Günlük arşivler: 27 Ağustos 2014

Emre Kongar : Davutoğlu’nun İki Şifresi


Davutoğlu’nun İki Şifresi 

portresi

Emre Kongar

Erdoğan ve Davutoğlu, AKP içinde, düşüncelerini açıkça ifade eden birkaç kişi arasındadır.

Erdoğan kendini konuşarak ifade ederken, Davutoğlu Stratejik Derinlik adlı kitabıyla düşüncelerini yazarak açıklamış bir politikacıdır…
Genel Başkanlığı ve Başbakanlığı belirlendikten sonra yaptığı teşekkür konuşmasında söyledikleri de aslında kitabında savunduğu düşüncelerin bir özetidir.
Yeni Başbakanımızı daha iyi tanımak için önce kitabına, sonra da konuşmasına bakalım.

***

1) Stratejik Derinlik kavramı: Hoş geldin Huntington!
Davutoğlu kitabında Türkiye’nin dış politikasını, tarih ve coğrafya bağlamında, toplumsal, kültürel ve siyasal yapısı açısından irdeliyor.
Bunu yaparken de, medeniyet ve medeniyete dayalı siyaset kavramı üzerinde duruyor ve bunu Almanya ve Rusya örnekleriyle, esas olarak din faktörüne (AS: etmenine) dayıyor:

Samuel P. Huntington’un dinler ve
 mezhepler üzerinden oluşturduğu “Medeniyetler Çatışması” kuramının tam bir yansıması.

İşe böyle başlayınca, elbette, Huntington’un İslam ve Türkiye hakkındaki beklentilerinin uzantıları olarak devam ediyor:
Türkiye’yi (ve dolayısıyla dış politikasını) belirleyen ana etmen, Sünni İslamdır; Cumhuriyet dönemi, bu çizgiden ayrıldığı için tarihe ve coğrafyaya karşı yanlış bir uygulama içine girmiştir.
Anımsayalım, Huntington da Türkiye’nin Batılılaşma çabalarının, Atatürk devrimlerinin yanlış ve başarısız olduğunu, Türkiye’nin yüzünü artık Arap-İslam âleminin liderliğine çevirmesi gerektiğini söylüyordu!
Davutoğlu da, aynen Huntington gibi bu durumun tarihsel ve coğrafi bir zorunluluk olduğunu söylüyor; yani ikisi de determinist!

***

2) “Restorasyon”un Türkçesi: Cumhuriyet bağlamında “Karşıdevrim”!
Davutoğlu’nun teşekkür konuşmasında kesintisiz olarak devam edeceğini söylediği “Restorasyon”, Batı dillerinde siyasal anlamda, değiştirilmiş olan
monarşik bir rejimin yeniden kurulması demek.
Bu çerçevede, “Restorasyon”un, değiştirilmiş olan Selçuklu-Osmanlı rejiminin yeniden kurulması anlamını taşıdığı açık.
Zaten kitabında da Türkiye’nin “Stratejik Derinliği”nin arkasında yatan Sünni İslamın köklerinin, Selçuklu-Osmanlı tarihinden geldiğini söylüyor.

***

Huntington’un tezlerine uygun olarak ABD’nin geliştirdiği “Ilımlı İslam” projesinin, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile dünyayı ne hale getirdiği açık…
Davutoğlu’nun tezleri ile Türkiye’nin ne hale düştüğü de!

***

ABD yanlışını anladı ve bu yanlış yoldan döndü…
Darısı bizimkilerin başına!

Cumhuriyet portalı, 27.8.14

==========================================

Teşekkürler Sayın Kongar…

Sevgi ve saygı ile.
27.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

KOCATEPE ZAFER YÜRÜYÜŞÜ

Dostlar,

Sayın Ahmet AVCI, Kocatepe yürüyüşü izlenimlerini paylaşıyor..
Çooook heyecan verici bir değerlendirme..
Okunması dileğiyle.
Büyük Taarruz’u yaratan her-ke-se,
başta Başkumandan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz.

Büyük Zafer’in 92. yılı kutlu ve mutlu olsun!..

Sevgi ve saygı ile.
27.8.2014, Ankara


Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

KOCATEPE ZAFER YÜRÜYÜŞÜ-14
GÖZLEMLERİM ve DUYGULARIM 

Ahmet AVCI
27 AĞUSTOS 2014

Türküye Cumhuriyeti Devletinin özgür bir bireyi olarak, bir grup arkadaşımla birlikte,
26 AĞUSTOS KOCATEPE “ZAFER YÜRÜYÜŞÜ”NE KATILMAK ve Türk BÜYÜK Taarruzu’nun 92. Yılını kutlamak üzere; BUCA ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİNİN ÜYELERİYLE BİRLİKTE Afyon’un ŞUHUT ilçesine gitmek üzere yola çıktık… 

Amacımız; Zafer yürüyüşüne katılarak, 92 yıl önce Başkomutan, Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanlarının çıktığı BÜYÜK TAARRUZ’UN BAŞLANGIÇ KARARGÂHI Kocatepe’ye, aynı yolu yürüyerek çıkmak ve o havayı teneffüs etmekti… Ben, ruhumda büyüttüğüm ve yücelttiğim Tarihi ve Kutsal bir görevi yerine getirmek istiyordum. Çünkü benim için; KOCATEPE DE, SARIKAMIŞ gibi, SAKARYA gibi ÇANAKKALE gibi Milletimin Kutsal Mekânlarından birisi idi. 

Türk Yurdunun uğradığı; haksız, ahlaksız, anlamsız ve acımasız bir İşgal eylemine karşı Türk Milletinin birleşerek, Mustafa Kemal Paşa’nın öncülüğünde başlattığı Kurtuluş Savaşı’nda, Emperyalistlere karşı vurduğu en güçlü yumruğun atıldığı yerde olacaktım.
Ve Üstelik Bu kez Torunum ATA ile birlikte olacaktım…

Önceki KOCATEPE öykülerini benden dinleyen ATA, hevesle bu yürüyüşe katılmak istiyordu… Biliyordum ki; Büyük Taarruzla kazanılan ZAFER, Türk’ün Emperyalizme karşı yürüttüğü bağımsızlık mücadelesinin, yılmaz ve sarsılmaz iradesinin, işgale ve paylaşılma, parçalanma girişimine baş kaldırısının, en çetin direnişi en güçlü yumruğudur. 

Bu Zafer, Türk Milletinin yüceliğinin, haksızlığa ve dayatmalara boyun eğmeyen kişiliğinin ve Yurtseverliğinin bir göstergesidir… Türk Kurtuluş Savaşında; Paşalar, Subaylar, Erler hatta Kadınlarımız ve Milisler, özetle tüm Halkımız, Bağımsızlık için seve seve canlarını vermişlerdir. Ve Zaferi kazanmışlardır. Türklüğü kurtarmışlardır, Türk Devletinin de KURULUŞ yolunu açmışlardır. Ve yine biliyordum ki: Gerçek Zafer, Mustafa Kemal Paşa’nın ortaya koyduğu HEDEFTİR. Bu hedef; Çağdaş Uygarlık düzeyini yakalamak hatta üstüne çıkmaktır. Bizim görevimiz ise; bize bırakılan Onurlu -Hedefe- Mirasa sahip çıkmaktır. 

Biliyoruz ki; 26 Ağustos 1922’de KOCATEPE’DE başlatılan BÜYÜK TAARRUZ SONUNDA KAZANILAN 30 AĞUSTOS ZAFERİ; TÜRK’ÜN TÜRKLÜĞÜN VE TÜRKİYE’NİN DÜNYAYA MÜHRÜNÜ VURMASIDIR.

Yazar Falih Rıfkı Atay’ın dediği gibi; ”Neyimiz varsa, Bağımsız bir devlet kurmuşsak,
şerefli insanlar olarak dolaşıyorsak, Yurdumuzu; Batının, Vicdanımızı ve kafamızı Doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, hatta nefes alıyorsak, hepsini her şeyi; 30 Ağustos Zaferine borçluyuz.”   

Tüm olumsuzluklara karşın, coşkusunu yitirmemeye çalıştığımız bir bayram yaşıyoruz… Bu coşku; 30 AĞUSTOS ZAFERİ GALİBİYETİNİN SEVİNCİNDEN DAHA ÇOK; BU ZAFERİN DÜNYA BARIŞINA SAĞLADIĞI KATKIDAN ÖTÜRÜDÜR… 

Günümüzde bile; DÜNYA BANKASI, ULUSLARARASI PARA FONU VE AVRUPA BİRLİĞİ’NİN TUTUM VE DAVRANIŞLARI; Osmanlı’yı, Türk ve Türklüğü bitiren SEVR BARIŞ ANTLAŞMASININ hükümleriyle örtüşmektedir… Yani Türkiye ufaltılarak; SİYASİ, EKONOMİK VE ASKERİ bakımdan bağımlı hale getirilmek istenmektedir… 

Mustafa Kemal PAŞA’NIN başlattığı, Milli Mücadelenin genel amacı; “Milletçe harekete geçerek, Ülkeyi işgalden kurtarmak ve Bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmaktır.”   

Milli Mücadelenin ideolojisi; Milli Birlik ve Beraberliği sağlayarak, Milli Bağımsızlık ve
Milli Egemenliği elde etmektir… Milli Bağımsızlık işgalcileri, Milli Egemenlik de;
Saltanatı yenmekle mümkündü. Bunları gerçekleştirebilmek için de öncelikle Milli birlik
ve beraberliği sağlamak gerekmekteydi.    

Yolda önce; Büyük TAARRUZ Şehitliğini ziyaret ettik… Akşam ŞUHUT’A ulaştık…
Mustafa Kemal Paşa ve Büyük Taarruz Komuta Heyeti’nin son gecesini geçirdikleri bu belde de beklediğimiz coşkuyu bulamadık… Orman Bakanı, İlçede idi… Şehirdeki tüm düzenleme; Orman Bakanına göre yapılmıştı… 2009 hatta 2013’teki coşkudan eser yoktu… Şuhut’taki etkinlikleri uzaktan izledik… Resmi programa uymadık, her nedense, Şuhut’taki hava bize boğucu gelmişti. Bir an önce yürüyerek KOCATEPE’YE çıkmak istiyorduk…

Gece 23.00’te Zafer YÜRÜYÜŞÜ başlangıç noktasına ulaştık. Burada da resmi töreni beklemeden yürüyüşe başladık (resmi yürüyüş saat 01 30’da başlayacaktı… 01:30’da yürüyenleri Kocatepe etkinliğine yetişmeleri olanaklı değildi… Aslında Kocatepe resmi programında da görülecek bir şey yoktu ya…) Hava güzeldi, Ay henüz çıkmamıştı ancak yıldızların altında KOCATEPE’YE yürümek bizim için bir ayin gibi idi… Hiç bilmediğimiz bir yolda; 92 yıl önceki sessizlik ve ulvi duygularla yürüdük… Torunumla bu ulvi yola çıkmak benim için ayrıca bir keyif ve onur kaynağı idi… Övünçle söylemeliyim ki, bu zorlu yürüyüşte, hiç zorlanmadan ve bize de güç vererek öncülük etti.

Yol iyi düzenlenmişti… Aydınlatılmıştı… Mola noktaları iyi seçilmişti… İkramlar da iyi idi…

4 saatlik bir yürüyüş sonunda, Kocatepe eteğindeki son mola yerinde MEHMETÇİKLERİN İKRAM ETTİĞİ, “BÜYÜK TAARRUZ öncesi Mehmetçiklerimizin de yediği”, MERCİMEK ÇORBASI VE ÜZÜM HOŞAFI TÜM YORGUNLUĞUMUZU ALDI…

Burada daha fazla duramazdık, yeniden yola koyulduk, 1500 metrelik yolumuz kalmıştı…
Ben tüm benliğimle: Büyük Taarruz’un başlangıç anını yaşamak istiyordum.
Tam zamanında Kocatepe’ye ulaşmıştık… Protokol da nerede ise bizimle birlikte geldi… Bakan ve Vali’yi göremedim… Askeri Zevattan da kimler vardı öğrenemedim…

KOCATEPE’NİN ANLAMINA YARAŞIR BİR TÖREN DEĞİLDİ BU… Üzüldüm…
Daha önce katıldığım ve çok da duygulandığım 2009 törenleri daha görkemli ve daha coşkuluydu… Halk da bu ölçüde parçalanmamıştı… Bezgin değildi… Ve 2009 ve 2013 törenine katılanlar daha kalabalıktı… İçim burkuldu… Çanakkale TÖRENLERİNE katılan ANZAKLILARI bir anda anımsadım…

Binlerce kilometre öteden gelen bu kişileri hangi duygular kamçılıyordu… Biz neden bu ölçüde duyarsızlaştık, bezginleştik… Kocatepetepe’nin tün olumsuz koşullarını göze alarak gelenler de bezgindi… Hava soğuktu, katılanlar gece koşullarında 13 km yürümenin yorgunluğunu taşıyordu… Ama neden sessiz idi… Coşkudan burada da eser yoktu…

Kocatepe Üniversitesinin hazırladığı göstermelik tören de hiçbir şey ifade etmiyordu… (Kocatepe törenlerinin bu biçimde yapılması Türk Milletine de Türk Silahlı Kuvvetlerine de bu Savaşta canını kanını verenlere de Atatürk’e de hakarettir… Mutlaka bu tören Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yapılmalıdır… İzlediğimiz tören Türk Kurtuluş Savaşını taçlandıran, TÜRK BÜYÜK TAARRUZUNU ANIMSATAN ONURLANDIRAN bir tören değil, unutturan bir törene dönüştürülmüştür…)

Bilmeme ve istememe rağmen Büyük taarruzun başlangıç anını yaşayamadım…
Ben de torunumla yan yana oturdum… Torunumun yorgunluktan dizime koyduğu başını okşayarak, 26 Ağustos 1922 şafağını düşündüm. Mustafa Kemal Paşa’yı ve CEPHE’Yİ algılamaya çalıştım… İnanıyorum ki; MUSTAFA KEMAL PAŞA O ANLARDA, ZAFERE İNANDIĞI KADAR, MİLLETİNİN BİRLİK VE BERABERLİĞİNE DE İNANIYORDU… MİLLETİ İÇİN AYDINLIK GÜNLERİ YAKALAYACAĞINI BİLİYORDU…
VE AYDINLIK GÜNLERİN İLELEBET YAŞATILACAĞINA EMİNDİ…

Hüzünlendim…
Nazım Hikmet’in KURTULUŞ DESTANINDA DİLE GETİRDİĞİ; KOCATEPE’YE İLİŞKİN DİZELER KULAKLARIMDA bu kez ÇINLAMADI…
Her nedense Halim YAĞCIOĞLU’NUN ATATÜRK’TEN SON MEKTUP ŞİİRİNDEKİ DİZELERİ BEYNİMDE DOLANIP DURDU: 

“Siz beni hala anlayamadınız.
Ve anlayamayacaksınız çağlarca da…
Hep tutturmuş ‘Yıl 1919 Mayıs’ın 19’u diyorsunuz.
Ve eskimiş sözlerle beni övüyor; övüyorsunuz.
Mustafa Kemal’i anlamak, bu değil,
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
Bırakın o altın yaprağı artık,
Bırakın rahat etsin anılarda şehitler.
Siz bana; neler yaptınız ondan haber verin.
Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin?
Mustafa Kemal’i anlamak, yerinde saymak değil.
Mustafa Kemal’in ülküsü, sadece söz değil.”

Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN bu ülkeye ve bu millete kazandırdıklarını düşündüm…
Şimdi ne durumda olduğumuzu anımsadım…
Ve kazandırdıklarımızı yitirmemizin acısını YÜREĞİMDE duydum…
VE KENDİ KENDİME BİR ŞEYLER MIRILDANDIĞIMI HİSSETTİM: 

“Vatan tehlikededir…
Ulusal sınırlar içinde vatan bir bütündür, bölünemez…
Ya istiklal, ya ölüm…
Hiçbir güç, Türkiye’nin Birlik ve Bütünlüğü ile oynayamaz…
Türk Ordusu var ve güçlü oldukça Türk Milleti sonsuza dek yaşayacaktır.
Güçlü Ordusunu arkasına alan “Devlet Adamları”, “Diğer Devletler” tarafından;
“Deliğe Süpürülme” korkusundan da, “KULLANILMA” zilletinden de kurtulmuş olurlar…

Zihnim durmuyor, bu kez de Süleyman ALPAYDIN’IN
“YIKIN HEYKELLERİMİ” DİZELERİ KAFAMA GELDİ OTURDU… 

“Özlediyseniz fesi peçeyi,
Aydınlığa yeğliyorsanız kara geceyi,
Hala medet umuyorsanız;
Şıhtan, şeyhten dervişten
Şifa buluyorsanız,
Muskadan üfürükçüden
Unutun tüm dediklerimi,
Yıkın diktiğiniz heykellerimi. 

Eşit olmasın diyorsanız kadınla erkek,
Kara çarşafa girsin diyorsanız,
Yobazın gazabından ürkerek,
Diyorsanız ki okumasın;
Kadınımız kızımız,
Budur bizim alın yazımız…
Unutun tüm dediklerimi,
Yıkın diktiğiniz heykellerimi. 

Fazla geldiyse size,
Hürriyet cumhuriyet,
Özlemini çekiyorsanız,
Saltanatın sultanın,
Hala önemini anlayamadıysanız Millet olmanın,
Kul olun, Ümmet kalın,
Fetvasını bekleyin Şeyhülislamın.
Unutun tüm dediklerimi,
Yıkın diktiğiniz heykellerimi, 

RAHAT BIRAKIN BENİ…”

 *****

Evet, güneş artık doğuyor ben de Kocatepe’deki Atatürk Anıtı’nın yanına gidiyorum ve Aziz Atatürk’ün baktığı YÖN’E bakıyorum.

“Türk Ulusu buralara nereden gelmişse; bizler de Türklük dünyasının dört bir yanından; Alaşehir, Balıkesir, Edirne; Erzurum ve Sivas kongrelerinden ve Amasya Genelgesinin ruhundan geldik…
Bizler de karanlıklar, ihanetler ve satılmışlıklar içinden; karanlığı yırtarak,
KOCATEPE’YE GELDİK. Evet; bizler, TEK ULUS; TEK BAYRAK; TEK DİL;
Çağdaşlık ve ULUSAL EGEMENLİK andımızı dünyaya ve AYMAZLARA anlatmak için buraya; TÜRK ULUSUNUN ONUR TEPESİNE geldik Atam…
Ama ne yazık ki EMANETİNE SAHİP VE layık olamadık ATAM…” dedim, içimden.
Ve
Bize bu ülkeyi, bu Milleti ve bu Devleti kazandıran BAŞTA MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE ARKADAŞLARINI, MEHMETÇİKLERİ, EMEĞİ GEÇEN HERKESİ MİNNET VE ŞÜKRANLA YAD ETTİM.

***************

 

CHP NEREYE GİDİYOR ??

Dostlar,

Sn. Altan ARISOY birikimli bir aydındır.
Atatürkçü bir yurtseverdir.
CHP’nin içine sürükendiği “hazin tablo” (batak!?) kaygı vericidir.

Uyarılarına mutlaka kulak kabartmak gerek.

Sevgi ve saygı ile.
27.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================================================

CHP NEREYE GİDİYOR ??


Altan Arısoy

İLK KURŞUN, 26.8.14

KURULUŞ

4-11 1919’da yapılan Sivas Kongresi’nde Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk örgütleri birleştirilmiş ve Kurtuluş Savaşı’nın ulusal dayanağı somutlaşmıştı.

TBMM, “Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin başarısıdır. Kurtuluş Savaşı’nın utkuyla sonuçlanması ve Cumhuriyet’in kurulması da TBMM’de çoğunluğu oluşturan“müdafa-i hukuk”grubunun eseridir.

9 Eylül 1923’te “Halk Fırkası” kurulunca“Müdafai Hukuk”grubu topluca bu partiye katıldı. Böylece resmen bir siyasi partiye dönüşmüş oldu.
1924 yılında CHP adını aldı.

Tarihimizdeki önemi nedeniyle, Sivas Kongresi CHP’nin ilk kurultayı olarak kabul edilmiştir.
Parti bugüne kadar 34 olağan ve 17 olağanüstü kurultay yaptı.
18. olağanüstü kurultay 5-6 Eylül 2014 tarihlerinde gerçekleştirilecek.

KEMALİST DEVRİM YOLUNDAN SAPMA:

Sivas Kongresi’ni başlangıç olarak alırsak, aradan geçen 95 yılda kurultayların çokluğu dikkat çekicidir.

Bunun nedeni; Türkiye Cumhuriyeti çağdaşlaşmaya, dünyadaki gelişmelere ayak uydurmaya ve kalkınmaya çalışırken; tasfiye ettiği güçlerle mücadele etmesinde önüne çıkan engellerdir. Osmanlıcılık, İslamcılık, feodalite, çağın dev gelişmeleri ve dünyadaki büyük siyasal dönüşümler, yoktan var edilen ulus devletimizi kuşatmış; yeni toplumsal güçler sahneye çıkmış; emperyalist işbirlikçiliği ve Batı öykünmeciliği CHP nin sürekli olarak kendini sorgulamasına ve kaybettiği kitleleri yeniden kazanmak için çözüm aramasına yol açmıştır.

Diyebiliriz ki; CHP en ideolojisine ve yol haritasına bağlı kalamamıştır. Karşılaşılan yeni durumlara uyum sağlamak için, zaman zaman temel değerlerinden ödün verme aymazlığına düşmüştür. Böyle durumlarda kitlelere çözüm olmak yerine, kendi içinde sorunlarla uğraşmak zorunda kalmış ve iktidar hedeflerinden daha da uzaklaşmıştır.

CHP 1994 PROGRAMI

Yukarıdaki genel değerlendirmeyi somutlaştırmak için son 20 yılda yaşananlara bir göz atalım:

CHP; “tek kutuplu dünya, küreselleşme, ulus devletlerin sonu” çığlıklarının atıldığı 1990’lı yıllarda program değişikliği yaparak ‘değişim’e ayak uyduracağını sandı.

1994 yılında “YENİ HEDEFLER YENİ TÜRKİYE” sloganıyla yeni bir program kabul etti.
Bütünüyle “yeni dünya düzeni” propogandalarının etkisi altında hazırlanmıştı. Kapakta altı ok simgesi vardı. Programın bütününde ise Atatürk’ten ve Kemalizm’den eser yoktu(!) Sosyal Demokrasi her şeyin ilacıydı. Karmakarışık tutarsız vaatlerin bol keseden verildiği bir programdı. Avrupa’daki – kendileri de bunalımda olan- sosyal demokrat partilere özenilmiş ve onlara öykünmeye çalışılmıştı. Dünya ve Türkiye gerçeklerinden uzak, kendi tarihsel kökenini küçümseyen, ekonomik kaynakların dikkate alınmadığı, emperyalizmle bütünleşmiş bir anlayışın ürünüydü.

CHP bu programla 1995 ve 1999’da seçimlerine girdi. Tony Blair, Anadolu Solu, Şeyh Edebali” derken seçim barajını geçemedi.
Suçu da “bizi anlamadılar” deyip seçmene yıktı…
2002’de AKP iktidar oldu. Yol açtığı sorunlar CHP nin de kendisi sorgulamasına yol açtı.
Demokrasinin, cumhuriyetçiliğin, laikliğin, halkçılığın ulusalcılığın (Atatürk ulusçuluğu), devrimciliğin ve devletçiliğin önemini bu yıllar içinde yeniden keşfetti.
Ve itiraf edelim ki; yeniden kökenlerine dönmek istedi. AKP’ye karşı salonlarda, kürsülerde mücadele edilemeyeceğini anladı. Kitle hareketlerini destekler bir tavır aldı.
Ve aradan geçen 14 yıldan sonra partinin tüzüğü ve programı yeniden yazıldı.

CHP 2008 PROGRAMI

2008 kurultayında “ÇAĞDAŞ TÜRKİYE İÇİN DEĞİŞİM” sloganı adı altında yeni program kabul edildi.
CHP bu kurultayda çağdaş değerleri ortaya koyarken, tarihsel kökenini hatırlıyor ve değer veriyordu.
Bu program, -bazı eksiklerine karşın- cumhuriyet değerlerimizle çağdaş değerlerin bir sentezi gibidir.
‘Kürt sorunu’ konusunda özel bir bölüm yoktur. Yerel yönetimler ve terör konularında ortaya konan yol haritası; bütün yurttaşların, ulusal bütünlük içinde her haktan eşit yararlanması temeline dayanır.
Aynı yıl yapılan TÜZÜK kurultayında da CUMHURİYET değerleri belirgindir.
Öte yandan, tüzüğe yerleştirilen birkaç yeni kuralla parti içi demokrasiden iyice uzaklaşıldığı görülmektedir. Siyasal partiler ve seçim yasasındaki demokratik olmayan kurallardan yakınırken, “TEK ADAM” anlayışı iyice pekiştirilmiştir.
Parti; demokratik kuralların işlediği, katılımcı, şeffaf, ehliyetin, emeğin, başarının ödüllendirildiği; Türkiye’ye umut veren bir örgüt olamadı. Kitlelerde bir çekim gücü oluşturamadı.
Baykal’ın örgüt ve liderlik anlayışı bunlara uygun değildi.
Oysa bu dönemde uygun koşullar ortaya çıkmıştı. “Cumhuriyet mitingleri” ile iktidar sallanıyordu.

İKİ PARAGRAF 

CHP’nin 2008 programı bugün de yürürlüktedir.
Genel başkan dahil, bütün CHP liler bu programa bağlı olmak zorundadır. AKP iktidarı Türkiye cumhuriyetini adım adım dönüştürüp bir ortaçağ ülkesi hailin getiriyor.
CHP’nin görevi başta cumhuriyet ilkeleri olmak üzere, programına sıkıca sarılmak ve savunmak zorundadır.
Türkiye için en yakıcı tehlike, laikliğin ortadan kaldırılması ve Kürt sorunudur.

Programda laiklik ve din konusunda şu esas vurgulanmaktadır:
“CHP din unsurunun baskı aracı olmasının da, din duygusunun ve dinsel inançların baskı altına alınmasının da, ibadet yerlerine siyasetin girmesinin de kesinlikle engellenmesini öngörür.

CHP dinsel ögelerin siyasal simge olarak kullanılmasını demokrasi anlayışı ile
bağdaşmayan ve anayasamızın değiştirilemez hükümleriyle çelişen bir davranış olarak görür. CHP laikliğe yönelik her türlü tehdide karşı durur.”

Yerel yönetimler konusu uzunca. Ama şu satırlar bağlayıcı:
“Yerel yönetim reformuyla getirilecek yönetim anlayışı laik cumhuriyetin, ülke bütünlüğünün, çoğulcu demokrasinin, örgütlü toplumun, fırsat eşitliğinin ve bireyin gelişmesinin, insan haklarının güvence altına alınmasını sağlayacaktır… ”CHP yerel yönetimleri yerel iktidar odakları değil, yerel demokrasi odakları olarak görür.” “…terörle mücadele Türkiye’nin öncelikli hedefidir”

CHP TÜZÜK VE PROGRAMINA AYKIRILIKLAR

CHP; geleneksel çizgisinden, ilkelerinden sapmalar yaşayan, bazen dış ülkelerdeki partilere öykünen, bazen sağa, bazen sola açılan, kendine güvenmeyen bir parti izlenimi vermektedir.

Oysa CHP nin yolu açık ve net olarak bellidir. Sol döneklerden, sağcı tacirlerden,
FG örgütünden, AB ülkelerinden ve ABD’den akıl alması, bu etkilerle şu ya da bu yana sallanması, toplumun CHP’ye güven duymasını engellemektedir.
CHP, sadece kendisi olmalı ve siyasetini Türkiye’nin emekçi kesimlerine dayandırarak etkin eylemlerle sürdürmelidir.
2008 parti programı iyi bir yol haritasıdır.

YENİDEN YAPILANMA

Cumhurbaşkanlığı seçimindeki yenilgiden sonra – parti içi muhalefetin bastırması üzerine- yapılmasına karar verilen olağanüstü kurultayda CHP yeniden yapılanacakmış!..
Genel başkan ve yönetim organları seçilecek, birkaç tüzük maddesi değiştirilecekmiş!.. Disiplin getirilecek ve herkes dilediği gibi konuşamayacakmış.
İyi de; CHP’de tutarlılık, kararlılık, düşünce, ideoloji ve eylem birliği nasıl sağlanacaktır?
Bu kadar değişik tipte, değişik düşüncede ve kimi de Atatürk cumhuriyetine karşı görüş sahibi olanlarla nereye varılabilir?
Hem de bütün dünyada bir onur kavramı olarak tanınan “ulusalcılık” bu kadar kötülenerek?…
Sanki bir suçmuş gibi “ulusalcı” denilen partililer tasfiye edilerek?…
Bu kişilerin, Atatürk’ü, cumhuriyet ilkelerini, bağımsızlığı, laikliği savunmalarından kimler rahatsız oluyor?
Gericiler, AKP iktidarı, emperyalizm ve işbirlikçileri ulusalcılara düşman olduğuna göre, yoksa parti egemenleri o güçlere mi hizmet ediyor?…

AĞZI OLAN CHP İLKELERİNİ ÇİĞNİYOR

CHP genel başkanın, genel başkan yardımcılarının ve kimi milletvekillerinin bazı görüşlerini anımsayalım. Bu söylemlerin CHP düşmanlığından başka bir anlamı var mıdır, birlikte düşünelim:
Kılıçdaroğlu;
“Söz veriyorum türbanı da biz özgür kılacağız.” (CHP programı ne diyordu? )
“Cemaatlere saygılıyım, yeter ki siyasallaşmasınlar”(?) 
(siyasal olmayan bir tarikat-cemaat var mıdır?)
“Laiklik tehlikede değil! Yargının içinde cemaat yok” (!..) (ya bir de olsaydı?.. )

Dersim kalkışmasında kullanılan sertlik devlet adına özür dilenmesi konusunda;“dört parti anlaştıktan sonra başımın üstünde yeri var. Dramı yaşayan, kayıplar veren birisiyim. Benden gelip özür dilenirse memnun olurum.”
Hüseyin Aygün; “ben CHP li değilim. Türkler, Egede Rumlara Etnik Temizlik Yaptı ”
Sezgin Tanrıkulu, CİA belgelerinde TR 705 kodlu ajan. Genel başkan yardımcısı. Ergenekon davasında müdahil. Ergenekon ve Balyoz kumpasları ortaya döküldüğü halde, “baştan beri bir darbe olduğunu düşünüyorum.” diyor.
Bülent Kuşoğlu; “Tekkeler zaviyeler açılmalıdır.” 
Rıza Türmen, Atilla Kart “Türk Milleti demesek olmaz mı?”
Sena Kaleli; “ben Atatürk ilkelerinin bekçisi miyim?”
Binnaz Toprak; “CHP, milliyetçi ve ulusalcı olmamalıdır. Ben 4+4+4 dü destekliyorum.”
Paraşütle milletvekili atanan Faik Tunay: “Atatürkçülük ve laiklik dar söyleminden kurtulan bir CHP”… Türkiye’de irtica tehdidi görmüyorum”. “Bunlar bizleri korkutmak için çıkarılmış paranoyalar”…

CHP milletvekillerinden ve yöneticilerinden birçoğu FG’ye ve onun yayın organlarına yaranmak için övgüler düzüyor… CHP FG örgütü ile kol kola giriyor.

Genel başkan yardımcısı Erdoğan Toprak; “Tüm ulusalcıları, milliyetçileri partiden temizleyeceğiz.”(!)
CHP dört yıldır içindeki ulusalcıları temizlemeye çalışıyor.
Ulusalcılık (Atatürk ulusçuluğu, yurtseverlik) o kadar kötü bir şey ki ; (!) genel başkanlığa aday olan Muharrem İNCE “ben ulusalcı değilim” diyor. Ulusalcı diyenlere çok kızıyor(!)
“Evet, ben milliciyim” (ulusalcıyım) diyemiyor !.. (?)

Oysa; uygar dünyada ulusalcı olmayan bir siyasal parti ve iktidar yoktur. Dahası Lenin, Mao, Stalin gibi komünist önderler de ulusalcıdır.
“Ulusalcılık Türkiye’den ve yeryüzünden temizlenmelidir” diye karalayan liboşlar ve iktidar hizmetçileri, ulusalcıları bile bu kavramı kullanmaktan korkar hale getirmişler(!)
CHP Kemalist ilkelere düşman bir parti haline geldi.

“BANA GÜVENİYOR MUSUNUZ” KURULTAYI

5-6 Eylül 2014 olağanüstü kurultayında dananın kuyruğu kopacak…
Olağanüstü kurultay kararı alınmasının nedeni güven tazelemek. “bana güveniyor musunuz” diye oylama yaptırılacak ve güven tazelenerek yola devam edilecek.
Kılıçdaroğlu, her yıl değiştirdiği yönetim kadrosunu, bir kez daha değiştirecek.
Bir de, zaten ters düştüğü Kemalist ilkeleri yeniden yorumlayacak(!) Programa alındı.
80 yıldır siyasal- bilimsel çevrelerde yorumlanmış olan cumhuriyet ilkelerinin içi iyice boşaltılacak. Anlamsız sözcükler haline gelecek.

Şimdi sormak zamanıdır:

Türkiye’nin ana muhalefet partisi bir oyuncak mıdır?

Böyle bir gidişle, Kılıçdaroğlu başkanlığında ve CHP içinde CHP düşmanlarını görevlendirerek iktidar olacağına inanıyor musunuz?
Parti program ve ideolojisine en sadık, en yurtsever insanları tasfiye ederek?…
Kendi partisinin ideolojisine, temel değerlerine karşı gelerek?…
Koltuğun rahatlığına alışıp “tek adam” olmaya heveslenerek iktidar olunabilir mi?…


  • CHP, bile bile, göz göre göre parçalanıyor, baş aşağı düşüyor…
    İntihar ediyor…
  • Üstelik, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak isteyen kimilerini kendi içinde besleyerek…Kimi iç-dış güçlere hizmet ederek… Türkiye’yi de sürükleyerek…

Yanılmayı öyle çok istiyorum ki !..

Ataol Behramoğlu : BİR YAZININ ANALİZİ VE AŞIRI FAŞİST TINILAR


BİR YAZININ ANALİZİ VE AŞIRI FAŞİST TINILAR
7AĞU

indir

Ataol Behramoğlu
23 Ağustos 2014,Cumhuriyet

Yazılarımızda söylediklerimizin yanı sıra açıkça söyleyemeyip ya da söylemek istemeyip üstü örtülü ve kimi kez belki farkında olmaksızın söylediğimiz şeyler de vardır. Bunlar söyleyiş biçimimiz, vurgularımız, tonlamalarımız, seçtiğimiz sözcüklerde kendini ele verir. Bu yazıda ben, bir önyargım olmaksızın, yalnızca söz konusu yazının bende uyandırdığı izlenimlerle, “Tırmık” köşesinde yıllar sonra yeniden yazmaya başlayan Aydın Engin’in 17 Ağustos tarihinde yayınlanan “Yılmaz Özdil’i Savunmak” başlıklı yazısını böyle bir açıdan irdelemek istiyorum…

Başlıktan başlayalım… Fiilin mastar olarak kullanıldığı cümleler, bunu izleyecek cümlelere açık kapı bırakır… Okura yazarın ne söyleyeceğini merak ettirir. Nitekim
söz konusu yazının başlığı ilk cümle olarak bir kez daha kullanıldığında bir ünlem işareti ve birkaç noktayla sonuçlanıyor… Böylece yazarın savunmaktan söz edeceği şey konusunda bir iç tartışmadan, soru işaretlerinden geçtiğini duyumsuyorsunuz…


Bir sonraki cümleyle sürdürelim:


“Bu, meslek ahlakımızın da düşünce özgürlüğünün de ertelenemez bir gereğidir…”

Ertelenemez gerek” ne demek? Bu sözcük, içeriğinde tam tersini, ertelenebilir olma olasılığını da barındırır… Böylece de sanki üstünkörü, içtenlikle duyumsanmaksızın,
bir klişe gibi kullanıldığını düşündürüyor… Zaten ardından gelen paragrafın
son satırında, bu gerekliliğin “mesleğimizin olmazsa olmaz ilkelerine sahip çıkmak” olduğu söylenmekle, yazar bir bakıma kendini tashih etmekte, amacı biraz daha kesinlik vurgusu kazanmaktadır…

***

Şimdi, yeri geldikçe söyleyiş biçimine yeniden değinmek üzere, içerik konusuna geçelim… Aydın Engin, Yılmaz Özdil’den hemen her konuda zıt bir konumda bulunduğunu söylüyor… Bu elbette O’nun hakkıdır. Fakat bu “her konu” acaba nelerdir… AKP diktasına karşı çıkan yazarların en ön sırasında yer alan
bir yazara “hemen her konuda zıt konumda” yer alarak acaba nasıl Cumhuriyet yazarı olunuyor?

