile, “seçimlerin, eşit olmayan bir ortamda, iktidarın istediği şekilde, gerçekleşmesini sağlayan bir kurum” olarak görev yaptığını belirtmiştim. Bazı örnekler sıralamıştım. Maalesef 31 Mart gecesinden sonra, işler inanılması güç bir boyuta ve tamamen hukuk dışılığa çıktı.. Artık anlaşılır bir izah tarzı da yok. 
1) İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun kazandığının, ancak 13-14 saat sonra ilan edilmesiyle iktidar partisi, İstanbul seçimlerine itiraz edeceğini açıkladı. Ve YSK ile diğer seçim kurulları, hukuka uygun davranmaları zorunlu iken, maalesef “iktidarın istediğini koşulsuz uygulayan bir aracı olarak” görev yapmaya devam ettiler. 
Neden mi böyle söylüyorum? İktidar partisi, itirazlarını iki noktaya dayandırdı: a) Birincisi bazı yerlerde, oyların kaydırıldığını, yani AKP’nin oylarının başka partilere yazıldığını b) İkinci olarak da, “çok sayıda geçersiz oyun bulunduğu” belirtiliyordu.

Yasanın koyduğu kural 
2) İktidar partisi ilk iddiasına yönelik olarak “birkaç tutanak” gösterdi. Ve bu tutanaklarda “kaydırılmış oy sayısının” 300 dolayında olduğunu söyledi. Ve devam etti: “Bu yolla tespit ettiğimiz üç bin dolayında oy var”. Bu iddia hukuken haklı ve incelemeyi gerektiren bir iddia. Ancak bu durumda, 298 sayılı yasanın 112. maddesi ve “hukuken yapılabilecekler de” çok açık; “ … delil ve gerekçe gösteremeyenlerin itirazları incelenmez. Yazılı itirazlarda da yukarıdaki şartlar aranır ve deliller … eklenir. Gerekçesi ve delili olmayan yazılı itirazlar da incelenmez”. 
Bu kadar açık. YSK’nin bu konudaki tavrı da, aynen 112. maddeye uygundu, her zaman “somut belgeleri ve delilleri” arıyordu. Aynen şöyle diyordu: “Seçim yasaları, seçim kurullarını delilleri araştırma ve toparlamakla görevli kılmamış, itiraz edeni, somut delil… göstermekle yükümlü kılmıştır … somut delil ve gerekçeyi içermediği… (nedeniyle)..” Ve bu tür delilsiz iddiaları reddediyordu. Hem de neleri reddetti… Örneğin 2014’te Ankara’da iki aday arasındaki fark 30 bin iken ve toplam geçersiz oy 140 bin dolayında iken. 
3) Üstelik YSK, şöyle bir içtihat da geliştirmişti; sadece kaydırma ya da hataya ilişkin birkaç delil de yeterli olmuyordu. “İtirazın kabulü için, aradaki oy farkını ortadan kaldıracak sayıda somut belge ve delilin sunulması zorunludur.” 
YSK ve İl Seçim Kurulu, diğer il ve ilçelerde, diğer partilerin itirazlarını, bugün de aynı gerekçe ile reddediyorlar. Ama söz konusu iktidar partisi ve konu İstanbul ile Ankara olunca, tüm bu yasal hükümleri ve içtihadı bir anda unutuverdiler. Aynen 16 Nisan referandum sonuçlarını tamamı ile etkileyen “mühürsüz oyların geçerli sayılması” yönündeki karar gibi…

Geçersiz oy konusu 
4) İkinci itiraz gerekçesi ise “geçersiz oyların yeniden sayılması” idi. Ve YSK ile seçim kurulları, maalesef bu hususta, aynı 16 Nisan referandumunda olduğu gibi, yeni bir “hukuk yarattılar”. Ya da “yeni Cumhuriyetin hukukuna” katkıda bulunuyorlar. 
Geçersiz oyların neler olduğu ve nasıl işlem göreceği konusunda, gerek 298 sayılı yasa, 138 sayılı genelge, son derece açık hükümlere yer vermiş. Yasanın 100 ve devamı maddeleri ile genelgenin 38-43 maddeleri çok ayrıntılı olarak düzenlemiş. “Geçersiz sayılan veya … geçerli olup olmadığı … yönünden tereddüt edilen veya itiraza uğrayan oy pusulaları … muhafaza altına alınır … Geçerli oyların sayım ve döküm cetvellerine işlenmesinden sonra, … geçerli sayılıp sayılmaması yönünden tereddüt edilen veya itiraza uğrayan oy pusulaları, sandık kurulunca ayrı ayrı değerlendirilerek karara bağlanır … Geçerli sayılmayan veya hesaba katılmayan oy pusulaları, ayrı ayrı paket yapılarak bağlanır ve paketin üzeri mühürlenerek sayısı yazılır ve saklanır. Bu oy pusulaları yakılmaz, yırtılmaz ve yok edilemez. … tutanakta ilgili yere işlenir … yüksek sesle ilan edilir … Bütün bu işlemler, tutanak defterine geçirilerek, sandık kurulu başkan ve üyeleri tarafından imzalanır ve mühürlenir …Parti
müşahitleri (de), sayım masası başında yer alabilir ve oy pusulalarını görebilirler.

