Günlük arşivler: 2 Kasım 2014

Bekir Coşkun: Yeni liderler lazım…


Yeni liderler lazım…

portresi_gulen

Bekir Coşkun
SÖZCÜ, 2.11.14

Dört seçim yitirmiş, önümüzdeki seçimi kazanma şansı asla olmayan
iki parti başkanına bırakılamayacak kadar ciddidir durum…

Yeni liderler gerek…
****

CHP:

Hukuksuzluğu, çağ dışılığı ve şaibeleri dünya basınında alay konusu olan
bir iktar karşısında oy yitiren bir başka ana muhalefet partisi var mıdır dünyada?..

Birleşme kampına giderken, yolda milletvekili “Sizden parti olmaz” diyerek istifa etti daha dün…

Ya da “Kemal Kılıçdaroğlu ve arkadaşları Türkiye’yi güzel idare eder” diyen bir tek kişi var mı çevrenizde mesela… Bir bakın…
****

MHP:

MHP’yi anlamak daha da güç…
“Komünistler geliyor” diye Zap Suyu’na harçlıkları ile köprü yapanları vura vura büyüyen parti…

Türkiye’nin yarısı gitti, bayrak yerde, marşlar – antlar yasaklandı…
Milliyetçi ortada yok… İktidar ne zaman sallanacak olsa yetişip kurtaran
Devlet Bahçeli’nin eleştiren dili ile alkışlayan eli arasındaki ilinti çözülmüş değil…
Son misal; peşmergenin geçişine kızıyor ya, tezkere ile geçişe “evet” diyen kendisi…
****

Ve ikisi kafa kafaya verince neticede… “Ekmeleddin” geçti hayatlarımızdan…Mısır’da büyümüş bir hafızı nasıl akıl edip buldularsa, şöhretini anlatmaya gerek yok, arkadaş cumhurbaşkanı ADAYI (O.P.) seçildi…

*

Şimdi: 8 ay sonra seçim var…
Dörder seçim yitimiş, Tayyip Erdoğan’ı cumhurbaşkanı yapmış, ülkenin bataklığa dönüşmesinin vebalini sırtında taşıyan iki liderin kazanma şansları var mı?..
Sıfır…
*****

Oysa bu seçim; teslimiyetin, bitişin, tükenişin son aşamasıdır…
Dönüşü asla olmayan yolun sonu…
****

Aklı, vicdanı, bilinci olan her yürekli cumhuriyetçi ve her şerefli milliyetçinin ülkesine namus borcudur… Artık susmamak…
****

Türkiye yerde bulunmadı…
Yazıktır…
Yeni liderler lazım…

Prof. Dr. D. Ali ERCAN : Laikliğin grafiği..


Dostlar,

Değerli bilim insanı Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan önemli bir çalışmasını paylaştı bizimle..

Laikliğin grafiği..

Az önce uzun uzun “Türkiye’de laikliğin grafiği” ni konuştuk.
Eğimleri (slope) ampirik öngördüğünü düşünmüştük.
Sorduk doğrulamak üzere ama çok şaşırdık; Ali hoca her dönemde eğrinin (trend) eğimini (slope) hesaplamak üzere 2 sayısal ölçüt kullanmıştı!

Hayranlıkla dinlerken bu parametreleri sorduk, yanıtladı :

1. O dönemde açılan İHL sayısı
2. O dönemde çıkarılan laiklik karşıtı yasal düzenlemelerin sayısı..

Gerçekten çok şaşırmıştık.. İlki neyse de 2. ölçüt çok ama çok zaman alacak bir mevzuat kronolojisi ve içerik taraması gerektiriyordu. Uzun sağlıklı – onurlu – üretken ömürler olsun, 74 yaşında, sekretersiz – asistansız bir kıdemli hoca bu çok emekli işi nasıl başardı ki?

Yanıt daha da çarpıcı idi.

Saltık, 1 yansı için gerekli veri toplamak kimi kez birkaç ay alıyor..

O’nu çok iyi anlıyorduk, çünkü biz de benzer durumda idik. Bir yansı hazırlamak,
2 satırlık bir not kimi kez birkaç yüz sayfa (Türkçe – İngilizce) okumayı, internette,
basılı kaynaklar arasında  saatler geçirmeyi gerektiriyordu. Birkaç gün önce
SAĞLIK DÜZEYİ ÖLÇÜTLERİ konulu dersimizin salt güncellemesi 9 saatimizi almıştı (sitemizde yayımladık..)

İleri matematik bilenler hemen değerlendirecektir, Sn. Ercan eğriyi en iyi uyan
(best fitting) kılmak üzere bir de “yumuşatma” (smoothing) işlemi uygulamıştı.
Biz de Hacettepe Tıp ilk sınıfta (İngilizce bağışıklığı sonrası 1971-72) 2 yarıyıl yüksek matematik eğitimi almış olmanın ve sonraki yıllarda Biyoistatistik ile epey uğraşmamızın (Hacettepe’de master programı derslerini tamamlamış olmanın) avantajı ile bu emeğin matematiksel ardalanını (background) değerlendirebiliyorduk..

******
Üzerinde birkaç saat konuşulabilecek bir eğri..
Bir Nükleer Fizik hocasının siyaset bilimine paha biçilmez katkısı..

  • Evet dostlar, 2015 Türkiye için gerçek bir milat!

