Prof. Dr. Celal KARLIKAYA
Göğüs Hastalıkları Uzmanı
Edirne Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi
Türkiye Cumhuriyeti olarak 3 Mart 2024 Halifeliğin kaldırılmasının 100. yılını kutluyoruz: “halkın sağlığı ve sağlamlığı” için ne denli yaşamsal olduğunu anmak -m anımsamak istiyoruz.
Tabip Odaları ve Türk Tabipleri Birliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa’ya dayanarak (m.135) çıkarılmış yasayla (6023 s. yasa) kurulmuş kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır ve temel görevi hekimlerin dayanışması yoluyla Halkın Sağlığı ve Sağlamlığı için çaba göstermektir.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığını, her zaman, üzerinde dikkatle durulacak ulusal amaç olarak tanımlamış ve
- “Devlet olma savındaki siyasal kuruluşların EN BİRİNCİ görevi, halkın sağlığı ve sağlamlığıdır.” demekle doğru yola ışık olagelmiştir.
Anımsanmalıdır ki; I. Dünya Paylaşım Savaşı’nda Osmanlı Devleti yenildi ve sömürgeci devletler, yüzyıllardır vatanımız olan Anadolu’yu da elde kalan Trakya’yı da paylaşmak istediler. İngiltere, Fransa ve İtalya ortak olarak İstanbul’u işgal etti. Yunanistan Başbakanı Venizelos, Batı ve Doğu Trakya ile İstanbul’un Yunanistan’a verilmesini istemişti. Ülkenin dört bir yanı işgal edilmiş, halkımızın neredeyse tüm yaşam alanı elinden alınmıştı. Bu yaşamsal tehdit, dört yıla yakın süren Milli Mücadele dönemi ile 9 Eylül 1922’de Büyük Zaferle sonuçlandı. Sömürgeci devletler yenilgiye uğratıldı. Yedi düvelin paylaşım planları yırtılıp atılmıştı.
Askeri utkular (zaferler) büyük bir hızla eğitim, güvenlik, adalet, sağlık, güzel sanatlar, yönetim, kültür.. alanlarında köklü ve kapsamlı düzenlemelerle çağdaş bir ulus ve devlet yolundaki çabalarla taçlandırıldı. Batı’lılar (Garplılar), Atatürk önderliğinde yükselen Türkiye Cumhuriyeti’ne hayranlığını gizleyemiyordu ve kendi ifadeleri ile:
- “1923-38 arası 15 yılda, Batı’nın yüzlerce yılda yaptıkları başarıldı.”
Ulusun güven içinde yaşatılması, sağlığına özen gösterilmesi ve olanaklar ölçüsünde toplumsal (sosyal) acıların dindirilmesi başlıca görevlerinden idi. Ülkemizin ivedi (acil) doktor gereksinimini karşılamak için, 1920’de hepsi 260 (iki yüz altmış) doktoru olan Türkiye’de, hızla başta hekim olmak üzere sağlık çalışanları yetiştirildi. Bulaşıcı hastalıkların yayılması, destansı özverilerle önlendi.
Kimi bulaşıcı hastalıklara karşı en kesin koruyucu önlem olan aşıların, tümüyle ülkemizde üretimi sağlandı. Üç milyondan çok kişiye yetecek çiçek aşısı Sivas’ta üretildi. Ülkenin yaygın sıtmalı bölgelerine yeterli Kinin dağıtıldı. Frengi hastalığının yok edilmesi için de gerekli olanaklar sağlandı. Yoksulluk, trahom, cüzzam, verem, açlık, ruhsal bozukluklar… gibi sosyal hastalıklar ile de daha etkili ve ayrıntılı, bilimsel akılcılıkla savaşıldı; böylece dünyaya örnek bir “Atatürk’ün Sağlık Devrimi” de gerçekleştirilmiş oldu. Hiç abartısız, destansı bir devrimdir uygarlık tarihinde!
Tam bağımsızlık amacındaki Türk Cumhuriyeti Devleti, başta sağlık reformları olmak üzere bu çabaları için gereksindiği gücü TBMM’den almış, ulusal egemenliğin yansımasını bu KURUM’da bulagelmiştir. TBBM Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, Atatürk’e göre “içi boşalmış bir heyula olan” Halifelik Kurumunu 431 sayılı yasayla yürürlükten kaldırmıştır. Çünkü ülkemizin dünyada temsili konusunda iki başlılık görüntüsü veriyordu. Çağdışı ve işlevsiz bir kurum olarak, Devletin varlığı ve ülkenin geleceği açısından tehdide dönüşmüştü. Cumhuriyet, daha dört aylıktı! 3 Mart 1924’te, Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği için yaşamsal önemde üç temel yasa TBMM’de kabul edildi. Cumhuriyetin kurucuları, başta Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları ve TBMM için en büyük ideal, Cumhuriyet’in çağdaş uygarlık düzeyine erişmesi ve aşması idi.
- “3 Devrim Yasası”, Cumhuriyet’in kuruluş ideallerini ve temellerini pekiştirmiş ve ülkemizi çağdaş uygarlık düzeyine – ötesine taşıyacak temel adımların zeminini oluşturmuştur.
Laiklik Halkın Sağlığı ve Sağlamlığı İçin Neden Gerekli İDİ?
Şu durumda neden GEREKLİdir?
Gelecekte de neden gerekli OLACAKtır?
Bilindiği gibi bir Türk hekimi olan İbni Sina‘nın çalışmaları, Türk-İslam düşünce tarihinde ve tıbbında çok önemli bir yere sahiptir. İbn-i Sina, Orta Çağ modern tıp biliminin kurucusu ve hekimlerin önderi kabul edilir. Tıbbın, bilimin ışığının Doğudan Batıya taşınmasında büyük katkısı olmuştur. Özbekistan doğumludur. O’nun felsefesi ve bilimsel katkıları hem o dönemin hem de günümüz tıp anlayışını derinden etkilemiştir. Batı’da Avicenna olarak anılan İbni Sina; felsefe, tıp, matematik ve metafizik alanlarında 450’den çok makale ve 200’ü aşkın kitap yazmıştır. Kuramsal olarak doğa, matematik ve metafizik alanlarında; uygulamalı olarak siyaset, ekonomi ve ahlak alanlarında insanlık kalıtına (mirasına) büyük katkılarda bulunmuştur. Ancak ne yazık ki, bu çok yönlü yetkin HEKİM’e, Bilim İnsanına, “içgüdüleri ve kendinden kaynaklı (menkul) sözde bilgelik safsataları”ndan başka bir şeyleri olmayan din bezirganlarınca – mollalarca, itibar suikastı (saygınlık saldırısı) yapılmış, canına kıyılmıştır.
Günümüzde Atatürk Devrimlerine ve Cumhuriyet’in temel değerlerine yapılan ve giderek artırılan sistemli bütünsel saldırılardan biri de “laik-bilimsel eğitim“e yapılanlar. Çünkü dogmatik (hurafe ve değişmez – sabit – inançlar temelli) bir eğitim ile dinci ve kindar kuşaklar yetiştirilmek isteniyor. Bunun en net örneklerinden biri Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi bir KURUMu olan İzmir Müftülüğünce ilkokul öğrencilerinin, gerici Menemen ayaklanmasından ve Kubilay’ın başı kesilerek şehit edilmesinden yargılanıp ceza alan (1930) kişinin mezarına götürülmesi, övülmesi olayıdır. İlkokul çocuklarına dek indirilen dinci ideolojik-dayatmacı eğitim Atatürk’ün öğretmenlerimizden istediği “Cumhuriyet; sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.” ilkesi ile kökten çelişki içindedir. Artık yapay zekanın yaşamın parçası olduğu bir çağdayız ve doğal aklın yok edilmesi ve yerine dogmatik robotik bir insan modelinin konması ile hangi halk – millet barışa, huzura (erince), gönence, esenliğe ulaşabilir ki..
- ÇEDES safsatası ile küçük çocukların ruh sağlığında kalıcı ve ciddi bozulmalar beklenmeli
ve bu kurgulu saldırı mutlaka engellenmelidir; ulusu çürütme hedefli,
emperyal bir tasarımdır.
- Süslü bir isim ile paket edilmiş ÇEDES projesi ile çocuklarımız SÖZDE “(b)ilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı; millî, ahlaki, insanî, manevi ve kültürel değerlere göre” yetiştirilecek, din görevlileri öğrencilere “Değerler Eğitimi” verecektir. Sonuç eğitim bilimlerinden, pedagojik formasyondan bihaber (habersiz), dahası Türkiye Cumhuriyet’imizin kuruluş değerlerine kindar-dindar bir davranış-tutum.
- Yeterince din dersi öğretmenlerimiz varken din adamlarının örgün eğitimde ne işi var. Hatta bazı yerlerde devlet memuru olmayan vakıf derneklerden din adamlarının..
- Ya eğitimdeki birlik daha da bozulup her ayrı din, her ayrı mezhep/ tarikat için böyle bir eğitim modeli uygulanırsa ne olacak bu ülkenin geleceği?
- Unutulmamalıdır ki dünya tarihinde en fazla cinayet sözde din savaşları yüzündendir.
- Günümüzde yaşanan Gazze savaşının bile temel savı farklı dini inançlar değil midir?
- Temel eğitimde içeriğin (müfredatın) “dinci” ve sözde “milli” değerler çerçevesinde yeniden oluşturularak bilimsellikten uzaklaştırılması, laik-bilimsel eğitim kurumları yerine anaokullarına dek hemen tüm okulların bir tür İmam-Hatip okullarına dönüştürülmesi dayatması ile yüz yüzeyiz. Bunlar İbni Sina’nın ve Anadolu Aydınlanmacılarının bize bıraktığı aydınlık ve çok değerli kalıtın (mirasın) mollalarca yok edilmeye çalışıldığı karanlık çağları anımsatıyor ne yazıktır ki..
Anımsanmalıdır ki sağlıklı insan hastalanınca iyileşmek ister. İçgüdüye veya safsatalara dayalı yollardan değil sistemli gözlem ve deneye dayanan – bilimsel, denetime açık, onanmış en iyi sağaltımı (tedaviyi) görmek ister. Bu, doğallıkla insancıl bir davranıştır ve görülmektedir ki, en koyu molla – yobaz anlayışlılar bile, hastalandıklarında en çağcıl (modern) hastanelere, Tıp Fakültelerine, Avrupa’da-ABD’de eğitim almış “doktorlara” koşar ve dinine, mezhebine, tarikatına değil, diplomalarına bakarlar.
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’dan devraldığı değişik (farklı) eğitim türlerinin uygulandığı geleneksel eğitim, yaygın olarak mahalle mekteplerinde ve medreselerde veriliyordu. Bir bölümü daha önce ama çoğu 1876 ilk Meşrutiyet sonrası sınırlı sayıda çağdaş okullar (idadi, rüştiye, tıbbiye, mülkiye, harbiye vb.) açılmıştı. 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) Yasası ile tüm bilim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı ve dinci eğitim-öğretime son verildi. Daha önce Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığına bağlı veya özel vakıflarca kurulup yönetilen “medrese ve mektepler” de Milli Eğitim Bakanlığı’na devredildi. Bu Yasa ile zorunlu öğretim birliği ilkesi yaşama geçirildi ve “eğitimde 2’lik” kaldırıldı.
- Dinci ve Laik eğitimin birlikte varlığı, ülkede yakın gelecekte ciddi çatışma, bölünme vb. kabul edilemez sağkalım (beka) sorunlarına yol açabilecekti; buna hiçbir devlet izin ver(e)mezdi.
Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm temel değerlerine
örgütlü ve dış destekli – kurgulu ve güdümlü bütüncül – kapsamlı
ve çok tehlikeli saldırılarla karşı karşıyayız!
Biz, Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık yoluna gönül veren ve bilimselliği nedeniyle usçu (akılcı) olarak benimseyen Türkiye Cumhuriyeti’nin doktorları olarak, “halkın sağlığı ve sağlamlığı” nın da güvencesi olan laik eğitimin ve laik sağlık hizmetlerinin, bir bütün olarak
seküler toplum – devlet düzeninin hızla sağaltılmasını (tedavi edilmesini), esenlendirilmesini (rehabilite edilmesini) istiyoruz :
- Nitelikli sağlık hizmetlerine erişim için nüfus cüzdanı yeterli!
- Tüm vatandaşların, barış ve huzur içinde nitelikli sağlık hizmeti, nitelikli tıp eğitimi, nitelikli eğitim.. özetle SAĞLIKLI YAŞAMA temel haklarıdır!
Özetle toplumsal barış, huzur ve özgürlük için LAİK – SEKÜLER (din ve devlet işlerinin ayrılmış olduğu) düzen tek yol. Herkes inancını vicdanında yaşar. Herhangi bir dinin yetersiz – eski – değişmeyen hükümleri devlet – toplum yaşamı dışında kalır. Batı bu gerçeği 114 yıl süren kanlı mezhep savaşları sonunda (1453, İstanbul’un düşmesi!) gördü ve uyguladı. Rönesans (Yeniden Doğuş!) yaşandı ve dinde reform yapıldı. Bilimsel – sanatsal ilerleme ile dünyaya egemen oldular ama dini ikiyüzlü, şeriatı bölücü, sömürücü politikalara alet yapan toplumlar karanlıkta kalmayı sürdürdü.
Bu tehlikeli ve çirkin oyuna asla gelmemeliyiz!
Laik eğitimi, laik yaşam biçimini benimseyen tüm KURUM, KURULUŞ ve sivil toplum örgütleri ile amaç ve eylem birliği içinde Cumhuriyet’imizin tüm kazanımlarına sahip çıkmaya ve bir bütün olarak laik düzeni, bilimsel-kamusal eğitimi ve sağlık hizmetini savunmayı kararlılıkla sürdüreceğiz.
- Herkesin bilimsel sağlık hizmetine erişmesini temel hak sayıyoruz.
Türk Tabipleri, Hekimleri, Doktorları olarak Büyük Önder Atatürk’ün gösterdiği bilim ve fen (teknik) yolunda yürüyerek
- “Devlet olma savındaki siyasal kuruluşların EN BİRİNCİ görevi, halkın sağlığı ve sağlamlığıdır.” ilkesi – bilinci ile çalışacağız.
Cumhuriyetimizi daha da ileriye taşıyıp, ulusumuzun hak ettiği çağdaş, gönenç (refah) içinde ve özgür bir ülkede başı dik ve onurlu yaşayacağız. Atatürk’ün buyruğu – öngörüsü net :
- “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!” (sonsuza dek yaşayacaktır)
Kaynakça