Günlük arşivler: 19 Temmuz 2014

SUSUZLUK KAPIMIZDA! HASTALIKLAR ve DERTLER DE…

Istanbul_Tabip_Odasi_logosu

SUSUZLUK KAPIMIZDA! HASTALIKLAR ve DERTLER DE…

SU KESİNTİLERİ ile BİRLİKTE TOPLUMU BEKLEYEN TEHLİKE ve

ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER

 

 

 

Başta İstanbul olmak üzere ülkemizin pek çok bölgesinde gündeme gelen susuzluk tehlikesi sağlık açısından birçok olumsuz sonuca yol açabilecek tehdit ve tehlikeleri birlikte getirmektedir. Sağlıklı olmanın en temel koşullarından biri
yeterli ve güvenli su” sağlanmasıdır. İçme ve kullanma suyunun
yeterli ve güvenli olmaması durumunda, kimisi oldukça tehlikeli olan
çok sayıda hastalık görülebilmektedir.

Barajlardaki, su toplama havzalarındaki ve su kaynaklarındaki kötü kullanım ve endüstriyel Kirlenme, yeterli yağış olmaması gibi mevsimsel nedenlerle de birleştiğinde kullanılabilir, güvenli, yeterli içme ve kullanma suyu sağlanmasında toplum sağlığını olumsuz etkileyebilecek önemli sorunlara yol açmaktadır. Sürecin saydam, bilimsel, akademik-demokratik ve toplumsal çevrelerle eşgüdümlü yönetil(e)memesi, gerekli ve yeterli kamusal ve bireysel önlemlerin zamanında alınamaması, önceki yıllarda olduğu gibi bir yandan vatandaşlarımızda bulaşıcı hastalıklar başta olmak üzere endüstriyel kirlilik kaynaklı, kimyasal ve ağır metallerden kökenli sağlık sorunların oluşabileceğine ilişkin ciddi endişelere neden olurken, öte yandan spekülatif ve manüplatif
ticari faaliyetler için uygun bir ortam oluşturmaktadır.

Karşılaşacağımız sorunları 6 aşamalı olarak değerlendirebiliriz :

  1. Kaynakta kirlilik. Evsel atıklar, tarımsal atıklar (gübre ve tarım ilaçları) endüstriyel atıklar (kimyasallar, ağır materyaller vb.), araçlardan kaynaklı kirlilik,
  1. Su biriktirme alanlarındaki sorunlar. Baraj ve göletlerin su toplama havzalarının yerleşime ve endüstriyel faaliyetlere açılması, (aşırı yapılaşma ve doğanın, ormanların tahrip edilmesi yeraltı ve yüzeysel su miktarında azalma ve kirliliğe neden olmaktadır.)
  1. Arıtma işlemlerinden kaynaklı sorunlar (arıtma sistemleri, kapasiteleri.
    Ağır metaller, kimyasallar tam olarak arıtılabiliyor mu, klorlama eksik
    ya da fazla mı vb.)
  1. Dağıtım şebekesi ile ilgili sorunlar (dağıtım şebekelerinin içinden ve dışarıdan kaynaklı sorunlar. Kanalizasyon sistemi ile ilgili sorunlar (kesintiler, arıza gibi durumlarda sızdırmazlık, negatif basınç vb.)

5. Bireysel kullanıcılardan kaynaklı sorunlar (evlerdeki depolardan kaynaklanan sorunlar, zamanında ve yeterli temizlik, uzun süreli bekletmeler vb.)

  1. Denetimli ya da denetimsiz kişisel su sağlayıcılarından kaynaklı sorunlar
    (tanker, damacana vb.)
    İstanbul’daki baraj doluluk oranlarının % 20’lere düşmüş olması, yakın gelecekte planlı-plansız su kesintilerinin gündeme gelmesine neden olacaktır.
    Bugüne dek alındığı ifade edilen önlemlerin sorunun çözümünde yeterli hatta etkili olmadığı dikkate alındığında, sorunun çözümünde acil ve toplumca benimsenebilecek ve uygulanabilecek önlemlerin alınabilmesi için katkıda bulunabilecek tüm kişi ve kurumlara görev düşmektedir.

Alınacak önlemler ve dikkat edilecek noktalar
aşağıdaki başlıklarda sıralanabilir  :

  1. Su kesintilerinde temel strateji, “kesinti yapmak zorunda kalmamak” olmalıdır.
    Bu açıdan hazırlıklılık en önemli konudur. Su kesintisine yol açabilecek olası durumlar (kuraklık, olağandışı durumlar, afetler vb.) öngörülerek hazırlık ve
    acil su yönetimi planları yapılmalıdır.

Bu planlar halkın katılımıyla hazırlanmalı ve güncellenmelidir.

  1. Alınacak önlemler kesinti öncesi, kesinti sırası ve kesinti sonrası olmak üzere
    3 başlıkta belirlenmelidir.
  1. Hazırlık planlarında yerleşim yerlerinde olası sorunlara karşı yedek su kaynakları ve gerektiğinde kullanımı ile ilgili yapılacaklar da yer almalıdır.
    Bu noktada unutulmaması gereken konu, yedek su kaynaklarının da
    “içilebilir” nitelikte olmasıdır.
    Bu açıdan kaynaklar dikkatle incelenmeli ve analiz edilmelidir.
  1. Suyun yeterli olmaması kişisel temizliği, ortam temizliğini, malzeme temizliğini, gıda hijyenini olumsuz etkiler ve bulaşıcı hastalık riski doğurur. Özellikle toplu bulunulan alanlarda bu risk çok daha yüksektir ve salgınlar ortaya çıkabilir!
  1. Su kesintilerinde kesintinin boyut ve yaygınlığına göre aşamalı bir plan
    devreye sokulmalıdır. Güvenli su kaynakları kullanıma sokulmalı,
    toplumla iyi bir iletişim kurulmalıdır. Kaynağı bilinmeyen suların
    (su tankerleri, kuyu suyu vb.) kullanımı konusunda duyarlı olunmalı gerekirse kullanımları önlenmeli ve bu amaçla iyi bir denetim sistemi kurulmalıdır.
  1. Kesintiler sonrası suyun dezenfeksiyonu sağlanmalı suda 0.5 mg/Lt serbest klor bulunacak biçimde sular klorlanmalıdır. Kesinti sırasında kullanılacak suların da dezenfeksiyonu gereklidir. Bu amaçla topluma sunulacak yedek su kaynakları dezenfekte edilerek kullanıma sunulmalı,
    bireysel klorlama konusunda eğitim yapılmalıdır.
  1. Kesintiler sırasında gereksinimden çok su depolamak çeşitli sorunlara
    yol açabilmektedir. Depolama amacıyla kullanılan araç-gerecin temizliği,
    suyu kirletme riski göz önüne alınmalıdır. Bu açıdan bireysel düzeyde alınacak önlemler konusunda toplumla iyi iletişim sağlanarak aralıklı olarak duyurulmalıdır.
  1. Başta sağlık kurumları olmak üzere okullar, bakımevleri, huzurevleri gibi kurumlarda Özel önlemler alınmalıdır.
  1. Tüm bu vb. önlemlerin etkili olabilmesi için kamuoyu karşısında güven verici,
    açık ve denetlenebilir çabalara ve işbirliğine ivedilikle gereksinim vardır.

TTB ve İstanbul Tabip Odası olarak kamuoyunu bilgilendirmeye,

etkili önlemlerin alınması için tüm örgütlerle ve vatandaşlarımızla birlikte konuyu izlemeye, önerilerimizi iletmeye devam edeceğiz.

Daha büyük felaketlerle karşılaşmak istemiyorsak, doğayı kirleten ve tüketen,
Yaşamlarımızı ve geleceğimizi yok eden, tüketim çılgınlığına dönüşen, her düzeyde eşitsizliği, adaletsizliği, yoksulluğu ve yoksunluğu büyüten
hastalıklı kapitalist yaşam tarzına ve politikalarına itiraz etmeliyiz.
Çevrenin, doğal kaynaklarımızın ve insan emeğinin üretim ve tüketim süreçlerinde ekolojik ve ekonomik kullanımı, sağlıklı ve güvenli bir çevrenin oluşturulması, korunması, doğaya ve insana saygılı bir yaşam biçimin geliştirilmesi için
hep birlikte mücadele etmeliyiz.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ İSTANBUL TABİP ODASI (17.7.14)

*******************

Dostlar,

Sonunda alarm zilleri çalmaya başladı..
Çevre ve Şehircilik Bakanı kezlerce A, B,C.. planları olduğunu kamuoyuna duyurdu.
Ancak bu güne dek nedense bir açıklama duymadık..
Artık o an geldi çattı.. Sorumlu Bakanlık tüm seçenekleri halka açmalıdır.
ÖNLEMLER İVEDİ DURUMA GELMİŞTİR.. Yumurta kapıya dayanmıştır.

Toplum sağlığı ve yaşamı çok ciddi sorunlarla yüz yüze kalabilecektir.
Politik ve yönetsel sorumluluk çok ağırdır.

Bu sitede uzun zamandan beri konuya ilişkin kezlerce uyarı yapılmış ve
öneriler sunulmuştur.. Yalnızca 2 yazı aşağıdadır..

KURAKLIK KIRMIZI ALARM VERİYOR, YÖNETİCİLER AYRIMINDA MI??

(http://ahmetsaltik.net/2014/03/23/kuraklik-kirmizi-alarm-veriyor-yoneticiler-ayriminda-mi/, 23 Mart 2014)

AKP’yi KURAKLIK BİTİRECEK!
(http://ahmetsaltik.net/2014/03/25/akpyi-kuraklik-bitirecek/, 25.3.14)

Bizi, bir HALK – TOPLUM SAĞLIĞI UZMANI
hekim, öğretim üyesi olarak bu güne dek hiçbir yetkili aramamştır.

Hükümeti ve İstanbul Belediyesini – Valiliğini
ivedi olarak eylem planlarını açıklamaya çağırıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
19.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Prof. Birgül AYMAN GÜLER : DEMİRTAŞ’ın YENİ YAŞAM BELGESİ ÜZERİNE


DEMİRTAŞ’ın YENİ YAŞAM BELGESİ ÜZERİNE

Dostlar,

CHP İzmir Milletvekili ve AÜ SBF’den emekli Sn. Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER,
web sitesinde çok kapsamlı ve çok değerli bir çalışma yayımladı (yaklaşık 3 sayfa).
Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın yayımladığı “YENİ YAŞAM BELGESİ” ni irdeledi.

Bir SİYASET BİLİMİ hocasına yakışan yetkinlikle bu “YENİ YAŞAM BELGESİ” nin ipliğini pazara çıkararak satır aralarına gizlenmek istenen asıl niyetleri deşifre etti.

Bu çabası, hem yöntem açısından hem de vardığı değerli sonuçları bakımından siyasal bilim literatüründe hak ettiği yeri bulacak ve yıllarca öğrencilere eğitim materyali olarak sunulacaktır.

Dostumuz Sn. Ayman’ı kutluyor ve kendisine teşekkür ediyoruz.

Şu saptama çok önemli :

  • Erdoğan ile Demirtaş Belge’leri, içerik bakımından birbirine
    hayret verecek kadar çok benziyor. 

Kapsamlı çalışma aşağıdadır ve şöyle bağlanmaktadır :

Konumuzla ilgiyi yitirmemek için şimdilik şunu söylemek yeterlidir.

  • AKP ile HDP ya da Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan ile Demirtaş,
    birbirleriyle yarışan iki ayrı aday değildir. 
  • Bunlar aynı kanalın suyudur. 

Gereğince değerlendirilmesi dileğiyle..

pdf biçimi : DEMIRTAS’in_YENI_YASAM_BELGESI_UZERINE

Sayın Prof. Güler’in

ERDOĞAN’ın VİZYON BELGESİ ÜZERİNE

başlıklı kapsamlı (9 sayfa) çok değerli çalışmasını da web sitemizde yayımlamıştık..

http://ahmetsaltik.net/2014/07/19/prof-dr-birgul-ayman-guler-erdoganin-vizyon-belgesi-uzerine/, 19.7.14

Bu 2 değerli çalışma birbirini tamamlamaktadır ve birlilkte değerlendirilmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
19.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================================

DEMİRTAŞ’ın YENİ YAŞAM BELGESİ ÜZERİNE

portresi_genc

Prof. Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili
http://baguler.blogspot.com.tr/2014/07/demirtasin-yeni-yasam-belgesi-uzerine.html, 17.7.14

Selahattin Demirtaş, üç cumhurbaşkanı adayından biri.
Partisi HDP, açık adıyla Halkların Demokratik Partisi.

Erdoğan’ın “Cumhurbaşkanlığı için vizyon belgesi” dengi olmak üzere, ilan ettiği belgeye “yeni yaşam belgesi” adı verilmiş. Demirtaş’ın belgesi de Erdoğan’ın 50 sayfalık vizyon belgesi gibi 55 sayfa olmakla birlikte, düz yazı değil görsel nitelikte bir broşür olduğu için hacim bakımından çok daha mütevazı.

Erdoğan ile Demirtaş Belge’leri, içerik bakımından birbirine hayret verecek kadar
çok benziyor.

Bu iki adayın aslında aynı hedefler için aday olduklarını söylemekte hiçbir sakınca yok.

Demirtaş’ın rüyası 10 başlıktan oluşuyor. Ama dönüp duruyor ve her defasında
“farklılıkların tanınması” temasına varıyor.

İki Belge’nin ortak hedefleri şunlar:

  1. Yeni Anayasa yapılması kaçınılmazdır.
  2. Çözüm süreci sürdürülecektir.
  3. Her türlü “tekçilik” ortadan kaldırılmalıdır. Ulusal devlet ve laik devlet sona erecektir.
  4. Farklılıklar temeldir. Çoğulculuk esastır. Sosyal/etnik ve kültürel/dinsel farklılıklar demokrasinin kurucu unsuru olacaktır. 
  5. Laiklik özgürlükçü olmalıdır; yani devlet din üzerindeki yönetim/denetimini terk etmelidir.
  6. Devlet küçültülecektir; milletin / halkın hizmetkarı konumuna çekilecektir. 

İki Belge’nin de değindiği ama içini farklı doldurdukları konular ise,
Demirtaş’ın Belgesi temelinde şöyledir:

Cumhurbaşkanlık Adaylığı Broşürü, Temmuz 2014
  1. “Farklılıklar” etnik ve dinsel gruplara ek olarak cinsiyetleri de içerir. 
  2. Kadın sorunu başlığı altında LGBT kesimin cinsel kimlik eşitliği de eklenmiştir. 
  3. Osmanlı kurgulu bölgesel güç olma hevesinin, Ortadoğu’da ağır sonuçları vardır. Türkiye’nin Batı’da askıya alınmış ilişkileri sorundur.
    Dış politikaya da “eşit yurttaşlık”, “farklı kimlik” penceresinden bakılmadıkça dünya barışı tehlikededir. 
  4. Neo-liberal esnek çalışma koşulları emekçi haklarını ortadan kaldırmaktadır; emekçilerin örgütlenmesi önemlidir.
  5. Eğitim parasız kamusal haktır; eğitimde anadil temelinde çok dilli yapı gerekir; eğitim bütçesi eşit ve adil paylaşılmalıdır; zorunlu din derleri kalkmalıdır; YÖK kalkmalı, üniversiteler özerk olmalıdır. 
  6. Gençlerin işsizlik ve eğitim sorunu çözülmeli ve [Erdoğan da aynı fikirde olmak üzere] gençlere yönetimde söz hakkı verilmelidir. 
  7. Demirtaş’ın “yeşil”i, Erdoğan’da “çevre”dir. Demirtaş “yeşil”e hayvanların yaşama hakkını da ekleyerek fark yaratmış durumdadır.

Radikal Demokrasi

Demirtaş, “yeni yaşam belgesi”nin radikal demokrasi olduğunu ilan etmiştir.
Belge’ye göre radikal demokrasi şu demektir: 

  1. Otoriter, anti-demokratik, bürokratik, cinsiyetçi devlet anlayışına karşı;
  2. Tek-tipçi dayatmalara, mezhepçi ya da ulusalcı anlayışlara karşı; 
  3. Çoğulcu;
  4. Farklılıkların eşit olduğu; 
  5. Ankara odaklı bürokratik, hantal, merkeziyetçi yapının değiştirildiği; 
  6. Güçlendirilmiş yerel yönetimlerle işleyen;
  7. Açık ve şeffaf bir devlet. 

HDP ve Demirtaş’ın radikal demokrasi dediği bu liste, fazlası var eksiği yok,
Erdoğan’ın olduğu gibi benimsediği listedir.

Tek fark şu ki, Erdoğan buna ‘radikal demokrasi’ değil, ‘Medeniyetimizin büyük mirası’ der. Erdoğan’ın Belgesi incelendiğinde, ‘Medeniyetimiz’ sözüyle İslamiyeti kastettiği açıkça görülmüş durumdadır.

Bu gerçekten de son derece ilgi çekicidir. 

Çünkü ‘radikal demokrasi’, Marksizm sonrası (post-marksizm) diye anılan kuramlardan biridir. Kendilerini Marksist köklerden tanımlayan Laclau ve Mouffe adlı iki akademisyenin ortaya attıkları bir çerçevenin adıdır.

Radikal sözüyle “post” olsa da, yani köküyle hiçbir ilişkisi kalmamış olsa da, Marksizmi çağrıştıran bu çerçeve kimi solun aklını alır. Oysa batan liberal Batı’yı kurtarmaya soyunmuş bu çerçeve, liberalizmin canevi olan demokrasi kavramını küresel zamanlara uyarlamaktan başka hizmet görmemiştir.

AKP gibi sağ-muhafazakarlar tek-tipçi dedikleri ulusal ve laik yapılara gelenekçilik adına karşı çıkarken, radikal demokratlar da farklı bireylerin ancak ait oldukları toplulukların farklılıkları tanınırsa ‘demokrasiye katılım gücü’ sağlayabilecekleri umuduyla aynı yola girmişlerdir. Madem liberalizmin bireysel katılımcı demokrasisi tıkandı, madem sınıfsal yapılar çaresiz, o halde demokrasiyi başka toplumsal ilişkilere açalım! Bu toplumsal ilişkiler olsa olsa farklılıkların ifadesidir; ezilen farklılar, sesini duyuramayan farklılar! O halde demokrasinin kurucu taşı “kimlikler” olabilir. Böylece aydınlanmacılığın bireyleri tek-tipte benzeştirme baskısı da durdurulabilir; yeniden çoğullaşırız! Çoğulluk özgürleşme olduğuna göre, sosyal ve kültürel [yani etnik ve dinsel] kimlikler bir üst kimlikte eritilmeyerek ‘demokrasiden vazgeçmek’ten kurtuluruz!

Bizde açıkça görüldüğü üzere, küreselleşme zamanının bu postmodern siyaset düşüncesi, bir yandan AKP’ye Osmanlı modelini “yeni Türkiye” modeli olarak sunma olanağı verirken, bir yandan da BDP/HDP’ye güttükleri “devlet ve toprak davası”nı örterek yürütme olanağı vermiştir.

Böylece ‘Yeni Türkiye’ ile ‘Yeni Yaşam’, 100 yıl önce kurtuluş savaşıyla
bertaraf edilmiş parçalayıcı sömürgeciliğin ve bunun sınır çizme histerisinin
21. yüzyıldaki sloganı olmuştur.

Konumuzla ilgiyi yitirmemek için şimdilik şunu söylemek yeterlidir.

  • AKP ile HDP ya da Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan ile Demirtaş,
    birbirleriyle yarışan iki ayrı aday değildir. 
  • Bunlar aynı kanalın suyudur. 

[BAG, 17 Temmuz 2014]

Yazının pdf biçimi : DEMIRTAS’in_YENI_YASAM_BELGESI_UZERINE

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER : ERDOĞANIN VİZYON BELGESİ ÜZERİNE


Dostlar
,

CHP İzmir Milletvekili ve AÜ SBF’den emekli Sn. Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER,
web sitesinde çok kapsamlı ve çok değerli bir çalışma yayımladı (yaklaşık 9 sayfa).
Başbakan R.T. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçimi sürecinde adaylığı nedeniyle yayımladığı 50 sayfa dolayındaki “VİZYON ELGESİ” ni irdeledi.

Bir SİYASET BİLİMİ hocasına yakışan yetkinlikle bu “vizyon belgesi” nin ipliğini pazara çıkararak satır aralarına gizlenmek istenen asıl niyetleri deşifre etti.

Bu çabası, hem yöntem açısından hem de vardığı değerli sonuçları bakımından siyasal bilim literatüründe hak ettiği yeri bulacak ve yıllarca öğrencilere eğitim materyali olarak sunulacaktır.

Dostumuz Sn. Ayman’ı kutluyor ve kendisine teşekkür ediyoruz.
Kapsamlı çalışma aşağıdadır.

Gereğince değerlendirilmesi dileğiyle..

pdf biçimi : ERDOGAN’IN_VIZYON_BELGESI_UZERINE

Sayın Güler’inşu saptaması çok önemli :

  • Erdoğan ile Demirtaş Belge’leri, içerik bakımından birbirine
    hayret verecek kadar çok benziyor. 

Bu dizeler “DEMİRTAŞ’ın YENİ YAŞAM BELGESİ ÜZERİNE”
başlıklı 2. makalede yer alıyor.. Onu da web siremizde yayımladık :

http://ahmetsaltik.net/2014/07/19/prof-birgul-ayman-guler-demirtasin-yeni-yasam-belgesi-uzerine/, 17.7.14

Her 2 makale birlikte okunmalıdır..

Sevgi ve saygı ile.
19.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================

ERDOĞANIN VİZYON BELGESİ ÜZERİNE

portresi_genc

 

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili
http://baguler.blogspot.com.tr/2014/07/erdogan-belgesi.html, 17.7.2014
Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığı için ilan ettiği
“Cumhurbaşkanlığı Seçimi Vizyon Belgesi” elli sayfalık uzun bir metin.

Metnin birinci alt başlığı “Yeni Türkiye Vizyonumuz”. Bir anlamda ‘giriş’ bölümü.
Aday burada, Belge’nin bakışını, ideallerini, beklentilerini, hedeflerini, nasıl bir ülke düşlediğini, nasıl bir gelecek hayal ettiğini milletle paylaşma aracı olduğunu söylüyor.

Bu bölüme göre, kendileri 2002 yılından bu yana ülkeyi “demokratikleşme; refah; şehirleşme; uluslararası ilişkiler” olmak üzere dört alanda dönüştürmüş durumdadırlar. Şimdi de dört temel hedefleri vardır: (1) demokrasi, (2) siyasi – toplumsal normalleşme, (3) refahı yükseltmek, (4) öncü ülke olmak.

Vizyonun dört hedefi olduğu belirtilmişse de, Belge’de bunların her birine ayrı başlık açılmamıştır. Belirtilen hedeflerden ilk ikisi “Demokratik Yönetim” başlığı altında toplanmış, diğer iki hedefe “refah toplumu” ve “öncü ülke” diye ayrı başlıklar açılmıştır.

Refah ve öncülük başlıkları altındaki sözler, alışılagelmiş Başbakanlık konuşma metinleridir denebilir. ‘Demokratik Yönetim’ başlığı ise niyetin, açıkça dile getiremeyenlerin asla kaçınamadıkları yinelemelerle doludur.

Belge üzerinde yaptığım okumadan sonra, Vizyon’un aşağıdaki 8 başlık itibariyle;

  • ulusal ve laik Cumhuriyet’i ortadan kaldırmak ve;
  • dinsel inanç harcıyla tutunacak bir milliyetler devleti oluşturmak
    hayalinden ibaret olduğu sonucuna vardım.

(1) Temel sadakat ağı “mensup olduğumuz medeniyetin değerleri”dir.

Sözkonusu medeniyet’ten kasıt nedir? ‘Muasır medeniyet’ ya da ‘şehir medeniyeti’ gibi nitelendirilmiş kullanımlar dışında, sözcüğün tek başına kullanımı, özel bir anlama sahip olduğuna işaret etmektedir. Belge’den aynen alınmış şu cümleler,
“Medeniyet” sözcüğüyle İslamiyet’in kastedildiğini göstermektedir.

“Eşsiz çoğulcu medeniyet mirasımızı çağdaş standartlar üzerinde harekete geçirmek zorundayız.”Biz yaratılanı Yaradan’dan ötürü seven bir medeniyete mensubuz….” Türkiye’nin tarihinden ve üzerinde bulunduğu coğrafyadan miras aldığı medeniyet bugünkü dünyanın belirleyici bir rengidir. “Biz millet olarak büyük bir medeniyete sahibiz….”Bu çoğulculuk bizim medeniyet mirasımızın en önemli başarılarından birisidir. Asırlarca her dinin, her kimliğin bir arada, beraberce kardeşçe yaşamasını mümkün kılan bu medeniyet mirasının barındırdığı hoşgörü, birlik ve saygı ilkeleri günümüzde de canlı tutulmalıdır….”Siyasi sınırlarımız bizim medeniyet atılımımızı sınırlamamalıdır. Hoşgörüsüyle, çoğulculuğuyla büyük bir medeniyetin mirasçısı olarak dünyaya açık olmalıyız…..”İşadamımız, sanatçımız, bürokratımız, diplomatımız, öğretmenimiz, akademisyenimiz bakışını medeniyet ufkuna genişletmelidir. Nasıl geçmişte çoğulculuğu başardıysak, gelecek dünyada da çoğulculuğa katkıda bulunan bir Türkiye olmalıdır. Fikir, sanat ve iş dünyamız bu medeniyet mirasını yeni bir bakışa çevirmelidir….”Yeni Türkiye; bütün farklılıkları ile birbirini seven, birbirine kenetlenmiş, kendine güvenen, özgür, sorumlu ve erdemli insanlarıyla yeniden dünyanın medeniyet merkeziolan bir Türkiye olacaktır….”Biz büyük bir devlet ve millet olarak,  medeniyetimizin temel değerleri, demokratik cumhuriyet ilkesi ve anayasal düzen dairesinde her sorunu daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku ve daha çok refah ile çözme gücüne sahibiz….”Dini özgürlükler ve serbestiyet, bizim medeniyet geleneğimizde de bu anlamıyla asırlarca yaşanmış, yaşatılmıştır.”

(2) Cumhuriyet, 1920 Ruhu ve 1921 Anayasası ile sınırlı olarak değerlidir.

Bu dönem ademi merkeziyetçiydi; ideolojisizdi; tüm sosyal [=etnik] ve kültürel  [=dinsel] farklılıkları bir araya toplamıştı.[1921 Anayasası, bu yılın hemen başında çıkmıştır. Henüz saltanat – hilafet kaldırılmamış; Cumhuriyet ilan edilmemiş;
“Türk vatandaşlığı” kurulmamış; tekke – zaviyeler kapatılmamış; laiklik ilkesi gündeme bile gelmemiş durumdadır. Hepsi bir yana henüz kurtuluş savaşı bitmemiştir.
Yani söylenen şey, Cumhuriyet’i reddetmekten ibarettir.]

(3) Eski Türkiye, 1920 Ruhu’nu ortadan kaldıran Türkiye Cumhuriyeti’dir. 

Cumhuriyet’in 1920 sonrasındaki dönemleriyle 1921 Anayasası’ndan sonra yapılan
tüm anayasaları, katı merkeziyetçi [=üniter] ve ideolojik [=Atatürkçü] niteliktedir.
Sosyal  – kültürel kimliklere karşı red, inkar, asimilasyon tavrı sergilemiştir.

(4) Kimlikler – devlet ilişkilerini yeniden tanımlayacağız.

Bunun bir aracı cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi idi; gerçekleşmektedir. İkinci aracı da Yeni Anayasa’dır. Çeşitlilikte birliği savunan çoğulcu ve özgürlükçü bir anayasa yapacağız. [=Anayasalardaki Türk vatandaşlığı bunun nedenidir; kaldırılacak ve Eski Türkiye’yeson verilecektir.] (5) Tek tipçi düzen [=ulusal-laik devlet],
etnik ve dinsel topluluklara kimlik verilerek yıkılacaktır.

“Statükocu anlayışlar, ulus devleti tektipçi, dışlayıcı, inkâr edici, ayrımcı bir anlayışa indirgiyordu. Bu anlayış, vatandaşının sahip olduğu kimlik özelliklerini zenginlik değil, tehlike olarak konumlandırıyor, bu ise sistem karşıtı enerjinin birikmesini sağlıyordu.”

Bu duruma bir yandan kimlik sorunlarını giderecek Çözüm Süreci’ni sürdürerek ve
öte yandan devlet – din ilişkilerini yeniden düzenleyerek son vereceğiz.
(6) Devlet – din ilişkisinde devletin din üzerindeki denetimine son verilecektir.
“Devletin inancı ve etnik kimliği olmaz.”

“Dini özgürlükler ve serbestiyet bizim medeniyet geleneğimizde asırlarca yaşanmış yaşatılmıştır.”“Laiklik, aslında dini hayatın serbestiyeti, dini ve inanç içerikli özgürlüklerin güvence altına alınması için geliştirilmiş bir kavramdır.”[Elbette laiklik bu demek değildir. Laiklik devlet-din ayırımı ve dinin devlet yönetiminde ve denetiminde olması demektir; özgürlüklerin ancak böyle güvence altına alınabileceğini öngörür.]
Devletin görevi, dinlerin ve inançların kurduğu ve yaşattığı kurumların, yani sivil toplum örgütlerinin serbestiyetini güvence altına almaktır.”“Devlet-din ilişkisini belirleyen unsur sivilliktir. Toplum kendi dini yaşamını, kendi yorumunu kendisi gerçekleştirmelidir.”

“Son dönemde laikliği dinin üzerinde bir baskı aracı gibi kullanan söylemlerin ve uygulamaların tasfiyesi sayesinde, laiklik gerçek anlamına  kavuşmaktadır.” (7)
Adalet ve Yargı, sosyal – kültürel kimlik farklılıklarına göre yeniden örgütlenecektir. 

“Bizim tarihimiz, adalet kavramının siyasetin merkezinde yer aldığı bir tarihtir. Devlet iktidarı, adalet ile meşru kabul edilmiştir. Bu yüzden adalet sadece bir yargı teşkilatının değil, devletin muhatap olduğu bir talep mahiyetindedir.”

“Adalet toplumsal olduğu için, millete ait yargılama yetkisi de tüm farklılıkların yansıtılması suretiyle kullanılabilir. Ancak bu şekilde tüm farklılıkların güven kaynağına dönüşebilir.”

“Yargı teşkilatı milletin tüm farklılıklarının yansıyacağı, 
hukuka ve adalet idealine uygun yargılamayı sağlayacak bir şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.”

Bu sözler, “Anadilde Savunma Hakkı” adı altında yürütülen PKK/HDP kampanyasının AKP tarafından kurumsal bütünlük olarak kabul edildiğini ortaya çıkarmaktadır. Anlaşılıyor ki mesele yalnızca “savunma hakkı” değil, bütün olarak mahkemeler ayrılığı meselesidir; Erdoğan Vizyonu bunu hedef olarak tanımlamıştır. “Tüm farklılıkların yansıtılması” sözünden anlaşılıyor ki, mahkemeler ayrılığı yalnızca “sosyal farklılar” yani etnik gruplar için değil “kültürel farklılar” yani dinsel gruplar için de düşünülmektedir. 

Diğer Birkaç Nokta

Cumhurbaşkanı Adaylık Belgesi, Temmuz 2014

Erdoğan Vizyonu, özel sektörü temel sayarakserbest piyasa ekonomisinin vazgeçilmez olduğunu ilan etmektedir.

Her ne kadar “ülkemiz bir refah devleti”dir sözü kullanılmışsa da, bu sözün tarihsel ve bilimsel değil gündelik dildeki anlamda kullanıldığı görülmektedir. Bilindiği gibi Refah Devleti Keynes politikalarının ürünüydü; gelişmiş kapitalist ülkelerde 1930 – 1970 döneminde geçerli bir örgütlenmeydi.

Yine Sosyal Devlet kavramı kullanılmışsa da, durum bunun için de aynıdır. Kavram “sosyal yardım devleti” anlamında kullanılmıştır. Konu vergilendirme, kamu yatırımı, karma ekonomi bağlamında değil, dezavantajlı nüfus kesimlerine yardımlar çerçevesinde dile getirilmiştir.

Vizyon, Uluslararası Toplum kavramını da benimsemiştir. Bu aktörün komşu ülkelerde ve dünyanın farklı yerlerinde askeri, iktisadi, siyasi müdahalelerine karşı çıkmak bir yana, Suriye’ye müdahale etmemesinden yakınarak geç kaldığı durumlar bakımından sitemle karşılanmaktadır. Oysa bu terim, bilindiği gibi Tony Blair aklıyla Irak işgali için geliştirilmişti. Tony Blair kendi ülkesiyle ABD’yi ve birkaç zengin ülkeyi uluslararası toplum adı altında “güçlü ülkeler yalnızca ulusal çıkarları etkilendiği gerekçesiyle değil, evrensel insan haklarının ihlal edildiğine hükmettiklerinde dünyanın her ülkesine her türlü müdahale hakkına sahiptir” diyerek ‘yetkilendirme’ cüreti göstermişti.

Erdoğan Vizyonu, küresel yönetime eleştiri de getirmektedir. Eleştirisi, mevcut küresel aktörlerle mekanizmaların kültürel homojenlik özelliklerine ilişkindir. Bu anlayışın dilinde kültürel olanın dinsel çevre anlamına geldiği yeterince açıktır. Aşağıdaki alıntıyı bu anlam çerçevesinde okuduğumuzda, “dinler arası diyalog” ürünü olan bir küresellik yenilenmesi isteğinde bulunduğu görülür:

“Bugün küresel siyasi yapılar insanlığın sorunlarını çözmekte zorlanmaktadır.
Çünkü bu yapılar kültürel homojenliği esas alarak kurulmuştur. Fakat küresel dünya artık buna izin vermemektedir. Gelinen noktada dünya sistemi adalet üretmekte zorlanmaktadır.”Türkiye’yi “Medeniyet” adıyla İslami değerlere dayanan bir devlet rejimine dönüştürmek, küresel çeteler içinde Türkiye adına olmaktan çok “kültürel – dinsel temsilci” olarak yer almak, Yeni Türkiye adı verilmiş vizyonun özeti olmaktadır.

  • Ve elbette, 50 sayfalık bu uzun Vizyon’da Cumhuriyet’in kurucusu 
    Mustafa Kemal Atatürk adı bir kez bile geçmemiştir.

Gençlik ve eğitim sistemi için kurulan hayal, Yeni Türkiye’nin ne olduğunu bir kez daha açıkça görmemize olanak vermektedir:

“2023 yolunda milli ve manevi değerlerine bağlı, ahlâklı, etkin, girişimci, donanımlı,  evrensel değerler ile kendi tarihinden aldığı değerleri harmanlamayı bilen bir gençlik tasavvur ediyoruz.””Eğitim sadece okullar, derslikler inşa ederek, sınıfta öğretim yaparak verilmez. Asıl ihtiyaç, uygarlık değerlerimizin benimsetilmesinin, demokratik, bilinçli ve donanımlı bir insan olma idealinin özümsenmesinin sağlanmasıdır.”

“2023 yolunda kendi geleneğine değer veren, o geleneğe yaslanarak evrensel düşünce ve değerlere açık insanlar yetiştirmeliyiz.

Erdoğan Vizyonu “Medeniyet”imizin değerleri ile “Evrensel” düşünce ve değerler arasında salınmaktadır. Bu değerler arasında “ulusal”a yer yoktur.

“Evrensel” düşünce ve değerler ne demektir? 

Belki bu soru üzerinde biraz kafa yorsak, Erdoğan Vizyonu’nun “Medeniyet” değerlerimize mi yoksa kozmopolit ‘kültürel’ değerlere mi yaslandığı sorusuna doyurucu ve belki de şaşırtıcı açıklamalar bulabiliriz.

[BAG, 17 Temmuz 2014]

Tablo: Erdoğan Cumhurbaşkanlığı Vizyon Belgesi Notları

VİZYON: Kime Karşı Vizyoncular
Statükocu, elitist, vesayetçilere karşı Değişim ve dönüşüm hareketi
Tutucu, kapalı; ekonomik oligarşiye karşı Değişim, demokrasi, açıklık, refah iradesi
Tüm farklılıkları bir potada eritmeye çalışan tekçi anlayışa karşı Büyük bir medeniyetin mirasçısı olarak….Çok kültürlü ve çoğulcu bir medeniyet tasavvuru
Kendi tarihinden kültüründen dilinden ve coğrafyasından uzak kalanlara karşı Geçmişte başardığımız çoğulculuğu yeniden inşa etmek… Bakışı medeniyet ufkuna genişletmek
Değişime ve dönüşüme karşı çıkanlar:Eski tek tipçi, vesayetçi, paralel kalıntılar Değişim ve dönüşüm iradesi ve buna sandıkta verilen millet desteği
YÖNETİM ANLAYIŞI
Millet iradesi üstündeki vesayet Vesayetçiliğe karşı demokrasi; millet
Din – devlet; din – siyaset; devlet   birey; gelenek – modernlik gerilimleri Sosyal ve kültürel farklılıkların siyasal alanda kendilerini dile getirmeleri; uzlaşma kültürü
Kimliği görmezden gelinen inkar – red – asimile edilen bireyler Birlik içinde çeşitlilik, çeşitlilik içinde birlik
Totaliter – otoriter anlayışlar; anti-demokratik komplolar Siyasal iktidar ve kurumların evrensel değerlere dayalı objektif kurallar ve yasalarla sınırlanması
SİYASİ DÖNÜŞÜM
Cumhuriyetin yanlış, hatalı, zararlı uygulamalarını onaylamıyoruz. Millet – devletKimlikler – devlet ilişkisi yeniden tanımlanacak
  • Cumhurbaşkanını halkın seçmesi
-Yeni durum: demokrasi güçlenecek
  • Yeni Anayasa

-1921 Anayasası makbuldur; diğerleri değil

-1920 Ruhu: Ademi merkeziyetçiydi; etnik ayırım yoktu; ideolojisizdi; parçalanma tehdidi altındaki ülkede tüm farklılıkları birleştirmişti.

-Diğerlerinde “farklılıklar düşman kabul edildi. Tek tipçi toplum yaratılmaya çalışıldı. Toplum kimlik siyasetine mahkum edildi”.

-Mevcut anayasa vesayetçi; katı merkeziyetçi; dışlayıcı; devlet merkezli; aynılaştıran….

Yeni Anayasa; dışlayıcı değil kapsayıcı,ötekileştirici değil kucaklayıcı,ayrıştırıcı değil bütünleştirici,

baskıcı değil özgürlükçü,

aynılaştıran değil çeşitlilikte birliği savunan

çoğulcu ve özgürlükçü bir anayasa olmalıdır.

 

TOPLUMSAL BÜTÜNLEŞME
Toplumun farklı sesleri siyasal alanda ifadesizdirSiyasi tektipçilik farklı din ve inançlara mensup insanların arasına mesafe koymuştur; çoğulcu kültüre zarar vermiştir. -Her bir sosyal kesimin ve kimliğin diğeriyle olan tarihi bağını, ortak gelecek arzusunu açığa çıkaracağız.-Etnik, mezhepsel, inançsal her türlü farklılığı kucaklayan, onları evrensel ilkeler ve değerler temelinde demokratik bir ortak yaşam bilincine ulaştıran bir anlayış
  • Çözüm Süreci

Statükocu anlayışlar, ulus devleti tektipçi, dışlayıcı, inkâr edici, ayrımcı bir anlayışa indirgiyordu. Bu anlayış, vatandaşının sahip olduğu kimlik özelliklerini zenginlik değil, tehlike olarak konumlandırıyor, bu ise sistem karşıtı enerjinin birikmesini sağlıyordu.

Kimlik sorunlarını hafifletmekHerkesi eşit vatandaş yapmak 
  • Devlet – din ilişkisi
“Laiklik, aslında dini hayatın serbestiyeti, dini ve inanç içerikli özgürlüklerin güvence altına alınması için geliştirilmiş bir kavramdır.”“ son dönemde laikliği dinin üzerinde bir baskı aracı gibi kullanan söylemlerin ve uygulamaların tasfiyesi sayesinde, laiklik gerçek anlamına kavuşmaktadır.”

 

“ Çoğulcu, sivil ve demokratik bir iklim oluşturmalı; Aleviler’in sorunlarını karşılıklı anlayış, diyalog, vatandaşlık ve ortak gelecek sorumluluğu ekseninde çözmeliyiz.”

 

“Eşsiz çoğulcu medeniyet mirasımızı çağdaş standartlar üzerinde harekete geçirmek zorundayız. Böylece sadece ülkemiz için değil, bütün bölgemiz, İslâm dünyası ve dünya için büyük bir örnek ortaya koymuş olacağız.”

“–Devletin inancı ve etnik kimliği olmaz.–Dini özgürlükler ve serbestiyet bizim medeniyet geleneğimizde asırlarca yaşanmış yaşatılmıştır.

 

— Devleti, din-devlet ilişkisi alanına tahakküm eden değil, bu alana güven veren bir araçtır

 

–Devlet, din ve inanç etrafında örgütlenen vatandaşlarının özgürlüğüne müdahale edemez.

 

— Devletin görevi, dinlerin ve inançların kurduğu ve yaşattığı kurumların, yani sivil toplum örgütlerinin serbestiyetini güvence altına almaktır.

 

— Dolayısıyla devlet-din ilişkisini belirleyen unsur sivilliktir. Toplum kendi dini yaşamını, kendi yorumunu kendisi gerçekleştirmelidir”

ADALET ve YARGI “–Adalet toplumsal olduğu için, millete ait yargılama yetkisi de tüm farklılıkların yansıtılması suretiyle kullanılabilir. Ancak bu şekilde tüm farklılıkların güven kaynağına dönüşebilir.–Yargı teşkilatı milletin tüm farklılıklarının yansıyacağı, hukuka ve adalet idealine uygun yargılamayı sağlayacak bir şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.”

Zeki Sarıhan : BİR HATANIN YOL AÇTIĞI SONUÇ


BİR HATANIN YOL AÇTIĞI SONUÇ

Zeki_Sarihan_portresi 

Zeki Sarıhan
 
Bakmayın öyle geçmişimizle övünüp sudan çıkmış ak kaşık gibi göründüğümüze. Hepimizin geçmişinde birçok hata vardır.
Zaten hatasız insan olmaz. Hatalar, ders çıkarılmak içindir.
 
1960’lı yıllarda Ankara Yüksek Okullar Talebe Birliği adında bir kuruluş vardı. Bu kuruluşu oluşturan dernekler Gazi Eğitim, Erkek Teknik, Kız Teknik, Yüksek Öğretmen ve Turizm Ticaret Yüksek Öğretmen Okulu öğrenci dernekleri idi. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Öğrenci Derneği de kuruluşu oluşturanlar arasında ise de o sırada iki başlı ve mahkemelik olduğundan Birliğe katılamıyordu.
 
10 Mayıs 1968 günü bu Birliğin genel kurul toplantısı yapıldı. Ankara’da
5 yüksek okulun öğrenci derneklerini temsil edecek böyle bir birliğin kongresine siyasal çevreler de önem veriyor olmalıydı ki
kongreyi Güçbirliği temsilcileri de izlediler.
 
O tarihlerde gençler arasında üç siyasa akım vardı.
Soldan sağa doğru Sosyalizm, Sosyal Demokrasi, Ülkücülük.
 
Gazi Eğitim Öğrenci Derneği sosyalistlerin elindeydi. Ben de okul adına birliğe delege seçilen 2 kişiden biriydim. Enstitünün 1. sınıfındaydım. Siyasal deneyimlerim yeterli sayılmazdı.
 
Arkadaşlarım, beni birliğin başkanlığına aday gösterdiler. Öbür okulların delegelerine beni tanıttılar. Fakat başkan seçilmem kolay olmadı.
Çünkü öbür okulların da başkan adayları vardı, biraz da yukarıda saydığım üç siyasal akım, derneğin yönetiminde temsil edilmek isteniyordu.
 
Oylamalar neredeyse kilitlenmişti ki 6 Haziran 1968 günü, 20. tur sonunda başkan seçilebildim. 9 kişi bana oy verdi, 3 kişi başka bir adayda diretti, 2 de çekimser oy çıktı. Uğraşıp didinip başarmıştık…
 
İyi hoş da başkan yardımcısı kim olacaktı? Ben Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’ndan bir arkadaşa söz vermiştim. Bunun nedeni onun da benim gibi sosyalist olmasıydı. Turizm Ticaret Yüksek Öğretmen Okulu’ndan sosyal demokrat bir arkadaşın 2. başkan olmasında direttilerse de bunu kabul etmedim. Yönetim tümüyle sosyalistlerin elinde olmalıydı! 
 
Ben o zaman Türkiye İşçi Partisi’nin etkisindeydim. TİP, CHP’yi, sağcı bir parti olarak nitelendiriyordu. Bu görüş 1940’lı yıllarda doğruydu fakat köprülerin altından çok sular akmış, CHP 1950’de muhalefete düşmüştü. Ayrıca 2. başkan olması için söz verdiğim arkadaşa karşı
da mahcup olmak istemiyordum.
 
8 Haziran günü Yüksek Öğretmen Okulu’nda ilk yönetim kurulu toplantısını yaptık. Bu toplantı tam yedi saat sürdü ve Turizm Ticaret Yüksek Öğretmen Okulu delegeleri bana güvensizlik belirttiler.
Çeşitli usul sorunları gündeme geldi ve konuyu sonuçlandıramadık, toplantıyı 15 Haziran’a erteledik.
 
Belirlenen günde yeniden toplandık. Kimi CHP’li delegeler beni sorguladılar. “Geçen hafta cumartesi günü neredeydiniz?” dediler.
O gün Fikir Kulüpleri Federasyonu’na gittiğimi hatırladım. CHP’liler, ülkücüler ölçüsünde değilse de soğuk savaş döneminin hâlâ etkisi altındaydılar. Sosyalizmi yabancı bir ülkenin ideolojisi gibi görenler eksik değildi. 
 
Güvensizlik oylaması bu toplantıda sonuçlandı. 3 evet, 3 boşa karşı
12 güvensizlik oyuyla Ankara Yüksek Öğretmen Okulu başkanlığım sona erdi. Başkanlığa Turizm Ticaret’ten Sosyal Demokrat bir arkadaş seçildi. O da yaptığı ittifakların sonucu olarak ülkücü bir delegeyi başkan yardımcısı yaptı.
 
Başkan ertesi yıl okulunda devre yitirdi ve dolayısıyla başkanlığı da düştü. Onun yerine ülkücü 2. başkan, başkanlığı devraldı. 
 
Yanlış ittifak anlayışı sonucu koskoca Ankara Yüksek Okullar Talebe Birliği, benim acemi ellerimle ülkücülere teslim edilmiş oldu.
12 Mart 1971 askeri darbesi geldiğinde başkan hâlâ aynı kişiydi.
Kongre yaptığı falan da yoktu. Yayımladığı bildirileri görünce
yaptığım hatayı hissediyordum ama iş işten geçmişti artık.
 
Sizce buradan günümüz için çıkarılması gereken ders var mı?
Hani hepsi benden olsun diye yola çıkarak tümünü yitirmek gibi falan. Yani kaş yapayım derken göz çıkarmak… 
(30 Haziran 2014)

BU AİLEYİ ÇANKAYA’ya GÖNDERMEMİZİ KOŞULLAR ZORUNLU KILIYOR..

Dostlar,

İnternette dolaşan ve bize de ulaşan bir ileti aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
19.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================

 

BU AİLEYİ ÇANKAYA’ya GÖNDERMEMİZİ
KOŞULLAR ZORUNLU KILIYOR..


Fotoğraftaki bu değerli insanların…;  Modern…Laik…Kültürlü… Tahsilli…Görgülü…Varlıklı…Dürüst…

Ve inançlı bir Türk Ailesi olduğuna inanıyorum… İçinde bulunduğumuz koşullar ve Ekmel Bey’in alternatifleri…
BU AİLEYİ ÇANKAYA’ya GÖNDERMEMİZİ ZORUNLU KILIYOR…
Her görüşe saygılıyım… Ama bu benim görüşüm ve burası benim sayfam…
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, eşi Füsun İhsanoğlu, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi mezunu. Ailenin en büyük oğlu Tuğrul İhsanoğlu, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Boston Üniversitesi’nde banka ve finans masterı yaptı, yurt dışında yaşıyor.
Ortanca oğul Aziz İhsanoğlu, Northwestern Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra INSEAD’da işletme masterı yaptı. İstanbul’da yaşayan Aziz İhsanoğlu, finansal danışmanlık yapıyor.
En küçük oğul Orhan İhsanoğlu,

University of Warwick’de Foundation’dan ardından da University of Kent İletişim Fakultesi’nden mezun oldu. Şu anda uluslararası ticaret alanında faaliyet gösteriyor.
Ailenin tek gelini, Aziz İhsanoğlu’nun eşi Başak İhsanoğlu ise Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, New York Üniversitesi fikri mülkiyet hukuku sertifika programını ve Yale Üniversitesi ticaret hukuku programını tamamladı. İstanbul’da özel bir hukuk bürosunda çalışıyor.”

 

10_Agustos'ta_tatile_cikarsan..

 

esiyle

 

ailesiyle1