Günlük arşivler: 27 Ekim 2013

TÜRK DEVRİMLERİNE CAN VEREN SİHİRLİ SÖZCÜK “LAİKLİK” NEDİR?


TÜRK DEVRİMLERİNE CAN VEREN SİHİRLİ SÖZCÜK “LAİKLİK” NEDİR?

İzzet Polat AROLAT
Atatürkçü Düşünce Derneği
Bilim Danışma ve Yazı Kurulu Üyesi

Atatürk devrimlerinin özü; bağımsızlığını yitirmiş, bilimde, sanatta, teknikte,, ekonomide, yaşamın hiçbir alanında başarı göstermemiş koskoca bir
Osmanlı İmparatorluğu. Okuma-yazma oranı erkeklerde %10, kadınlarda %4.
Yıkılmış viran olmuş bir ülkeden, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmış,
halkı mutluluk içinde çağdaş bir ulus yaratmaktır.

Durumu kısaca özetlemek gerekirse; yükselme dönemi dahil, yönetim padişahların elindeydi, yasaları o koyardı. Dünya işlerine vezirler, din işlerine şeyhülislam bakardı. Hilafetin kabulü ile (1517) ve sonraki yıllarda din yönetim içinde gittikçe ağırlık kazandı. Bilim ve teknikten gittikçe uzaklaşıldı. Devlet din kurallarına göre yönetilmeye başlandı.
Oysa Batı toplumları, Rönesans ve Reform hareketleriyle Ortaçağ karanlığından kurtuldular. Bilim ve akıl tek yol gösterici olarak kabul edildi. Din giderek dünya işlerinden elini çekti. İnsanların vicdanlarında yüce yerini aldı. Aklın ve bilimin yol göstericiliği, beraberinde, bilimde, teknikte, sanatta, ekonomide yeni ufuklar açtı. Derebeyliklerin, imparatorlukların yerini cumhuriyetler aldı. Demokrasiye giden yolun önü açıldı.

Osmanlı Devletinde ise; matbaa 1450’li yıllarda icat edildiği halde Osmanlı Devletine 278 yıl sonra ancak girebildi. Osmanlı tebası Rumlar ve Ermeniler, kendi matbaalarını kurdular. İncil’i ve Tevrat’ı kendi dillerine çevirdiler. Kuran-ı Kerim 1931 yılında Atatürk’ün sayesinde Türkçe’ye çevrilebildi. Ezan halen Arapça okunuyor.
1450’li yıllarda İtalya’da üniversite kuruldu.

Fatih Sultan Mehmet ise Ali Kuşçu ve Molla Hüsrev’i medrese kurmakla görevlendirdi.
Yani 1500’lü yıllardan başlayarak Batı, din ve devlet işlerini ayırırken, aklı ve bilimi yaşamın bütün alanlarında yol gösterici olarak kabul ederken, bizim toplumumuz giderek taassubun pençesinde geriledi, durakladı, parçalandı.
Sanayide hiçbir başarı gösteremedi. Ticaret büyük ölçüde Rum ve Ermeni tüccarların elindeydi. Para ve güç Galata bankerlerinin eline geçmişti.
Devlet dış borçların faizini bile ödeyemez durumuna düşmüş,
vergilerini Duyun-u Umumiye aracılığı ile topluyordu.

Emperyalist ülkeler çökmüş devleti soymakla yetinmiyor, topraklarını da elerlinden alarak Türkleri Anadolu’dan sürmek istiyorlardı.

Birinci Dünya Paylaşım Savaşından yenik çıkmıştık. Sıra topraklarımızın paylaşılmasına gelmişti. İşte tam bu sırada Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal ortaya çıktı. Paşalar ve Türk halkı O’nun arkasındaydı. Dünyanın ilk Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Lozan’da sınırları çizilmiş bağımsız bir Türk Devleti kurulmuştu.
Sıra daha büyük, daha zor bir savaşa gelmişti. Çağdaş dünya milletlerinin eşit, çağdaş, saygın bir üyesi olmak.

Bu hedef daha büyük Devrimi gerçekleştiriyordu.
Büyük Atatürk işte bu devrimi gerçekleştirdi.

Batı toplumu Rönesans ve reform hareketleriyle sürekli ve hızlı bir değişim sürecine girmiştir. Derebeylikler yıkılmış, Kilisenin dinci taassubu, yani ortaçağ karanlığı yerini Aydınlanma devrimine bırakmıştır. İmparatorluklar Cumhuriyet’e giderek Demokrasiyle yönetilen Devletlere dönüşmüştür.

Bilimde, sanatta, teknikte hızlı bir gelişme olmuş kıtalar keşfedilmiş, deniz ticareti
başta olmak üzere, ekonomide büyük gelişmeler olmuştur.

1789 Fransız İhtilali kardeşlik – eşitlik – özgürlük hareketlerinin ateşleyicisi olmuştur.

Fakat bütün bu gelişmeler yıllarca süren savaşları da beraberinde getirmiştir. Yüzbinlerce insanın ölümüne neden olmuştur.
Eşitlik ve özgürlük sloganıyla başlayan aydınlanma hareketi,
aynı zamanda sömürgeciliği de beraberinde getirmiştir.

Ancak hiçbir bilgi birikimi olmayan yanmış yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden çağdaş uygarlık düzeyine erişmiş bir ülke kurma girişimi gerçekçi olabilir miydi?
Yukarıda işaret ettiğimiz gibi Batı’nın 500 yıla yakın sürede on binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan, bilim, sanat adamlarının ağır bedeller ödeyerek gerçekleştirdiği aydınlanma devrimini başarmak olanaklı olabilecek miydi?

  • Halk bilerek, isteyerek cahil bırakılmıştı.

Medreseler, tekkeler, zaviyeler elinde insanlar köleleşmişti. 13 milyon olan nüfusun yaklaşık yarısı sıtma, verem gibi salgın hastalıkların pençesine düşmüştü.
Genç nüfus büyük ölçüde savaş meydanlarında ölmüştü.
Nüfus çocuklar, yaşlılar ve kadınlardan oluşuyordu.

Kalkınmanın önündeki en büyük engel Saltanat kaldırılmıştı. Cumhuriyet ilan edilmişti.

Fakat en büyük hedef olan çağdaşlaşma nasıl gerçekleşecekti?
Kalkınmanın eşitlik ve özgürlük hedefini gerçekleştirecek sihirli sözcük “Laiklik” ti.
Cumhuriyet’in ayakta kalması beklenen amaçlara ulaşmada akıl ve bilim yol gösterici olacaktı ama sağlıklı kararlar verebilmek için kör inançlardan kurtularak,
aklın özgürleşmesi gerekiyordu.

İşte bu özgürleşmenin sigortası Laiklik olabilirdi.

Din işleriyle dünya işlerinin ayrılması, dinin insan vicdanındaki yüce yerini alması
ve dünya işlerini ise akıl ve bilimin yol göstericiliğiyle çözmek gerekiyordu.

400 yıl hilafetle yönetilmiş, geri kalmış yoksulluğun yazgı gibi kabul edildiği bir toplumda, aklı ve bilimi yol gösterici olarak kabul etmek pek de kolay değildi.
Toplumun yarısını oluşturan kadınların %4’ü okuma yazma biliyor ve sofradaki yeri öküzden sonra geliyordu. Çok kadınla evlilik, mirastan 1/2 oranında pay alma
yasal olmakla birlikte kadınların mirastan pay almaması dinin buyruğu algılanıyordu.

Kadınları yasa karşısında eşit duruma getiren Medeni Kanun kabul edilmişti. Mecelle’nin kaldırılarak İsviçre’den alınan medeni kanunun kabulü
çok büyük bir değişimdi.

Ekonomik kalkınma büyük başarıyla sürüyordu. Gerici ve bölücü güçlerin desteklediği başkaldırılar Devrimin kararlı yaptırımı ile önleniyordu.

Latin harflerinin kabulü Kültür Devrimi’nin dev adımlarından biriydi.
Kılık kıyafette yapılan değişiklikler bile gerici dirençle karşılanıyordu.
Fesin kaldırılmasında bile güçlükler çıkarılmıştı.

Takvim değişti. Ağırlık ölçüleri, çağdaş milletlerle aynı oldu.

  • Devrimin aydınlatma feneri laiklik, 1931’de Altı Ok‘un önemli bir ilkesi oldu.

Laiklik yalnız, din ve devlet işlerinin ayrılması değildir.
Aynı zamanda inanç özgürlüğünün bir güvencesidir.
Ayrıca tüm yaşamı kapsayan bir yaşam biçimidir.
Sanatta, bilimde özgürlüktür.
Sosyal yaşamda ayatta yol gösterici akıl ve bilimin dayandığı temel ilkedir.
Şeriata karşı Medeni Yasadır. Padişahlığa karşı Cumhuriyet, ümmete karşı millettir. Sosyal yaşamda kadın erkek eşitliğidir.
Kulluğa karşı, bireyin özgürlüğüdür.

Yani insanı insan yapan tüm girdilerin ana kaynağı, besleyicisidir.

Ulus olmanın olmazsa olmazıdır.
Laik olmadan bir ülke bağımsız olabilir mi?
Laik bir toplum mutlaka bağımsızdır.

Demokrasi, her anlamda gelişmiş toplumların yönetim biçimidir.
Bir ülke laikliği tüm bireyleriyle içselleştirmemişse o ülkede Demokrasiden
söz edilemez. Toplum ümmetten millete geçememişse o tür toplumlarda demokrasi olamaz.

Demokrasi fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür insanlar ister.

Özgür insan da ancak laik bir toplumda gelişir.

  • Ülkeyi yeniden ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyenlerin, en çok saldırdıkları, Devrimin laiklik ilkesidir.

