Türker ERTÜRK : DERS ALMAK

DERS ALMAK

portresi_sade

Türker ERTÜRK

Geçtiğimiz Pazar (16 Mart 2014 ) Bahçeşehir Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) tarafından 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferinin 99. Yıldönümünü kutlamak ve Şehitlerimizi anmak amacıyla düzenlenen etkinliğe çağrılıydım.

Etkinlikte Çanakkale cephesini, bu cephenin Birinci Paylaşım Savaşı (1914-18) içindeki yerini, savaşın neden ve sonuçlarını anlatmaya çalıştım. Doğallıkla bu anlatım içinde Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Atatürk’ten söz etmemek cahillik veya satılmışlık olurdu.

Ama 18 Mart günü Çanakkale’de yapılan törenlerde ise Başbakan
Tayyip Erdoğan
 ne Mustafa Kemal Atatürk’ün adını ağzına aldı ne de
Atatürk Anıtına
 çelenk koydu. Erdoğan’ın tek derdi kendinin ve partisinin
kof propagandasını yapmaktı.

ASALA’dan hiç söz etmedi

Tarihimize ve kurucumuza karşı yapılan düşmanlık yalnızca Çanakkale ile sınırlı da değildi. Yine 18 Mart’ta Şehitler günü dolayısıyla Cebeci Kabristanlığında  Ermeni terörünün katlettiği diplomat şehitlerimiz anılırken, her yıl olduğu gibi şehitlerimiz için mevlit ve Fatiha okumak üzere Dışişleri Bakanlığı’nın bulduğu imam, geçtiğimiz yıllarda yapılan törenlerin aksine ilk kez Atatürk’ten söz etmedi. Ayrıca Davutoğlu yaptığı konuşmada 36 diplomatımızı şehit eden
ASALA ve Ermeni teröründen hiç söz etmedi.

Bu yazımı okuduğunuz sırada bir dizi konferans için ben yine Almanya’da olacağım.
Yapılan bu hainlikleri, emperyalist işbirlikçiliğini, göz göre göre ülkemizin iç savaşa, bölünme ve parçalanmaya doğru nasıl ve kimler tarafından sürüklendiğini anlatacağım.

Ermeni, Kürt ve Türk

Bugün size, yaşadığımız bu günler için ders alınabilecek bir öyküyü aktarmak istiyorum; Eski günlerde Doğu Anadolu’da bir Ermeni, bir Kürt ve bir Türk arkadaş kırsal bir alanda kasabaya giderlerken biraz da açlıktan olsa gerek, çekiciliğine dayanmayıp
özel bir bağa girerler ve başlarlar iştahla üzümlerini yemeye.

Çok geçmeden bir hışımla, elinde sopası olan bağın sahibi gelir 3 arkadaşın yanına. Sorar sinirli biçimde :

“kimsiniz ve izinsiz nasıl girersiniz benim bağıma?” diye.

Bre zındık!

Üç arkadaş kim olduklarını anlatır, aç olduklarını bunun için girdiklerini söylerler
ama bağ sahibi olan Türk’ü ikna edemezler. Elinde sopası olan bağ sahibi döner Ermeni’ye “Bu Türk kanım, bu Müslüman Kürt canım dindaşım, ya sen! Senin ne işin var bre zındık benim bağımda?!” der.
Elindeki sopayla girişir Ermeni’ye, ağzını burnunu kırar ve kanlar içinde yere düşürür.

Bağ sahibi bu sefer Kürde döner “Hadi bu Türk, hem kanım hem canım
hem dindaşım, ya sen! Ne işin var izinsiz benim bağımda!?”
 der ve girişir Kürde, onu da haklar ve kan revan içinde Ermeni’nin yanına yere serer.

Ulan deyyus!

Ve döner Türk’e; “Ulan deyyus ne işin var benim bağımda, hırsızlık yapmaktan utanmıyorsun? Şerefsiz!” der, Allah yarattı demez ve vurmaya başlar. Dayak yiyen Türk’ün “Ama ben Türk’üm ve Müslümanım!” haykırışları bir işe yaramaz ve sonu öbürlerinden farklı olmaz. O da kanlar içinde arkadaşlarının yanına düşer.

İniltiler ve kanlar içinde yerde yan yana yatan üç arkadaştan Kürt olan Türk’e döner :
“Yanlış yaptık Ermeni’yi vermeyecektik.” der.

Yanlış hesap Bağdat’tan döner

Bu öyküden esasında alınacak iki önemli ders vardır :
Birincisi; yazgı birliği içinde bulunduğunuz arkadaşlarınızı, birlikte olduklarınızı, örgütünüz içinde yan yana bulunduklarınızı asla ve asla satmayacaksınız.
Birlik içinde olduğunuz veya olmak zorunda bulunduğunuz insanlarla aranızda varolan her çeşit farklılıklarınızın sizi ayrıştırmak, bölmek, parçalamak, zayıflatmak ve yutmak için bir silah olarak kullanılacağından kuşku bile duymayacaksınız.
Sarı öküzü vermeyeceksiniz!

İkincisi: Size yönelik tehditleri nesnel bir güç karşışalaştırması sonucuna göre bir öncelik sırası üzerinden bertaraf etmelisiniz. Gerekirse bir sonraki hamlede tesirsiz hale getirilecek bir tehdit ile bir önceki hamlede denetimli ittifak bile yapılabilir.
Eğer gücünüz sınırsız ise tabii ki sorun yok!

Bağın sahibi Türk, bağına yönelik tehdidi (Ermeni, Kürt ve Türk) öncelik sırasına koyarak, arasında ayrıştırarak ve ittifaklar kurarak değil de aynı anda yok etmeye çalışsaydı, bu yanlış hesap pek olası ki Bağdat’tan dönecek ve kendisi hastanelik olacaktı. (22.3.14)

Saygılar sunarım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir