Kategori arşivi: Hekim Saltık

Ethics in Medical Research: Breaches & Legal Status

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School
All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff
General public and Media,

On 27th February 2024, we conducted a 2 hours lecture for Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with a subject of “Ethics in Medical Research: Breaches & Legal Status

Here is the 43 slides PDF file (2,6 MB) : Ethics in Medical Research; Breaches & Legal Status

Some important reminders for all                    :

Ethics Defined: Ethics refers to moral principles that govern a person’s behavior or the conduct of an activity. In the context of medical research, ethical considerations are crucial to ensure the well-being of participants and the integrity of scientific inquiry.

Distinguishing Ethics and Morality: It’s essential to differentiate between ethics and morality. While morality encompasses social order rules that regulate behavior in society, ethics encompasses the
fundamental principles underlying one’s actions. Ethical individuals adhere to guiding values, principles, and standards that dictate how things should be done.

Public Health Ethics:
Understanding public health ethics is vital. It involves considering the ethical implications of
decisions related to public health services, resource allocation, and community well-being.

Legal Rules on Medical Research: Medical research operates within legal frameworks. Students should learn the basic legal rules governing research, including informed consent, privacy, and data protection.

Awareness of Legal-Ethical Conflicts: Students must recognize situations where legal and ethical considerations may conflict. Developing strategies to address such conflicts is essential for responsible research conduct.

Origin of the Word “Ethics”: The term “ethics” originates from the ancient Greek word “ethos.” It refers to issues related to the “ethe,” which is the plural of ethos. Ethos, in its oldest sense, means “the space of a living being” or “the place where one takes shelter.” It also signifies character and temperament.

Ethics as a Branch of Philosophy: Ethics is one of the four basic areas of philosophy, alongside Ontology (philosophy of existence), Epistemology (philosophy of knowledge), and logic. It is a branch of knowledge that explores moral principles and human conduct.

Morality vs. Ethics: While morality is a social phenomenon that surrounds us, Ethics is a systematic study of universal values. Ethics encompasses principles like equality, human rights, obedience to laws, and concern for health and safety.

As Learning Objectives : By the end of the lecture, students should:
1.Distinguish between Ethics and Morality.
2.Understand the importance of Ethics.
3.Grasp Public Health Ethics.
4.Acquire key principles for delivering public health services.
5.Familiarize themselves with legal rules in medical research.

Critical Thinking: Encourage critical thinking about ethical dilemmas in medical researchStudents should learn to navigate complex situations, balancing legal requirements, ethical principles, and the well-being of research participants. Remember that ethical considerations are fundamental to maintaining trust, integrity, and responsible research practices in the medical field.

With respect and love.17th March 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net           profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

“Tıbbiye-i Şahane” 197 Yaşında ama AKP’nin Sağlık Politikası Ağır Hasta

Dostlar,

Dün, 14 Mart 2021 gecesi, “POYRAZ Grup” adlı yurtsever arkadaşlarımızın konuğu olduk.

Konumuz “14 Mart Tıp Bayramı” idi.
Biz gerçekte, epeydir “Tıp ve Sağlık Haftası” olarak değerlendiriyoruz.
Alana ilişkin sorunların gündeme taşındığı ve çözümler arandığı bir hafta..

Başlık şöyle idi :

  • “Tıbbiye-i Şahane” 197 Yaşında ama AKP’nin Sağlık Politikası Ağır Hasta

Zoom ortamında, youtube ile eşzamanlı yayınla yaklaşık 80 dakika boyunca sunumumuzu yaptık. Birkaç dakika aranın ardından soru – yanıtlara geçildi ve saat 00:00’a bitirildi (2,5 saat!).

Sayın Ünal Gül ve Erol Güçlü dostlarımız hazırladılar, önerdiler, sağolsunlar.

Her 2 bölümün youtube erişkeleri aşağıda.

https://youtu.be/y2Sn1WYVnpU?si=V5cCl56qbox8czy0

https://youtu.be/HtZod1kEPxI?si=XYBxmy4i2R-PyhOQ

Sağlık, sistemimiz de, AKP ile birlikte, Haziran 2003’te başlatılan ve 21 yıldır sürdürülen “SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM” programıyla tıkanma eşiğinde.

Bu tasarımın tümü ile kökü dışarıda. “Health Transformation” adlı küresel tasarımın Türkiye ayağı.

  • Ne yerli ne de milli; neo-liberalizmin uydu politikaları taşeronu AKP yutturmacası!

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin yapılması dileğimizdir.
Önlem alınmazsa tablo her geçen gün daha ağırlaşacak..

Sevgi ve saygı ile. 15 Mart 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

14 Mart Tıp Bayramı : 197 yıl sonra neredeyiz?


197 yıl önce bu gün, 14 Mart 1827’de 2. Mahmut, kısa adıyla Mekteb-i Tıbbiye’yi İstanbul’da açtı. Mustafa Kemal’in Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in 1933 Üniversite Devrimi ile Dar’ül Fünun’un (Medrese) İstanbul Üniversitesine dönüştürülmesiyle, Cumhuriyetimizin ilk ve en köklü Tıp Fakültesi olan İstanbul Tıp Fakültesi kuruldu. Bizim de övünçlü bitireni (mezunu) olduğumuz bu Fakülte, ülkemizdeki öbür tıp fakültelerinin anası oldu. Tıp bilimlerinde öncülük yaptı, paha biçilmez değerde sağlık hizmeti üretti. Sayısız hekim, ebe-hemşire… yetiştirdi. Bitireni (mezunu) Prof. Aziz Sancar, Nobel ödülü aldı! Hala ülkemizin amiral gemisi 3-5 tıp fakültesi içindedir, gözbebeğimizdir.
***
1915’te İstanbul Tıp Fakültesi’nin 190+ ilk sınıf öğrencisi Çanakkale savunmasına yollandı ve hepsi şehit düştü. Altı yıl sonra 1921’de hiç mezun verilemedi, acı çok büyüktü. “Vatan sağolsun” dedik.

***
Türkiye’de ilk Tıp Bayramı, işgal altındaki İstanbul’da ve Tıbbiyede 14 Mart 1919’da kutlandı! Tıbbiye de işgal altındaydı. Haydarpaşa’daki fakülte binasında büyük bir gösteri düzenlendi ve iki yüksek kule arasına dev Türk Bayrağı asıldı. 3. sınıf öğrencisi Tıbbiyeli Hikmet öncüydü. İşgalci İngilizlerin engelleme çabası başarısızdı. “Bu topraklar bizimdir ve onun için sizinle dövüşeceğiz!” diye yüzlerine haykırıldı. Üniformaları alındı, pijamalarıyla derslere girdiler!

  • Biz devrimci-Kemalist hekimler, 14 Mart’ı bu bağlamda sahipleniyoruz. “Beni Türk hekimlerine emanet edin!” diyen önderin tam güveni, içimizde sönmez Prometheus ateşidir.
  • Bu anti-emperyalist ve tam bağımsızlıkçı bilinçle,
    197 yıl sonra 14 Mart Tıp Bayramı tüm ulusumuza ve hekimlerimize kutlu olsun!

***
Tıbbiyeli Hikmet, 4-11 Eylül 1919 Sivas Kongresine İstanbul Tıbbiyesi öğrencileri adına katılmış ve “tam bağımsızlık” için haykırarak, Mustafa Kemal Paşa’yı da uyaran korkusuz çıkışıyla “manda” görüşlerinin dışlanmasına önemli katkı vermişti. Birkaç ay öncesinde, 19 Mayıs’ta Kurtuluş’un öncüsünü Samsun’a götüren Bandırma vapurundaki 19 yiğidin 3’ü hekimdi : İ. Tali Öngören, Refik Saydam, Behçet Efendi. Dr. T. Rüştü Aras 1925-37 arası 12 yıl kesintisiz Dışişleri Bakanıydı Kemal Paşa’nın. Dr. Aras, Milletler Cemiyeti (günümüzde BM) başkanlığı da yaptı kısa süre. Hekim yoldaşlar!
Dr. Reşit Galip’in yeri çok ayrı.. Atatürk’ün sofrasında ilkeli ama saygılı dik duruşunu Kemal Paşa çok takdir etmiş, Bakan atamıştı. İstanbul Tıbbiyesinde öğrenci iken birkaç kez eğitimini keserek Bağımsızlık savaşımızda dövüşmüştü. Andımızı yazdı! Köy Enstitüleri’ne “köycülük” zemini hazırladı. Tıp Antropolojisi çalışmaları başlattı, sonra DTCF’nde sürdürüldü, gericiler “kafatasçılık” dedi!? Yukarıda değindik, “33 Üniversite reformu”nu yaptı. Rodos göçmeni vatan evladı hekim, 41 yaşında veremden öldüğünde cebinde salt metal para vardı! Çünkü O, önderi, aynı zamanda düşünür M. Kemal Paşa’nın öğüdüyle bağlıydı:

  • Hekimlik, sorumluluk yükü her şeyden, ölümden de ağır bir meslektir.”

***
Biraz geri gidersek, 2 Haziran 1889’da İttihat ve Terakki’yi kuran, 1908’de 2. Meşrutiyeti getiren, 2. Anayasayı yaptıran, partileşip seçimle iktidara gelen devrimci politik hareketi de Tıbbiyeliler kurdu! (sonrası sıkıntılı..) Prof. Tevfik SağlamNasıl Okudum” adlı kitabında not düşer:

  • Tıbbiyeli, garp ile şarkın farkını bilen ve geriliğimizin derin acısını duyan insandı. Bu sebeple Tıbbiye Mektebi vatanseverliğin, hürriyet aşkının, şark miskinliğinden kurtulma, ilerleme, bir an önce yüksek bir medeniyet seviyesine ulaşmış memleketlere yetişme cehdinin yuvası olmuştu. Tıbbiyeliler, son Osmanlı padişahlarının gerici ve baskıcı idaresine karşı daima isyancı durum almıştı. Bunun için, Abdülhamit, tıbbiyelileri sevmez, onlardan korkar, çekinir ve şiddetli baskı yapardı. İşte Tıbbiye’deki terör idaresinin sebebi bu idi.”

***
Sanırız bu tarihsel dizeler, günümüzde “doktor efendi dönemi bitti, ben bunlara iğne bile yaptırmam, giderlerse gitsinler..” diyenlerin çöplük bilinçaltını, çoook derin aşağılık kompleksini de dışavuruyor. Ne ki; biz hekimler, her durumda, savaşta bile hiçbir ayrım yapmadan hizmet sunuyoruz.
***
Ne yapmalı                ??
Hekimlik, insanlık tarihi ile yaşıt çok özel ve çok saygın bir meslektir.
Hipokrat andına mutlak bağlı kalınmalıdır. Tıp eğitiminde salt mesleksel-teknik boyutla yetinmemeli, genç hekimlere evrensel etik değerler, ulusa-insanlığa-çağa sorumluluk ve öncülük yükümü, savaşım bilinci temel değerler olarak kazandırılmalıdır.
Sosyal tıp”, başta neoliberal özelleştirmeye direnerek korunmalı; Ulus, sağlığına hekimlerle çatışarak değil dayanışarak erişebileceğini anlamalı, çirkin siyasetçiye alet olmamalıdır.
Bedensel-ruhsal-sosyal” yönden tam sağlıklı toplumunu yaratmak şaşmaz ülkümüzdür.
==========================
Yazının pdf biçimi :
Ahmet SALTIK, CUMHURİYET Gzt. köşe yazısı, 14 Mart tıp bayarmı; 197 yıl sonra neredeyiz

14 Mart Tıp Bayramı Kutlu Olsun

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm

2. Mahmut döneminde, Hekimbaşı Mustafa Behçet’in önerisiyle 1827’de Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire’nin kurulması ile ülkemizde çağdaş tıp eğitiminin başladığı gündür 14 Mart.

Bu gün dolayısı ile;

1889’da Dr. Nazım’ın da aralarında bulunduğu gizli İttihadi Osmani Cemiyetini kuran ve Türk aydınlanmasının işaret fişeğini atan askeri tıbbiyelileri;

Sivas Kongresine öğrenci temsilcisi olarak gelip Mustafa Kemal’e “ Bu kongreden manda kararı çıkarsa arkanızda durmayız” diyen ve Tıbbiyeyi Şahane’nin binasına Türk bayrağını asan Tıbbiyeli Hikmet’i;

Eğitimlerini yarıda bırakıp Sarıkamış’ta Çanakkale’de cepheye koşan Tıp Fakültesi öğrencilerini;

Çanakkale savaşı sırasında hasta ve yaralılara cephede hizmet götüren ve kadınlarımıza hemşirelik eğitimi veren Kızılay Genel Müdürü Dr. Besim Ömer Paşa’yı;

Hıfzıssıhha (Koruyucu Sağlık) Enstitüsünü kurup yerli aşı üretimini sağlayan Dr. Refik Saydam’ı;

Türk eğitim devriminin önemli adı, “Andımız“ın yazarı  Dr. Reşit Galip’i;

İlk kadın doktorumuz Safiye Ali’yi;

Tüm yaşamını hastalarına ayıran ve Lepra (Cüzzam) salgınını yok eden Prof. Dr. Türkan Saylan’ı, (AS: Bu konuda, kendisiyle çalışan, Elazığ Cüzzam Hastanesi Başhekimliği yapan bir hekim olarak çekincelerimiz var… web sitemizde yazmıştık..)

Cephede askerleri tedavi ederken şehit olan yaralanan tüm askeri doktorları; 

Hasta yakınlarından şiddet görerek ölen ve yaralanan tüm doktorları;

Bu devletin olanakları ile okuyup, bu halka hizmet etmek isteyen fakat Giderlerse gitsinler” denilerek dışlanan, gittiklerinde de yoklukları duyumsanan doktorlarımızı;

Bilimsel çalışmaları ile dünyada yüzümüzü güldüren Prof. Dr. Aziz Sancar’ı, Dr. Özlem Türeci ve Prof. Dr. Uğur Şahin’i;

Büyük özveri ile doktor yetiştiren, salgın hastalıklarda bilimsel önerileri ile salgının durdurulmasını sağlayan ve bilimsel araştırmaları ile insanlığa hizmet eden tıp bilim insanlarımızı 

Saygı ve şükranla anıyorum.

İnsan yaşamının değerine inanan, pozitif bilimle donanmış,  dertlerimizi dindiren, gece gündüz demeden özveri ile hizmet veren başta doktorlar olmak üzere tüm sağlık çalışanlarının tıp bayramını kutluyorum.  

Tıp bayramının her yıl aynı sağlık sorunlarının dile getirildiği bir gün olmaktan çıkmasını ve gerçek bir bayram gibi kutlanmasını diliyorum.

YARIN 14 MART TIP BAYRAMI

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Başta doktorlar hemşireler ve eczacılar olmak üzere,
tüm sağlık personelinin tıp bayramı nedeniyle;
herkesin kendi meslek ve ürettiği hizmetlerinin onuruna göre toplumdan saygı gördüğü,
halkın hekimler ve sağlık sağlık emekçilerine karşı kışkırtılmadığı,
hicbir sağlık emekçisinin fiziksel ve psikolojik şiddete uğramadığı;
herkesin kendi mesleğinin saygınlığı ve çağın gerektirdiği yeterli bir ücret düzeyine uygun bir ücretle ücretlendirildiği,
hiçbir doktorun gelir yetersizliği ya da can güvenliği… gibi gerekçelerle yut dışına çıkma özlemi ya da eylemi içinde olmadığı,
hiçbir yuttaşın, sağlık hizmetlerine erişmek için uzun süreler beklemediği,
ayrıca parasızlık, doktorsuzluk ve ilaçsızlık nedeniyle sağlık hizmetlerinden yoksun kalmadığı bir gelecek umut ve özlemiyle

tüm sağlık çalışanlarının  – emekçilerinin

14 MART TIP BAYRAMI KUTLU OLSUN!!

FLASH HABER TV Konuşmamız

Dostlar,

11 Mart 2024 Pazartesi günü FLASH HABER TV‘nin konuğu olduk.

Bu yurtsever TV kanalına yeni geçen deneyimli ve değerli Burcu Uğur, bizi programına aldı.

SERBEST KÜRSÜ adını verdiği programa biz saat 23:00 -24:00 arasında katıldık.

Program sahibi Sn. Uğur bize Kovit-19’un 4. yılında Türkiye ve Dünya’daki durumu sordu.

Ardından, yerel seçime giderken AKP iktidarının ülkemize yaşattığı çok ağır ekonomik bunalım.

Son olarak da Laikliğe sistemli saldırı, ÇEDES tasarımı ile yürütülen kökü dışarıda emperyal ihaneti konuştuk.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Şeyhülislamlığa dönüştüğünü ve
Diyanet Vakfı ile birlikte eriştikleri muazzam akçalı kaynaklarla
Cumhuriyet yıkıcılığına giriştiklerini belirttik.

Ciddi – kritik tablo karşısında muhalefet partilerinin yepyeni stratejiler geliştirmesi zorunluğunu vurguladık.

Youtube erişkesi (linki) aşağıda :

https://www.youtube.com/watch?v=6-I5a57EkcU

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin hızla yapılması dileğiyle.

Flash Haber TV’ye ve programcı Sn. Burcu Uğur’a teşekkür eder başarılar dileriz, izlenmesini öneririz.

Sevgi ve saygı ile. 13 Mart 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik

https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Sağlık Cumhuriyeti

Mine G. KırıkkanatMine G. Kırıkkanat
kirikkanat@mgkmedya.com

10 Mart 2024, Cumhuriyet

TBMM, 23 Nisan 1920’de kurucu Büyük Millet Meclisi olarak açıldığında Kurtuluş Savaşı sürüyor; Türk milleti 1853’te başlayan bir ufalanmada Kırım, Balkanlar derken Arap çölleri ve Kafkaslar’dan sonra Anadolu’ya uzanan beş cephede zaten 67 yıldır savaşıyordu.

Düşmanla son çarpışmalar devam ederken, 30 Ağustos 1922 günü (AS: sabah) zaferin ne büyük ne de Türklerin olacağı belli; kısaca Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı bile kesinleşmiş değildi.

Ülke yangın yeri, millet yorgun, yoksul ve hastalıktan kırılıyordu.

Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’ya yazdığı mektupta, “Balkan, Dünya ve Kurtuluş savaşlarından sonra ülke haraptı. Para, malzeme, insangücü yoktu ama borç, bulaşıcı hastalık çoktu. Bir de inanç ve umut…” diyordu. “Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi salgın halde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölümleri %60. Sığır vebası hayvanları öldürüyor.” 

YOKSUL, YOKSUN ve HASTA TÜRKİYE

Sözünü ettiği nüfusumuz 13 milyon olup (AS: 1927 sayımı 13,5 milyon) ortalama ömür 40 yıldı. Okuma yazma oranı erkeklerde %7, kadınlarda % 0.4’tü. Tüm yurtta 86 hastane, 554 doktor, 60 eczacı, 4 diplomalı hemşire, 136 diplomalı ebe vardı. Diplomalı diş hekimi yoktu. 6 milyon yurttaş, enfeksiyon hastalıklarıyla boğuşuyor, doğan her iki bebekten biri 1 yaşına giremeden ölüyordu.

Meclis’in açılışından yalnızca 12 gün sonra, 2 Mayıs 1920’de kabul edilen 3 numaralı yasayla kurulan 11 bakanlıktan ve dünyadaki ilk sağlık bakanlıklarından biri, Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti oldu.

ÖTEKİ KURTULUŞ SAVAŞI

Askeri cephede süren savaşa, sivil cephede insanlarımızı yaşatmak savaşı eklenmişti. Sağlık Bakanlığı’nın bürokratik örgütlenmesini Dr. Adnan Adıvar yaptı, sağlıkçı ordusunu Dr. Refik Saydam kurdu ve yönetti (AS: 15 yıl kesintisiz..). Adı Türk tıbbına altın harflerle yazılan Dr. Saydam’ın kurduğu Hıfzıssıhha, Kızılay, Çocuk Esirgeme, Veremle Savaş, Sıtma Enstitüsü gibi kurumlarla yoksul ve yoksun Anadolu’da ikinci bir Kurtuluş Savaşı verildi.

  • Kimsesizlerin kimsesi Cumhuriyet doğan her çocuğu aşılayarak,
    pek çok hastalığı silip attı topraklarımızdan.

Cumhuriyetimizin 10. yılında, sağlık cephesinde 30 Ağustos’a koşut bir sivil zafer kazanılmış; Türkiye, salgın hastalıklarla mücadelede dünyaya parmak ısırtan bir başarı elde etmişti.

CUMHURİYETİN SAĞLIK DEVRİMİ

Bursa’nın yüz akı Nilüfer ilçesinde açılan Dr. Ceyhun İrgil Sağlık Müzesi işte bu başarı öyküsünü belgelerle, kalıtlarla, görsellerle canlandırıyor. Yokluklar ve yoksunluklar içinde özveriyle yazılan Sağlık Cumhuriyeti tarihçesini sergiliyor.

Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem’in mimar kimliğiyle yarattığı “Yeni kuşak Nilüfer” sosyal belediyeciliği sayesinde ve mimar Reyhan Öztaş’ın duru, sade ve güzel çizgileriyle inşa edilen müze; öğrencilere ve ziyaretçilere temalı konferanslar, geçici sergilerle değişen ve gelişen bilgiler aktaracak biçimde düzenlenmiş. Müzenin ikinci katı, yakında Sinem Us’un şaşkınlık verici ecza koleksiyonunun sergileneceği ecza müzesine dönüşecek.

KÜLTÜR ŞIRINGASI, BİLİNÇ AŞISI

Adını taşıyan müzeyi “Sağlık alanında özveri ile çalışanlara adanmış bir saygı duruşu” olarak niteleyen Dr. Ceyhun İrgil’e gelince… Kendisini Türkiye’nin kültür belleğini diri tutmaya, unuttuğunu anımsatmaya adayan bu bilge insanın, sanat ve bilim arasında köprü kuran eski Yunan bilgelerinin yolundan gittiğini söyleyebilirim.

Çok başarılı bir cerrah olan ve çok başarılı Bursa milletvekilliğini “Bir dönem yaparım” deyip tüm ısrarlara karşın TBMM’ye dönmeyen Ceyhun İrgil; okuduğu ve topladığı binlerce kitap, belge, kalıt koleksiyonuyla müzelere, kitaplıklara yaşam veriyor. Yazar olarak önemli belgesellere, araştırma kitaplarına imza atıyor. Biricik amacı giderek cahilleştirilen halkımıza, gençlerimize kültür şırıngasıyla etik bilinç aşılamak.

  • Çünkü cehalet ahlaksızlığı, etik bilinç ise sosyal vicdanı yaratır.

Laik ahlak taşıyan kültüre ve kültürlü insanlara her meslekte ihtiyacımız var.
=========================================
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sağlık Cumhuriyeti10 Mart 2024
Yapay zekâ, başa bela9 Mart 2024
Malcolm X’le röportaj3 Mart 2024

 

Laiklik, “Halkın Sağlığı ve Sağlamlığıdır”

Celal KARLIKAYA | Prof.Dr., MD Specialist | Trakya University, Edirne | Pulmonary Medicine | Research profileProf. Dr. Celal KARLIKAYA
Göğüs Hastalıkları Uzmanı
Edirne Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi

Türkiye Cumhuriyeti olarak 3 Mart 2024 Halifeliğin kaldırılmasının 100. yılını kutluyoruz: “halkın sağlığı ve sağlamlığı” için ne denli yaşamsal olduğunu anmak -m anımsamak istiyoruz.

Tabip Odaları ve Türk Tabipleri Birliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa’ya dayanarak (m.135) çıkarılmış yasayla (6023 s. yasa) kurulmuş kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır ve temel görevi hekimlerin dayanışması yoluyla Halkın Sağlığı ve Sağlamlığı için çaba göstermektir.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığını, her zaman, üzerinde dikkatle durulacak ulusal amaç olarak tanımlamış ve

  • Devlet olma savındaki siyasal kuruluşların EN BİRİNCİ görevi, halkın sağlığı ve sağlamlığıdır.” demekle doğru yola ışık olagelmiştir.

Anımsanmalıdır ki; I. Dünya Paylaşım Savaşı’nda Osmanlı Devleti yenildi ve sömürgeci devletler, yüzyıllardır vatanımız olan Anadolu’yu da elde kalan Trakya’yı da paylaşmak istediler. İngiltere, Fransa ve İtalya ortak olarak İstanbul’u işgal etti. Yunanistan Başbakanı Venizelos, Batı ve Doğu Trakya ile İstanbul’un Yunanistan’a verilmesini istemişti. Ülkenin dört bir yanı işgal edilmiş, halkımızın neredeyse tüm yaşam alanı elinden alınmıştı. Bu yaşamsal tehdit, dört yıla yakın süren Milli Mücadele dönemi ile 9 Eylül 1922’de Büyük Zaferle sonuçlandı. Sömürgeci devletler yenilgiye uğratıldı. Yedi düvelin paylaşım planları yırtılıp atılmıştı.

Askeri utkular (zaferler) büyük bir hızla eğitim, güvenlik, adalet, sağlık, güzel sanatlar, yönetim, kültür.. alanlarında köklü ve kapsamlı düzenlemelerle çağdaş bir ulus ve devlet yolundaki çabalarla taçlandırıldı. Batı’lılar (Garplılar), Atatürk önderliğinde yükselen Türkiye Cumhuriyeti’ne hayranlığını gizleyemiyordu ve kendi ifadeleri ile:

  • 1923-38 arası 15 yılda, Batı’nın yüzlerce yılda yaptıkları başarıldı.”

Ulusun güven içinde yaşatılması, sağlığına özen gösterilmesi ve olanaklar ölçüsünde toplumsal (sosyal) acıların dindirilmesi başlıca görevlerinden idi. Ülkemizin ivedi (acil) doktor gereksinimini karşılamak için, 1920’de hepsi 260 (iki yüz altmış) doktoru olan Türkiye’de, hızla başta hekim olmak üzere sağlık çalışanları yetiştirildi. Bulaşıcı hastalıkların yayılması, destansı özverilerle önlendi.

Kimi bulaşıcı hastalıklara karşı en kesin koruyucu önlem olan aşıların, tümüyle ülkemizde üretimi sağlandı. Üç milyondan çok kişiye yetecek çiçek aşısı Sivas’ta üretildi. Ülkenin yaygın sıtmalı bölgelerine yeterli Kinin dağıtıldı. Frengi hastalığının yok edilmesi için de gerekli olanaklar sağlandı. Yoksulluk, trahom, cüzzam, verem, açlık, ruhsal bozukluklar… gibi sosyal hastalıklar ile de daha etkili ve ayrıntılı, bilimsel akılcılıkla savaşıldı; böylece dünyaya örnek bir “Atatürk’ün Sağlık Devrimi de gerçekleştirilmiş oldu. Hiç abartısız, destansı bir devrimdir uygarlık tarihinde!

Tam bağımsızlık amacındaki Türk Cumhuriyeti Devleti, başta sağlık reformları olmak üzere bu çabaları için gereksindiği gücü TBMM’den almış, ulusal egemenliğin yansımasını bu KURUM’da bulagelmiştir. TBBM Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, Atatürk’e göre “içi boşalmış bir heyula olan” Halifelik Kurumunu 431 sayılı yasayla yürürlükten kaldırmıştır. Çünkü ülkemizin dünyada temsili konusunda iki başlılık görüntüsü veriyordu. Çağdışı ve işlevsiz bir kurum olarak, Devletin varlığı ve ülkenin geleceği açısından tehdide dönüşmüştü. Cumhuriyet, daha dört aylıktı! 3 Mart 1924’te, Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği için yaşamsal önemde üç temel yasa TBMM’de kabul edildi. Cumhuriyetin kurucuları, başta Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları ve TBMM için en büyük ideal, Cumhuriyet’in çağdaş uygarlık düzeyine erişmesi ve aşması idi.

  • 3 Devrim Yasası”, Cumhuriyet’in kuruluş ideallerini ve temellerini pekiştirmiş ve ülkemizi çağdaş uygarlık düzeyine – ötesine taşıyacak temel adımların zeminini oluşturmuştur.

Laiklik Halkın Sağlığı ve Sağlamlığı İçin Neden Gerekli İDİ?
Şu durumda neden GEREKLİdir?
Gelecekte de neden gerekli OLACAKtır?

Bilindiği gibi bir Türk hekimi olan İbni Sina‘nın çalışmaları, Türk-İslam düşünce tarihinde ve tıbbında çok önemli bir yere sahiptir. İbn-i Sina, Orta Çağ modern tıp biliminin kurucusu ve hekimlerin önderi kabul edilir. Tıbbın, bilimin ışığının Doğudan Batıya taşınmasında büyük katkısı olmuştur. Özbekistan doğumludur. O’nun felsefesi ve bilimsel katkıları hem o dönemin hem de günümüz tıp anlayışını derinden etkilemiştir. Batı’da Avicenna olarak anılan İbni Sina; felsefe, tıp, matematik ve metafizik alanlarında 450’den çok makale ve 200’ü aşkın kitap yazmıştır. Kuramsal olarak doğa, matematik ve metafizik alanlarında; uygulamalı olarak siyaset, ekonomi ve ahlak alanlarında insanlık kalıtına (mirasına) büyük katkılarda bulunmuştur. Ancak ne yazık ki, bu çok yönlü yetkin HEKİM’e, Bilim İnsanına, “içgüdüleri ve kendinden kaynaklı (menkul) sözde bilgelik safsataları”ndan başka bir şeyleri olmayan din bezirganlarınca – mollalarca, itibar suikastı (saygınlık saldırısı) yapılmış, canına kıyılmıştır.

Günümüzde Atatürk Devrimlerine ve Cumhuriyet’in temel değerlerine yapılan ve giderek artırılan sistemli bütünsel saldırılardan biri de “laik-bilimsel eğitim“e yapılanlar. Çünkü dogmatik (hurafe ve değişmez – sabit – inançlar temelli) bir eğitim ile dinci ve kindar kuşaklar yetiştirilmek isteniyor. Bunun en net örneklerinden biri Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi bir KURUMu olan İzmir Müftülüğünce ilkokul öğrencilerinin, gerici Menemen ayaklanmasından ve Kubilay’ın başı kesilerek şehit edilmesinden yargılanıp ceza alan (1930) kişinin mezarına götürülmesi, övülmesi olayıdır. İlkokul çocuklarına dek indirilen dinci ideolojik-dayatmacı eğitim Atatürk’ün öğretmenlerimizden istediği “Cumhuriyet; sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.” ilkesi ile kökten çelişki içindedir. Artık yapay zekanın yaşamın parçası olduğu bir çağdayız ve doğal aklın yok edilmesi ve yerine dogmatik robotik bir insan modelinin konması ile hangi halk – millet barışa, huzura (erince), gönence, esenliğe ulaşabilir ki..

  • ÇEDES safsatası ile küçük çocukların ruh sağlığında kalıcı ve ciddi bozulmalar beklenmeli
    ve bu kurgulu saldırı mutlaka engellenmelidir; ulusu çürütme hedefli,
    emperyal bir tasarımdır.
  • Süslü bir isim ile paket edilmiş ÇEDES projesi ile çocuklarımız SÖZDE “(b)ilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı; millî, ahlaki, insanî, manevi ve kültürel değerlere göre” yetiştirilecek, din görevlileri öğrencilere “Değerler Eğitimi” verecektir. Sonuç eğitim bilimlerinden, pedagojik formasyondan bihaber (habersiz), dahası Türkiye Cumhuriyet’imizin kuruluş değerlerine kindar-dindar bir davranış-tutum.
  • Yeterince din dersi öğretmenlerimiz varken din adamlarının örgün eğitimde ne işi var. Hatta bazı yerlerde devlet memuru olmayan vakıf derneklerden din adamlarının..
  • Ya eğitimdeki birlik daha da bozulup her ayrı din, her ayrı mezhep/ tarikat için böyle bir eğitim modeli uygulanırsa ne olacak bu ülkenin geleceği?
  • Unutulmamalıdır ki dünya tarihinde en fazla cinayet sözde din savaşları yüzündendir.
  • Günümüzde yaşanan Gazze savaşının bile temel savı farklı dini inançlar değil midir?
  • Temel eğitimde içeriğin (müfredatın) “dinci” ve sözde “milli” değerler çerçevesinde yeniden oluşturularak bilimsellikten uzaklaştırılması, laik-bilimsel eğitim kurumları yerine anaokullarına dek hemen tüm okulların bir tür İmam-Hatip okullarına dönüştürülmesi dayatması ile yüz yüzeyiz. Bunlar İbni Sina’nın ve Anadolu Aydınlanmacılarının bize bıraktığı aydınlık ve çok değerli kalıtın (mirasın) mollalarca yok edilmeye çalışıldığı karanlık çağları anımsatıyor ne yazıktır ki..

Anımsanmalıdır ki sağlıklı insan hastalanınca iyileşmek ister. İçgüdüye veya safsatalara dayalı yollardan değil sistemli gözlem ve deneye dayanan – bilimsel, denetime açık, onanmış en iyi sağaltımı (tedaviyi) görmek ister. Bu, doğallıkla insancıl bir davranıştır ve görülmektedir ki, en koyu molla – yobaz anlayışlılar bile, hastalandıklarında en çağcıl (modern) hastanelere, Tıp Fakültelerine, Avrupa’da-ABD’de eğitim almış “doktorlara” koşar ve dinine, mezhebine, tarikatına değil, diplomalarına bakarlar.

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’dan devraldığı değişik (farklı) eğitim türlerinin uygulandığı geleneksel eğitim, yaygın olarak mahalle mekteplerinde ve medreselerde veriliyordu. Bir bölümü daha önce ama çoğu 1876 ilk Meşrutiyet sonrası sınırlı sayıda çağdaş okullar (idadi, rüştiye, tıbbiye, mülkiye, harbiye vb.) açılmıştı. 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) Yasası ile tüm bilim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı ve dinci eğitim-öğretime son verildi. Daha önce Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığına bağlı veya özel vakıflarca kurulup yönetilen “medrese ve mektepler” de Milli Eğitim Bakanlığı’na devredildi. Bu Yasa ile zorunlu öğretim birliği ilkesi yaşama geçirildi ve “eğitimde 2’lik” kaldırıldı.

