Ali Kayahan ya da Gerçek Bir Kontrgerilla hikayesi

Merdan YANARDAĞ
YURT,9.2.14
Ali Kayahan ya da Gerçek Bir Kontrgerilla hikayesi

Bu hafta gündemin dışına çıkarak size gerçek bir hikaye anlatacağım. Bu topraklarda yaşanan bir hikaye bu. Ülkenin neden bugünlere geldiğinin yanıtı bu hikayede açık şekilde yer alıyor. Aslında konu, gündemin tam ortasında. NATO’ya bağlı olan, ABD Savunma Bakanlığı Pentagan’dan yönetilen, Ordu ve Emniyet’te örgütlü, sivil unsurları bulunan halk düşmanı terörist bir örgütün hikayesi. Yasa ve hukuk dışı bu örgüt, Türkiye’deki bütün faşist ve gerici darbelerin de tertipçisi. İtalya’daki adı Gladyo, Türkiye’deki adı ise Kontrgerilla.

Bize “Ergenekon” adıyla çakma bir yapılanmayı “derin devlet” diye yutturmaya çalıştıkları bugünlerde, anlatacağım hikaye önem taşıyor.

Çünkü asıl Kontrgerilla/Gladyo yerinde duruyor. Üstelik “Ergenekon” operasyonlarını da bu örgüt yapıyor. Toplumun zekâsıyla alay ediliyor.

Biz gerçek derin devleti tanıyoruz. Tanıyoruz, çünkü faşist ve gerici darbelere karşı biz direndik. Kontrgerilla ile biz mücadele ettik. Bu topraklarda Kontrgerilla ile savaşımın onuru muhalif aydınlara, yazarlara, gazetecilere, yurtseverlere, devrimcilere ve sosyalistlere aittir.

Bu nedenle biz “Ergenekon” adı verilen çakma örgüt ile Kontrgerilla yapılanması arasındaki farkı biliriz. Çünkü biz onun hem muhatabı hem de mağduru olduk. Kontrgerilla tezgahlarında işkence gördük, arkadaşlarımız bu sorgularda yaşamlarını verdiler.

TÜRKİYE’NİN GÖZALTINDA İLK SİYASAL KAY(I)BI
Ali Kayahan, Türkiye’nin gözaltında kaybedilen ilk siyasi “sanığı” ve ilk devrimci arkadaşımızdır. Türkiye sosyalist hareketinin ikinci kuşağı diyebileceğimiz 1968 devrimci gençlik hareketinin, o görkemli yükselişin önde gelen isimlerinden biridir. Gözaltına alındığında Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi (Yıldız Mühendislik) diye bilinirdi, şimdi Yıldız Teknik Üniversitesi’nin son sınıf öğrencisiydi.

Geçen perşembe (6 Şubat) onun gözaltına alındığı gündü. Ali Kayahan, 6 Şubat 1973 günü, yani tam 41 yıl önce gözaltında tutulduğu İstanbul Harbiye’deki Merkez Komutanlığı’nın içinde bulunan Kontrgerilla karargahında işkence sonucu öldürüldü. Dahası kaybedildi. Bütün kayıtlar yok edildi. Cesedi bulunamadı, nereye gömüldüğü ya da atıldığı hâlâ bilinmiyor. Ali Kayahan 1947 doğumlu. Fürüzan’ın “47’liler” adlı romanında anlattığı kuşağın kahramanlarından biriydi. Ve 41 yıl önce 26 yaşında 6 Şubat günü gözaltına alındı ve kaybedildi.

Ali Kayahan, dönemin her devrimci üniversite öğrencisi gibi okulunu (gençlik hareketi içinde kalmak için belki de) uzatmıştı. Cumhuriyet döneminin en büyük ikinci aydınlanma dalgasını ve entelektüel atılımını yaratan kuşaktandı. Ülke ölçeğinde yükselen sol dalgayı hazırlayan ve sosyalizmi geniş kitlelerle buluşturan yurtseverler arasındaydı. Bugün bu ülkede sol adına ne varsa, temelinde onların büyük emeği bulunmaktadır.

Ali Kayahan, genel başkanlığını Deniz Gezmiş, genel sekreterliğini de Mustafa İlker Gürkan’ın yaptığı Devrimci Öğrenciler Birliği’nin (DÖB) kurucuları arasındaydı. Daha doğrusu bu damardan geliyordu. DÖB ile Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) birleşerek Dev-Genç kurulunca, bu efsanevi gençlik örgütünde yer aldı.

Ali Kayahan, 12 Mart 1971’de yapılan askeri darbeye karşı direniş hareketine tereddütsüz katıldı. Bu direnişin örgütlenmesinde görev aldı. Bu amaçla kurulan Haziran Hareketi adlı yer altı örgütüne katıldı.

GÖZALTINA NASIL ALINDI?
Ali Kayahan, 6 Şubat 1973 günü, arkadaşı Mustafa Üstüntaş ile buluşmak için gittiği Haseki Hastanesi önündeki durakta saat 15:00’de polisler tarafından gözaltına alınıyor. Oradan, Harbiye’deki eski Harp Okulu binasındaki Merkez Komutanlığı ve Jandarma Bölge Komutanlığı olarak kullanılan merkeze götürülüyor.

Bugün Askeri Müze olarak kullanılan Harbiye binası, dönemin Kontrgerilla merkezidir. Kontrgerilla hücrelerindeki işkence sırasında arkadaşları Mustafa Üstüntaş ve Erkut Selçuk ile yüzleştiriliyor. Üstüntaş ve Selçuk onu “Metin” diye tanıyor. Ali Kayahan, çok ağır işkenceye karşın konuşmuyor. Kimseyi ele vermiyor, dahası gerçek kimliğini bile açıklamıyor.

Dönemin Milli Demokratik Devrim (MDD) hareketinin önde gelen isimlerinden, sosyalist akımın Türkiye’deki ilk kurucu kuşağından Rasih Nuri İleri, Haziran Hareketi davasını da yazdığı, “Mihri Belli Olayı” adlı kitabında olayı şöyle anlatıyor:

“Davanın başından beri kimlikleri belli olmayan iki kişinin önce iddianamede sonra da sorgularda söz konusu edildiğini gördük. Bunlardan birinin adının “Hüseyin”, diğerinin ise “Metin” olduğu iddia edilmişti.(…) sonraları Hüseyin’in hayatta olduğu ortaya çıktı. Artık işkencede öldürüldüğünü iddia ettiğimiz kişinin “Metin” olduğu apaçık ortadaydı. Ancak açık kimliği bilinmiyordu.”(Rasih Nuri İleri, Mihri Belli Olayı, Anadolu Yayınları, s.805)

KAYIP İLANI
Askeri mahkeme, açık kimliği verilemediği için şikayet ve başvuru dilekçelerini işleme koymuyor. Derken 7 Mayıs 1974 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde bir kayıp ilanı çıkıyor.

“Yanda fotoğrafı görülen Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi öğrencilerinden Ali Kayahan, 6 Şubat 1973 tarihinden beri kayıptır. Kendisini tanıyan, bilen ya da akıbetinden haberi olanların ….. numaralı telefona bildirmeleri… Babası Osman Kayahan/Gönen.”

Askeri cezaevinde ilandaki fotoğrafı gören Mustafa Üstüntaş ve Erkut Selçuk, Ali Kayahan’ı tanıyor. Her ikisi de hemen birer dilekçe ile Sıkıyönetim Mahkemesi’ne başvuruyor. Davanın diğer sanıkları da arkadaşları Ali Kayahan için harekete geçiyor. Erkut Selçuk dilekçesinde şunları söylüyor:

“Ali’yi Harbiye’deki Kontrgerilla merkezinde gördüm. Yüzü tanınamayacak haldeydi. Gözlerini açamıyordu. Kendisine yapılan işkence sabaha kadar devam etti. Sabaha karşı koridorda koşuşturmalar başladı. Birisi “doktor çağırın” diye bağırıyordu. Bir müddet sonra sesler kesildi. O gün ifademi alanlara Metin’e ne olduğunu sordum. O’nun kaçtığını söylediler.”(Dilekçe için bkz. Rasih Nuri İleri, Mihri Belli Olayı, 2.Cilt, Anadolu Yayınları, s.808)

Erkut Selçuk ve Mustafa Üstüntaş, dilekçelerinde bir ay Kontrgerilla merkezinde kaldıklarını belirterek, mazgallı, küçük pencereli bir odada/hücrede elleri ve ayakları zincirli birinin, hem de 2-3 dakikada bir kontrol edilen bir kişinin, askeri gazino ortasındaki bir bölümden kaçamayacağının altını çiziyor. Ali Kayahan’ın yüzleştirme sırasında ayakta bile duramadığını söyleyen Üstüntaş ve Selçuk, işkenceli sorgu bitip önce Gayrettepe’deki Emniyet Birinci Şube’ye, oradan da askeri mahkemeye götürülürken, “Ali yanımızda yoktu” diyorlar.

Haziran Hareketi davasının tutuklu sanıklarından Süleyman Önen; gazete ilanından bir gün sonra 8 Mayıs 1974 tarihli, “1.Ordu Nezdinde 2 No’lu Askeri Mahkeme Başkanlığı’na” verilmek üzere hazırladığı dilekçeyi duruşmada okuyor. Çarpıcıdır. Aşağıda geniş bölümünü veriyorum:

“AMERİKANCI VATAN HAİNLERİ”
“Bugün mahkemeniz huzurunda, ülkemizdeki tüm devrimci yurtsever güçlere karşı, Amerikancı vatan hainlerince tertiplenen “Balyoz Harekâtını” uygulayan, uygulanmasına göz yumanlar tarafından işlenen bir cinayeti-kendileri tarafından çok iyi biliniyor- bir kere daha açıklıyorum” (…)

“Erkut Selçuk ve Mustafa Üstüntaş tarafından “Metin” olarak tanınan kişinin asıl kimliğini, 7 Mayıs 1974 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ndeki kayıp ilanındaki resminden görüp teşhis etmiş bulunuyorum” (…)

“Talebim, öldürülen Ali Kayahan’ın cesedinin bulunarak katillerin cezalandırılmasıdır (…) Kontrgerilla işkencecilerinin istekleri doğrultusunda ifade vermediği için öldürülen Ali Kayahan’ın önünde saygı ile eğilir, ölümüne uzak-yakın sebep olanları insanlık adına lanetlerim.” .”(Rasih Nuri İleri, Mihri Belli Olayı, 2.Cilt, Anadolu Yayınları, s.808-809)

Süleyman Önen’in bu sözleri üzerine toplu dava görülen salondaki bütün sanıklar ayağa kalkarak saygı duruşunda bulunuyor.

HARBİYE NASIL LEKELENDİ?
Osmanlı-Türk aydınlanması ve modernleşmesinin en önemli ocaklarından biri de Harbiye, Harp Okulu’dur. Harbiye; Mülkiye ve Tıbbiye ile birlikte bu toprakların en önemli, neredeyse yegane aydın kaynağıdır. Harbiye başta olmak üzere Mülkiye ve Tıbbiye öğrencilerinin oluşturduğu asker-sivil aydın kuşağı, hem mezunlarının 1908 Hürriyet Devrimi’ni (II.Meşrutiyet) hem de 1920-23 Cumhuriyet Devrimi’ni gerçekleştiren kadronun yetiştiği kaynaktır.

Entelektüel ortamı bu kuşak belirlemiştir. Deyim uygunsa, bu okullar devrim ocaklarıdır. Osmanlı Hanedanı’na karşı yürütülen muhalefetin yatağıdır.

Mustafa Kemal’in de mezun olduğu Harbiye, İstanbul’a adını verdiği semtte, Şişli-Taksim arasında bulunuyordu. Bugün Askeri Müze ve sergi salonu olarak kullanılan bu bina, Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar Harp Okul olarak hizmet verdi.

Okul Ankara’ya taşınınca önce Merkez Komutanlığı ve Jandarma Bölge Komutanlığı olarak kullanıldı, sonra (1975) Askeri Müze yapıldı. Bu amaçla tarihi binanın orta bölümleri yıkılarak çirkin beton bloklardan oluşan bir bölüm inşa edildi.

İşte bu Harbiye binası, 12 Mart 1971 darbesinde askeri gazinonun tam ortasında kurulan Kontrgerilla adlı hukuk dışı ve halk düşmanı suç örgütüne yataklık yaptı.

O Harbiye binasında Ali Kayahan gibi, hiçbir karşılık beklemeksizin kendisini bu topluma/ülkeye adayan devrimcilere ve gerçek yurtseverlere işkence yapılan sorgu merkezleri kuruldu.

HARBİYE NASIL YENİLDİ?
Cumhuriyet’in dinci gericiliğe teslim edilme süreci, Harbiye’de Ali Kayahan’ın katledildiği gün başladı. İşte o gün, bu ülkenin en pırıltılı evlatlarının biçilmesine yataklık eden Harbiye, İmam Hatip’e yenildi.

Çünkü 12 Mart 1971 darbesiyle, bağımsızlık savaşı ve kurtuluş mücadelesi içinden doğan TSK lekelendi. Ali Kayahan’ın kanının döküldüğü gün Harbiye, tarihsel misyonunu da yitirmeye başladı.

Çünkü kendi solunu, bu ülkenin en parlak çocuklarını, devrimcileri, gerçek yurtseverleri tasfiye eden Cumhuriyet, yanında muhafazakâr ve dinci gericilikten başka güç bırakmadı. Sabahattin Ali gibi bir aydınını, yazarını öldürdü. Nazım Hikmet’i şiirleri nedeniyle yıllarca zindanlara attı. Hababam Sınıfı’nın yazarı Rıfat Ilgaz’ı bile, kitabında “sınıf” geçiyor ve böylece “komünizm propagandası yapıyor” diye tutukladı.

SİLİVRİ NEDEN DEĞİL, SONUÇ
Harbiye, Ali Kayahan’ın kanını döktüğü gün teslim olacağı yola girmiştir. Savaşı o gün kaybetti çünkü. Bugün Cumhuriyet, çapsız bir siyasal İslamcı iktidar ile kasaba yobazı cahil bir vaizin elinde bu nedenle oyuncak oldu.

Silivri’de sonuçlanan Ergenekon tertibi, neden değil, bir sonuçtur. Bugünün Türkiye’si o günlerde hazırlandı. Kendi devrimine, cumhuriyetine ve değerlerine ihanet edenler, sonuçta ülkeyi de düşmanlarının eline teslim etmiş oldular.

MUSTAFA KEMAL DE ORADA TUTUKLANDI
Harbiye’nin bodrum katları ve ek binaları, Osmanlı döneminde de Askeri Disiplin ve Cezaevi olarak kullanılıyordu. Mustafa Kemal, Harbiye’de askeri öğrenci olduğu yıllarda siyasi/devrimci faaliyetleri nedeniyle Abdülhamit’in hafiyeleri (gizli polis) tarafından tam 4 kez tutuklanarak Harbiye’deki hücrelere atılmıştı.

Mustafa Kemal’in atıldığı hücreler ile Ali Kayahan’a işkence yapılan odalar aynıydı. Her ikisini de Abdülhamitçiler tutuklamıştı aslında. TSK’nın hafızası NATO tarafından silinmişti.

Öyle ki Mustafa Kemal, Harbiye’nin parlak ve yüksek derece ile mezun olacak başarılı bir öğrencisi olmasına karşın, diploma alması tehlikeye girmişti. Saraya yapılan ihbarlar nedeniyle neredeyse mezun olamayacaktı. Kendisini seven okul komutanının araya girmesiyle ancak diplomasını alabildi.

Mustafa Kemal, annesinin ölümünden sonra mezarı başında yaptığı bir konuşmada, bu tutuklamalar nedeniyle annesinin kendisine çok ağladığını ve bu nedenle gözlerinin bozulduğunu anlatır.

GÖZALTINDA KAYIPLAR GÜNÜ
Ali Kayahan’ın arkasında hiçbir iz bırakılmadı. Onu sorgulayanlardan biri de daha sonra Siyasi Şube Müdürü olacak polis şefi Mete Altan’dı. Mete Altan’ın adı, 1 Mayıs 1977 katliamında da sık sık geçecekti.

Benim 1974’te katıldığım ilk siyasal etkinliklerden biri Ali Kayahan’ın işkencede öldürülmesini protesto toplantısı/eylemiydi. Ali Kayahan’ı Harbiye Kontrgerilla merkezinde gören iki kişiden biri olan Mustafa Üstüntaş ile Devrimci Liseliler Bir-liği’nde (Dev-Lis) birlikte olduk. Üstüntaş, Dev-Lis’in kurucularından biriydi. Dernek girişinde Ali Kayahan’ın posteri asılıydı. Rasih Abi (Rasih Nuri İleri) yıllar sonra benim ilk kitabıma (Kadro Hareketi) önsöz yazdı.

Ali Kayahan eğer işkencecilerin istediği gibi konuşsaydı, Mustafa İlker Gürkan da yakalanacaktı. Çünkü Gürkan’ın, Kayahan ile 6 Şubat 1973 tarihinden üç gün sonra randevuları vardı. Mustafa İlker Gürkan randevuya gitti, Kayahan gelmedi. Çözülmemiş ve arkadaşlarına gerekli zamanı yaratmıştı.

Dönemin gençlik liderlerinden, ‘68’li Mustafa İlker Gürkan şimdi Muğla Barosu Başkanı. Benim sevgili dostum ve avukatım. Mustafa Abi, Ali Kayahan’ın katilleri bulunup hesap sorulana kadar o randevuda onu beklemeye devam edecek. Ali Kayahan’ın Muğla’da başka dostları ve yoldaşları da var. Bunlardan biri de 8 Ağustos 2010 tarihinde yitirdiğimiz, mezarı Muğla’nın Bayır Beldesi’nde bulunan, hayatının son anına kadar Ali Kayahan’ın adını dilinden düşürmeyen, en yakını, ev ve okul arkadaşı Tahir Kaymak. Benim de tanımaktan mutluluk duyduğum Tahir Kaymak’ın yeğeni sevgili Umut Şimşek ise benim avukatım ve dostum Muğla’da.

Ali Kayahan, Türkiye’nin gözaltında kaybedilen ilk ismi. Kirli savaşın ilk kurbanlarından biri. Devrimcilerin ilk şehitlerinden bir direniş sembolü. Onun tertemiz anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Yukarıda anlattığım bütün nedenlerle Ali Kayahan’ın gözaltına alındığı günün, 6 Şubat’ın “Gözaltında Kayıplar Günü” olarak ilan edilmesini öneriyorum. İlgili kuruluşların gereğini yapacaklarına inanıyorum.

Evet biz Ergenekonu da tanırız, Kontrgerilla’yı da…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir