Günlük arşivler: 16 Temmuz 2014

Genelkurmay Başkanı Sn. Org. Necdet ÖZEL Paşa’ya Açık Mektup…


Genelkurmay Başkanı Sn. Org. Necdet ÖZEL Paşa’ya Açık Mektup… 

Dostlar,

Değerli E. Tuğa. Türker Ertürk, aşağıdaki yazısını 12.11.2013’te bize ulaştırmıştı..
Biraz ağır bulduk ve TSK’yı kurumsal olarak yıpratma hakkımızın olmadığını düşündük, yazıyı beklemeye aldık. Ancak aradan 8 ay geçti ve haksız – hukuksuz yasak kararının genişletilerek uzatıldığını öğrendik, ilk 6 aylık tuhaf Orduevi yasağının ardından..

Bu yazıyı, bize göre biraz “tepkisel” de olsa (Sn. Ertürk’e göre “az” bile olabilir!?) yayımlama zamanı geldi, geçiyor.. (Aşağıda sunuyoruz..)

Gn. Kurmay Bşk. Sn. Özel geçtiğimiz hafta “zona” hastalığına yakalandı.
Ağır geçiriyor olmalı ki, GATA’ya yatırıldı ve 15 gün de hekim raporu verildi.

Çook kıdemli (38 yıl!) bir hekim olarak söyleyelim.. Zona virüs etmenli (viral, virütik)
bir hastalıktır. Sinirleri tutar.. Özellikle kaburgalar arasındaki interkostal duyu sinirlerini..
O bölgede ağrılı veziküler döküntüler (içi sıvı dolu kabarcıklar) oluşur.
Hastalığın 2 temel niteliği vardır :

1. Son derece ağrılıdır (nevralji), dayanılması güçtür; güçlü ağrı kesicilerle
ağrı yönetimi yapılmalıdır.

2. Nedeni; bağışık sistemin değişik nedenlerle, başta stres olmak üzere (bulaşıcı hastalıklar, kanser, beslenme bozuklukları, aşırı yorgunluk vb.) zorlanması ve
bir ölçüde de yetersizliğe düşmesidir. Organizma bir anlamda alarm vermekte ve
“imdat” çığlığı atmaktadır gerçekte.

Sn. Org. Özel’e elbette bir insan ve hekim olarak hızla şifa dileriz öncelikle.
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA‘nın deyimi ile özel Paşa ,“İyileş de gelecek olsun!”

Ancak, yaşananları açık deyimle ve üzüntüyle

  • AKP İKTİDARININ T.C. GENELKURMAY BAŞKANI ORG. NECDET ÖZEL’e ZONA DÖKTÜRDÜĞÜNÜ… saptamamız gerekecektir.

Dileriz, bu musibet bir işlev yüklensin ve Sn. Komutan Özel, “özel bir muhasebe” yapsın,
hiç yoktan kendi vicdanına özeleştiri versin daha çok gecikmeden..
Şu eli kulağında kritik Yüksek Askeri Şura öncesinde özellikle..

  • Paralel yapı” kılıflı gerici – şeriatçı kılıcın TSK’yı bir kez daha doğramasına var gücüyle karşı koyması zorunluğunu anımsatsın..

Haydi Necdet Paşa, toparla kendini.. Hala çok geç değil..

Ertürk Amiral, hiç de haksız olmamak üzere;

  • “Açılım”ın önünü açabilmek için kafeslenmiş ve zindanlara atılmış askerlerini koruyamıyor ise..”

diye çok ağır bir suçlama getiriyor size.. Siz, bundan sonra atacağınız doğru – yürekli – yurtsever adımlarla bu çoook olumsuz ve haketmemeniz gereken izlenimi silebilirsiniz..
Silmelisiniz.. Çoluk- çocuğunuza olumlu – onurlu bir kalıt bırakmalısınız..

Haydi Sayın Paşam, son kredilerimizi de size sunuyoruz..

  • Haydi Sayın Özel; yığınakta hata yaparak ülkemizi de kendinizi de bitirmeyin..

Biz, her şeye ve peeek çok kimseye karşın sizden umudumuzu kesmedik.
Siz, en azından o Peygamber Ocağı’nın ürünüsünüz ve 45 yıldır bizim de finanse ettiğimiz (15 yaşından beri çalışıyor ve vergi veriyoruz..) karavanayı yediniz..
Bunları yazmaya hem hakkımız var hem de 26+ yıllık bir hekim üniversite hocası olarak boynumuzun borcudur.

Ülkeye ve Ulusa iliklerinize, hücrelerinize dek, ölene dek.. minnet borçlusunuz..

Bu yazıda bile, inançlarınız gereği, şu Ramazan günü bir “hayır” bulabilirsiniz..
Sahi, durup dururken bu yazıyı biz neden yazdık ki Sn. Özel ??

Mektubun tek sayfa A4 pdef formu : Genelkurmay_Baskani_Necdet_OZEL’e_Acik_Mektup

Sevgi ve saygı ile.
14 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===================================================

KOMUTAN KİMDİR??

portresi_sade

 

 

Türker ERTÜRK

 

 

Arkadan hançerlendiğimizi hafta sonu Milli Merkez’in düzenlediği Forum’a katılmak için gittiğim Mersin’de öğrendim. Genel Kurmay Başkanlığı yazılı emir vermiş ve bu köşenin yazarının da aralarında bulunduğu toplam 28 emekli ve muvazzaf askerin orduevlerine girişini yasaklamış. Yasaklama listesinde toplam 5 emekli general ve
amiral var. Bu 5 ismin yasaklanması bizzat Necdet Bey tarafından istenmiş.

Dün akşam Bağdat Caddesi Forumu’nun düzenlediği konferansta konuşmacı olarak Caddebostan Kültür Merkezi’ndeydim. Yarın İzmir’de, Cumartesi Beşiktaş’ta haftaya Salı Bakırköy’deyim.

İstifa ederek mesleğimden ayrılmamın üzerinden tam olarak 40 ay geçti.
Bu süre içinde çıktığım televizyon ve radyo programları, küçük çaplı sohbetler dışında ortalama olarak her hafta bir yerde konuşmuşum. Bu zaman içinde yalnız Türkiye’de değil Türklerin yoğun yaşadığı dünyanın her yerine gitmişiz. Mesafeleri üst üste toplayınca dünyanın çevresini iki kez dolaştığımızı söylersek
yanlış olmaz.

Konuştuğumuz yerlerde Atatürk’ü, Türk DevrimleriniTürkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ideolojisini, tarihimizi, ülkemizin jeopolitik ve jeostratejik önemini, denizciliğimizi, emperyalizmin ülkemiz ve bölgemiz hakkında geliştirdiği projeleri, Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi operasyonel hukuk davalarını, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı yapılan tertibi, denizcilerimizin niçin öncelikli hedef olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

TSK İç Hizmet Yönetmeliği, subaylar, askeri memurlar ve astsubaylar ile bunların emeklilerinin orduevleri ve askeri gazinoların doğal üyeleri olduğunu belirttikten sonra bunların hangi durumlarda girişlerinin geçici veya sürekli olarak yasaklanabileceğini belirtmiştir. Bu durumlar şöyle özetlenebilir.

İrticacı, yıkıcı ve bölücü müyüz?

1. Orduevi ve askeri gazinolarda siyasal konuşma yapanlar, siyasal telkin ve öneride bulunanlar, yasal ve yasa dışı siyasal parti ve örgütlerin propagandalarını yapanlar,

2. Sarkıntılık, ırza tecavüz ve askeri haysiyet ve şerefe dokunan fiilleri işleyenler,

3. İrticai, bölücü ve yıkıcı faaliyetler içinde yer alanlar,

4. Emeklilerden, muvazzaflık dönemde bulunduğu görev ve görev yerleri hakkında demeç veren, yazı yazan, açıklamalarda bulunan, amir ve komutanlara karşı
güven duygusunu yok etmeye yönelik söz ve davranışta bulunanlar.

Şimdi merak ediyorum Necdet Bey,
Bu maddelerden hangisine dayanarak bizim 6 ay süre ile Orduevlerine girişimizi yasaklamıştır. Yazdıklarımız ve konuşmalarımız ortada!
Yoksa irticacı, yıkıcı ve bölücü müyüz?

Bugüne dek Necdet Bey hakkında “Ters L, Topukcan, Tombalak“ olmak üzere
neler söylenmedi ve yazılmadı ki! Arşivlere girin ve sosyal paylaşım sitelerine bakın,
ne demek istediğim daha iyi anlaşılacak. Bunların hiçbirinin yanında olmadık,
çünkü başka bir Silahlı Kuvvetleri’miz yoktu!

Nereye gitsek emeklisinden görevdekine, büyüğümüzden küçüğümüze dek her düzeyde askerin teveccühüne mazhar oluyoruz (AS: sevgisiyle karşılaşıyoruz..).
Eğer biz görevde iken emrimizdekileri satsaydık, sahip çıkmasaydık istifa ettikten sonra susup keyfimize keyif katsaydık bunlar olabilir miydi? Yasak duyulur duyulmaz yalnızca Türkiye’den değil dünyanın her yanından binlerce ileti aldığımı “Bizim evimiz sizin orduevinizdir“ çağrısı ile karşı karşıya kaldığımı biliyor musunuz?

Niçin 6 ay, deneme süresi mi? Eğer susar bu hukuksuzluklara, göz göre göre bölünmeye ve parçalanmaya doğru gidişe ve emperyalist işbirlikçiliğine ses çıkarmaz isek beni affedecek misiniz?

Yasak şeref madalyasıdır

Bu yasak benim için onurdur ve şeref madalyasıdır. Ya o listede benim adım olmasaydı, ben ne yapardım? Halkın önüne konuşma yapmak için nasıl çıkardım?

Çok sevdiğim mesleğimden ayrıldıktan sonra geçen bu 40 ay içinde 10 kez bile Orduevlerine girmediğimi biliyor musunuz? Yine bu süre içinde TSK’ya ait kış ve yaz kamplarından yararlanmadım ve yararlanma girişiminde bile bulunmadım.
Ayrıca susarak, TSK’ya ait arpalıklardan huzur haklı yönetim kurulu üyeliği istemim de olmadı!

Bu nedenle bana getirilen bu yasaklama kararı, yalnızca TSK ile olan manevi bağıma saldırıdır. Üç kuşaktır asker ve denizci olan ve istiklal savaşı madalyası taşıyan bir aileye düşmanca bir saldırıdır. Asla affedilmeyecektir.

Kimi vardır oturduğu makama şan ve şeref verir, kimi vardır oturduğu makamın saygınlığını aşındırır ve beş paralık eder.

Bir komutan, “Açılım“ın önünü açabilmek için kafeslenmiş ve zindanlara atılmış askerlerini koruyamıyor ise Reşat Çiğiltepe’yi düşünür ve gereğini yapar!

Niye Necdet Bey biliyor musunuz? Çünkü bilgisi, tavrı, önderliği ve yıkılmaz iradesi ile kıtayı, birliği, uçakları, gemileri, orduları ve donanmayı peşinden gelmeye mecbur eden kimse, komutan odur!

Saygılar sunarım.
(12.11.2013)

Onur ÖYMEN : “İhsanoğlu’ndan beklenen taahhüt”


Cumhurbaşkanı seçimi                   :

“İhsanoğlu’ndan beklenen taahhüt”

Portresi_ATA_ile

 

Onur ÖYMEN
AYDINLIK
, 16.7.14

 

 

Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili görüş ve önerilerim
bugünkü Aydınlık gazetesinde

  • “İhsanoğlu’ndan beklenen taahhüt”

başlığı altında yayınlandı. Yazının metni şöyle:

*****

Cumhurbaşkanı seçim sürecinde muhalefet partilerinin çatı adayı
Partilerin yetkili kurullarında tartışma yapmadan ilan etmeleri haklı eleştirilere yol açtı. 

CHP ve MHP’nin ortak adayının her iki partinin temel yaklaşımlarının ortak çizgisini temsil etmesi beklenirdi.

Seçilen adayın kimliği ve şimdiye dek dile getirdiği düşünceler bu iki partinin
ortak görüşlerinin uzağındaydı. 


Sayın İhsanoğlu‘nun dünya görüşünün, özü bakımından, Başbakanınkinden pek farklı olmadığı anlaşıldı. Kuşkusuz yolsuzluklarla mücadele gibi konularda farklı yaklaşımları vardı ama bu farklılık Cumhurbaşkanı seçiminde tek başına bir tercih nedeni olamazdı. 

Özetle devletin dinsel esasları öncelikle dikkate alarak yönetilmesini isteyenlerin
gönül huzuruyla oy verecekleri aday vardır. Bir terör örgütünün etkisi altında kalarak ulus devlet ve tek millet anlayışına sahip çıkmayanların benimseyecekleri bir aday da vardır.

Ama
– Atatürk’ün ilke ve devrimlerini özümsemiş,
çağdaşlığı, laikliği vazgeçilmez bir yaşam biçimi sayan,
– dış baskılara kararlılıkla direnmek gerektiğini savunan,
terör örgütüyle müzakere edilmesine karşı çıkan

vatandaşlarımızın gönül huzuruyla oy verebilecekleri bir aday yoktur.

Cumhuriyetin ilanından bu yana ilk kez Türk vatandaşları bir seçime
gerçek anlamda Atatürkçü bir seçenekten yoksun olarak katılacaklardır.

Bu durumda ne yapılmalıdır?

Bazıları, bütün sakıncalarına karşın, salt Erdoğan’ın seçilmesini engellemek için
herkesin Sayın İhsanoğlu’na oy vermesi için çağrıda bulunuyor.
– Bazıları en iyi seçeneğin seçimlere katılmamak olduğunu söylüyor.
Katılıp da geçerli oy vermemeyi savunanlar da var.

Bu seçeneklerin her biri vatandaşların demokratik hak ve özgürlüğüdür.
Kimse bu hakkı vatandaşların elinden alamaz ve bu seçeneklerin herhangi birini benimseyenleri suçlayamaz.

Vatandaşların önemli bir bölümü kararsızdır. Onlar üzerinde büyük baskı yapılıyor. Farklı düşünenleri adeta bir suçluluk psikolojisi içine sokmak isteyenler var.
Bence en yanlış olan da budur. Vatandaşın özgür iradesiyle yapacağı tercihe
herkes saygı duymalıdır. Bu süreçte şimdiye dek yaşanan olumsuzlukların sorumlusu halk değildir.


– İzlediği yanlış politikalarla çağdaş Cumhuriyetin hedeflerinden sapmasına
yol açan,

– Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu için Anayasa Mahkemesince
mahkum edilen,
– Ülkede birlik ve ulusal bütünlük anlayışına zarar veren,

– Türk milleti sözünü kullanmaktan bile kaçınan,
– T.C. simgesinin ve Atatürk’ün ünlü sözlerini meydanlardan kaldıran,
– Cumhuriyetin kuruluş yıllarında yapılanları her vesileyle kötüleyen,
– Terör örgütüyle siyasi pazarlık yapan,
– Dış politikada ülkemizin çıkarlarına ve saygınlığına zarar veren bir iktidarın

en büyük sorumluluğunu taşıyan bir adayın seçilmesini önlemenin yolu nedir?

Bence bu yol, muhalefet partilerinin kendi güçlerinin esasını oluşturan milyonlarca vatandaşın özlemlerini ve beklentilerini bir yana bırakarak, onların oylarını çantada keklik sayarak, din sömürüsü üzerine politika yapan partilerin tabanından,
onların söylemlerini kullanarak oy toplamaya çalışmak değildir


Bence bu aşamada Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu‘na büyük görev düşmektedir.
O’nun, genel vaatlerin ötesinde çok açık taahhütlerde bulunması beklenmektedir.


Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu,

1. Atatürk ilke ve devrimleriyle devletimizin kurucu iradesinin benimsediği
dünya görüşüne tümüyle sahip çıkacağını,
2. Bütün vatandaşların dinsel görüşlerine saygı göstereceğini, ancak dinsel düşünce ve söylemlere atıfta bulunmadan devleti yöneteceğini,

3. Yüksek Yargıç, Rektör ve Vali gibi üst düzey devlet görevlerine yapılacak atamalarda, hiçbir partinin etkisi altında kalmadan yalnızca yetenek ve deneyime öncelik vereceğini, 
4. Yargı bağımsızlığını yeniden sağlamak ve yaşanan hukuksuzlukları ortadan kaldırmak amacıyla Anayasanın verdiği yetkileri kullanacağını,
5. Basının üzerindeki baskıların kaldırılıp ülkemizdeki basın özgürlüğünü dünyanın
en ileri ülkeleri düzeyine ulaştırmak için çaba göstereceğini,

6. Kadın-erkek eşitliğinin tam olarak sağlanması ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi için bütün gücüyle çalışacağını,
7. İşçilerin haklarını, sağlık ve güvenlik koşullarını çağdaş ülkelerin düzeyine ulaştırmak için gerekli adımları atacağını, 
8. Yolsuzlukla mücadele konusunda uluslararası kuruluşların ve çağdaş ülkelerin
kabul ettikleri kuralların tümüyle benimsenmesi için çalışacağını,

9. Terör örgütüyle müzakerelerde bulunulmasına karşı çıkacağını ve bunu engellemek için çaba göstereceğini,
10. Başta Kıbrıs konusu olmak üzere, dış politika konularında dış baskılarla
Türkiye’yi tek yanlı ödünler vermeye zorlayan girişimlere karşı çıkacağını,

11. Bütün bu konularda Hükümeti uyarıp yönlendirmeye çalışacağını, Hükümetin aksi yöndeki tutum, yaklaşım ve girişimlerini engellemek için bütün yetkilerimi kullanacağını,
12. Bu hedefler doğrultusunda makul bir süre içinde sonuç alamazsa
görevinden istifa edeceğini… 


taahhüt eden bir açıklama yapması durumunda, bugün Cumhurbaşkanlığı seçiminde kararsız kalan milyonlarca seçmenin hiç değilse bir bölümünün tutumunu etkileyebileceğini düşünüyorum.

SAĞLIK BAKANLIĞI’NIN TIP FAKÜLTESİ KURMASI


Dostlar,

Çok değerli meslektaşımız, ayrıca bizim gibi Halk Sağlığı Uzmanı olan
Prof. Sefer Aycan‘ın bu sitede öğretici yazılarını zaman zaman yayımlıyoruz.

– SON TORBA KANUN TASARISI VE AİLE HEKİMLİĞİ
(http://ahmetsaltik.net/2014/07/08/son-torba-kanun-tasarisi-ve-aile-hekimligi/, 8.7.14)
– SAĞLIK BAKANLIĞI ve SAĞLIK ENSTİTÜLERİ
(http://ahmetsaltik.net/2014/07/03/saglik-bakanligi-ve-saglik-enstituleri/, 3.7.14)
– TÜRKİYE’DE SAĞLIK HİZMETLERİNİN ve HEKİMLERİN DURUMU
(http://ahmetsaltik.net/2014/03/14/turkiyede-saglik-hizmetlerinin-ve-hekimlerin-durumu/, 14.3.14)
– SAĞLIKLI KENT OLMAK..
(http://ahmetsaltik.net/2014/02/19/saglikli-kent-olmak/, 19.2.14)

Dr. Aycan, geçmişte (57. Hükümet döneminde MHP’li Sağlık Bakanı Doç. Dr. Osman Durmuş döneminde Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı da yaptı henüz genç bir doçent iken…
(1996’da biz Uzman Dr. Aycan’ın Doçentlik jürisinde idik ve olumlu oy kullanmış,
yazılı raporumuzun bir örneğini Jüri önünde kendisine sunmuştuk..)

*****

Sağlık Bakanlığı artık deyim yerinde ise apaçık “saçmalamaya” başladı.

Kimler olduklarını iyi – kötü bildiğimiz birtakım aklıevveller, Bakanlığı çıkarları doğrultusunda deyim yerinde ise yönlendirmekte, “rezil etmektedirler”!

Dünyanın hiçbir uygar ülkesinde Bakanlığa bağlı “Üniversite” söz konusu değildir.
Bu olgu “üniversite” kavramının tarihsel özüne aykırıdır. “Üniversite” yi “Üniversite” yapan temel olgu “Bilimsel özgürlüğü ve yönetsel (parasal dahil) özerkliği” dir!

Bu 2 temel karakteristikten uzaklaşıldıkça o yüksek öğrenim kurumu Üniveriste olmaktan uzaklaşır.

Türkiye gibi 1. sınıf bir demokratik hukuk devleti olmayan ülkede bile;
üstelik 12 Eylül Dönemi’nin güdük Anayasası bile bu olguya izin vermemektedir.
Bu bağlamda biz de aşağıdaki makaleyi sitemizde yayımlamıştık (2.7.14, http://ahmetsaltik.net/2014/07/02/akpnin-saglik-bilimleri-universitesi-girisimi-anayasaya-aykiri/)

* AKP’nin Sağlık Bilimleri Üniversitesi Girişimi Anayasaya Aykırı!

Yinelemeden kaçınmak için kısa tutmak istiyoruz.
Bu yazımızın küçük bir bölümünü alıntılamak gerekirse şunları vurgulamıştık :

*****

Hemen belirtelim ki, Anayasa’nın 130. maddesi şöyle başlıyor :

  • “Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan
    kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler
    Devlet tarafından kanunla kurulur..”

Buna göre, AKP hükümetince kurulması planlanan “Sağlık Bilimleri Üniversitesi” nin İLK özelliği “BİLİMSEL ÖZERKLİĞE SAHİP” olmaktır.

İkincisi, kurucu işlemin hukuksal yöntemi – biçimi ile ilgili olup, Anayasa koyucu bu özneyi “Kanunla kurulur” diyerek TBMM olarak tanımlamıştır. Daha açık söylemek gerekirse,

Yasa Gücünde Kararname ile üniversite kurulması söz konusu değildir“.

Böylesi davranış “erk” gaspı olup, apaçık anayasaya aykırıdır.

*****

Sevgili Prof. Aycan’ın uyarıcı yazısı aşağıda, kendisine teşekkür ediyoruz..
Dileriz sağduyu egemen olur ve böylesi Türkiye’yi utandıracak bir girişim geri çekilir.

Hekimlerin ve tüm emekçilerin özlük haklarının iyileştirilmesi gereği tartışma dışıdır
ve ivedidir. Adil ve hukuka uygun biçimde bu düzeltmeler yapılmalıdır. Profesör ve Doçent hekimlerin emekli aylıklarının öbür hekimlerde  görece “iyi” olması, tüm hekimleri akademik personel yapmayı gerektirmez. Böylesi tuhaf ucube bir mantık ve uygulama dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Bu gerekçeyle “SAĞLIK BAKANLIĞI ÜNİVERSİTESİ” ni (!?) savunmak da yukarıda sıkılarak kullandığımız sıfatları hak ediyor..

Türkiye aklını başına almalı..
Gündelik siyaset yapmak istemiyoruz ama AKP’den kurtulmadan bu olanaklı mı??
Şu son 11,5 yılda Türkiye öylesine başkalaştırıldı hatta yozlaştırıldı ki, tanınmaz oldu!

Sevgi ve saygı ile.
16 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

==============================================

SAĞLIK BAKANLIĞININ TIP FAKÜLTESİ KURMASI

portresi

 

            Prof. Dr. Sefer Aycan
            Gazi Üniv. Tıp Fakültesi

 

 

Sağlık Bakanlığı’nın TBMM sunduğu “Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” Sağlık Komisyonundan geçti ve TBMM Genel Kurulunda görüşülmeyi bekliyor. TBMM’ye sunmadan önce tartışılmayan, sır gibi saklanan tasarı, Komisyonda da çok tartışılmadan hızlı bir şekilde kabul edildi. Tasarıda Sağlık Enstitüleri Başkanlığı kurulması ve birçok başka Kanunlarda değişiklik yapılması tasarlanmaktadır. Bu tasarının Sağlık Enstitüleri Başkanlığı kurulması ile ilgili kısmını tartışan bir makale daha önce yazmıştım. Şimdi de tasarının öbür bölümleri ile ilgili görüşlerimi yazmak istiyorum.

Bu torba yasada da yine birçok değişiklik yapılmaktadır. Torba yasa ile daha önce
kabul edilmiş yasalara birçok ek yapılmakta veya var olan maddeler adeta günübirlik değiştirilmektedir. Devlette süreklilik esas iken, bu  tür hareketler Devlet’te tutarsızlık olarak değerlendirilebilmekte ve güvensizliğe neden olmaktadır.
Bu değişikliklerin hep “Torba Yasalar” ile yapılması da ayrı tuhaflıktır. Çorba şeklinde oradan buradan yasa maddeleri değiştirilmekte, kavramlar karışmakta veya belirsizliğe itilmekte, birbiriyle çelişen maddeler ortaya çıkmaktadır.

Şimdi değişiklik yapılan konulara gelirsek, bunlardan bir diğeri ise;
Sağlık Bakanlığına bağlı Üniversite ve buna bağlı Tıp Fakültesi kurulması
ve yüksek öğrenimle ilgili diğer değişikliklerdir.    

Sağlık Bakanlığının Üniversite Kurması

Yasa tasarısında dikkati çeken bir başka konu ise Sağlık Bakanlığı’nın İstanbul’da Sağlık Bilimleri Üniversitesi” adıyla Devlet Üniversitesi statüsünde bir üniversite kurmasıdır. Bu Üniversitede Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakülteleri ile
Sağlık Bilimleri Enstitüsü bulunacağı belirtilmektedir.

Peşinen söylemek gerekir ki; böyle ciddi bir konuyu bir torba yasanın içine sıkıştırmak, işi oldu bitti ye getirme çabası olarak değerlendirmemize neden olmuştur.
Tümüyle zorlama, keyfi, uydurma ve ben yaptım oldu mantığıyla yapılan bir iştir.

Öncelikle bu şekilde bir Üniversite Anayasamıza ve YÖK Yasasına da aykırıdır.

Çünkü mevzuatımızda Devlet Üniversitelerinin kuruluş şekli, yönetim organları ve yönetim yapısı bellidir. Bu şekilde herhangi bir bakanlığa ve bakana bağlı üniversite tanımlanmamıştır. Devlet Üniversitesinde Rektörün üzerinde bir
Mütevelli heyeti tanımlanmamıştır. Bunu bilmemeleri olanaklı değildir.
Bu nedenle yapılan iş hukuksuz ve keyfi bir girişimdir.

Bu tasarıda kurulmak istenen üniversiteye hem Devlet Üniversitesi deyip hem de buna Sağlık Bakanlığı’nın üst düzey yöneticilerinden mütevelli heyet oluşturma ve
mütevelli heyetin başkanının da Bakan olması gibi hilenin mevzuatta yeri yoktur.
Bu nedenle tasarının bu konudaki hükümleri Anayasaya ve öbür yasalara aykırıdır. Mütevelli heyet 2547 sayılı yasada Devlet Üniversiteleri için öngörülen bir organ değildir. Yasa tasarısı Mütevelli Heyete, Senato ve Yönetim Kurulunun üstünde yetkiler vermektedir. Rektör adaylarını belirlemektedir. Bu da YÖK yasasına aykırıdır.

Bu şekilde zaten Üniversite olmaz. Burada bilimsel ve yönetsel özerklik olması da olanaklı değildir. Burası olsa olsa Bakana bağlı “yeni bir  birim” olur.

Aslında niyetin ne olduğu bellidir. Asıl amaç bir fason bir Tıp Fakültesi kurmaktır. Yanına göstermelik sağlık bilimleri fakültesi ve sağlık bilimleri enstitüsü eklenmiştir.

Daha önceki Sağlık Bakanı Ankara’da YBÜ Tıp Fakültesini kurmuştu.
Gerçi bu tasarıdaki gibi kendini Mütevelli Heyeti başkanı yapıp, Üniversiteyi kendine bağlamamıştı. Ama tüm yönetim kadrolarını istediği gibi oluşturdu ve Sağlık Bakanlığı’nın bürokratlarından asgari koşulları tutan veya tutar duruma getirilen kişileri de orada öğretim üyesi yaptı. Sağlık Bakanlığı’na ait hastaneyi de Tıp Fakültesine vermişti.

Şimdiki Bakan da (herhalde seçim bölgesi İstanbul olduğundan olmalı)
kendine İstanbul’da bir Tıp Fakültesi kuruyor.
 Yasa tasarısında yine istediği
Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastaneleri buraya devredeceği ve istediği yerdeki Doktorları
burada Üniversite Öğretim Üyesi yapacağı belirtilmektedir.

Yalnızca birtakım insanları oldukları yerde öğretim üyesi, profesör ve rektör yapmaya yarayacak olan bu uygulamanın Bakanlığa ve ülkeye bir yararı yoktur.
Oluşturacağı huzursuzluk, çatışmadan başka bir şey değildir. Aslında bu tasarıya
YÖK ve tüm üniversiteler ve öğretim üyeleri de karşı çıkmalıdır.
Bu tasarıya karşı tarafların sessiz kalmasını da anlamak mümkün değildir.

Bu yaklaşımın hastalıklı bir yaklaşımın ürünü olduğunu düşünüyorum.
Gerçek amacın tıp eğitimi yapmak olduğunu da sanmıyorum.
Aslında bu durum; ille de her hastanenin Tıp Fakültesi olması, her doktorun da profesör olma hastalığının göstergesidir diye düşünüyorum.
Bu tam
Sağlık Bakanlığı’nın, sağlığa ticari meta olarak bakanların, hastaneyi ticari işletme olarak görenlerin, piyasa ekonomisi mantığında olanların yaklaşımıdır.
Gereksiz bir kompleksin, rekabetçi piyasada olumsuz görülen durumun düzeltme girişimidir. Hatta haksız avantaj elde etme girişimi olarak da düşünülebilir.

Oysa 2. Basamak hastaneler de en az Tıp Fakülteleri kadar şereflidir ve buralarda çalışmak onurdur. Tedavi hizmeti vermek için hastanenin Tıp fakültesine olması gerekmediği gibi, bu bir aldatmadır. İlle de hastanenin adının Tıp Fakültesi Hastanesi, kişinin adının önüne profesör eklemek gerekmez. O hekim de, her hekim kadar değerlidir ve iyi hekimdir. Hekimin hasta bakması için profesör olması gerekmediği gibi, profesör olan da iyi hekim demek değildir.
Bu da  hastayı aldatma ve haksız avantaj elde etme girişimidir.

Bu nedenlerle hastaneleri tıp fakültesi, yandaş doktorları profesör yapma hastalığından vazgeçilmelidir.

Türker ERTÜRK : MERDOĞAN


MERDOĞAN

portresi_sade

 

 

Türker ERTÜRK

 

Sorun Erdoğan, AKP ve Cemaat değil.

Sorun
– Atatürk’e,
– Cumhuriyetimizin kurucu ideolojisine,
– Aydınlanma Devrimlerine düşman olan ve
– Ülkemizi dönüştürmeye çalışan işbirlikçi zihniyettir.

Bu defedilmedikçe ülkemize huzur, barış ve refah asla gelmez.

Konfüçyüs’e atfedilen
  • “Küçük insanlar kişilerle, vasat insanlar olaylarla, büyük insanlar ise fikirlerle uğraşır.” sözünü çok beğenirim. 

Ne zaman kişilerle uğraşma yanlışlığına düşsem bu söz aklıma gelir ve kendime
çeki düzen veririm.

  • Erdoğan, bölgemiz ve ülkemiz için stratejik hedefleri olan emperyalist bir projenin ürünüdür. Bu proje için bulunup desteklenmiş ve iktidara getirilmiştir. Böyle bir proje olmasaydı siz Erdoğan’ı hiç tanımayacaktınız.

Çektiğimiz acıların, teröristlerle masaya oturulmasının, ekonomik değerlerimizin
haraç mezat satılmasının, ayrışma ve bölünme sürecinin, bölgede haydut devlet olarak algılanmamızın esas nedeni Erdoğan değil, O’nun arkasındaki emperyalist düşüncedir.

Dört dörtlük ABD operasyonu

Diyelim ki, Erdoğan gitti ve Merdoğan geldi! Eğer arkasındaki zihniyet aynıysa değişen bir şey olmaz. Hatta Merdoğan daha entelektüel, eğitimli ve öğretimli ve üstüne üstlük hoşgörülü ve güler yüzlü bir portre çiziyorsa, tam anlamıyla yandık demektir.

17 Aralık 2013’te başlayan “Yolsuzluk ve rüşvet soruşturması” dört dörtlük
ABD operasyonuydu. Operasyonun hedefi Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştırmaktı.
Evet, Erdoğan’ı 12 yıldır kullanmışlardı ama artık U’nunla devam etmek istemiyorlardı. Erdoğan yıpranmıştı, hatalar yapıyordu, gizli gündemi vardı, iktidar sarhoşu olmuştu, psikolojisi bozulmuştu, ne yapacağı ve ne tepki vereceği önceden kestirilemez
bir hal almıştı.

Artık Erdoğan ile devam etmek emperyalist planların geleceğini olumsuz yönde etkilerdi ve bugüne dek sağlanan kazanımları tehlikeye atardı. Daha güler yüzlü, hoşgörülü ve nitelikli birisi ile mutlaka değiştirilmeliydi.

Ekonominin fişi çekilemez

Erdoğan’a, 2002’de Irak’a girmek istemeyen ve direnen Ecevit’e karşı yapılan ekonomik operasyon türünden bir şey yapılamazdı. Yaşam destek birimi ile varlığını sürdüren Türkiye ekonomisinin fişi çekilirse AKP de yok olurdu. Ayrıca ekonomik çöküşün tetikleyebileceği bir halk hareketi yanlış yerlere (antiemperyalist çizgiye) evirilebilirdi. Sorun AKP ve arkasındaki zihniyet değil, yalnızca Erdoğan’dı.

İşte bu nedenle operasyon cerrahi olmalı, Erdoğan ve yakın çevresini hedef almalıydı. 17 Aralık’ta diğer taşeronla (Cemaat) beraber bu operasyon yapıldı ama
başarılı olunamadı. Amerika kadiri mutlak değildi ama bu işten de vazgeçmedi.

Erdoğan’ı götürmeye yönelik operasyonun gereği olan kasetlerin havada uçuştuğu ve Dışişleri Bakanlığımızın dinlendiği ve medyaya sızdırıldığı zaman dilimi içinde
akademik çalışma nedeniyle bir vakıf üniversitesindeydim.
Akademik çalışma grubunun içinde bir de Amerikalı vardı.

10 kat çok

Verdiğimiz bir mola sırasında kasetlerin ve dinlemelerin Erdoğan’a yönelik Amerikan operasyonu olduğunu ve Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu’nun (NSA) işi olduğunu kendisine anlattım. O da bana “onlarla çalıştım, haklısın öyle gözüküyor”
diye yanıt verdi.

Sanırım ABD’nin Almanya’da neler yaptığını izliyorsunuz. Almanya ABD’nin en yakın müttefiki olmasına karşın hemen hemen herkesi dinliyor, operasyonlar yapıyor, geçmişte seçimlere bile müdahale etmiş. Söylenenlere göre ABD’nin Berlin Büyükelçiliği casus yuvası. Almanya istihbarat teşkilatı BND’nin Başkanı Gerhard Schindler
bu konuda Almanya Federal Meclisi’ne ziyarette bulundu ve brifing verdi.

Almanya ile kıyaslarsanız, ABD’nin Türkiye’deki casusluk ve operasyon faaliyetleri
en az 10 kat çok. Siz ABD’nin sessiz sedasız oturarak ve fal bakarak Cumhurbaşkanı seçim sonuçları Türkiye’de ne olur beklentisi içinde mi olduklarını zannediyorsunuz?Cumartesi gün kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Saygılar sunarım.
(15.7.14)