5) Yani yasa ve genelge, “geçersiz oylar” konusunda çok açık olarak sandık kurullarına görev ve yetki vermiş. Hiçbir mantıki ve hukuki bir gerekçe olmadan “oyların geçersiz” sayılması mümkün değil. Defalarca bakılıyor, sayılıyor, herkes imzalıyor. İçlerinden bir kişi bile “oyun geçersiz sayılmasına” karşı çıkarsa, bir daha sayılıyor. Ve olmazsa, itiraz tutanağa işleniyor. Bu kadar açık ve ayrıntılı bir düzenlemenin nedeni de belli. Çünkü sandıklar, oyların kullanıldığı yerler ve adayların seçilmesi için gerekli olan “geçerli oyların” nasıl verileceği ve bu olguyu bozacak ve sakatlayacak olguların tespiti görevi de sandık kuruluna verilmiş. 
Peki, bu konuda itiraz söz konusu olamaz mı? Tabii ki olabilir. Örneğin “sandık kurulunun, seçimi bir partiden alarak, başka bir partiye vermek yönünde açık ve belirgin bir anlaşma içinde olduğu” ya da “seçimin sonuçlarını çarpıtmak amacıyla yapılan hileye tüm sandık kurulu üyelerinin ve müşahitlerin dahil olduğu” ileri sürülürse ve tabii ki, “bu soyut iddia”, “her bir sandık kurulu için, ayrı ayrı somut bir biçimde delillendirilirse ve tabii ki bir de “bu deliller, aradaki fark sayısını aşan miktarda geçersiz oylar için geçerli olursa” kabul edilebilir. Yani örneğin arada 30 bin fark varsa, isterse 1 milyon oy geçersiz olsun. 30 bin oyu geçersiz sayan sandık kurullarının, bu hile ve kumpas içinde olduğunun belgelenmesi gerekir.

Haklı gerekçe yok 
Ancak iktidar partisinin ileri sürdüğü “her oy geçerli sayılsın, demokrasi bunu gerektirir” savı, sandık kurullarınca tespit edilmiş ve itiraza uğramamış “geçersiz oyların” hiçbir “kanıt, belge ve somut bulgu olmadan”, tekrar sayılması için haklı ve hukuki bir gerekçe oluşturamaz. 
6) Zaten bunların dışında delilsiz, belgesiz bir biçimde “geçersiz oyların geçerli sayılması için” yeniden sayım yapılması bu kadar kolay olsaydı YSK 16 Nisan seçimlerini tamamen güvencesiz bırakan “mühürsüz oylar” kararını seçim sırasında verir miydi? Seçimin bitmesini beklerdi. Ve sonra çıkar ve “mühürsüz olduğu için geçersiz sayılan oylar geçerlidir ve bir daha sayım yapılarak onlar da dahil edilecek” demez miydi? 
Tabii bu söylediklerim, seçimlerin düzen içinde, dürüstlük ve eşitlik ilkelerine uygun bir biçimde yapılmasını güvence altına almak üzere görevlendirilen bir YSK için geçerli maalesef. Bunun tam tersine ne yazık ki, “seçimlerin eşit olmayan bir ortamda, iktidarın istediği şekilde yapılması ve sonuçlanması için görev yapan kurumlar için değil. 

CHP’li TOPRAK : “166.3 MİLYAR KREDİ YATA – KATA – DÖVİZE GİTTİ!”

CHP GENEL BAŞKAN KOORDİNATÖR BAŞDANIŞMANI ERDOĞAN TOPRAK:
“166.3 MİLYAR KREDİ YATA – KATA – DÖVİZE GİTTİ!”

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

CHP İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Koordinatör Başdanışmanı Erdoğan Toprak:

  • “166,3 milyar kredi, yata, kata, dövize gitti!”

CHP İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Koordinatör Başdanışmanı Erdoğan Toprak, hükümetin referandum öncesinde kamu kaynaklarını, Hazine garantileri ve kefaletini devreye sokarak, dağıttığı 166,3 milyar liralık kaynağın,
yatırıma değil spekülâtif kâr amacına kurban edildiğini ifade etti.

Toprak yaptığı açıklamada, Hazine’ye yüklenen garantiler nedeniyle, bu kredilerin geri dönmemesi halinde tüm faturanın Hazine ve 80 milyon vatandaşın sırtına yükleneceğini ifade ederek şöyle konuştu:

“AK Parti hükümeti, Kredi Garanti Fonu (KGF) düzenlemesiyle, devleti kefil gösterip, Hazine’ye dağıtılacak kredilerin %7’sine kadar garanti sorumluluğu yükleyerek, bankaları kredi musluklarını açmaya yönlendirdi. 16 Nisan referandumu öncesinde bol keseden dağıtılan ve yatırımları canlandıracağı iddia edilen bu kredilerin toplamı, Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin ifadesiyle, Nisan sonunda 160 milyar TL’ye ulaştı. KOSGEB’den verilen 50 bin TL’ye kadar faizsiz, bir yıl geri ödemesiz can suyu kredilerinin toplamı ise 6,3 milyar lira olarak açıklandı. Yani referandum sonucundan başlayarak 166,3 milyar lira, diğer deyişle

  • 47,5 milyar Dolar para dağıtıldı. Ortada bir yatırım patlaması, yeni yatırım, üretim artışı, istihdam artışı yok. İşsizlik artmaya devam ediyor. Son TÜİK verisiyle 676 bin yeni işsizin daha eklenmesiyle, işsiz sayısı resmi rakamla 3 milyon 900 bin.

Ama bir şey var, Hükümetin dağıttığı bu paraların bir kısmı eski kredi borçlarını kapatmaya, rezidans, ofis, daire, yat, araba, arsa alımına gitmiş. Ya da KGF kefaleti, Hazine garantisiyle, bir bankadan alınıp, diğer bankada yüksek faizle hesaba yatırılmış. Ayrıca, bu ucuz kredilerin önemli bir bölümünün döviz yatırımına gittiği Merkez Bankası verilerinden anlaşılıyor. Cumhurbaşkanının, dövizinizi bozdurun, TL’ye geçin çağrılarına rağmen, bankalardaki döviz mevduat hesapları yılbaşından bu yana 23,7 milyar dolar artmış ve 173 milyardan 196,9 milyar dolara yükselmiş. Yalnızca 28 Nisan haftasında döviz mevduatlarındaki artış 7 milyar dolar. Bu para yurt dışından gelmemiş.

  • Hükümet KGF’yi, Hazine’yi kefalet ve garanti yükü altına sokarak ucuz kredi dağıtmış.
  • Bu krediyi alanlar da, paraları kurlar yükselirse daha çok kazanırız diye, yeni yatırım, fabrika, işyeri açıp, riske girmek yerine, Dolara, Euro’ya yatırmış.”

Toprak, BDDK Başkanı’nın KGF ve KOSGEB kredilerinde amaç dışı kullanım olduğu bilgilerinin geldiğini, inceleme başlatacaklarını açıkladığına dikkat çekerek; “Ucuz krediyi kapan Üsküdar’ı geçti!

  • Dağıtılan bu 166,3 milyar TL geri ödenmediği takdirde
  • Tüm borç yükü, kefil olan KGF’ye, garanti veren Hazine’ye binecek.
  • Bunun da anlamı, AK Parti’nin birilerini zengin etmek, kasasını doldurmak için bol keseden dağıttığı kredilerin faturasını tüm millete ödetecekler.” dedi.
    (http://www.chp.org.tr/Haberler/30/toprak-1663-milyar-kredi-yata-kata-dovize-gitti-59174.aspx)
    ==================================
    Dostlar,

Sn. Toprak’ın irdeleme ve uyarısı çok önemli.
AKP halka / çoğu yandaşlara sorumsuzca politik rüşvet vermekte.
Neciiip mi necip milletimiz ise bu zoraki -RTE’nin bankalara baskısı/azarlaması ile- piyasa kurallarına aykırı biçimde ucuzlatılmış ve Hazine garantili kredileri spekülatif amaçlı kullanmış..Yani paradan para kazanmak için..
Asrın lideri Reis’i de hiiiiç mi hiç dinlememiş ve döviz alarak oynamış ve döviz fiyatının yükselmesine / düşmemesine neden olmuş..
Bunca akıldışılık, dünya kadar çaba harcasanız bir araya getirilemez..
Ama devr-i AKP’de oluyor işte.. RTE’ye göre ülkemiz 15 yılda 3’e katlandı..
Bu krediler dönmediği ölçüde fatura geri kalan halkın sırtında..
Bilesin neciiip milletim, geleceğinle kumar oynamaktasın ve oy verdiğin AKP bu kurguya günü kurtarmak için çanak tutmakta..
Ne büyük bir risk!?
Dehşet verici..
Çare                    ;
Reel ekonomiye geçmek, üretimi artırmak, öz kaynak yaratarak kalkınmayı büyük ölçüde tasarruflarla finanse etmek.. 
Doğallıkla en başta israfı – yolsuzluğu – talanı – rüşveti – haksız kazancı engellemek..

AKP bunu ya yapmak ya  yapmak zorunda…
Deniz bitti..

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 19 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Deniz Baykal: Alnını karışlarım…

Deniz Baykal: Alnını karışlarım…

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Antalya Milletvekili Deniz Baykal, referanduma ilişkin, “‘Hayır’ diyen hayır diyecek. Ben ‘Hayır’ diyorum. Bana ‘terörist’ diyecek olanın da alnını karışlarım. Hayır demeyi bir korkutmaca haline getirmek isteyenlere izin vermeyiz. Hayır demek vatanseverliğin gereğidir” dedi.

26 Mart 2017, http://haber.sol.org.tr/toplum/deniz-baykal-alnini-karislarim-190490 

Cumhuriyet Halk Partisi eski Genel Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal, 16 Nisan Referandumuna sayılı günler kala Yenimahalle Nazım Hikmet Kongre ve Sanat Merkezi’nde, Aydınlık bir Türkiye için ‘Hayır’ çağrısında bulundu.

Baykal, “Bu anayasa, Birleşmiş Milletlere üye 200 ülkesinin hiçbirinde yok. Hayatta, dünyada yok. Tarihimizde de yok. Cumhuriyet öncesinde de yok. Savaşı Meclis yönetmiş. Şimdi birileri çıkmış içinden çıktığı Meclis’i beğenmemiş. Dudak bükmüş. Onunla olmuyor değil seninle olmuyor seninle. Günümüzde kural kanundur ferman değildir.

  • Ferman çağı geçti. 80 milyon adına karar veremez bir kişi” dedi.

“Sayın cumhurbaşkanı üzülmesin. Bu anayasa tek adam anayasasıdır. Hiç lamı cimi yok.
Tek adam anayasasıdır” diyen Baykal, “Cumhurbaşkanı diyor ki; ‘Tek adam anayasası derseniz Atatürk‘e hakaret ederseniz.’ Bak, bak, bak. Atatürk’e tek adamdı diyecek. Atatürk tek adamlığı elini tersiyle itmiş. Başbakanlığı da kaldıralım her şey sizde olsun diyenlere Atatürk, ‘Şaşarım bunu bana teklif edenlere’ demiş. Hayır Atatürk’e hakaret etmeyiz. Atatürk tek adamlığı reddeden adamdır. Meclis’i kuran, yücelten adamdır. Bunun aksini söyleyenler Meclis’i içine hazmedememiş olanlardır” açıklamasında bulundu.

Baykal, “‘Hayır’ diyen hayır diyecek. Ben ‘Hayır’ diyorum. Bana ‘terörist’ diyecek olanın da alnını karışlarım. Hayır demeyi bir korkutmaca haline getirmek isteyenlere izin vermeyiz.

  • Hayır demek vatanseverliğin gereğidir” dedi..
    ==========================================
    Dostlar,

    Usta ve çok birikimli, yetenekli politikacı, CHP’nin önceki genel başkanı Sn. Doç. Dr. Deniz Baykal, Türkiye’ye dayatılan bir deli gömleğinden farksız olan anayasa değişikliği halkoylaması kapsamında birbirinden etkili, çok başarılı konuşmalar yapıyor.. Bunları izlemek yerinde ve çok yararlı olur.. Manisa konuşması da bunlardan biri.. İzlemek için lütfen tıklar mısınız ??

  • https://www.youtube.com/watch?v=l9Q7nEGYv04 AKP – RTE “evet” çıkarabilmek için vargüçleriyle uğraşıyor ve erik – adil olmayan bir kampanya yürütülüyor.. Daha doğrusu beyin yıkama..
    Bir kez devlet olanakları hukuka – adalete- etiğe… aykırı olarak AKP – RTE lehine kullanılıyor. “HAYIR” girişimleri pervasızca engelleniyor. 15 yıllık tek başına AKP iktidarının ülkenin her birimini bata medya olmak üzere ele geçirmesi, son derece sakıncalı bir eşitsizlik doğuruyor..
    AKP içindeki FETÖ’cü vekiller ve üst düzey yöneticiler bir türlü tasfiye edilmiyor??! 
    TSK’da 150 kadar generale (toplam 360), 2000 albaya (toplam 6000), kamuda görevden atılan 130 bin kamu görevlisine erişen (ele geçiren!) FETÖ, her nasılsa AKP’li üst düzey yöneticiler ve milletvekilleri arasına sız(a)madı öyle mi?? Bu masala kim inanabilir??

    OHAL acımasız bir baskı aracı olarak sürdürülüyor ve akıl dışı bir biçimde OHAL altında Anayasa değişikliğine, halkoylamasına ülke zorlanıyor.. Boğaziçi Üniversitesi’nin aday bile olmamasına karşın, oyların %90’ından çoğunu aldığı halde atanmayan ama RTE tarafından tepeden inme açık hukuksuzlukla getirilen rektörü (?), CHP Genel Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Selin Sayek Böke’nin planlanmış panel konuşmasına “OHAL ortamında siyasileri konuşturmam” diyerek akıllara seza bir gerekçeyle engel oluyor.. Oysa Başbakan Yıldırım “OHAL bizim için, halkımız için değil..” buyurmuşlardı..

    Halkımıza karşı bir beyin yıkama..”  yürütülüyor.. dedik yukarıda..
    Örn. Anayasa değişikliği yasasının (6771 sayılı yasa) 8/4. maddesinde “Kanunları yayımlar.” denmektedir. Sıradan hatta ortalama yurttaşın bu düzenlemenin nasıl bir vahim tuzak olduğunu anlaması beklenebilir mi?? Burada halka kurulan tuzak, “süre belirtilmemesidir”. Oysa yürürlükte olan Anayasanın 89. maddesi şöyle :

  • Madde 89 – Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisince Kabul edilen kanunları
    onbeş gün içinde yayımlar.Süre belirtilmemesinin gözden kaçtığı varsayılabilir mi?? Açıktır ki Cumhurbaşkanı son derece tehlikeli ve sınırı belirsiz bir yetki almaktadır. TBMM’de kabul edilen yasayı Cumhurbaşkanı ne denli sürede yayımlanmak üzere Resmi Gazete’ye yollayacaktır? Hiç yollamazsa yaptırımı nedir? Örn. kendisinin Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarma yetkisini kullanmak istediği bir konuda TBMM’nin önceden yasa yapması durumunda bu yasayı yayımlamayan Cumhurbaşkanı fiilen TBMM’nin ana işlevi hatta varlık nedeni olan Yasama yetkisini engellemiş hatta gasp etmiş olmayacak mıdır?? Üstelik TBMM’nin Cumhurbaşkanına soru sorma yetkisi de yokken! Ayrıca Cumhurbaşkanının yeniden görüşülmesi için yasayı TBMM’ye geri yollaması durumunda nitelikli çoğunluk aranacak TBMM’nin ısrar edebilmesi için..

    AKP – RTE ve gözü – kulağı kapalı “evet” çiler neden bu ve benzeri çok sayıda tehlikeli tuzaklar içeren düzenlemelerin teknik boyutlarını halka açıklamaz?? Hamaset ile kitleler kandırılarak demokrasi olur mu? Bu dürüstçe mi? Çıplak gerçekleri halkımıza, kuruluş yasasının verdiği görev ve yetki ile açıklayan saygın ve yetkin hukuk profesörü TBB Başkanı gibi uzman hukukçuları bile tehdit edip hedef göstermek hangi uygar demokratik rejimde olanaklıdır??

Bir başka tuzak madde, kamu tüzel kişiliği kurma yetkisinin ancak yasa ile ve TBMM elinde iken (yürürlükteki anayasa md. 123; Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur), Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile de bunun olanaklı kılınmasıdır. Cumhurbaşkanı, dilediği kamu kurumunu kuracak, kapatacak, birleştirecek, bölgeler – eyaletler kurabilecek, bakanlıkların sayı ve yetkilerini dilediği gibi düzenleyecek, örneğin çok yakınmacı olduğu Türkiye Barolar Birliği’nin, Türk Tabipleri Birliği’nin…… Anaysa’nın 135. maddesi gereğince kuruluş yasaları ile tanınan kamu tüzel kişiliklerini kaldırarak felç edebilecek, göstermelik kurumlara indirgeyebilecektir.

………………
Gerçekten dünyada örneği olmayan despotik bir anayasa,
otoriter hatta totaliter bir TEK ADAM DEMİR YUMRUĞU dayatılıyor..

Mutlaka “HAYIR” ile geri püskürtmek zorundayız..

Sevgi, saygı ve kaygı ama UMUT ile. 26 Mart 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Ali Sirmen : “EVET” TERÖRÜ BİTİRMEZ

“EVET” TERÖRÜ BİTİRMEZ

ALİ SİRMEN

Cumhuriyet, 9.3.17
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Başbakan Binali Yıldırım 16 Nisan referandumunda “evet” çıkması halinde terörün biteceğini ileri sürüyor. Bakalım ne diyor Başbakan:
– Tünelin ucunda ışık göründü. Terör artık can çekişiyor. 16 Nisan’dan sonra,
söz veriyorum, bitecek.

Referandumda “evet” çıkmasıyla terörün bitmesi arasında bir bağlantı, mevcut iktidarın,
terör ile mücadelede azimli olmasına karşın, yasaların kendisine tanıdığı yetkilerin sınırlılığı dolayısıyla, elinin kolunun bağlı olması halinde kurulabilirdi ki, bugün böyle bir şey söz konusu değildir.
Herkesin, gerçek mahiyetinden, her geçen gün biraz daha fazla kuşkuya düştüğü,
15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL ve KHK uygulamalarıyla,
siyasi iktidar, zaten kendisine sıkı sıkıya bağlı olan, yasama ve yargıyı atlayarak, her istediğinin üzerine yürümesini sağlayacak yetkileri bulmuştur.
***
İşbaşında olan ve OHAL ile KHK uygulamalarıyla, şimdiye dek görülmemiş yetkiler kullanan iktidarın terör, daha doğrusu terörü bahane eden gerekçelerle yaptığı tasfiyeler, 12 Eylül döneminin 20 (yazıyla yirmi) katına varmış olduğuna göre, kimse iktidarın gücünün azlığından şikâyet etmekte haklı olamaz. Durum böyle olunca, ister istemez 16 Nisan’da evet çıkması halinde terörün duracağı iddiaları 12 Eylül döneminde Kenan Evren’in yarattığı kuşku dolu soru işaretlerini getirmektedir akla.

  • Kenan Evren ve yardakçıları 12 Eylül günü iktidara el koydukları zaman,
    terör bıçakla kesilmişçesine birden bitmişti.

Bu durumu Kenan Bey’in, 12 Eylül ile daha önce sahip olmadığı yetkilerle donatılmış olmasına bağlamak da mümkün değildi. 12 Eylül’den önce de Kenan Bey sıkıyönetim yoluyla, ihtiyaç duyduğunu söylediği bütün yetkilere sahip olduğuna göre, neyin değiştiği sorusu kendiliğinden ortaya çıkmaktaydı. Sakın değişen tek şey istediği yetkilere zaten sahip olan Kenan Bey’in, darbeden sonra, darbeden önce göstermediği olayları sona erdirmek iradesini göstermesi olmasındı? Bu sorunun bugün gündeme gelmesinde de pek yadırganacak bir yön olmasa gerek.
***
Son zamanlarda terör ile mücadele kapsamı içinde ele alınan FETÖ ile mücadele konusunda, gittikçe daha genişleyen bir kesimde, örgütün kimi kumpaslarının gerçekleştirilmesinde
başrol oynayan kişilerin korundukları konusunda bir kanaat oluştuğu gözlemlenmektedir.

CHP milletvekili ve eski Cumhuriyet Savcısı İlhan Cihaner ile vekili İstanbul Barosu
eski Başkanı Av. Turgut Kazan 3 Mart günü Ankara’da düzenledikleri basın toplantısında
Van, Erzincan ve Erzurum kumpaslarının kimi failleriyle ilgili olarak bu olguyu dile getirmişlerdir.

  • Turgut Kazan, Fethullah Gülen Cemaati’nin Türkiye’yi ele geçirme girişiminin ilk adımı olan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi soruşturmasının cemaatin uydurduğu asılsız bir ihbar mektubu ile başladığını,
    bu olayın Enver Arpalı’nın intiharına yol açtığını, bu hususun FETÖ çatı iddianamesinde belirtildiğini, buna karşılık intihar olayında başrolü oynayan Savcı Ferhat Sarıkaya’nın davada tanık sıfatıyla yer aldığını belirtmiş, yine iddianamede Gülen Cemaati’nin yaptığı belirtilen Erzincan ve Erzurum kumpas davalarındaki kilit isimler Ahmet Demir, Abdülvehap Güllü’nün 23 Şubat günü tahliye edildiklerini, EFE kod adlı Bayram Bozkurt’un duruşma günü dışında, ara celse yapılarak dinlenmesinin akabinde (AS: ardından) tahliye edilmesinin de koruma uygulaması olduğu için durumu dilekçeyle HSYK’ye yansıttıklarını açıklamıştır.
    Kazan’ın basın toplantısından sonra şu soru akla gelmektedir:
    Acaba Türkiye’de terörle mücadele kisvesi altında kimileri korunuyor mu?
    Bu soruyu soranlar bir, üç, beş değil, birçok kişi ve kurumdur.
    Bütün bu gerçeklerin ışığında, Başbakan’ın 16 Nisan’dan sonra, terör bitecek iddiaları inandırıcı gelmediği gibi, kuşku içeren birçok soruyu da gündeme getiriyor.
    ================================
    Dostlar,

Demokrasinin ve onun olmazsa olmaz ilk koşulu olan HUKUK DEVLETİ‘nin özü
açıklık ve saydamlıktır.
Durum Türkiye’de taaaaaaaaaaaaaaaaaam da tersidir!
20 Temmuz 2016’dan bu yana 8 ay dolmak üzeredir ve Türkiye OHAL rejimi altında AKP tarafından deyim yerinde ise “inletilerek” demir pençe ile yönetilmektedir. Öncesinde de
AKP iktidarı 14 yıldır tek başına güçlü hükümet idi ve diledikleri yasaları TBMM’den çoooooooooook kolay ve çooook hızlı geçirebildiler.. Hiçbir biçimde engellen(e)mediler..
“Gerektiğinde” (!) muhalefeti tekme tokat döverek dayatmalarını biçimsel olarak yasalaştırdılar.
Dolayısıyla hiçbir özürleri olamaz teröre son verememiş olmak için…
14 yıl sonrasında 8 aydır OHAL ve “terör” (!?) hala bit(iril)meyecek de 17 Nisan sabahı halkoylamasından “evet” çıkarsa nasıl bitecek, nasıl bitirilecek?? Okuyup üfleyecek misiniz?
Adama sormazlar mı, “kasten mi bitirmiyorsunuz terörü??!”
Hatta daha ağırını sormazlar mı : “Terörü siz mi kullanıyorsunuz OHAL vb. emelleriniz için?”
Öyle ya, Haziran 2015 genel seçimini AKP yitirince ülke kan gölüne dö(dürül)müş, Kasım 2015’te zorla yineletilen seçimle AKP iktidarı bırakmamıştı.. Nedendi, nasıldı o kan gölü?
Şimdilerde Erdoğan dahil, Başbakan ve Bakanlar değişik tonlarda ama apaçık, benzer söylemi kullanıyor ve halkı kan – ölüm – sabotaj – patlama – terör.. ile öğrenilmiş çaresizliğe iterek teslim almaya, halkoylamasında “evet” tercihi kullanmaya zorluyor..
“Hayır” kampanyaları suç, terör, bölücülük, PKK, FETÖ ile eşdeğer gösteriliyor kasten..
OHAL altında eşit propaganda olanağı yok, Vali – Kaymakam… tüm bürokratlar sahnede..

Almanya’ya “Nazi” göndermeleri yapıyor Erdoğan ve AKP iktidarı.. Diplomasi ayak altında.
Türkiye’de yaşananların geri kalır yanı var mı??
Demokrasi, kendisini yoketmek isteyene de fırsat sunacak ölçüde akılsız, mazohist midir??
Bir Bakan çıkıyor “güçlü TBMM” diyor. Başbakan ve Erdoğan “yetkiyi tek adamda topluyoruz” diyor. En temel 2 yetkisi gensoru ve bütçe yapma olanağı bile kaldırılan TBMM mi güçlü??
Tek adamın fesih tehdidi altındaki TBMM mi güçlü?
Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile varlık nedeni YASAMA yetkisi budanan TBMM mi güçlü?
……
“2 başlılık yok olacak” diyorlar.. Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan yeminine uyarak Anayasal çizgide dursa ve ülkeyi Başbakan yönetse idi bu 2 başlılık çıkar mıydı? 2 başlılığı bilerek ve isteyerek yarattılar, anayasayı çiğneyerek fiili durumu dayattılar ve şimdi de Anayasayı
hukuk dışı olan fiili duruma uydurmaktan söz ediyorlar.. Talimatlar dışarıdan, biliniyor artık.
……
Bunca sefaleti sanırız dünya siyasal tarihinde hiçbir ülke ve halk yaşamadı.. Türkiye ilk ve tek!
Türk Ulusu kadim ve engin sağduyuludur.. Tüm bu iğrenç oyunların ayırdındadır, utanmaktadır.
16 Nisan 2017’de hayır! yanıtını tokat gibi indirerek kendisine oynanan oyuna son verecektir!

Sevgi ve saygı ile. 09 Mart 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Not : ADD Genel Başkan yardımcısı iken Van Yüzüncü Yıl Rektörü Sayın Yücel Aşkın‘a 19.10.2005’te yazdığımız resmi yazı için lütfen tıklayınız :
Van Rektörü Yücel Aşkın’a, 19.10.05)

Başkanlık rejimine geçelim mi?

Başkanlık rejimine geçelim mi?

Birgül Ayman Güler

Prof. Birgül Ayman Güler
Aydınlık Gazetesi, 1.3.2017

16 Nisan referandumunun tek sorusu yok, çok sorusu var. İlk ağızda 18 soru aşağıdakiler olabilir:

1. Milletvekili sayısı 600’e çıksın mı? E – H
2. Milletvekili seçilme yaşı 18’e insin mi? E – H
3. Başbakanlık kalksın mı? E – H
4. Bakanlar Kurulu (hükümet) tümden kalksın mı? E – H
5. Cumhurbaşkanı aynı zamanda bir partinin de başkanı olsun mu?
E – H
6. Başkomutanlık partili cumhurbaşkanında kalsın mı? E – H
7. TBMM’nin kanun yapacağı konular sayılıp sınırlansın mı? E – H
8. Kanuna ayrılanlar dışındaki her konu CB kararnamesiyle düzenlensin mi? E – H
9. Bakanlıkları/devlet kurumlarını kurma kaldırma yetkisi TBMM’den alınsın ve CB’na verilsin mi? E – H
10. TBMM’nin yürütmeyi (cumhurbaşkanını) gensoruyla denetlemesine son verelim mi? E – H
11. CB ve yardımcılarını ve bakanları soruşturmak için gerekli %10 mv talebi (60 imza) şartını %51’e (301 imza) çıkaralım mı? Kısası, bunların soruşturulmalarını zorlaştıralım mı? E – H
12. Devletin üst kademe yöneticilerini tek başına cumhurbaşkanı atasın mı? E – H
13. Üst kademe yöneticilerinin hangi usullerce atanacağını şimdi TBMM kanunla belirliyor; bunu tek başına CB yapsın mı? E – H
14. Milli Güvenlik Siyasetini tek başına cumhurbaşkanı belirlesin mi?
E – H
15. Cumhurbaşkanına tüm devlet kurumları için idari soruşturma yürütme yetkisi verelim mi? E – H
16. Cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği kalksın, yerine sayısı belirsiz cumhurbaşkanlığı yardımcılığı getirilsin mi? E -H
17. HSYK üye sayısı 22’den 13’e insin, bunların 7’sini TBMM ve 6’sını cumhurbaşkanı atasın mı? E – H
18. Askeri Mahkemeler kaldırılsın mı? E – H

Sorular elbette 18 ile sınırlı değil. Ağzımızı ikinci kez açsak,
18’lik bir liste daha yapmak işten bile değil. Referandumdan çıkacak %51’lik tercih, ilgili yasada yazıldığına göre “Türk Milletinin Kararı” niteliğine sahip olacak. Bu soruların toplamı için tek E-vet ve tek H-ayır oyu verilecek. Bu durumda, referandum sandığının diğer tüm soruları toplayan tek bir soruya dökülmesi gerekir. O tek sorunun, elbette iki taraf için de kabul edilebilecek net bir soru olması, E-vet ve H-ayır kesinliği beklenen böyle bir işin olmazsa olmazıdır. Gelin görün ki öyle olmuyor. İçinde yaşadığımız dönemde tevriyecilik zeka pırıltısı, takiyyecilik ilm-i siyaset, stratejik davranmak adına taktisyenlik siyaset erbaplığı sayılıyor. Referandumun “resmi olarak tek” sorusu taraflarca bir türlü dile getirilip ilan edilmiyor. Çünkü anayasa değişikliğini ortaya atan teklif sahibi iktidar kesimi, yapmaya giriştiği işi tuhaf bir şekilde örtme gereği hissediyor.
***
Yukarıdaki soruları kendi çatısı altında toplayan, bu referandum için mümkün olan tek resmî soru şudur: Başkanlık rejimine geçelim mi?Gündeme gelişi, hazırlanışı ve hazırlayanları, TBMM’deki görüşme ve oylama süreci, hatta Resmi Gazete’de yayımlanması bile dertli olan
bu OHAL’li referandumda, AKP ile MHP’nin kendi istedikleri referandumun sorusunu dile getirmekten kaçınmaları, kendi başına bir sorun oldu. Kaçak güreşin böylesi hepimize rahatsızlık, kuşku, endişe veriyor.

Başkanlık rejimine geçmeyelim!