Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu için Cumhurbaşkanı’na ivedi çağrı

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu hoca yakın dostumuzdur.
Dava arkadaşımızdır.

Bir onur anıtı gibi dimdik Silvri zulümhanesinde 4. yılı doldurmak üzeredir.

Yıllardan beri süregelen ve Silvri zulümhanesinin koşullarıyla hızla ilerleyen,
gerekli biçimde sağaltımı-izlemi-beslenmesi-dinlenmesi.. asla yapılamayan
Hepatit C enfeksiyonu ile başbaşadır.

Bu hastalık karaciğer kanserinde dönüşebildiği gibi,
ilerleyici sirozla karaciğer yetmezliğine de neden olabilmektedir.

Verilere göre Fatih hocanın durumu çok ama çok ciddidir.

Portresi_sizin_Allahiniz_yok_mu

Geçtiğimiz aylarda 21-22 yaşındaki evladını da yitirmenin kahredici acısı içindedir.
Fatih hoca, babasını da geçmişte acılı biçimde yitirmişti..

Bu insanın ne kanıtları değiştrecek – bozacak gücü ne de olanağı var..
Ne de bunlara tenezzil edecek kişiliği.. Kaçmak mı? Fatih hocayı öldürseniz bile böyle birşeyi yaptıramazsınız..

DENETİMLİ SERBESTLİK çok etkili yöntemler içermektedir.
Neden bu yola başvurulmaz?
Zaten Fatih hocanın tutukluluğunun yürütümünün sağlık nedeniyle ertelenmesinden söz ediyoruz. İstenen, “suçunun” ya da “cezaının” infazının bağışlanması değildir. Kaldı ki kanıtlanmış suç ve hükme bağlanmış da ceza ortada yoktur!

Üstelik  4 – 5 yıldır artık toplanmayan kanıt mı kaldı ?

Öte yandan, hala kanıtlar toplanmadı ise, hangi kanıtlarla insanları yıllarca
hapiste tutuyor, adeta yargısız infaz yapıyoruz ?

Böyle adalet olur mu??

Biz de bu konuyu sitemizde kezlerce yazdık. Ceza Muhakemeleri Yasası‘nın
ilgili maddelerini aktardık. Bir kez daha sunalım :

Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı CMK (Ceza Muhakemeleri Kanunu) md. 16/2’de, sanığın hastalığı nedeniyle uygulanacak süreç şöyledir:

  • “… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa, cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”
  • Madde 16/3, “Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam donanımlı hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adli Tıp Kurumu’nca onaylanan rapor üzerine infazın yapıldığı yerin cumhuriyet başsavcılığınca verilir.”

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e son çağrımızdır..
Yarın çok geç ve dönüşümsüz olabilir..
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, insancıl duygularla yetkisini kullanmalıdır.

  • Türk Tabipleri Birliği, üyeleri olan Fatih Hilmioğlu’nun durumunu görüşmek üzere Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den ivedi randevu istemelidir..

Tüm Öğretim Üyeleri Derneği TÜMÖD İstanbul Şubesi’nin aşağıdaki çağrısını tümüyle payaşıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 10.1.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

PROF. DR. FATİH HİLMİOĞLU DERHAL TAHLİYE EDİLMELİDİR!

Ergenekon davasından dört yıldır Silivri zindanlarında tutuklu bulunan Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu bir süredir karaciğer kanseriyle mücadele ediyor. On beş yıldır siroz hastası olan hocamızın karaciğer hastalığı çok ileri bir aşamaya gelmiştir. Doktor raporlarına göre yatak tedavisi görmesi gerekirken, sürekli cezaevi ve hastane arasında gidip geliyor.  Şayet Prof. Fatih Hilmioğlu serbest bırakılmazsa zaten ilerlemiş olan hastalığı yaşamsal tehdit boyutunataşınacaktır. Bizler, üniversite öğretim üyeleri olarak Fatih Hilmioğlu hocamız başta olmak üzere Silivri’de tutuklu bulunan vatansever, Atatürk Cumhuriyeti’nden yana bilim insanlarının yaşamlarından kaygılıyız.

Bilinmektedir ki, Silivri’de artık bir mahkeme yoktur. Yıllardır verilen yoğun mücadelelerle gerçekler bir bir ortaya çıkarılmış ve tüm iddiaların asılsız olduğu kanıtlanmıştır.  Açıklamalarından anlayacağımız üzere mevcut iktidar bile bu gerçeği kabul etmek zorunda kalmıştır.  Silivri’de kurulan mahkemenin iktidarın talimatları doğrultusunda hareket ettiği herkes tarafından bilindiğine göre, Fatih Hilmioğlu’nu hastane yollarında ölüme terk etmek apaçık iktidarın bir bilim insanına olan korkusunu ifade etmektedir.

Baştan aşağı yalan ve iftiralarla dolu bir mahkemenin bütün suçlamaları çürütülmüşken ve artık toplum karşısında hiçbir itibarı kalmamışken;hukuksuz mahkemelerin tek amacı memleketine büyük katkılar sağlamış,vatanını seven bilim insanlarını, kokuşmuş zindanlarda ölüme hapsetmek değil midir?  Anlıyoruz ki hukukun bitirildiği Silivri’de vicdanlar da iflas etmiştir.

Bizler, üniversitenin bilim ve aydınlanmadan yana olan vatansever öğretim üyeleri olarak bir çağrı yapıyoruz.  Bir an önce Fatih Hilmioğlu hocamızın tahliye edilmesini ve tedavisinin uygun koşullarda yürütülmesini talep ediyoruz!

Bu vesileyle tüm üniversite bileşenlerini, öğretim üyeleri ve öğrencilerini 10 Ocak Perşembe günü Silivri Mahkemesi önüne davet ediyoruz.

TÜM ÖĞRETİM ELEMANLARI DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBESİ (TÜMÖD)

Şiir köşesi : HAK ve İNSAN

Mustafa AYDINLI

portresi

Hak ve İnsan

Hırsızın eli cebimde 
Çeksin diye bakamam ki 
Soyguncunun ocağını 
İki elimle yakamam ki 

Yansın ateş tütsün ocak 
İnsan insana en sıcak 
İnsan haklarına kucak 
Açmadan da duramam ki 

Sanki kan emici böcek 
Yalanın mumu sönecek 
Haklı haksızı yenecek 
Hakka duvar öremem ki 

Kimi yoksul, kimi işsiz 
Kimi ekmeksiz, kimi aşsız 
Kimi yetim, kimi öksüz 
Bu kalpleri kıramam ki 

Subaşını yılan tutmuş 
Deveyi hamutla yutmuş 
Malı alan çekip gitmiş 
Buna da yağ süremem ki 

İnsan sevgisine eren 
Gönülden gönle giren 
Uygarlığa halı seren 
Kişiyi de yeremem ki 

Hep sahteci baş köşeye 
Diyecek yok bak neşeye 
Hem de muhtar olmuş köye 
Bunu hayra yoramam ki 

Aydınlı, doğruya özün 
Halkına gülecek yüzün 
Hak ve insan olsun sözün 
Başka bir şey aramam ki 

Mustafa Aydınlı

divider_yesil_fiyonk

Mehmet Haberal Olayı..

Dostlar,

Emin Çölaşan köşesinde Mehmet Haberal Olayı” nı yazmış.

Ergenekon vd. bilinen davalarda mağdur edilen hatta tutuklu-hükümlü iken ölümlerine yol açılan acı olayları işliyor. Özellikle Haberal ve Hilmioğlu..

Biz de bu sitede yazdık, İstanbul Barosu Dergisi’nde yayımladık,
Ulusal Kanal’da programda deyim yerinde ise haykırdık :

(Tutuklu ve Hükümlülerin Ulusal ve Uluslararası Kaynaklarda Sağlık Hakkı
TEORİ, Aralık 2011, syf. 36-59 ve İstanbul Barosu Dergisi Kasım-Aralık 2011, syf. 12-28; Ayrıca : Ankara, Ulusal Kanal DOSYA Programı, Nurzen Amuran; Aytun Çıray, Eriş Bilaloğlu ile Hasta, Tutuklu-Hükümlü ve Hekim Hakları, Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddet; http://ahmetsaltik.net/arsiv/2012/05/Tutuklu_ve_Hukumlulerin_Saglik_Haklari.pdf)

İnsanlık suçu işliyorsunuz!..

Tutuklu-hükümlü insanların sağlık haklarını pervasızca çiğniyorsunuz. Gerek iç hukukta gerekse ülkemizi bağlayan uluslararası hukukta tanınan pek çok temel sağlık hakkını görmezden geliyorsunuz..diye uyardık.

Bir kez daha vrgulayalalım.. Zaten davaların kurgu olduğu, kanıtların düzmece olduğu savları ayyukta..  Bu davalar esasen çökertildi hukuksal olarak.

Bari insanları içeride sakatlamayın, öldürmeyin..
Vicdanınızın peşinizi bırakmayacağını, sizi er ya da geç sorgulayacağını
aklınızdan çıkarmayın. O aşamada size hiç kimse yardım edemeyecek..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 10.1.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================== 

Emin Çölaşan

portresi

Mehmet Haberal Olayı
SÖZCÜ,
10.1.13

Sevgili okuyucularım,

Birkaç gün önce elime bir kitap daha ulaştı.

Mehmet Haberal’ın sağlık sorunu ve başına getirilenler

diye özetlemek mümkün.

Haberal Hoca sadece Türkiye’nin değil, dünyanın en ünlü cerrahlarından biri. Hele organ naklinde dünyanın önde gelenleri arasında yer alıyor. Kurduğu ve rektörü olduğu Başkent Üniversitesi, ülkemizin en seçkin eğitim kurumlarından biri. Ayrıca kurduğu Başkent Üniversitesi hastaneleri, bugüne kadar yüz binlerce insanımızı
tedavi etti, sağlığına kavuşturdu.

Prof. Dr. Mehmet Haberal yurtsever insandı. Prof. Dr. Haberal, bugünkü iktidara karşıydı. 2008 yılında O’nu da Ergenekon davasından tutuklamayı başardılar! O artık bir terörist olmuştu!
Kendi elleriyle, ya da hastanelerinde kurtardığı hayatlar bir anda
sıfırlanmış, Hoca’nın terör örgütü mensubu (!) olduğu iddiası
ortaya atılmıştı.

Haberal ve terör!.. Aklın almayacağı bir olay!..

Hoca, sağlığı bozuk olduğu için hastanede yatıyordu. (Sonra hastane basıldı, O’nu tedavi eden doktorlar da tutuklandı!) Mahkeme, ifadesini hastanede aldı. Hep merak ediyordum, acaba Haberal, teröre neresinden bulaşmıştı! Acı gerçekler herhalde bu ifadeyle ortaya çıkacak, bizler de şok geçirip açık konuşacaktık:

“Vay canına, demek ki Hoca terörist olmuş!..”

Mahkeme sorgusu, Başkent Üniversitesi tarafından kitap yapıldı.

  • “Suçum Ne?”

Bu sorgulama, virgülüne bile dokunulmadan, aynen yayınlanmıştı. Baştan sona dikkatle okudum. Kendisine örgütle, terörle, silah vesaire ile ilgili sorulan bir tek soru yoktu. Sorulan her soru,

Ecevit’in tedavisiyle ilgiliydi.

* * *

Yandaş medyanın iddialarına göre, vefatından bir süre önce Başkent Üniversitesi Hastanesi’nde yatan rahmetli Bülent Ecevit’e bilerek yanlış tedavi uygulanmış ve onun başbakanlığına son verilmek istenmişti!
Bu işin baş sorumlusu da Haberal Hoca idi!
İkinci kitap bir süre sonra yayınlandı:

  • Silivri Gerçeği

Bu kitapta Ecevit olayının bütün gerçekleri belgelerle açıklanıyordu.
Bu iki kitabı dikkatle okudum ve kafamdaki bütün kuşkular giderildi.
Mahkemenin elinde O’nu suçlayan bir tek satırlık belge bile yoktu.
O halde Haberal yıllardır niçin tutuklu? Niçin Silivri hapishanesinde yatırılıyor? Hakimler dışında hiç kimse bilmiyor!

* * *

Birkaç gün önce Hoca’nın son kitabı elime geçti. Hoca hasta.
Pek çok rahatsızlığı var. Sık sık hapishaneden alınıp hastaneye yatırılıyor, sonra geri getiriliyor.
Dünya çapında bir tıp adamı Silivri koşullarında nelerle uğraştırılıyor.
Kitabın adı:

  • Prof. Dr. Mehmet Haberal’dan Belgeler ve Gerçekler

Bu kitabı da üç günde baştan sona okudum.
Türkiye hapishanelerinde şu anda tam 135 bin tutuklu ve hükümlü yatıyor. Pek çoğunun sağlığı bozuk ama umursayan yok.
Haberal hasta. Birçok rahatsızlığı var. Haberal cerrah, ne olduğunu
iyi biliyor. Haberal’ın avukatları var, o’nun sorunlarıyla bire bir ilgileniyorlar.

Ama Türkiye hapishanelerinde yatmakta olan hasta tutuklu ve hükümlüler, seslerini kime duyuracak?
Onlar çaresiz, onlar ne yapacak?

* * *

Kitapta bir belge var ki, inanılır gibi değil. İstanbul’daki Mehmet Akif Ersoy Hastanesi‘nin yönetimi, İstanbul Valiliğine gönderdiği yazıda özetle şöyle diyor:

“…Hasta Mehmet Haberal’ın kardiyoloji konsültasyonu gerekli olursa, hastanemiz hekimleri ile hasta arasındaki HUKUKSAL SÜREÇ devam ettiği için, başka bir kardiyoloji merkezinde kontrolü uygun olur. Durumu bilgilerinize arz ederiz.”

Bu yazının altında 4 doktorun imzası var.

Abdurrahman Eksik, Aydın Yıldırım, Nevzat Uslu, M. Kemal Erol.

Böyle bir belgeye insanın inanası gelmiyor.
Bir devlet hastanesi, aralarında hukuksal süreç bulunduğu gerekçesiyle hem de bir meslektaşın, bir tıp hocasının, bırakın onları da bir yana, bir insanın, bir hastanın tedavisini reddediyor.

Evet, Prof. Dr. Mehmet Haberal’la ilgili bu üç kitabı da bir solukta okudum. Şaşırdım kaldım. Türkiye’de nelerin nasıl olduğunu öğrendim, aklım ve mantığım almadı. Adaletin nasıl çalıştığını, insanların nasıl bilerek ve özellikle tutuklu bırakıldığını, Hoca’nın durumu üzerinden, hem de belgelerle öğrendim. Hay öğrenmez olaydım.

* * *

Sevgili okuyucularım,

İnsan bazen hiç ummadığı, beklemediği olaylar yaşıyor.
Haberal Hoca’nın bu kitabını dün yazacaktım, olmadı…
Ve bugüne kaldı. Sabah erken kalktım, her zamanki gibi kafamda “Bugün ne yazacağım” sorusu yok çünkü ne yazacağımı biliyorum.
Bu kitabı yazacağım. Evden çıkmak üzereyim. Saat 8.30 dolaylarında kardeşim aradı:

“Annem yataktan düşmüş. Acısı çokmuş. Herhalde kırık var.
Sen Başkent’ten ambulans çağırabilir misin?..”

Annem 93 yaşında. Durumu iyi kötü idare ediyorduk.
Unutkanlığı yoğundu ama hiç değilse bizleri tanıyordu.
Tek tesellimiz ayakta olmasıydı. Yemeğini kendi yiyor, tuvalete bakıcı eşliğinde kendi gidiyordu. Bunlar bizim için bulunmaz nimetti.
Tek korkumuz düşüp bir yerini kırmasıydı. Soran herkese aynı şeyi
söylüyordum:

“Biz her şeye razıyız. Yeter ki düşüp bir yerini kırmasın.”

Başkent Hastanesinden hemen tam donanımlı bir ambulans geldi.
Acil servis tetkikleri, röntgen falan derken, korktuğumuz sonuç ortaya çıktı:

Kalça kırığı…

Ve ameliyata alındı.

Bundan sonrası bizim açımızdan herhalde zor bir süreç olacak.

* * *

Dün annemin peşinde dolanırken Başkent Hastanesini bir kez daha gözlemleme olanağını buldum. Bekleyen yüzlerce hasta, koşuşturan doktorlar, hemşireler ve görevliler… O hastanenin ilk günleri bir kez daha gözümün önünden geçti. Dost olduğum Mehmet Haberal isimli genç bir doktor, iki katlı küçük bir binada hastane kuruyor…
Ve bu hastane giderek büyüyor, gelişiyor ve ülkemizin en seçkin sağlık kurumlarından biri oluyor. Genç doktor günün 24 saati görev başında koşturuyor. Sonra Üniversiteyi kuruyor, Türkiye’nin dört bir yanında tam teşekküllü hastaneler ve diyaliz merkezleri açıyor…
Ve o doktor binlerce hastaya organ nakli yapıyor, bütün ameliyatlara giriyor, binlerce insana elleri ve beyniyle şifa dağıtıyor…

Ve o yurtsever doktor, hakkında bir tek belge olmadan,
Özel Yetkili Mahkeme tarafından “Terörist” olduğu gerekçesiyle yıllardır Silivri hapishanesinde çürütülüyor. Birçok hastalığı var, “Terörist (!)”
olduğu için tedavisi doğru dürüst yapılmıyor. Özellikle yapılmak istenmiyor.

Sadece Balyoz ve Ergenekon sanıkları değil!.. Hapis yatan 135 bin kişi aynı durumda. Eğer hapiste sağlık sorununuz varsa, yandınız demektir. Dünya çapında bir tıp doktoru olan Mehmet Haberal’ın sağlık sorunları nedeniyle başına gelenler, işte bunun somut kanıtı. Ergenekon sanığı Kuddusi Okkır’ı nasıl öldürdükleri, aynı davanın sanığı Malatya İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun tedavi ettirilmeyen hastalıkları da öyle.

Yazıklar olsun böyle düzene…

Yazıklar olsun böyle adalete…

“100 Soruda ADD”

Dostlar,

ADD, “100 Soruda ADD” başlıklı bir tanıtım kitabı yayınlayacak..

ADD Bilim Kurulu Başkanı Sayın Prof. Dr. D.  Ali Ercan‘ın son derece yerinde bir yöntemle “soru derleme” çabasına ilişkin iletisi aşağıda..

Buyurun, soru havuzuna katkıda bulunalım..

Benim de yanıtını merak ettiğim “kimi sorular” var :

1. ADD’yi Ordu mu kurdurdu, ADD para-militer bir örgüt mü??

2. ADD’nin parasal kaynakları neler? ADD yurtdışından destek alıyor mu?

3. ADD gerçekte neyin peşinde, Kemalizmin modası gerçekten geçmedi mi? Atatürk öleli 75 yıl oldu. Dünya öyle hızla değişiyor ki, hala niçin “Atatürk devrim
ve ilkeleri” savunuculuğu yapılıyor? Bu geçmişe takıntı değil mi?

4. Bir de, işleyeni bilinen- saklanan (faili meçhul!?) cinayetlere neden
en çok ADD kurban verdi
, nedenilerini öğrenmek istiyorum.

5. Adam Smith’in Liberalizm öğretisi 1700’lerin sonlarına denk düşüyor.
İskoç (İngiliz) iktisatçı ve düşünür Adam Smith (1723-1790), The Wealth of Nations (Milletlerin Refahı) adlı kitabını 1776’da yazmıştı. Aradan 237 yıl geçtiği halde “liberalizm” eskimiyor da, modası geçmiyor da Kemalizmin modası neden 75 yılda geçiyor ?? Neo-liberalizm = Küreselleşme dünyayı kasıp kavuruyor.

Biz de “Neo-Kemalizm” ile Kemalizm’i güncelleyip bu modası geçmiş saldırıları defedebilir miyiz??

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 10.1.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================

ADD üye ve yöneticilerine..
Değerli Arkadaşlar,

Derneğimizin geniş halk kitlelerine ve Sivil Toplum Örgütlerine doğru tanıtımı amacıyla “100 Soruda ADD” başlıklı bir kitapçık hazırlanacaktır.. Bu nedenle, Derneğimizi doğrudan ve dolaylı ilgilendiren her konuda halktan ve özellikle de karşıt odaklardan, en aykırı sorular da dahil olmak üzere, dile getirilen soruları toplamaya başladık.. Bu sorular havuzuna muhakkak ki sizlerin de önemli katkılarınız olacaktır.
Şimdiye kadar karşılaştığınız ilginç soruları, ya da sizlerin aklına düşen soruları herhangi bir sıralama yapmadan en kısa sürede e-posta ile göndermenizi rica ediyorum.

Saygılarımla. 10.1.13

 
Prof.Dr.rer.nat. D. Ali Ercan
ADD Bilim Kurulu Başkanı

Siyasi ahlak Bakan’ın istifasını gerektirir!

Dostlar,
Değerli meslektaşlarımız
,

Tam bir etik-moral yozlaşma klasiği!
Biz de web sitemize koyduk.
Sevgili Ankara Tabip Odası Genel Sekreterimiz Dr. Selçuk Atalay‘a teşekkürlerimizle..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 10.1.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================

Mehmet Yılmaz

Siyasi ahlak Bakan’ın istifasını gerektirir!
Hürriyet, 9.1.13

SAĞLIK Bakanlığı’nın “Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri” sıfatını taşıyan
Murat Kalem isimli şahıs, gazetemizin sorumlu müdürü İzzet Doğan’a bir ihtarname göndermiş. Gönderdiği ihtarname ile bir açıklamanın benim köşemde yayınlanmasını istiyor.

Bütün hukuki hakları da saklı kalacak”mış ki ileride canı çekerse beni dava da etsin.

Mustafa Bey belli ki “haber nedir, yorum nedir”, ikisi arasındaki farkı ayırt edebilme yeterliliğine sahip değil. Nasıl olup da basın müşaviri olabilmiş, bunu sorgulama hakkımı da ben saklı tutuyorum. Ne de olsa vergi mükellefi benim,
bizlerin vergileriyle maaşını alan memur da O! Önce işini iyi yapmalı.

Olay, Sağlık Bakanı’nın eşinin ameliyatını yapacak hekimin “konsültan hekim sıfatıyla” Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki ameliyatta bulunmasıydı,
belki hatırlarsınız.

Sağlık Bakanı, tam gün yasasıyla üniversiteden ayrılmak zorunda bırakılmış bir üniversite hocasına “rektörün ve dekanın izniyle” eşini ameliyat ettirmişti.
Eşine bir kez daha geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum, konumuz hanımefendinin sağlığı ile ilgili değil. Hanımefendinin kendi hekimini seçme özgürlüğü var.

Konumuz, O’nun sahip olduğu özgürlükten diğer vatandaşların da yararlanma hakkıdır!Siyasi ahlak Bakan’ın istifasını gerektirir!

  • Konumuz Sağlık Bakanı’nın siyasi ahlak algısıyla ilgilidir.

Sağlık Bakanı diyor ki:

  • Tam Gün Kanunu‘ndan sonra öğretim görevlisi hekimler serbest çalışma kararı vermiş de olsalar, eğitim-öğretim faaliyetlerine katılabilirler.
    Tıpta uzmanlık eğitimi pratik eğitim gerektirdiğinden, idarenin uygun gördüğü 
    teşhis ve tedavi süreçlerine katılarak eğitim ve konsültanlık hizmetlerinde bulunmaları hukuken mümkündür. YÖK, Anabilim Dalı Başkanı’nın talebi ve dekan onayı ile öğretim üyelerinin konsültasyon hizmeti vermelerine imkân tanımaktadır.

Ben de diyorum ki evet, bu doğru!

Bunun doğruluğu Sağlık Bakanı’nın halkına karşı vicdani ve ahlaki sorumluluğunu değiştirmiyor.

Çünkü Bakan’ın eşinin kolaylıkla yararlanabildiği bu olanaktan,
sıradan vatandaşın yararlanabilmesi mümkün değil.

Denemesi de bedava!

18 yıldır birlikte çalıştığım bir iş arkadaşımın kızı önemli bir nörolojik rahatsızlık geçirdi.

Hekimi, tam gün yasası nedeniyle devlet hastanesinden ayrıldığı ve bir
özel hastaneye geçtiği için, iş arkadaşımın kızı aynı hekime tedavi olma hakkını
ancak ekstra ücret ödeyerek kullanabiliyor.

Sağlık Bakanı, laf oyunlarının, kanun ve yönetmelik inceliklerinin arkasına saklanıp açıklamalar yollayacağına, bu sorunu düzeltmeli.

Sıra Başbakan’a geldiğinde, kendisine geldiğinde bu yönetmelik ve kanunlardan yararlanıyor ama vatandaşların tümü bundan yararlanamıyor! Buna çare bulmalı.

Şu soruların yanıtlarını da rica ediyorum bu arada:

1– Sağlık Bakanı’nın eşini ameliyat eden profesör hekim, ameliyat günü
hangi hekimlere ya da öğrencilere uygulamalı eğitim vermiş?
Bu eğitimi verebilecek o fakültede başka hoca yok muydu?

2– Aynı hekim, eğitim verme işini geçtiğimiz ders yılı boyunca kaç kez
yerine getirmiş?

3– Başbakan’ın ameliyatına “konsültan ya da eğitmen” hekim diye katılan profesör, o gün hangi hekime konsültasyon danışmanlığı yapmış, hangi öğrencilere
eğitim vermiş?

4– Geçtiğimiz eğitim yılı içinde aynı hekim, aynı kurumda başka kaç kez
“eğitim” vermiş?

5– Bu değerli hekimler, “idarenin uygun gördüğü teşhis ve tedavi süreçlerine
kanun çıktığından bu yana kaç kez katılmışlar?

Baştan uyarıyorum, sallama bir yanıt yollamayın!
Bana gazetecilik öğretmeye hiç kalkmayın.

İsterseniz bir dava açın da bunların hepsini hep birlikte öğrenelim,
halkımız da öğrensin!

Görüşümü tekrar ediyorum ve bunun tekzip edilecek bir yönü de yok!
Adı üzerinde bu bir “görüş”, “yorum”!

  • Sağlık Bakanı, vatandaşların hepsinin eşit olarak yararlanamadıkları bir süreci kullanarak eşini ameliyat ettirdi.

Siyasi ahlak istifa etmesini gerektirir,
pişkin pişkin koltukta oturmaya devam etmeyi değil!

Çankaya Belediyesi’nden Eryılmaz’ın tahliyesine itiraz..


Dostlar
,

Çankaya Belediyesi eski başkanı sayın Prof. Dr. Muzaffer Eryılmaz, geçtiğimiz ay 12.12.12’de, tutuklu yargılanmakta olduğu davada serbest bırakıldı.

Yargılanma tutuksuz sürecek.

Derken, Çankaya Belediye Başkanı Sayın Bülent Tanık‘ın talimatlarıyla
olmalı ki, bu belediye, salıverilmeye (tahliyeye) resmen itiraz etti!

Davanın taraflarından Büyükşehir belediyesi, İ. Melih Gökçek itiraz etmedi.

İlgili Cumhuriyet savcısı da..

Başka yetkililer de..

Ama Başkanı Sayın Bülent Tanık olan Çankaya Belediyesi, önceki başkanın
üzerine atılı suçlardan tutuklandıktan ve 100 gün hapiste kaldıktan sonra
ilk duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere salıverilmesine itiraz etti!

İtiraz dilekeçesi aşağıda..

Cankaya_Belediyesinin_tahliyeye_itirazi

Sayın Bülent Tanık, kimsenin tanık olmadığı hangi bilgi ve belgeye dayanarak
Prof. Eryılmaz’ın salıverilmesine itiraz etti acaba, çok merak ediyoruz.

  • Evet Bülent Tanık, neye tanıksınız? Paylaşalım..

Halen sizin oturduğunuz Çankaya Belediyei Başkanlık koltuğunun önceki sahibi Sayın Prof. Dr. Muzaffer Eryılmaz’ın tutuksuz yargılanması sizi niçin rahatsız etti??
İtiraz gerekçeleriniz nelerdi? Çankaya belediyesinin hangi yüksek çıkarlarına
sahip çıktığınızı düşünüyorsunuz? Sayın Eryılmaz kaçacak mıdır, hangi kanıtları değiştirecek, bozacak, yok edecektir vs..

Belediye halkına örnek nitelikte koruyucu sağlık hizmetleri verirken
nerede yolsuzluk yapmıştır??
Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 9.1.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Paşabahçe İşçileri Direniyor..

Paşabahçe İşçileri 1991de de direndi…

Paşabahçe Şişe Cam İşçileri 5 gündür eylemde.

İşçiler 1991de greve gitmişlerdi, Beykoz ve Paşabahçe esnafının kepenk kapatarak destek vermesi, işverenin anlaşmaya uymaması hala hafızalarda.

Fabrikalarının kapatılması kararına karşı pazartesi gününden bu yana direnen Paşabahçe Şişe Cam işçilerinin eylemi, 1991 yılındaki direnişi hatırlattı.

1991’de İşçiler tam 21 gün fabrika içinde direnirken, işçilerle birlikte Beykoz halkı da gece gündüz fabrika dışında direndi.

 

Pasabahce_iscileri_6.1.13

Paşabahçe direnişi Zonguldak direnişinin hemen ardından gelmişti. 1991 Ocak ayında başlayan toplu sözleşme görüşmeleri sırasında 9 No’lu fırın ve bağlı servislerde çalışan işçiler yıllık izne çıkarıldı. İzin dönüşü işçiler, “olağanüstü durum” denilerek ambar ve oto-züccaciye gibi servislere gönderildiler.
Bunun anlamı ise 9 No’lu fırının kapatılmak istenmesi.

İşten atmalar yakınken, işyerinde örgütlü Çimento, Cam,Toprak ve Seramik Sanayii İşçileri Sendikası (Kristal-İş) bu servislerde 2 saatlik ücret feda edilerek 4 vardiya sistemiyle çalışmayı önerdi. Ancak işçiler için önemli olan iş güvencesiydi.
Böylece toplusözleşmenin en önemli talebi de ortaya çıkmıştı: İş güvencesi.

İşçiler, iş güvencesini sağlamak üzere, üçte bir tazminat uygulamasını getirmek istediler. Bu uygulamaya göre; işten çıkarılan bir işçi, örneğin 10 yıllık bir işçiyse, ödenecek tazminat 30 yıllık çalışma karşılığı olarak hesaplanacaktı. Ayrıca işçiler işten atmalara başka bir önlem olarak da, yeni işe giren bir işçinin saat ücretinin 18 bin 300 lira olmasını istiyorlardı.

21 Haziran’da grev oylaması yapıldı

Ancak işçilerin bu istemleri sendika tarafından dikkate alınmadı.
İşçilerin kararlılıklarına arşın patron karşısında direnemeyen sendika bu tavrını
grev başladıktan sonra da sürdürdü. Grev boyunca grev ve mahalle komitelerinin oluşturulması, öbür fabrika ve şubelerle ilişkiler hep işçilerin zorlamasıyla oluyordu.

Sonunda sendika grevi bir an önce bitirme amacıyla 21 Haziran’da yeniden grev oylamasına gitti. “Grev bizim sandık denize” diyen 1600 dolayında işçi oylamayı boykot ederken, 700 işçi grevin bitirilmesi yönünde oy kullandı, 400 işçi ise “hayır” oyu verdi. Ertesi gün sendika yöneticileri, saat ücretinin 7bin 200 lira olduğunu ve patronun “1993’e kadar işten çıkarma olmayacağı yönünde delikanlı sözü verdiğini”, bu nedenle sözleşmeye yazılı bir madde koymaya gerek duymadıklarını açıkladılar.

Toplu sözleşmenin imzalanmasından yaklaşık bir ay sonra işten atıl malar başladı. Paşabahçe Cam Fabrikası’nda çalışan 584 işçi 25 Temmuz 1991 günü İş Yasası’nın 13. Maddesine dayanılarak işten çıkarıldı. 2500 işçi hep birlikte şalterleri indirdi ve işyerini terk etmeme eylemini başlattı.

Baskı ve tehdit, işten atmalar Paşabahçe işçisini yıldıramadı. Bu kararlılığa,
halkın desteği de omuz verdi. Paşabahçe caddelerinde her gün yürüyüşler, eylemler yaşandı, esnaf kepenk indirdi.

Esnaf kepenk indirdi

Aileler ve İstanbul’un dört bir yanındaki işçiler bu meşru eyleme destek verdiler. Paşabahçe ve Beykoz esnafı 29 Temmuz 1991 günü kepenk kapattı. Paşabahçe direnişi Türkiye’nin gündeminde önemli bir yere oturdu. Her gün çok sayıda işçi, memur, esnaf, politikacı direnişi ziyaret etti. Yürüyüşler düzenlendi. Patron, direnişi bastırmak için “fabrikayı kapatırım” tehdidinde bulundu. Önce 47, ardından 334 kişiyi daha işten attı. Bu kez gerekçe 17. maddeydi.

Paşabahçe direnişi Cam Han’a yürüyüşle sonuçlandı. Binlerce işçinin, ailelerinin de katılımıyla gerçekleştirdiği yürüyüş sonunda işçiler geri alındı. Ne var ki; hemen ardından işten atmalar başladı. Üstelik sendikacıların söylediği gibi, yalnızca emekliliği gelenler ile kendi isteğiyle ayrılanlar da değildi işten atılanlar.

(http://www.bianet.org/bianet/siyaset/11933-pasabahce-iscileri-1991de-de-direndi, İstanbul – özgür gazete, 26 Temmuz 2002)

“BİN YILLIK KAVGA”

Dostlar,

Yürekli gazeteci, araştırmacı, derin birikimli nitelikli aydın Sayın Merdan Yanardağ’ın nefis bir irdelemesi aağıda..

Hakkını vererek okumalı..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 8.1.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Merdan Yanardağ
22.12.2012, Yurt Gazetesi
merdan.yanardag@yurtgazetesi.com.tr 

“BİN YILLIK KAVGA”

İslam dünyası uzayan bir Ortaçağ’ın içinden geçiyor. Bin yıla yayılan uzun, acılı ve kanlı bir çağ bu. İmam Gazali‘nin (1058-1111) Bağdat Nizamiye Medresesi Müderrisliğini terk edip, Mekke’de iman tazeledikten sonra İslam’da içtihat kapısını kapatmasıyla başlayan karanlık bir bin yıl…

İmam Gazali’nin ünlü risalesi ‘Tehatüful Felasife‘ yani “FelsefeninTutarsızlığı“nı yazarak başlattığı tutuculuk çağı…Kutsal kitaplar dışında hiçbir eser insanlık tarihinde bu kadar etkili olmamış ve trajik sonuçlar yaratmamıştır. İslam dünyasının yükselişini sonlandıran, bilimin ve felsefenin kâfirlik sayıldığı, insan aklının
teslim alındığı büyük gericilik dönemi… Aklın değil “naklin” esas alındığı yıllar.
Doğu dünyasının ilk siyaset bilimi kitabı olan ‘Siyasetname‘nin yazarı ünlü
Selçuklu Veziriazamı Nizamül Mülk‘ün saraya davet ederek Sultan Sencer’e danışman yaptığı Gazali, ümmeti soru soran, eleştiren, itiraz eden bir kütle değil, itaat eden ve teslim olan bir topluluk olarak tanımlıyor.

Gazali yalnızca günümüze dek gelen egemen Sünni teolojisini kurmuyor,

Şia öğretisi üzerinde de etkili oluyor. İçtihat (yorum, yeni kural koyma) kapısını kapatarak dinin akla ve bilime göre yorumlanmasının ve çağa uydurulmasının
önünü kesiyor. Onu donduruyor ve böylece İslam dinini insanlığın tarihsel yürüyüşünün önünde gerici bir engele dönüştürüyor. İbni Sina’yı, Farabi‘yi
kafirlikle suçluyor.

  • İmam Gazali’nin öğretisi, bugünün geri ve Batı’nın kölesi olan
    İslam dünyasını yaratan anlayıştır.

***
İmam Gazali’ye en büyük itiraz yine İslam dünyasından Hanefi-Sünni öğretisinin içinden gelmiştir. ‘Doğu’nun en büyük âlimlerinden, felsefeci ve yorumcu İbni Rüşt (1126-1198) Gazeli’yi Endülüs’ten eleştiriyor ve onun görüşlerini mahkûm ediyor.
Aynı zamanda Kordoba Kadısı olan ve Endülüs Sultanı Yusuf’a danışmanlık yapan İbni Rüşt

– bilimin ve felsefenin kâfirlik olamayacağını,
– insan aklının özgür bırakılması erektiğini,
dinsel kuralların akıl ve mantıkla çelişmesi durumunda
akla göre yorumlanmasının doğru olacağı..

görüşünü savunuyor. Çünkü diyor İbni Rüşt;

  • “İnsan aklı da Allah vergisi bir yetenektir” ve bu nedenle akla uygun olan,
    nakle (kutsal söz, vahiy) aykırı olamaz.

İbni Rüşt Kurtuba’da (İspanya’nın bugünkü Kordoba kenti) Gazali’yi eleştiren
ünlü reddiyesini yazıyor; ‘Tehatüfül Tehafül’ yani “Tutarsızlığın Tutarsızlığı’…

İbni Rüşt felsefenin ve felsefecilerin gerçeğin bilgisine ulaşmanın yolunu açtığını, tutarsızlığın buna karşı çıkmak olduğunu söylüyor.

Yazılı tarihin en önemli ve en büyük polemiklerinden biridir. İbni Rüşt bu tartışmayı entelektüel ve felsefi düzeyde kazanıyor ama siyasal planda kaybediyor.
Çünkü İslam dünyasının sultanları, halifeleri, şeyhleri itaat ve teslimiyeti savunan Gazali’yi destekliyorlar. İbni Rüşt unutulmaya terk ediliyor.
***
Antik Çağ Grek bilimi ve felsefesi uzmanı olan, Aristo’dan Platon’a kadar çok sayıda felsefe ve bilim insanının eserlerine yorumlar yazan, onlara şerhler düşen İbni Rüşt’ün kitapları Latinceye çevriliyor. Batı, unuttuğu Antik Çağın bilim insanlarını ve felsefecilerini, yeniden İbni Rüşt’ün eserlerinden öğreniyor. Bu eserler Arapçadan Latinceye çevriliyor ve Batı’da Rönesans’ı başlatıyor.

  • Batı İbni Rüşt’ün, Doğu ise İmam Gazali’nin yolundan gidiyor.

Sonuç ortadadır:

İşte İbni Rüşt, o uzun Ortaçağ’ını yaşayan Doğu’da, 21. yüzyılda bile Taliban ve Suudi rejimlerini yaratan İslam dünyasında sadece bir yerde, Türkiye’de kazanıyor.

Bu topraklarda gerçekleşen 1908 Jöntürk ve 1923 Cumhuriyet devrimlerinin tarihsel ve felsefi anlamı budur.

İmam Gazali’nin izleyicileri yaklaşık yüzyıldır, son çözümlemede birer burjuva aydınlanma hamlesi olan ve insanlık tarihinin ilerici kazanımları hanesine yazılan devrimleri boğmaya çalışıyor. Bugünkü siyasal kavgaların temelinde bu bin yıllık kavga yatıyor. Yürüyen ve hâlâ bizi teslim alan kavga;

  • Bu topraklarda tam bin yıldır devam eden insan soyunun ve aklının özgürleşmesi mücadelesidir.

AKP gericiliği, İslam’ın süren Ortaçağı içinde sadece bir sonuçtur.

Elbette tarihin akışına, insan doğasına, akla ve bilime karşı savaşanların
uzun vadede kazanması imkânsızdır.

Ancak bilinmelidir ki, gericilik geçici de olsa (kısa vadede) amaçlarına ulaşabilir.

Toplumu bir önceki çağın değerlerine yeniden iade edebilir.
Pakistan ve Mısır’ın acıklı serüvenleri bu olasılığı bütün boyutlarıyla gözler önüne seriyor.

İşte bu nedenle, Türkiye’de İmam Gazali’nin bir kez daha kazanmasına
izin vermemek gerekiyor.

2013 YILI ZOR GEÇECEK..

Suay Karaman

portresi2

2013 YILI ZOR GEÇECEK

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bir televizyon programında Mustafa Kemal Atatürk’ün bu ülkede yaşayan herkesin ortak paydası olduğunu söyleyerek, Atatürk’ün yaptıklarından söz etti ve “Atatürk’e karşı çıkmak vatan hainliğidir.” dedi.

Ülkemizin emperyalist devletlere karşı savaşarak, nasıl kurtulduğunu ve kurulduğunu anlamadan, bilmeden Atatürk’e karşı çıkmak vatan hainliğidir. Dersim Dersim diye dersini çalışmayıp, gerçeği göremeyenler, Dersim isyanının, bugün PKK terör örgütü adıyla yapılan ayaklanmanın benzeri olduğunu anlayamamaktadırlar.
Bugün Dersim ayaklanmasını bastıranlardan hesap sormaya kalkanlar,
PKK terör örgütüne karşı savaşan subaylarımızı Silivri’ye atanlarla aynı cephede bulunmaktadırlar. Bu karanlık ve vicdansız gidişin sonunda PKK terör örgütünün başı için de olmayan onurunun iadesi gündeme gelebilir. Ancak unutulmaması gereken bir durum vardır:

Devlete ihanet edenlerin olmayan onurları iade edilemez. Çünkü ihanetçiler, emperyalizmle işbirliği yaparak, vatanı bölmek isteyen alçaklardır, namussuzlardır.

Başbakan PKK terör örgütü ile görüştüğünün söylenmesi üzerine:

  • “Kim İmralı’yla bebek katiliyle görüştüğümüzü, pazarlık ettiğimizi söylüyorsa, iddia ediyorsa namerttir, alçaktır, namussuzdur, şerefesizdir, haysiyetsizdir.” demişti.

Ancak her türlü yalanlamaya karşılık, MİT ile PKK terör örgütünün Oslo’daki
ihanet içeren görüşmeleri ortaya çıkarıldı. Pişkinlikte sınır tanımayanlar şimdi de İmralı’da PKK terör örgütünün başıyla görüşmeler yapıldığını artık resmen açıklamaktadırlar. PKK terör örgütü ile silahları koşulsuz bırakmayı kabul etmeden yapılan bu görüşmeler doğru değildir, terörü bitirmek için terörden çare aramak anlamındadır. İmralı’daki buluşmada PKK terör örgütüne silah bırakma karşılığında hangi anayasal, yasal ya da idari tavizlerin verileceği görüşülecektir.

Yıllardır “silahı bırakmayan terör örgütüyle müzakere edilmez, mücadele edilir” diyen ana muhalefet partisi tutum değiştirmiştir. Yeni CHP’nin
Genel Başkanı, başbakana bu konuda yeni kredi vererek, hatalarına bir yenisini daha eklemektedir. Bu yeni kredi, PKK terör örgütünün meşrulaştırılması konusunda, siyasi iktidarın tüm yaptıklarına destek vermek anlamındadır.
Bu görüşmelere sessiz kalanlar ve terörle müzakereyi içlerine sindirenler,
bu tutumlarını nasıl açıklayacaklardır? Üstelik başbakan bu yeni kredi için,
ana muhalefet partisinin genel başkanını ağır sözlerle eleştirdi. Ancak PKK terör örgütünün başı için “dört parti uzlaşırsa, ev hapsi uygulanabilir; uzlaşılan her konunun başımızın üstünde yeri var” diyen ana muhalefet partisinin genel başkanı, henüz siyasi iktidarın samimiyetsizliğini anlayamamış olmalı ki,
hala bunlarla birlikte yeni anayasa yapmaya çalışmaktadır.

Yıllardır emperyalist devletlerin isteği ve öncülüğünde PKK terör örgütüne verilen tavizlerle bugünlere gelinmiştir. Bugün terörle mücadele etmiş subaylarımız Ergenekon davasıyla, Silivri’de zulüm altındadır. Bu davada ‘Deniz’ kod adıyla dinlenen gizli bir tanık, gizliliğe gerek görmedi ve adını açıkladı: onbinlerce kişinin ölümüne, ocakların sönmesine, yuvaların dağılmasına neden olan, PKK terör örgütünün iki numaralı ismi Şemdin Sakık. Böyle bir eşkıyanın tanıklığı sonucunda terör ve irtica ile mücadele etmiş subaylarımız suçlanarak, Silivri’ye atılmıştır.

  • PKK teröristlerinin tanık, onlarla mücadele eden yurtsever kahramanların sanık olması, ülkemiz adına utanç vericidir.

Bu davadaki gizli tanıkların ablasını öldürenlerden, yeğenini pazarlayanlardan, çocuklara tecavüz edenlerden, dolandırıcılardan, hırsızlardan seçilmesi ise,
hukuku katletmek anlamına gelmektedir..

TBMM Adalet Komisyonu’nda ‘anadilde savunma’ ile ilgili bir tasarı ele alınmıştır. Her ülkede mahkemeler resmi dil kullanmaktadır. Savuma hakkı bütün dünyada devletlerin resmi dilinde yapılmaktadır. Yeryüzünde hiçbir devlet, o ülkede doğup büyüyen, eğitim olanaklarından yararlanmış, meslek sahibi olmuş ve resmi dili bilen kendi yurttaşlarına, onların kendi etnik dilleriyle savunma yapmalarına izin vermez. Bütün uluslararası metinlerde, mahkemede kullanılan dili anlayamayan ya da konuşamayan kişiler için, adil yargılamanın nasıl sağlanabileceği düzenleme altına alınmıştır.

Mahkemenin resmi dilini isteğini anlatabilecek ölçüde bilmesine karşın,
kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ederek başka bir dilde savunma yapmak istemi ile resmi dili anlamamak ve konuşamamak farklı bir olgudur. Uluslararası sözleşmeler ve mahkeme kararları, resmi dili bilmeye karşın bir başka dil kullanılmasını hak olarak saymamakta ve hiçbir ülke böyle bir uygulamaya
onay vermemektedir. Terörle mücadele bağlamında ortaya atılan anadilde savunma hakkı gibi siyasal istemlerin karşılanması, yeni siyasal istemlere yol açacak ve devletin üniter yapısı üzerindeki tehlike daha da artacaktır.

Geçtiğimiz günlerde PKK terör örgütünün Kürdistan Halklar Konfederasyonu (KCK) tutukluları açlık grevine başlamıştı. BDP milletvekilleri de bu açlık grevine katıldılar. İmralı’dan gelen “greve son verin” talimatıyla, açlık grevine anında
son verildi.

Dünyada terör örgütünü cezaevinden yöneten başka biri var mıdır?

Kenya’dan teslim alınıp, ülkemize getirildiği gün yaptığı ilk açıklamada
“Bundan sonra devletimin hizmetindeyim” diyen Abdullah Öcalan,
PKK terör örgütünü İmralı’dan yönetmektedir ve bu durumu önleyemeyen
tüm sorumluların yargılanması gerekmektedir.

Emperyalizm ve yerli işbirlikçileri ile vatan hainlerinin, ülkemizi bölmek ve yeni Sevr haritasını dayatmak için tüm güçleriyle çalışacakları 2013 yılı da, ülkemiz adına
zor geçecektir. İç politikada terör sorununda aleyhimize işleyen zaman,
bölünme anayasası, yoksulluk, açlık, işsizlik, yolsuzluk ve zam furyası
sürekli gündemdedir. Dış politikada ise emperyalistlerin isteği üzerine
Suriye ile savaş gerginliği, Irak’la sorunlar, İran’la düşmanlık rüzgarları ve
Rusya ile soğuyan ilişkiler gündemin önemli gelişmeleri olacaktır.
Ancak yurtsever güçlerin birlikteliği, bütün bu olumsuzlukları aşacaktır ve aydınlık günlere ulaşılmasını sağlayacaktır. (İlk Kurşun Gazetesi, 7 Ocak 2013)

Şiir köşesi, Ataol Behramoğlu : Aşk 2 Kişiliktir..

 

ATAOL BEHRAMOĞLU

portresi

Aşk iki kişiliktir..

Değişir rüzgarın yönü
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk iki kişiliktir.

Bir anı bile kalmamıştır
Geceler boyu sevişmelerden;
Binlerce yıl uzaklardadır
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Avutamaz olur artık
Seni bildiğin şarkılar;
Boşanır keder zincirlerinden
Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar:
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Yitik bir ezgisin sadece,
Tüketilmiş ve düşmüş, gözden.
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiçbir kelebek
Tek başına yaşayamaz sevdasını,
Severken hiçbir böcek
Hiçbir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına..

ATAOL BEHRAMOĞLU

divider_yesil_fiyonk