Kategori arşivi: Hekim Saltık

Yoksulluk ve Toplumsal dışlanma..

Atatürk’ün Türkiye’si nasıl böylesine vahşi bir kapitalist ülke oldu? Karşıdevrimle..
Kemal Paşa, “Ayrıcalıksız, sınıfsız kaynaşmış bir kitle olacağız..” diyordu oysa..

İşte AKP’nin ekonomik performansı.. Dışarıdan karşılaştırmalı bakınca çok daha net.
AKP 10 yılında Türkiye, dolar milyarderi üretmede başa güreşti Dünya ölçeğinde..

Lanetli denklemdimizdir : 1 Dolar milyarderi = 1 milyon yoksul!
Menderes başlattı :
Her mahallede 1 milyoner yaratacağız.. = Her mahalleye 1 milyoner, kalanı yoksul..

Yoksulluk ve Toplumsal dışlanma..

Yoksulluk değil; YOKSULLAŞTIRMA.. Temel nedeni Kapitalist sömürü.. KüreselleşTİRme = Yeni Emperyalizm yoksullaşTIRma işlevli sanki.. Çok yazık..

2020’de AB’de Yoksulluk ve toplumsal dışlanma riski altında bulunan insan sayısının 20 milyonun altına indirileceği hedeflenmektedir. 2010’da yoksulluk ve toplumsal dışlanma riski altında bulunan insan sayısı AB27’de 115, 8 milyon (% 23.5) kişi, AB-16’da  70 milyon (% 21.6) kişi olduğu bildirilmektedir. Türkiye’de yoksulluk ve toplumsal dışlanma riski altında bulunan insan sayısının 2006’da 48,9 milyon kişi (%72.4) olarak verilmektedir. Nüfusun 4’te 3’ü! http://ec.europa.eu/europe2020/reaching-the-goals/targets/index_en.htm) (Erişim: 9.9.12)

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 9.9.12 (Tatil için)

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Cam damacanalar..

Cam Damacana sağlıklı ve güvenilirdir, petlere yeğlenmelidir.. (Dr.Ahmet Saltık)

Dostlar,

Bu sitede şebeke suyu, su hijyeni ve güvenliği, damacana sular, İSKİ ve ASKİ’nin skandalları, dönen arkaplan oyunlar.. hk. epey yazı yazdık (bkz. site arşivi).

Şebeke suyuna ek olarak damacana sular kullanılacaksa, “cam damacana” önerdik.

En azından;

– PET ile gelen suyun cam damacanaya aktarılmasını
– Mikrobiyel kirlenme riskinin yüksekliği nedeniyle pompa düzeneği kullanılmamasını
(basit bir salıncaklı düzenekle damacana eğilerek su alınmasını..)
– Suyun güneş görmeyen serin yerde saklanmasını.. önermiştik.

Anadolu Cam Sanayi de konuyla ilgilenmiş ve aşağıdaki yazıyı basınla paylaşmış, bizim e-iletimize de
özellikle yollamştır. İçeriğine katıldığımız bu yazıyı paylaşalım istiyoruz.

AMA;

Kamudan

– Sağlıklı, güvenilir-hijyenik
– Sürekli – kesintisiz
– Uygun fiyatlı (yoksullara gerekirse sübvansiyonlu)
– Tüm verileri saydamlıkla kamuoyu ile paylaşılan
– Şebeke kaynaklı “içme-kullanma” suyu sağlanması istemimizden asla vazgeçmeden;

Bu konuda kamu yetkesinin (otoritesinin) yapacağı hataların hukukumuzda “kusursuz sorumluluk” bağlamında olduğunu akıldan çıkarmadan..

Suyu çok ama çok tasarruflu kullanarak, her aileye 1 çocuk ile yetinerek, su kaynaklarımızla ilgili ulusal sağlık planları yaparak.. Küresel ısınmayı, kuraklığı unutmadan, tarımda akıllı sulama ile..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 9.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
==================================================================

Cumhuriyet Bilim Teknik 07.09.2012

İlginç SORULAR

Cam damacanalar

Soru: Su damacanalarının plastik yerine cam olması sağlık yönünden daha mı iyi?

Yanıt: Kaynak: Anadolu Cam Sanayi A.Ş. 1327. sayıdaki “Ambalajlı Sular Ne Kadar Güvenilir?”
başlıklı yazıyı yanıtlıyor:

Cam ambalajla içeriği ne olursa olsun herhangi bir plastik ambalajın sağlık açısından karşılaştırılması,
her iki malzemenin doğasında bulunan hammadde ve katkı maddeleri gereği mümkün değildir. %100 geri dönüşebilen çevre dostu cam, yapısı bakımından da insan sağlığı açısından tartışma yaratacak maddeler içermeyen bir üründür. Çeşitli sektörler için üretilen cam ambalajlar, yüzlerce derecelik sıcaklıkla sterilizasyona
tabi tutulabilirken, cam damacanaların yüksek sıcaklıkta yıkanamayacağı savı gerçeği yansıtmamaktadır.

Kaldı ki; gıda sanayisinde meyve suyu, ketçap, salça gibi sıcak dolum gerektiren ürünlerin yanı sıra, meyve suyu, turşu, süt, bira gibi pastörizasyon gerektiren ürünler, cam ambalajdaki sebze, et-balık konserveleri ve ecza sektöründe kullanılan cam ambalajlar gibi sterilizasyon gerektiren ürünler 300 derecelere ulaşan sıcaklıklarda son derece güvenli bir biçimde kullanılmaktadır.

Su sektöründe kullanılan geri dönüşlü cam veya PET ambalajlar için ise çok yüksek sıcaklıklarla gerçekleştirilen “sterilizasyon” söz konusu değildir. Bu tesislerdeki yıkama işlemi, durulama, alkali su ile yıkama, tekrar durulama, dezenfeksiyon ve ardından yine durulama şeklinde sıralanmaktadır.

Yıkama işlemi ise Sağlık Bakanlığı yönetmeliklerine uygun olarak, damacanaların 55 derece ve üstü sıcaklığa tabii tutularak yıkanmasıyla yapılmaktadır. Farklı sektörlerde yüzlerce derecelik ısıya tabi tutularak sterilizasyona tabi tutulan cam ambalajın 55 derecede hasar göreceği savı gerçekçi değildir.

Yalnızca, doğa ve çevre dostu bir ürün olan camda da ürünün yapısı gereği dikkat edilmesi gereken husus, damacananın maruz kalacağı “ani sıcaklık farkıdır”. Çatlama yaşanmaması için yıkama işleminin yapıldığı ortamla damacananın yıkandığı su arasındaki ısı farkının 42 dereceyi geçmemesi gerekmektedir. Yani cam damacananın 55 derecelik sıcaklıkta yıkama işlemi için ortam sıcaklığının 13 derece olması yeterlidir.
Böyle bir ortamda yapılan 55 derece ve üzeri yıkama işlemlerinde cam damacanalarda hiçbir çatlama sorunu yaşanmayacaktır.

Damacana suyu, cam şişe veya testi gibi kaplara aktarılmalı mıdır?

İyi bir yıkama ve dezenfeksiyon sistemi olan dolum tesislerinde su otomatik olarak doldurulduktan sonra sızdırmaz şekilde kapatılır ve bu noktadan sonra dış ortamdan herhangi bir mikrobiyolojik bulaş beklenmez. Ancak, plastik ambalajlarda bulunan sularda sıcaklık değişimleri ve bu sıcaklığa maruz kaldıkları sürelere bağlı olarak gerek gaz gerekse su buharı geçirgenlikleri meydana gelebilir.

Ayrıca, plastik ambalajlarda kullanılan malzemenin kendisinden muhafaza ettiği ürüne kimyasal madde geçişi olabilmektedir. Bu oranlar, ulusal ve uluslararası yasal düzenlemelerle denetim altında tutulmaktadır.

Bu açıdan bakıldığında, tüketim süresi içinde suyun temiz bir cam kapta muhafaza edilmesi önerilebilir.

Cam şişe sağlıklı mıdır?

Sağlıklı ambalaja öncelikle tanım getirmek gerekmektedir. Sağlıklı ambalaj, hiçbir biçimde muhafaza ettiği ürünle tepkimeye girmemelidir. Dış ortamdan mikroorganizma, koku, gaz, su buharı geçirmemeli yani gözenekli olmamalıdır. Bu koşulları sağlayan ambalaj malzemesi sağlıklıdır. Cam ambalajlar tüm bu özelliklere sahiptir.

Pek çok sektörde olduğu gibi, su sektöründe de kullanılan çevre dostu cam damacanalar en sağlıklı ambalaj malzemelerindendir.

Hijyen girmeyen eve kanser giriyor

Hijyen girmeyen eve kanser giriyor

Biri onkolog, diğeri çene cerrahı. Baba/oğul ikisi de doktor, ikisi de Gökhan Töre!
Çene cerrahı olan oğul Töre:

“Diş fırçalamayan bir toplumuz. Ağız hijyeni eksikse, ağız boşluğu kanserleri riski artar”; baba Töre ise “Türkiye’de kullanılan yıllık tuvalet kâğıdı kişi başına iki rulo, yani ülkenin % 80’i tuvalet kâğıdı kullanmıyor. Bırakın diş fırçalamayı, adam önce poposunu yıkamıyor.” diyor.

Prof. Dr. G. Gökhan Töre, “Radyasyon Onkolojisi” alanında Türkiye’nin en iyi beş doktorundan biri. Eğitimine, kadın hastalıkları ve doğum ihtisasıyla başlamış,
radyasyon onkolojisi uzmanlığı ile devam etmiş. Çapa Tıp Fakültesi’nde jinekolojik onkoloji ve brakiterapi dallarının gelişiminin öncülerinden. Hukukçu ve sanatçı bir aileden geliyor. Bedri Rahmi Eyüboğlu, büyük dayısı. İstanbul hanımefendisi bir kadınla evli, Nihal Töre. O da kanser hastalarının tedavisiyle ilgilenmiş; uzun yıllar onkoloji merkezi yöneticiliği yapmış. Bir oğulları var, Gökhan Töre. Ağız, diş, çene cerrahı ve implant uzmanı. Fulya Acıbadem Hastanesi’nde çene cerrahı olarak çalışıyor.

Merhum Sakıp Sabancı’dan, İbrahim Tatlıses’e uzanan hasta yelpazesinden dolayı ünü, kulaktan kulağa yayılmış. Yüksek lisans tezi, ağız kanserleri üzerine.

Baba/oğul Töreler: “Sigara, alkol, genetik ve yaş faktörlerinin yanında hijyen,
kanserde unutulan önemli bir unsurdur.” diyor!

– Kanserin oluşumunu tetikleyen faktörler var, ama sebebi bilinmiyor, değil mi?

Baba G. Töre:

Dünya üzerinde en fazla ölüme sebep olan hastalıklar kalp ve damar hastalıklarıdır.

Kazaları ve afetleri saymazsak “kanser”, toplum sağlığını tehdit eden hastalıkların başında gelmektedir.

Ancak sebebini bilmiyoruz.

Şimdiye kadar açıklanan sebeplerin hiçbiri bilimsel esasa dayanmıyor.

Kanserin oluşmasını tetikleyen etmenler var, en başta da sigara.

Sigara, akciğer kanseri oluşumu riskini artırır. Çevresel koşullar da önemli tabii. Örneğin kentlerde yaşayan kadınlarda meme kanseri, kırsalda yaşanlardaysa cilt kanseri daha çok görülür.

Sonra besin faktörü var. Besin kalitesi bozulduğu için besinleri bir yığın kimyasallarla birlikte tüketiyoruz. Ancak tüm bunlar kanserin oluşum riskini artıran faktörlerdir. “Bunlar kanser yapıyor” diyemeyiz. Açıklamaların hepsi birer tahminden ibarettir.

Genetik faktörlere gelince; meme, yumurtalık ya da kolon kanserlerinin ailede görülmüş olması yalnızca riski artırır.

– Yaş föktörü de etken değil midir?

Baba G. Töre: Yaş ilerledikçe oluşan kanser tipleri var, örneğin prostat ya da rahim kanseri. Rahim kanseri iki türlüdür: Rahim ağzında ve gövdesinde oluşan. Birincisi genç kadınlarda görünür, sık partner değiştirenlerde mesela. Diğer tür ise menopozdan sonra olur. Ancak 22 yaşında meme kanseri olan genç kadınlar da var. Kısacası genel olarak kanser türleri için kesin bir tanım getiremeyiz.

– Bir röportajınızda “Türkiye’de kullanılan yıllık tuvalet kâğıdı kişi başına 2 rulo. Yani ülkenin % 80’i tuvalet kağıdı kullanmıyor. Bırakın diş fırçalamayı, adam önce poposunu yıkamıyor..” diyorsunuz. Hijyenin kanserle bağlantısı nedir?

Baba G. Töre: Düşük hijyen olan ülkelerde birtakım kanser türleri çok görülür.
Örneğin sünnetsiz toplumlarda penis kanseri çok görülür. Kadınlarda da pislikten
rahim ağzı kanseri olur. Ağız hijyeni olmayan insanlarda da ağız kanserleri
daha sık görülür.

Oğul G. Töre: Kötü yapılmış protezler, dolgular, travma oluşturduğu için kansere
yol açar. Tütün ya da sigara dumanı dudak kanserini tetikler, alkolle birleşirse
risk artar. İnsanlar diş hekimlerine gidiyor, ama ağız boşluğu muayenesi yaptırmıyor. Çürük dişten öte, dil, diş, damak her şeye bakılmalı.

– Kanser tedavinde gelinen son nokta nedir?

Baba G. Töre: Kanserde üç ana tedavi yöntemi var; cerrahi, ışın ve ilaç tedavisi.
İlaç tedavilerinde yenilik, hedefe yönelik tedavilerin uygulanıyor olmasıdır.
Yani klasik kanser ilaçlarında, kanser hücreleri ölürken, normal hücreler de
zarar görüyordu. Yeni üretilen ilaçlarda bu yan etkiler mümkün olduğu kadar azalıyor. Hâlâ ideal noktada değiliz, ama umutluyuz.

Oğul G. Töre: Yıllık ağız muayenesi, dişeti bakımı, çürüklerin tedavisi, uygun protez ve dişsiz bölgelere implantların yapılması çok önemlidir. Ağız kanserleri ileri yaşlarda daha sık görülüyor. Çünkü insanlar dişlerini fırçalamıyor. Kanseri ne kadar erken yakalarsak o kadar önemli. Tedavi kısmına gelirsek biz cerrahi olarak müdahale ediyoruz. Çene, dil, dudak; kanser neredeyse o bölgeyi alıyoruz. Sonra plastik cerrahi o bölgeyi yeniden yapıyor. Bu sıkıntılı bir süreç, çünkü hasta en iyi hale gelene dek kezlerce ameliyat olabiliyor. (Cumhuriyet PAZAR Dergi 02.09.2012)

1 Eylül 2012 Dünya Barış Günü Çağrısı

Dostlar,

İnsanlığın bilebildiğimiz tarihte gördüğü en büyük savaş

2. Dünya Paylaşma Savaşı idi.. (1939-45; 6 yıl!)

İlki de çok ağır bir tablo bırakmıştı (1914-18; 4 yıl)..

20 milyon dolayında ölüm.. Ve parçalanan Osmanlı Devleti..

Ancak emperyalizmin dünyayı paylaşma hesapları tamamlan(a)madığından,
hiç tamamlanmayacağından;

Milletler Cemiyeti hiç etkili olamadı ve topu topu 21 yıl sonra emperyalizm
yeniden savaş kıyametini koparttı.

1945 Ağustos’unda da (6 ve 9) Japonya’ya, teslim olduğu halde,
tersini ileri sürerek, ABD 2 atom bombası attı.
Yeni geliştirdiği korkunç silahı hem denedi hem SSCB başta dünyaya gözdağı verdi
ve İngiltere’den dünya jandarmalığını devralışını iğrenç biçimde ilan etti.

Hiroşima ve Nagazaki vahşetini sitemizde size daha önce hem metin
hem de çok varsıl power point (pdf) dosyası olarak sunmuştuk.

1 Eylül, 2. Dünya Paylaşım Savaşı’nın bitimi anısına
DÜNYA BARIŞ GÜNÜ olarak kutlanıyor.

Büyük Atatürk, bu kabulden çok yıllar öncesinde

“YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ..” demişti.

Ankara’da olsaydım bu etkinliğe katılacaktım..

Emek verenler sağolsunlar..
Başta, üyesi ve geçen dönem 2. Başkanı olduğum NÜSED.. ve yeni başkan “Özen Abla”!

(NÜSED : Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği;
IPPNW Türkiye..)

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 28.8.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Şebeke suyu daha temiz!

(Değerli Demirkol hoca, tıbbiyeden arkadaşımız; O 1980, biz 1977 mezunuyuz..)

Şebeke suyu daha temiz!

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Demirkol, şebeke sularının daha sağlıklı olduğunu savundu.

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Demirkol, ülkemizde damacana suları ile ilgili büyük bir yönetmelik eksikliğinin olduğunu söyledi. Şebeke sularının daha sağlıklı olduğunu savunan Demirkol,

“İstanbul, Antalya gibi illerde yaşıyorsanız, apartmanda depo yoksa musluk suyu içebilirsiniz. Önemli olan eve kadar temiz gelen suyun binada kirlenmesi.
Binadaki depolar sık sık temizlenmeli, plastik olan depolar da bir an önce sökülmeli
ve depoların çelikten olmasına özen gösterilmelidir.”

“Ben, evimde musluktan su içiyorum.” dedi.

Bir türlü bitmek bilmeyen su tartışmalarında, son olarak bazı bilim insanlarının

“Şebeke suyu daha temiz. Evimizde musluktan su içiyoruz” yönündeki açıklamaları,

su tartışmalarının gündemdeki yerini korumasına neden oluyor. Şebeke suyunun temiz olduğunu savunanlar arasında yer alan Prof. Demirkol, İstanbul’da İSKİ’nin her ay
bütün istasyonlarındaki ve 350 ayrı noktadan aldığı su numunelerini analiz ettiğini, yurttaşların da bu analiz sonuçlarını İSKİ’nin internet sitesinden görebileceğini söyledi.

Evinde musluktan su içtiğini belirten Demirkol, ambalajlı su içilmesi durumunda ise
cam şişedeki suların tercih edilmesi gerektiğini vurguladı. Lokantaya gittiğinde
cam olmayan şişede su getirilmesi halinde bunu kabul etmediğini ifade eden Demirkol;

“Cam şişede su yoksa, lokantanın şebeke suyunu talep ediyorum. Toplumun da bu şekilde davranması, plastik suların yerini zamanla cam suların almasına neden olur.
Çoğalırsak bunu başarabiliriz.” dedi.

Yönetmelik eksikliği var

Damacana sularının dolum sırasında analiz edildiğini ancak suyun doldurulduğu kabın sağlıklı olup olmadığına bakılmadığının altını çizen Demirkol,

“Suyun doldurulduğu kabın kirli mi, kanserojen bir kap mı olduğu, sağlık açısından
uygun olup olmadığı bilinmiyor. Böyle bir zorunluluk ne yazık ki yok, büyük bir yönetmelik eksikliği var.” diye konuştu.

Demirkol, ABD’de yapılan araştırmalarda şişelenmiş suyun şebeke sularından daha mikroplu çıktığını, iyi temizlense bile plastik kaplarda bazı bakterilerin yıkamayla gitmediğini, kezlerce kullanılan damacanaların bu nedenle cama göre daha riski olduğunu kaydetti.

19 litrelik büyük su bidonlarının hammaddesinin Bisfenol A (BPA) olduğunu anımsatan
Prof. Demirkol, BPA’nın östrojen hormonunu taklit ederek kadında meme; erkekte prostat kanserine neden olabildiğini, ayrıca üreme hormonu ve endokrin sistem üzerinde de olumsuzlukların bulunduğunu kaydetti. (Cumhuriyet, 27 Ağustos 2012)

============================================

Dostlar,

Konuya ilişkin görüşlerimizi sitemizde biz de pek çok dosyada paylaştık.
2 noktayı yineleyelim :

– Damacana sularında pompalar ciddi risk (mirobiyal kirlilik) kaynağı, kullanmayınız..
– Su sebillerini haftada 1 kez 1/10 çamaşır suyu ile iyice temizleyiniz, durulayınız.
– Petlerde değil cam kaplarda tutunuz suları..
– Cam ya da pet.. sular güneş görmesin, serin yerde tutunuz..
– GÜVENLİ-YETERLİ-SÜREKLİ-UYGUN BEDELLİ ŞEBEKE İÇME-KULLANMA SUYUNUN SİZİN HAKKINIZ,
KAMUNUN DA GÖREVİ OLDUĞUNU UNUTMAYINIZ VE BUNU ÖRGÜTLÜ OLARAK İSTEYİNİZ..

Ben Ankara’da yaşıyorum ve şebeke suyunu renk, görünüm, tad..
bakımından değerlendirerek içiyorum.

Elbette, 5 duyuya dayalı bu işlemimin (organoleptik muayene) yeterli olmadığının bir sağlık profesyoneli olarak fazlasıyla bilincindeyim.

Şebeke suyu içmek ve ASKİ’ye güvenmek istiyorum.

Dürüsüt ve saydam olmalarını istiyorum. ASKİ ve Sağlık Bakanlığı’nın,
asla hiçbir perdeleme yapmadan suyla ilgili tüm verileri halkla gerçek zamanlı olarak paylaşmalarını diliyorum. Ancak böylelikle şebeke suyuna kurumsal güven oluşur, sürer.

ASKİ’ye, Sağlık Bakanlığı’na, Çevre ve Orman Bakanlığı’na,
Danışmanlık hizmeti gereksinimi duyarlarsa bunu da seve seve vereceğimi belirtiyorum.

Sevgi ve saygı ile.
27.8.12, Tekirdağ

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Ambalajlı sular ne kadar güvenilir?

Cumhuriyet Bilim Teknik 24.08.2012
ilginç SORULAR

Ambalajlı sular ne kadar güvenilir?

Soru: Ambalajlı suların cam damacanada mı yoksa polikarbonat damacanalarda mı saklanması sağlık yönünden daha uygundur?

Yanıt: Ankara Üniversitesi Gıda Güvenliği Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Nevzat Artık

Damacanalar dönüşümlü ambalajlardır. Her dolumdan önce tam otomasyon sistemlerle yıkanması ve sterilizasyon işlemine tabi tutulması gerekir. Yıkama işleminin ise işin tekniği açısından ve Sağlık Bakanlığı Yönetmelikleri’ne uygun olarak minimum 55 °C ve üstü bir sıcaklıkta gerçekleştirilmesi gerekir. Cam ambalajı bu ısıda yıkamak teknik açıdan mümkün olmaz. Çünkü Cam ambalaj bu sıcaklıkta çatlar ve kırılır.
Ayrıca camın ağır oluşu lojistik açıdan büyük zorluklara neden olur.
Bu nedenlerle damacanalarda polikarbonat ambalajlar kullanılıyor.

Polikarbonat damacana ambalajlar dolum işleminden önce bir dış yıkama ünitesinden, dört ayrı iç yıkama ünitesinden geçer. Bu iç yıkama ünitelerinde deterjanlı, sıcak ve dezenfektanlı suyla yıkanır. Ayrıca durulama işleminin güvenilirliğini sağlamak için sürekli deterjan ve dezenfektan kalıntı analizi yapılır. Yani üretilen damacana ambalajlar, deterjan ve dezenfektandan tamamen arındırılır.

DAMACANALARIN ALTINDAKİ NUMARALAR

Günlük yaşantımızda tükettiğimiz yiyecek ve içeceklerin muhafaza edilmesinde sıkça kullanılan plastik ambalajlar üretim esnasında birden yediye (1-7) kadar numaralandırılır. Bu numaralar genellikle şişelerin tabanında üçgen şeklindeki geri dönüşüm ambleminin içine yazılır. Özellikle plastik şişelerin altında bulunan bu numaralar aslında o ambalajın ne tür bir hammadde kullanılarak yapıldığını gösterir. Ülkemizde, damacanalarda genellikle bu numara 7’dir. Zira, 1-6 arası malzemeler polietilen (PET), polyester (PS), PVC, gibi hammadde içeriğini temsil eden numaralar verilir. 7 numarası “Diğer” grubunu oluşturur. Bu diğer grubunda bulunanların
biri de, “polikarbonat”tır (PC).

ŞEBEKE SUYU İÇİLEBİLİR Mİ?

Ambalajlı sular, yönetmelik gereği ilk çıktığı haliyle temiz ve sağlıklı olmak zorundadır. İlave bir işleme gerek kalmaksızın su doğrudan kaynağından içilebilir. Suyun temizliği yeryüzüne ilk çıkış noktasından tam otomatik makinelerde şişeye dolumuna ve kapatılmasına kadar çok sıkı kontrol altındadır. Diğer taraftan genel olarak suyun çeşmeye kadar olan yolculuğu farklıdır. Çeşme suyunda, su kaynakları dereler şeklinde yüzey sularına dönüşür ve bu sular yüzeyden bulasan her türlü kirletici unsurları da (zirai ve tarım ilaç kalıntıları, ağır metaller, parazit, mikrop ve virüsler) taşıyarak, toplanma havzalarına ya da barajlara gelir. Bu şekilde toplanmış sular, çeşitli filtreleme, klorlama ve dezenfeksiyon işlemlerinden geçirildikten sonra su şebeke boruları vasıtasıyla konutlara pompalanır.

Bu proseslerde kullanılan klor gibi dezenfektanlar sağlık açısından uzun erimde kanserojen riskler taşır. Ayrıca gerek binaya ulaşan dış şebeke borularında, gerekse bina içindeki iç şebeke borularında ve bina içi su depolarında var olabilecek her türlü yabancı madde, pas, toprak, parazit, mikrop ve virüsler gibi unsurlar da çeşme suyu içinde son tüketiciye ulaşabilir. Genelde çeşme suları, içerdikleri klor gibi dezenfektanların etkisiyle rahatsız edici bir koku ve lezzete sahiptir.

====================================================

Dostlar,

Bu sitede 19.8.12 günü yayımladığımız

TÜRKİYE’nin GIDA ve SU GÜVENLİĞİ SORUNU

başlıklı yazımıza ve bizim de katkı verdiğimiz yine bu sitede 3.8.12 günü yayımlanan

Ankara Tabip Odası’ndan (ATO) Su Hakkında Basın Açıklaması..

ve yine ATO ürünü “25 Soruda Su” başlıklı metinlere de bakılmasını rica ediyoruz..
Bu arada ATO, yeni ve kapsamlı bir su raporu daha hazırlamaktadır..
ATO web sitesini (www.ato.org.tr ve bizim sitemizi) izlemenizi öneririz.

Gereksiz yineleme olmasın ama;

Kamunun, Anayasanın 56. maddesi bağlamında toplumun sağlığından sorumluluğu tartışma dışıdır ve ceza hukukumuzada kusursuz sorumlululuk çerçevesinde düzenlenmiştir.
Buna göre belediyelerin (ve merkezi yönetimin) yöre halkına

– hijyenik-güvenli
– sürekli, makul fiyatlı
– şebekeden içme-kullanam suyu sağlamaları vazgeçilemeyecek asal görevleridir.

Bu görev önceliklidir hem kritik hem de stratejiktir.

Şebeke suyu bu nitelikleri taşımadığında alınabilecek bireysel önlemler çok sınırlıdır. Kamuoyunun yaptırım gücünü bu doğrultuda yerel yönetimlere baskı yapmak için kulllanması beklenir. Bunlara ek olarak da;

– Damacana sularında pompa kullanılmamalıdır.
– Damacana su güneş görmeyen serin ortamda tutulmalıdır.
– Damacana su olanaklı ise cam kaplara aktarılmalıdır.
– Su sebilleri haftada 1 etkili biçimde temizlenmelidir
(1/10 sulandırılmış çamaşır suyu bu amaçla kullanılabilir..)

Yineyeleyim sorunun çözümü bireysel değil kollektiftir.
Bu arada su tasarrufu vazgeçilmezdir.
Hindistan ve ABD’de yaşanan kuraklık çok can sıkıcıdır.
Dünya hububat (başta buğday, mısır, pirinç..) fiyatlarında artış nedeni olabilir.
Ve tüm dünya NÜFUS PLANLAMASINA gitmelidir..

HER AİLEYE 1 ÇOCUK!

Sevgi ve saygı ile.
27.8.12, Tekirdağ

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Kahve İyidir…

Doç. Dr. Mustafa Çetiner

Bilim Teknik 24.08.2012

GÜNCEL TIP

Mustafa Çetiner

cetiner.m@superonline.com
www.mustafacetiner.com

Benim gibi kahve tiryakisi birine New England Journal of Medicine’da yayımlanan makale çok iyi geldi. Günde 2-3 fincan kahve, ortalama 13 yıllık takipte ölüm riskini erkeklerde %10, kadınlarda %13 azaltıyor. Daha ne isteyebilirim?

Kahve İyidir…

Kahve denince insanın aklına keyif geliyor… Kahve sadece bir tat değil, aynı zamanda sohbet, dostluk, arkadaşlık demek…

Ama ne yazık ki, her keyifli şey gibi sağlığa zararlı olarak algılandı hep. Hatta kahvenin pankreas kanserine neden olduğu bile ileri sürüldü. Yapılan bazı çalışmalar, pankreas kanseri sıklığı ile kahve kullanımı arasında paralellik olduğunu istatistiksel olarak gösterdi ve kahve uzun yıllar pankreas kanserine neden olan bir içecek olarak anıldı.

Saptamanın yanlışlığı ancak yakın zamanlarda anlaşılabildi. Kahve tiryakilerinin iyi birer sigara içicisi ve sigaranın pankreas kanseri sebeplerinden biri olması kahveyle ilgili bu yanlış inanışın nedeniydi.

Ne demiş Mark Twain? “Üç tür yalan vardır. Pembe yalanlar, kuyruklu yalanlar ve istatistik…”

Çok hoş ama bu önerme doğru değil tabii, istatistik masumdur hep. Doğru istatistik model kullandığınızda “yanıltan” istatistik değil, onun yorumudur. Gerçekte istatistik, bilimin ve aklın en büyük yardımcısıdır.

Geçtiğimiz günlerde dünyanın en saygın tıp dergilerinden biri olan New England Journal of Medicine’da çok önemli bir makale yayımlandı. Çalışma, yaşları 50-71 arasında değişen 229.119 erkek ve 173.141 kadın denek içeriyordu ve 1995-2008 yılları arasında gerçekleştirilmişti. Sonuç şaşırtıcıydı.

“Günde 2-3 fincan kahve içen erkeklerde, içmeyenlere göre ölüm riski %10, kadınlarda ise %13 azalıyordu”.

Bu bulgular, kahvenin üzerindeki kara bulutları dağıtmaya yeter mi, bilinmez. Nitekim birçok başka klinik veri, kahve kullanımının damar sertliği için risk olan düşük ağırlıklı kan yağlarını (low density lipoprotein) yükselttiğini, kan basıncında geçici de olsa bir artışa neden olduğunu ve kalp hastalığı için risk taşıdığını gösteriyor.

Ancak bu ilişkilerde tıpkı pankreas kanserinde olduğu gibi sigaranın ne kadar parmağı var, net belli değil.

“New England Journal of Medicine” dergisinde yayımlanan çalışma sonuçları sigara ve kahve ilişkisine de bir yanıt veriyor.

Çalışma, sigara ile beraber kahve içenlerde ölüm oranının yüksek olduğunu ortaya koyuyor. Yani kahvenin yaşamı uzatması için tütün kullanılmaması kesin gerekiyor.

Bir diğer önemli nokta da günde içilen kahve miktarı…

Eğer fincan sayısı artıyorsa denge tersine dönüyor ve risk hiç kahve içmeyenlere göre artıyor.

Çalışma, ölüm riskinin günde 6 fincan ve daha fazla sayıda kahve içen erkeklerde içmeyenlere göre %10, kadınlarda ise %15 daha fazla olduğunu gösteriyor.

Çalışma sonucunda ulaşılan bir diğer önemli sonuç ise kahvenin kanserden ölüm riski üzerine etki etmiyor olması…

Yani kahve kanser riskinden korumuyor. Doğru yorumlar için yeni verilere ve çalışmalara gereksinim olduğu çok açık.

Ama benim kendi hesabıma öğrendiğim; sigara içmeyenler için günde 2-3 fincan kahve iyidir. Buna çok sevindim, dedim ya, kahve benim için dostluktur, sohbettir, keyiftir. Hatta biraz daha fazlası, aynı zamanda bir dostun da adıdır.

Prof Dr Hamdi Akan…

Gerçek bir bilim insanı, iyi bir dost ve tanıdığım en iyi kahve sever… Eğer bir kahve tiryakisiyseniz, bir gün benim bayram günü yaptığımı yapın. Kendinize bir fincan kahve hazırlayın, elinize sevgili Hamdi ağabeyin “Kahve ve Sağlık” isimli kitabını alın, okumanın ve kahvenin zevkini çıkarın. Eğer kucağınızda bilgisayarınız ile yaşayan biriyseniz www.kahve.gen.tr adresine de girebilirsiniz.

Hamdi Akan’ın yazdıklarını okudukça içtiğiniz kahveyi daha iyi tanıyacak, içmekten daha büyük bir keyif alacaksınız, emin olun…

1 fincan kahvenin 40 yıl hatırı varmış..
Nostalji mi olfu acaba ??

SİZE KİM “DUR!” DERSE DURURSUNUZ ??

Dostlar,

Aşağıda, yürek yakan, kamu malını vicdansızca talan ederek sermayeye peş keş çeken bir Sağlık Bakanlığı klasiğine karşı verilen savaşımın çoook hazin öyküsü
ya da belgeseli var.. Bu savaşımı büyük özveri ve yetkinlikle yürüten TTB-Türk Tabipleri Birliği’ndeki meslektaşlarımıza ve dayanışma içinde olan ATO-Ankara Tabip Odasına (biz de üyesiyiz..) şükran borçluyuz..

Yüksek Yargı kararları apaçık hiçe sayılmakta,
Türkiye fiilen talan edilmektedir AKP iktidarında..

Bu zalim AKP mezatı, nasıl ve ne zaman, kim tarafından durdurulacaktır?

Vicdanlarımız isyandadır.

ATO yönetimindeki meslektaşlarımızın sorusu
ürperticidir :

SİZE KİM “DUR!” DERSE DURURSUNUZ ??

Biz de bu soruyu yüksek sesle ve kezlerce yineleyerek tarih önünde buradan soruyoruz, hukuk istiyoruz..

Devlet Başkanı ne güne durur orada?

Danıştay Başkanı bir uyarı yapmaz mı hatta kıyameti koparmaz mı kararları yerine getirilmeyince?

Barolar Birliği neden sesini yükseltmez ??

ATO’nun, virgülüne dek katıldığımız basın açıklamasını kamuoyuna bir de biz sunuyoruz..

Sevgi, saygı ve derin kaygı ile.
25.8.12, Tekirdağ

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

SİZE KİM “DUR!” DERSE DURURSUNUZ ??

Değerli Meslektaşımız,

Bilindiği gibi, TTB’nin açtığı davayla Danıştay, Ankara Etlik ve Bilkent ile Elazığ’da
kamu-özel ortaklığı hastane kampüsü ihalelerinin yürütmesini durdurmuştu.

Ankara Tabip Odası olarak 10 Ağustos 2012’de gerçekleştirdiğimiz bir basın toplantısıyla,
mahkeme kararının yerine getirilmesi ve Etlik İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin kapanmasına da neden olan sürecin geri döndürülerek kamu zararının bir an önce sona erdirilmesi çağrısında bulunmuş, sorunlu noktaları tek tek sıralamıştık.
Sağlık Bakanlığı’nın bu açıklamaya verdiği yanıt, açıklamada sıralamış olduğumuz hususları aydınlatmaktan uzaktır.

Varolan yürütmeyi durdurma kararının gereğinin yerine getirilmemesi, her geçen gün
kamu zararının büyümesine yol açmaktadır. Ankara Tabip Odası tarafından
18 Ağustos 2012’de yapılan bir basın açıklamasıyla Bakanlık, bir kez daha göreve
davet edilmiştir. Bu basın açıklamasının tam metnini aşağıda okuyabilirsiniz.

Saygılarımızla. 22.8.12
Ankara Tabip Odası

ANKARA TABİP ODASI BASIN AÇIKLAMASI
18 Ağustos 2012

Size Kim ‘Dur’ Derse Durursunuz?

İktidarın kamu-özel ortaklığı adı altında, sermayeye rant aktarma planlarına durdurma
kararı çıktığını 10 Ağustos 2012 tarihinde kamuoyu ile paylaşmıştık. Yurttaşlar için ulaşılabilir, nitelikli sağlık hizmeti alma hakkı bakımından çok önemli olan bu karar,
TTB’nin itirazlarını değerlendiren Danıştay 13. Dairesi tarafından verilmişti.
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne yapılan atamalarda olduğu gibi bu karar sonucunda da karara uygun, kararın gerektirdiği adımların atılmadığı görülmektedir.
Yargı “durun” diyor, hekimler “durun” diyor, yurttaşlar “durun” diyor!

Sağlık Bakanlığı’nı ısrarla, kamu yararı ve nitelikli sağlık hizmetinin yok edildiği
bu karanlık yollarda iktidarı yürüten kuvvet nedir?
Bu soruyu soruyoruz!
Kim “dur” derse duracaklar?
Bu sorunun yanıtı: Sağlıktan para kazanmak isteyen ulusal ve uluslararası sermayedir.

Danıştay 13. Dairesi Ankara-Etlik, Ankara-Bilkent ve Elazığ’daki “Kamu Özel Ortaklığı” yöntemiyle açılan sağlık kampüsleri ihalelerinin yürütmesini durdurdu.

Sağlık Bakanlığı, kamuya ait hastaneleri kapatarak yerlerine alışveriş merkezi veya
otel yapmak üzere özel şirketlere devredecekti. Danıştay tarafından yürütmesi durdurulan Etlik için 319 milyon, Bilkent için 289 milyon TL yıllık kira belirlenmişti.
Ancak bu rakamlara, şirketlere devredilmesi düşünülen kamu hastaneleri arazileri, hastanelerin taşınma bedelleri, kiralanan Özel Ulus Hastanesinin kirası dahil değildi.

Hastane kapatan, yıkan Sağlık Bakanlığı!

Sağlık Bakanlığı tarafından sürdürülen “Sağlıkta Dönüşüm Programı”, Ankara’nın
tam donanımlı en genç hastanesini yok etmeye kalktı. Günlük 2000’in üzerinde yurttaşımıza poliklinik hizmeti veren, yılda ortalama 2500’ün üzerinde ameliyat yapılan, Ankara’nın
en büyük diyaliz merkezinin yer aldığı 400 yataklı, 122 hekimin görev yaptığı
Etlik İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi yok ediliyor.

Her gün “Türkiye’de hekim eksiği var” diyen Sağlık Bakanı, 122 hekimi yeni yatırımlar yapılmadığı için Ankara’nın fiziksel olarak sıkışmış hastanelerine göndermiştir.
Zaten fiziksel mekan olarak yetersiz olan kamu hastaneleri yurttaşlara nitelikli ve ulaşılabilir hizmet vermek konusunda artık daha da yetersizdir.

Ücretli-İzinli Hekimler!

10 Ağustos 2012’de, kaç hekim, yıkılmak üzere boşaltılan Etlik İhtisas Hastanesi’nden gönderildikleri hastanelerde “bugün itibarı ile görev yapamamakta, sağlık hizmeti verememektedir?” diye sormuştuk.

“Kaç hekimin, bu hukuksuz ve kamu zarına neden olan tasarruflardan dolayı
‘ücretli izinli’ biçiminde işsiz kaldığını Bakanlık kamuoyuna açıklamalıdır..” demiştik.
Tabip Odası’nın sorularına yazılı açıklama yapan Bakanlık, “hiçbir hekimin işten çıkartılmadığını” söylemiştir. Tabip Odası bu hekimler “işten çıkartıldı” değil,
daralmış kamu hastanelerinde “fiilen işsizleştirilmiştir” demiştir.
Ankara’da Etlik İhtisas Hastanesi’nin yerine hastane yapılmadan, vatandaşlar 7 yıl boyunca özel sektörde %90’lara varan katkı paylarına itilmektedir. Türkiye’de parası olmayana nitelikli sağlık hizmeti hayal olurken, Sağlık Bakanlığı dünyada örneği görülmemiş bir biçimde kamu sağlık hizmetlerini yok etmekte, özelleştirmenin
şimdiye dek hiç denenmemiş yöntemlerini denemektedir.

10 Ağustos 2012’de Ankara Tabip Odası, “Etlik İhtisas Hastanesi’nin tıbbi ve
tıbbi olmayan malzemeleri, diğer kamu hastaneleri tarafından kapışılmıştır.
Bu akıldışı manzaranın içinde, Hacettepe Tıp Fakültesi Hastanesi’nin de bu yangın yerinden malzeme aldığı görülmüştür. Etlik hastanesinin malzemelerinin hangi usullerle dağıtıldığı anlaşılamamıştır.” demiştir. Bakanlık’tan yapılan sözlü açıklamada, “Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Etlik İhtisas Hastanesi’nin malzemelerinden aldığı kabul edilmiş, ancak bunlar ‘sarf malzemesidir.’ denilmiştir. Sağlık Bakanlığı’na ait sarf malzemeleri nasıl ve niçin YÖK’e bağlı bir tıp fakültesine verilmektedir?

Hacettepe Tıp Fakültesi’ne devredilen bu malzemeler, Bakanlığın kamu hastanelerinde
bundan böyle daha az hizmet üreteceğinin belgesi değil de, nedir?

“Yürütmeyi Durdurma” sonradan telafisi olanaklı olmayacak yönetsel işlemler için verilen
bir karardır. Danıştay’ın “yürütmeyi durdurma” kararı, idarenin tasarrufu ile oluşturulan
kamu zararını durdurmak için olmalıdır. Sağlık Bakanlığı kampüs ihaleleri ile oluşturduğu
kamu zararını derhal ortadan kaldırmalıdır.

İhale kapsamında boşaltılan ve yıkılmaya hazırlanılan Etlik İhtisas Hastanesi’nin
tıbbi ve tıbbi olmayan malzemeleri geri taşınmalı, hastane personeli geri çağırılarak,
hastane tekrar hizmet vermeye başlamalıdır.

Özel Ulus Hastanesi ile yapılan kira sözleşmesi feshedilmelidir.

Bu süreçte Özel Ulus Hastanesi mülk sahibine ödenen, hastanede tadilat için harcanan ve
Etlik İhtisas Hastanesi’nin malzemelerinin tırlarla taşınması sırasında harcanan tutar, sorumlularına rücu edilerek tahsil edilmelidir.

Hekim sayısı az denilen ülkemizde, var olan hekimlerin yıkılarak yok edilen hastaneler yüzünden sıkışık mekanlarda işlevsizleştirilmesine son verilmelidir.

Eğer bu bakanlığın adı “YIKIM Bakanlığı” değilse,

Kamu Zararı Derhal Durdurulsun!

Basına ve kamuoyuna saygılarımızla duyururuz. 22 Ağustos 212

Ankara Tabip Odası

=======================================================================

Hastane kapatan, yıkan Sağlık Bakanlığı!
Sağlık Bakanlığı tarafından sürdürülen “Sağlıkta Dönüşüm Programı”,
Ankara’nın tam donanımlı en genç hastanesini yok etmeye kalktı.
Günlük 2000’in üzerinde yurttaşımıza poliklinik hizmeti veren, yılda ortalama 2500’ün üzerinde ameliyat yapılan, Ankara’nın en büyük diyaliz merkezinin
yer aldığı 400 yataklı, 122 hekimin görev yaptığı Etlik İhtisas Eğitim ve
Araştırma Hastanesi yok ediliyor.

İTO’dan : 4+4+4 Eğitim Süreci İle İlgili Acil Duyuru

4+4+4 dayatmasının ana hedefi budur… Yazıklar olsun! Dr. Ahmet Saltık

4+4+4 Eğitim Süreci İle İlgili
Hekimlere,
Milli Eğitim Bakanlığı’na,
Velilere
ve
Kamuoyuna
Acil Duyuru

Sadece milletvekillerinin oyları ile çoğunluk sağlanarak yasalaşmış olması, 60-66 aylık çocukların okula başlatılması için yeterli olamaz. Bilimsel verilere dayandırılması, çocukların eğitimine ve gelişimine zarar vermediğinin kanıtlanması ve toplumun taleplerinin dikkate alınması zorunludur. Hekimler olarak bu konudaki bilimsel ve tarihsel sorumluluğumuz gereği itiraz ediyoruz. Bakanlığı, bilimsel ve toplumsal uzlaşı gerçekleşinceye kadar bu konuyu durdurmaya ve muhatapları ile bağımsız demokratik bir tartışma-değerlendirme ortamı yaratmaya bir kez daha davet ediyoruz.

Bilindiği gibi 4+4+4 uygulamasıyla 60-66 ayını doldurmuş çocuklarımız ilkokula başlamaya zorlanmaktadır. Hükümet, toplumsal bir ihtiyaçtan ya da talepten bağımsız olarak, tümüyle kendi politik ihtiyaçları doğrultusunda, bu çok önemli yasayı apar-topar meclisten geçirerek uygulamaya koydu. Muhalefet partisi milletvekilleri, eğitimciler, çocuk psikiyatrisi uzmanları, pedagoglar ve biz meslek odaları en başından itibaren bu yasaya karşı çıktık ve aşağıda kısaca özetlenecek sakıncaları defalarca dile getirdik:

• 5 yaş çocuğu (60-71 aylar arası) zihinsel, fiziksel, sosyal ve psikolojik olarak okula başlamaya henüz hazır değildir. Çocuğun okul eğitimine katılabilmesi için gerekli sosyal, duygusal, bilişsel, dil ve motor becerilerinin gelişimi 6 yaştan (72 ay) önce tamamlanmaz. Bu bilimsel ortalama dışında kalan çok az çocuk vardır. Çocukların bu gelişimleri tamamlanmadan ilkokul 1. sınıfa başlatılmaları ruh sağlığını pek çok yönden olumsuz olarak etkileyecektir;

• Eğitimci ve anababaların iyi bildiği gibi, okula yeni başlamış 6 yaş çocuklarında bile önemli sorun olabilen “ayrılık kaygısı”, 72 ayını doldurmamış çocuklarda çok daha yoğun olarak ortaya çıkacaktır.

• Dürtü kontrolü 5 yaşındaki bir çocukta tam gelişmediğinden davranışlarının kontrolünü sağlamakta zorlanacak, sınıfta sırasında oturarak dersi takip edemeyecek ve ilkokulda uyması gereken kurallara uymakta güçlük çekecektir.

• Beş yaşından önce el-göz koordinasyonunun, ince motor becerilerin, işlemsel düşüncenin tam gelişmemiş olması, soyut düşüncenin yetersizliği ve dikkati sürdürmedeki güçlükler nedeniyle bu yaştaki çocuklar öğrenme becerilerinde zorlanacaklardır. Bunun sonucunda gelişimsel açıdan normal olmalarına karşın okul programları kapsamında beklenen kazanımları karşılayamamaları nedeniyle, başarısızlık olarak yorumlanacak ve gereksiz olarak ‘zeka geriliği’, ‘öğrenme güçlüğü’ veya ‘dikkat eksikliği’ gibi yanlış tanımlara neden olabilecektir.

• Ayrıca bu çocukların 6 yaş grubu (72-83 aylar) ile aynı sınıflarda eğitime alınacağı açıklanmıştır. Bu demektir ki aynı sınıfta 60-83 aylar arasında, yani aralarında yaklaşık 2 yıl fark olabilen çocuklar olacaktır. Bu durumda gelişimsel özellikler açısından 72-83 aylık çocuklar doğal olarak 60-66 ay arasındakilere göre çok önde olacak, onlardan daha hızlı öğrenecek, beklenenleri daha kolay yerine getirecektir. 60-66 aylık olanlar ise bu durumda zorunlu olarak sınıfın daha başarısız grubunu oluşturacaklardır. Yani bu grup daha okula başlarken başarısızlık duygusuna mahkum edilecektir. Erken dönemde kazanılan başarısızlık duygusunun çocukların daha sonraları da kendilerine güven duymalarını engellediği bilimsel olarak gösterilmiştir. Erken dönemde başarısızlık duygusu edinen çocukların okuldan soğudukları ve okul yaşamını kısa sürede bıraktıkları yapılan araştırmaların çok net olarak ortaya koyduğu bir gerçektir. Dolayısıyla eğitime başlama yaşını aşağıya indirmenin önemli bir sonucu kendini başarısız görerek büyüyen ve dolayısıyla kendine güvensiz ve başarılı olabileceğine inancı kalmamış nesiller yetiştirmek olacaktır. Ayrıca 5 yaş uygulaması 1983-1985 yıllarında zaten ülkemizde denenmiş ve olumsuz sonuçlarından dolayı vazgeçilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı nasıl bir sorumluluk aldığının farkına varmak zorundadır.

• Ülkemizde yapıldığı gibi okul öncesi eğitimi ilkokulun ilk yılına sıkıştırmak ve sınıf öğretmenlerini okul öncesi çağı çocuklarıyla eğitim yapmaya zorlamak gibi bir uygulama dünyada kabul görmemekte, gelişmiş ülkelerde yaygın ve ücretsiz okul öncesi eğitim ve kreş imkanları sağlanmaktadır. Eğitimin bu evreleri çocuğa temel oluşturduğundan vazgeçilmez önemdedir, geçiştirilemez. Bakanlığın yaptığı 1. sınıfta daha çok oyun oynatılacağı türünden bir savunma tümüyle aldatmacadır. 1. sınıfta okul öncesi bir programla eğitim alan çocukların ilkokul eğitim süresi 3 yıla düşecekse, hükümetin zorunlu eğitim süresini uzatarak halkımıza aslında hizmet götürdüğü yönündeki savunması yine kendileri tarafından yalanlanmış olmaktadır.

• Daha önce de kezlerce duyurulan tüm bu gerçeklere karşın okullarda ve müfredatta hiçbir yeterli hazırlık olmadan uygulama başlatılmaktadır. Okulların maddi koşulları, sıraları, tuvaletleri, tahtaları bu denli küçük çocuklar için hazır değildir. İlköğretim öğretmenleri 5 yaş çocuklarla çalışmaya ve aralarında 2 yaş fark olan iki farklı grubu aynı sınıf ortamı içinde eğitmeye hazır değildir. Veliler de endişelidir. Birçok velinin çocuğunu okula göndermek istemediği bilinmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı ise bu uygulamanın yanlışlığını ve sakıncalarını görmek ve çözüm aramak yerine “çocuğunu okula göndermek istemeyen” velilere kamuda çalışan çocuk hekimlerini adres olarak göstermektedir. Sağlık alanını tümüyle özel sektöre açan hükümet, her konuda geçerli sayılan sağlık uygulamaları ve rapor verme konusunda nedense özelde çalışan hekimleri de devre dışı bırakıvermekle aslında konuya çözüm getirmeyi aklının ucundan bile geçirmediğini göstermektedir.

• Çocuğun fiziksel, ruhsal, zihinsel ve bilişsel gelişimini değerlendirmek amacıyla
çok sayıda test geliştirilmiştir. Bu testleri uzman psikolog veya pedagoglar değerlendirebilir. Her bir testin uygulanması yaklaşık 1.5-2 saat zaman almaktadır.
Bu yaş grubunda 600.000 çocuk olduğu düşünüldüğünde, ortalama 1.5 saat üzerinden hesaplanırsa, toplam 900.000 saat, başka ifade ile 37.500 gün süre ile test yapmak gerekir. Hastanelerde oluşacak yığılmaların, zaten şiddet arenaları haline getirilmiş sağlık ortamında hekime yönelik şiddeti arttırmasından duyduğumuz kaygı göz ardı edilmemelidir.

Sonuç olarak:

Şimdiye dek, eğitim fakültelerinin, meslek örgütlerinin, eğitimcilerin, psikiyatrist, psikolog ve pedagogların hiçbir önerisini dikkate almayan Milli Eğitim Bakanlığı’nı ve çocuklarımızı yeni dönemin başlamasıyla okullarda bir kaos ortamı beklemektedir. Endişemiz bu kaostan öğrencilerimizin onarılamayacak zararlar görmesidir.
Anababa ise çaresizdir.

Okulların açılmasına sayılı günler kala bu sorun karşısında kimlerin rapor verebileceği ya da hangi hekimlerin raporlarının kabul edileceği konusunda bürokratların keyfi tutumlarının ve dayatmalarının devam ettiğini görüyoruz. Öncelikle belirtilmesi gereken, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanı meslektaşlarımızın vereceği raporlarda kamu ya da özel çalışan ayrımının hiçbir bilimsel geçerliliği ve dayanağının olmadığıdır. Hekimin nerede çalıştığı bahsi geçen raporun içeriği ve amacını belirlemez. Bu nedenle özel çalışan hekim raporlarının da mevcut durumda geçersiz sayılması keyfi, hukuksuz ve bilim dışıdır. İstanbul Tabip Odası olarak, her çocuğun gelişiminin farklılıklar gösterebileceği, bazı çocukların hızlı gelişim göstererek farkları kapatabileceğini kabul etmekle birlikte, alt yapı, sosyal ortam, aile uyumu vb. gereksinimlerin bir bütün olarak sağlanamadığı bu 4+4+4 dayatması ortamında; 72 ay öncesi çocukların oyun çocukluğu döneminde olduğu için okula gitmesinin uygun olmadığını değerlendiriyoruz.

Meslek örgütü olarak, tüm klinik şeflerini, hastane başhekimlerini, çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanları ve uzmanlık derneklerini, bu rapor isteği ile karşılaşacak
genç meslektaşlarımıza ve çaresiz bırakılmış anababalara, daha da önemlisi gelişim aşamalarının çok üstünde “performans” göstermeleri beklenen çocuklarımıza
sahip çıkmaya çağırıyoruz.

İstanbul Tabip Odası
Yönetim Kurulu
16.8.2012

Sağlıkta dövizle vurgun

SGK yolsuzlukları abartılarak işleniyor.. Amaç, bunlar olmasa SGK işleyecek izlenimi vermek.. Sistemin özündeki hastalık, sistemik talan (Devlet eliyle yurttaşın parasını özel sağlık şirketlerine aktarma) böylelikle örtülmeye çalışılıyor.. Çok yazık..
Dr.Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net, 23.8.12

Dostlar,

Yabancı hasta başına 1000 dolara dek şirketlere destek ??!

Nereden, ülkenin hazinesinden..

Kim ? Gene AKP..

Haziran 2012 sonunda TAMAMLAYICI – DESTEKLEYİCİ SİGORTA adı altında SGK’nın
temel güvence paketini iyice daraltarak insanımızı ayrıca özel sağlık sigortalarının kucağına iten AKP hükümeti, yerli-yabancı sermayeye ise çok cömert!

SGK açıklarını finanse edemediği için prim = ek vergi karşılığı sağlık hizmetlerini iyice daraltırken yabancıya bol keseden teşvik..

Bu harami düzenidir..

Söz konusu genelge geri çekilmelidir.

1000 Doların yarısı kadar ülkemizin yoksuluna kişi başına yıllık sübvansiyon verilse,
TAMAMLAYICI – DESTEKLEYİCİ SİGORTA tuzağı denen sefillik, vahşet ortadan kaldırılabilir.

SGK’nın ilgili genelgesinde ne deniliyor biliyor musunuz ?

“Özel sağlık sigortasına sahip olan genel sağlık sigortalısı”..

Maskaralığa bakar mısınız ?

Ne denmişti, verebilenden prim (= EK VERGİ!) alacağız, veremeyeninkini
Devlet ödeyecek..

Veremeyen kim,

“Yoksul”un tanımı ne?

“Yoksul” un 2012’nin 2. yarısında tanımı :
Brüt asgari ücretin 1/3’ünün altında kalan aylık gelir..

Yani ? 940 TL/ 3 = 313 TL! Aylık geliriniz 314 TL ise “yoksul” değilsiniz ve
GSS primi (EK VERGİ!)ödeyeceksiniz!

Öte yandan, sağlık şirketlerini teşvik için, yurtdışından belli ülkelerden (??) gelecek hasta başına 1000 $ Devlet desteği, ballı kaymaklı teşvik..!
(22.8.12, Cumhuriyet)

Sormak zorundayım : Ey AKP, SİZ KİMİN HÜKÜMETİSİNİZ ??

Necip milletim, gözün hala açılmayacak mı??

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net, 22.8.12

===========================================================================

Yoksulları bile GSS ile prim ödemeye zorlayan hükümet,
sağlık tekellerine dolarla kaynak aktarmaya hazırlanıyor

Sağlıkta dövizle vurgun

İktidara geldiği günden beri fakir fukaraya kömürle makarna yardımı yapan
AKP hükümeti, sağlık tekellerine bavulla döviz ödemeye hazırlanıyor. SES İzmir
Şubesi’nden Dr. Ergün Demir ve İstanbul Tabip Odasından Dr. Güray Kılıç’ın,
Haziran 2012 sonunda Resmi Gazetede yayımlanan;

“Döviz Kazandırıcı Hizmet Ticaretinin Desteklenmesi Hakkında Tebliğ (No 2012/4)” üzerine yaptıkları çalışma hükümetin, bir yandan yıllardır uyguladığı
sosyal politikalarla yoksulluğu kaldırmak yerine makarna, kömür dağıtarak önce şükretmelerini sonrasında da dağıtılan makarna ve kömürün oya dönüşümünü hedeflerken; öbür yandan ülkenin kaynaklarını birtakım tekellere aktarmanın mekanizmalarını
dâhice formüllerle yaratmaya devam ettiğini ortaya koydu.

Demir ve Kılıç’ın yaptığı çalışmaya göre, tebliğ ile Türkiye’nin döviz kazandırıcı hizmet gelirlerinin artırılması ve hizmet sektörlerinin (sağlık, bilişim, eğitim) uluslararası rekabet gücünün geliştirilmesi için Türkiye’de yerleşik yararlanıcıların gerçekleştirdikleri faaliyetlere ait giderlerin bir kısmının “pazara giriş”, “yurtdışı tanıtım”, “yurtdışı birim”, “belgelendirme”, “ticaret heyeti”, “alım heyeti” ve “danışmanlık” adı altında Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu’ndan karşılanmasının yolunu açtı.

Tebliğin, Ekonomi Bakanlığı’nın protokol yaptığı sağlık turizmi şirketleri ile hastane işleten sağlık kuruluşlarına yönelik sağladığı destekler şu şekilde sıralanıyor:

Yatırım raporu desteği: Uluslararası mevzuat veya yatırım konularında satın alacakları veya hazırlatacakları raporlara ilişkin giderler için sağlık turizmi şirketleri ve sağlık kuruluşları için % 60, yıllık toplam en fazla 100.000 $ tutarında; işbirliği kuruluşları için % 70 ve yıllık toplam en fazla 300.000 dolarlık tutar karşılanacak.

Tedavi masrafı: Bakanlığın belirlediği hedef ülkelerden sağlık kuruluşlarınca Türkiye’ye getirilen hastaların uçuş giderlerinin yarısı ve toplam tedavi masraflarının % 20’sini geçmemek üzere hasta başına en fazla 1.000 dolarlık tutar karşılanacak.

Yurtdışı tanıtım: Yurtdışında düzenlenen fuar, kongre, konferans ve/veya bağımsız tanıtım programı kapsamında yapılan tanıtımlara ilişkin sponsorluk, reklam, danışmanlık, katılım ve organizasyon giderleri; sağlık kuruluşları veya sağlık turizmi şirketleri için %50 ve yıllık toplam en çok 300.000 $, işbirliği kuruluşları için % 70 oranında ve yıllık toplam en çok 500.000 $ karşılanacak.

Reklam gideri: Sağlık kuruluşları, sağlık turizmi şirketleri ve işbirliği kuruluşlarının arama motorlarında yapacakları, arama ağı reklamları da dahil olmak üzere reklam ve tanıtım giderleri; %50 ve sağlık kuruluşu, sağlık turizmi şirketi veya işbirliği kuruluşu başına yıllık en fazla 100.000 dolar ödenecek.

Yurtdışı birim ve kira gideri: Sağlık kuruluşlarının, sağlık turizmi şirketlerinin veya işbirliği kuruluşlarının doğrudan veya yurtdışında faaliyet gösteren şirketleri ya da şubeleri aracılığıyla açtıkları birimlerin kira giderleri 4 yıl karşılanacak.

Danışmanlık: Sağlık turizmi şirketleri veya sağlık kuruluşlarının Bakanlığın ön onay verdiği konularda satın aldıkları danışmanlık hizmetlerine ilişkin giderler %50 oranında ve yıllık en çok 200.000 doları ödenecek. Bakanlık, bu tebliğ çerçevesinde desteklenen veya destek kapsamına alınacak yararlanıcıların döviz kazandırıcı hizmetlerin desteklenmesi konularındaki stratejilerin oluşturulması, geliştirilmesi ve uygulanması konularında gerçek ya da tüzelkişilerden yıllık en fazla 5 milyon Doları tutarında danışmanlık hizmeti satın alabilecek.

(Cumhuriyet, 22.08.2012)