Laik düşünce toplumda egemen değilse o toplum her türlü gerici akımın cirit attığı bir ortam oluşturur.

Cumhuriyet’in, Devrimciliğin, Halkçılığın, Milliyetçiliğin, Demokrasi’nin yaslandığı temel ilke Laikliktir.

Laiklik, İslam dinin yücelmesinin de temel ögelerinden biridir.
Atatürk, 1 Mart 1924’te TBMM’nin 2. dönem 1. toplanma yılını açarken,
sözü dine getirerek, bunun gibi mensubu olmakla içimizin rahat olduğu ve
mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri olabildiği gibi bir siyasa aracı olmaktan kurtarmak ve yüceltmenin gerekli olduğu gerçeğini işlediğini gözlemliyoruz.

Büyük Atatürk hurafeler elinde tutsak olmuş bir ümmet toplumundan;
medeni, çağdaş bir ulus yaratmak istiyordu. Kendi kararlarını kendilerinin verdiği,
özgür bireylerden oluşan bir toplum, elbette ki çağdaş ulus olmanın önkoşulu
laik eğitimden geçer. Şeyhler dervişler ülkesinde çağdaşlıktan söz edilemez.
Onun içindir ki, 29 Ekim Cumhuriyet’in ilanından dört ay sonra Tevhid-i Tedrisat adlı Öğretimin Birleştirilmesi yasasını çıkarmıştır.

Öğretimde birliği sağlamak amacıyla, daha sonra gerici kültür kaynakları medreseler, tekkeler, zaviyeler kapatılmıştır. Bu yolla çağdaşlaşmanın önündeki engeller kaldırılmıştır.

Din işlerine bakmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı durulmuştur.

Sonraki yıllarda Latin harflerinin kabulü ile okuma ve yazma kolaylaştırılmış,
geniş halk kitlelerine ulaşma olanağı doğmuştur.

Devrimlerin hemen hepsi dikkatle incelendiğinde, demokrasiye giden hedef
mutlaka görülecektir.

Demokrasi ise, başka girdilerle birlikte Laiklik ilkesine yaslanmaktadır.
Bir ülkede laiklik ilkesi içselleştirilmeden uygulanan demokrasi eksiklidir.
Giderek sömürge demokrasisine dönüşür.

Laiklik; her türlü inanç, gelenek ve toplumsal baskıdan kurtulmak ve
özgür davranmak demektir.

Her türlü gelişmenin büyülü anahtarı Devrimlerle birlikte Laiklik ilkesidir.

YARIN CUMHURİYETİ İLAN EDECEĞİZ…


YARIN CUMHURİYETİ İLAN EDECEĞİZ…

portresi2.jpg

Ahmet GÜREL 
ADD Bilim ve Danışma Kurulu Üyesi

 

90 yıl önce ilan edilen “Cumhuriyet”i, “Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar”
adlı kitabımdan alıntı yaparak sizlere aktarmak istiyorum. Anılarda; Atatürk’ün ağzından “Cumhuriyet” sözünü ilk defa ne zaman çıktığını ve Cumhuriyet’e gençlerin
nasıl sahip olacağını hep birlikte okuyacağız.

28 Ekim 1923 gecesi yemekte yaşananları Mazhar Müfit (Kansu) şöyle anlatır:

“Bir gece evvel beraberdik. Mustafa Necati Bey, Vasıf (Çınar) Bey, Yunus Nadi Bey, Mahmut Esat (Bozkurt) Bey ve sair arkadaşlar vardı. Mustafa Kemal Paşa gülerek;

  • ‘Ey, çocuklar, yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz’ dedi.

Ve bana döndü:
‘Erzurum’dan beri ağzından çıkarmadığın Cumhuriyetin işte zamanı geldi.
Yarın istediğin kadar Cumhuriyet diye açıkça artık bahsedebilirsin’ dedi.
Tabidir ki hepimiz son derece memnun olduk.”

Mazhar Müfit Kansu’dan bu konuda başka bir anı ise:

Eski Adalet Bakanı ve İzmir Milletvekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey bir gün
Mustafa Kemal’e başvuruyor:

‘Paşam Üniversitede devrim tarihi derslerinde okutmak üzere tarafınızdan
‘Cumhuriyet’ sözlerini ilk önce nerede, ne biçimde ve kimlerin arasında söylediğinizi öğrenmek istiyorum?’ Diyor. Gazi Mustafa Kemal Paşa kendisine şu karşılığı veriyor:

‘Bunu Mahzar Müfit’ten öğreniniz. O, günü gününe bu olayları not etmiştir.’

…Bunun üzerine Mahmut Esat Bey bir mektupla bana başvurdu. Ben de yazıyla kendisine yanıt verdim. Bu mektupları yayımlamakla istediğim açıklamayı
yapmış olacağım.

…Derslerinizle sevgili gençliğe ve büyük milletime çok büyük hizmetlerde bulunduğunuza eminim. Başarı ve hizmetlerinizin devamını kalpten diler,
anılarımda aktardığım ve sunduğum gibi hükümetin Cumhuriyet olacağı
20 Temmuz 1919 günü Erzurum’da öğrenmiş bulunduğumu bildirerek
gözlerinden öperim.”

Hulusi Köymen’den Cumhuriyet konulu bir anı şöyledir:

“Gazi Mudanya yoluyla Bursa’ya gidiyordu. Kalabalık bir halk kitlesi tarafından
etrafı sarılmıştı. Bir kadının, elinde bir kâğıtla Gazi’ye yaklaştığı görüldü.
Zayıf bir kadındı. Gazi’nin yolunu keserek, titrek bir sesle:

‘Beni tanıdın mı oğul?’ Dedi… Ben sizin Selanik’ten komşunuzdum. Bir oğlum var; Devlet Demir Yollarına girmek istiyor. Siz onu alsınlar dediniz, fakat müdür dinlemedi. Oğlumu işe almamış. Ne olur bir kere de siz söyleyiniz.’
Gazi’nin çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı. Elleriyle geniş jestler yaparak
ve yüksek sesle:

‘Oğlunu almadılar mı?’ dedi. ‘Ben talimat verdiğim halde mi almadılar?
Ne kadar iyi olmuş. Çok iyi yapmışlar. İşte cumhuriyet böyle anlaşılacak.’

Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu. Ve Gazi kendinden geçercesine dolu bir sesle:
‘İşte cumhuriyetten beklediğim sonuç’ diyordu.”

Cumhuriyetin ilanından sonra, Gazi Mustafa Kemal Paşa Latife Hanım’la beraber Karadeniz’e bir geziye çıkmıştır. Bu geziyi Muzaffer Kılıç’tan dinleyelim:

“Bu gezide kendisine eşlik edenler arasındaydım. Rize’ye geldik. Yolların düzgünlüğü dikkatini çekmişti. Vali’ye sordu:
‘Yolları nasıl bu hale getirdiniz?’
Vali de anlattı. Bütün yakın köylüleri jandarmalarla toplattırmış ve yol onarımında çalıştırmış. Gazi’nin kaşları çatıldı. Oldukça sert bir dille:

‘Vali Bey, ‘corvee’ nedir bilir misin? Öyleyse ben size söyleyeyim, Angarya demektir.
Ve şunu da bilmeniz lazım ki, kanunsuz hiçbir vatandaşı işten alıkoyamaz,
onu çalışmaya zorlayamazsınız. Cumhuriyette angarya yoktur.’”

Cumhuriyetin ilanı sıralarında Akşam gazetesinden Necmettin Sadık (Sadak) Bey,
Gazi Mustafa Kemal Paşa’yla bir röportaj yapmak üzere İzmir’e gitmiştir.
Sadak, Uşakizade Köşkü’nde gerçekleşen görüşmeyi şöyle anlatır:

“Gazi’yle bir kez üç, bir kez de dokuz saat görüştük. Ben ömrümde böyle adam görmedim ve iddia ederim ki, hiçbir memlekette böyle bir adam yoktur.
Kendisine sorduğum sorulardan biri şudur:

‘Mademki bu Meclis Cumhuriyeti ilan etmeye kendisini yetkili gördü.
O halde bir başka Meclis de başka bir oylamayla Meşrutiyet ilan ederse ne yaparız?’

‘Olabilir. Fakat hepsini sopa ile kovalarız’ dedi.”

30 Ağustos 1924 tarihinde, Gazi çok güvendiği gençlere Dumlupınar’da şöyle hitap eder:

  • “Gençler! Cesaretimizi kuvvetlendiren ve devam ettiren sizsiniz.
    Siz almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık meziyetinin,
    vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli örneği olacaksınız.
    Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk;
    onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.” 

1927 yılında Gençliğe Hitabesi’nde, gençliğe yine görev verir:

  • “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir…” 

Bu nedenle Anadolu’da verilen var olma mücadelesini ve Cumhuriyetin
nasıl kazanıldığını bilen anababalara ve de öğretmenlere her zaman ülkenin
gereksinimi vardır. Bunların bir kesimini Uşakizade Köşkü’ne gelen ve çocuklarını gezdiren ailelerde görüyorum. Ve “İşte Atatürk’ün istediği gençler yetişiyor’ diyorum
ve onlarla gururlanıyorum. (29 Ekim 2013)

FECİ BİR DURUM


FECİ BİR DURUM

Görsel

 FECİ BİR DURUM

Ceyhun BALCI

Ceyhun_Balci_portresi

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu,
ABD Büyükelçisi ile bir otelde görüştü!” (Gazeteler)

Yukarıdaki tümcede “bir otelde” sözcükleri yer almasaydı üzerinde durmaya değmezdi. Muhalefet partileri de
tıpkı iktidardakiler gibi büyükleçilerle ve başka yabancı yetkililerle görüşebilirler. Hiç kuşkusuz görüşmenin
içeriği de bir  o kadar önemlidir.

Ancak, bu görüşmenin bir otelde gerçekleşmesi öncelikle sorgulanacak konudur.

Bu görüşme CHP Genel Merkezi ya da ona eşdeğer bir yerde  yapılmalıydı!

ABD’ye göbekten bağımlılığı gün gibi ortada olan iktidar partisi bile
böyle bir hataya düşmemektedir.

CHP, ambleminde bu ülkenin kuruluşundaki temel ilkeleri simgeleyen “Altı Ok”un
Partisidir.

Ülkeyi kuran Atatürk CHP’nin de kurucusudur!

Atatürk sonrasının Milli Şef’i İsmet İnönü CHP’nin ikinci önderidir.

Öte yandan, görüşmeye bir çevirmenden başka hiçbir yetkilinin katılmadığı bilgisi alınıyor. Bu da eleştiri konusudur! Ama, öncelikle görüşmenin gerçekleştiği yerle ilgili kabul edilemezliğin hesabı sorulmalıdır!

Ana muhalefet partisi CHP iktidarda olmamasına karşın bu yaşamsal hatasıyla Türkiye’yi bağlayan bir yanlışın altına imza atmıştır. Bu yanlışın hesabının yaklaşmakta olan seçimlerde siyasal karşıtlarca sorulacağından kuşku duyulmasın!

Buna fırsat verilmeden; bu feci durum irdelenmeli ve gereği yapılmalıdır!

SGK 2012 YILI İSTATİSTİKLERİNİ AÇIKLADI


Dostlar,

SGK bu yıl biraz erken verdi önceki yıl istatistiklerini.
Özeliikle meslek hastalıkları (MH) verileri 2 yıl geriden gelirdi.
SGK’nın ilgili Kurullarında hukuksal sürecin tamamlanması 2 yılı bulurdu.
Sanırız şimdi olan, “bitirilen” dosyaların sonuçlarını vermek biçiminde..

SGK_logosu
Nitekim meslek hastalığı sayısı 2012 için yalnızca 395‘tir. 2011 verisi 697’dir. Tüm zamanların rekoru ise 1208’dir (2007). Almanya’da her yıl 80 bin, ABD’de ise
400 bin dolayında yeni meslek hastalığı olgusu kayda girmektedir (insidens; prevalans havuzuna o yıl
yeni katılan!
)

Temmuz 2013’te kayıtlı çalışan işçi sayısı 11,63 m olup, bilimsel yazına (literatüre) göre yıllık beklenen meslek hastalığı hızı %o 4 – 12 arasındadır (Harrington) .

Buna göre, söz konusu emekçi kitlesinden, 2011 yıl-ortası (30 Haziran) işçi sayısı
11 milyon kabul edilerek 44 – 132 bin arasında yeni meslek hastalığı olgusunun
kayda alınması gerekeceği hesaplanabilmektedir. Yasal “İşçi” statüsü dışında çalışan yaklaşık 15 milyon kayıt içi “öbür” emekçiler (memur, 657 4b, bağımsız çalışanlar vd.) dışarda tutulmuştur. Gerçekte MH’nın (ve de iş kazalarının!) öznesinin salt “yasal işçiler” olmayıp “tüm çalışanlar” olduğu tartışma dışıdır. Yine de salt yasal işçilerde 44 bin – 132 bin arasındaki yıllık “yeni” olgu beklentisi yerine “395cikle” yetinmek olası mıdır?

Buzdağı benzetmesi durumu betimlemeye (hali tasvire) olanak vermiyor sanırız. Sorunun %10’u bile değil ki su üstünde olan. Bir başka etkili benzetme bulmalı..
Belki “devede kulak” olabilir!

İş kazaları da öyle.. ILO (International Labor Organisation – Uluslararası Çalışma Örgütü)  verilerine göre ölümcül (fatal) iş kazalarında dünya ortalamasının 1,5 katı ile ILO veri tabanında Hindistan ve Rusya sonrası dünyada 3., Avrupa’da ise 2. sıradayız… (yüzbinde 21!) Bu konumumuzu en az 15 yıldır istikrar ve başarı ile sürdürüyoruz (!)..

Özetle; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (ÇSGB) öncelikle, iş sağlığı – güvenliği sorun alanının 2 temel epidemiyolojk göstergesi olan İŞ KAZALARI ve MESLEK HASTALIKLARI için yeterli – güvenilir – güncel – sürekli veri toplamayı – işlemeyi ve yaymayı sağlayacak bir yapı ve işleyişe kavuşturulması gerektiği kanısındayız. Yasalar her 2 durumun da 3-10 gün içinde Kuruma (SGK) bildirimini zorunlu kılıyor (5510 md 13 ve 14; 6331 md. 14). Özellikle 30.6.12 tarihli 6331 sayılı yeni İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası, işvereni “kusursuz sorumlulukla” yükümlüyor, kusur kabul etmeden sorumlu tutuyor.

Akla geliyor : MH sayısının 697’den 395’e inivermesi “sıkıyönetim yasası” 6331’e
tepki midir?

İlgili 2 Bakanlık (Sağlık ve Çalışma) bir ulusal kurultay toplayarak veri toplama dizgesinin (sistematiğinin) ülkede nasıl yaşama geçirilebileceğinin yollarını araması uygun olur.

Eldeki verilerin, üzgünüz ama, hiçbir Epidemiyolojik (bilimsel diyelim..) değeri yoktur!
Bu verilere dayalı hiçbir epidemiyolojik çıkarım yapılamaz.
Bu verilerle “kanıta dayalı” hizmet planlaması ve sorun / risk yönetimi olanaksızdır.

Sorunu bilimsel bir makale  / rapor olarak da -bir kez daha- sunacağız..

Sevgi ve saygı ile.
27.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

SGK 2012 YILI İSTATİSTİKLERİNİ AÇIKLADI

Bedri TEKİN
A Sınıfı İş Güvenliği Uzmanı
POZİTİF İŞ GÜVENLİĞİ

SGK’nın AÇIKLADIĞI RAKAMLARA GÖRE, İŞ KAZASI SONUCU ÖLÜM SAYISINDA
2011e GÖRE %56 AZALMA OLDU

2012’de TOPLAM 74.871 SİGORTALI İŞ KAZASI GEÇİRDİ

2012’de toplam 74.871 işçi kaza geçirdi, iş kazası geçirenlerin 69.090’ı (%93) erkek,
5.781’i (%7) kadın

İŞ KAZASI SAYISINDA BİR YIL ÖNCESİNE GÖRE % 8 ARTIŞ OLDU.

2011’de 69.277 iş kazası görülmüştü, dolayısı ile iş kazası sayısında bir yıl öncekine göre %8 artış gözlendi.

2012’de İŞ KAZALARINDA 744 KİŞİ YAŞAMINI YİTİRDİ

SGK tarafından açıklanan istatistiklere göre, 2012’de görülen iş kazalarında 744 işçi
yaşamını yitirdi. Yaşamını yitirenlerin 735’i erkek, 9’u kadın.

İŞ KAZASI ÖLÜMLERİNDE BİR YIL ÖNCESİNE GÖRE % 56 AZALMA OLDU

2011’de oluşan iş kazaları sonucu 1.700 kişi yaşamını yitirmişti, dolayısıyla iş kazası sonucu ölümlerde % 56 oranında azalış oldu.

SGK’nın açıkladığı rakamlar her yıl tartışmalı olmakla birlikte,
2012 yılı rakamlarının da çok tartışılacağı açık.

İŞ KAZASI SIKLIK HIZI DA, İŞ KAZASI AĞIRLIK HIZI DA AZALDI

Kayda giren iş kazalarının hem ülke içinde, hem sektör içinde, hem de dünya ülkeleri ile
karşılaştırılmasında iş kazası sıklık hızı ve iş kazası ağırlık hızı gibi hızlar kullanılmaktadır.

İş kazası sıklık hızı hesaplanırken, 2 yöntem kullanılmaktadır.
1. yöntemde, 1.000.000 çalışma saatinde meydana gelen iş kazası sayısı hesaplanmakta, 2. yöntemde her 100 kişiden kaza geçiren işçi sayısı hesaplanmaktadır.

2011’de her 1.000.000 çalışma saatinde meydana gelen iş kazası sayısı
(iş kazası sıklık hızı) 2.61, her 100 kişiden iş kazası geçiren işçi sayısı
(iş kazası sıklık hızı) 0,55 idi.

2012’de her 1.000.000 çalışma saatinde meydana gelen iş kazası sayısı (iş kazası sıklık hızı) 2.43, her 100 kişide iş kazası geçiren işçi sayısı (iş kazası sıklık hızı) 0,55 olarak gerçekleşti.

İş kazası ağırlık hızının hesaplanmasında da 2 yöntem kullanılmaktadır.
İlk yöntemde, 1.000.000 çalışma saatinde kaç iş gününün iş kazası nedeniyle yitirildiği, 2. yöntemde çalışılan her 100 saatte kaza nedeni ile kaç saat yitirildiği hesaplanmaktadır.

2011’de iş kazası 1.000.000 çalışma saatinde yitirilen iş günü sayısı (iş kazası
ağırlık hızı) 721, her 100 saatte iş kazası nedeni ile yitirilen iş saati (iş kazası ağırlık hızı) 0,58 olarak gerçekleşmişti. 2012’de iş kazası 1.000.000 çalışma saatinde yitirilen iş günü sayısı (iş kazası ağırlık hızı) 395, her 100 saatte iş kazası nedeni ile yitirilen
iş saati (iş kazası ağırlık hızı) 0,32 olarak gerçekleşti.

İŞ KAZALARI SONUCU ÖLÜM 2008 YILINDAN DA AZ

2008’de yaşanan iş kazalarında 865 işçi yaşamını yitirmişti, artış eğilimi 2011’e dek sürmüş, 2011’de iş kazası sonucu 1.700 emekçi yaşamını yitirmişti. 2011’de iş kazası sonucu yaşamını yitirenler, 2008’e göre % 87 daha çok idi.

MESLEK HASTALIKLARINDAN 1 KİŞİ YAŞAMINI YİTİRDİ

SGK istatistiklerine göre 2012 yılında meslek hastalıkları sonucu 1 kişi yaşamını yitirdi.
2011’de meslek hastalıkları sonucu 10 kişi yaşamını yitirmişti. Meslek hastalığı sonucu yaşamını yitiren işçinin “Taşıma için depolama ve destek faaliyeti işkolunda” çalışıyor
olması da, öbür sektörler konusundaki kuşkuyu daha da artırır nitelikte.

2012’de İŞ KAZALARI SONUCU 2.036, MESLEK HASTALIKLARI SONUCU
173 KİŞİ OLMAK ÜZERE TOPLAM 2.209 KİŞİ
“SÜREKLİ İŞ GÖREMEZ”
DURUMA GELDİ

2012’de iş kazaları sonucu 2.036, meslek hastalıkları sonucu 173 işçi olmak üzere
toplam 2.209 emekçi “sürekli iş göremez” duruma geldi. 2011’de iş kazaları sonucu 2.093, meslek hastalıkları sonucu 123 çalışan olmak üzere toplam 2.216 işçi
“sürekli iş göremez” duruma gelmişti. Dolayısıyla toplam iş göremezlik sayısı
hemen hiç değişmezken, meslek hastalığı sonucu sürekli iş göremezlikte
% 50’ye yakın bir artış oluştu.

2012’de görülen iş kazaları sonucu sürekli iş göremez duruma gelenlerin 2.140’ı erkek,
69’u kadın.

İŞ KAZALARININ EN ÇOK KÖMÜR MADENCİLİĞİNDE OLMASI
GELENEĞİ BOZULDU

2012’de EN ÇOK İŞ KAZASI İNŞAAT SEKTÖRÜNDE GÖRÜLDÜ.

2012’de kayda giren iş kazlarından 9.209’’u (%12,3) inşaat sektöründe meydana gelirken, 8.828′si (%11.79) kömür madenciliğinde, 7.045’i metal ürünleri üretiminde oluştu.

2011’de meydana gelen iş kazlarından 9.217′si (%13.30) kömür madenciliğinde, 7.749′u (%11.85) inşaat sektöründe, 7.268′i metal ürünleri üretiminde, 5.272′si ana metal sanayisinde görülmüştü.

EN ÇOK ÖLÜMLÜ İŞ KAZASI YİNE İNŞAAT SEKTÖRÜNDE

ÖLÜMLÜ HER 3 İŞ KAZASINDAN 1’İ İNŞAAT SEKTÖRÜNDE!

En çok ölümlü iş kazasının inşaat sektöründe görülmesi geleneği 2012’de de sürdü,
İş kazaları sonucu yaşamın yitiren 744 kişiden 256’sı inşaat sektöründe çalışıyordu.
Yani 2012 yılında da iş kazası sonucu görülen her 3 ölümden 1’i inşaat sektöründe.
2011’de inşaat sektöründe meydana gelen iş kazaları sonucu 570 kişinin yaşamını yitirdiği göz önünde bulundurulursa, inşaat sektöründe de iş kazası sonucu ölümde 2011’e göre, % 56 azalma olduğu görülmektedir.

SGK istatistiklerine göre, iş kazası sonucu yaşamını yitirenlerden 83’ünün çalıştığı işkolu bilinmezken, ölümlü iş kazalarının 73’ü kara taşımacılığı ve boru taşımacılığında oldu.

YARATICI SANAT FAALİYETLERİNDE 2011’de İŞ KAZASI SONUCU 118 KİŞİ YAŞAMINI YİTİRMİŞTİ!

2012’de YARATICI SANAT FAALİYETLERİNDE İŞ KAZASI ile
YAŞAMINI YİTİREN YOK!

2011 yılı SGK istatistiklerini değerlendirirken; “SGK’nın 2011 istatistiklerine göre,
iş kazaları sonucu ölümün 118′i aralarında canlı tiyatro, opera, bale, müzikal, konser vb. yapımların sahneye konulması faaliyetleri, orkestra ve bandoların faaliyetleri,
bağımsız müzisyen, ses sanatçısı, konuşmacı, sunucu vb. faaliyetlerinin de yer aldığı; yaratıcı sanat etkinliklerinde ortaya çıkmış.

Hem SGK’nın hem Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Tehlike Sınıfları Tebliği’nde Az Tehlikeli İşyeri sınıflamasında yer alan bu sektörde, 118 kişinin
iş kazası sonucu yaşamını yitirdiğine ilişkin istatistiksel veri ilginç olsa gerek.” demiştik, 2012’de söz konusu işkolunda ölümlü iş kazası yok.

Ev içi çalışanlarda yalnızca 2 iş kazasının görülmüş olması, kaza geçirenlerin 2’sinin de, erkek olması, 2012’ye ilişkin ilginç saptamalardan.

EN ÇOK İŞ KAZASI DA, ÖLÜMLÜ İŞ KAZASI DA İSTANBUL’DA GÖRÜLDÜ

SGK istatistiklerine göre, 2012’deki iş kazalarının 9.450’si İstanbul’da, 9.303’ü Bursa’da, 7.596’sı İzmir’de, 7.227’si Manisa’da, 3.081’i Ankara’da, 2.628’i Denizli’de, 1.568’i Antalya’da, 1.068’i Adana’da, meydana gelmiştir.

İş kazası sonucu ölümlerin 147’si İstanbul’da (2011’de iş kazaları sonucu İstanbul’da 302 emekçi yaşamını yitirmişti), 52’si Ankara’da, (2011’de Ankara’da görülen iş kazalarında 172 işçi yaşamını yitirmişti) 42’si İzmir’de (2011’de İzmir’de görülen iş kazaları sonucu 127 işçi yaşamını yitirmişti), 30’u Bursa’da (2011’de iş kazası sonucu 50 emekçi yaşamını yitirmişti).

ÇORUM, HAKKÂRİ, IĞDIR’DA 2012’de HİÇ İŞ KAZASI GÖRÜLMEMİŞ!?

SGK istatistiklerine göre, 2012’de Çorum, Hakkâri, Iğdır’da hiç iş kazası görülmemiş.
2011’de 205 iş kazasının meydana geldiği Çorum’da, 2012’de hiç iş kazasının görülmemesi, bilim insanlarınca incelenmeye, sonuç çıkartılmaya değer bir veri olsa gerek.

İŞ KAZASI GEÇİRENLERİN % 44’ü 25-34 YAŞ ARALIĞINDA

2012’de iş kazası geçirenlerden 16.308’i 29-34 yaş aralığında, 16.038’i 30-34
yaş diliminde idi. Dolayısıyla %44’ü 25-34 yaş aralığında idi.

İŞ KAZALARINA ÖNEMLİ BİR BÖLÜMÜ MAKİNELERİN NEDEN OLDUĞU KAZALAR

2012’de görülen iş kazalarının 13.401’i “makinelerin neden olduğu kazalar”,
11.088’i “düşen bir cismin çarpıp devirmesi”, 8.541’i “kişilerin yüksek bir yerden düşmesi”, 5.461’i “kişilerin hemzemin ortamda düşmesi” biçiminde gerçekleşti.

İŞ KAZALARINDA ZARAR EN ÇOK EL ve PARMAKLARDA OLUŞUYOR

2012’de görülen iş kazalarının 16.547’si el yaralanması ile sonuçlanırken,
12.440’ı parmak yaralanması ile sonuçlandı.

MESLEK HASTALIKLARININ %62’si SİLİKOZ!

2012’de 40.000 dolayında meslek hastalığı saptanması beklenirken 395 olgu belirlenebildi. Kayda alınan meslek hastalıklarının 246’sı (%62.2) silikoz.

2012’de ülkemizde yalnızca 2 işitme yitiği yaşandı. Kimyasalların neden olduğu
toplam meslek hastalığı sayısı 78, bunun da 26’sı kurşun tozlarının neden olduğu hastalıklar.

Meslek hastalıklarının 221’i Zonguldak’ta kayda girerken, 61’i Ankara’da, 21’i İstanbul’da, 20’si İzmir’de, 11’i Kocaeli’de meydana gelmiş, Eskişehir, Adana, Antalya’da hiç meslek hastalığı görülmemiş, Denizli’de ise 1 meslek hastalığı kayda girmiş.

İŞ KAZALARI ve MESLEK HASTALIKLARI NEDENİ ile YAKLAŞIK
24.000.000
İŞ GÜNÜ YİTİRİLDİ

SGK’nın 2012 istatistiklerine göre, ayakta sağaltımda (tedavide) 1.599.618, yatarak sağaltım nedeni ile 50.632 iş günü olmak üzere, geçici iş göremezlik nedeni ile
toplam 1.650.250 iş günü yitirildi. İş kazaları ve meslek hastalıkları sonucu 745 emekçi yaşamını yitirirken, 2.209 işçi sürekli iş göremez duruma geldi.

Her 1 ölüm ve sürekli iş göremezlik için 7.500 iş günü yitirildiği kabul edilirse,
ölüm ve sürekli iş göremezlik nedeni ile 22.155.000 iş gününün,
toplam olarak 23.805.250 iş gününün yitirildiği görülmektedir.