Kategori arşivi: Hekim Saltık

‘Sağlıkçı olmayan yönetici istemiyoruz’

 

‘Sağlıkçı olmayan yönetici istemiyoruz’

Sağlık emekçileri, 5 yıl herhangi bir iş deneyimi olan birinin dahi kamu hastanelerinde yönetici olmasının önünü açan kanun hükmünde kararnameyi yürüyüşle protesto etti.Türk Tabipleri Birliği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, Dev Sağlık-İş Sendikası, Türk Dişhekimleri Birliği, Türk Hemşireler Derneği’nin de aralarında bulunduğu 15 sağlık örgütü, Türkiye genelinde eylemler gerçekleştirdi.İstanbul’da Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimlik binası önünde toplanan
sağlık emekçileri;

  • – “Hastaneler halkındır satılamaz”, 
  • “Sağlıkta ticaret ölüm demektir” 

yazılı dövizler taşıyarak sloganlar eşliğinde yürüdü.

Grup adına açıklama yapan İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri
Dr. Ali Çerkezoğlu
;

  • AKP yandaşlarının, vergilerimizle yapılan hastanelerin başına “partisinden veya tarikattan alınan icazetle atandığını” söyledi.
  • TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Osman Öztürk de Türkiye genelinde oluşturulan 87 Kamu Hastane Birliği’nin üst yöneticisi (CEO) olarak atanacak kişilerde, sağlık mensubu olma özelliği aranmadığına dikkati çekti. (http://www.istabip.org.tr/, 7.11.12)

“Nusret Fişek’e Armağan : KÜRESELLEŞtirME ve HALK(ın) SAĞLIĞI”

 

Dostlar,

Prof. Dr. Nusret H. Fişek için

“Gidişinin 22. Yılında Prof. Dr. Nusret Fişek’e Sesleniş..”
(http://ahmetsaltik.net/prof-dr-nusret-fiseki-anma-etkinlikleri/)

başlıklı bir yazımızı 3 Kasım 2012 günü (önceki gün) sizlerle paylaşmıştık.
o gün süze sunmayı tasarladığımız bir de power point dosyamız vardı, yetiştirememiştik.

Nusret Fişek’e Armağan : KÜRESELLEŞtirME ve HALK(ın) SAĞLIĞI

başlıklı bu dosyayı, hocamızın gidişinin 12. yılında, 21 Kasım 2002’de, günümüzden 10 yıl önce sunmuştuk. Nusret hocanın oğlu dostumuz Prof. Gürhan Fişek’in yönetimindeki Fişek Çalışan Çocuklar Enstitüsü‘nde..

İçeriğine hiç dokunmadan, 10 yıl önceki dosyayı aynen yeniden özellikle sunuyoruz.

Bunu özellikle yapmaktayız çünkü 10 yıl önceki öngörülerimizin gerçeklerşmiş olmasının acısını duyumsuyoruz.

Okumak için lütfen tıklar mısınız??

Nusret_Fisek’e_armagan_Kuresellesme_ve_Halk_Sagligi_21.11.2002_Ankara

Sevgi ve saygı ile.
05.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Fast Food Alışkanlığı Beyin Hücrelerini Zehirliyor..


“Fast Food Alışkanlığı Beyin Hücrelerini Zehirliyor..”

Dostlar.

Fast food hakkında sitemizde birkaç yazı yer aldı daha önce.

Yaklaşık 3 onyıl önce ABD’de devreye giren ve tüm dünyaya hızla yayılan bu kültür,
bir bumerang gibi geri tepti ve oldukça yüksek bir fatura yükledi insanlığa.

Günümüzde 7 milyarlık dünya nüfusunun 1 milyarı, her 7 kişiden 1’i şişman (obes)..

Türkiye’de ise 30+ yaşta kadınlarda %43, erkeklerde %21 obesite sıklığı söz konusu..
20 milyon kadında 8,6 milyon şişman kadın..
20 milyon erkekte 4,2 milyon şişman erkek..
Toplam 12,8 milyon şişman insan.. Salt 30+ yaşta.. Yani nüfusun yarısında..
Bu soruna ikincil yıllık sağlık giderleri bir hesaplamada 5 milyar doların altında değil.. (Prof. D. Ali Ercan..)

1 milyar obes dünyalının yanı sıra; bir o denlisi de açlıkla boğuşuyor!
Bu kitlenin her yıl 11 milyonu AÇLIKTAN ÖLÜYOR! toplam ölümlerin 1/5’i!

2 kutupta 1’er milyar dünyalı sağlıksız yaşamakta; ne ağır bir halter..
Altından nasıl kalkacağız??

  • İğrenç kapitalizm insanları “obes” leştiriken kazandı,
    şimdi de obesite cerrahisi ve ilaçları ile kazanmakta..

Satılık hastalıklar” kazanında bu kez obesite güncel.. ,

Obesite cerrahisi” öyle ilerledi ki, inanamazsınız.. (!)
Kimi virtüöz cerrahlar, sindirim sisteminizin anatomisine “uygun” müdahalelerde bulunarak düş ötesi “mekanik” çözümler üretiyorlar..

Dilediğinizce yemeye devam ediyorsunuz ama “by pass” cerrahisi ile bunlar
sindirim kanalınızdan emilmeden “dışkı” laşıyor.. Tabii tümüyle dışkılaşma olamıyor sindirilmediği için.. Artık ne dışkıladığınıza siz karar verin..

İnsanları kitlesel olarak hastalandırırlen de kazan, “çözüm gerekirse onu da biz üretiriz” totaliter söylemi ile sözde iyileştirirken (tedavi ederken) de kazan..

Bunca “zeka performansı” gösterebilmek (!) ancak kapitalistlere özgü olmalı.

Öneriler..                                 :  

Fast food’u unutun..

Çantanıza her gün1 elma koyun, yemek için zaman “gerçekten” (??) çok sınırlı ise.

İngiliz atasözünü anımsayın :

* An apple a day, keeps doctor away..
(Her gün 1 elma, doktoru sizden uzak tutar..) 

Evinizden getirdiğiniz sandviçi yine çantanızdaki pastörize ayran – süt – meyve suyu ile tüketin.. Bunu yaparken oturmayın, büronuzda bile olsa gezinin..

Yarım saat geçmeden de çay – kahve içmeyin..

Yürüyün, asansör kullanmamaya bakın..

Dünya Sağlık Örgütü ve FAO da BM’ye sınırlama önerileri getirsinler bu sektör için..

Zamanlama uygun..

Aşağıda;

“Fast Food Alışkanlığı Beyin Hücrelerini Zehirliyor..”

başlıklı bir yazı sunuyoruz.. Biraz uzun olduğundan, dizgisini de bozmamak üzere
pdf olarak..

Lütfen tıklar mısınız okumak için??

Fast _food_aliskanligi_beyin_hucrelerini_zehirliyor
(Cumhuriyet Bilim Teknik, 2.11.12) 

Sevgi ve saygı ile.
5.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Gidişinin 22. Yılında Prof. Dr.Nusret Fişek’e Sesleniş..


Dostlar,

Prof. Dr. Nusret H. Fişek, kalpaksız bir kuvayı milliyecidir.
Kurtuluş Savaşı’nın ünlü komutanlarından Tümg. Hayrullah Fişek’in oğludur.
Prof. Kurthan Fişek ve Prof. Gürhan Fişek’in babasıdır.
Türkiye’de modern anlamda HALK SAĞLIĞI – TOPLUM HEKİMLİĞİ (Public Health – Community Medicine) disiplinlerinin kurucusudur.

  • Prof. Nusret Fişek;
    Atatürkçü Düşünce Derneği’nin 50 kurucusu içinde 2. sıradadır.

Ülkemizde sağlık hizmetlerini sosyalleştiren (özelleştirmenin tam tersi!) SAĞLIK OCAKLARI sistemini kuran kişidir.

Biz kendisini 1971’de Hacettepe Tıp Fakültesi’nin 1. sınıfında “Toplum Hekimliği” derslerinde tanıdık, çok etkileyici derslerini dinledik.

Bize halkın sağlığını korumanın önemini anlatıyordu.

Sağlık hizmetleri kamusal ve devletin başlıca ödevi olmalıydı.

Koruma sağaltımdan önce gelmeliydi.

Sağlık sorunlarının biyolojik-fiziksel-kimyasal etmenlerin yanı sıra
SOSYAL – KÜLTÜREL – EKONOMİK nedenleri de vardı.

Örn. YOKSULLUK sağlığın / sağlıksızlığın en önemli belirteci (determinantı) idi.

Tarih, halkların er ya da geç haklarını aldığının öyküsü idi.
Bu süreçte halkın sağlık haklarını kazanması için hekimlerin onun yanında konumlanması gerekiyordu.

********

Yazmakla da bitmez anlatmakla da yapıp ettikleri, başarıları ve hizmetleri.

Biz kendisinden, söyleminden, tuttuğu yoldan çok etkilendik ve TOPLUM HEKİMLİĞİ alanında uzmanlaşmayı, TOPLUM HEKİMİ olmayı seçtik.

  • Yaşamımızın ana çizgisini belirledi Nusret hoca..

1977’de hekim olup 1 yıl Anadolu’da çalıştıktan sonra O’nun Bölümü’nde, O’nun da
jüri üyesi olduğu uzmanlık sınavını kazanarak tıpta ihtisas eğitimimize başlamıştık (1978). 1981 sonrasında bu alanda uzman hekim olarak yola devam ettik..

TOPLUM HEKİMİ / HALK SAĞLIĞI UZMANI, tek tek bireylerin hastalıkları ve onların sağaltımı ile uğraşmıyor.

TOPLUM HEKİMİ / HALK SAĞLIĞI UZMANI, “topluma-halka” hekimlik yapıyor. Özneleri kollektif ve toplumun öncelikle riskli kümeleri. Örn. yoksullar, işsizler, yeraltı maden işçileri, yaşlılar, diyabetikler… Ve bu kesimlerin sağlıklarının nasıl korunacağı geliştirileceği ile meşgul. Üstelik bu hastalıklar toplumda ortaya çıkmadan neler yapılabilir koruyucu sağlık hizmetleri bağlamında?

  • Örn. sofraya tuz koymamak.. 
  • Örn. akraba evliliklerini azaltmak..
  • Örn. ülkenin gelir dağılımını iyileştirmek..
  • Örn. topluma doğum kontrol -aile planlaması -üreme sağlığı hizmetleri sunmak..
  • Örn. topluma sağlık eğitimi vermek..
  • Örn. topluma yaygın bağışıklama hizmetleri vermek..
  • Örn. su ve gıda güvenliği -hijyeni sağlamak..
  • Örn. periyodik muayeneler ve taramalarla hastalıklara erken tanı koymak..

…..

Bütün bunlar sağaltım – tedavi hizmetlerinden öncelikli tutulur ve kamu eliyle öncelikli hizmetler olarak topluma sunulursa, hastalıklar ve sağaltım – tedavi hizmetlerine gereksinim çok azalacaktır.. Bu koruyucu hizmetler son derece etkilidir, ekonomiktir, insanidir ve ahlakidir.. Öyle ya, bırakalım hasta olsunlar, sonra da geç dönem çaresiz başvuruların anlamsız sağaltımıyla (tedavisiyle) mı uğraşalım? Bu tam kapitalist mantık. Toplumu hasta ederken de kazanmak, sözde sağaltırken de kazanmak.. win win!!??

Türkiye’de günümüzde olanlar tam da bunlar.

Klinisyen Hasan, Fatma vb. nin “kişisel” sağlık sorunları ile ve ne yazık ki sıklıkla da hastalık ortaya çıktıktan sonra sağaltım amaçlı yardımcı oluyor. Öznesi tekil ve hasta.. Oysa Toplum Hekimi /Halk Sağlığı Uzmanı için sorun örn. “Toplumun hipertansiyonu”.. Özne kollektif, soruna genellikle ortaya çıkmasın diye koruyucu mantıkla odaklı, ya da toplumun hipertansiyon sorunu ile başetmek.. Nasıl engellenir, nasıl azaltılır? Epidemiyolojk özellikleri nelerdir? Özetle Toplum  Hekimliğinde “sağlık sorunu yönetilmektedir.” Oysa klinisyen “hastayı-hastalığı” yönetmektedir.

Özellikle Nusret Hoca’nın 3 Kasım 1990’da ölümünden sonra sağlıkta özelleştirme, “sağlıkta dönüşüm” adı altında ülkemize dayatıldı.

  • Sağlık sistemi, ABD’de olduğu gibi tümüyle piyasa güçlerine teslim edildi.

Bu gün ayrıca özel bir gün çünkü 3 Kasım 2011’de 663 sayılı yasa gücünde kararname ile kabul edilen KAMU HASTANE BİRLİKLERİ yürürlüğe giriyor. Kamunun 900 dolayında hastanesinin yönetimi, şirket mantığı ile işletmeleştirilerek sözleşmeli elemanların oluşturduğu Yönetim Kurullarına devrediliyor. Temel motif kar..

Sağlık personeli daha da iş güvencesiz kalacak, sözleşmeli olacak, çok çalıştırılıp az kazanacak. Halkımız sağlık hizmetine erişim için daha çok para ödeyecek.

Koruyucu sağlık hizmetleri yok derecede azaltılacak. Sigara ve obesite gibi göstermelik popüler konularla sınırlı kalacak. Ama örn. su ve gıda hijyeni sağlanmayacak.
Halk “kan yolları”nda (karayollarında!) telef olmaya devam edecek. Türkiye ölümlü iş kazalarında Dünya 3. sü olacak.. AÇS-AP Dispanseleri kapatılarak halk aile planlaması hizmetlerinden yoksun bırakılacak. Bir yandan da kürtaj hakkı sınırlandırılarak zorla çok çocuk doğurmaya = köleleştirilmeye yönlendirilerek temel insan hakları ve Anayasanın 41. maddesi çiğnenecek..

Öyle ya, bir yandan tüm sağlık hizmetlerini özelleştireceksiniz; öbür yandan etkili koruyucu sağlık hizmetleri vererek halkı özel sektöre “müşteri” olmaktan alıkoyacaksınız!? Var mı böyle yaman bir çelişki? Kapitalizm buna izin verir mi?
Tam da tersini dayatır, dayatmakta.. Dolayısıyla kapitalizmin buyruğundaki hükümetler koruyucu sağlık hizmetlerinde “mış gibi” yaparlar. Onlar gerçekte gariban halktan oy alır ama küresel sermayeye hizmet ederler.

Türkiye’de gerçekte egemen olan ne askeri vesayet ne de bir başkası..
Asıl ve kahredici vesayet yerli-yabancı semayenindir.
Din dahi sözde “ılımlı” laştırılarak kapitalizmin hizmetinde halkın sırtında bir başka sopadır..

Kazanan hep sömürgen yerli ve yabancı sermaye olmaktadır..

AKP hükümeti DB ve IMF’nin tüm isteklerini gözü kara yerine getirdi.

Ülkemiz sağlık hizmetleri Nusret Fişek’in SOSYALLEŞTİRİLMİŞ düzeninden
vahşi kapitalist düzene, Amerikan modeline dönüştürüldü.

Bu gün, ne hazin rastlantıdır ki, Nusret Hoca’nın 22. ölüm yıl dönümünde
SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM denen süreç tamamlanmış oluyor.

SOSYAL TIBBA son darbe vurulmuş oluyor; 3 Kasım 2012’de..

Nusret hoca 3 Kasım 1990 günü Hacettepe’de hasta yatağında son nefesini vermeden önce ağzından şu sözler dökülmüştü:

Türkiye’de SOSYAL TIBBI KORUYUNUZ..

Değerli hocam;

Yapamadık, başaramadık, gücümüz yetmedi, senin kutsal yapıtın SOSYALLEŞTİRİLMİŞ SAĞLIK HİZMETLERİ SİSTEMİ’ni ülkemizde yaşatamadık. Küresel kasırgalar çok haşindi. Ama bu yalnızca bir muharebe.. Bunu yitirdik fakat
siz bize öğretmediniz mi ki;

Tarih, halkların haklarını er ya da geç aldığının öyküsüdür. Bu süreçte halkın sağlık haklarını kazanması için hekimlerin onun yanında konumlanması gerekir..

********

Dolayısıyla, uzun soluklu savaşımda sonraki taktik muharebeleri kazanmak ve kalıcı olarak halktan yana bir sağlık sistemi = SOSYALLEŞTİRİLMİŞ SAĞLIK HİZMETLERİ‘ni yeniden kurmak için var gücümüzle savaşımı sürdüreceğiz.

Sizi çok aradığımız ve özlediğimiz bir süreçte söyleyebileceklerim özetle bunlar.
Yapıp ettiklerinizle, yazıp bıraktıklarınızla bize yol göstermeyi sürdürmektesiniz.

Bu bağlamda; siz gerçekte bir “fani” sayılabilir misiniz??

Not : Sizi anmak ve çözümler aramak için aşağıdaki programı düzenledik.
Fişek dostlarını bekliyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
3.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

nfisek2012.jpg (1500×1132)

Tüp bebek konusunda bilinmesi gerekenler…


Dostlar..

Bu teknik geliştirileli 30 yılı geçtik.. 1978’de İngiltere Rosling Enstitüsü‘nde ilk ürün “koyun Doly” doğmuştu. Yöntemler de sürekli geliştirildi, başarı oranları yükseldi.

Bir noktayı özellikle vurgulamamız gerek :
Biz 1971’de Hacettepe’de tıp eğitimine başladığımızda öğrendiğimiz, 1 cc (ml) ejakülatta (meni) 100-120 milyon canlı sperm hayvancığının bulunmasının “normal” olduğu idi. 40 yıl sonra ise 15-20 milyon “normal” sayılıyor!

Bu olgunun birçok nedeni olabilir. Herhalde en belirgin nedenlerden biri çevresel toksisitedir. Çevreden aldığımız toksik kimyasallar (yiyecekler, deri ve solunum yolu ile).

Belki de Doğa, aşırı nüfus artışına karşı bir savunma yanıtı geliştirmiştir!?

Gelinen noktada, giderek daha çok “yardımla üreme teknikleri“ne gereksinim duyulmaktadır ve bu sektör devasa boyutlar kazanmıştır.

Belki şunu bile söyleyebiliriz :

  • Çeyrek yüzyıl kadar sonra doğum kontrol yöntemlerine gereksinim kalmayacaktır!
Doğayla barışık olmalıyız..

O’na bir “fahişe” gibi davranmaktan vazgeçmeliyiz..

Ve de “sürdürülebilir kalkınma” retoriğini terk edip,
ivedilikle “sürdürülebilir yaşam” moduna geçmeliyiz..

Sitemize daha önce koyduğumuz Çevre sağlığı hakkındaki yansılarımıza bakılabilir..
(http://ahmetsaltik.net/hastaliklarin-kalitsal-bolgesel-ve-cevresel-ozellikleri-the-hereditary-regional-and-environmental-features-of-diseases/ ve
http://ahmetsaltik.net/cevre-ve-insan-sagligi-environment-and-human-health/)

Bir de ABD’den CDC’nin Eylül 2012’de güncelenen çevresel kimyasallar hakkındaki raporuna bakılabilir.. (http://www.cdc.gov/exposurereport/; Fourth National Report on Human Exposure to Environmental Chemicals, Sept. 2012)
Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 1.11.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================== 

Tüp bebek konusunda bilinmesi gerekenler…

Prof. Dr. Bülent Urman
Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölüm Başkanı
Koç Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum AD Öğretim Üyesi

1. Tüp Bebek tedavisi tam olarak nedir?

Tüp bebek kadından alınan yumurtalarla, erkekten alınan spermlerin dışarıda laboratuvar ortamında birleştirilmesi ve döllenme gerçekleştikten belli bir süre sonra kadın rahmine yerleştirilmesi işlemidir.

Bu isim altında geçen iki farklı teknik vardır. in vitro fertilizasyon yani IVF işleminde yumurtalar bir gece boyunca belirli miktarda sperm ile birarada tutulur, döllenme hadisesi kendiliğinden gerçekleşir. Elde edilen embriyolar arasından en iyi gelişen 2 veya 3 tanesi rahim içine yerleştirilir. İntrasitoplazmik sperm enjeksiyonu (ICSI) veya mikroenjeksiyon ise erkekten alınan spermlerin doğrudan yumurtanın içine enjekte edilmesi ve yine döllenme gerçekleştikten belli bir süre sonra kadın rahmine yerleştirilmesi işlemine verilen isimdir.

2. Anneleri nasıl bir süreç bekliyor?

Bu tür tedavileri zor veya yıpratıcı olarak görmemek gerekir. Yaklaşık 15 gün süren bir tedavi gerektirir. Bu süre içinde 5 veya 6 kez hastaneye gitmek yeterlidir. Günümüzde kullanılan ilaçlar, kişinin kendi kendine yapabileceği kadar kolay hale getirilmiştir. Tedavide en önemli nokta beklentilerin ayarlanmasıdır. Her zaman olumlu düşünmek ama tedavinin her zaman başarılı olmayabileceğini unutmamak ve beklentileri buna göre ayarlamak gerekir.

3. Olumlu yanıt almak ne kadar sürüyor?

Hasta yaşı başarı şansını etkileyen en önemli faktördür. İlk uygulamada başarısız olmak sonrakilerde başarılı olunmayacağı anlamına gelmez. 30 yaş altında başarı
% 60-70 dolayındadır. 35 yaş altı hastaların yarısından çoğu tedavinin ilk üç tedavi denemesi içinde canlı bir doğum yapar. İlk 3 siklusta tedavi başarısı hemen hemen aynı orandayken, 3 başarısız siklustan sonra gebelik şansı azalmaktadır.

4. Tedaviye başlamak için en doğru zaman ne zamandır?

Tedaviye her zaman başlanabilir. En doğru zaman, kişinin kendisini fiziksel ve psikolojik olarak hazır hissettiği zamandır. Mevsimler arasında başarı şansı açısından bir fark olmadığı gösterilmiştir. İş temposunun çok yoğun veya zorlayıcı olmadığı, arzu edildiğinde istirahat edilebilecek bir dönemin seçilmesi daha uygun olabilir.

5. En verimli yaş aralığı ne zamandır?

Tüp bebek tedavisinde başarıyı belirleyen en önemli faktör kadının yaşıdır. İlerleyen yaş ile birlikte yumurtalık rezervi ve bununla birlikte tedavi başarısı da azalmaktadır. Buna ek olarak artan yaşla birlikte yumurtalarda genetik problemlerin görülmesi riski ve buna bağlı olarak gebelik kaybı riski de artmaktadır. 30 yaşın altındaki hastalarda başarı şansı % 60- 70 arasında değişmektedir. Tedavi sonuçları değerlendirildiğinde, 37 yaşından önceki tedavilerde gebelik oranları % 40’ın üstünde iken, 37 yaşından sonra bu oranlar % 25 ve 39 yaş üstünde % 15-18 lere düşmektedir.

(Fotoğrafı biz ekledik, Dr. A. Saltık)

6. Bu konudaki yeni yöntemler nelerdir?

IVM: in vitro matürasyon olarak tanımlanan ve yumurtalıkları ilaçlara aşırı oranda cevap veren polikistik yumurtalıklara sahip olan olgularda tercih edilebilen bir yöntemdir. Diğer protokollerin aksine çok düşük dozda ve çok kısa süreli bir ilaç kullanımını takiben yumurtalar henüz tam olgunlaşmadan toplanıp özel solüsyonlar içinde laboratuvar koşullarında olgunlaştırılır ve spermle döllenirler. Böylece yumurtalıkların ilaçlar ile aşırı uyarılması ve buna bağlı önemli bazı sağlık risklerinden uzak kalınmış olur.

PGD      : Tıp teknolojisindeki hızlı gelişmeler günümüze dek açıklamakta zorlandığımız pek çok problemi tanımlamamızı ve çareler üretmemizi sağlamaktadır. Bu konudaki en güzel örneklerden bir tanesi daha henüz gebelik oluşmadan önce gebeliğin sağlığının belirlenmesini sağlayan “embriyoda genetik tanı” yani preimplantasyon genetik tanı imkanıdır. Bebeğin henüz 7-8 hücreli bir embriyo aşamasındayken FISH veya CGH adı verilen tekniklerle sağlığı açısından incelenmesi mümkündür. Bu şekilde hasta veya genetik özürlü bir embriyonun rahim içerisinde yerleşmesi ve sağlıksız bir gebeliğin oluşması baştan önlenmektedir.

Kriyopreservasyon: Yumurta, sperm ve embriyolar -196 derecedeki sıvı nitrojen içinde uzun yıllar dondurularak saklanabilmektedir. Örneğin kemoterapi görecek ve üreme yeteneğini tümüyle yitirecek kanser hastalarında yumurta ve sperm hücresinin dondurularak saklanabilir. Ayrıca tüp bebek tedavisinde ana rahmine yerleştirilen embriyolardan arta kalan fazla sayıdaki diğer embriyolar da yedek bir gebelik şansı veya ikinci çocuk imkânı için dondurularak saklanabilir. İyi kalitedeki embriyolar 5 yıla kadar saklanabilmektedir.

IMSI  : İntrasitoplazmik morfolojik olarak seçilmiş sperm enjeksiyonu olarak dilimze çevirebileceğimiz bu teknikte spermler klasik yöntemerden farklı olarak çok daha yüksek bir büyütme altında incelenir ve seçilir. Bu sayede, özellikle spermde ciddi şekilsel bozuklular gözlenen erkeklerde tüp bebek başarı şansının arttığı iddia edilmektedir.

Çiftler tüp bebek tedavisi sırasında psikolojik destek almalı mı?

Çocuk sahibi olmada gecikme süresi uzadıkça durum çift için gitgide artan bir stres kaynağı olmaktadır. Toplumun, çevrenin çift üzerindeki baskısı da hiçbir zaman ihmal edilemeyecek bir etki göstermektedir. Çifti içinde bulundukları sosyal çevreden izole etmek mümkün değildir ve ne yazık ki hemen her zaman çevrenin etkisi olumlu değil olumsuz yönde olmaktadır. Mevcut problem çifti başarısızlık, yetersizlik ve eksiklik psikolojisine iter, çift bu konunun gündeme geleceği korkusu ile sosyal çevresine karşı bir reaksiyon oluşturur.

Ne var ki ne doktorların telkinleri ne de çevredeki olumlu destek veren dostların telkinleri, çiftin psikolojisini destekleye tam olarak yetmeyebilir. Böyle durumlarda tüp bebek merkezlerindeki uzman psikologlar gerekli desteği eksik etmeyeceklerdir.

SENDİKALI OLDUK İŞTEN ATILDIK

İŞ ARAYAN ŞİİR

İş arayanın yedi günü

Pazartesi büyük bir inançla gitti

           ümitle geldi

Salı ümitle gitti hayallerle geldi

Çarşamba hayallerle gitti hayali

           hayal kaldı

Perşembe Tanrı’dan diledi

Cuma insanlardan

Cumartesi iş aradı

Pazar zaten istirahat günü idi

Pazarı kutladı

Öğrencilerinden biri ticaret adamı

Diğeri sarraf

Petrol kralı

Limon kralı

Kendisi ise hepsinin kralı

Açlık kralı

(http://sokratesinsarkisi.blogspot.com/2012/10/is-arayan-siir.html)

Emekçi, en temel haklarından olan örgütlenme hakkı bağlamında uluslararası hukukun, anayasa ve yasaların güvencesi altında olan sendika kurma hakkını kullandı diye
işten atılıyorsa; o işveren yüz kızartıcı suç işlemektedir.

Devlet nerededir ve kimin devletidir; sermayenin mi?
ÇSGB Bakanı Faruk Çelik derhal bu suçu engelleyecek midir ?

Yoksa ülkede askeri vesayet çığlıkları atılırken gerçek “sermaye vesayeti
hatta diktatörlüğü” mü saklanmak istenmektedir??

Ya da yerli-yabancı sermayeye uşaklık mı edilmektedir??

89. yaşını bitiren Cumhuriyet böyle mi olmalıydı?
Yüce ATATÜRK ve arkadaşları, 1. TBMM’de daha Cumhuriyet ortada yokken ve
ülke işgal altındayken 151 sayılı AMELE KANUNU‘nu çıkararak emekçilerin haklarını düzenlemişlerdi. 1932’de Atatürk döneminde ILO’ya (Uluslararası Çalışma Örgütü)
üye olmuşlardı. 1936’da AMELE KANUNU’nu yenileyerek İş Kanunu çıkarmışlardı. Emeğe böylesine saygılı idiler. Fabrikalarını lojmansız ve sosyal donatılar
(sinema salonu, alışveriş yerleri, kreş hatta okul!) olmadan yapmıyorlardı.
İşte sermeyenin ve işbirlikçi iktidarlarının Cumhuriyet’e neden düşman olduklarının
bir başka gerekçesi..
Yazıklar olsun, insanlığımızdan utanıyoruz.
Haydi TÜRK-İŞ ve onun “uslu” genel başkanı, görelim hünerini..
ILO, hiç acımadan Türkiye’yi artık kara listeye almalı,
afişe etmeli ve elinden gelen yaptırımı uygulamalıdır.
Etik değerlerin şahı (!) DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü) Türkiye’ye ambargo koymalıdır en temel emek haklarını çiğnediği için (!?)..

 Sevgi ve saygı ile.
28.10.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Su ve Yaşam Raporu…

Dostlar,

Hazırlanmasında bizim de mütevazi katkılarımızın olduğu

SU ve YAŞAM” konulu kapsamlı rapor, bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası Hak Sağlığı Komisyonu tarafından yayımlandı.

Bu kapsamlı rapor, bir takım çalışmasının ürünü.

http://ato.org.tr/#/haberler/detay/138 adresinden pdf olarak erişilebilmekte.

{ Veya şu erişkeyi (linki) tıklayarak : Su ve Yaşam Raporu, Ekim 2012 }

Emek verenlere, başta ATO (Ankara Tabip Odası) Hak Sağlığı Komisyonu Başkanı çok değerli çalışma arkadaşımız Sayın Prof. Dr. Dilek Arslan‘a teşekkür boçluyuz..

Sevgi ve saygı ile.
24.10.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

“Sağlıkta Eşitsizlik Raporu”ndan çarpıcı sonuçlar

“Sağlıkta Eşitsizlik Raporu”ndan çarpıcı sonuçlar

Dünya Sağlık Örgütü’nün yayımladığı ”Sağlıkta Eşitsizlik Raporu”na göre, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında sağlık hizmetlerinde uçurum var.

Yeni yayımlanan rapordan derlediği bilgilere göre, insanların sağlık hizmetlerine ulaşması, en zor hastalıklarla uzun süre mücadele edebilmesi ya da sağaltımı (tedavisi) olanaklı en kolay hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirmesi, dünyanın hangi bölgesinde yaşadıklarına, kendi ülkeleri içindeki ekonomik durumlarına göre büyük farklılıklar gösterebiliyor.

Raporda yer alan istatistikler arasında kadın ve çocuk sağlığı rakamları dikkati çekiyor. Varsıl (Zengin) ve yoksul arasındaki ayrımın en çarpıcı göstergeleri arasında yer alan anne ölümlerine bakıldığında, ölümlerin % 99’unun gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde olduğu görülüyor. Rapora göre, Afganistan’da yaşayan bir kadının doğumda yaşamını yitirme riski 11’de 1 iken İrlanda’da bu rakam 17 800’de 1.

Gelir düzeyi iyi bir ülkede dünyaya gelen bebeğin 5 yaşını görme şansı, az gelişmiş ülkelerdeki çocukların 2 katı olarak belirtilen raporda; ishal, sarılık, zatürre gibi tedavi edilebilir hastalıkların az gelişmiş bölgelerde her yıl milyonlarca çocuğun yaşamını yitirmesine neden olduğu kaydediliyor.

Yaşam süresi farkı 36 yıl

DSÖ istatistikleri, gelir düzeyi en yüksek dilim (grup) ile en düşük dilim arasındaki yaşam süresi farkının 36 yıla ulaştığı bilgisini veriyor. Düşük gelirli ülkelerde ortalama ömür 57, yüksek gelir grubunda 80 olarak belirtiliyor. Örneğin Malavi’de doğanlar ortalama 47 yıl yaşarken, bir Japonun ömrü 83 yıla çıkabiliyor.

Sağlık alanındaki farklılıkların ve eşitsizliğin hükümetler tarafından uygulanacak programlarla azaltılması çağrısında bulunan DSÖ, eşitsizliğin yalnızca bölgeler arasında değil, aynı ülke içinde, hatta büyük metropollerde farklı gelir dilimleri arasında bile ürkütücü boyutlara ulaşabildiği uyarısında bulunuyor. (AA, 22.10.12)

 

‘Hastaneye gidemiyoruz ki geri çevrilelim’

‘Hastaneye gidemiyoruz ki geri çevrilelim’

Başbakan Erdoğan’ın ‘kapısından kimse geri çevrilmiyor’ dediği hastanelerin, kapısına randevu alınamadığı için gidilemiyor..

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın özellikle hastane açılışlarında övdüğü, memnuniyetin çok üst seviyelere çıktığını vurguladığı sağlık sisteminde hastalar “sağlık hizmeti alamayanlar”, “sağlık hizmetini torpillerle almaya çalışanlar”, “sağlık hizmeti almak için günlerce uğraşanlar” ve “sağlık için servet ödeyenler” olarak sınıflara ayrılıyor.

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da bir hastane açılışında konuşan Erdoğan,

“Şu anda sıkıysa benim vatandaşım bir hastaneye gitsin kapıdan geri çevrilsin! Çevrilemez” ifadelerini kullandı. Evet hastaneye giden geri çevrilmiyor, zaten böyle bir şey önceki yıllarda da mümkün değildi, giden saatlerce beklerdi. Bugün hasta hastaneye eğer internetten ya da telefonla randevu alabilirse gidebiliyor. Giden ve muayene olan ise kan tahlili, röntgen, EMAR gibi çeşitli işlemler için tekrar tekrar randevu almak zorunda kalıyor. Randevu alamayan ise özel hastaneye gidip tetkikini yaptırıyor. Kemoterapi için randevu alamayan hastaların tedavileri gecikiyor. Hastanelerde dolaşan eczacı kalfaları ise bir telefonla hastalar için randevu alabiliyor.

Gazetemizin hastanelerden randevu alımına ilişkin yaptığı araştırma internetten randevu almanın neredeyse imkânsız olduğunu gösteriyor. İnternet sitelerinden randevu almaya çalıştığımız hastanelerin hiçbirinden randevu alamadık. Gidip yerinde gördüğümüz ise Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Onkoloji Bölümü oldu. Bölümün girişinde 182 randevu alma noktası yazıyor. Görevliye “Randevu buradan mı alınıyor?” diye sorduk; “Hayır internet sitesinden randevu almalısınız, saat 07.30’da açılıyor, ancak siz 07.20’de bilgisayarın başına geçin çünkü 5 dakika içinde doluyor” yanıtını aldık.

Tedaviler gecikiyor

Okmeydanı Onkoloji Bölümü’nde Mart 2010’dan bu yana tedavi gören Zeliha Akarca’nın, 2 yıl sonra akciğerinde yeni oluşum görüldüğü için kemoterapi görmesi gerekti. Ancak belirtildiği tarihte randevu alamadığı için tedavisini görememe riski ile karşı karşıya kaldı.

Hastaların randevu alamaması yeni bir sektör de doğurmuş. Kendi eczanelerinden ilaç alınması için hasta kovalayan eczacı kalfaları, hastalar için randevu da alıyor.

İsmini vermek istemeyen bir hasta, eşi için randevu almaya uğraştığı günlerde, bölümün yetkilisi bir doktorla bile görüştüğünü, ancak randevu alamadığı için kapıdan çıkıp ağlamaya başladığında bir eczacı kalfasının yanına yaklaşıp derdini sorduğunu anlattı. Randevu alamadığını söylediğinde, kendisinden TC kimlik numarası isteyen eczacı kalfasının iki telefon görüşmesi sonrasında randevu aldığını anlattı.

64 yaşındaki Mehmet Azizoğlu, sedye üzerinde hekime ulaşmayı bekliyor hastanede. Yeğen Cafer Azizoğlu, randevu almanın imkânsızlığından yakınarak “Araya tanıdık koyarak aldık randevuyu” diyor. Kolon kanseri olan Sevgi Kalabalık (52) ise 1 yıldır tedavi gördüğü hastanede randevu alamadığı için tedavisinin aksadığını söyledi.

(Cumhuriyet, 19.10.12)

İskandinav ülkeleri sünneti tartışıyor..

Dostlar,

Erkek çocuklar İslam ve Musevi inancında sünnet edilmektedir.

Ehil olmayan ellerde sünnet çok ciddi komplikasyonlara neden olmaktadır.
Kimi kez cerrahi olarak düzeltim de çok zor olmakta ya da yeterli olamamaktadır.
Kimi doğumsal pipi (penis) anomalilerinde (örn. Hipospadias) sünnet yapılmaması, sünnette kesilip atılacak “prepusiyum” denilen parçanın rekonstrüktif cerrahide kullanılması gerekmektedir.

Öyleyse öncelikle vurgulayalım ki;

Sünnet ciddi bir tıbbi işlemdir ve mutlaka sağlık kuruluşlarında hekimlerce yapılmalıdır.

İkinci olarak sünnetin yaşı önemlidir :

2. yaşın bitimi ile 6. yaş bitimi arasındaki 4 yılda sünnet yapılmamalıdır.

Çünkü bu yaş dilimindeki oyun çocuğu (toddler) yapılan işlemin gerçek doğasını, niteliğini kavrayamamakta, “phallus” una (pipisine, penisine) dönük işlemle cezalandırıldığını, kastre edildiğini (kısırlaştırıldığını!) düşünebilmektedir. Bu tablo “kastrasyon (iğdiş edilme) kompleksi”  olarak bilinir ve giderimi çok zor olabilir.
Bu yaş çocuğu “fallik” dönemdedir, ilgisi “phallus” u (pipisi, penisi) üzerinde odaklanmıştır.

  • 2-6 yaş çocuğu Mastrübasyon bile yapmaktadır !

Bu dönemde (2-6 yaş arası) yapılacak sünnet, “Phallik dönem takıntısı” nedeni olabilecektir. Bütün bunlar, ileriye dönük ruh sağlığı açısından olumsuz birikimlerdir.
Bu tür çözümlenmemiş olaylar ve takıntılar bilinç altında birikerek nedeni açıklanamayan sıkıntı, gerginlik, davranış bozuklukları vb. nedeni olmaktadır.

Dolayısıyla ya 2. yaş bitmeden önce sünnet yapılmalıdır,
çocuk çok küçük olduğundan ne olup bittiğini algılamayacaktır.

Ya da 6. yaş bittikten sonra sünnet edilmelidir ki, ne olup bittiği kendisine anlatılabilecektir.

Phymosis” denilen bir durum sünneti erkene almayı gerektirebilir.
Bu sorunun doğmaması için bebek-çocuk yıkanırken her banyoda pipinin ucundaki “fazlalık” deri (prepusiyum) iyice geri çekilerek penis ucu (glans) tümüyle ortaya çıkarılmalı ve iyice temizlenmelidir. Bu temizlik yeterli yapıl(a)mazsa enfeksiyon yerleşmekte ve prepusiyum glansa yapışarak ağrılı – sancılı idrara neden olmaktadır. Dahası, penis ucundaki delikten yukarı doğru enfeksiyonun ilerlemesi riski de vardır. Aile fimozis ile başedemiyor ve sorun süregenleşiyor (kronikleşiyor) ise sünnetin öne alınması için tıbbi indikasyon doğabilir.

Belki de ideal olanı çocukların büyümesine bırakmak ve 18 yaş sonrası reşit olan küçüğün kendisinin kararı ile sünnet olup olmayacağının belirlenmesidir.

KADIN SÜNNETİ (FİRAVUN SÜNNETİ) !

Tarihsel kayıtlara göre Mısır kökenlidir, ve çok eskidir. O yüzden FİRAVUN SÜNNETİ” denmektedir.

Kabul edilir yanı yoktur!
İnsanlığa karşı ağır suçtur.
Dinsel bir dayanağı olmayıp, sapkın bir gelenek-töre ürünüdür.
Özellikle çok geri kalmış kimi İslam ülkelerinde kız çocuğunun cinsel duygularının köreltilmesi amacıyla bu arkaik uygulama hala yapılmaktadır.

Güya, kadının cinsel dürtüleri yok edilecek ve erkeği baştan çıkarması engellenecektir! Oysa cinsel organları ciddi biçimde tahrip edilen kadınla nasıl olağan – normal bir cinsel ilişki kurulabilecektir?

İkincisi cinsel açıdan çok kolay uyarılabilen (uyarılma eşiği düşük) olan erkektir.
Bu bağlamda “kadını rahatsız etmemesi” için erkeğin dürtü denetimi  ne alınması gerekmez mi? Öyleyse, örn. testislerinden 1’ini almaya (burmaya!) ne buyurulur?
Ya da başkaca yabanıl (vahşi, brütal) yöntemler keşfetmeye ?

Şakası bir yana; insanın normal fizyolojisine uygun bir toplumsal düzen kurmaktan başka bilimsel, akılcı yol yoktur.. Ataerkil (patriyarkal) ilkel baskıcılık (dominans) bırakılmalı kadın – erkek eşitliğine dayalı bir toplumsal işleyiş hedef olmalıdır. İnsanlar toplumsal yaşam içinde yeterince sosyalleşmeli, erdeme dayalı eğitimle de dürtülerini denetleyecek donanıma eriştirilmelidir.

Kadın sünneti” adı altında bilmem kaç bin yıllık ilkel Firavun uygulamasını günümüzde hala sürdürmek, geldiğimiz aşamada uygarlık adına utanç vericidir..

Yıllık uygulama DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) verilerine göre 80-130 milyon arasındadır.
Özellikle klitoris kesilmekte, o arada hoyrat ellerde büyük ve küçük dudaklar da ölçüsüz ve kalıcı zarar görebilmektedir. Kadının cinsel yaşamı ömür boyu zedelenmekte, hiç zevk alamamakta, dahası ağrılı ilişki kurabilmekte ve olağanüstü doğal estetiği yok edilmektedir.

Bu vahşi ve insanlığa karşı suç sayılması gereken eylemin en çok korkulan ve sık görülen 2 komplikasyonu kanama ve enfeksiyonlardır. Bu yüzden yitirilen kadın sünneti olguları hiç de az değildir. Enfeksiyonlar ise yukarıdan aşağı çıkarak kısırlık nedeni de olabilmektedir (assenden enfeksiyon).

Kadın sünneti insanlığın önemli halk sağlığı sorunlarından biridir ve küre genelinde bir seferberlikle kökünün kazınmasına çalışılmalıdır.

Sizlere, çok sayıda “erkek” sünneti yapmış bir hekim olarak temel düzeyde bilgiler sunduktan sonra, İsveç’ten gelen bir iletiyi paylaşmak istiyoruz :

– İskandinav ülkeleri sünneti tartışıyor

Bu bölümü bağlarken hoşgörünüzle yinelemek isteriz :

Sünnet ciddi bir tıbbi işlemdir ve mutlaka sağlık kuruluşlarında hekimlerce yapılmalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
22.10.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================================

İskandinav ülkeleri sünneti tartışıyor

ALİ HAYDAR NERGİS 

alinergis@yahoo.se
MALMÖ / İSVEÇ
(21.10.12, Cumhuriyet)

Adamın başında takkesi vardı. Çember sakallıydı. Kocaman karnının üzerinden ayak bileklerine dek uzanan beyaz bir entari giymişti. Naylon terliklerinin içindeki ayakları çıplak; tırnakları uzun ve kirliydi. Gerçek adının Davut mu, David mi; Müslüman mı, yoksa Musevi mi olduğunu hiç sormadığım arkadaşım, iri kıyım o adamı göstererek sordu:

“Çevrende sünnet edilecek çocuk var mı?”

Şaşırdım; “Sünnet mi, ne sünneti!” diye sorarken gözlerim uzun entarili o adama takıldı. Bir sünnetçiden çok, semirmiş bir kasabı andırıyordu. Yanında taşıdığı el çantasında makası, usturası, sargı bezleri hazırdı. “Haydi!” dendiğinde, oracıkta yatırıp keserdi adamı. Birden çocukluk günlerime uzandı usum… Köy meydanında davul, zurna çalınıyordu. Dört amca çocuğu aynı anda sünnet edilecektik. Küçüktük, henüz ilkokula başlamamıştık. Korkuyorduk, ağlıyorduk. Tek avuntumuz, sünnetten sonra artık “erkek” sayılacaktık. Birden amca oğullarımdan biri fırladı, kavağa tırmandı. Yalvar, yakar indiremiyorlardı. Şeker, lokum önerileri fayda etmiyordu.

“Erkek olamazsın, kız çocukları gibi entari giydirirler sana” dediler, öyle indi…

Yabancılar “sünnet” olayını kavrayamıyor, dinle bağlantısını kuramıyor. İsveç başta olmak üzere, İskandinavya ülkelerinde, çocuklar yuvaya başlarken sağlık ekiplerince tepeden tırnağa sağlık denetiminden geçiriliyor. Erkek çocuklarda travmatik izler bırakan “hatalı sünnet” ler işte o zaman ortaya çıkıyor. Sağlık ekipleri, raporlar düzenleyerek durumu üst kuruluşlara ve okul yönetimlerine bildiriyor. Bazı durumlarda, “hatalı sünnet” olan çocuk yeni bir operasyon geçirmek zorunda kalıyor. İsveç’te her yıl ortalama 3 bin Müslüman ve Musevi kökenli çocuk sünnet ediliyor.

Mahkemeler, sağlık kuruluşları, yalnızca hatalı “erkek sünneti” ile değil, “kadın sünneti” ile de uğraşıyor. Özellikle, Mısır, Sudan, Somali, Etiyopya, Kenya gibi ülkelerden gelen bazı göçmen aileler, “geleneklerini” de birlikte getiriyor; gelişme çağındaki kız çocuklarını, cinsel duyarlıklarını yok etmek amacıyla sünnet ettiriyor. Bu uygulamanın suç sayılması ve ağır cezaları gerektirmesi nedeniyle, son yıllarda bu işlem, kız çocukları ülkelerine götürülerek gerçekleştiriliyor. İskandinav polisi ve sosyal kuruluşları, İskandinav ülkelerinde oturma iznine sahip kız çocuklarına, ülkelerinde sünnet edilme olasılığıyla karşılaşmaları halinde en yakın İsveç, Norveç, Danimarka ve Finlandiya büyükelçilik veya konsolosluklarına sığınmaları önerisinde bulunuyor.

  • UNICEF verilerine göre, dünyada her yıl yaklaşık 3 milyon kız çocuğu
    firavun sünneti yöntemiyle sünnet edilerek cinsel duyarlıkları köreltiliyor.

İskandinav ülkelerindeki çoğu doktor, “çocuğun bedenine dışarıdan zorla müdahale” olarak değerlendirdikleri için sünnet yapmıyor. Yüz binlerce Müslüman ve Musevi aile, erkek çocuklarını, yaz aylarında ülkelerine götürerek sünnet ettiriyor; ya da bulundukları ülkelerde, ellerinde çantalarla dolaşan yasadışı “merdiven altı” sünnetçilere teslim ediyorlar. “Hatalı sünnet” nedeniyle her yıl yüzlerce çocuk sakat kalıyor. Danimarka Ahlak Konseyi, 

15 yaşından küçük erkek çocukların sünnet edilmesinin yasaklanmasını istedi. Çocuk Konseyi Başkanı Charlotte Guldberg, “Erkek çocukların doğar doğmaz veya küçük yaşlarda sünnet edilmeleri kabul edilemez bir durumdur.” dedi. Ahlak Konseyi Başkanı Agger ise erkek çocukların sünnet olup olmayacaklarına kendileri karar verinceye dek beklenmesi çağrısı yaparak “Müslümanlar ve Musevilerin, sünnet geleneğini değiştirerek çağımıza uygun hale getirmelerini” istedi. Sünnet, yaz aylarında Danimarka parlamentosunda da tartışmaya açıldı. Kristlight Dagbladet gazetesi, muhalefet başta olmak üzere, parlamentoda grubu bulunan büyük partilerin, sünnetin yasaklanmasından yana olduklarını yazdı. Eleştirileri yanıtlayan Başbakan Helle Thorning Schmidt, “Bundan böyle sünnetlerin, sağlık müdürlüğünce denetleneceğini, sünnet sırasında doktor bulundurulmasının zorunlu hale getirileceğini” söyledi.

İsveç Tabipler Birliği de, “küçük yaştaki çocukların sünnet edilmelerinin yasaklanmasını” istedi. İsveç Çocuk Doktorları Derneği, Sosyal Sağlık Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği mektupta, “sünnetin, çocuk haklarının ihlali anlamına geldiğini ve etik olmadığını” savundu. İsveç Cerrahlar Birliği Başkanı Gunnar Göthberg sünneti “çocuklara açık saldırı” şeklinde değerlendirdi. Sünnet konusu Norveç gündeminin de ön sıralarında yer alıyor. Norveç Çocuk Hakları denetçisi pedagog Anne Lindboe, sünnetin tıp etiğine aykırı olduğunu savunarak, “Müslüman ve Musevi ailelerin sünnet yerine sembolik bir dini tören yapmalarını” istedi. Finlandiya’da ise İngiltere’den getirilen bir haham, doğumunun 8. gününde Helsinki’deki Musevi bir ailenin çocuğunu sünnet ederken kanamayı durduramadı. Helsinki Mahkemesi, çocuğun anne ve babasıyla, hahamı hapis cezasına çarptırdı. Finlandiya’da halen yürürlükteki uygulamaya göre, okul çağındaki erkek çocuklar, kendi onayları olmadan sünnet edilemiyor.