Günlük arşivler: 19 Ağustos 2014

Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) : Necdet Saraç ile dayanışma içindeyiz!


Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) :

  • Necdet Saraç ile dayanışma içindeyiz!

Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) yaptığı yazılı bir açıklama ile
gazeteci Necdet Saraç ile dayanışma içinde olduğunu açıkladı.

Açıklamada;

  • “Gazeteci Necdet Saraç’ın düşüncelerini özgürce ifade etmesinden dolayı
    YURT Gazetesi tarafından işine son verilmesini haksız bulduğumuzu ve üzüntü duyduğumuzu, kendisi ile dayanışmamızı her zaman sürdüreceğimizi kamuoyunun bilgisine arz ederiz.” 

denildi.

http://alevifederasyonu.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1434%3Akamuoyuna-necdet-sarac-ile-dayanma-icindeyiz&catid=1%3Ason-haberler&Itemid=2

============================

Dostlar,

Yukarıdaki açıklamaya biz de atılıyor ve gazeteci Necdet Saraç dostumuz ile dayanışmamızı belirtiyoruz.

YURT Gazetesi Yönetiminin yanlış adımını düzeltmesini diliyoruz.

Bu iletimiz Durdu Özbolat’a ve YURT Gazetesi’ne de gönderilmiştir.

Sevgi ve saygıyla.
19.8.2014, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

Mustafa Sönmez : Ne kadar barutları var?


Ne kadar barutları var?

portresi

 

 

Mustafa Sönmez

SÖZCÜ, 19 Ağustos 2014

Küresel kriz koşullarında bir daha görüldü ki, kapitalizmin alev aldığı hallerde imdada hemen devlet itfaiyesi yetişiyor, çeşitli bütçe kaynaklarını,
ağırlıkla vergileri, alev alan sisteme sıkıyor, ateşi yatıştırmaya çalışıyor
.

Buna maliye politikaları ile müdahale deniyor.

Ama para politikaları da eşlik ediyor.

Faizlerle oynanarak sisteme nefes aldırılıyor.

Doğaldır ki, bütün bunların sonucu kamu bütçesine açıklar biçiminde yansıyor.

Küresel kriz deneyiminden görüldü ki, ABD’den çeşitli AB üyelerine kadar birçok ülkede krize yapılan müdahaleler sonucu bütçe açıkları büyüdü, yerel yönetim açıkları büyüdü, sosyal güvenlik kuruluşlarının transfer ihtiyaçları arttı,
kamu borçlanma ihtiyacı ve yükü arttı
.

Ağır faizler ödemeye mecbur kaldılar.

Sonuçta kriz, bir noktada devletin mali krizine dönüştü.

Ülkelerin kamu açıkları, milli gelirlerinin % 8-10’una, bunun daha da yükseğine çıktı ve iktidarları tatsız kemer sıkma politikalarına da zorladı.

Yine ABD’den başlayarak bütün Batı ülkelerinde kamu açıklarını normal oranlara indirmek gibi tatsız bir gündem var.

Bu “normalleşmenin” faturasının hangi sınıflara, nasıl ödetileceği ve
bunun icraatı, sınıfsal çatışmaları 
önümüzdeki yıllarda daha da artıracak.

Türkiye’de bütçe…

Türkiye, özellikle 2001 krizine kadar başı kamu açıklarıyla en çok belada olan bir ülkeydi.

Beş kara delik diye adlandırılan

1. merkezi bütçe,
2. belediyeler,
3. KİT’ler,
4. SSK,
5. tarım kooperatiflerinin açıkları….

Kamunun sürekli borçlanması.. bu da faizleri yukarıda tutuyor ve
devletten faizle geçinen rantiyeleşmenin önü alınamıyordu.

2001 krizi sonrası, IMF’den alınan krediler ile kamu açıklarını daraltacak
bir dizi tatsız önlem ile açıklar azaltılmaya çalışıldı
.

Tabii ki 2001-2002 döneminin acı önlemlerinin siyasal bedeli, 57. Hükümet ortağı 4 partiyi (AS: Biz DSP, ANAP ve MHP olarak 3 parti anımsıyoruz..) %10 barajı altında bırakmak ve AKP’yi iktidara getirmek oldu.

AKP maliyesi…

AKP iktidara geldiği ilk yılın sonunda kamu açıkları, ulusal gelirin %8’i
dolayındaydı.

AKP, IMF’nin “mali disiplin” reçetelerini harfiyen uyguladı, kamu harcamalarını kıstı, dış para girişi ile büyüme süreklilik kazanınca dolaylı vergiye dayanan
toplam vergi gelirleri
 de arttı.

Yanı sıra önceki hükümetin altyapısını hazırladığı özelleştirmeler hızlandırıldı.

Öyle ki, 2013 sonuna gelindiğinde 60 milyar dolara yaklaştı özelleştirme gelirleri

Dış para girişi ile borçlanma maliyetleri de azalınca bütçe açıkları hızla düşmeye başladı ve 2008 sonunda başlayan küresel krizin sarsıntısına kadar açıklar ulusal gelirin %1.5’una kadar düştü. Küresel krizin etkisiyle 2009’da yaşanan yüzde 5’e yakın daralmayı aşmak için AKP rejimi de kamu kaynaklarını kullandı; açığı yüzde 5.5’a çıkaracak kadar yangına su sıktı ve ateşi söndürtüp kaçmış yabancı parayı yeniden çekti, arabayı rayına oturttu.

Kamu maliyesi, yabancılar için yatırım yapılacak bir ülkenin önemli göstergesi.

Onlar için adeta, ülkenin itfaiyesinin sıhhat göstergesi.

Açık büyükse yatırıma çekiniyorlar ama açık düşük, hatta kamu borç yükü makul düzeyse, birçok kırılganlığa rağmen yatırım kararı verebiliyorlar.

Türkiye’de AKP rejimi, özellikle bunu düşünerek kamu açıklarına dikkat ediyor, özelleştirmeleri hiç eksik etmiyor.

Ankara’daki Saracoğlu Mahallesi’ni bile satılığa çıkardı!

Baruthane…

Yine de ekonomi küçülme sinyalleri verince, tüketime dayalı vergilerde azalma, ithalata dayalı KDV’lerde düşüşyaşanıyor.

Yabancılar gelsin diye devlet bono faizleri artırılıyor.

SGK’nın açıkları büyüyor ve bütçeden aktarım ihtiyacı hızlanıyor.

Belediyelerin bütçeden finans ihtiyaçları azalmıyor, artıyor.

Bütün bunlar kamu maliyesi teknesinin yavaş yavaş su almasına neden oluyor.

2014’ün ilk yarısı, merkezi bütçenin giderlerinin gelirlerinden 3 puan daha önde gittiğini ve şimdiden 3.5 milyar TL açık verildiğini gösteriyor.

AKP rejiminin 2015 genel seçimi öncesi kamu maliyesine çok işi düşecek.

Hem seçmeni avuçta tutmak için popülist harcamalar yapmak için buna ihtiyacı var, hem de dış para girişinin azalması ile ateşi düşmeyen dövizin yüksek seyrinin yarattığı tahribatı onarmak için kamu kaynaklarına ihtiyaç var.

Dövizi frenlemek için yüksek seyreden faiz ayrı bir fatura çıkardığı için işletmelere, bunun da yıkımını önlemek için kamu bütçelerine ihtiyaç var.

Özetle, merkezi bütçe, yerel yönetim bütçeleri, SGK, bazı fonlar, KİT bütçeleri, AKP rejiminin “barut”u

Bu barut azalır ya da fırtınada ıslanırsa, iyi gitmeyen dış koşullarla, artan enflasyonla, işsizlikle, düşen üretim sorunları ile, iç pazarın daralması ile mücadele etmek için
eli ayağı bağlı olacak rejimin.

Şu anki baruthanenin görünümü, fena değil gibi görünüyor ama şemsiye
ters dönebilir
.

Büyüme düşünce vergi geliri azalır, buna karşılık harcamalar katıdır,
kısmak kolay değildir.

Borçlanma yüksek faizlerle yapılınca bütçenin daha büyük bölümü faize gitmeye başlar.

Bununla birlikte, ulusal gelirin %1-1.5’u düzeyinde seyreden açığın, %3-4’dek çıkmasını göze alacak bol kepçe, seçmen tavlayıcı politikalar söz konusu olacaktır.

Özellikle muhalefetin, kamu maliyesi adlı “yara bandı”nı ya da baruthaneyi unutmaması gerekiyor

Rıfat Serdaroğlu : SEN DE TÜRKSÜN OGLİİİM!


SEN DE TÜRKSÜN OGLİİİM !

portresi_gulen


Rıfat Serdaroğlu
 

Bak Keko;

Irkçılıktan- ve Etnik Kökene göre Milliyetçilik yapılmasından nefret ederim.
“Popülasyon Genetiği” adlı bilim dalı, ırkçılığın ve etnik milliyetçiliğin
bilimsel anlamda hiçbir dayanağının bulunmadığını kanıtlıyor.


Hele hele türümüz olan Homo Sapiens’in, 200 bin yıllık uzun yürüyüşünün belki de
en önemli geçiş yolunu oluşturan ve dünyanın en melez coğrafyası olan Anadolu ve Ortadoğu’da etnik milliyetçiliğe kalkışmak, içinde yaşadığınız vatana ve

  • “TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ KURAN TÜRKİYE HALKINA TÜRK MİLLETİ DENİR. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!” 

gibi herkesi kucaklayan bir anlayışı bizlere armağan eden Atatürk’e ve akla ihanettir.

(Not : Serdaroğlu burada “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına..” diye yazmış. Doğrusu “Türkiye halkına..” olacak; düzelterek yazdık..)

Sana bu gerçekleri anlatmanın bir yararı olacak mı bilmiyorum ama ben yine de yazayım ki, ileride “Bilmiyordum abi, bilsem yapar mıydım?” demeyesin!

Delinin şeyine tutunduğu gibi sen de “Kürt Halkı – Kürdistan” diye tutturmuş gidiyorsun.

Kendine de Beşir Atalay – Davutoğlu ve Erdoğan gibi kafa dengi arkadaşlar bulmuşsun.

  • Aklın sıra, vatanımızı bölüp, bölgede ikinci İsrail olarak konumlanacak
    “Kürdistan Devletini” kuracaksın!?

Sırtını da PKK denen uyuşturucu kaçakçısı örgüte ve Peşmergelerin başı olan Barzani’ye dayamışsın. PKK ve Barzani’nin arkasına geçip, onlara arkadan
destek veren İsrail ve Amerika’yı görmezden gelirsin.

Sırtını dayadığın Barzani ve Peşmergeleri ile PKK militanlarının tüm güçleri ile savaşmalarına karşın, IŞİD militanları karşısında nasıl perişan olduklarını
görmedin mi?

ABD havadan bombaladı, İngilizler para-silah yardımı yaptı, yine de IŞİD militanları Barzani’nin çok güvendiği Peşmergeleri tekme-tokat kovaladı.

Bak Keko;


Seni dolduruşa getirenlere kanıp,
Amerikalının – İngiliz’in piyonu olmaktan vazgeç
.

Sana Türkiye’den ve Türklerden başkası yar olmaz.
Aklını başına topla.
Sana kimi tarihi gerçekleri anlatayım; ister inan, ister inanma!

Sayın Arslan Bulut’un köşesinde yazdığına göre (AS: Yeniçağ),

Antropolog ve Sosyolog Dr. Mustafa Aksoy, Kürtçe yayın yapan Nur Cemaati’ne yakın Kürtçü-İslamcı “Nûbihar Dergisi” (İlkbahar Dergisi) kapağında çok güzel ve otantik bir halı-kilim damgası görür. Derginin yazı işleri müdürünü arar ve kendisine o damganın, Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan Kürtler arasında en çok kullanılan bir damga olduğu söylenir.

Daha sonra, bir davet üzerine Taşkent üzerinden Kazakistan’a gider. Daha Taşkent Havaalanından çıktığında sokaktaki bir elektrik direğinde Nûbihar Dergisi kapağındaki damgayı görür. Aynı damga ve benzerlerini Taşkent’ten Çimkent’e (Kazakistan’a) giden yol boyunca çok yerde görür.

Öyle ki, insan elinin değdiği her yerde o damga vardır. Çok geçmeden Nûbihar Dergisinin Yazı İşleri Müdürünün “Kürtlere ait dediği damganın” Kazak Türklerinin
Milli Damgası olduğunu öğrenir…


Değerli araştırmacı Rahmetli Servet Somuncuoğlu da, Hakkâri’nin Gevaruk Yaylasına çıkıp kaya resimlerini fotoğraflamış, görüntülemiş, oradaki damgalarla Kazakistan’daki damgaların birliğini ortaya çıkarmıştı.

Dr. Mustafa Aksoy ise halı ve kilimlerden yaşamın her alanındaki sanat eserlerine dek
bugün de yaşayan o damgaları fotoğrafladı ve bilimsel olarak yorumladı.
Böylelikle farklı bir yoldan giderek yalnızca Türklerin şifrelerini değil,
Kürtlerin şifrelerini de çözmüş oldu.

Dr. Aksoy şöyle diyor :

Bilindiği gibi Kürt Tarihi konusunda çalışan Kürtçü araştırmacılar, dilden hareketle Kürtleri Farsların bir boyu olarak kabul ederler. O zaman şu sorulara yanıt vermeliler :

-Kürtler, halı ve kilimlerde neden Farsların kullandığı damgaları ve düğümü değil de, hep Türklerin damgaları ve düğümleri kullanmışlardır?

-Kürtlerde Koçbaşlı mezar taşları ve balballar (Orta Asya Türklerinde mezarların üzerine, ölen kişinin yaşamda iken öldürdüğü düşman sayısı kadar konan taştan heykeller) varken, Farslarda neden yoktur?


-Tunceli ve Hakkâri’deki halı ve kilimlerde kullanılan damgaların, Sibirya’ya dek olan Türk Kültür Coğrafyasında birebir aynılarının kullanılması çok önemlidir.

Türk Düğümü denen “Çift Düğümün” ayrılmaz bir kardeşliği ifade ettiği ise,
birlikte yaşamanın en güzel kanıtıdır.


Anladın mı Keko?


Kuşaklar boyu birlikte yaşadığın kardeşlerini, yalnızca Amerika-İngiltere gibi
emperyalist devletlerin petrol çıkarı için satma be kardeşim.

Beyni, yıllarca kullandığı eroin yüzünden erimiş olan Öcalan denen caniyi de, dedesinden-babasından bu yana Kürtleri köle gibi kullanan Barzani adlı çete reisini de kopart ensenden be kardeşim!

Bugün “Kürtçü Hareketin” önderliğini yapan çoğu Toprak Ağası-Aşiret Reisi-Şeyh olan BDP Milletvekillerini iyi tanı. Bunların birinin ağzından

“Toprak Reformu”,
“Kadın-Erkek Eşitliği”,
“Kalkınma-İmar”,
“İş-istihdam”…

gibi sözleri duydun mu?

Bunlar yıllardır TBMM’de bulunurlar. Bunlardan bölgeye, Allah rızası için bir çeşme yaptıranı gördün mü? Göremezsin, çünkü seni esas sömürenler bunlardır.
Bunlar kendi ceplerinden başka bir şey düşünmezler!


Uyan be Keko;


Gerçek düşmanını gör.
Sana binlerce yıldır gönlünü açan kardeşlerini daha fazla kırma yahu!

Bak binlerce yılın öncesinden bakan tarih sana ne diyor :

SEN DE TÜRKSÜN OGLİİİM…

===================================================

Dostlar,

Sayın Rifat Serdaroğlu’nun kalemi ve yazıları artık yam anlamıyla “dem aldı”!

Ustalaştı.. Türkiye’nin zor koşulları usta bir yazar yonttu..

İşte çarpıcı bir diyalektik örnek..

Zekası ve birikimi, deneyimi, yurtseverliği..
O’nu keskin ama aklıcı, sert belki ama gerçekçi ve sevecen bir biçeme taşıdı.

İçerik olarak Türk – Kürt kardeşliği bağlamında söyleyecek çok şey ve verilecek onlarca, belki de yüzlerce örnek var ama biz Sn. Serdaroğlu’nun yazısının tadına bir şey katmayalım. O’na çooook teşekkür ederken, büyük ATATÜRK‘ün bu bağlamda
son derece önemli bir sözünü ekleyelim hoşgörünüzle :

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir. Bugünkü Türk milleti siyasî ve içtimaî camiası içinde kendilerine
    Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır.
    Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar,
    -birkaç, düşman âleti mürteci, beyinsizden başka- hiçbir millet ferdi üzerinde üzüntüden başka bir tesir yapmamıştır. Çünkü bu millet
    fertleri de umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe,
    ahlâka, hukuka sahip bulunuyorlar.”

ATÖLYE TEMPO’da Optimum Denge Modeli Eğitimi


ATÖLYE TEMPO’DA Tamer Dövücü İle Optimum Denge Modeli

1 Basamak Eğitimi

Atölye Tempo <info@atolyetempo.com>

 
– Kendini anlamak …

– İnsanı anlamak …

– Yaşamı anlamak … 

Şu aralar hepimiz hayat mücadelesi veriyoruz ve çok zorlanıyoruz.

Bu mücadeleden de ancak kendimizi, insanları ve hayatı daha iyi tanıyarak çıkabiliriz.

Tamer Dövücü‘nün son 7 yılda geliştirdiği, felsefeyle kişisel gelişimi, teoriyle pratiği birleştirdiği özgün çalışmasına sizleri bekleriz. Bu 6 günde kendinize, insanlara ve hayata bakışınızı değiştirmek için kendinize bir şans tanıyın.

ODM’ye (AS: Optimum Denge Modeli) göre insan doğasının iki temel bileşeni vardır. Bunlar bilmek ve yapmaktır. Ve bu bileşenlerin amacı insanı mutluluğa ulaştırmaktır…

Bilmek, hayat ve kendimize ait anlamları doğru yere oturtmaktır…

Yapmak, bu anlamlara göre davranmak ve bu süreçte gereken yetenekleri geliştirmektir…

Ve Bilmekle Yapmak, bir süre sonra yapabilmeye ve yeterince ustalaşıldığında ise olmaya dönüşür.. 

Tamer Dövücü sizi bu olma yolculuğunuzda Optimum Denge Modeli’yle tanıştırıyor ve Türkiye’de geliştirilen bu ilk felsefe, psikoterapi ve kişisel gelişimi birleştiren
yeni “yaşam modeliyle” size rehberlik ediyor…

ODM’de ustalaşın, hem iş hem de özel yaşamınızda sizi güçlendirecek
yeni farkındalıklar ve hayata ait yeni anlamlar keşfedin. 

Keyifli yolculuklar…

Davranış Teknolojileri Merkezi

Aşağıda Optimum Denge Modeli’yle ilgili Tamer Dövücü ile  yapılan kısa bir söyleşi
yer almaktadır:

Bu model ne zaman ve nasıl ortaya çıktı?

Sanırım 2004 yılıydı. Arizona’da Erickson Enstitüsü’nün bir seminerinde
(O zamanlar Erickson Enstitüsü’nü Türkiye’de yeni kuruyorduk) Amerikan eğitimciye trans fenomenlerinin yapısıyla ilgili bir soru sordum ve o da “hiçbir fikrim yok” dedi. Halbuki bu sorunun cevabı beyin-davranış ilişkisinde kilit bir öneme sahipti. Ben cevabı aramaya başladım ve takip eden 1 haftayı nerdeyse uykusuz geçirdiğimi hatırlıyorum. Yaklaşık 1 hafta sonra San Fransisco’dan Santa Cruz’a gitmek için havaalanında beklerken bir ışık yandı ve 20 yıldır aradığım soruların hepsi netleşti. Ancak bu netleşen şeyi anlamak bir 7 yılımı daha aldı ve ancak modeli tamamlayabildim.

Bu modele gerek var mıydı? Sonuçta kişisel gelişimle ilgili NLP’nin Türkiye’deki öncülerindensiniz, Erickson Enstitüsü‘nü kurdunuz ve psikolog ve doktorlara yıllardır eğitim veriyorsunuz, ayrıca bazı kitap ve dergi editörlükleri yaptınız. Bunlar dışında da Türkiye’ye bir sürü yabancı yöntem geldi zaten.

1999’da ilk kitabım yayınlandığında (Türkiye’den NLP ve Sibernetik Uygulamaları-Beyaz Yayınları) kişisel gelişim alanında gerçekten işe yarayan 4 alan var demiştim. Bunlar sistem düşüncesi ve sibernetik, NLP, Ericksonian metodlar ve bazı enerji uygulamaları idi. Ancak bunları içselleştirmem, doğru yere oturtmam, entegre etmem ve basitleştirmem için 2011 yılına kadar daha çabalamam gerekti.

Kişisel gelişim konusunda maalesef seviyesiz pek çok kişi alanda guru edasıyla dolaştığı için ve seviye çok düştüğü için son 5 yıldır uzak duruyordum. Sadece Neuro-Linguistic English’i geliştirmek ve Erickson eğitimleriyle ilgileniyordum.

Optimum Denge Modelinin farkı ise insanlara öncelikle büyük resmi vermesi. Yaşadığınız her şeyi ve her türlü sorunu doğru bir şekilde yerine oturtabiliyorsunuz. Çok geniş bir perspektifte farkındalık yaratıyor. Bunu diğer metodlar yapamıyor.

İkinci önemli fark bilinç ve bilinçaltını doğru yere oturtmanızı sağlıyor ve
hangi durumda hangisinin işe yarayacağını gösteriyor.

Üçüncüsü yine “nasıl”a odaklanması. Size neyi nasıl yapacağınızı da öğretiyor.
Yine çoğu kişisel gelişim eğitiminde bu yoktur.

Dördüncüsü felsefe ile de entegre olması. Yaşamın her alanına uygulanabilir. Örneğin eğitimde benim geliştirdiğim ve 3.5 ayda İngilizce’yi öğretebilen ve Cambridge Üniversitesi’nin sınavlarıyla da bunu kanıtlayabilen Neuro-Linguistic English modelinin temelinde de Optimum Denge Modeli var. Bunu her tür eğitime, iş hayatına, psikoterapiye, aile yaşamına veya diğer sosyal bilimlere uygulayabilirsiniz. Başlangıçta bunu bir psikoterapi modeli olarak geliştirmeye başladım ama çok kısa sürede fark ettim ki, bu aslında hayatın bir modeli.

Beşincisi de çok basitleştirildi. Sokaktaki insanın rahatlıkla anlayabileceği hale getirildi.

Eğitimde neyi anlatacaksınız?

İnsanı ve hayatı bir model haline getirmek pek kolay olmadı. Bu çalışma Antropolog Gregory Bateson’un “mantık seviyeleri” modeliyle başladı. Daha sonra Robert Dilts bu modeli geliştirdi. Ben de Dilts’in modelini geliştirdim.

Hayatı anlatırken sistem düşüncesi ve sibernetiği bu modele uyarladım.
Bilinçli davranışları anlatırken stratejik düşünme modellerini kullandım.
Bilinçaltı davranışlarda da ruh hali denetimi, yetenek gelişimi, anlamların oluşumu ve değişimini, alt kimliklerin rolünü, mutluluk ya da mutsuzluğun nasıl oluştuğunu ve bizim bunların ne kadarını etkileyebileceğimizi anlatıyorum.
Bunları anlatırken geliştirdiğim model ve teknikleri de kendim yarattım.

İnsanlar ilk kez kendilerini görmeye başlayacaklar.

Bu modeli test ettiniz ya da örneğin psikoloji uzmanlarıyla görüştünüz mü?

Evet. 2005 yılında NLP eğitimleri verirken ‘advanced’ eğitimlerde ve
bireysel uygulamalarda kullandım.

ABD’de Robert Dilts, The Society of NLP’nin başkanı John La Valle, Erickson Enstitüsü Başkanı Jeffrey Zeig ve daha pek çok uluslararası arenadaki duayenle paylaştım. Hepsi de destekledi.

Türkiye’de en büyük uygulaması ise Neuro-Linguistic English olmuştur.

Bundan sonra konuyla ilgili ne tür faaliyetler düşünüyorsunuz?

Şu anda kitap tamamlandı.. ve tüm kitapçılarda .Toplam 655 sayfa ..
Daha  sonra Almanya ve Amerika’da çıkacak.

Eğitimin ilk adımı herkese yönelik olacak. Daha sonraki adımlardan 2. basamak eğitime katılabilirsiniz.

Kolay gelsin diyoruz.

Tarih                           : 28-29-30 KASIM ve 5-6-7 ARALIK 2014(Toplam 6 gün)
Eğitim saatleri           : 10:00 – 17:00
Ücret                           : 15 Ekim 2014’e dek 720 TL (KDV dahil
(İş Bankası kartına  3 taksit yapılıyor) veya nakit 620.-TL + KDV = 731.6 TL

15 Ekim 2014 sonrası 790 TL (KDV dahil, İş Bankası kartına 3 taksit)
veya nakit 690 TL + KDV = 814.2 TL

Eğitim Yeri                  :  35 kişiye dek kurumumuzda, 35 kişinin üstünde katılım olursa tarafınıza bildirilecektir.

Web sitesi                   : www.optimumdengemodeli.com, ayrıca www.youtube.com da “Tamer Dövücü ile Optimum Denge Modeli
5 Ekim 2012 Peryön”
olarak var olan Optimum Denge Modeli tanıtım videosu ile içerik hakkında daha ayrıntılı bilgi alınabilir.

Yer : Atölye Tempo Kişisel Gelişim ve Psikolojik Danışma Merkezi

Adres:  Hoşdere  Cad. No: 77/1  Y. Ayrancı / ANKARA
Tlf. : 0312  441 41 44 – 441 33 43 – 0555 962 82 05
info@atolyetempo.com
www.atolyetempo.com

===========================================

Dostlar,

Yıllar önce, Uzman Psikolog Sema Yüce‘nin yönetimindeki ATÖLYE TEMPO’da “İletişim Becerileri Kursu” almıştık. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, eğitim – öğretim yetişeğine (müfredatına) “İletişim Becerileri” başlıklı, Tıbbiye’nin 2. ve 3. sınıflarının
ilk yarısında kuramsal + uygulamalı bir der koymuştu. Bu dersleri üstlenecek öğretim üyelerinin eğitimi ile işe başlandı. Ardından da dersler işlenmeye başlandı.
500’e varan öğretim üyesi kadrosunun belki de yarıya yakını bu kurslardan geçti.
Biz de bu dersi öğrencilerimize sunma çabası içindeyiz.

Sn. Uzman Psikolog Sema Yüce, 20 kişilik öğretim üyesi kümemize 5 gün boyunca tam gün emek verdi. Kendisinden çok şey öğrendik ve şükranımızı sürdürüyoruz.

Bu işletme, dar anlamda reklamını yapmak ne aklımızdan geçer ne de bize düşer
ve etik buluruz ama, ciddi ve bilimsel çalışan yetkin bir kurum izlenimi bıraktı bizde.

Dolayısıyla, yıllar sonra ilk kez ATÖLYE TEMPO‘nun bir etkinliğini duyurmayı,
siz site okurlarımızla paylaşmayı uygun ve yararlı bulduk.

Sevgi ve saygıyla.
19.8.2014, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Prof. Dr. D. Ali Ercan : TÜRKİYE’de DEPREMLER..


Dostlar…

15 yıl sonra Gölcük depreminin yıl dönümündeyiz..
17 Ağustos 1999 gecesi 03:02 dolayında yaşanan korkunç yıkım (felaket)..

Gerekli dersleri çıkardık mı; hiç sanmıyoruz..

Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan hocamız, Nükleer Fizik uzmanlığı ve engin
matematik bilgisiyle oldukça kapsamlı bir dosya hazırlamış ve paylaşmış..

Biz de kendilerine teşekkür ederek sitemize koyuyoruz.

Aşağıda kısa bir sunum bölümü var..
5 sayfalık word dosyasını pdf olarak ekliyoruz..

DEPREMLER_TURKIYE’DE_ALI_ERCAN

Sevgi ve saygıyla.
19.8.2014, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

=======================================

Değerli arkadaşlar, 

17 Ağustos 1999’da Gölcük Merkez üslü 7,5 şiddetindeki Deprem;
Kocaeli, Sakarya, Yalova ve çevre illerde 20 bine yakın can almış, 50 bin insanı sakatlanmış (AS: engelli kılmış), 600 binden çok insan evsiz barksız bırakmıştı. Türkiye’nin önemli sanayi merkezini de vuran bu Depremin mali yükü ~10 milyar $ kadardır.

Kuzey Anadolu Fay hattı üzerindeki deprem gidişatına göre önümüzdeki yıllarda da (belki 2015?!) Marmara’da bir deprem bekleniyor. Aşağıdaki çizimde Marmara Denizindeki fay hattı görülüyor. İstanbul Boğazı’nın Marmara çıkışına 30 km uzaklıkta oluşacak M=7,5  şiddetindeki bir deprem, İstanbul’un 30-45 km uzaklıktaki yaklaşık 1000 km2’lik yerleşim bölgelerinde M=7,0±0,1 şiddetinde duyumsanacaktır. Böyle bir Depremin sonuçları ne olur?

  1. En kötümser yıkım senaryosuna göre, merkez üssü 30 km yakınlıkta ve kış aylarında gece oluşacak bir depremde, yıkılabilecek 50 bin binanın (binaların % 10 kadarı) enkazı altında toplam 100 bin dolayında can yitiği
    İstanbul nüfusunun %1 kadarı) olacaktır ki; bu 21. Yüzyılın 
    en büyük
    doğal yıkımlarından biri olur.

  2. En iyimser kestirime göre Deprem, yine bu fay hattı üzerinde, ama merkez üssü İstanbul’dan 75 – 90 km uzakta ve gündüz oluşacak, Çorlu ve Tekirdağ görece daha çok etkilenecek ve Depremin İstanbul’a etkisi İzmit-Gölcük depremindeki etki ölçüsünde, yani önemsenmeyecek derecede küçük olacaktır.

İstanbul’u bekleyen gerçek sahne, herhalde bu iki uç tablonun arasında
bir yerdedir.

Sevgilerimle. æ
18.8.2014

Not      : 1999 Depreminde yapım hatalarından çöken binaların müteahhitlerine
(AS: yüklenicilerine) yaklaşık 2 bin dava açılmıştır. Bu davalardan çoğu hukuksal boşluklardan dolayı cezasız sonuçlanmıştır. Geri kalan 300 dolayında davanın
100 kadarında ceza verilmiş, bunların da birçoğu ertelenmiş, zaman aşımına uğramış ve sonunda düşmüştür.

GOLCUK_Depreminde_yikilsn_binalar1

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GOLCUK_Depreminde_yikilsn_binalar2

 

 

  • Unutmayalım, aslında öldüren, afet olan Deprem, Sel… değil;
    Doğa yasalarıyla uyumlu olmayan sosyal yasaların dayatmalarıdır;
    yani akılsız yönetimlerdir. æ

GRAFIK Karte / Erbebenrisiko / WISSENSCHAFT

Kırmızı çizgiyle gösterilen Fay hatları (Platolar arası sınırlar) üzerinde meydana gelen
6 ve daha yukarı şiddetteki Depremlere bakıldığında, Güneyde Arabistan Platosu, Afrika Platosu ve  kuzeyde Asya Platosu arasına sıkışmış olan Anadolu platosu üzerindeki Türkiye Dünyada Deprem açısından en riskli Ülkelerden biridir.

AS : Ayrıca tıklayınız; DEPREMLER_TURKIYE’DE_ALI_ERCAN