Arkadan gelen bir paragrafı hem içerik hem biçem bakımından irdelemeye çalışarak yazımızı sürdürelim:

“AKP elebaşılarının medyayı iyiden iyiye dikensiz gül bahçesine çevirmek için
kolları sıvayıp pervasızca harekete geçtiği, Başbakan’ın miting meydanlarında
medya gruplarına tehditler savurduğu, çok bilir ve anlarmış gibi medyanın nasıl olması üstüne inciler yumurtladığı şu günlerde…..”


Allah Allah!.. Bütün bunlar şu günlerde mi oluyor?..

Siyahla belirginleştirdiğim, baştan aşağı klişe, zorlama sözler, şablon deyimler…
Ve paragraf sonundaki şu cümle parçasına bakalım:

“Başbakan’ın … çok bilir ve anlarmış gibi medyanın nasıl olması üstüne
inciler yumurtladığı…”

Yani, “bilse ve anlasa”, karışmaya hakkı olacak….
İnciler yumurtluyormuş….
Aydın Engin kusura bakmasın, O’na yazarlık öğretmek elbette haddim değil…
Ve bu irdelemeleri en iyi anlayacak kişilerin başında da kendisinin geleceğinden
kuşku duymam…… Fakat bunlar zorlama, hafifletici, hafife alıcı laflardır. Diktatör inci yumurtlamaz. Böyle ifadeler, tehdidin, baskının, faşizmin vahametini azaltır, küçük gösterir… Yazar arkadaşımız AKP diktasından söz ederken, anlatımındaki, seçtiği sözcüklerdeki, deyimlerdeki, vurgulardaki hoşgörüyü, “müsamaha”yı, işine son verilen meslektaşından esirgiyor… O’na göre Yılmaz Özdil, “ırkçılık sınırında, aşırı faşizan tınılar taşıyan çok yazı yazmış” biridir… Ağır suçlamadan, Yılmaz Özdil’e kapılarını açan “Sözcü” gazetesi de payına düşeni alıyor… “Yakışır”mış…. Yani, “ırkçılık sınırında, aşırı faşizan yazılar yazan” yazara gel bizde yaz demek, “Sözcü”ye yakışıyormuş… Eleştiri başka, hakaret sınırında yazmak başkadır…

AKP diktasına en ağır, en tutarlı, en cesur eleştirileri yapan seçkin yazarların yer aldığı ve yüz binlerce okuru arasında hiç kuşkusuz çok sayıda Cumhuriyet okurunun da bulunduğu bir gazeteyi tek bir sözcükle harcamak, Cumhuriyet yazarına da,
gazetenin kendisine de yakışmıyor…


Devamını gerekirse başka yazılara bırakıyor, gerek görüyorsa “Tırmık” yazarının yanıtını saygıyla bekliyorum.


Bu köşede iki haftada bir yazdığım için bazen olayları sıcağı sıcağına tartışma olanağı bulamıyorum, çoğu zaman da bir başka yazar benden önce davranıyor. Aydın Engin’in 17 Ağustos tarihli Cumhuriyet’te “Yılmaz Özdil’i Savunmak” başlıklı yazısını değerlendirecektim, ancak aynı gazeteden sevgili Ataol Behramoğlu 23 Ağustos tarihli yazısında Aydın Engin’in yazdıklarını o kadar güzel eleştirmiş ki, bana söyleyecek söz kalmadı. Yıllardan beri ben de Cumhuriyet’i okul olarak kabul edenlerdenim, zaman zaman yazarları arasında görünmekten ayrı bir onur duymuşumdur. Pazar ekinde “Utandırma Servisi” adını verdiğim küçük köşem hâlâ devam ediyor. Her şeyden önce Cumhuriyet yazarlarının ayrı bir olgunluğu vardır, bu olgunlukları her türlü bağnazlığın ve çıkar kavgalarının dışında olmalarından, bir konuyu tartışırken kuşkuyu ve hoşgörüyü elden bırakmamalarından kaynaklanır. Ayrıca Türkçelerine, dili kullanmadaki ustalıklarına da diyecek yoktur. Aydın Engin’in o yazısını bir tümceyle eleştirmek gerekirse, “Cumhuriyet olgunluğunu ve inceliğini” bulamadığımı söyleyebilirim. En çok takıldığım sözü de, Yılmaz Özdil’in yazılarında “aşırı faşizan tınılar” bulduğunu söylediği tümcesi. Bu “tınılar” yüzünden Özdil’i sevmediğini de saklamıyor.

==========================================

Dostlar,

Üstad Ataol Behramoğlu’nun Cumhuriyet’e geri dönen Aydın Engin’in,
Hürriyet’ten Başbakan RTE’nin isteğiyle bilmem kaçıncı kurban olarak uzaklaştırılan YILMAZ ÖZDİL hakkında yazdığı makaleyi eleştiren yazısı
4/4’lük bir yazı..

Tam da Ataol Behramoğlu’na yakışır ağırbaşlı, sorumlu ve her bakımdan ustaca..

Aydın Engin’in ve Cumhuriyet’in kendine gelmesi gerek..
Bu sitede daha önce konuya ilişkin olarak meslektaşımız Prof. Süleyman Çelik’in yazısını da paylaşmıştık. Ona da bakılmasını dileriz :

  • Cumhuriyet Gazetesi nereye ??
    http://ahmetsaltik.net/2014/08/11/cumhuriyet-gazetesi-nereye/ 

Sevgi ve saygı ile.
27.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net