Sermayenin Yatırım Tercihleri ve AKP

EKONOMİ POLİTİK

Sermayenin Yatırım Tercihleri ve AKP

Prof. Dr. Erinç Yeldan

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Önce PİSA skorları üzerine hep bilegeldiğimiz sonuçlar açıklandı: PISA, fen, matematik ve okuma yeteneklerini uluslararası düzeyde karşılaştıran bir değerlendirme sistemi.
Türkiye yetmiş ülke içinde fen bilimlerinde 52’nci; matematikte 49’uncu, okumada ise 50’nci olarak sıra buldu. Bu sıralamada Türkiye 2003’teki konumuna gerilemiş oldu. Hafta başında açıklanan milli gelir verileri ise Türkiye ekonomisinin yedi yıl aradan sonra tekrar eksi büyüme yaşadığını ve %1.8 daraldığını gösterdi. Bu daralmaya karşın 12 aylık birikimli cari işlemler açığı (dış açık) yeniden 40 milyar dolar düzeyinin üstüne çıktı. %8-10 bandındaki enflasyon ve (yıllardır dillendirilen “mucize” büyüme masalına rağmen) % 9’un altına çekilememiş olan işsizlik oranı da yeniden %14 düzeyine yaklaştı.

Dolar kurundaki bozulmayla birlikte ulusal ekonomide dengelerin yitirildiği ve
Türkiye’nin ciddi bir kriz tehlikesiyle karşı karşıya olduğu görülüyor. Uluslararası
yeni işbölümü içinde Türkiye için biçilmiş bulunan bu dışa bağımlı, taşeron-sanayi ve
müteahhitlik kapitalizminin ana yürütücüsü AKP’nin, 2003’ten bu yana doların ucuzluğu
sayesinde yaratmış olduğu hormonlu büyüme öyküsü, dayandığı sıcak para akımlarının
yönünün tersine çevrilmesi ve sosyal şiddetin getirdiği güvensizlik ortamıyla birlikte artık
sona ulaştı.

Finansal spekülasyon ve şişirilmiş değerler sisteminin yarattığı sanal algıya karşın
değişmeyen gerçekler, Türk ekonomisinin aslında çok uzun süreden bu yana kırılgan bir
yapıda olduğunu göstermekteydi: düşen tasarruf eğilimi, artan dış açık, gerileyen
üretkenlik ve kalitesiz eğitime dayalı niteliksiz işgücü…
***
Bu kırılgan yapının ana ögesi, kuşkusuz, Türkiye sermayesinin çarpık yatırım
tercihlerinde gizlenmektedir. Türkiye kapitalizminin inşaat ve konut spekülasyonuna
dayalı dengesiz yapısı aslında AKP ekonomi idaresinin öznel/keyfi tercihlerinin değil,
nihai olarak Türkiye burjuvazisinin ve büyük sermayenin stratejik çıkarlarının
yansımasıdır. Bu bakımdan, özel sabit sermaye yatırımlarının yüksek gelir gruplarının
davranışları açısından izlenmesi önem kazanmaktadır. Bu doğrultuda geliştirilmiş bir
veri analizini değerli çalışma arkadaşım ODTÜ öğretim üyesi Doç Dr. Ebru
Voyvoda’dan aldım. Ebru hoca, büyük sermayenin sektörler arasında yatırım önceliklerini değerlendirmek amacıyla, özel sabit sermaye yatırımlarının milli gelire oranı ile, en yüksek %10
gelire sahip zengin nüfusun gelir paylarını karşılaştırmayı öneriyor. Yani, “(Yatırım/Milli Gelir) / (En üst %10 gelirli zengin nüfusun payı)” oranını büyük sermayenin yatırım davranışlarını izlemek üzere kullanmayı önermekteyiz. Söz konusu oran, en üst gelir düzeyine sahip “zengin” nüfusun hangi sektörlere yatırım yapmayı tercih ettiğini göstermekte. 2002’den 2012’ye ilgili verileri aşağıdaki grafikte sergilemekteyim.
Veriler üst gelir gruplarının (büyük sermayenin) gelir paylarına görece olarak toplam yatırım harcamalarının %50-60 düzeyinde seyrettiğini; ancak bunun içinde makine teçhizat vb sabit sermaye yatırımlarının düzeyinin % 30-40 bandını aşmadığını gösteriyor. Geriye “inşaat ve konut” kalıyor. Nitekim temel olarak bakıldığında, özel sektörün inşaat yatırımları ilgili göstergenin % 70’ini oluşturuyor. Dolayısıyla, büyük sermayenin Türkiye kapitalizminin gelişimine yönelik stratejik tasarımının sanayi sektörlerinden ziyade, inşaat ve konut sektörüne dayanmakta olduğu anlaşılıyor. Ancak, bu doğrultuda gerekli olan yurt içi tasarrufları ve üretkenlik kazanımlarını bir türlü harekete geçiremeyen AKP ekonomi idaresinin geriye tek bir
çaresi kalmış gözüküyor: dövizin ucuz kılınması. Bunun için her ne pahasına olursa olsun döviz
kazandırıcı bir siyaset izlenmeli: ulusal ve uluslararası sermayeye bir rant mekanizması sunacak özelleştirmeler, arazi spekülasyonları, dış borçlanma ve dış siyasette bağımsızlığımızı tehlikeye atan tavizler
***
Daha önceki yazılarımızda da sıkça dile getirmiş idik. Tarih boyunca tüm iktidarlar
uyguladıkları ekonomi politikaları iflas ettiğinde karşılaşılan sorunları aşmak için “hayali
düşmanlara” ve “komplo öykülerine” başvurmayı yeğlemişlerdir.

– “Batı bizi kıskanıyor”;
– “Yeni Türkiye’nin iç ve dış düşmanları”;
– “faiz ve dolar lobisi” gibi kavramlar da bu çabaların ürünüdür.

Aslında teknik bir fiyat olarak, uluslararası mali piyasalarda döviz arz ve talep dengesine ve ileriye yönelik beklentilere dayanan dolar kurundaki gelişmeleri beğenmeyip, bunları bir haçlı seferi tehdidiyle yorumlayarak, dolarlarınızı bozdurun” çağrılarıyla göğüslenebileceğini ummak da iktisat biliminin herhangi bir kuramı ile açıklanamayacak bir girişimdir.

  • Asıl olan gerçek ise, Türkiye’de insan onuruna yakışır işgücüne dayanan ve cinsiyet, ırk,
    din veya mezhep ayrılıklarının söz konusu olmadığı, insan haklarına saygılı, katılımcı
    demokrasi kurumlarının geliştirilmesi ve korunması zorunluğudur. (Cumhuriyet, 14.12.2016)
    ==================================
    Dostlar,

Durumun onca ağırlığına ve ciddiyetine hatta ürkünç (vahim) olmasına karşın
AKP – RTE’nin izlediği ekonomi politikaları insanı dehşete düşürüyor..

Hele Prof. Yeldan‘ın yukarıdaki yazısını okuyunca.. Üstelik aradan 1 ay geçti; bu yazı
şimdi daha da anlamlı. Sn. Yeldan’ın önerileri dinlense idi tablo bunca ağırlaşmayabilirdi.
Bu kritik 1 ayda yaşadığımız yangın ortada.. Dolar’ın son 1 yılda değer kazanımı yada TL’nin değer yitirmesi %31 dolayında. Son 2 yılın yitiği ise %65’i buluyor. Korkunç bir erime..
Ama hala AKP – RTE, bir mali komplo savunmasında. Tam bir paranoid bozukluk..
Oysa Dolar, TL karşısında kazandığı değer kadar hiçbir para karşısında güçlenmedi.
Sorun Doların “rekora doymaması” değil; ekonomimizin çok ağır hastalığı, zayıflığı.
Adama sormazlar mı ?

  • Kardeşim sen tek başına iktidarının 15. yılındasın.. Bu işin hiçbir özürü olamazsın.
    Doğrudan sorumlusun ve hesap vermek zorundasın. Kendini de halkı da aldatma!

Her ekonomik bunalımın siyasal iktidara mutlaka bir faturası olur, bunun da olacaktır.
2001 krizinin ardından 3’lü koalisyon partilerinin sandığa gömüldüğünü kimse unutmasın!

İktidar, Sayın Prof. Yeldan ve öbür yetkin uzmanların içten uyarılarına en üst düzeyde özen göstermek ve yararlanmak zorundadır. Dahası, davet ederek görüş alarak, sürekli danışarak.. İktidar yapılması mutlak bildiğini okuma keyfiliği değil, halk için en iyisini yapma yükümüdür.

Ne var ki, Milli Eğitim Bakanlığı (Bakan İsmet Yılmaz) müfredat değişikliği ile eğitim sistemini iyice gericileştirme – dincileştirme ve Atatürk’ten uzaklaştırma ihaneti içinde.. Bir de kamuoyu görüşüne açarak suret-i haktan görünme ve yapacaklarını meşrulaştırma kılıfı aramaktalar! Yazıklar olsun! Bakan Yılmaz Kurtuluş Savaşı’nın şehit – gazilerinin anısına hürmetle bu gerici – ilkel taslağı derhal geri çekmeli ve Öğretimde Birlik (Tevhid-i Tedrisat) Devrim Yasası uygulanmalıdır. PISA’nın verdiği dersler anlaşılmalı ve 4+4+4 ucubesi de terk edilmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 16 Ocak 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir