Günlük arşivler: 10 Temmuz 2014

BU ÇÖZÜM DEĞİL DAĞILMA SÜRECİDİR!

Dostlar,

Bu gün sitemize koyduğumuz KÖYLERİMİZ… hakkındaki yazımızda 6360 sayılı Büyükşehir Belediye Yasası ile Köylerin tasfiyesinin ardalanına, içyüzüne dikkat çekmiştik..

Aşağıda ise, Kamu Yönetimi Uzmanı Sn. Prof. Dr. B. Ayman GÜLER,
tarihsel önemde bir makale kaleme almış bulunuyor.

Bu yazıyı ve iletilerini, TBMM Genel Kurulundan bu gün geçen
TÜRKİYE’yi PARÇALAYABİLECEK yasayı her-ke-sin özenle, satır satır altını çizerek okuması ve konumunu alması gerek..

Başbakan R.T. Erdoğan, Cumhurbaşkanı olabilmek ve 5 + belki bir 5 yıl daha “erk” olmak, Türkiye’yi 2023’e dek tümden dönüştürmek üzere gerçekten tüm gemileri
yakmış ve tüm riskleri gözükara göze almıştır..

  • Türkiye, bölünme – parçalanma riski ile hiç bu denli somut – açık ve  yakın olarak yüzleşmemişti..

Bu vahimi açık ve yakın tehlikeyi halka nasıl anlatacağız??

Bir yolunu bulmak gerekiyor..

Mutlaka bulmak..

Sevgi ve saygı ile.
10 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================================================

Yön
İzmir Milletvekili Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER’in
yazı ve yorumlarını sunmaktadır..

BU ÇÖZÜM DEĞİL DAĞILMA SÜRECİDİR!

portresi_genc
 
 
 
 

 

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili
7.7.2014
AKP Hükümeti, 26 Haziran 2014 günü, TBMM Başkanlığı’na bir yasa tasarısı verdi.
Yazı hemen ertesi gün işleme sokuldu.

Tasarı 1/941 Esas sayılı. Adı Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Tasarısı.
(AS: Şu dakikalarda bu yasa tasarısı 6 madde olarak TBMM genel kurulunda
37’ye karşı 237 oyla kabul edildi!)

Tasarı, son iki maddesinden biri, yayımlandığı tarihte yürürlüğe gireceğini söyleyen madde, öbürü de hükümlerin Bakanlar Kurulu tarafından yürütüleceğini gösteren yürütme maddesi. Buna göre Tasarı yalnızca 4 maddeden oluşuyor. 

Tasarı 2 – 3 – 4 Temmuz 2014 günleri İçişleri Komisyonu’nda görüşüldü. 

AKP Tasarısına MHP karşı çıkarken, HDP ve CHP destek verdi. 

Basında yer aldığına göre, İnsan Hakları İşleri Genel Başkan Yardımcısı Sezgin TANRIKULU, CHP örgütlerine yazı gönderdi. CHP’nin “çözüm süreci”ne katıldığını, örgütlere bunun çevreye anlatılması görevini verdiğini bildirdi. 

Komisyon’da toplam 6 üyesi olan CHP’den 2 üye grubun kararına katılmadı.
Biri, Bolu Milletvekili Tanju ÖZCAN, diğeri de İzmir Milletvekili olarak ben oldum. 

Grup tutumundan ayrıldık ve destek vermeyerek Komisyon’da “red” oyu kullandığımızı açıkladık. 

NEDEN RED OYU? : Müzakerelerin Niteliği

Konuyla ilgili toplam 4 maddelik Tasarı, “çözüm süreci” için, gerçekte ise “PKK ile müzakere”ler için yasal zemin anlamına geliyor. 

  • Yasala Bağlamak… 

Şimdiye dek yapılan müzakereler yasa-dışı yapılmıştı. PKK, yasa-dışı görüşmelerde muhatap alınmakla birlikte, “taraf” statüsü kazanamamıştı. Şimdi, bu Tasarı yasalaşırsa PKK bir terör örgütü olmaktan çıkıp “müzakerenin ikinci tarafı” olarak meşru hale gelecek. Onun siyasal uzantısı BDP/HDP de, “uzantı” olma suçlamasından kurtulup resmi uzantı olarak muhatap alınacak. Kısacası, Tasarı’nın adında yer alan
“terörün sona erdirilmesi”nde terörle mücadele yerini tümüyle terör örgütüyle müzakereye bırakmış durumda. 

  • Mücadele Yok Müzakere Var… 

Bu yön değişikliği taraflarca da açıkça dile getiriliyor. İçişleri Bakanı Ala, “paradigma değiştirdik” derken, Başbakan Yardımcısı Atalay “güvenlikçi politikayı terk ettik” derken bunu ilan ediyor. Bu sayede “cenaze gelmiyor”, “anaların gözyaşları dindi”!
Toplumun büyük bölümü bu değişikliği destekliyor, “biz de gücümüzü bu destekten alıyoruz..” diyerek akan suları durduruyorlar. 

PKK ‘Taraf’ Oldu. Bu noktada HDP, verdiği önergelerde yazılı olarak da belgelediği üzere, dinen gözyaşlarının yanı sıra başka bazı sonuçlar doğduğunu ve
bundan büyük memnuniyet duyduğunu söylüyor. 

(1) Müzakerelerin tarafları tanımlanmış olacak,
(2) Müzakerelere kurumsal bir kimlik tanınmış olacak,
(3) Yabancı kurum, kuruluş, kişilerden üçüncü-tarafsız gözlemci heyet olacak. 

Anaların gözyaşlarının dinmesiyle durulan sular, böylece yeniden dalgalanıyor. 

(1) PKK yasal “taraf” haline gelince ‘terör’ kapsamından çıkıyor.
PKK eylemlerine ilişkin olarak alınmış her türlü önlem, medeni – cezai suç kapsamına girer hale geliyor. 

(2) “Taraf”ın yer aldığı müzakerelerin kurumlaşmasıyla birlikte, eski PKK yeni ‘taraf’ın ileri süreceği siyasal taleplerin yerine getirilme zorunluluğu yaratılmış oluyor.

(3) Devreye “üçüncü taraf” olarak yabancı devlet temsilcilerinin kabul edilmesi için boyunlar eğiliyor.

Yabancı Gözlemci Heyet… 

AKP yetkilileri “biz böyle bir şey dedik mi?” diyerek, “taraf”ın beklentilerini duymazdan gelme çabasına düşerken, şaşılacak biçimde kimi CHP’liler “korku, paranoya”dan kurtulmak gerektiğini dile getirebiliyorlar. 

Oysa, egemenlik alanına yabancı devletlerin şu ya da bu biçimde müdahalesi söz konusu olunca beliren düşünce ya da duygular korku – paranoyadan değil, dosdoğru Tarih Bilinci’nden kaynaklanır. Basit bir “mali gözetim komisyonu”nun nasıl Rüsum-u Sitte’ye, ondan da Düyunu Umumiye‘ye dönüştüğü, kendi tarihimizden dünyaya
mal olmuş büyük bir derstir. Bir kez başladıktan sonra yarı-sömürgeleşmeye, parçalanmaya, Cumhuriyet doğduktan sonra da taa 1954 yılına dek dişten tırnaktan artırılana el koymaya uzanmış yapışkanlık… (AS: Osmanlı’nım mirası Lozan borçları!)

NEDEN RED OYU? : Müzakerelerin İçeriği

Tasarı’nın 2. maddesinde, “çözüm süreci” için 8 alanda adım atılması,
Hükümet’e görev olarak verilmektedir:

(1) Siyasal,
(2) Hukuksal,
(3) Sosyoekonomik,
(4) Psikolojik,
(5) Kültür,
(6) İnsan hakları,
(7) Güvenlik,
(8) Silahsızlandırma. 

“Taraf”lar Anlaşmıştır…

HDP’nin önergesinde bunlara (9) Ekoloji, (10) Hakikatlerle yüzleşme başlıkları eklenmiştir. AKP Tasarısı’ndaki son iki madde ise, “Karşılıklı Silahsızlandırma” ve
“De-militarizasyon” diye yazılmıştır. 

AKP Hükümeti’nin Tasarısı, müzakerelerin içeriğine ve özellikle (1) Siyasal, (2) Hukuksal alanlarda atılacak adımlara ilişkin en ufak bir ipucu vermezken,
HDP önergelerinde bu açıdan beklentiler yazıya dökülmüştür. 

Siyasal Hedefler. HDP’nin müzakerelerden siyasal – hukuksal beklentilerinin başında “Ortak Vatan – Eşit Vatandaşlık” ilkelerinin anayasal bakımdan tanınması gelmektedir. 

Eşit Vatandaşlık, önergelerde “demokratik eşit siyaset hakkının tanınması” olarak
dile getirilmiştir. Bundan kastedilen, yurttaşların bireysel eşitlikleri değil,
etnik toplulukların eşitlikleridir.

Bu görüşe göre Türkçe, bir etnik topluluk olarak gördükleri Türklerin anadili iken
resmi dil olmuştur. Bu, “eşit vatandaşlık” ilkesine aykırıdır; diğer etnisitelerin anadilleri de resmi dil olarak kabul edilmelidir. Eşit siyaset hakkı, ancak böyle sağlanacaktır. 

Ortak Vatan ise, Türkiye’nin “Türkiye’de yaşayan herkesin vatanı olması” anlamına gelmez. Zaten halihazırda Türkiye, tüm vatandaşların vatanıdır. Ortak Vatan’dan kastedilen şey başka bir şeydir; ilgililerin çeşitli kongre kararlarında ve yetkililerinin açıklamalarında şöyle tanımlanmaktadır:

“Ortak Vatan Türkiye ve Kürdistan’dır!

Kürdistan temsilcilerinin Türkiye parlamentosuna göndereceği temsilcileriyle
Ortak Vatan politikalarına katılmaları gerekir.” Bu talep, yasama sürecinde “uluslararası sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılması”, “yerel/bölgesel özerklik” talepleri çerçevesinde dile getirilmektedir. 

Bu taleplere ilişkin ayrıntılı bilgi, İçişleri Komisyonu görüşme tutanaklarından
elde edilebilir. 

Hukuksal Hedefler…

AKP Hükümeti, Tasarı’da adım atılacağını belirlediği hukuksal alanda neler yapılmak istendiği konusunda ne yazılı ne sözlü hiçbir ipucu vermezken,
‘taraf’ HDP bazı açıklamalar vermektedir.

(1) Anayasa değişikliği elzemdir; ulusal devleti kuran “Türk vatandaşlığı” kurumunun Anayasa’dan çıkarılması hedeflenmektedir. 

(2) Yeni Anayasa, tek değil çok resmi-dil uygulamasını kabul edecektir.

(3) Anayasa, merkeziyetçilik ilkesi yerine ademi merkeziyetçilik sistemini benimseyecektir.

Milliyetler Devleti. Türk vatandaşlığı yerine T.C. Vatandaşlığı kurumunun getirilmesi, “Türk” sıfatını ulusal siyasal kimlik olmaktan çıkaracak, etnik topluluk sıfatı haline getirecektir. Böylece, tüm etnik toplulukların anadillerinin resmi dil haline getirilmesi için gerekli “temizlik” yapılmış olacaktır. [HDP ‘taraf’ı ve bazı CHP milletvekilleri
bunu ‘kollektif haklar’ terimiyle dile getirmektedir] 

Böyle bir temizlik, ulusal devlet örgütlenmesi yerine “milliyetler devleti” kurmak demektir. Şimdiki anayasal düzende madde 3, “Türkiye Devleti ….. ve milletiyle bölünmez bir bütündür” ilkesi bu hedefin önündeki temel engeli oluşturmaktadır. 

  • İçişleri Komisyonu’ndaki görüşmelerden anlaşılmıştır ki, aslında iki ayrı değil aynı tarafta yer alan AKP – PKK/HDP ve yazık ki kimi CHP yöneticileri, şimdi ve önümüzdeki dönemde elbirliğiyle “milletin bölünmesi ve milliyetler devleti kurulması” hedefi için çaba sarf edeceklerdir. 

Federal Devlet. Hukuki düzenlemeler arasında yer alacağı belirtilen “uluslararası sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılması” konusu, “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” biçimindeki söylemler, Anayasa’nın “idare” bölümünde ademi merkeziyetçilik yönünde değişiklikler yapılmasının hedeflendiğini göstermektedir. 

Bu yönde şimdiye kadar çeşitli adımlar atılmıştır. 

Bunlardan ikisi önemlidir. Birincisi, 2005 yılında İl Özel İdaresi Kanunu ile
Belediye Kanunu’nda bunlar “idari ve mali özerk yönetimler” olarak tanımlanarak
federal örgütlenme [subsidiarite] anlayışının içine çekilmişlerdir.

İkincisi, 2012 yılında Türkiye’nin üretim ve ticaretinde çok büyük bir bölümü yaratan
30 il, il-genelinde yetkili büyükşehir belediyeciliğinin yönetimine verilmiştir. 

Daha şimdiden, ‘taraf’ HDP, yerel yönetimlere madenlerden “pay verilmesi talebi”nde bulunmaktadır. Bu teklif, yerel yönetimlerin “mali desantralizasyon” değil
“mali federalizm” ilkesine göre kaynaklandırılmasını istemek demektir. 

‘Taraf’ HDP, hukuksal düzenlemelerin, AB projesi olan Bölgesel Kalkınma Ajansları temelinde 26 bölgeye özerklik verme temelinde yapılmasını dile getirmekle birlikte, bu isteklerini asıl olarak “Kürdistan” diye adlandırdıkları tek özerk bölge için sıcak tuttuklarını görmek zor değildir. 

Bu hedef, Anayasa’nın madde 3’ünde “Türkiye Devleti ülkesi ….. ile bölünmez bir bütündür”, yani üniterdir; federal ya da bölgesi devlet olmaz diyen maddesine çarpıp durmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, bütün güçlerini “Yeni Anayasa” için harcamak zorundadırlar. 

‘Taraf’ HDP’nin, CHP yönetimi tarafından da dile getirilmekte olan Terörle Mücadele Yasası’nın, Türk Ceza Kanunu gibi yasalardaki anti-demokratik düzenlemelerin kaldırılması talepleri, yukarıda açıklanan hedeflerin tamamlayıcılarıdır. 

HDP, bütün bunlara ek olarak tüm yasalarda “ayrımcı ve ırkçı” ifadelerin temizlenmesi hedefini de yazıya dökmüştür. Burada “ırkçı” ifadelerin ‘taraf’a göre ‘Türk’ sözcüğünden ibaret olduğu artık kimse için sır değildir. 

DEĞERLENDİRME

  • “Çözüm süreci”, Türkiye’de ulusal ve üniter devlet örgütlenmesini dağıtma sürecidir. 

Bu girişim, ülkemizde etnik topluluklar ayrışmasına ve buna hızla eklenecek mezhepler kopuşuna sürükleyecek bir girişimdir. 

Bu girişimin sağlayacağı ileri sürülen “kalıcı barış”, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünün kaldırılması şartına bağlanmıştır. PKK/HDP’nin istediği, AKP Hükümeti’nin getirdiği ve CHP yönetiminin destek verdiği Tasarı, terörü Cumhuriyet Rejimi’ni teslim ederek
sona erdirmeye hizmet etmektedir. 

Hepimizin isteği terörün sona erdirilmesidir. 

Ama bunun bedeli milliyetlere ayrışmak ve toprakta egemenliğin paylaşılması ise, Türkiye kendinden vazgeçerek teröre teslim oluyor demektir. 
Bu ise terörün sona erdirilmesi değil, ülkeyi bir bütün olarak büyük teröre sürüklemek anlamına gelir. 

  • Ülkemizin dağılma sürecine destek vermemiz, elbette mümkün değildir.

Geçmişimiz ve Geleceğimizdir Köylerimiz…


Arşivimizden…

Dostlar,

6330 sayılı Büyükşehir Yasası, 30 Mart 2014 yerel seçimlerinin ardından yürürlüğe girdi. Son derece köklü ve ağır değişimleri bedeller söz konusu.. Ne var ki,
yaygın toplum kitleleri durumun ciddiyetinin ayırdında değil.  

Küresel sermaye ve yerli işbirlikçileri kentsel rantlarla yetinmek niyetinde değil..
Köysel alanlarda yabancılara toprak satışı ve yerleşme izni, 1924 tarihli ve 442 sayılı Köy Yasası uyarınca olanaklı değildi, bu kritik engel de aşıldı. Yeni B2 arazileri yaratma olanağı doğdu.. Örneklerini İzmir, Bodrum, Muğla… görmeye başladık.. Valilikler kırsal taşınmazları diledikleri belediyelere aktarıyor (politik Rant transferi!);
tüm il halkının malı olan Özel İdare mülklerini peş keş çekiyorlar.. Belediyeler de talan mantığıyla haraç – mezat özelleştirerek yerli – küresel sermayeye ikram ediyorlar..

  • Bunca açgözlü ve devasa yağma – talan, klasik sömürgecilik dönemlerinde ne Asya’da, ne Güney Amerika’da ne de Afrika’da görüldü!

Yazıklar olsun AKP iktidarına.. Tarihsel vebali öyle büyük ve öyle dönüşümsüz ki!

Kendine yetebilen milyonlarca üretici köylü, özyeterliğini yitirerek bağımlı kılınacak..

Küresel sermaye bir yandan kentsel rantları devşirecek, bir yandan da kırsal kaynakları. Türkiye alttan ve üstten (kırdan ve kentten) küresel sermaye baskısı ile çok daha
hızlı dönüştürülebilecek, yani küresel sisteme çifte baskı ile ve hızla eklemlenerek postmodern sömürge kılınması hızlandırılacak..

Tüm bunlar, kökü dışarıda makropolitikalarla Anadolu köylüsüne dayatılırken,
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı da hiçe sayılarak, sınır değişimi,
1500 dolayında belediyenin kapatılması konusunda görüşü de alınmaksızın..

Mülki yönetim, yerel yönetim lehine demokratikleşme – yerelleşme masallarıyla geriletilip – daraltılırken; Ülke bir yandan da eyalet yönetimlerine – federalizme taşınacak..

Seçimle gelen büyükşehir – bütünşehir belediye başkanı geniş yetkileriyle
özeksel (merkezi) yönetimin atadığı geleneksel mülki amir Vali’nin önüne geçirilecek.. 

Türkiye bir de Avrupa Bölgesel Yönetimler Özerklik Şartı‘na taraf oldu mu,
26 Bölgesel Kalkınma Ajansı‘nın öncülüğünde başı göğe erecek..
Belki de başlangıç için 26 Eyalete, Federal sisteme ve Başkanlık Rejimine geçecek..

Yerel seçimlerin telaşı içinde bunları yazma fırsatı bulamamıştık..
Sayın Arzu Kök‘e teşekkür borçluyuz.

Vurgulayalım ki; sorun salt “köy nostaljisi” ile sınırlı veya ondan ibaret değil..

  • Büyükşehi Belediye Yasası rejimi ile Türkiye’nin büyük bir hızla ve gaddarca emperyalist tasfiyesidir yüz yüze geldiğimiz ve ne acı ki yine yerli işbirlikçiler sayesinde!
  • Nüfusu 750 bini aşan her şehir, otomatik olarak boynunu 6360 sayılı yasanın giyotinine uzatacak iliğine – kemiğine dek sömürülecektir..
  • Eğer bu yasa ilk fırsatta geri çekilmez, bir biçimde Anayasa Mahkemesi önüne götürül(e)mezse..
  • CHP, MHP olup bitenin ne denli ayırdında acaba??

Sevgi ve saygıyla
10.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Geçmişimiz ve Geleceğimizdir Köylerimiz…

Anadolu merkezidir birçok medeniyetin. Bir düşünürdür Anadolu. Düşündükçe var olur. O’na zapt edilen düşüncelerle barışık olmuştur asırlardan bu yana ve tanışıktır hepsiyle. Ama ideolojik safların arasında itile kakıla bugünlere getirildi. Bir yanda kentler kuran Devlet şirketleşmekte, düşüneni ise para uğruna yok etmektedir. Bu nedenledir köylere düşmanlık. Anadolu’ya yayılan köylerimiz temelidir kültürümüzün. Köyler olmadan olanaksızdır geçmişle gelecek arasında bir bağ kurabilmek. İşte bu nedenledir ki,
yok edilmeliydi köyler ve çıkarıldı bir yasa. “Büyük şehir yasası” dendi adına
(AS: 6330 sayılı 2012 tarihli yasa). Bu yasa ile de büyükşehirlerdeki 16 bin köyün
tüzel kişiliği kaldırılıyor. Her biri mahalle oluyor. Bu yasa Anadolu köyleri ve kültürüne
büyük bir darbe vurmak için hazırlanmış adeta. Tümüyle İtalya modeli olan yasa,
tüm (AS: Köy tüzel kişiliğinin) mal varlıklarının belediyelere devredilmesini sağlayacak.

Seçimler yapıldı (AS: 30 Mart 2014 yerel seçimleri) ve artık yürürlüğe girecek bu yasa. Yok olan köylerde yetki devri gerçekleşecek. Tüzel kişilik hakları kaybolacak.
Gelirler ticari şirketler, belki de çok uluslu şirketlerin eline geçecek.

Küçük ölçekli hayvancılık ve tarım faaliyetleri yok olacak.

Fabrikalaşmanın getireceği, sanayileşmiş ve kaybolacak doğal beşeri özelikler
yok olacak. Hayvansal ve tarım üretimi şirketlerin eline geçecek. Her şeyden önce kadim Anadolu düşüncesi yok olacak, devletin resmi bilgi ideolojisi yerleşecek. Köy arazileri TOKİ vb. şirketlerin yatırımlarına açılabilecek. Doğanın düşüncesi yok olup, plastik bir yaşamın yerleşmesi sağlanacak.

Başbakan mitinglerde konuşurken köylülerin büyükşehir yasasıyla rahata kavuşacağını belirtiyor. Ancak yasa uygulamaya girdiğinde bunun hiç de öyle olmayacağını görecek herkes. Evinin yanına bir kümes bile yapsa bunun için büyükşehir belediyesinden
ruhsat alma zorunluluğu ile karşılaşacak. Bunların hepsi de ekonomik külfet getirecek. Hatta ölülerini bile mezarlığına defnederken izin sorunları yaşayacak köylüler.
Bu konudaki duyurular mezarlıklara asılmaya başlanmış bile.

Büyükşehirlerdeki 16 bin köyün tüzel kişiliği tek bir cümleyle yok edildi. Hepsi bir kalem ile kentli (mahalle!) yapıldı. 2012’de halkın %77.3’ü il ve ilçe merkezlerinde oturuyordu. Yasa ile 14 ilin de büyükşehir belediyesi statüsüne geçmesi ile toplam 30 ilde, belde ve köylerin ilçe belediyelerine mahalle olarak katılmasıyla kentli oranı %91.3’e yükseliverdi. Yani bitirdiler nihayet köylüyü. Köylü kalmadı memlekette. (AS: Kocaeli ve İstanbul’da bu yasadan önce tüm köyler mahalleye dönüştürülerek mülki il sınırı belediye alanı ile eş kılındı.. 40 bin değik artık 17 bin dolayında köyümüz var..)

Dünyada da, küçük ve orta ölçekli tarım işletmeleriyle yapılan aile çiftçiliği, bir başka deyişle köylü çiftçiliği endüstriyel dev ölçekli işletmeler ile bitirilmek isteniyor.
Bu şekilde köylerin boşaltılmasıyla köylüler kentlere gelecek, ancak iş ve aş bulamayacak yoksul köylülerin denetimi daha kolay olacak.

  • Geçmişini ve geleceğini yitiren köylü düşünemeyecek
    ve istenildiği gibi yönlendirilecek. 

Büyükşehir Yasası ile neler mi değişecek? Bakalım:

* Köylerin, meraların, sulak alanların ve tarlaların iskâna açılması olanaklı oluyor.
* Orman köylerinin kentsel ranta açılması kolaylaşıyor,
yabancılara toprak satışının önü açılacak.
* Köyler; personelini, taşınır ve taşınmazlarını ilçe belediyesine 1 ay içinde bildirecek.
* Köylerde, tarım/köylü işletmeleri dahil her türlü esnaf işletmeleri
ruhsat alacaklar.
* Köylerde emlak vergisi, Belediye vergileri, harç ve katılım payları 5 yıl sonra alınmaya başlanacak.
* Belediye hizmetlerine ulaşmak daha da zorlaşacak ve hizmetler pahalılaşacak.
* Yasa ile köylü kendi yaşam alanı üzerindeki tüm yönetim haklarını yitirmiştir.
Köy alanlarının rantı belediyelere aktarılmaktadır.
* Köylüler ücretsiz eriştiği altyapı hizmetleri için bedel ödemek zorunda bırakılmaktadır.
* Yasa ile küçük ve orta ölçekli işletmelere sahip köylüler daha da yoksullaşacak ve yok olmak üzere üretim dışına itilecek.

Tüm bu olumsuzluklar bugünden (AS: 31 Mart 2014) başlayarak hız kazanacak. İlçelerde Tarım ve Hayvancılık Müdürlükleri tarafından köy muhtarlıklarına iletilmek üzere hazırlanan yazılarla, yerleşim alanlarına yakın bölgelerde hayvancılık yapılmasının “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu” (AS: 1593 sayılı ve 1930 tarihli) gereğince yasaklandığı bildirildi bile. Buna göre ilçe merkezi, belde ve köylerdeki ahır, ağıl ve kümeslerin acil olarak kaldırılması istenecek. Peki ama yalnızca birkaç ineği, keçisi, tavuğu olan köylüler ne yapacak? Yerleşim alanı dışına çıkarılması istenen
bu yerler için tüm köylülerin arazisi var mı? Veya varsa da bu arazilere bir yapı inşa etme şansları var mı? Her gün oraya gidip gelme şansları var mı? Köylüleri böyle mağdur etmek ne denli ahlaksal, ne kadar vicdana uyar?

Köy, köktür ve tohumdur.
Köy, hem geçmişimiz hem geleceğimizdir.

Tüketen insanın savaşların içine sürüklendiği bir çağda, köyler sakince üreten geçmişle geleceğin harmanlandığı yerler olarak varlığını sürdürmelidir. Yeryüzünün ilk köyünün kurulduğu Anadolu’da binlerce köyün üzerini tek bir cümleyle çizmek olanaklı mı?

Aslında bu yasa bir toplumun kendi kökleriyle çatışmasından başka bir şey doğurmayacak. Sizce hangi çatışma bundan daha tehlikeli olabilir ki?

Kökleri yiten bir düşüncenin geleceğinde kopukluk, ileriye bakan Türkiye için
tehlikeli değil midir?

Binlerce köyü tek bir kalemle çizmek, fabrikasyon sebze-meyve, GDO’lu ürünlerle büyütülen çocuklarımız, yok olan kültür değerlerimizden başka ne bırakabilir ki.

Arzu Kök
31 Mart 2014

ÖDÜLLÜ SORULAR

 

ÖDÜLLÜ SORULAR

erdem_akyuz

 

 

Av. A. Erdem Akyüz
erdemak@gmail.com  

 

Bugün sizlere düşündürücü ve eğlendirici bir test sunmak istiyoruz.
Sorular ve yanıtlar tanıdık. Değerlendirme ve ödülü altta bulacaksınız.

1.- Ülkemizde oluşan yeni suç türü bunlardan hangisidir ?

a) Yasa dışı elde edilen paraları, kundura kutularında saklamak,
b) Para sayma makinalarında sayarak sıfırlamak,
c) “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” demek.

2.- Basın yayın kuruluşları yolsuzluk olayları karşısında ne yapar ?

a) Karşı çıkar
b) Olayı duyurur
c) Penguen belgeseli yayınlar

3.- Vatandaş olarak yaşadığımız tutukluluğun süresi ne kadardır ?

a) Beş yıl,
b) On yıl,
c) Ömür boyu.

4.- Önce çocuğunu üniversiteye yollamak için ekmeğinden ve boğazından keserek sayısız fedakarlık yapan, sonra üniversite öğrencilerini dövenler kimlerdir ?

a) Fakülte Dekanı
b) Üniversite Rektörü
c) Polis

5.- Ne çalınır ?

a) Teneke
b) Trompet
c) Para

6.- Yolsuzluk yapanın yanına (…) ne kalır ?

a) Zarar
b) Ziyan
c) Kar

7.- Yedi ayda yazılamayan mahkeme kararı on beş günde nasıl yazılır ?

a) Yazı tura atarak
b) Fal açarak
c) Kopyala yapıştır yöntemi ile

8.- Seçimlerde hile olur mu ?

a) Olmaz mı ?
b) Olmaz olur mu ?
c) Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz.

9.- Ülkemizde bunlardan hangisi kapatılır ?

a) Meyhane
b) K..hane
c) Dershane

10.- Bursaspor kulubünün cezalı olduğu için yalnızca kadınların ve çocukların katılabildiği maçında, kadınlar ve çocuklar hangi sloganı atarak kulübün tekrar
ceza almasına neden olmuşlardır ?

a)     İ… hakem
b)    Hakem dışarı
c)     Hırsız var

11.- Ülkelerinde karışıklık çıkan devletler en çok neden yakınmaktadırlar ?

a) Ülkelerinin karışmasından
b) İtibarlarının zedelenmesinden
c) Türkiye’ye benzetilmekten

12.- Bilinen bir partinin “demokratik özerklik ilanı” açıklaması ne anlama geliyor ?

a) Birleştirici
b) Bölücü
c) Suç işlemek

13.- Özel yetkili mahkemeler neden kaldırıldı?

a) Demokrasiye aykırı olduğu için
b) Özgürlüklere aykırı olduğu için
c) İşlevini gördüğü için

14.- Özel yetkili mahkemelerin, tahliye isteklerinin reddedilmesi ve
tutukluluğun devamı yolundaki kararlarının gerekçesi ne olmuştur ?

a) Sanıkların kamuoyunu etkileyecek olmaları
b) Propaganda yaparak medyayı uyarmaları
c) Açıklamaları ile davayı itibarsızlaştırmaları

15.- Tutukluluk süresi neden beş yıla indirildi ?

a) Demokratik nedenlerle
b) On yıl uzun olduğu için
c) Yeni suçlara tehlike arzettiği için

16.- Halka açıklanan tape ve CD’ler hakkında ne düşünüyorsunuz ?

a) Yayanlar suçlu
b) Okuyanlar suçlu
c) Asıl suçu işleyen suçsuz

17.- Türk insanı çok beceriklidir. En olmadık şeylerden neler yapar ?

a) Patlıcandan reçel
b) Kabaktan tatlı
c) Hıyardan ..ne yapar.

*****
Eğer soruların yanıtlarından “a” şıkkını seçti iseniz, işiniz iş.
Suya sabuna karışmadan, Türkiye’de çok rahat yaşabilirsiniz.

Eğer çoğunluk olarak “b” şıkkını seçti iseniz işi idare ediyorsunuz demektir.

Yok eğer “c” şıklarını seçti iseniz “Mustafa Kemal’in askerleri” ndensiniz.
İşiniz zor ama onurlu.

Böyle bir bilmecenin ödülünü sizlerden bekliyoruz.
Lütfen ödül olarak, birkaç soru da siz yollayınız, biz yayınlayalım.

 

ADD DANIŞMA TOPLANTISI SONUÇ BİLDİRİSİ

ADD_logosu_adiyla

 

ADD DANIŞMA TOPLANTISI
SONUÇ BİLDİRİSİ
 

 

 

  • 6 Temmuz 2014’te yapılan ve Genel Yönetim, Denetleme, Disiplin, Bilim-Danışma Kurulu üyeleri ile Şube başkan veya temsilcilerinin katıldığı toplantıda alınan kararlar aşağıdadır :

Genel Merkezimizce bugüne dek farklı zamanlarda nasıl bir Cumhurbaşkanının Atatürk’ün koltuğuna oturmaya aday olabileceği konusunda açıklamalar yapılmıştır.

19.06.2014 tarihli açıklamamızda; Cumhurbaşkanının yapacağı yemine sadık kalması gerektiği, siyasal partilerin aday belirleme sürecinde Derneğimizin görüşünü almamasının son derece düşündürücü olduğu, seçim sürecinde Cumhuriyetin niteliklerini tartışmaya açacak adayların tarafımızdan desteklenmeyeceği ve seçimde taraf olacağımız vurgulanmıştı.

28.06.2014 tarihli 2 sayılı basın açıklamamızda ise, Derneğimizin nasıl bir Cumhurbaşkanı istediği, seçime ilişkin tavrımızın ne olacağı, Cumhurbaşkanı adayını belirleme görevi ve sorumluluğunun TBMM’deki milletvekillerinde olduğu, Derneğimizin görüşünü almayan siyasilerin bu sürecin doğal sorumlusu olduğu, bu nedenle toplumu rahatlatacak çalışmayı onların yapması gerektiği vurgulanmıştı.

Derneğimiz tüm bu süreçte, siyasal partilerden bağımsız olarak, toplumun güveni doğrultusunda aday adları üzerine bir açıklama yapmamış, ancak kuruluş ilkelerimize uygun değerlendirmelerde bulunarak Cumhurbaşkanı adayı niteliklerinin ne olması gerektiğini halkımızla paylaşmıştır.

Adaylar netleştikten sonra yapılan 3 sayılı basın açıklamamızda ise, Cumhurbaşkanı Seçimi Yasası’nın 11. maddesindeki “diğer kamu görevlileri” tanımlaması ve Anayasa’nın md. 128-1’de düzenlenmiş olan “diğer kamu görevlileri” tanımlaması birlikte değerlendirilmiş ve adaylar arasında bulunan, halen Başbakanlığı yürütmekte olan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu görevden istifa etmesi gerektiği belirtilmişti.

6 Temmuz 2014’te yapılan danışma toplantısında bu konular ayrıntılı biçimde ele alınmış, Cumhurbaşkanlığı konusunda önümüzde olan 4 seçenek

1- AKP’nin adayı
2- PKK- BDP-HDP’nin adayı
3-CHP-MHP-DSP-DP ve BTP’nin adayı
4- Boykot tartışılmıştır.

Bu seçenekler, 30 Mart 2014’te yapılan yerel seçimlerin sayısal verileri, Cumhurbaşkanı seçiminin olası tüm olumsuzlukları ve önümüzdeki genel seçimlerin önemi ile birlikte değerlendirilerek, Cumhuriyeti bölmeyi ve dönüştürmeyi amaçladığı açıkça belli olan adaylara karşı sandığa yoğun katılımın sağlanması konusunda görüşbirliğine varılmıştır.

Üstelik, siyasal iktidarın, Cumhurbaşkanlığı oy pusulaları için ihaleye çıkılırken, nedeni belirsiz bir referandum için de ihaleye çıktığı haberleri basında yer almıştır.

Bu durum karşısında, Kurucu Genel Başkanımız Prof. Dr. Muammer Aksoy’un 1989’da Turgut Özal’ı hedef alarak söylediği, “Pek yararlı olacak bir cumhurbaşkanını bulmaktan daha önemli olan, çok zararlı olabilecek bir kişinin Cumhurbaşkanı seçilmesini önlemektir.” sözleri ne yazık ki bugün için de geçerlidir.

Bu dönemde Atatürkçülere düşen görev, sandığa giderek demokratik, laik, cumhuriyet yıkıcıları ve bölücülere karşı birlik olmaktır. Ancak bilinmelidir ki, aday belirleme sürecine ilişkin yapılan yanlışlıkların hesabı da, istenilen sonuç alınsın ya da alınmasın, seçim sonrasında ilgili parti yöneticilerinden sorulacaktır. Bu bir yurttaşlık görevidir.

Derneğimiz partiler üstü bir çalışma anlayışına sahiptir. Atatürk ilke ve devrimlerinin savunucusu olarak bu seçimlerde,

  • herhangi bir aday için açık ya da kapalı destek kampanyası yürütülmeyecek, 

çalışmalarımız kuruluş ilkelerimize uygun sürdürülecektir. Örgütsel disiplin ve bütünlüğümüz, önümüzde bizleri bekleyen büyük mücadelelere hazırlık açısından son derece önemlidir.

Saygıyla duyurulur.

ADD GENEL MERKEZİ

06.07.2014, Ankara