  • Dinci ve Laik eğitimin birlikte varlığı, ülkede yakın gelecekte ciddi çatışma, bölünme vb. kabul edilemez sağkalım (beka) sorunlarına yol açabilecekti; buna hiçbir devlet izin ver(e)mezdi.

Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm temel değerlerine
örgütlü ve dış destekli – kurgulu ve güdümlü bütüncül – kapsamlı
ve çok tehlikeli saldırılarla karşı karşıyayız!

Biz, Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık yoluna gönül veren ve bilimselliği nedeniyle usçu (akılcı) olarak benimseyen Türkiye Cumhuriyeti’nin doktorları olarak, “halkın sağlığı ve sağlamlığı” nın da güvencesi olan laik eğitimin ve laik sağlık hizmetlerinin, bir bütün olarak
seküler toplum – devlet düzeninin hızla sağaltılmasını (tedavi edilmesini), esenlendirilmesini (rehabilite edilmesini) istiyoruz :

  • Nitelikli sağlık hizmetlerine erişim için nüfus cüzdanı yeterli!
  • Tüm vatandaşların, barış ve huzur içinde nitelikli sağlık hizmeti, nitelikli tıp eğitimi, nitelikli eğitim.. özetle SAĞLIKLI YAŞAMA temel haklarıdır!

Özetle toplumsal barış, huzur ve özgürlük için LAİK – SEKÜLER (din ve devlet işlerinin ayrılmış olduğu) düzen tek yol. Herkes inancını vicdanında yaşar. Herhangi bir dinin yetersiz – eski – değişmeyen hükümleri devlet – toplum yaşamı dışında kalır. Batı bu gerçeği 114 yıl süren kanlı mezhep savaşları sonunda (1453, İstanbul’un düşmesi!) gördü ve uyguladı. Rönesans (Yeniden Doğuş!) yaşandı ve dinde reform yapıldı. Bilimsel – sanatsal ilerleme ile dünyaya egemen oldular ama dini ikiyüzlü, şeriatı bölücü, sömürücü politikalara alet yapan toplumlar karanlıkta kalmayı sürdürdü.

Bu tehlikeli ve çirkin oyuna asla gelmemeliyiz!

Laik eğitimi, laik yaşam biçimini benimseyen tüm KURUM, KURULUŞ ve sivil toplum örgütleri ile amaç ve eylem birliği içinde Cumhuriyet’imizin tüm kazanımlarına sahip çıkmaya ve bir bütün olarak laik düzeni, bilimsel-kamusal eğitimi ve sağlık hizmetini savunmayı kararlılıkla sürdüreceğiz.

  • Herkesin bilimsel sağlık hizmetine erişmesini temel hak sayıyoruz.

Türk Tabipleri, Hekimleri, Doktorları olarak Büyük Önder Atatürk’ün gösterdiği bilim ve fen (teknik) yolunda yürüyerek

  • Devlet olma savındaki siyasal kuruluşların EN BİRİNCİ görevi, halkın sağlığı ve sağlamlığıdır.” ilkesi – bilinci ile çalışacağız.

Cumhuriyetimizi daha da ileriye taşıyıp, ulusumuzun hak ettiği çağdaş, gönenç (refah) içinde ve özgür bir ülkede başı dik ve onurlu yaşayacağız. Atatürk’ün buyruğu – öngörüsü net :

  • Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!(sonsuza dek yaşayacaktır)

Kaynakça

Noise Pollution and Health

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School
All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff
General public and Media,

On 07th March 2024, we’ll conduct a 1 hour lecture for Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with a subject of Noise Pollution and Health.

Here is the 37 slides PDF file (2,7 MB) : Noise Pollution and Health

Some important reminders for all                    :

  1. Hearing Damage : Noise pollution drives hearing loss, tinnitus, and hypersensitivity to sound. Protect your ears and advocate for noise reduction.
  2. Cardiovascular Risks : Noise can exacerbate cardiovascular diseases.
    It’s not just about what you see on an ECG; consider the noise around
    your patients.
  3. Sleep Disturbances :  Noise disrupts sleep patterns, affecting overall health.
    Prioritize quiet environments for healing.
  4. Stress and Mental Health : Chronic noise exposure leads to stress, cognitive impairments, and memory deficits. Recognize noise as a mental health factor.
  5. Childhood Development : Chronic noise exposure leads to stress, cognitive impairments, and memory deficits. Recognize noise as a mental health factor.
  6. Low Birth Weight: : Noise during pregnancy correlates with low birth weight. Educate expectant mothers about noise exposure.

The Next Public Health Epidemic : City Noise Pollution!

With respect and love. 07th March 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik X : @profsaltik

Bitmeyen iş cinayetlerimiz…

Bitmeyen iş cinayetlerimiz…

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/ bitmeyen-is-cinayetlerimiz-2180547?utm_source= Anasayfa &utm_campaign=Cumhuriyet&utm_medium=Yazarlar
29 Şubat 2024, Cumhuriyet

“Son olarak” (keşke!?) İliç maden yıkımı (faciası) nedeniyle canımız çok yandı. Kaçınılmaz biçimde gündem oluşturdu. İktidarın ne de çok işine yarıyor, hesabı sorulacağına gündem saptırma için kullanılıyor. Dokuz emekçi, apaçık iş cinayetine kurban verildi. TEK ADAM rejiminin her şeyden sorumlu olması gerekirken (!?) hiç istifa ya da görevden alma yok; politik-bürokratik sorumlu yok!

