“HACI ANESTİ!.. GEL DE ORDULARINI KURTAR!”

30 AĞUSTOS 1922

“HACI ANESTİ!.. GEL DE ORDULARINI KURTAR!”

(-Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!)

portresijpg
Prof. Dr. Kemal Arı
https://www.facebook.com/kemal.ari/posts/10153451791782860:0

 

 

Türk topçusu ve piyadeleri, beş günün sonunda Dumlupınar’a ulaşmışlardı.
O güne değin süren şiddetli muharebelerle pek çok çephede düşmana ağır darbeler vurulmuş
ve geri çekilmeye zorlanmıştı.
Bunun sonunda artık, bir ölüm kapanına düşer gibi, Dumlupınar’a toplanmış bulunuyorlardı.
Türk ordularının kuzey ve güney kanatları birbirine yanaşarak, düşmanı hilal biçiminde bir kuşatmanın içine toparlamıştı…
Askerler aç ve yorgundu…
Günlerdir sıcak bir tas yemek yiyememişler; toz toprak içinde ölümle burun buruna düşmanla vuruşmuşlardı.
Anadolu toprakları Ağustos’un sıcağında, dökülen kanlarla sanki üzerindeki kirlerden arınıyor gibiydi…
Kir; yani işgal
Zillet dolu günler…
Ölümler, işkenceler…
Namus ve onurlara vurulan ağır darbeler…
Şimdi düşman yarım bir çemberin içinde, ne yapacağını bilmez bir durumda kıvranıyordu.
Süvariler ise batı geçitlerini tutmuş, kaçış yollarını tıkamıştı…
Her an, bir dere boyunca kaçmaya niyetlenen dağınık düşman birlikleri Türk süvarilerinin nefesini boyunlarında hissediyorlardı.
Önce korku ve panik halinde sağa sola kaçışlar oluyor, ardından da süvarilerin kılıçları yalım gibi şimşekler çakarak düşmanın gövdesine iniyordu.
Süvariler ise çoktan batı yönündeki kaçış yollarını denetimlerine almışlardı. Süvariler düşmana karşı yıldırıcı darbeler vuruyor; ani baskınlar düzenliyor, imha hareketi yapıyor, sonra da hızla çekiliveriyorlardı.

Mustafa Kemal Paşa, başkomutanlık karargâhını hemen ateş hattının yakınına kurdurmuştu.
Her an kendisine ulaşan hareket planlarını inceliyor; sık sık çadırının önüne çıkarak,
yanında kurmay heyetiyle elinde dürbünü, uzakları gözetliyordu.
Beş gündür, hemen hiç uyumamış gibiydi.
Harekatın her aşamasını gözden geçiriyor; kurmay erkanını topluyor, gelişmelere göre planını sürekli güncelliyordu…
Ara ara atına binip, sade muharip elbiseleri üzerinde, mevzileri gözden geçirmek için
siperlere gidiyordu…
Türk Ana işte üzerindeki kiri, pası; onca çirkinliği atmak üzereydi…
Gazi, yüreğinde heyecanlar; artık düşmanın iyice avucunun içine düştüğünü ve
kaçamayacak biçimde sarıldığını görüyordu.
Artık o anın geldiğini düşünerek, önce top atışı için emrini verdi…
Gazinin emri üzerine düşmanı sarmış Türk topçuları toplarını ateşlediler…
Kulakları patlatırcasına yoğun gürültülerle toplar düşman üzerine gülleler atıyor;
patlayan gülleler Dumlupınar’ı sanki yakıyordu.
Bir süre sonra top atışı yavaşladı.
Ardından da piyade ve süvarilerin taarruzu başladı.
Düşman ordusu bir iki basit hareketin dışında direnme yeteneğini bütünüyle yitirmişti.
Anadolu’yu baştan aşağı istila etmek için yollara dökülen koskoca Yunan ordusu
topçuların güllesi, piyadelerin süngüsü ve süvarilerin kılıçları altında adeta eriyordu.

Dumlupınar yaylası, Anadolu’nun namusları ve onurları üzerine yemin etmiş çocuklarının
sanki mitolojik destanlarına tanıklık ediyordu.
Bu direniş, Adalardan gelen Yunan saldırganlara karşı savaşan Truva’nın direnişinden
çok daha görkemliydi.

Mustafa Kemal Paşa, yitip eriyen, yok olmamak için sağa sola kaçışan, ancak sıvışacak
bir delik bulamayan Yunan ordusunu gözetlerken, gözlerini İzmir yönlerine dikmiş, haykırıyordu:

-“Hacıanesti! Gel de ordunu kurtar!”…

Hacıanesti; yani Yunan ordularının başkomutanı…
Ordusu yok olurken, Hacıanesti İzmir’de, bir yatın içinde kendisini Anadolu’nun fatihi sayıyor ve savaşı yönettiğini sanıyordu.
O günün sonunda Gazi Mustafa Kemal Paşa, yanında Fevzi ve İsmet Paşalar olduğu halde
savaş meydanında on binlerce düşman ölüsünün oluşturduğu yığınlar arasındaydı.
Bir ara yerde bir Yunan bayrağı gördü.
Yunan bayrağının savaş meydanında yerlerde sürünüp kalmasına içi yatmadı:
Çevresindekilere buyruğunu verdi:

-“Bayrak, bir ulusun bağımsızlığının alametidir, kaldırın!”

Yunan bayrağı Gazi’nin buyruğu üzerine yerden kaldırıldı ve kırık bir top üzerine serildi.
Mustafa Kemal Paşa kırık bir kağnı arabası gördü.
Kağnıya doğru yürüdü.
Yürüdüğü mesafe üzerinde o kadar çok insan ölüsü vardı ki, Paşa yeri geliyor, cesetlerin üzerine basmak zorunda kalıyordu.
Sonunda kağnı arabasına ulaştı.
Bir hamlede kağnının üzerine sıçradı.
Oradan, insan ölülerini, dumanı tüten yangın yerlerini görüyordu.
Parçalanmış toplar, ölüp kalmış hayvanlar, kanlar içinde insan cesetleri, silah yığınları,
tüten ateş kümeleri; barut ve kan kokusu
Görüntüden tiksindi.
Binlerce genç yaşta, yaşamın ne olduğunu bile tam kavrayamadan gövdeleri parçalanmış,
kan ve barut yanığı içinde ölüp gitmiş insan ölülerine bakarken, içi bir tuhaf oldu.
Bu sahneye bakarken, çevresindekilere şunları söylüyordu:

-“Bu insanlık adına yüz kızartıcı bir sahnedir…”

Evet, yeri geldiğinde askerine ölmeyi emreden, ölümün üzerine ölmek için giden Gazi;
bu kez, düşmanı da olsa gencecik insanların cesetlerine bakarak, bu sonucu insanlık adına
yüz kızartıcı bir sahne olarak görüyordu.
Ne tuhaftı?
Zaferine koşarken insanlık, felaketinin de sonunu hazırlayabiliyordu.
Zıtlık içinde zıtlık; çelişki içinde çelişkilerle örülmüştü yaşam…
Bu ölüp giden gencecik insanlar, Anadolu’ya tıpkı İskender’in gelişi gibi coşkuyla,
zafer tutkularıyla gelmişlerdi. Olmadık cinayetlerin altına imza atmışlar;
Türkler’in onurlarını, kutsal değerlerini ayaklar altına alıp çiğnemişlerdi.
Ancak daha düne kadar, Anadolu’yu yutacaklarını sanırlarken, işte şimdi Anadolu kartallarının pençeleri altında can vermişlerdi.

Gazi devam ediyordu:
-“Ama ne yapalım ki bizi buna mecbur ettiler. Çünkü onlar birer caniydiler” …

Paşa bir yandan yaşananları, dökülen bu kanı ve ölümleri insanlık adına yüz kızartıcı olarak nitelerken öteki yandan da düşman askerlerini birer cani olarak görüyordu.
Niçin?
Anadolu’da öldürülen on binlerce günahsız insan, kirletilen namuslar, akıl almaz işkenceler, yok etmeler, yakıp yıkmalar, çalıp çırpmalar, bu sorunun karşılığı verilemez yanıtlarıydılar…
1 Eylül günü, Gazi Paşa, orduyu kutlayan bir genelge yayınladı. Ardından da o çok ünlü emrini verdi:

-“Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir; İleri!”

=================================

Dostlar,

Sayın Prof. Kemal ARI kardeşimize teşekkür doluyuz bu ayrıntılı ve içtenlikli yazısı için..
30 Ağustos 2015’te de yayımlamıştık, yineliyoruz..
Saynın Prof. ARI’nın sağlık sorunlarını aşmasını ve gene Arı gibi üretmesini diliyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
30.08.2016, Tekirdağ

 Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmailcom

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir