Kategori arşivi: ŞİİRLER / POEMS

Anılar Irmağının Kıyısında

 

Anılar Irmağının Kıyısında1/

kavaklar ışıldardı batıya karşı 
küskün dağlar gülkurusu 
yazılar kızıltılı 
öyle çetin öyle hırçın bir çağdı ki öyle o 
sevmek yangın uğultusu 
sevilmemek yangındı 

kavakların arkasında bir evdi 
mor patiska perdeleri oyalı 
gözalıcı kumrallığı akşamüstleri 
eşsiz bir çağlayandı 
ayrılmazdı pencereden bütün bir yaz 
aradığı o şehzâde kimbilir kimdi 

hem severdik o çiçeği delicesine 
hem de sevmez görünürdük 
çocukluk işte 
kapışmamız sanki bir başka nedendendi 
yoksulluk dağ başında yalınayak keloğlan 
varsıllıksa subaşında bir devdi 

2/ 

yuvasız bir atmacaydı sevmek belki de 
döner ha dönerdi de taa yukarlarda 
konamazdı biryerlere 
amaçsız bir yolculuktu sevmek 
bir sürekli kaçmaktı kendi kanatlarından 
gidip gidip dönmekti hep aynı yere 

topu bulutlara tepmekti sevmek 
çıplak atı deliduman sürmekti yazılarda 
ağaçların tepesine çıkıp inmekti sevmek 
kovalarla şarap içip o dinginlikte 
tabanca yumruk bıçak 
düğünlerde kıyasıya halay çekmekti sevmek 

3/ 

ben miydim topa vuran 
vururcana yoksulluğun başına 
top çıkardı yıldızlara 
bütün gözler yıldızlara 
kız bakardı yıldızlara 
saçları sular gibi 
akardı pencereden 

ben miydim çıplak atı 
koşturan deliduman 
at giderdi çevrenlere 
bütün gözler çevrenlere 
kız bakardı çevrenlere 
masallar çevrenlere 
saçları sular gibi 
akardı pencereden 

4/ 

duruyor daha orda 
gün batarken daha orda 
kavaklar daha orda 
duruyor daha orda 
o sevmek daha orda 
teptiğim top bulutlarda 
sürdüğüm at bulutlarda 
yüzdüğüm çay bulutlarda 
kavgalarım özlemlerim 
dönmedi 
daha orda  nerde? 
bulutlar nerde? 

o kız artık yok orda 
o saçları çağlayanlı 
o gözleri kuşlarlı 
o kız artık yok orda 
yok orda o çocuklar 
yok orda o kavgalar 
o kıskançlık yok orda 
o gizlemek yok orda 
varsam baksam o bahçe 
varsam baksam o akşam 
o bahçe de yok orda 
o akşam da yok orda 

ya ben nerelerdeyim 
ya ordaki ben nerde?

 

Hasan Hüseyin Korkmazgil

YURDUMUZ KALBİMİZİN KIRILDIĞI YERDİR..

CEVAT ÇAPAN (Çeviren)

YURDUMUZ KALBİMİZİN KIRILDIĞI YERDİR

Unoma Azuah

Aklımın manastırında
ışık ve sessizlik paylaşıyor bir virajı,
diz çöktüm her iki konumda
yaralıyım ve kanıyorum, buduyorum vahşi taç yaprakları
topluyorken cüppem taşları, tozları.

Yaşamın gül yataklarında bir bahçıvan olarak
yaşıyorum yakarışlar içinde, yiyecek ve iş isteyerek
korkuyorum görünmeyen dikenlerden-
en yakındaki dikenler batıyor en derinlere.

Metal çarmıhlara ilişen bakışlardan ibaret yaşamım
İsa’nın yazgısı olan kan ve dikenlerden ibaret
yaşıyorum bir dikene benzemek için
ekmek ve şarap kabında
bir ışık parlaması olan kominyon ayinindeki
temiz bir bedeni parçalayan.

Çalan çanlar çağırıyor beni
uykuya, uyanmaya, ekmek pişirmeye, taneleri
tırtıklı tespihlerle dua etmeye
Çalan çanlar çağırıyor beni yeminlere, yeniden birleşmelere,
asılan umutların iplerine, düğümlerine.

Önce, bir sessizlik oluyor, sonra bir ışık seli
cübbem süpürüyor
boydan boya soğuk döşemeleri-
merhamet sunağındaki törenlere çağrılar.
Bildik bir tapınak bu’ ama kırıyor kalpleri.

Aklımın manastırında
iyice bağlandı annem çocuklarına
emdiler onun kurumuş göğsünü- şimdi okşuyorlar onları bir flüt gibi
asılı bırakıyorlar sonra kimsesiz terlikler örneği
hâlâ sürüyor kuru toprağı annem- katılaşmış pudrayla
kirpiklerini pudralıyor, ayakları siyahtır annemin,
dolambaçlı göllerin desenlerinde çatlamıştır topukları.

Mangrov ormanıdır yurdu,
sıçraya sıçraya geçer annem nehirleri,
kökleri balıkları boğan bataklıkları,
geçer kaymaya hazır sulak toprakları.

Yapraklardan bir sayvan sallanıyor onun bitkileri üzerinde,
su yılanları gıdıklıyor köklerini.
Ilık bir rüzgâr süzüyor tropikal bölgeleri
hoş geldiniz anlamında el sallıyor sayvanlar
ama, sivrisinekler çiftleşiyor annemin ayaklarında.

Aklımın manastırında
sevgilim ve ben öpüşemiyoruz rüzgârda
oyunumuza verilecek isim yok
yanan kömürler olabilir diğer ismi
yabancılar gibi gülümsüyoruz
umarak onların göz ardı etmesini paylaştığımız şeyin ağırlığını-
ağırdır o şey, öyle ağırdır ki saptırır dünyanın yörüngesini.

Yaşamın çölünde uzun bir yürüyüşten sonra
Çok sevdiğim bir yemek gibi oluyor sevgilim
Tükettik aşkı ve arzuyu yarattık
mutfağımızdan çıkmayan kokuyu.

Duyarlı bir alıcıya verilmiş haberler gibi
katlandım sevgilime
haberlerle elçiler kaynaşıp birleşiyor
ter ve korku gecelerinde
ya tropikal bölgelerin sıcaklığıdır yurdum
ya da yitirilmiş ve bulunmuş aşkın buharıdır.

Verilecek isim yok oyunumuza
tıkıştırıldı kimliği mağara çatlaklarındaki yırtılmış belgeler gibi
Sevgilim ve ben
hadım ediliyoruz yankı koridorlarında
haçların kısırlığı, sessizlik, dualar ve ölümlülük
sınır taşlarıdır verimsiz doğamızın.

Aşka koştuktan sonra
dönebiliriz toplanmış kemikler olarak
göbek kordonlarımızın dinlendiği yerlere.

Yine de yurdumuz kalbimizin kırıldığı yerdir.
En yakınımızdaki dikenler batıyor en derinlere
Sivrisinekler çiftleşiyor annemin ayaklarında.

=================================================

Dostlar,

Şair Unoma Azuah’ın 2. şiir kitabı “Home is Where the Heart Hurts” ..
Bu kitaptan nefis bir şiirin enfes bir çevirisini üstat Cevat Çapan sayesinde okuyoruz.
Her 2 güzel insana da çok teşekkür borçluyuz.. (Cumhuriyet Kitap eki, 22.11.12)

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Keşiş Dağı..


Dostlar,

Sayın Mustafa Aydınlı’nın lütfedip bize adadığı “Soruyur SALTIK” adlı içten şirini paylaşmıştık sitemizde. O sunumda Sn. Aydınlı’nın KEŞİŞ DAĞI adlı güzelim bir
şiir kitabından söz etmiştik. Bu lirik manzum dizeleri “Bir Yürek Çağıltısı” olarak nitelemiştik.  Sayın Aydınlı, bu şiir kitabına adını verdiği şiirini yollamış..

Sizinle keyifle paylaşmak isteriz.. Bu arada, Aydınlı öbür şiirlerini de gönderecek..

Teşekkür ediyoruz gönül dolusu..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 23.11.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

K e ş i ş D a ğ ı

Sizde yok ilhamım ey kuru dağlar 
Yüreğim sevgiyle hasretle çağlar 
Beni memlekete dostlarım bağlar 
Sende yok ilhamım ey Keşiş Dağı. 

Ağacın yok, menekşen yok, gülün yok 
Nergisin yok, sümbülün yok, dalın yok 
Şahinin yok, ördeğin yok, kazın yok 
Sende yok ilhamım ey Keşiş Dağı. 

Karlar eksik olmaz, senin başında 
İnsan donar olmuş, kara kışında. 
Keşiş dağı, Erzincan kaç yaşında 
Sende yok ilhamım ey Keşiş Dağı. 

Keşiş dağı, ince, uzun bellerin 
Kırık kırık esse seher yellerin 
Hiç mi açmayacak taze güllerin 
Sende yok ilhamım ey Keşiş Dağı. 

Keşiş dağı, erimez mi hiç karın 
Neden ötmez, çeşit çeşit kuşların 
Akıverse çağıl çağıl suların 
Sende yok ilhamım ey Keşiş Dağı. 

Birleşir doruğun mavi bulutla 
Senden orman olmaz, ne de bir tarla 
Türkü yazdım sana bin ah-u zarla 
Sende yok ilhamım ey Keşiş Dağı. 

Aydınlı, dağlara söyler durursun 
Bu dağlar yeşile dursa ne dersin 
Her türlü canlı sefasın sürsün 
Sende yok ilhamım ey Keşiş Dağı.

Mustafa Aydınlı

EY KANLI ZALİM.. Bir Şiir ve Bir Bölüm ADD Çorum Çalışmalarımız..

 

EY KANLI ZALİM
 

Ocaklar söndüren ey kanlı zalim
Yıkılır düzenin bir gün yıkılır.
Sen geldin geleli bitmez mezalim,
Yıkılır düzenin bir gün yıkılır

İnersin tahtından, korku salsan da,
Zulmünden bezenler her gün isyanda,
Suçlular sefada, suçsuzlar zindanda,
Yıkılır düzenin bir gün yıkılır.

Hitler’e özendin, tuttun yerini,
Sana karşı olan çeker şerrini,
Mervan’dan mı aldın sen bu kinini ?
Yıkılır düzenin bir gün yıkılır.

Sam Amcan emretti, bindin salına,
Bizden çaldığını kattın malına,
Zalimin yaptığı kalmaz yanına,
Yıkılır düzenin bir gün yıkılır.

Sakınmaz’ım bilir sinsi gezeni,
Yazar bir kenara halkı ezeni,
Ebedi yaşar mı zalim düzeni?
Yıkılır düzenin bir gün yıkılır.

Celal SAKINMAZ
ADD Keçiören Şubesi
28.1.11

=========================================

Dostlar,

Sayın Celal Sakınmaz emekli öğretmendir ve ADD Çorum Şubesi başkanlığı yapmıştır. Geçtiğimiz yıl 28.1.11 günü ADD Keçiören Şubemizde
“2011 Yılı Başında Türkiye ve Geleceğe Bakış” panelinde idik.
CHP İstanbul Milletvekili Sayın Nur Serter de konuşmacılardandı. Oturumu, şimdilerde yolsuzluk savları ile tutuklanan Çankaya Belediyesi önceki başkanı Sayın Muzaffer Eryılmaz yönetiyordu. Panel sonunda Sayın Sakınmaz, konferanslarımda dinleyenlerle paylaşmamız için yukarıdaki şiirini vermişti. Yararlandık da birkaç konferansımızda. Şimdi de web sitemizde paylaşırken, kendisine teşekkür ediyoruz.

Kendilerinin ADD Çorum Şubesi Başkanı oldukları dönemde,
destekleri ile aşağıdaki aydınlanma hizmetlerini sunmuştuk :

  1. Sosyal Güvenlik ve GSS Yasa Tasarısı ve Cumhuriyet’in Sağlığı.
    Çorum / Osmancık ADD, halka 08.04.06
  2. AB-ABD İttifakının Türkiye’nin Başına Ördüğü Çoraplar.
    Çorum Umut Radyo, 08.04.06
  3. KüreselleşTİRme ile Türkiye’ye İlan Edilen Postmodern Savaş.
    Çorum Dost Radyo, 09.04.06
  4. Sosyal Güvenlik ve GSS Yasa Tasarısı ve Cumhuriyet’in Sağlığı.
    Çorum ADD, halka, 09.04.06
  5. AKP; Yeşil Sermaye, AB Tuzakları ve Ülkeye İhanet Planları.
    Çorum, Kanal 19, 09.04.06

Çorum’da başkaca da Aydınlanma hizmetlerimiz oldu Sayın Sakınmaz’ın
başkanlık dönemi dışında..

Sevgi ve saygı ile.
21.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

YİTİK SEVGİLİ!

YİTİK SEVGİLİ!

Derelerim vardı benim;
Yeşil sahilli, durgun sulu,
Mor kumlu derelerim.
Nazlı gelin gibi akardı,

Kıvrıla, kıvrıla yatağında.
Durgun sularında Nilüferler
Nergis aşklarıyla âşık.
Beyaz masumluğunda gelinliğinin

Biribirine hayran bakardı.
Ağustos ayında bir sıcak gündü;
Bir kuru yatak ve bir kuru dere.
Nerde Yeşil söğütlerim,

Nerde o canım akıntı,
O canım Nilüferler nerde?
Gitti masumluğunca gençliğinin,
Geride çakıllar, kederler kaldı.

Gitti mutluluğunca sevginin,
Geride yangının külleri kaldı.
Ocak başında bir yaşlı kişi;
Kuru Nilüfer yaprakları elinde;

Dilinde duaların en güzeli adın.
Gözleri sevgi pınarı,
Bahar ırmakları gibi derin,
Hüzünden de yemyeşil.

Ocak başında bir yaşlı kişi;
Yitirilmiş sevgilerin en güzeliyle
Öylece kaskatı, öylece derin.

Osman Türkoğuz
osmanturkoguz@gmail.com
İzmir; 24 Mart 2012

CÂNÂ’ya SERENAT..

 

C Â N Â ‘ ya
S E R E N A T …

 

 

Albümler, albümler, albümler..
Zamanı durdurabilmenin büyülü araçları
Ya da tersine, kurgu-bilimsel canlandırmalarda olduğu gibi,
olağanüstü hızı akıtmanın..
Öyle ya, saniyenin minicik kesitlerinde
bakışınızı birinden ötekine kaydırdığınızda,
resimdeki kişileri o denli yaşlandırabiliyorsunuz bir çırpıda..

Aynştayn’ın karmaşık fizik modelleri niye ki,
zamanın göreceliliğini anlama böyle somutken
Tanrısal bir yeti sahibi oluyorsunuz sanki..
bir eskisine, bir yenisine.. bir daha eskisine, bir daha yenisine..
Gözleriniz mekik dokurken sarıyorsunuz zamanı ileri, geri
Olanca hızınızla, bilgisayarın birkaç avuç içi ekranında üstelik
Hem zamana hem de mekana meydan okuyorsunuz.

Teknoloji işte..
Gel gör ki, bu pek yaman teknoloji hazretleri aslında zavallı mı zavallı
En az benim kadar, belki de senin kadar..
Nedeni mi, çok basit : Kocaman bir yanılsama yaratıyor da ondan..
Döndürebiliyor mu bizleri 1 saniye olsun geçmişe, gerçek anlamda??
Dolayısıyla insanın çileli yaşam savaşına yok ciddi bir katkısı özünde.
Hüner size kalıyor yine..
Kurşun gibi ağırlığıyla, delip geçmeleriyle, paramparça etmeleriyle
yoğun mu yoğun yaşayabilirsiniz;
saniyenin minicik kesitlerinde koca yılları.
Tükenen bir ömrü, 4 – 5 onyılı, 40 – 50 yılı ya da
Onlarca yılın yaprak dökümünü ve de küsüratını.
Ap ak saçlarınızı görürsünüz o gidip gelmelerde..
Dökülenleri ve de direnenleri..

*****

Bir zamanlar Öklit’in düzlemlerini hasetten çatlatacak denli pürüssüz
o nur simanın derin kırışlarına takılırsınız..
Derin kanyonlarda dibe vurursunuz adeta.
Savrulurken uçurumlara, zülüflerinin tellerini ararsınız tutunmak için..
Hepsi boşunadır Cânâ!
Dalgalı, gür, deli ormanlar yitiktir; tutunamazsınız.
Kafanız gözünüz dağılır, elleriniz paramparçadır, üst baş harap,
boşuna öykünürsünüz Tarzan’sı uçuşlara..
kan revan içindesinizdir hiç abartısız..
heyhat, O daha bir çeyrek yüzyıl yaşına erişmemiştir
oysa siz 2 çeyreği aşmışsınızdır artık
şansınız yaver giderse belki, kör topal bir 3. çeyrek yakalarsınız

*****

Yüreğinizin kan kırmızısı çerçevesine alırsınız
yitirdiğiniz sevgiliyi on yüz bin yıl öncesinde!
Sıcacık bir renkle sararsınız O’nu, aman üşümesin diye.
25 yaşınızın güçlü kollarıyla yapamadığınızı,
damarlarınızdaki yaşam sıvınızla becermeye çalışırsınız duraksamasız,
hiç çekincesiz..

Bir biçimde sararsınız yitik Sevgili’yi,
zamanın alabora ettiği sarhoş yaşam kavşaklarından birinde
Hatırası, içinizin kuytularında hala taptaze, hala dipdiri,
kıpkızıl bir gonca güldür çünkü
rayihası ruhunuza kazınmış,
bir uzak Anadolu gecesi, yalnızca ama yalnızca tek 1 kez içebildiğiniz,
kan kırmızısı bir kadeh şaraptır O!

*****

Birden, evrenin uzun atlama rekorunun sahibi olursunuz
Işık hızı halt etmiştir Cânâ!
Düşünce hızı bu; atlarsınız ömrünüzün cehennem demlerini,
dakikalarını, 
saatlerini, gecelerini ve de gündüzlerini..
haftalarını, aylarını ve yıllarını ve dahi onyıllarını
Bir soluk alma bile sürmez, varırsınız bir başka sanal menzile..
Bu kez kapkara bir çerçevedir sevgiliyi sarıp sarmaladığınız..
Daha, daha kalın olsun istersiniz;
acılarınıza tercüman olacaktır çünkü siyah, simsiyah çerçeveler..
3-5 onyıl geri gider, zamaneye dönersiniz tunelde;
-bir de kendinize gelmeye çabalarsınız-
Haklısınızdır yerden göğe
çerçeve çizgilerin karasının 10 değil 60 pt olması gerekir
bu kez ruh-u revanınız küçülür, küçülür, küçülür 60’ına 1 kala,
içinizin karasının rengi çerçeve içinde
sol yanağındaki benlerin nasıl yittiğini bile anlayamazsınız..
daha pek çok detay da yitmiştir bu arada;
yılların acımasızca, utanmadan sevgilinin yüzüne nakşettiği..

*****

Ama kalamazsınız orada
Ayrılık yıllarının yüreğinizde mayaladığı kör kurşun yarası,
kanamaya başlar apansız
Sen O’nu avuçlarımda kum taneleri mi sanırsın ki,
sel de olsa gözyaşlarıyla yunsuuun, gitsin??
ne sel gider, ne de kum;
bu öylesine, kural dışı bir “öykü”dür işte Cânâ!

***** 

Sevgiliye makyaj yapmayı (!) sürdürürsün..
Ebruli, erguvan, mor, portakal çiçeği hatta kan kırmızısı..
türlü türlü renklerde çerçeveler geçirirsin
yitik onyılların yonttuğu yorgun mu yorgun yüzüne
Zordur uyum sağlamak, iyi bilir renklerin dilini sevgili
Gerçi yapmaz, yapamaz vuslatın güzelim resmini O,
ama olsun, yakışmalı O’na her bir şey gene de
saatler akar, içinde erirsin,
bereket, bu kez kapkara değildir çizdiğin çerçeve..

***** 

Üçüncüsünde, 
sevgilinin bilmem kaç on yıl önce elleriyle yaptığı kahve gelir aklına
40 yıl hatırı saklıdır ne de olsa!
aslında bu ayrılık da 50 yılllık bir bakıma
… okulu bitmiş, yollar kentler ayrılmıştır..
Kesişir gene yollar, çook yılar sonra..
O ne sarhoşluktur, siz siz olmaktan çıkarsınız ..
19.. yazı ve izleyen 19..’in kör Şubat’ındaki gecikmiş vuslat

bir tatlı “hayal” olarak kaldığına göre;
doğrusu “50. Yıla Ağıt” yerine belki de
“50. Yıla Serenat”; umut ya da terennüm..

*****

Dileyelim, bu sonki kavurucu uğraşa gerek kalmaya.
40 yıl hatırlı kahvenin sıcacık dost rengi içinde
Tanrı sevgiliyi saklaya, 
O’nu kutsaya
saçının tek bir telini bile incitmeye
Sevgimiz O’na sağlıklı, uzun ömür vere;
bizden ise o hızla ala, tükete..

***** 

Cânâ!

Gençlik yıllarıydı “serenat” sözcüğüyle ilk karşılaşmam
bilmiyordum anlamını
ama içimdeki ben, anlattı bana onu
kavradım sezgisellikle, bakmadan sözlüklere
çok sevdim bu büyülü sözcüğü
“Sevgiliye serenat”lar okudum yürek yangını..
sonraları benim de yazma sıramın geleceğini
hiç akıl edemedim doğrusu
kısmet işte.. oratoryo yazacak değildim ya..
hem ne anlarım ki ondan
şimdilerde yazıp çiziyor ve sevgiliye
serenat diye, şiir diye sunuyoruz
geniş gönüllü ya, sağ olsun, çıkarmaz sesini
Bakalım zaman ne diyecek..
Biz geçip gittikten sonra kim bilir kimlerin eline geçecek?
Yeri acilen çöp kutuları mı olur, yoksa fareler mi kemirir
ya da bilgisayar virüslerine yem mi olur?
Ya da Bedri Rahmi’nin 1930’larda “Bucişkam” diye başladığı
aşk mektupları gibi Fransızca’dan dilimize mi çevrilir??

***** 

Hayın ayrılığın 50. yılına az kaldı
19.. baharıydı, .. mahallesi .. Sk. .. no evinden koparıldığımda..
yazmak istedim, bir an önce yazmak istedim, bilmiyorum nedenini
Birkaç onyıl aralı fotoğraflar.. bilgisayarda gelince yan yana
tetikledi bu duygu yoğunlaşmasını belki de
bir parça erken (!) doğurdu 50. yıl serenadını
ya da 50. yıla ağıdı..

*****

Bu kez senin sevgin-aşkın (??) nöbete Cânâ!
O’nun gücü, yakıcılığı, sana sunacağı 2. bahar aşısı,

asılman, çaban, uğraşın, azmin, sebatın ve de sabrın..
Bu kez senin sınavın oluyor kanımca, yarım yüzyıl sonra
koskoca bir armağan yaşamın sonbaharında
kulak ver yüreğinin sesine,
ille de vicdanına, vicdana 
sağduyun egemen kalsın hep ama hep
parlayıcı, ani kararcı olma ne olur?
“Noktalı cümleleri sevmem” derdin, yap gereğini lütfen
Dinleyen, anlayan, iletişim kuran-kurulabilen ol
Sanırım, -o denli basit olmasa da- bir kez daha,
iletişim kazasına olmayalım kurban

*****

Bir kez daha kaçıp gitme sakın “vınnn” diye..
dinle bir yol, bak gözlerimin içine;
     inanmazsan sözüme, yazıma
Dön bak arkana, kör olma da gör beni;
     ne yeni serenatlara ne de ağıtlara
     ne derman var, ne de zaman…
mevsim sonbahar..
ahdini hatırla, ahdimizi, kadim mi kadim
sakın ola, sakın haa; girme eloğlunun koynuna
Kahrolası!
Kahrolası!
Kahr olası!

inletme beni, inletme beni, inletme…

 

Başın Öne Eğilmesin..

BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN 


Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma 

Dışarda azgın dalgalar  
Gelir duvarları yalar  
Seni bu sesler oyalar  
Aldırma gönül aldırma 

Dertlerin kalkınca şaha  
Bir sitem yolla Allah’a  
Görecek günler var daha  
Aldırma gönül aldırma 

Görmek istersen denizi  
Yukarıya çevir yüzü  
Deniz gibidir gökyüzü  
Aldırma gönül aldırma 

Kurşun ata ata biter  
Yollar gide gide biter  
Ceza yata yata biter 
Aldırma gönül aldırma

Sabahattin Ali
 

UMARSIZ AŞKA GAZEL..

 

 

UMARSIZ AŞKA GAZEL

Gelmek istemiyor gece
Ne sen gelebiliyorsun o yüzden
Ne de ben gidebiliyorum.
Ama ben gideceğim.
Akrepten bir güneş şakağımı yese de.
Ama sen geleceksin.
Dilin tuzlu yağmurlarca yakılmış.

Gelmek istemiyor gün.
Ne sen gelebiliyorsun o yüzden.
Ne de ben gidebiliyorum.
Ama ben gideceğim.
Kurbağalara atarak ağzımda çiğnediğim karanfili.
Ama sen geleceksin.
Çamurlu lağımından karanlığın.

Gelmek istemiyor.
Ne gün,
Ne gece.
Ölebiliriz o yüzden.
Ben senin uğruna.
Sen de benim..

Garcia Lorca

 

Seni sevmeme devam etmemin bir sakıncası var mı kendi içimde??

 

 

 

SEVGİDEN CAYDIĞIM YERDE DARIL BANA..    

Bu yaşıma geldim içimde bir çocuk hala
Sevgiler bekliyor sürekli senden.
İnsanın bir yanı nedense hep eksik
Ve o eksiği tamamlayayım derken,
Var olan aşınıyor zamanla….
Anamın bıraktığı yerden sarıl bana.

Anıların kar topluyor inceden,
Bir yorgan gibi geçmişimin üstüne.
Ama yine de unutuş değil bu,
Sızlatıyor sensizliği tersine.
Senin kim olduğunu bile bilmezken.

Seni sevmeme devam etmemin bir sakıncası var mı kendi içimde
Bir hayaldin öncesinde, adın konmuş aşk dilinde
Ben senin sadece imkânsızındım
Kelimeler tükendi de, sen bitmedin bak içimde..
Bunu senden beklemezdim…
Hangi yalan, hangi sebep
Cevabın yok, bitti demek

Belki de ben senin korkularındım…
Zorundayım, zorundasın
Hangi yolun sonundasın
Belki de sakladığın bi şey var…
Biri varsa aramızda
Çığlıklarım yalnızlığa..

Bu ayrılık akşamında
Gözyaşıma
Gözyaşıma boğuldu dünya
Sorma bana sensizliği
Sorma bana gücün yoksa
Gelen aynı giden aynı
Bırak beni yalnızlığıma?

Metin Altıok

Attila İlhan : MUSTAFA’m, MUSTAFA KEMAL’im!


Dostlar
,

Üstad Attila İlhan‘ın

“MUSTAFA’m MUSTAFA KEMAL’im!”

başlıklı görkemli şiirini paylaşalım..

pdf olarak okumak için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız?

MUSTAFA’m, MUSTAFA KEMAL’im

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 10 Kasım 2013

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

divider_cizgi

10 Kasım 1938, Dolmabahçe'de öldüğü oda

MUSTAFA’m, MUSTAFA KEMAL’im!

Dağ başını efkâr almış
gümüş dere durmaz ağlar
gözyaşından kana kesmiş gözlerim
ben ağlarım çayır ağlar çimen ağlar
ağlar ağlar cihan ağlar

mızıkalar iniler ırlam ırlam dövülür
altmış üç ilimiz altmış üç yetim
yıllar gelir geçer kuşlar gelir geçer
her geçen seni bizden parça parça götürür
Mustafa’m Mustafa Kemal’im 

Diz dövdüm
gözlerim şavkı aktı Sakarya’nın suyuna
Sakarya’nın suları nâmın söyleşir
hemşehrim sakarya öksüz Sakarya
Ankara’dan uçan kuşlar
Kemal’im der günler günü çağrışır
kahrolur bulutlara karışır
gök bulut yaşmak bulut
uca dağlar dev boyunlu morca dağlar
divan durmuş bekleşir
Mustafa’m Mustafa Kemal’im

Nasıl böyle varıp geldin hoşgeldin
çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin
şol yüzünde güneş südü sıcaklık
ellerinden öperim Mustafa Kemal
senin dalın yaprağın biz senin fidanların
biz bunları yapmadık
sen elbette bilirsin bilirsin Mustafa Kemal
elsiz ayaksız bir yeşil yılan
yaptıklarını yıkıyorlar Mustafa Kemal
hani bir vakitler Kubilay’ı kestiler
çün buyurdun kesenleri astılar
sen uyudun asılanlar dirildi
Mustafa’m Mustafa Kemal’im 

Karalar kuşanmış Karadeniz akmam diyor
dokunmayın ağlamaktan bıkmam diyor
bu gece kıyamet gecesi bu vapur Bandırma vapuru
yattığı yer nur olsun Mustafa Kemal
ben ölümden korkmam diyor
korkmam diyen dilleri toz oldu toprak oldu
değirmen döndü dolandı yıllar oldu
bir kusur işledik bağışlar mı kim bilir

O bize öğretmedi kazan kaldırmasını
günahı vebali öğretenin boynuna
erdirip oldurana ana avrat sövmesini
yüreğim kırıldı kanım kurudu
var git Karadeniz var git başımdan
mızıka çalındı düğün mü sandın
bir yol koyup gideni gelir mi sandın
Mustafa’m Mustafa Kemal’im 

Ankara’nın taşına bak
tut ki baktım uzar gider efkârım
çayır ağlar çimen ağlar ben ağlarım
gözlerimin yaşına bak

Ankara Kalesi’nde Rasattepe’de
bir akça şahan gezer dolanır
yaşın yaşın mezarını aranır
şu dünyanın işine bak
Mustafa’m Mustafa Kemal’im..

portresi_ATA_ile

divider_cizgi