Eğri henüz x eksenine değmiyor.. Hala umut var..
Biz de Ali hocaya takılarak,

– Uğursuz eğri asimptotik olarak gidecek ve ancak sonsuzda değecek galiba…
diye takıldık. “Bunca az laklik” ortamında yaşanabilir miydi??

Evet, Türkiye halkı 2015 seçimlerinde ya bu dinci kadroları tasfiye edecek, en azından tek başına iktidar yapmayacak ya da tersi durumda

  • 2023’te tam tekmil ANADOOLU FEDERE İSLAM CUMHURİYETİ KAÇINILMAZ..

Ufukta görünen kayda eğer başkaca bir nesne – olgu -süreç – devinim… vb. yok!

Türkiye’nin 1 numaralı 2015 Nisan – Haziran arasındaki (daha öne alınmazsa) genel seçimlerdir. Her-kes ama her-kes bu kritik tarihsel gündeme kilitlenmek zorundadır.

“Laikliğe karşı eylemlerin odağı” olan iktidar partisi AKP (Anayasa Mahkemesi kakarı!) ilk genel seçimde iktidardan nasıl indirilecektir??

Başta anamuhalefet CHP olmak üzere sırasıyla MHp belki – hatta HDP, sayıları 60’ı geçen siyasal particikler, dernekler, barolar, meslek kuruluşları, medya, sermaye, üniversiteler, vakıflar, cemaatler, sadaka kültürünün müritleri milyonlar….

Yaşmsal önemdeki bu seçimde ne yapacaklarını hatasız kararlaştırma ve uygulamak zorundadır.

Görünen odur ki, merkez sağda ulusalcı -vatansever – halkı ATATÜRK’te birleştirecek yeni bir siyasal parti, en büyük parti durumuna gelen kararsızların oylarını toplayarak AKP’yi tek başına iktidar olmaktan alıkoyabilecektir.

Bu arada CHP – MHP akıllarını başlarına almazlarsa baraj sorunu bile yaşayabilirler.

Sevgi ve saygı ile.
2.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Değerli arkadaşlar,

Portresi_gulumseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

 

Yakınlarda yaptığım bir söyleşide kullandığım bir yansıyı da ekliyorum aşağıdaki iletiye.

Laikligin_grafigi_Ali_Ercan_2.11.14

 

 

 

 

 

 

 

 

Köhne orta çağ toplum yapısından çıkıp, çağdaş Medeniyet ufkunda bir yıldız gibi yükselen Türkiye Cumhuriyetinde, bilimin rehberliğinde olması ve bilimin rehberliğinde işlemesi gereken (Laik!) Devlet yapısının inişli çıkışlı serüvenini anlattığım bölümde kullandığım bu grafik yansı, Cumhuriyetimizin Mustafa Kemal Atatürk zamanında
doruk yapan Laiklik özelliğinin, kuruluşundan doksan yıl sonra, yeniden çıkış noktasına nasıl inişe geçtiğini gösteriyor.

Soru; Laiklik uygulaması bakımından şimdilerde dibe vurmuş olan Türkiye’de
bir mucize gerçekleşecek ve yeniden bir yükseliş yaşanacak mı,
yoksa Mısır gibi, İran, Afganistan, Pakistan gibi, Arap Ülkeleri gibi
şeriat karanlığına dalacak mı? æ

*****

HAL VE GİDİŞ SIFIR

BASINDAN

1 “…  Anayasa gereği Türbanlı öğrenciyi derse almayan Prof. Esat Rennan Pekünlü‘ye ‘eğitim hakkından yoksun bırakmak’ suçundan dolayı mahkemenin kararlaştırdığı 4 yıllık hapis cezası Yargıtay tarafından onaylandı…”

2 “…Fazıl Say’ın eserleri Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının repertuvarından çıkartıldı…” 

Değerli arkadaşlar,

Elhamdülillah Şeriata doğru dört nala koşturan “görüntüde laik” bir devletimiz var artık…

Yargısıyla, Yürütmesiyle, Bürokrasisiyle, Yerel yönetimleriyle Şeriat sempatizanı bir sosyal yapıyla, karanlık ve kargaşa dönemine gidişin işaretleri ortada…

Ortaçağ’da takılı kalmış beyinlerin çağdaş bilime ve Çağdaş Sanata düşmanlığını sanatçılara ve bilim adamlarına karşı kindar davranışlarında görüyoruz.

Avrupa’daki Hristiyan şeriatının meydanlarda bilim insanlarını yakışından 4 yüzyıl sonra tarihten ders almayan ve benzer ilkellikleri sürdürenlerin ibretlik halini üzüntü ve kaygıyla seyrediyoruz.

Sevgilerimle. æ

Fazil_Say_portresi

 

 

Piyanist Fazıl Say

 

 

Rennan_Pekunlu'ye_destek

 

 

 

 

 

portresi

 

Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü

 

 

KIRMIZI KİTAP VE MİLLİ GÜVENLİK SİYASET BELGESİ


KIRMIZI KİTAP VE MİLLİ GÜVENLİK SİYASET BELGESİ

portresi

Nurullah AYDIN

31 Ekim 2014, ANKARA

  

Kırmızı Kitap, Gizli Anayasa diye adlandırılan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi midir?  

Kırmızı kitap hakkında hemen herkes farklı bakış ve yorumlar yapmıştır,
yapmaya devam etmektedir. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ile ilgili de düşünceler ortaya konulmaktadır

 

Varlığı kabul edilen ancak içeriği açıklanmayan ve kamuoyunda adeta bir efsaneye dönüşen belge, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi olarak bilinmektedir.

 

Milli Güvenlik Siyaset Belgesi; hükümetler üstü diye algılanarak mitolojik bir üne kavuşmuştur ve Gizli Anayasa diye tanımlanmaktadır. Bu algı yanıltıcıdır.

 

Milli Güvenlik Siyaset Belgesi; yönetimde olanların konjonktürel istemleri doğrultusunda siyasal otoritece MGK Genel Sekreterliği öncülüğünde hazırlanan
siyaset belgesidir. Bakanlar Kurulu ve kolluk güçleri için rehber niteliği taşıyan belge, sivil-askeri bürokrasice siyasi otoritenin politikası doğrultusunda hazırlanmaktadır.

 

Oysa; Kırmızı kitap; devletin kuruluş felsefesini, ilkelerini içerdiği gibi,
temellerini ifade eder. Türk Milleti’nin varlığını ve bekasını ilgilendiren temel doktrini ortaya koyar.

 

Kırmızı Kitap; Türklerde esas olarak Selçuklu Veziri Nizamülmülk‘ün kurumsallaştırdığı, ancak temellerinin Kül Tigin’e kadar uzanan
Devlet’i Ebed-i Müddet fikrinin yansımasıdır.

 

Yeniden yapılandıran liderlerin ise, Alparslan, İkinci Kılıçarslan, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Sultan Abdülhamit, Mustafa Kemal Atatürk olduğu söylenmektedir.

 

Türk Milleti’nin ve Türk Devleti’nin bağımsızlık alameti farikası olan TUĞ, Oğuzhan’dan başlayarak, Göktürklerden Karahanlılara ondan Büyük Selçuklu liderine ondan sonra Anadolu Selçuklu devletinin kurucusu Kutalmış oğlu Süleyman Şah’a ve devam eden süreçte, Selçuklu başkenti Konya’nın işgali üzerine Osman Bey’e gönderilmiş, sonrasında Osmanlı liderliğinde kalmıştır. İstanbul’un işgali üzerine ise TUĞ’un kendinde olduğu ifade edilen Osmanlı hakanı Vahdettin’in İngiliz tutsağı olmasıyla yaveri Mustafa Kemal’e teslim edildiği, bunun üzerine tüm millici asker ve sivil unsurların Mustafa Kemal’in liderliğinde Türk Milleti’nin varolma yokolma savaşını yürüttüğü bilinmektedir.

 

Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan 16 yıldız bunu simgeler.

Yapı; yalnızca Türklerden oluşmamaktadır. Teşkilat’ın Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Pakistan, Bosna ve Türki Cumhuriyetlerinin kuruluşunda yer aldığı düşünülmektedir.

 

Bugün için de; dünyanın her coğrafyasında tahmin dahi edilemeyecek isimlerin yapıyla bağlantısı olduğu sanılmaktadır. Yapı; yalnızca asker, istihbaratçı veya sivillerden oluşmamaktadır. Kurumsal yapı düzeneğinde de değildir.

 

Esas amacı; mevcut devlet herhangi bir tehlike ile karşılaştığında, devleti korumak amaçlı gizli bir örgütlenme sağlanması veya devlet yıkılırsa yeni bir devlet kurulmasını sağlamaktır. Bu örgütlenme hücre şeklinde olup, hücreler başka hücrelerde kimler olduğunu bilmemekte, yalnızca örgütün başı bilmektedir. Örgütün başı her zaman devlet başkanı olan kişi değildir.

 

Yapı’nın en önemli özelliği, mensuplarıyla, eğitim yöntemleriyle, 2000 yıldır
tam anlamıyla gizemini koruması ve deşifre olmamasıdır.

TUĞ’un kimde nerede olduğu belirsizdir.

 

Yapı; Türk düşmanı işbirlikçiler eliyle bir devlet yıkılabilir ama Türk Milleti devletsiz kalamaz yenisi kurulur, felsefesine sahiptir. Türk Milleti; devletsiz bırakılamaz.

 

Osmanlının yıkılış sürecinde İngiliz ve Fransızların peşinde olduğu örgüt, bu yapıdır. 1952 yılında NATO’ya girişten başlayarak ABD’nin günümüze kadar peşinde olduğu yapı bu yapıdır.

 

Cumhuriyet dönemi Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik 1954, 1957, 1961, 1972, 1981, 2007 operasyonlarında bu yapının Milli güç unsurlarını elemanlarını deşifre etmek çabası vardır.

Yine Emniyet ve istihbarat örgütlerine yönelik yapılan tasfiyeler ve yeniden yapılanmalarda da amaç Milli güç unsurlarını tespit ve tasfiye çabaları olmuştur.

Ancak İngiltere, ABD destekli yapılan operasyonlar netice vermemiştir. 

 

Milli güç unsurları; kurumsal olan ve olmayan olarak iki yapılanmaya sahiptir.

Türk Milleti’nin varlık ve beka anayasası olan Kırmızı kitap; kurumsal devlet yapısının uyması gereken, kurumsal yapılanma dışında bir yapılanmanın temel ilkeler kitabıdır.

 

Bazen hayalperest, çıkarcı, yalancı, talancı, servet tutkunu, ümmetçi, küreselci,
dış güçlerin tutsağı olan ya da Türk Milletine düşman kişiler bir yolla devletin
tepe noktalarında, kurumlarında ve karar alma mekanizmalarında bulunabilirler.

 

Ve bugün en üst düzeyde alarm durumu vardır.

– Türk Milleti’nin ortak değerleri sarsılmış, birlik ve beraberlik ayrıştırma sürecine girmiştir.

– Kurumlar alt üst olmuş, kurallar tersyüz edilmiştir.

– Yabancı güçler, devşirdikleri yerli işbirlikçiler eliyle, stratejik karar alma mekanizmalarını ele geçirmiştir.

– Yeraltı ve yerüstü ekonomik kaynaklar, yabancılarca ele geçirilmiştir.

– Siyasette, medyada, üniversitelerde; Türk demeyen, Türk Milleti demeyen, Türk Milletini etnik mozaik kabul eden kökeni-inancı-düşüncesi-niyeti- sapkın kişiler var.

 

Toplumu; laik-İslamcı, Türk-diğer etnik unsurlar, cumhuriyetçi-hilafetçi, milletçi-ümmetçi, batıcı-arapçı olarak bölmeyi, ayrışmayı, çatışmayı teşvik eden, tahrik eden, gaflet dalalet ve hıyanet içinde olanlar, hukuk kurallarını keyfi uygulayanlar
her zaman olabilir.

 

Milli Güç unsurları için; yakın, orta ve uzak tehdit her zaman vardır.

Her türlü irtica ve bölücülük iki temel öncelikli tehdit unsurudur.

Tarihte Türk Milleti’ne ihanet edenler cezasız kalmamıştır yine kalmayacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti; çağdaş, laik, sosyal bir hukuk devletidir.

Türk Milleti; farklı inançta olan ve bütün etnik unsurlarıyla bir ve beraberdir.

Türk Milleti’nin Yiğitleri; her zaman olduğu gibi şimdi de tek yürek, tek bilektir.

Karamsarlığa, umutsuzluğa yer yoktur. Yapılması gerekenler yapılır.

 

Günün sözü : Oku, düşün anla, değerlendir, karar ver ve uygula.

Prof. Dr. Ayhan Filazi : TARLADAN YERİN ALTINA

Dostlar,

Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı öğretim üyelerinden çok değerli dostumuz Sn. Prof. Dr. Ayhan Filazi, uzmanlık alanı bağlamında sorumlu bir uzman ve yurttaş olarak aşağıdaki yazısını bize gönderdi.

Severek ve öğrenerek paylaşıyoruz.

Bu sitede sayın Filazi’nin daha önce de yazıları yayımlandı.

Benim Cumhurbaşkanım
http://ahmetsaltik.net/2014/05/03/benim-cumhurbaskanim/ 

Atatürk’te Birleşmek.. gibi..
http://ahmetsaltik.net/2014/02/04/ataturkte-birlesmek/

Sayın Filazi, 2012-14 dönemi ADD Genel Başkan Yardımcısı olarak da görev üstlendi.
Biz de Bilim – Danışma Kurulu Yazmanı idik (2010-2014).

Sanırız kendi fakültesinde hala Atatürkçü Düşünce Kolu’nun akademik danışmanlığını sürdürüyordur. Geçmişte bu görevde iken bizi konferansa Fakültelerine davet etmişlerdi sağolsunlar :

  • “Atatürk’ü Anlayarak Anmak : 72. Yıl”
    Ankara Üniv. Veteriner Fak. ADT       02.11.10

Prof. Filazi, 2005’te bir makalesinde aşağıdaki uyarıya yer vermişti :

  • “… Hastalık (AS: Kırım Kongo Kanamalı Ateşi – KKKA) Karadeniz illerinin neredeyse hepsine yayıldı ve en son Kastamonu’da görüldü. Az gelişmiş veya
    hiç gelişmemiş ülkelerde görülen bu hastalığın
    Ankara’ya varmasına az kaldı.. Yetkililer kenelerden uzak durmamızı öğütlüyor. Sağ olsunlar biz kenelerden
    uzak durmasına dururuz da, keneler bizden uzak duracak mı onu bilmiyoruz…”
    Prof. Dr. A. FİLAZİ, Ankara Bölg. Veteriner Hekimler Oda Bşk.
    Cumhuriyet Tarım ve Hayvancılık eki, 09.08.2005 

Filazi hocanın öngörüsü doğrulandı. KKKA hastalığı başkent Ankara’ya dek ulaştı!
Bir hastaya acil olarak müdahale eden 2 genç hekim bu hastalığa yakalandılar ve ölümden döndüler. O dönemde Sağlık Bakanı olan zat (Prof. Recep Akdağ) ise,
bilim tarihinee geçecek öğütlerde bulunarak, çoraplarımızı pantolon paçalarımızın üstüne çekmemizi vaaz ediyordu! En azından, aklında etek giyen kadın hekimler yoktu..

Teşekürler değerli dostumuz Sayın Prof. Filazi..

Sevgi ve saygı ile.
2.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================

TARLADAN YERİN ALTINA

portresi

 

 

Prof. Dr. Ayhan Filazi
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi 

 

Önce 13 Mayıs’ta Soma’da, sonra 28 Ekim’de Ermenek’te maden faciaları ve henüz olay soğumadan 31 Ekim’de Yalvaç’ta trafik kazası sonucu oluşan felaketler ulusça
bizi yasa boğdu. Bütün bunların yanı sıra son 9 ayda 1500’e yakın işçinin “iş kazası!” denilen olaylar sonucu ölümü ülkede yaşanan bir dramı da göz önüne seriyor.

Ülkemiz genel olarak bir tarım ve hayvancılık ülkesi. Yaklaşık 783 bin km2 büyüklüğü, 770 bin km2’lik karasal alanı, %1.78’lik su alanı, 242 bin km2’lik ekilebilir tarım alanı ve üç yanı denizlerle çevrili konumu ile Dünyanın sayılı tarım alanlarına sahip olup,
önemli oranda tarım, hayvancılık veya balıkçılık yapılabilecek bir yapıya sahip. Geçmişte tarım ve hayvancılıkta kendi kendine yeten ülkeler arasında olmasına karşın, özellikle 1980’den sonra IMF ve Dünya Bankası’nın talimatları, AB’nin dayatması ve son yılların tümden ranta dayalı politikaları ile bugün ele güne
avuç açmakta. Halkını doyurabilmek için dışarıdan tarım ve hayvancılık ürünlerini
satın almak zorunda.

  • Hatta Kurban bayramında kesilecek hayvanların bile
    yurt dışından getirildiği bir dönem yaşanmakta!

Tarımda çöküşün nedeni olarak önce ülkenin Güney-Doğusundaki terör bahane edilmişti. Ama Batısında veya İç Anadolu’da neden çöktüğü bir türlü anlatılamamıştı. Türkiye’yi geçtik, dünyayı bile besleyebilecek konumda olan ve Türkiye’ye “tahıl ambarı” sanını kazandıran Konya ovasında artık buğday ekilemez oldu. Pirinç, muz, soya, büyükbaş – küçükbaş hayvan dahil buğday bile ithalata bağlandı. Şeker Yasası,
Tütün Yasası derken tütün ve şeker pancarı üretimi bitme noktasına geldi. Çay üretimi kotaya bağlandı.

Bölücü terör örgütünün denetiminde yurt dışından kaçak getirilen sigara, çay, şeker, canlı hayvan.. gibi ürünlere göz yumuldu. Hem de bunlara ödenen her kuruş paranın Türk halkına kurşun ve bomba olarak döndüğünü bile bile. Mazot fiyatları derseniz,
özel gemi ve yatlara uygulanan indirim çiftçiye uygulanmadığından ve dünyanın
en pahalı mazotu Türkiye’de satıldığından, çiftçi traktörünü bile kullanamaz duruma getirildi.

Son olarak “yeraltı zenginiyiz, madenleri işletmemiz gerek” diye hazırlanan
Maden Yasası zeytinliklerimizi de vurdu. Bütünşehir Yasası ile köyler mahalleye dönüştürülüp ortak kullanılan otlaklar, çayırlar veya ekilebilir alanlar köylülerin elinden alınıp belediyelerin yeni rant alanları durumuna getirildi.

Çiftçi tarlasını ekemez, hayvanını yetiştiremez veya ekip-biçse veya hayvan yetiştirse bile birkaç tüccarın elinde oyuncak olup, ürününün değerini alamazsa ve hatta parasını sözleşmeli tarımcılık uygulaması yüzünden bugün git – yarın gel mantığıyla alamazsa, üstüne üstlük sürekli üretim yaptığı için aşağılanıp hor görülürse ne yapar?

Elindeki avucundakini satıp, taşı toprağı altındır diyerek kente gelir.
Üç kuruşa sattığı verimli toprakları modern ağaların elinde kalır veya yabancılara peş keş çekilirken onu kentte bekleyen taşeron şirketlerin kucağına itilir. Yok, mücadele edip bankadan kredi almaya yeltenenler olursa, zaten uygulanan politikalarla kazanç sağlayamadıklarından borçlarını ödeyemezler, tüm varlıklarına el konur ve
sonunda hapse atılırlar.

Kimse bize “Tarım ve hayvancılığa Cumhuriyet döneminde verilen desteklerin
en çoğu bu iktidar döneminde verildi..
” demesin!

Doğrudur, parasal anlamda ciddi destekler verildi ama kime ve nasıl verildiği ortadadır. Destekler gerçek üreticiye verilseydi bugün gıda ürünlerinde dışalıma (ithalata) bağımlı olmazdık.

Bu ülkede köylüye iki seçenek verilmiştir:

Ya köyünde kalıp modern ağaların tarlasında ırgatlık yapar, ağalık hukukuna bağlı yaşar, karın tokluğuna çalışırsın;

Ya da kentte taşeron şirketlerin elinde oyuncak olur, işçi güvenliği olmayan
asgari ücretten biraz daha fazla getirisi olan yer altı gibi işlerde çalışırsın…

Geldiğimiz nokta budur.

Yukarıda da söylediğimiz gibi, Türkiye’de tarım ve hayvancılığın gelişmesi için
elverişli ve uygun toprak vardır, iklim ve sosyal koşullar olumludur. Ancak bunları kullanacak ve yönetecek alayışlar eksiktir. Yetkililer bilgisiz, bilgililer yetkisiz olunca olacağı da budur. Her ülke sanayide gelişebilir, ama doğanın vergisi olan tarım ve hayvancılıkta pek çok ülkenin ileri gitmesine olanak yoktur. Elbette biz de sanayileşmekle demokratik düzen içinde hızlı bir kalkınmaya kavuşacağız.
Ama Türkiye’nin ümidi tarım ve bunun yanında da hayvancılıktadır. Eğer biz günde yalnızca bir inekten bir litre daha çok süt üretebilirsek, yılda ulusal gelirimize
ne denli katkı konacağını varsın yetkililer hesaplasın. Hangi sanayi kolunu gösterebilirsiniz ki bu denli geniş, bu denli hızlı ve ekonomik olarak kalkınmaya
itki versin.

Ve son söz olarak

İyi organize olmuş toplumlarda her davanın bir sahibi veya sahipleri vardır.
Çeşitli meslek topluluklarının kendi sorumlulukları çerçevesinde giren konuları organları (Oda, dernek, birlik gibi) aracılığıyla teker teker ele alarak incelemeleri ve somut kanıtlarla savunmaları ve sorumluluk almış bulunan yönetsel makamları uyarmaları gereklidir. Şu veya bu biçimde aldanan veya konuyu iyi bilmediği için aldatılan makamlara, zamanı gelince yanlış uygulamaları için çatmak, onları yermek,
genellikle işin sonunda bu çareye başvuranların kendi suçluluklarını gizlemek için başvurdukları bir davranıştır.

1963 yılının Adalet Bakanı sayın Sırrı ATALAY’ın “Davalarımıza sahip çıkmasını bilelim. Fikirlerine evlatları gibi sahip çıkan insanların halledemeyecekleri meseleleri yoktur.” dediği gibi, bu tür durumlarda siyasilerden çok ilgili demokratik kitle örgütlerinin sesini de duymamız dileğiyle biz yine tarihsel görevimizi yapalım da,
dinleyen dinler, dinlemeyen kendi bilir.. Günah bizden gitsin.

Savaş – Barış ve Sağlık

Dostlar,

Son 2-3 haftadır sitemizle ilgili engelleme çabalarıyla boğuşuyoruz..
Birileri, yazdıklarımıza beyinleriyle, birikimleriyle yanıt vermek yerine sitemizi engellemeye çabalıyor. Belli ölçüde başarılı da oluyor..

Çok üzgünüz. Kendilerini uygarca tartışmaya çağırıyoruz..
*****
Bu arada, görev yaptığımız AÜTF’de (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi) her ay sonunda Dönem 6 (son sınıf) intörn Dr. öğrencilerimizle yaptığımız staj sonu seminerini
bu sabah gerçekleştirdik.

Konu : Savaş, Barış ve Sağlık..

Paylaşmak istiyoruz. Lütfen erişkeyi tıklar mısınız??

Savas_Baris_SAGLIK_INTORN_SUNUMU_Ekim_2014

Sevgi ve saygı ile.
31 Ekim 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

UFUK SÖYLEMEZ : Açılımınız batsın inşallah!

Açılımınız batsın inşallah!

ufuksoylemez

UFUK SÖYLEMEZ

– Vatan görevini yapan asker-polis ve korucularımıza en kalleş,
en kahpe pusuları kurarak, onları arkadan vuran,
– mayın döşeyen,
– bayrak yırtan,
– okul yakan,

vahşi bölücü-terör örgütüyle yürütülen “sözde” müzakare ve “açılım” adı verilen bölünme ve çözülme süreci ülkeyi felakete sürüklüyor.

Dünyanın hiçbir ülkesinde, elinde silah olan katillerle, hiçbir ciddi devlet pazarlık yapmaz, yapmamıştır. Ne IRA ile ne de ETA ile silah bırakmadan hiçbir pazarlığa girilmemiştir.

Siyasi iktidar, G. Doğu’da kanun ve devlet egemenliğini katil ve çapulcu
bölücü sürülerine fiilen terk etmiştir.

TSK’nın eli-kolu bizzat iktidar tarafından yapılan düzenlemelerle fiilen bağlanmış, müdahale önlem ve tedbir almasına görülmemiş engeller ve zorluklar çıkarılmıştır.

Daha kahpece şehit edilen jandarmalarımızın kanı yerdeyken, jandarma teşkilatının
terfi ve tayinlerini, TSK’nın emir-komuta ve disiplininin dışına çıkarmaya çalışıyorlar.

TSK’nın ayrılmaz bir parçası olan jandarmayı da polis teşkilatı gibi, keyfi ve
siyasi atamalarla, cemaatlere peş keş çekip yozlaştırmak istiyorlar.

Tam da, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda, tüm milletimize hakaret edercesine,
ABD bayraklı elbise ve üniforma giyen silahlı peşmerge sürülerinin
şehit kanıyla sulanmış vatan topraklarında şov yapmasına fırsat verip, çanak tutuyorlar.

Milletin parasıyla bunlara bir de utanmadan yemek ısmarlıyorlar.

Anayasamızda yer alan meşru bir uygulama olan, olağanüstü hal ve/veya sıkıyönetim ilan etmeyerek bu rezalet ve kaosun bölgede daha da derinleşmesini bile bile umursamıyorlar.

Her gün, madenlerde, inşaatlarda, yollarda onlarca yurttaşımız canlarını yitirirken ve ülke felaket haberleriyle sarsılırken bunlar, hiçbir şey olmamış gibi açılım masalları anlatıyorlar. Millet sabrın ve sağduyunun sınırlarına dayanmış bir şekilde bu ihaneti,
bu açılım tiyatrosunu, bu bölünme ve çözülme sürecini ibretle izliyor.

ISMARLADIĞINIZ YEMEKLER HARAM OLSUN!

Ana muhalefet, CHP yönetimi hiç sıkılmadan bu bölünme ve çözülme sürecine destek veriyor, tek itirazları bunun Meclis’te kendilerinin de dahil olacağı bir biçimde yapılmadığı şeklinde. Anayasal kurumlar, Üniversiteler, sivil toplum örgütleri, sendikalar, medya, ya korkudan, ya gafletten, ya da işbirlikçiliklerinden dolayı -bazı istisnalar dışında- suskun bir biçimde kafalarını kuma gömüyorlar.

Mezhepçi-otoriter, gırtlağına kadar yolsuzluğa bulaşmış iktidarın ABD/PKK/HDP eliyle yürüttüğü bölünme ve çözülme sürecine utanmadan “devam” diyorlar.

Yaygın-kasıtlı-organize terör ve cinayetleri “provokasyon” diye küçümsüyorlar.

Yargıtay Başsavcılığı ve Anayasa Mahkemesi HDP ve bileşenleri hakkında
kapatma davası açmıyor ve sadece seyrediyorlar.

Görevini yapan, olmayan demokrasiye ve her türlü engellemeye rağmen, sınırını ve vatanını korumaya çalışan TSK dışında, bu gidişata doğru teşhis koyan ve
tedbir öneren ve alan hiçbir Anayasal Kurum ortada görünmüyor.

Tüm bunlara karşı millet, milli öncülerinin çağrısıyla, 29 Ekim’de, bayraklarla ve
Atatürk resimleriyle Anıtkabir’e akıyor, meydanları dolduruyor.

Bu rezalete, açılım adı verilen bölünme ve çözülme sürecine karşı ses veriyor, “böldürmeyeceğiz!” diye haykırıyor.

Millicilerin, demokratların, yurtseverlerin sağ-sol demeden, parti ayırmadan
Atatürk’te Birleşerek, demokratik kuvayı milliye hareketini başlatmaktan,
milletin önüne milli bir iktidar alternatifi çıkarmaktan başka bir çareleri kalmadı.

Beklemenin, ben merkezcilik yapmanın, gecikmenin, “küçük olsun, benim olsun” demenin zamanı değil. Yeni ve milli bir demokratik seçenekte buluşmaya ve birleşmeye mecburuz.

Yaşananlar ve ağırlaşan şartlar bunu önümüze vazgeçilemez ve ertelenemez
bir tarihi ödev olarak koyuyor.

Prof. Dr. Hakkı Keskin : Vicdansızlar!


Vicdansızlar!

Prof. Dr. Hakkı Keskin
Siyasal Bilimci, Almanya, 31.10.2014

     Bugünlerde Ermenek kömür ocağında 18 işçinin mahsur kaldıklarını ve
büyük bir olasılıkla yaşamlarını yitirecek olmalarını büyük bir üzüntü ve öfkeyle yaşıyoruz, izliyoruz. Ermenek maden ocağında bu felaketin geleceğini
açıkça gösteren durum ve uzmanlarca yapılan uyarılar dikkate alınmamıştır.

Ermenek acısının yanı sıra, Isparta’da mevsimlik işçileri taşıyan ve 27 kişi kapasiteli olduğu halde 45 kişinin bindirildiği midibüs kazasında 18 insanımız
can verdi.

  • Türkiye iş kazalarında ve işçi ölümlerinde büyük farkla Avrupa birincisi ve Dünya üçüncüsü. 

Her gün 172 iş kazasında, 4 işçi ölüyor ve 6 işçi sürekli çalışamaz oluyor.
2013 yılında 1235; 2014 yılının ilk sekiz ayında 1270 işçi yaşamını yitirdi.

  • Türkiye`de maden iş kazaları ABD’nin 360 katı!

İş kazalarının %98’i gerekli önlemler alınırsa önlenebilir kazalar.
Yaşanan sayısız iş kazaları gösteriyor ki;

  • AKP Hükümeti için kâr ve rant insan yaşamından çok önde geliyor.
    Sorumlu bakanlar utanmadan hala istifa etmiyorlar.

Soma – Ermenek  Faciaları ve Vicdan

Soma kömür maden ocağında 301 ve belki de çok daha fazla insan yaşamını yitirdi. Bunun iş kazası olmadığı, başta sorumlu bakanlar, hükümet ve tabii ki özel şirket tarafından alınması gereken en asgari önlemler alınmadığından, bu büyük facia
vicdanı olan herkesi sonsuz bir acıya ve yasa boğdu.

Vicdan kişinin kendi davranışları ve yaptıkları hakkında kendi ahlak değerleri üzerine yargılama, değerlendirme yapmasını sağlayan, insanlardaki özel bir merkezdir.
Bir iç mahkemesidir. İnsanlarda uyulması ve olması beklenen kurallar, sorumluluk duygusu, utanma ve suçluluk makamıdır. Vicdan insanların doğruyu ve yanlışı,
iyiyi ve kötüyü, haklıyı ve haksızı bulmayı ve fark etmeyi sağlayan kompasıdır.
İnsan olmanın en ayırt edici ve en belirgin özelliğidir vicdan.

Soma maden ocağındaki büyük acımızın örneğiyle, sorumluların insan yaşamına gösterilen kaygısızlığı ve vicdansızlığı irdelemek isterim.

Can alıcı tehlikeleri ayrıntılarıyla önceden ortaya koyan Cumhurbaşkanlığı Yüksek Denetleme Kurulu Soma Raporunu siyasal sorumlular dikkate almamıştır. CHP`nin TBMM de bu maden ocağındaki son derece tehlikeli durumun araştırılmasını isteyen ve öbür muhalefet partilerinin de desteklediği komisyonun kurulmasını, AKP milletvekilleri oylarıyla reddetmiş ve Soma maden ocağında her şeyin “iyi“ olduğunu imzalarıyla belirtmiştirler.

Avrupa Birliği istediği halde, İş kazalarını da içeren 9 no’lu Genel Sosyal Politika ve İstihdam Faslı`nın açılmasına AKP hükümeti yanaşmamıştır. ILO’nun (Uluslararası Çalışma Örgütü) İş güvenliği ve Çalışma standartlarına hükümet uymamayı sürdürmektedir.

Çalışanların haklarının korunmasında en önemli destek olan sendikalaşmayı yeni düzenlemelerle AKP hükümeti engellemiştir. Daha çok üretimi ve kârı çalışanların yaşamından daha önde tutarak devletin elindeki maden ocaklarını özelleştiren, kiralayan ve hatta taşeron firmalara verilmesine onay veren AKP hükümeti,

Soma`da olduğu gibi, Ermenek‘te ve çoğu maden ocağında her türlü riskleri en aza indiren, kaçış yollarını, yaşam odalarını, günümüzün standartlarına uygun gaz maskelerini ve işleyen sensörleri zorunlu kılmayan ve bunu denetlemeyen bir hükümet görevdedir. Gerekli denetimler özerk uzmanlara yaptırılmadığı ve tüm uyarılara karşın gerekli önlemler alınmadığından, öngörülebilir tehlike ve riskler giderilmemekte ve
iş kazalarında büyük farkla Türkiye`yi Avrupa birincisi ve Dünya üçüncüsü konumuna getirmiştir.

Bu büyük felaket nedeniyle taziye amaçlı Soma`ya giden Başbakan`ın ve Başbakanlık Müşavirinin, evlatlarını, kardeşlerini, babalarını yitiren kişilerin gösterdikleri serzenişe tokat ve tekme ile yanıt verilmiştir. Öngörülebilir bu felaketi önleme önlemleri almayan, bu nedenle de Türkiye Cumhuriyet tarihinin en büyük maden katliamını yaşamasına neden olan, demokratik haklarını kullanarak kınamak amacıyla yapılan gösteriler,
yine polisin baskısıyla engellenmiş, yaralananlar ve ölenler olmuştur.

En ağır ve en tehlikeli iş alanına giren maden ocaklarında çalıştırdıkları işçilere ortalama 1500 TL gibi gülünç bir ücret veren ve bu emekçileri en ilkel ve her türlü
riskli koşulları altında çalıştıran ve sömüren işverenlerin ve bu durumu yasal düzenlemelerle onaylayanların, nasıl bir vicdana sahip olduklarını ve hatta vicdana sahip olup olmadıklarını, çok iyi düşünmemiz ve sorgulamamız gerektiği inancındayım.

Faruk Çelik ve Taner Yıldız’ın, Soma, Ermenek ve daha birçok felaketin siyasi sorumluları olarak, yetkili bürokratları derhal görevlerinden uzaklaştırmaları ve kendilerinin de sorumluluğu üstlenerek istifa etmeleri gerekir. Gerçek demokratik ülkelerde uygulama budur. Vicdanı kendi yanlışını görebilmeyi sağlayan, sorumluluk ve suçluluk duygusuna sahip olan, daha da doğrusu vicdan sahibi olan herkesin yapması gereken bu olurdu, olmalıydı da. Ne var ki Türkiye`de siyasal ahlak, bu denli büyük felaketlerin sorumlularını bile sorgulama ve yargılama yeteneğinden oldukça uzaklaşmış bulunuyor.

301 ve hatta daha çok insanın hunharca ölümüne neden olan Soma ve Ermenek kömür ocağı firma sahibi ve yetkililerinin, bu suçlarının hesabını en ağır biçimde
yargı önünde vermeleri gerekmektedir. Aksi halde bu felaketlerden gereken dersin çıkartılması olanaklı olamayacaktır.

Kuşkusuz, çok ivedi olarak bu felaketlerin nedenleri ve sorumluları tüm ayrıntılarıyla Meclis araştırma komisyonu tarafından ortaya çıkartılmalı ve zaman yitirmeksizin
yeni yasal düzenlemelerle Türkiye`de maden işletmeciliği Batı Avrupa ülkelerinin standartlarına kavuşturulmalıdır!

Bu büyük acılardan alınması gereken ders, Batı Avrupa ülkelerinde iş kazalarının
en aza çekilebilmesi için alınan tüm önlemlerin aynen ve sıkı sıkıya Türkiye`de de
ivedi olarak yasal düzenlemelerle uygulanmasıdır. Maden ocaklarının özel firmalara kiralanması ve taşeron firmalara devredilme politikasından ivedi olarak vazgeçilmelidir.