“İş kazası – meslek hastalığı” çalışma yaşamının temel sorunlarının başında. İşçi sağlığı-güvenliği (İSG) ile ilgili bilimsel önlemlerin yönetsel-hukuksal-kültürel üçgende yetkinlikle alınması gerekli ve olanaklı. Yeraltı maden işletmesi hekimliği dahil birçok işyeri hekimliği yapan, tıp fakültelerinde uzun yıllar bu alanda akademik eğitim-araştırma-projeler yürüten, işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı yetki belgesi (sertifika) programlarında eğitici olarak yıllarca görev üstlenen ve halen bu çabalarını sürdüren bir kişi olarak, kanayan yarayı işlemek istiyoruz. Denebilir ki 50 yıldır bu sürecin içindeyiz.

  • Hastalıklı kapitalizmin kâr hırsı ve maşası iktidarlarla, emekçinin yaşam hakkı çelişmekte!

İş kazası ve meslek hastalığı yasal olarak tanımlı olgular.
2006 tarihli 5510 sayılı “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu” m.13 ve 14 sırasıyla tanım veriyor ve Kuruma (SGK) bildirimi zorunlu. Giderim (tazmin) hukuku bakımından da 2006 tarihli 5510 sayılı yasa, gerekli yasal normlara sahip. 2012 tarihli 6331 sayılı “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu” ise teknik-bilimsel sağlık, güvenlik, yönetim önlemleri odaklı. Md. 8,
“…iş kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesinde ihmali tespit edilen işyeri hekimi veya
iş güvenliği uzmanının yetki belgesi askıya alınır.”
 diyor. Hatta m.13/3, “… Çalışanlar, ciddi ve yakın tehlikenin önlenemez olduğu durumlarda … işyerini veya tehlikeli bölgeyi terk ederek
güvenli yere gider… Bundan dolayı hakları kısıtlanamaz.”
 demekte.

Türk Ceza Yasası ve Borçlar Yasası’nda da bu sorunsala ilişkin doğrudan-dolaylı düzenlemeler var. Mevzuat yeni. Sayısı 200’e varan, 50’den çoğu ülkemizde de benimsenen ILO Sözleşmeleri de ek. Ancak özlenen sonuçlara ulaşmaktan çok uzağız!? İş kazasının, bilimsel yazına (literatüre) göre %98’e varan oranda önlenmesi olanaklı. Meslek hastalıkları içinse bu oran %100! Çünkü nedeni ve yeri belli, işyeri! Ne var ki hâlâ her yıl yarım milyonu aşan, kayda alınabilen “iş kazası ve bini bulmayan meslek hastalığı TÜİK ve SGK verilerinde yer almakta. Dolayısıyla, “bir sorun” (iş kazası!) maliyet-etkin (verimli) önlemlerle denetim altına alınabilecek iken hâlâ çok yüksek düzeyde yaşanıyor, ölümlere ve engelliliğe yol açıyorsa, yeni bir adlandırma kaçınılmaz: İŞ CİNAYETİ!

Meslek hastalıklarında ise ancak buzdağının ucunu görebiliyoruz. Tanı, bildirim, kayıt yok gibi. ILO öngörülerine göre her yıl birkaç yüz bin meslek hastalığı oluşması beklenen ülkemizde, sorunun adı ÖRTÜK-SAKLI SALGIN! Gönüllü uzmanlık kurumu İSİG (İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği) Meclisi raporuna göre, 2023’te her gün “en az” 5 işçi iş cinayetiyle yaşamını yitirdi (toplam 1932). Son on yılda 671 çocuk işçi öldü! 3 Kasım 2002’den beri 21+ yıldır kesintisiz ve tek başına iktidarda olan

  • AKP döneminde toplam “en az” (saptanabilen!) 32.478 emekçi,
    %98’i önlenebilecek iken iş cinayetlerinde kurban verildi!

Bu utancın kabul edilebilir-sürdürülebilir yanı yok!

Resmi veriler çok daha eksik. Tek sorumlu AKP=RTE!

Yukarıda yazdık, mevzuat büyük ölçüde güncellenmiş, yeni, kâğıt üstünde yeterli. Yaptırımları da! Ancak özellikle 2012’de büyük umutlarla kabul edilen “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu” ile de beklenen iyileşme sağlanamadı. ILO Sözleşmeleri iç hukuka çok eksik ve geç aktarıldı, Türkiye birkaç kez ILO’nun kara listesine alındı. Yüz bin iş kazası başına ölüm oranı 6.3 ile
(ILO, 2021) Dünyada 23. sıradayız; bu oran Hindistan’da 117 iken Hollanda’da 0.3, Almanya’da 0.7. “Kader, fıtrat…” masalı sefil ve yüz kızartıcı!

NE YAPMALI                             ???

Öncelikle sorunun, tüm yakıcı boyutlarıyla kamuoyu gündemine taşınması gerek.

Ne var ki AKP TEK ADAM REJİMİ, özellikle Eylül 2021’den bu yana, “Nass” maskeli kurgulu yoksullaşTIRma, dincileştirme, ağır baskıcı politikayla (yargı ve kolluk sopası, işlevsiz TBMM, basın…) toplumu İslami faşizmle siyasal felce-tükenişe sürüklemekte.

Küresel-yerli sermaye ile kahrolası bir neoliberal ortaklıkla tüm karşıtlar (muhalifler)
susturulmak istenmekte.

Yığınlar Allah ile aldatılarak sınıf bilinci gelişmesi özellikle engellenmekte.

Oysa anahtar, özellikle çok ağır sömürülen emekçilerin bu bilinçle politik-sendikal örgütlenmesinde.

31 Mart yerel seçimi yaşamsal fırsat tüm ezilenler!
***
Köşe yazımızın pdf biçimi : Cumhuriyet gzt. köşe yazımız, 29.02.2024


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları