Günlük arşivler: 21 Temmuz 2014

Fazıl Say haklı çıktı..


Fazıl Say haklı çıktı..

Soner Yalçın

 Soner Yalçın
 syalcin@sozcu.com.tr
 20 Temmuz 2014

Sizi birkaç yıl önce yapılan bir tartışmaya götüreceğim. Konu arabesk idi ve hedefte Fazıl Say vardı. Peki o tartışmayı bugün niye anımsatıyorum? Bunun iki nedeni var.
Biri; Erdoğan’ın vizyon toplantısına katılan ünlüler. Öbürü ise Fazıl Say’ın “İlk Şarkılar” albümü. Aslında size iki Türkiye’yi göstermek istiyorum. Nasıl mı?..
Makaleler de kitaplar gibi; yazılacak zamanı bekliyor.
Fazıl Say’ın “İlk Şarkılar” albümüyle ilgili yazmak istediklerim neredeyse bir yıldır bekliyordu.

Şimdi vakit geldi…

Ama… Önce bir tespitte bulunmalıyım:
Fazıl Say haksız mıymış? Facebook’ta
“Türk halkının arabesk yavşaklığından utanıyorum.” sözü başta “arabesk’in
ne olduğunu bilmeyen” arabeskçiler tarafından tepkiyle karşılanmıştı.
(İşin acı yanı Fazıl Say’a sol‘dan gelen “seçkincilik” eleştirisi idi!)
Kamuoyu geçen haftayı Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan‘ın vizyon toplantısına katılan “ünlüleri” konuşarak geçirdi.
Sanatçı‘nın içi boşaltıldı ve medya artık herkesi “sanatçı” diye tanımlıyor!
Demek ne “sanatı” ne de “sanatçıyı” biliyorlar; vasatlığın göstergesi bu.
Ve aslında arabesk tam da budur. Açayım…

Müzikle ilgisi yok

Köşk adayı Erdoğan’ın vizyonuna yalnızca arabeskçiler destek verdi; bakmayınız bazılarının pop filan söylediğine ya da dizi oyuncusu olduğuna; hepsi arabesktir! Arabesk’in sadece müzik türüyle filan ilgisi yoktur.

  • Arabesk bir yaşam biçimidir; kültür’dür/kültürsüzlüktür ve
    temsilcisi Erdoğan’dır.

Arabesk bir kültürden diğerine geçiştir. Kent’in/burjuvazinin kimliksiz varoşa
yenik düşmesidir; “kültürel çöküştür.
Arabesk, aydınlanmanın, çağdaşlaşmanın karşıtıdır.
Arabesk, sadece kendi çıkarını düşünen siyasal kirliliktir.
Arabesk, insanın kendine yabancılaşmasıdır. (İşte tam da bu nedenle;
tecavüz mağduru Zerrin Özer ile tecavüz mağruru İzzet Yıldızhan, Erdoğan’ın
vizyon toplantısında yan yana geliverir! Bu “çimentonun” ahlakı; arabesk’tir!)

Bakınız…
Erdoğan’ın vizyon toplantısına, toplumun yozlaşmasıyla ortaya çıkmış “icracıların” gitmesi tesadüf mü? Bunu neden hiç tartışmıyoruz.
Evet, Erdoğan’ın vizyon toplantısında neden sanatçı yoktu?
Sanatçı bugün Türkiye’de neyi savunuyor? Sanatçı arabeskin karşıtıdır.
İşte o vizyon toplantısı, bizim önümüze bir gerçeği getirip koydu:

“Arabesk Türkiye’yi uyuşturuyor” diyen Fazıl Say’ın haklı olduğunu!

Arabeskçilerin yani kaderciliğe, kalitesizliğe, değersizleştirmeye Türkiye’ye
mahkum edenlerin Erdoğan’la kucaklaşması aslında hiç şaşırtıcı değil.
Arabesk, kapitalizmin en kültürsüz sistemidir. Köksüzdür.
Arabesk yozlaşmadır. Dün Erdoğan’a giden; yarın Erdoğan iktidardan düşünce
başka bir “vizyon” toplantısına gidecektir ve tabii arabesk hâlâ yaşıyor ise…

“Sahteciliğin Çekiciliği”

Fazıl Say’ı yazacaktım nerelere geldim.
Yine…
Fazıl Say’a geçmeden bir kişiyi tanıtmalıyım sizlere:

Theodor W. Adorno (1903-69), 20. yüzyılın önemli filozoflarından biriydi.
Frankfurt Okulu ya da Eleştirel Kuram olarak bilinen düşünce hareketinin kurucularındandı. Dünyada müzik sosyolojisinin akla gelen ilk ismiydi. Müzisyendi; Alman besteci Bernhard Sekles‘ten müzik dersleri aldı; beste çalışmaları yaptı.
Müzik kuramıyla ilgili düşünceleri devrim yarattı.

İlk tespiti şu oldu :

“Sonunda kültür endüstrisi müziği tamamen kendi denetimine sokmayı başardı.”

Adorno, “Aydınlanmanın Diyalektiği” kitabında caz ile ilgili ileri sürdüğü tez tartışma yarattı. Caz’ın, Amerika’ya özel bir olgu olarak değil, gelişmiş kapitalist toplumsal sistem içinde bir durum olarak ortaya çıktığını belirtti. Yani Adorno, caz müziğinin, kökeninden-tarihinden kopartılarak, popüler kültürün tüketim müziğine dönüştürüldüğünü yazdı:

“Kökü lümpen proletaryaya dayanan ve önceleri önemsiz bir sosyal olgu olan caz; iletişim endüstrisi (medya) tarafından yontulup cilalanarak, mütevazı ve şaşırtan özelliklerinden yoksun bırakıldı ve içi tümden boşaltıldı. Toplum, umutsuzlardan oluşan bir toplum, bu nedenle çetelerin ağına düştü. Bu durum kimi vasat romanlarda, filmlerde ve cazın biçeminde çok belirgin ortaya çıktı.”

Aydının kendi standartlarını düşürmesine Adorno, şiddetle karşı çıktı.
“Sahteciliğin çekiciliğine” kendini kaptıranları eleştirdi.
Bunun entelektüel üretkenliği tehdit ettiğini yazdı.
Adorno’yu niye hatırlattım? Şundan…

İlk Şarkılar

Fazıl Say benim dostum, kardeşim…
Fazıl Say Türkiye’nin en değerli sanatçılarının başında gelir.
İcracılığından daha önemlidir besteciliği.
Bu nedenle Fazıl Say’ı Fazıl Say’dan bile korurum.
Şunu demek istiyorum; sahteciliğin çekiciliğine kapılıp “piyasa müziği” yapmasına
karşı çıkarım.

Fazıl Say’ın “İlk Şarkılar” albümü Türkiye’de çok beğenilince ve çok satan müzik CD‘lerin başında yer alınca korktum. Diğer eserleri; gerek ABD gerekse Japonya’da listelere hep girdi. Türkiye’de ise ilk kez oldu. Hemen sorguladım, niye?
Ne yalan yazayım bu durum beni kaygılandırdı; “acaba” dedim, “yoksa” dedim. Sorularımın yanıtını bulmam tam bir yıl sürdü. Hayır, “İlk Şarkılar” piyasa müziği değil.
“İlk Şarkılar” Fazıl Say’ın entelektüel üretkenliğe devam ettiğinin güzel bir işareti.
Büyük ustalar; Metin Altıok‘u, Can Yücel’i, Cemal Süreya‘yı, Orhan Veli’yi, Nazım Hikmet‘i, Ömer Hayyam’ı ve Pir Sultan Abdal ile Muhyiddin Abdal’ı notalarla buluşturan büyük bir bestecinin eseri.

Bizi, yani Anadolu’yu dünya kültürüyle birleştiren “İlk Şarkılar”;
Türkiye’de giderek yozlaşan müziğin düşen çıtasını yukarı çekiyor.
Türkiye’nin muhafazakar / çorak ikliminde yeniden dirilen arabeske meydan okuyor. Yani…
Fazıl Say “sahteciliğin çekiciliğine” kapılmıyor. Ki…

Adorno’nun öğrencisi

Fazıl Say’ın hata yapmasına izin vermeyecek -sadece Fazıl’ın değil hepimizin-
bir “öğretmeni” var; Ahmet Say!
Bugün siz onu “Fazıl Say’ın babası” olarak tanıyorsunuz. Ama…
Ahmet Say entelektüel bir aydındır.
Yıllarca makaleler yazdı. Kitaplar yazdı. Dergiler çıkardı. Yayınevleri kurdu.
Bıkmadı. Yorulmadı. Türkiye’nin aydınlanma mücadelesinde meşale oldu.
Peki devlet ne yaptı:
Hep eziyet etti.
İşkence yaptı. Cezaevine attı. İşsiz bıraktı. Yasaklı etti.
Ahmet Say bu zor koşullarda yetiştirdi oğlu/öğrencisi Fazıl Say’ı.
O devlet:
Ahmet Say’a ne yaptıysa oğlu Fazıl Say’a da onu yaptı; zalimlik.
Bıkmadılar. Usanmadılar. Doymadılar…
Demem o ki:
Fazıl Say’ın hata yapmasına engel olacak en önemli kişi Ahmet Say’dır.
Bunu laf olsun diye söylemiyorum.

Bilmiyordum; Ahmet Say’ın yazdığı “Ağaçlar Çiçekteydi” adlı anı kitabından öğrendim.
“Fransa’da Liberation gazetesinde bir vesileyle ‘Adorno’nun öğrencisi olduğum’ yazıldı. Hem doğru hem yanlış: 1950’li yılların sonlarında Adorno, Frankfurt’ta ‘Diyalektik ve Estetik’ konulu birkaç hafta süren bir seminer vermişti, ona katıldım. Eğer öğrencisi olmak için bu yetiyorsa gazetede yazılan doğru…” (s. 130)

İşte iki Türkiye…
Biri arabesk’in iktidarını temsil ediyor.
Öbürü Cumhuriyeti!..
Siz sanıyor musunuz ki, sorun yalnızca Erdoğan’dır veya AKP’dir.
Sorun, kültürsüzleştirme politikasıdır.
Sorun, vasatlığın değil insanlığın estetik değerlerinin iktidar olmasıdır.
Evet:
Sevindirici olan Fazıl Say’ın haklı çıkmasıdır.
Ve Erdoğan’ın vizyonunda yalnızca bir avuç arabeskçinin olmasıdır.
Umutlu olmak için çok nedenimiz var…

CUMHURİYET – ARABESK KAVGASI

CUMHURİYET; Osman Hamdi Bey’in girişimiyle 1883’te kurulan; resim, heykel, mimarlık ve süsleme alanında eğitim veren Sanayi-i Nefise Mektebi’nin adını
Devlet Güzel Sanatlar Akademisi olarak değiştirdi.

DİĞERİ; Cumhuriyet ile birlikte kurulan Devlet Güzel Sanatlar Müdürlüğü, Devlet Opera ve Balesi, Devlet Tiyatroları’nı Bakanlar Kurulu tarafından seçilen 11 kişilik ekibin denetimine sokmak istiyor.

CUMHURİYET; 22 Ocak 1923 günü Bursa Şark Sineması’nda yaptığı konuşmada;

  • “İnsanlar mütekamil olmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yapamaz, bir millet ki heykel yapamaz… İtiraf etmeli ki o milletin tarik-i terakki’de yeri yoktur.”  dedi.

Ülke savaştan yoksul çıkmasına rağmen 1924’te eğitim için Avrupa’ya sanatçılar gönderdi. Avrupa’dan dönenler Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’ni kurdu
ve modern resmin temeli bu şekilde atılmış oldu. 15 Temmuz 1929’da Ankara
Türk Ocağı‘nda Hamdullah Suphi tarafından açılan sergiyi bizzat ziyaret etti.

DİĞERİ: Sergi açılışlarına gitmeyi tercih etmiyor. Bir keresinde Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda 300 adetten oluşan tespih sergisine gitti.

CUMHURİYET; Cumhuriyet’in ilanından sonra, 11 Mart 1924 günü saraya bağlı olan Makam-ı Hilafet Muzikası, başkent Ankara’ya çağırdı ve orkestra adını, Riyaseticumhur Filarmoni Orkestrası olarak değiştirdi. 1 Eylül 1924 tarihinde Ankara’da kurulan Musiki Muallim Mektebi, Cumhuriyet Türkiye’sinin çağdaş eğitim kurumlarının ilk örneklerinden biri oldu. Ulusal müzik eğitimini yurt düzeyinde uygulanacak öğretim kadrosunu yetiştirmek için kurulan Musiki Muallim Mektebi, kuruluşundan iki ay sonra,
1 Kasım 1924 günü eğitime başladı. Sık sık gelip dersleri izlerdi. Öğrencilerle müzik üzerine sohbetler etti. Okulda her cumartesi akşamı verilen konserleri kaçırmadı.

DİĞERİ; Okullarda müzik-resim derslerini azalttı. Piyano ile alay etti; kemanı düğünlerde çalındığı için sevdi. Ankara’da Sibel Can’ı, İzmir’de Arif Şentürk’ü, Rize’de Davut Güloğlu’nu, İstanbul’da da Ferhat Göçer’i dinlemeyi tercih etti. Hatta Adnan Şenses ile şarkı bile söyledi. İstanbul’daki Cemal Reşit Rey Konser Salonu’na sadece sempozyumlar, paneller için gidiyor.

CUMHURİYET; Anadolu’nun halk müziğini bilimsel temellere oturtmak için 1936 yılında Macar müzik bilimci Bela Bartok’u Türkiye’ye davet etti. Bartok, 16-29 Kasım 1936 tarihleri arasında, Ahmet Adnan Saygun, Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin ile birlikte, başta Osmaniye olmak üzere 14 ayrı yöreden 90 parça kaydetti. Aynı yıl Alman müzikolog Paul Hindemith’in yardımlarıyla Ankara Devlet Konservatuvarı kuruldu.

DİĞERİ; Aşık Veysel gibi Anadolu ezgilerini dünya kültür mutfağına taşıyan Fazıl Say’ın Türkiye’yi terk etmesi için elinden geleni yaptı. Okuduğu şiirlerden CD yaptırdı!

CUMHURİYET; Cumhuriyet mimarisini geliştirmek için mimar Bruno Taut’a, Ankara’da Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ni inşa ettirdi. Mimar Clemens Holzmeister’e ise; başkent Ankara’nın en güzel binalarını yaptırdı.

DİĞERİ; Tarihi İstanbul siluetine zarar veren çalışmaların yapılmasına göz yumdu.Başta parti genel merkezi olmak üzere kimi binaları kendi çizdi!

CUMHURİYET; 1930’larda ulusun sanatı öğrenmesi tanıması için Ar Genel Direktörlüğü kurdu. AR dergisinin çıkarttı ve Ankara ve İstanbul başta olmak üzere çeşitli kentlerde sergiler düzenlenmesini sağladı. 1933’te Nurullah Berk, Abidin Dino, Zeki Faik İzer, Elif Naci, Cemal Tollu ve heykel sanatçısı Zühtü Müridoğlu gibi sanatçılar için “Yurt Gezileri’ düzenlenmesine önayak oldu. Türkiye’de heykelcilerin yeterli görülmemesi üzerine Heinrich Krippel gibi yabancı sanatçılar davet edildi.

DİĞERİ; Kars ziyaretinde, sanatçı Mehmet Aksoy tarafından yapılan İnsanlık Anıtı adlı heykeli “ucube” diye yıktırdı. İkinci Dünya Savaşı sırasında İsmet İnönü’nün Türkiye’nin önemli eserlerini, Hz. Muhammed’in kutsal hazinesini camiye koymasını, “Camileri ahır yaptılar” diye değerlendirdi.

CUMHURİYET; İlk ulusal opera temsillerinin yapılması için çalıştı, başardı. Özsoy Operası, 19 Haziran 1934 günü sahnelendi.

DİĞERİ; İstanbul Film Festivali’ne tam 28 yıl ev sahipliği yapan Emek Sineması gibi sanat merkezlerini AVM yaptırmak için yıktırdı. Devlet Tiyatroları’nı özelleştirmek için çabalıyor.

Cumhuriyet yaşıyor…
Diğeri ölümlü…
Cumhuriyet; sanki bugünleri görmüştü:

  • “Efendiler! Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz;
    hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz; fakat sanatçı olamazsınız…”

GELECEĞİMİZİ HIRSIZLAR MI KURACAK??


Dostlar
,

Sn. Rifat Serdaroğlu bu yazısında çooook haklı olarak çok sert..
Kalemine sağlık..

Sevgi ve saygı ile.
21 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

=======================================

GELECEĞİMİZİ HIRSIZLAR MI KURACAK??

portresi3

 

 

Rıfat Serdaroğlu

 

 

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığına talip (AS: istekli) olan bir siyasetçide aranması ve mutlaka bulunması gereken vasıflar (AS: nitelikler) şunlardır :

-Namuslu olacak,
-Gerçek Demokrat olacak,
-Bilgili ve öğrenmeye açık olacak.
-İçeceği Ant’a sadık kalacak.

Bir siyasetçide bunlar varsa onu sıkı tutacaksınız ki, hırsızlar adamı ürkütüp kaçırmasınlar. Fakat bunlar yoksa Anadolu deyimiyle, bu kişiden dinlenip-dinlenip uzağa kaçacaksınız. Kendinize gelince yine kaçacaksınız, yorulunca dinlenip-dinlenip yine kaçacaksınız.
(Asla oy vermeyeceksiniz!)


Dün, oldukça kalabalık bir sohbete katıldık.

Ben olanak olduğunca dinlemede kalmaya çabaladım.
Eğitimli ve yönetici konumunda olan biri;

“Tamam adam ve çevresi için ‘Hırsız’ diyorlar ama bunun gibi çalışanı şimdiye dek gelmedi.” dedi.


Bir spor dalında Milli Takım düzeyine dek çıkmış olan biri;

“Tamam çalıyorlar ama eskiler çalmıyor muydu? Böyle gelmiş böyle gider, kardeşim.” diye konuştu.
Tuzu kuru, yılın yarısını yurt dışında geçiren biri ise;
“Ne uğraşıyorlar kardeşim, verin güneydoğuyu kurtulalım yahu!” diye saçmaladı.
Eee insan sabır taşı olsa tam da orta yerinden çat diye çatlar!

Onlara şunları söyledim :


-Geçmiş siyasetçilerden yolsuzluğa bulaşmış kişiler olabilir. Bugün eski siyasetçilerin hiçbirinin dokunulmazlıkları yok. Bu konularda bir şey bilen namuslu-haysiyetli insanların dedikodu yerine bildiklerini Cumhuriyet Savcılarına iletmeleri gerekir.

Geçmişte niçin yolsuzluklar karşısında sustunuz? Geçmişte susan adam, şimdi yapılan hırsızlıkları görmezden geliyorsa, o da ortak demektir.

Geçmişte yolsuzluk yapılması, bugün için de yolsuzluk yapılmasını haklı kılar mı?

Bu mantıkla yürürsek, ileride iktidar olacaklar şunu demeye hak kazanmış olmazlar mı?
“Bizden öncekiler çalıyordu, onlardan öncekiler de çalıyormuş, eee biz niçin çalmayalım? Demek ki böyle gelmiş, böyle gidecek…”

Böyle yapılırsa, çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini hırsızlara mı kurduracağız?
Böyle bir rejim, böyle bir devlet yaşayabilir mi?


“Çalıyormuş ama çok çalışıyormuş.” Lanet olsun, böyle bir anlayışa.
Böylesi bir anlayış çürümenin, çöküntünün başlangıcıdır.


Eğer bir ülke, baştakilerin çalmasına rıza gösteriyorsa, kime “namuslu kal” diyebilirsiniz? Böyle bir toplum, sosyal barışı sağlayıp huzur ve dayanışma içinde yaşayabilir mi?

Gücü yetenin zayıfı-yoksulu ezdiği, eline olanak geçirenin devleti-milleti soyduğu bir düzen nasıl devam eder?

“Verelim kurtulalım” diyen oğlaklara gelince;


Neyi veriyorsunuz? Kimin malını kime veriyorsunuz. Bu cennet vatan yalnızca bizim mi? Biz bu vatanı, önceki kuşaklardan emanet olarak almadık mı?

Bir kez vermeye kalktınız mı, arkasının gelmeyeceğini mi zannediyorsunuz?
Vatan denen kutsalın bir hava gibi, su gibi, ekmek gibi aziz olduğunu bilmeyen zavallılar, Suriye’den, Ortadoğu’nun despot idarelerinden kaçanların sefil hallerini görmüyorlar mı?
Kim çocuklarının, torunlarının böylesine sefil bir yaşam sürmesini ister ki?

*****

Değerli Okurlar,

Sonucu ne olursa olsun, 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanı seçimleri hırsızlık-dini istismar-insanları aldatma-yalan söyleme düzeni olarak tarihe geçen
“Badem Düzeni
nin” sonu olacaktır.

Gelecek iktidarın en önemli görevi, halktaki “gelen çalıyor, giden çalıyor” algısını yıkmak olmalıdır. 
Çıkarılacak tek maddelik bir yasayla, “Her türlü zamanaşımının dışında olmak üzere, şimdiye dek görev yapan tüm siyasetçilere, bürokratlara ve medya patronlarına, “NEREDEN BULDUN?” diye sorulacak bir yasal zorunluk getirilmelidir.
Kim devletin-milletin tek kuruşunu yediyse, burnundan fitil-fitil getirilmeli ve sonuç milletle paylaşılmalıdır.

Hem çalacaksın, hem çalmaya göz yumacaksın, hem çaldıracaksın sonra da o haram parayla milleti ezip, “Ben Müslüman’ım” (!?) diyeceksin.


De si..ir git lo.
Cehenneme kadar yolun var…

İBRETLİK BELGELER..


Dostlar
,

İnternet dipsiz kuyu ve kaynakların güvenilirliği bakımından da çok özen gerektiriyor..

Bize ulaşan bir e-ileti ekinde word dosyası içine 6 sayfaya yerleştirilmiş fotoğraflar var…

Adı : İBRETLİK BELGELER..

Hiç dokunmadan pdf olarak paylaşıyoruz..

Özenle değerlendirmek sitemiz okuruna kalıyor..

Görmek için lütfen tıklar mısınız..

IBRETLIK_BELGELER_temmuz_2014

Gerçekten yakın tarihe ışık tutan çoook çarpıcı görüntüler..

Sevgi ve saygıyla
21.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

 

Nihayet doğru Seçmen Sayısına ulaştık!


“YSK Başkanı Sadi Güven, Türkiye  toplam seçmen sayısını  54 703 164 olarak açıkladı. Yurt içinde 52,0 milyon, Yurt dışında 2,7 milyon  seçmen var….”
(Milliyet, 19.7.2014)

NİHAYET !

Nihayet doğru Seçmen Sayısına ulaştık..

portresi

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Evet, değerli arkadaşlar, YSK sonunda doğru bir rakam verdi.
  • YSK 2007 seçiminde 48,8 milyon olan seçmen sayısını 6 milyon eksikle 42,8 milyon olarak vermiş 

ve o günden bu güne yalpalayarak eksik / fazla seçmen sayısı veren YSK
sonunda doğruyu buldu.. Neden mi bu kez “Doğru” diyorum; açıklayayım :

Normal dağılımlı bir popülasyonda (AS: nüfusta) 18 yaş üzeri seçmenlerin toplam nüfusa oranı, en çok 1 hata ile (1-18 / y) dir. Burada y toplumun ortalama yaşam süresidir. 2014 yılında Türkiye’de ortalama yaşam süresi (1 yıl içinde ölen insanların ölüm yaşlarının ortalaması) y=61 dir..
TÜİK verilerine göre ortalama (~median) yaş (yaşamda olanların yaşlarının ortalaması) 30,6 yıldır, ki doğrudur. Ortalama ömür ortalama yaşın
2 katından daha büyük olamaz. Dolayısıyla, Türkiye’de ortalama ömür TÜİK’
‘in yayınladığı gibi 72 yıl değil, 61 yıldır. 2014’te doğanların beklediği ortalama yaşam (AS : Eo) ise 80 yıldır. 
 
Secmen_orani
 
ADNK (AS: Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi) Sistemine göre Türkiye’nin  Ağustos 2014 nüfusu 77,3 milyondur.*Seçmen sayısı (1-18/61) x 77,3 ≈ 54,5 milyon hesaplanıyor.. Aradaki binde 4’lük fark son 10 yıldan beri doğum hızının azalmasından kaynaklanan etkidendir (bkz. yukarıdaki grafik). Sonuçta Türkiye’nin 2014 yılı seçmen sayısının 54,7 milyon olduğunu
gönül rahatlığı ile öğrenmiş bulunuyoruz ! Hele şükür…

***
 
Değerli arkadaşlar
Şimdi gelelim 10 Ağustos’taki CB Seçimi sorununa :
Son seçimlerdeki katılım oranlarına bakacak olursak bu seçimde de yaklaşık %85 oranında bir katılım olacağını öngörebiliriz. Geçersiz oy oranı %2 – 4 arasında değişiyor. Ortalama %3 desek, 2014 Cumhurbaşkanı seçiminde 54,7 x 0,85 x 0,97  45 milyon geçerli oy bulunacaktır sandıkta… 1. Turda seçilebilmesi için bir Adayın en az 22,5 milyon geçerli oy alması (%50+)gerekiyor. Muhalefetin ortak adayı Ekmel Bey 1. turda
%50+ alabilir mi?
 
Son Mart 2014 yerel seçiminde Partilerin oy oranları şöyleydi :
 
AKP………%43,3
H/BDP……% 6,6
TOPLAM…%49,9  !
 
CHP………%25,6
MHP……..%17,6
 
SP………….%2,8
DİĞER……..%4,1
TOPLAM….%50,1 !
 
CHP ve MHP fire vermeden aynı oy oranlarını korurlarsa geriye % 6,8 kalıyor.
Bu da HDP dışındaki tüm partilerin, başta SP olmak üzere, 12 küçük partinin Ekmel Beyi desteklemesiyle olanaklıdır… 
 
CHP seçmenlerinin, küçük bir oranda da olsa, seçimi boykot etmeleri (veya geçersiz oy kullanmaları) halinde RTE 1. Turda CB seçilir. Adaylar %50 sınırını aşamaz ve seçim 2. Tura kalırsa, siyasal pazarlıklara açık olan AKP, HDP’nin oylarıyla çoğunluğu sağlayabilir, sonuçta yine yine RTE seçilir.
  • Muhalefet cephesinden gelecek bir boykot örtülü olarak AKP adayını
    desteklemek demektir.
Gün, “söz konusu Vatansa gerisi teferruattır” diyen Partilerin,
“Şeriata hayır”, “bölünmeye hayır” diyen yurtsever seçmenlerin
birlik beraberlik günüdür.
Sevgilerimle. æ
20.7.14