Günlük arşivler: 18 Ekim 2013

AKP Bütçe Harcamalarını SAYIŞTAY’dan Kaçırıyor..


AKP Bütçe Harcamalarını SAYIŞTAY’dan Kaçırıyor!

Dostlar,

AKP yönetiminin bir başka dehşet veren hukuk dışı uygulamasına daha tanık oluyoruz ne yazık ki..

2012 mali yılı merkezi yönetim bütçesi için gerekli belgeleri AKP hükümeti Sayıştay’a vermemiş ve büyük bir mali – hukuksal skandal yaşanmıştı. Anayasa’nın açık hükümleri (md. 160 ve 164) ayaklar altına alınmış ve ne acı ki, TBMM de bu eyleme (suça!) katılmıştı.

Bu ciddi sorunu sitemizde aşağıda erişkelerini (linklerini), tarih ve özetlerini verdiğimiz
3 yazımızda işlemiştik.. Sorun bu güne dek (18.10.13) çözülmediği gibi,
pervasızca, adeta yerleştirilerek sürdürülüyor..

2013 BÜTÇE GÖRÜŞMELERİNDE AÇIK ANAYASAL SKANDAL
 (17.12.12)

“… AKP hükümeti 2011 bütçe harcamaları için SAYIŞTAY
genel uygunluk bildirimi raporlarını bile TBMM’ye sun(a)madı!

Böyle bir skandal Türkiye tarihinde ilk kez görülüyor..

  • AKP Hükümetinin derhal istifası zorunlu..
    TBMM’de bütçe görüşmelerinin yapılAMAması gerekiyor..
    (Anayasa md. 160, 164)
  • Basın suskun, seyirci, ayrımında değil ??
  • Bunlar yetmiyormuş gibi, Başbakan R.T. Erdoğan’ın namusuna-sütüne
    emanet edilen örtülü ödenek harcamalarında olağanüstü artış var.
    Bu rakam 2011′de 391 milyon TL oldu. 2012 için neden 4 katı kaynak ayrıldı!?
    1,5 milyar TL’lik bu ödenekten ilk 9 ayda iki milyar TL’yi aşkın harcama yapıldı. Bütçe yasası çiğnenerek ve Sayıştay denetiminden geçirilmeyen (?) (genel uygunluk bildirimi) bu anormal örtülü harcamaların gerekçesi nedir?

Başbakana tanınan bu örtülü ödenek yetkisi mutlak ve sorgulanamaz mıdır?

Demokrasilerde hiçbir yetki mutlak, sınırsız ve denetimsiz değildir, olamaz…”

AKP’nin TBMM’den Kaçırdığı SAYIŞTAY Raporu..
  (24.1.13)

” Dostlar,

Arada kaynamaması gerek..

  • Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir hükümet, 2012 yılı merkezi yönetim bütçesi harcamalarına ilişkin Sayıştay’ın Kesin Hesap Raporunu 
    TBMM’den kaçırdı!

2013 Bütçe görüşmeleri tümüyle Anayasaya aykırı olarak yürütüldü ve yasalaştırldı.

Bu, çok ağır bir anaysal ve demokrasi suçu..
Anayasa buyrukları (md. 160 ve 164) çiğnenmiştir!

Çağdaş demokrasilerde akla hayale gelmez böyle bir eylem..
ya da dakikalar içinde hükümet düşer, düşürülür..

Bu konuda Aralık 2012 içinde bu sitede çok uyarıcı bir yazı yazdık; 2013 bütçesinin
mutlak butlan ile sakatlanabileceğini (yok hükümünde kalabileceğini!) vurguladık
(http://ahmetsaltik.net/2013-butce-gorusmelerinde-acik-anayasal-skandal/, 17.12.13).
Bu yazımızın dikkatle okunmasını özellikle diliyoruz..

  • 2013 BÜTÇE GÖRÜŞMELERİNDE AÇIK ANAYASAL SKANDAL!

SAKANDAL, 1 ay kadar sonra da sorun sınırlı olarak basında yer aldı..
Cumhuriyet 21.1.13 günü ana haber (manşet) yaptı..”

TBMM’Yİ “BÜTÇE HAKKI” na SAHİP ÇIKMAYA DAVET EDİYORUZ (17.7.13)

“…Bilindiği gibi 2013 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Yasası Tasarısı TBMM’ye hükümetçe sunulurken, önceki yıl Bütçesine ilişkin Sayıştay Raporu’nun da sunulması zorunluydu Anayasa gereği. AKP hükümeti Cumhuriyet tarihinde ilk kez bunu da yapmadı!

Biz de bu siteden, 2013 yılı Bütçe Yasası’nın anayasa ve hukuk dışı – İLLEGAL olduğunu yazdık (Başta Anayasa buyrukları md. 160 ve 164) :
(http://ahmetsaltik.net/akpnin-tbmmden-kacirdigi-sayistay-raporu/, 24 Ocak 2013)

AKP’nin TBMM’den Kaçırdığı SAYIŞTAY Raporu..”

****

Bu yıl da (Ekim 2013) aynı sorun ve davranış (SUÇ!) yineleniyor..

Gerçekten sözün bittiği yere gelmedik mi??
Hem de sayısız örneklerle..
Peki bunca hukuk tanımaz durum nereye varır?

  • AKP eylemsel (fiili) diktatörlüğünü ilan etmek üzere midir,
    ya da etmiş midir?

Cumhuriyet, AKP’nin mali denetimden kaçışını, ölçüsüz ve yasa dışı
muazzam harcamalar yaptığını 3 gün önce de (15.10.13) yazmıştı :

*****

Devlet Ancak Savaşta Yapılabilecek Türden
15 Milyar TL Tutarında
Usulsüz Harcama Yapmış!

Sayıştay, devletin hesabından 15 milyar TL’lik fazladan harcama saptadı.
Denetçilerce hazırlanan taslak raporda, “mevzuata aykırı” olarak yapılan bu harcamalar için “Tamamlayıcı ödenek verilmemesi gerektiği” vurgulandı. Ancak TBMM’ye sunulan
ve kamuoyuna açıklanan nihai raporda, “Tamamlayıcı ödenek verilip verilmemesi
hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin takdirindedir.” denildi.

Cumhuriyet, Sayıştay’ın, 2012 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi ile ilgili genel uygunluk bildirimi raporunun taslak haline ulaştı. Raporda, 2012 merkezi yönetim bütçe yasasıyla 665 milyon 250 bin TL’lik yedek ödenek kalemi oluşturulduğuna değinen Sayıştay,
bu rakamın yıl sonunda 30 milyar 919 milyon 961 bin TL’ye yükseldiğine işaret etti. Sayıştay raporunda, “5018 sayılı kanunun ‘Yedek ödenek’ başlıklı 23’üncü maddesi gereğince mali yıl içinde yedek ödenekten yapılan aktarmaların tür, tutar ve idareler itibarıyla dağılımı Maliye Bakanlığı’nca başlangıç bilgileri değil, yıl sonu gerçekleşmeleri üzerinden ilan edilmelidir” denildi.

Bütçede devasa boyuta ulaşan ödenek üstü giderlere de değinen Sayıştay, merkezi yönetim ödenek üstü gider toplamının kamu idareleri için 15 milyar 56 milyon 194 bin TL, özel bütçeli idareler için de 17 milyon 943 bin TL olmak üzere toplamda 15 milyar 74 milyon 821 bin 500 TL olduğunu saptadı. ‘Savaş ve seferberlik dışında kullanılamaz’ Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Yasası’nda yer alan “Kamu idareleri, bütçelerinde yer alan ödeneklerin üzerinde harcama yapamaz”, “Bütçede yeterli ödeneği bulunmayan işler için yüklenmeye girişilemez. Yüklenme süresi mali yılla sınırlıdır.

Harcama yetkilileri, tahsis edilen ödenekler dahilinde yüklenmeye girebilirler” ve “Harcama yetkilileri bütçede öngörülen ödenekleri kadar, ödenek gönderme belgesiyle kendisine ödenek verilen harcama yetkilileri ise tahsis edilen ödenek tutarında harcama yapabilir” hükümlerini anımsatan Sayıştay, “Ödenek üstü harcama” başlıklı 70’inci maddesindeki şu ifadeye de atıfta bulundu: “Kamu zararı oluşturmamakla birlikte bütçelere, ayrıntılı harcama programlarına, serbest bırakma oranlarına aykırı olarak veya ödenek gönderme belgelerindeki ödenek miktarını aşan harcama talimatı veren harcama yetkililerine, her türlü aylık, ödenek, zam ve tazminat dahil yapılan bir aylık
net ödemeler toplamının iki katı tutarına kadar para cezası verilir.”

Bu hükümlere göre belirli hizmetler için bütçeye konulmuş bulunan ödeneklerden fazla harcama yapılmamasının ödenek kullanımında esas olduğunu vurgulayan Sayıştay, aynı yasaya göre bunun tek istisnasının seferberlik, savaş ilanı ve olağanüstü haller olduğuna işaret etti. Tüm bu saptamaların ardından bütçede oluşan 15 milyar TL’lik ödenek üstü harcama konusunda “Genel bütçeli idareler için 15.056.878.194 Türk Lirası, özel bütçeli idareler için 17.943.305 Türk Lirası olmak üzere, merkezi yönetim toplamında 15.074.821.500 Türk Lirası tutarındaki ödenek üstü gider için, 5018 sayılı kanunun 20, 26, 31 ve 70’inci maddeleri ile 2012 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu’nun 9, 23 ve 24’üncü maddelerinin açık hükümleri karşısında tamamlayıcı ödenek verilmemesi gerekir.” denildi.

Meclis’e sunulunca değişti

Ancak bütçedeki kara delik için açık bir dille “tamamlayıcı ödenek verilmesin” diyen Sayıştay, önce Meclis’e, ardından da kamuoyuna sunduğu raporunda bu ifadelerini “sansürledi”. Raporun ilgili bölümünde “Tamamlayıcı ödenek verilip verilmemesi hususu, TBMM’nin takdirindedir.” ifadeleri kullanıldı. (1510.13, Cumhuriyet)

**********************************

Peki, bir hükümet bunca apaçık anayasal suç işler ve bunu sürdürürse
hiçbir yaptırım görmeyecek midir?

Hiçbir yaptırım görmeyeceğini güvenceye mi almıştır AKP hükümeti??

Eğer böyle ise güvenceyi kimler vermiştir?

Bu durumda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve TBMM suç ortağı değil midir?

Bu 2 kurumdan kimler, nasıl hesap soracaklardır??

  • Farkında mıyız; rejim giderek tıkanıyor..
  • Ağır bir bunalıma sürükleniyoruz..
  • Soluksuz kalıyoruz..
  • Bunun adı AKP faşizmi – diktatörlüğü değilse nedir?
  • AKP’nin İLERİ DEMOKRASİSİ – AÇILIM / SAÇILIM PAKETİ midir??

Biz yine uyaralım AKP’li vekilleri ve seçmenleri     :

Fatura (=suçlar) artık çuvallara sığmaz oldu..
Bu böyle sürdürülemez..
Bedeli mut – la – ka ama mut – la – ka, er ya da geç ödenir..

Ülkeyi apaçık yıkıma götürüyorsunuz..
Vebalinin altından kalkamazsınız..
Bir an önce sağduyuya ve hukuk içine dönmelisiniz..
Bir an önce..
“Bayram” bitti, 21 Ekim 2013 Pazartesi günü hemen, hemen!

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 18.10.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================

AKP Harcamalarını SAYIŞTAY’dan Kaçırıyor..

Var mı böyle bir ülke ??

Sayıştay; Emniyet’i, belediye şirketlerini denetleyemedi.
Yüksek yargı bile hesap vermedi!

NEYİN ÜZERİ ÖRTÜLÜYOR? 

Sayıştay’ın TBMM’ye sunduğu 2012 yılı raporlarında, Başbakanlık başta olmak üzere çok sayıda bakanlık ile kamu kurum ve kuruluşlarının denetlenemediği ortaya çıkmıştı.

En dikkat çeken ise yüksek yargı oldu. Danıştay ve Yargıtay’ın da hesaplarını inceleyemeyen Sayıştay’ın raporunda yalnızca yargı organlarının görev tanımı yapıldı.

BÜTÇEDEN FAZLA HARCAMA 

Emniyet’in geçen yılki bütçesinin tamamını harcayarak 1 milyar liralık yedek ödenek kullandığına değinen Sayıştay, denetim yapılamadığını belirtti.

Sayıştay Başkanı Akyel, belediye şirketlerinin de pilot uygulamalar yapılamadığından denetim programına alınamadıklarını bildirdi

AB: DENETİM VE ŞEFFAFLIK YOK

  • Kamudaki denetimsizlik AB İlerleme Raporu’na da yansıdı

Raporda,

Sayıştay’ın zayıflatıldığına,
performans denetimi yapılmadığına

dikkat çekildi.

  • Sıra dışı ve karmaşık bir para politikası izleyen
    Merkez Bankası’nda şeffaflık olmadığı
    belirtildi.

Türkiye’nin ihracat hacminin İran’a altın ihracı ile büyüdüğü,
AB ile ticaretin gerilediği vurgulandı.

Sayıştay’ın gerekli belge ve bilgileri vermediği için denetleyemediği çok sayıda kurum arasında iki kurum dikkat çekti.

Hükümetin çıkardığı yönetmelik, genelge ve tüzükleri denetleyen Danıştay ile
adalet konusunda son sözü söyleyen Yargıtay’ın 2012 yılı hesapları, gerekli mali rapor ve tablolar ile bilgi ve belgelerin verilmemesi ve Maliye Bakanlığı’nın kayıt sistemini kurmaması nedeniyle denetlenemedi.

  • Sayıştay’ın TBMM’ye sunduğu 2012 yılı raporlarında, Başbakanlık başta olmak üzere çok sayıda bakanlık ile kamu kurum ve kuruluşlarının denetlenemediği ortaya çıkmıştı.

İlgili yasa uyarınca zamanında Sayıştay’a gerekli mali rapor, tablo, bilgi ve belgeler verilmediği için denetlenemeyen kurumlar arasında Yargıtay ve Danıştay da yer aldı.

Sayıştay’ın iki kurumla ilgili raporlarında şu değerlendirmelere yer verildi:

Danıştay  : Denetlenen kamu idaresinin yönetimi, tabi olduğu muhasebe standart ve ilkelerine uygun olarak hazırlanmış olan mali rapor ve tabloların doğru ve güvenilir
bilgi içerecek şekilde zamanında Sayıştay’a sunulmasından sorumludur.

Denetim görüşü oluşturabilmek için gerekli mali rapor ve tablolar ile bilgi ve belgeler, kamu idaresi yönetimi tarafından sağlanamadığı için Danıştay Başkanlığı’nın
2012 yılına ilişkin mali rapor ve tabloları hakkında görüş bildirilememektedir.

Yargıtay      : Yargıtay Başkanlığı, bütçesine ilişkin mali rapor ve tablolarını
ilgili yönetmeliğe göre hazırlamakla sorumludur. Genel Yönetim Muhasebe Yönetmeliği’nin 114’üncü maddesinde, merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin mali tablolarının Maliye Bakanlığı tarafından üretileceği belirtilmiştir.
Maliye Bakanlığı’nca kurulan muhasebe sistemi (Say2000İ, genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri için kurumsal bazda Bilanço ve Faaliyet Sonuçları Tablosu’nu doğru bir şekilde üretmemektedir. Maliye Bakanlığı, tabloların oluşturulmasına olanak verecek yevmiye kayıtlarının, kurumsal bazda, 2013 yılı itibarıyla kaydedilmesine başlanacağını beyan etmiştir. Denetim görüşü oluşturabilmek için gerekli mali rapor ve tablolar ile bilgi ve belgeler, kamu idaresi yönetimi tarafından sağlanamadığı için, Yargıtay Başkanlığı’nın 2012 yılına ilişkin mali rapor ve tabloları hakkında görüş bildirilememektedir. (Cumhuriyet portalı, 18.10.13)

Yazının tümünü pdf olarak okumak için lütfen tıklayınız..

AKP_Butce_Harcamalarini_SAYISTAY’dan_Kaciriyor

Dr. Reşit Galip Hakkında Başbakanın Gerçekdışı Yakıştırmaları


Dr. Reşit Galip Hakkında Başbakanın Gerçekdışı Yakıştırmaları

 

Resit_Galip_jpg


Dostlar
,

Eğitimbilimci Sayın Mutafa Gazalcı, belgelere dayanarak Dr. Reşit Galip hakkında gerçekleri “Dr. Reşit Galip Bunları Hak Etmiyor” başlıklı yazısında aktarmış (http://ahmetsaltik.net/2013/10/17/dr-resit-galip-bunlari-hak-etmiyor/, 17.10.13). Kalemine sağlık.

*****

Bizzat Başbakan’ın kin ve intikam kokan bir eda ile, kendi nitemiyle şiddet – nefret söylemiyle kamuoyu önünde tarihsel gerçekleri saptırması ve az okuyan / okumayan / seyreden ve duyduğuna inanma eğiliminde olan milyonları yanlış yönlendirmesi, ayrımcılığa koşullandırması, Sn. Gazalcı’nın nezaketli söylemi ile “ne kadar acı” olmanın ötesinde ayıptır, utanç vericidir, iftiradır ve sözde uğruna anlamsız bir savaş verdikleri “dinleri” (?!) adına da ağır bühtandır..

Bu tür “düşman” yaratma politikası, öteden beri demokratik olmayan yönetimlerin
klasik aracıdır, oyunudur.

“AKP’nin RTE’si ve RTE’nin AKP’si” nin de Türkiye’de “din karşıtı” bir sanal kitle – umacı -düşman yaratmaya elleri mahkumdur. Bunun üzerinden din ticareti yapacak, milyonlarca inançlı masum dindar kitlenin duygularını sömürecekler ve siyasete
alet edeceklerdir. Bu sayede “cambaza bak” oyunu oynayacaklardır halka karşı..

Hele kendisini savunamayacak bir faninin ardından..

*****

“Türkçe ezan” ın neresi zulüm ??

Arap ülkesinde insanlar Arapça olarak namaza çağrılmaktadır.
Ezan bir çağrıdır, araçtır, kutsallık yüklemek ya aptallıktır ya da kasıtlıdır.
Türk ulusalcılığını Arap milliyetçiliğine kurban eden ümmetçi teslimiyetçiliğin özgüvensizlği, sığlığı ve zavallılığıdır.

Hıristiyan dünyasında Kiliseye çağrı sözsüzdür..
Kilisenin çanları “zarif zarif” çalar ve çağrısını nahifçe kitlelere iletir;
asla gürültü kirliliği oluşturmaz.. Zaten sembolik ve nostaljiktir bu edim:
İnsanların günlük etkinliklerini zamanlayacakları, alarm kuracakları saatleri,
cep telefonları vb. teknik gereçler yaygınlaşmıştır..

Günde 5 vakit, çok sayıda camiden, olabildiğince yüksek sesle (özellikle sabah ezanı hastaları, bebeleri ürküyle uyandırıyor!), hiçbir mevzuat dinlemeden
Arapça ezan, şekilcilik ötesinde eziyet, bir güç gösterisi değil midir?

Üstelik eş zamanlı olunamamakta, bant kayıtlarından seslendirilmekte (playback!),
sıklıkla detone de olunmaktadır..

Tanrı’nın insanlar ile iletişimi insanların geliştirdiği yeryüzü dilleriyle midir?

Eğer böyle ise önce insanlık milliyetlere – etnisitelere ayrılacak, binlece dillerini – lehçelerini.. geliştirecek, sonra da Dinler gelecek Peygamber – Nebiler aracılığı ile
ve o dilde Tanrı insanlarla iletişim kuracaktır..

Oysa, “tüm canlıları Tanrı yarattı” denmiyor mu?

Evrim’e canhıraş karşı çıkılmıyor mu?

Dolayısıyla, bu saçmalıkları bir yana atalım ve Tanrı ile insan arasındaki iletişimin
bir “gönül dili”, gönülden gönüle olduğunu belirtelim. Zaten Kuran’da da

” İyice anlayasınız diye biz, onu Arapça bir Kur’an yaptık.” denmiyor mu? (“ZUHRÛF suresi, 3. ayeti” tefsiri)

Ayrıca Çünkü Biz ona şahdamarından daha yakınız. denmiyor mu?
(Kaf suresi 16. ayet)

Apaçıktır ki, namaza çağrı ezan, bir biçim ögesidir (şekli unsur).
İslam şekilcilik midir?
Dinin özü nerededir?
Her tür tartışmaya şiddetle ve bağnazlıkla karşıt olmak din içinde olmak mıdır?

Kilise Aforoz’u yüzlerce yıl önce bıraktı..

  • İslamcılar İNFAZI = KATLİ VACİPTİR fetvasını ne zaman terk edecekler??
  • Allahu-ekber (Allah büyüktür) diye kafa kesmek, yetmedi göğsünü yarıp
    kalbini yemek hangi yazılı İslam kaynağında emredilmektedir?
    Yazılı kaynak yoksa bu vahşet ötesi davranışın kökeni nedir?
    İslam Dünyası bu eylemi lanetlemiş midir? 
  • 8-9 yaşında kız çocuğuyla gerdeğe girip kanamadan öldürmek, 
  • Ölen kadın eş ile 6-8 saat daha cinsel ilişkide bulunabilmek?! 
  • Suriye’ye “cihad seksi” için kadın yollamak…

Tüm bunlar Batı’da olabildiğince şiddetli bir İSLAMFOBİ – İSLAM KORKUSU
hatta nefreti
doğurmaz da ne doğurur??

*****

Neden ezan Türkçe okunmasın ve şiddeti de desibel olarak mevzuata uygun,
uygar bir düzeye çekilmesin?

Martin Luter İncil’i Kilisenin “Derini yüzeriz” tehdidini göğüsleyerek 16. yy. başında (İNCİL’in toplanmasından 12 yy. sonra) Latinceden Almancaya çevirdi.
Yanlış mı yaptı??

Türkler ise Avrupa’dan 400 yıl sonra 1932’de (Kuran’ın inişinden 13 yy. sonra)
Büyük Atatürk‘ün Elmalı’lı Hamdi Yazır adlı din bilginine cebinden on bin TL ödeyerek, Kuran’ın Türkçe mealini (8 cilt) (enterpretasyon, yorum, çeviri) edinebildi..

  • Sıra “Türkçe Kuran” da mıdır?
  • Atatürk’ün “Türkçe Kuran zulmü”demeye mi hazırlanmaktadır Başbakan RT Erdoğan??

Bunları tartışabileceğimiz “dinci” değil ama “dindar”, akılcı – bilimci insanları
bu sistem hiç yetiştirmemekte midir, yetiştirmeyecek midir?? Niçin ??

Uyaralım                             :

  • İslam dinine en büyük kötülüğü cahil – cühela bağnaz İslamcılar yapıyor.

Müslüman nüfus oranı Dünyada sürekli geriliyor.. (Halen % 16-17!)

Petrol de 30 -40 yıla varmaz bitince Şeriatçı rejimler ne yapacaklar??

*****

Dr. Reşit Galip’in Kafatası ölçümleri..

Kendisi Tıp Doktoru olduğu için, tümüyle bilimsel Fizik Antropometrik,
tıbbi – anatomik
 çalışmalardır.

Bu tür ölçümler günümüzde de yaygın olarak kullanılmaktadır.

Bu sayede elbise, şapka, ayakkabı, eldiven, bina yükseklikleri, kapılar, merdiven trabzanları, tıp araç – gereçleri, otomotiv…. hemen hemen yaşamın her alanında
bu standartlar istatistik dağılım hesaplarıyla geliştirilmektedir.

Toplumların boy ortalamaları uzadıkça ve bedende organ oranları değiştikçe standartlar güncellenmektedir. Örn. çene, el ve ayaklar küçülmekte; gözler ve baş büyümektedir.

Kaldı ki, Arkeolojik buluntularda yapılan Fizik Antropometrik ölçümler ile
tarihsel zamanlarda farklı ırkların yaşam alanları, göçleri, kaynaşmaları…
inceleme aracıdır.

Tabii bunlar bilimsel bilgilerdir.
Biraz – epey matematik ve muhakeme… ister, zahmetlidir; ezberle olmaz..

Okullarda Arapça, Siyer, Fıkıh, Ahlak-Din Kültürü (??!!).. Felsefe – Mantık – Matematik – Yabancı diller – Sanat – Estetik’in önüne geçerse,
böylesi sorgulamayan bağnaz (fanatik) kafalar yetişir.

O kafalar ki, Afganistan’da heykelleri parçalayan anlayıştan daha vahşi
ve ilkel biçimde heykellerin kafalarını “Allahu ekber” nidaları eşliğinde keser!.

  • Türkiye,
    – insanlık tarihinde ender görülen bir dinci karanlığa ve
    – etnik boğazlaşmaya sürükleniyor..

    Başlıca vebal de AKP ve Başbakan RT Erdoğan’ın omuzlarında..

Tarih, Başbakan RT Erdoğan‘ı ne yazık ki bu yönleriyle de kaydedecektir.

***************

Meslektaşımız;

– gerçek yurtsever ve devrimci,
– yurt savunmasında tıbbiyeye ara veren 20’li yaşlarında bir öğrenci kahraman,
1933 Üniversite Reformu‘nun mimarı,
Mustafa Kemal Paşa ile Sofra’sında yüzüne cesaretle ve edeple tartışmasını bilen
– ve o Büyük Mustafa Kemal ki, kendisindeki cevher fark edilerek Milli Eğitim Bakanı yapılan bir değer… (çoğu lider bu tür davranışlar göstereni aforoz ederdi
değil mi!?)
 olan

ANDIMIZ’ın söz yazarı
………………….

Saygın ve sevgin (aziz) Dr. Reşit Galip‘i derin hürmet, şükran ve minnetle anıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Yozgat, 17.10.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Bayram öncesi “yorumsuz” dileğimizdir.. MAHPUSLARA ÖZLEM..


Dostlar
,

Bu dosyayı ve de içeriğindeki şiir 22 Ekim 2012 günü yayımlamıştık.

Aradan 1 koca yıl geçti ama ülkemizde değişen bir şey yok..

Düzmece belgelere dayalı olarak yüzlerce yurtsevere binlerce yıl hapis
ve onlarca yaşamboyu (müebbet) hapis verildi..

Şimdilerde hava kadar, su kadar, ekmek kadar aş kadar
ADALET arıyoruz..

“Kurban bayramınız kutlu olsun” tümcesinin içi hiç bu denli boşalmamıştı..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 14.10.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net


Bayram öncesi “yorumsuz” dileğimizdir..

Bir pulsuz dilekçemizdir..

Silivri, Hasdal, Sincan, Maltepe, Metris vd. zindanların
“kurbanlık” mahpuslarına
ve de adalet üzre – vicdan içre hükmetmeyenlere
bayram sadamızdır çığlık çığlığa..

M A H P U S L A R A    Ö Z L E M ..

Mahpuslar damda ölmesin,
onlar da özlem gidersin..

sarılabilsinler sevdiceklerine
ille de yavuklularına ..
ve de ölmüşlerine,
mezar taşlarına olsun yüz sürerek,
ıslak fatihalar okuyarak
kupkuru dudaklarıyla

Zindanda kurban olmasınlar hükümsüz;
mübarek koçlar, boğalar var maşallahlık
bir aziz mübarek kurban bayramında daha,
milletçe idrak ettiğimiz..

Adalet sulasın kadim vatanın kutsal topraklarını
Gözyaşı, nefret, kin, düşmanlık, intikam, zulüm
ve de hasretin kahredeni,
kor ateş dağlayanı değil,
alev alev al kan da..
Ama barış, ama barış, ama ba…
İnsanın insana sevdası.

Yurttaş Ahmet SALTIK
Vatandaş no : 156 979 76910
22 Ekim 2012, Ankara

 

 

 

KURBAN BAYRAMI ve SAĞLIĞIMIZI KORUMAK..

Dostlar,

Gelenek bozulmadı ve İstanbul Boğazı gene kana bulandı!

featured image
İstanbul Boğazı, 16 Ekim 2013..

İstanbul’da bir grup hayvan kesimini protesto etti..

Kadıköy, 16.10.13

‘Kesilen hayvan her gün tabağında’ yazılı pankart açan grup,
‘Katliam varsa direniş var’, ‘Ağaca, hayvana, yeryüzüne özgürlük’ şeklinde slogan attı.

Kadıköy Boğa Heykeli’nde toplanan grup burada bir basın açıklaması yaptı.
Grup adına basın açıklamasını okuyan Gülce Özen Gürkan, “Veganlık bir yaşam biçimi sürdürmek ve böylece bu düzene dahil olmamak hayatımızı bu şiddet ve kıyım endüstrisine alet etmemek, yeterince çoğaldığımızda ise hayvan sömürüsüne
son vermek elimizde. Bugün burada kurban bayramının bayram kısmını hep birlikte kutlarken, gözler önüne serdiği hayvan kıyımına da aynı gün, bir öncesi, ve bir gün sonrasında devam eden görünmez hale getirilmiş kıyımla birlikte protesto ediyoruz.” diye konuştu. Grup basın açıklamasının ardından olaysız bir şekilde dağıldı.

*****

Geçen yıl yazdığımız “KURBAN BAYRAMI ve SAĞLIĞIMIZI KORUMAK..”
başlıklı yazımızı güncelleyerek  ilginize sunuyoruz..

Klasik söylemi yineleyelim : İyi bayramlar Türkiye!

Sevgi ve saygı ile.
16.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

KURBAN BAYRAMI ve SAĞLIĞIMIZI KORUMAK..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
www.ahmetsaltik.net

Hayvanlardan insanlara geçebilen iki yüz dolayında hastalık vardır. Bunlara Zoonoz
ya da Zoonotik Hastalık denmektedir. Kurban Bayramlarında Türkiye’de yaklaşık
3 milyon dolayında hayvan kesimi yapılmaktadır. Dolayısıyla, kurban kesimi sırasında değişik nedenlerle yaralanmaların yanı sıra, Zoonoz tehlikesi de artmaktadır. Fakat
bu hastalıklar, yaralanmalar gibi hemen can yakıcı akut sorunlar doğurmadığından,
gözden kaçabilmekte ve bu yüzden de ne yazık ki gereği gibi önemsenmemektedir.

Ancak, kuluçka dönemi tamamlandıktan sonra belirti veren başta Şarbon, Brusellozis, Salmonellozis, kist hidatik.. olmak üzere kimi parazit hastalıklarının bir bölümüne
tanı konabilmektedir. Haliyle, kurban kesiminden bir süre sonra yalnızca bir bölümüne tanı konabilen bu hastalıkların kurban kesimiyle ilişkisi ve hastalık etmeninin o sırada alındığı unutulmaktadır. Kurbanlık hayvan etleriyle; Askariyazis, Teniyazis, Giardiyazis, Hidatidozis, Amipli Dizanteri gibi parazit hastalıkları; Hepatit A, Hepatit E, Çocuk Yaz İshali gibi virüs hastalıkları ve Tifo, Basilli Dizanteri, Gıda Zehirlenmesi, Tüberküloz, Brusella, Şarbon.. gibi bakteri hastalıkları geçebilmektedir…

Tıbbi adı Creutzfeldt Jakob Hastalığı [nvCJD] olan Deli Dana Hastalığı, İngiltere’de hayvan yemlerinin, özelleştirme sonrasında kâr hırsıyla yetersiz ısı ve sürede pişirilmesi ve denetimsizlik yüzünden çıkmış, 140+ insan ölümüne yol açmıştı. Onbinlerce sığırın yok edilmesi zorunlu olmuş ve milyarlarca dolar yitiğe yol açmıştı. “Kirleten öder” sözü (retoriği) boşa çıkmıştı.. “Asıl olan kirletmemektir” ilkesini benimsemek gerekir.

Dolayısıya gıda güvenliği kritik bir kamusal alandır.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, başta 5996 sayılı yasayla yüklendiği görevleri eksiksiz yürütmelidir. Kurbanlık hayvanların kaynakta, yolda ve kesildikleri alanlarda izlenmesi zorunludur. Unutmamak gerekir; Kırım Kongo Kanamalı Ateşi denen
ve ülkemizde son birkaç yılda elli’ye yakın can alan hastalık da bir zoonozdur ve
temel nedeni hayvan hijyeninin eksikliğidir. Hastalığın biyolojik vektörü kenelerdir ve
şu can alıcı soruyu sorarak mutlaka yanıtlamak ve gereğini yapmak zorundayız :

  • Türkiye hayvanları neden kene kaynamaktadır ??

Benzer sorun, yine bir zoonoz olan Kuş Gribi’nde de geçelidir. Yapılması gereken, ülkenin veteriner hekimlik örgütünün, göçmen kuşları sürekli izlemesidir (Sürveyans). Sulak alanlarda konakladıklarında, yılda 2 kez, bu hayvanlardan uygun örnekler alınarak kapsamlı mikrobiyolojik ve toksikolojik tarama (assay) yapılması zorunludur.
Bu yapılırsa olası hastalık etmenleri önceden saptanır ve önlem alınır
(proaktif – öngelen koruyucu sağlık hizmeti).
Yoksa acı sonuçla boğuşulur, bu itfaiyeciliktir!

     Kurban Kesim görevlileri…

      Bu görevliler kurban kesimini, Belediyelerin göstereceği temiz yerlerde yapmalıdır. Yetki belgeleri olmalıdır. Uygun iş elbisesi, çizme ve eldiven giymeli, ağız-burun maskesi takmalıdırlar. Kullanacakları kesim araçları temiz ve teknik olarak
uygun olmalıdır. Kasaplar odasından yetki belgesi sorulması uygun olur.

  • Çocuklar, kurban kesimini kesinlikle izlememelidir.
  • İdeal olarak kesimler, belediyelerin – özel sektörün kesimevlerinde yapılmalıdır.

Kurbanlık hayvanın Veteriner Hekim uygunluk raporu aranmalıdır.

Önemli bir konu da kurbanlık hayvan etlerinde ilaç kalıntılarıdır. Hayvanlara değişik nedenlerle ne yazık ki düzensiz biçimde kimi ilaçlar verilmektedir. Hayvanların hastalanmaması için kimi antibiyotikler, hızlı büyüyerek ete dönüşmesi için anabolizan hormonlar (östrojen türevleri) başta gelmektedir. Bu ilaçların, özellikle kurbanlık hayvanların beklenen kesim tarihleri bilindiğinden, uygun süre önce mutlaka durdurulması zorunludur. Bu amaçla büyükbaşlar için 90 günlük süre öngörülmektedir (wash out period).

Aksi halde, söz konusu maddeler hayvan etleriyle insanlara geçmekte;
alerjiden tutunuz, hiç kullanılmayan antibiyotiğe direnç geliştirmeye dek uzanan
bir dizi istenmeyen olumsuz tıbbi sakıncaya neden olmaktadırlar.

Kurbanlık hayvanların kaynak ve kimliği de önemlidir. Bu amaçla Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, hayvanların kulaklarına küpe takmak dahil olmak,
başta 5996 sayılı yasa ve bağlı mevzuat kapsamında tüm güvenlik önlemlerini
özenle almak zorundadır. Yeterince gıda laboratuvarını Bayramda nöbetçi bırakmalıdır. Sağlık Bakanlığı da aynı Yasa ile kimi yükümlülükler altındadır,
2 Bakanlığın eşgüdümü beklenir..

Ayrıca AB normları da kurbanlık hayvan kesimi ile ilgili önemli ve yararlı kurallar içermektedir. Bunlara uyarak daha uygar, daha temiz, daha insancıl, hayvanlara
daha saygılı ve güvenli bir Kurban Bayramı geçirebiliriz.

     Kurban ve çevre sağlığı

Yoğun kentleşme ve apartman yaşamının getirdiği sorunlar nedeniyle, kurbanın özellikle sağlık yönü giderek önem kazanmıştır. Çevre sağlığının öneminin ayırdına varılmış olan günümüzde, kurbanlık hayvanların sokaklarda dolaştırılması, açık alanlarda bekletilmesi, satın alınan hayvanların evlerin bahçelerinde, balkonlarda tutulmaları ve
bu yerlerde kesilmeleri halk sağlığı açısından ciddi tehdit kaynağıdır. Bu durum,
kesim sırasında ortaya çıkan kan, mide ve bağırsak içeriği ile sakatat (iç organlar) bakımından yüksek risk taşır.

Bu maddeler çevreye rastgele asla atılmamalı; akarsulara dökülmemeli, sızdırmaz uygun çöp torbası ya da kapaklı kaplarda toplanarak Belediye temizlik görevlilerince alınması sağlanmalıdır. Atıkların taşıyabilecekleri çok çeşitli hastalık etkenleri ile
bu kentsel yaşam ortamları kirletilebilir ve zoonotik hastalık bulaştırılabilir.

     Belediye Çevre Sağlığı ve Temizlik birimlerinin bu dönemde “alarm” düzeyinde çalışmaları, kurban kesim alanlarını düzenlemeleri ve yoğun olarak denetlemeleri gerekir. Evsel atıkların toplanmasında kesinlikle gecikilmemeli, hatta günde 1 kez yerine 2 kez toplama yoluna gidilmelidir. Kesim alanlarının, katı-sıvı atık biriktirme ve uzaklaştırma alanlarının sodyum hipoklorit (çamaşır suyu) ile dezenfeksiyonu sağlanmalıdır. Piyasada var olan % 5’lik stok çözeltiler 1/10 sulandırılarak (hâlâ klor kokusu alınabilmelidir!), etkin ve ekonomik biçimde bu temizlik güvenle sağlanabilir. Aksi takdirde, hayvan kaynaklı insan hastalıklarının (Zoonoz) yayılmasına,
çevrenin kirletilmesine ve çevre sağlığının bozulmasına yol açılabilecektir.

Tüm belediyeler, Bayram süresince su kesintisi olmaması için her türlü önlemi almalıdır.

     Gıda enfeksiyonları ve zehirlenmeleri

Kurbanlık hayvanlar; deri, tırnak, kıl ve mide-bağırsak içeriği ile çok değişik tür mikrocanlıları kesim yerlerine taşırlar. Bu bağlamda normal bağırsak florası, yemler ve topraktan gelen mikrocanlılar en önemli bulaş kaynağıdır. Ayrıca hayvanların ağız ve burun boşluğunda, yemek ve soluk borusunda, cinsel organlarında da mikrocanlılar bulunabilir. Öte yandan kurbanlık hayvanlar, yukarıda değindiğimiz zoonotik hastalık etkenlerini taşıyabildiklerinden, insanlarda gıda enfeksiyon ve zehirlenmeleri görülmesine neden olurlar.

Et, bileşimi ve besin ögeleri içeriği nedeniyle mikrocanlıların üremesi için çok uygundur.

Biyolojik kökenli besinsel sağlık zararlarının % 70’inde kaynak, et ve et ürünleridir. Özellikle Staph. aureus ile olan ve sık görülen besin zehirlenmesinde neden,
temel hijyen eksikliğidir. Bu bakteriler büyük bir hızla çoğalır ve birkaç saat içinde hastalık yapacak düzeye ulaşırlar! Bulaşlı etleri yiyenlerde kuluçka süresi 1 saate dek düşebilir. Hastalık tablosunda ateş yükselmez, hatta düşer (Hipotermi)..
Bu durum, hastalığın önemsenmemesine ve tanısının konamamasına neden olabilir.

Gıda kökenli hastalık oluşmasında payı olan etmenler ve sorumluluk oranları aşağıdadır :

–  Yetersiz depolama ısıları : % 37 (Buzdolapları sürekli +4 derecede çalıştırlmalıdır.)
–  Yetersiz kişisel hijyen, başta el yıkama, el temizliği : % 22
–  Yetersiz pişirme : % 17
–  Bulaşlı gıda işleme donanımı : % 10
–  Güvenilir olmayan kaynaktan sağlanan gıda : % 7
–  Öbür etmenler : % 7..

Dolayısıyla bu etmenlere özen göstermek gerekir..
Özellikle mide-bağırsak içeriği etlere bulaştırılmamalıdır.

ABD’de, nüfusun ¼’ü her yıl en az 1 kez gıda kökenli hastalığa yakalanmakta, 325 bini aşkın insan bu yüzden hastanelere yatırılmakta ve 5 bin dolayında insan da ölmektedir! Ülkemizde yeterli ve güvenilir sayısal veri yoktur ancak, sorunun ciddi boyutlarda olduğu konusunda uzmanlar görüşbirliği içindedir.

Kurbanlık hayvan etleri temiz suyla yıkanarak temiz kaplarda buzdolabına kaldırılmalı, en az 1 gün dinlendirilmelidir.

Pişirmede, yağda kızartma yerine elektirikli (kömür değil!) ızgara ya da basınçlı (düdüklü) tencere seçilmelidir. Çocuklar, gebe kadınlar, yaşlılar, bağışıklık sistemi bozuk olanlar özellikle risk altındadır.

  •  İyice pişirilmemiş etler,
    kedi ve köpeklere de kesinlikle yedirilmemelidir
    .

Ülkemizin, geçmiş yıllara göre daha uygar ve temiz, sağlıklı bir Kurban Bayramı geçirmesini diliyoruz. Fakat 16 Ekim 2013 günü de  TV ve basından izliyoruz kaçan kurbanlık hayvanları ve ilkel – vahşi kovalamaları, kendini yaralayan acemi kasapları..

Unutulmasın ki, zorlanan ve strese sokulan hayvanların dokularında (özellikle kaslarında) stres hormonarı birikmekte ve etin bileşimini, kalitesini bozmaktadır.

Bu tablolar Cumhuriyetin 90. yılınde Türkiye Cmhuriyeti’ne hiç yakışmıyor..

S o n u ç                                    :

Temel kurallara uyarak pek çok hastalık ve yaralanmadan korunmak ve
Bayramı zehir etmemek olanaklıdır.

Kurbanlık hayvan derilerinin, etlerinin başta Türk Hava Kurumu olmak üzere Mehmetçik Vakfı’na bağışlanması halkımızdan beklenen bir davranıştır.

  • Dahası, Kurban kesmek yerine; eşdeğer parasal bağışın,
    uygun görülen kurumlara verilmesi de çok saygın bir yoldur.

Kurban Bayramınız kutlu ve mutlu olsun dileriz..

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

ADD; ANDIMIZIN Kaldırılmasının İptali İçin Danıştay’da Dava Açıyor

Dostlar,

ANDIMIZ‘ın MEB’nın Yönetmelik değişikliği ile kaldırılması işlemi aleyhine
ADD Genel Merkezi Danıştay’da YD (yürütmeyi durdurma) istemli dava açıyor..

Çoook da iyi yapıyor..

Dilekçe metni dolu dolu 7 sayfa..
Yetkin avukat Sayın A. Kutlay ALPUĞAN‘ın kaleminden çıkmış..

O nedenle pdf olarak veriyoruz..

Okumak için lütfen tıklayınız..

Andimiz_Dava_Dilekcesi

Yüksek Yargı organımız Danıştay’ın tarihsel sınavıdır..

İlgili 8. Daire, 2 yıl önce bu konuda lehte karar vermişti..
Dava dilekçesinden aktarıyoruz :

*****

Konu ile ilgili olarak 18 ŞUBAT 2011 tarihinde 982 Karar no’su ile Danıştay
8. Dairesi;

ANDIMIZIN İPTAL EDİLMESİ İLE İLGİLİ İSTEMİ REDDETMİŞ VE KARARINDA ;

Danıştay 8. Dairesi, “Türk Milleti” adına Andımız’la ilgili 18 Şubat 2011’de,
982 nolu şu kararı verdi:
 

  • “Anayasa’ nın 66. maddesinde, Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür, hükmüne yer verilmiştir. ‘Türk’ kelimesi bir ırkın değil, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan dili, ırkı, rengi, cinsiyeti, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, mezhebi ne olursa olsun tüm vatandaşların bir araya gelerek oluşturdukları ve herkesi kapsayan ve kucaklayan milletin ortak adıdır. Aksi yöndeki davacı iddialarına itibar edilmemiştir. Nitekim anayasamızda bu hususun vurgulanması bakımından, Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin herhangi bir ayrıma tabi tutulmaksızın Türk olduğu belirtilmiştir. Açıklanan nedenlerden dolayı davanın reddine karar verilmiştir.”

Danıştay 8. Dairesi bu kararı ile Türk kelimesi bir ırkın değil, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan; dili, ırkı, rengi, cinsiyeti, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, mezhebi ne olursa olsun, tüm vatandaşların bir araya gelerek oluşturdukları ve herkesi kucaklayan milletin ortak adı olduğunu bir kez daha KESİN BİR DİLLE BELİRTEREK, aksi yöndeki davacı iddialarına itibar etmemiştir.

Danıştay 8. Dairesi’nin bu kararı, T.C. Anayasa’sının Türk Vatandaşlığı başlıklı
66. maddesinde 
belirtilen “ Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes TÜRKTÜR.” hükmüyle de desteklenmiştir.

Aslına bakılacak olursa, Danıştay 8. Dairesinin vermiş olduğu karar kesin hüküm olması nedeni ile Davalı İdare tarafından Mahkeme kararını uygulamama, Mahkeme kararının aksi yönde hareket etme eylemi söz konusu olduğundan, davalı idarenin Kesinleşmiş Mahkeme Hükmünü uygulamama eylemini gerçekleştirdiği de düşünülebilir. Bu eylem de Yasalarımıza göre suç teşkil etmektedir.

*****

Arada değişen bir şey de yok;
AKP’nin kökü dışarıda AÇILIM – SAÇILIM manevrası dışında..

Türkiye’nin yargıçlarına güvenmek itiyoruz…

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 18.10.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

Söz Erdemdir – Namustur..


Söz Erdemdir – Namustur..

Lutfu_Cakmakci
Prof. Dr.M. Lütfü Çakmakçı
ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi

And, kişinin bir şeyi yapacağına veya yapmayacağına verdiği sözdür.

 

Ayrıca “yemin” veya “ahit” olarak da bilinir.
Toplumsal, siyasal ve hukuksal bağlamları da vardır.
“And” hukuk literatürü içinde bir terim olarak yerleşmiş durumdadır.

Toplumsal kurallar ve yasalar, yemin etme yükümlülüğünü, toplumsal görev yapan, toplumsal sorumluluğu olan makam ve mesleklere yüklemiştir. Bu sorumluluğu
en yoğun şekilde üstlenen devlet adamları, başkanlar, krallar ve yargıçlar göreve başlamadan önce çeşitli biçim ve metinlerle kutsal bir varlığı tanık göstererek
yemin ederler.

Yeminler önceleri dinsel bir temele dayanmakta ve dinsel ögeler ağırlıklı iken,
zamanla etik değerlerle ifade olunmaya başlamış; onur – haysiyet gibi olgular ön plana çıkmıştır. Kamusal sorumluluk üstlenenlerin kamuoyu ile “güvene dayalı” ilişkilerinde yemin ilk aşama olarak öne çıkmaktadır. Yemin / and içme ile başlayan
söz verme / sözleşme hem göreve gelen kimse hem de adına görev üstlenilen kitleler açısından çok yönlü anlama sahiptir.

Kuşkusuz ki bu anlamların birinci yönü işin törensel boyutu ile kendisini göstermektedir. Yeminlere ilişkin törenler ve yemin içerikleri yönetimlerin karakteri bakımından da
fikir vermektedir.

  • Sözün özü yürekten gelir.
    Söz iyi insanlar katında namus değerindedir.
    Toplumumuzda yaygın olarak kullanılan, “söz namustur” ifadesi
    bu anlayıştan kaynaklanır.

Söz vermek sorumluluğu, onunla ilgili icraatı da beraberinde getirir.
Söz vermek basit bir olay değildir. Söz, kişinin karakter özelliğini gösteren
en anlamlı ölçüdür. Sözün her şartta ve mutlaka yerine getirilmesi esastır.

Verdiği sözün arkasında duranlar; güzel ahlâk sahibi, manevi değerleri yüksek,
söz verdiği kişilere değer veren, vefalı, samimi, sağlam karakterli kişilerdir.
Sözü kişisel çıkarları için kullananlar ise; samimiyetsiz, ahde vefası olmayan,
gösteriş budalası, kişiliği bozuk bireylerdir. Bunlarda, ahlaki zayıflık ve inanç yapılarında eksiklik söz konusudur.

Topluma örnek olması gereken halkın temsilcilerinin, söz verdikleri halde sözlerinin arkasında zaman zaman durmadıklarını, yasalar yokmuş gibi davrandıklarını görmekteyiz.

Bu ülkesini seven her bireyi gönülden yaralamaktadır.

Türk’ün anlamını bilmeyen veya bilmek istemeyenler,
andımızı okullardan kaldıranlar, ülkemizde ulusalcı olmadığını ifade edenlerin aşağıdaki yemini yaptıklarını kendilerine hatırlatmakta yarar bulunmaktadır.

Bu yemine göre;

  • “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; Hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve
    Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma;
    Toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma;
    Büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”

Diyen milletin temsilcilerinin bugün ortaya koydukları “açılım ve çözüm süreçleri” nin bu yemine uymadığını görmekteyiz.

Oysa biz, milletin temsilcilerinin görevde bulundukları sürede her yasama dönemi sonunda topluma mal bildiriminde bulunmasını, söylemlerinin, yaşam biçimlerinin ve davranışlarının birbirine uyumlu olmasını, halkın grek duyduğu hizmetler ve sorunlar hakkında gerek ulusal ve gerek yerel düzeyde çözüm getirebilecek en az bir alanda uzmanlaşmış olmasını beklemekteyiz. Milletin temsilcilerinin görev süreleri içinde
temsil ettikleri kitlelerin çıkarlarına aykırı davranışta bulunmayacaklarını,
kişisel çıkar peşinde olanların aleti olmayacaklarını düşünmek istemekteyiz.

Burada Ulu önderimizin bir sözünü hatırlamakta yarar bulunmaktadır :

  • ‘Bütün cihan bilmelidir ki; artık bu devletin ve bu milletin başında
    hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır.
    O da millî egemenliktir.

    Yalnız bir makam vardır.
    O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.’

    Mustafa Kemal ATATÜRK

Biz, dün olduğu gibi bugün de milli egemenlik için birleşmek
ve Türk olmanın onurunu ülkemizde doyasıya yaşamak istiyoruz