Günlük arşivler: 10 Ekim 2013

Balyoz Delilleri Erdoğan’ın hukuk danışmanını bile ikna etmedi!


Deliller Erdoğan’ın hukuk danışmanını ikna etmedi!

  • Balyoz delilleri, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hukuk danışmanı
    Prof. Dr. İzzet Özgenç’i bile ikna edemedi. Özgenç, Yargıtay’a dosyadaki delillerle ilgili bir rapor sundu. Özgenç, raporda “Tüm deliller gerçek olsa dahi bir darbe teşebbüsünden söz edilemez.” ifadelerini kullandı.

Deliller Erdoğan'ın hukuk danışmanını ikna etmedi
(http://www.ulusalkanal.com.tr/images/haberler/deliller_erdoganin_hukuk_daqnismanini_ikna_etmedi_h16313.jpg)

Balyoz Davası’nın dijital delilleri, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın
hukuk danışmanı
Prof. Dr. İzzet Özgenç‘i bile ikna edemedi.

Oda TV‘nin haberine göre Özgenç, Tümamiral Caner Bener’in avukatı Abdullah Alp Arslankurt’un istemi üzerine Balyoz delilleri ile ilgili bir rapor hazırladı. Rapor,
karar öncesinde Yargıtay 9. Ceza Dairesi’ne sunuldu.

Raporda, delillerin hüküm kurmaya yeterli olmadığı belirtildi.

Prof. Dr. Özgenç, 46 sayfalık raporda, deliller gerçek olsa bile bir darbe teşebbüsünden söz edilemeyeceğini ifade etti. Özgenç, “suç işlemek için anlaşma” suçlamasının yöneltilebileceğini, bu durumda da sanıklara hapis cezası verilemeyeceğini kaydetti.

Özgenç, Erdoğan’ın hukuk danışmanı olarak biliniyor. İzzet Özgenç,
Türk Ceza Kanunu’nda 2005’te yapılan değişikliğin mimarlarından kabul ediliyor.

ulusalkanal.com.tr, 10.10.13

AKP Nasıl Durdurulmalı?


AKP Nasıl Durdurulmalı?

Dostlar,

AKP’nin “4+4+4 ucubesi” ile Eğitimde kritik bir köşe dönülmüş (RG’de 11 Nisan 2012’de yayımlanan “İLKÖĞRETİM ve EĞİTİM KANUNU ile BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN, yasa no 6287), Türk eğitim sisteminin
laik yapısı büyük ölçüde zedelenerek
ÖĞRETİM BİRLİĞİ (Tevhid-i Tedrisat)
Devrim Yasası’na esalı bir saldırı gerçekleştirilmişti.
Bu konuda sitemizde epey yazı yayımlandı.

Söz konusu düzenleme, Başkanını AKP’li Nabi Avcı‘nın yatığı TBMM Milli Eğitim Komisyonunda “CHP’li vekiller dövülerek” ve salonda yok varsayılarak geçirilmişti. Gözükara mücahit Komisyon Başkanı Prof. Avcı, daha sonra Milli Eğitim Bakanı yapılarak ödüllendirilmişti (24 Ocak 2013).

4+4+4 dayatması, başta Anayasa’nın 174. maddesi ile korunan 8 adet Devrim Yasası olmak üzere Anayasa’nın pek çok maddesine aykırı olmasına karşın
(ilk 3 madde, 24, 42, 174 başta olmak üzere), AKP tarafından yeniden yapılandırılan Anayasa Mahkemesince CHP’nin iptal istemleri reddedilmişti.

07 Ekim 2013 günü yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığı Genelgesi ile ANDIMIZ ilkokullarda da yasaklandığı gibi, Bakanlar Kurulu Kararı ile türbana kamuda da
izin
verilerek, Türk seküler-laik eğitim düzenine ağır bir darbe daha indirilmiştir.

Bu Karar, “2/9/1925 tarihli ve 2413 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında Değişiklik” yapmaktadır. Cumhurbaşkanı Atatürk’ün ve Başbakan İsmet İnönü’nün
imzası olan Bakanlar Kurulu kararı değitirilmektedir!.

  • Hemen belirtelim ki, söz konusu Bakanlar Kurulu Kararı açıkça hukuka aykırıdır.

Bu idari düzenlemeler için aşağıdaki pdf metnine bakılmalıdır :
ANDIMIZ_kalkti_kamuda_basortusu_serbest_7.10.13

Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere yüksek yargı organlarının kararına,
AİHM Büyük Daire (Temyiz Dairesi) kararlarına apaçık ters düşmektedir.

Siyasal iktidar bunları bilerek ve isteyerek yapmaktadır..
Hukuk cebren ayaklar altındadır.

  • AKP artık fiilen / de facto karşı devrimi gözü kara 
    ve hızlandırarak yürütmektedir.

Zaman daralmıştır AKP için, artık geriye sayım söz konusudur en azından
30 Mart 2014 yerel seçimleri bakımından. Bu seçim, durdurulamayan bir düşüşü tetikleyebilecektir. Bu bakımdan, AKP’nin risk alması söz konusu değildir.

Seçmen tabanına ve dış aleme ne verilecekse, artık ertelenmeden ve olabildiğince bonkörlükle verilmelidir. Sözde “açılım” paketiyle 11 yıldır sakız edilen “türban istismarı” mutlu sona (!) erdirilmiştir?

Üstelik Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin Balyoz davası temyiz kararını açıklamasından
2 gün önceye denk düşürülerek, gündemde ikincilleştirilmeye çalışılmıştır.

Artık laik Türk Milli Eğitim Sistemi devri, büyük ölçüde -şimdilik- kapanmıştır.

AKP’nin gayrı milli yarı şeriatçı eğitim sistemi, aşağıdaki çizimdeki gibi insan tipi yetiştirmeye kurgulanmış görünüyor..

Fotoğraf: Büyük dönüşüm devam ediyor...

(https://m.ak.fbcdn.net/sphotos-b.ak/hphotos-ak-prn2/p480x480/1393977_593394267363667_1816906724_n.jpg, 10.11.13)

Çünkü şeriatçı rejimler;

– aydın ve özgür düşünen,
– pozitif bilim ışığında sorgulayan yurttaşlar değil;

* biat kültürüne körü körüne boyun eğen,
* sadakacı ve sadakatlı ümmet ve tebaa ile sürdürülebilir ancak.

******

AKP son atışlarını da yaptı..
Sadakta artık başka ok kalmamış (?) görünüyor.
Ekonomi de iyice duvara dayandı.
Bundan sonra “HALİFELİĞİ GETİRİYORUZ..” diyecek durumu kalmadı sanırız.

Dolayısıyla zaman, sanıldığının tersine AKP aleyhine akmaktadır.

Bundan böyle başlıca araç

– POLİS DEVLETİ FAŞİZMİ ve
seçim sistemi oyunları – hileleri ile ne yapıp edip iktidarı bırakmamaktır.

Yapılacaklar                                :

1. Milli Eğitim Bakanlığı’nın ANDIMIZ’ı kaldıran gelengesi derhal Yönetsel Yargıya götürülmelidir. Danıştay’da açılacak bir YD (Yürütmeyi Durdurma) istemli iptal davası önemenmelidir. Bu gün basından öğrendiğimize göre EĞİTİM SEN
bu girişimi başlatmıştır. Bizim de üyesi olduğumu EĞİTİM İŞ benzer yolu izleyecektir. Türk Hukuk Kurumu ve Baroların hatta Hukuk ve Eğitim Fakültelerinin bu davanın dilekçesinin hazırlanmasına yeter destek vermesi dileğimizdir. (Milli Eğitim Bakanlığı’nın İlköğretim Kurumları Yönetmeliği‘nde değişiklik yapılarak
“öğrenci andı” başlıklı 12’nci madde yürürlükten kaldırıldı.)

2. Türbanı kamuya da sokan Bakanlar Kurulu Kararı da (Yönetmelik değişikliği) Danıştay’da dava konsusu edilmeli, YD istemli iptal davası açılmalıdır. Yargı, bir kez daha kendisinin daha önceki kararları ile yüzleştirilmelidir. Bu sonucu görmek de başlı başına önemlidir. (07.10.13 günü Resmi Gazete’de yayınlanan Başbakanlık Genelgesi ile 1982 tarihli ‘Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik’in 5. maddesinde değişiklik yapıldı..)

3. Asıl önemli olan, TBMM’deki partilerin AKP karşısında ortak eylemidir.
CHP ve MHP mutlaka ama mutlaka seçim işbirliğine gitmek zorundadır.

Siyasal Partiler – Seçim mevzuatı yasal olarak elvermiyorsa bu halka anlatılmalı ve halkın tabanda bu sorunu çözmesi istenmelidir. En güçlü adayı bu 2 parti birbiri lehine destekleyebilmelidir.

Bu arada yaygın mitinglerle gerçekler, AKP’nin tüm yolsuzlukları ve içyüzü belgelerle halka anlatılmalıdır.

SEÇİM GÜVENLİĞİ en kritik konulardandır.

Hükümet bu konuda ödün vermeksizin sıkıştırılmalıdır.
Bu sorun çözülmezse, seçimlerin boykotu dahil olmak üzere tüm seçenekler
gündeme alınmalıdır.

  • Tek çare BİRLEŞMEKTİR!

Büyük ATATÜRK reçeteyi net olarak vermiştir :

  • “Milletlerin tarihinde bazı dönemler vardır ki, belli amaçlara erişebilmek için maddî ve manevî ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı doğrultuya yöneltmek gerekir. Yakın yıllarda milletimiz, böyle bir toplanma ve birleşme hareketinin önemli sonuçlarını kavramıştır. Memleketin ve devrimin, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için,
    bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması gerekir.
    Aynı cinsten olan kuvvetler, ortak amaç yolunda birleşmelidir.”

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 10.10.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Bekir COŞKUN : Freni Patladı…

 


Freni Patladı…

bekir_coskun_ataturk'lu_portresi

Bekir COŞKUN

Türbanla demokrasiye geçildiyse…
Ekranda meme kenarı gözükünce de demokrasiden çıkılır…

 

Aklı almıyor çünkü…

Bak:
Demokrasilerde devlet, tüm bireylerin karşısında eşit ve tarafsızdır…
Devlet, tüm inançların devletidir… İnsanlar devlet kapısına gittiklerinde,
orada kendi devletlerini gördüklerinde demokrasiyi hissederler…

Ama sen oraya bir dinin dahi değil, Sünni mezhebinin simgesini oturtursan…
Değil usta, çömez bile olamazsın…

Yoksa yaşamın içinde kimsenin türbana bir diyeceği yok…
Örten örter… Açan açar…
Ama “Türk” vurgusunu demokrasi açısından sakıncalı görüp bir mezhebin sembolünü devlete sokarsan… Demokrat olduğuna sadece salaklar inanır…

Andın okullardan kaldırılması,
türbanın devlete girmesi aynı Resmi Gazete’de dün yayımlandı,
alın birer tane saklayın… On bir yılın özetidir o…
Karşıdevrimin “resmi”sidir… Devletin gazetesinden ilanıdır…

Ben size söyleyeyim: Türkiye artık bir din devletidir
“İğne ile kuyu kazar gibi bugünlere kadar getirdik…
Bundan sonra da taşı gediğine koyana kadar devam…”
 dedi…
Daha ne desin size?..

Dün yargıyı gördünüz; karşıdevrim önünde duranları, tepkisi olanları,
içine sindiremeyenleri, ayağa kalkmayanları, hapishanelerde ölmeye mahkûm ettiler
Dinci karşıdevrim açısından az zafer mi bu?..

Sabahları çocuklara ilahi de okutur… Beklenir çünkü…

Freni patladı ya… Toslayana kadar gidecek…
Kim tuta?..

10 Ekim 2013, Cumhuriyet

Türker Ertürk : İSKOTA LAÇKA

İSKOTA LAÇKA

Turker_Erturk_E._Amiral

Türker Ertürk

Geçtiğimiz günlerde İşçi Partisi’nin
9. Genel Kurultayı Ankara’da toplandı ve Sayın
Doğu Perinçek
 tekrar Genel Başkan seçildi.
Kendisini ve İşçi Partisi’ni kutluyor önümüzdeki dönemde
onlara üstün başarılar diliyorum.

Ülkemiz gerçekten zor bir dönemden geçerken, varlığı yaşamsal olarak
tehdit altındayken, koşar adım iç savaşa, bölünme ve parçalanmaya doğru giderken İşçi Partisi, onun yarattığı örgütler ve medya gerçekten bir destan yazdı. Hele Perinçek’in dört duvar arasından bile örgütünü yönetebilmesi her türlü takdirin üzerindedir. Sanırsınız ki, zindanda değil de, sınırsız (namütenahi) iletişim imkanlarıyla donatılmış bir parti genel merkezinde bulunmaktadır.

Bunlar doğru da, sadece bu mücadeleye dayanarak ülkemizin felakete doğru gidişini durdurmak mümkün müdür? Kesinlikle hayır! Şunu bilmenizi isterim!
Hayır değerlendirmesini çalışma odamda teorik veriler üzerine inşa etmedim. Anadolu’yu ve Türk insanın yaşadığı tüm dünyayı dolaşarak ve azımsanmayacak sayıda yurttaşımızla konuşarak, sohbet ederek, iletişimde bulunarak ve onların değerlendirmelerini veri olarak çalışmalarıma katarak bu sonuca ulaştım.

Bakınız emperyalizm sorunları olmakla birlikte hala çok güçlüdür. Emperyalizmin bölgemizi ve ülkemizi dönüştürecek, başkalaştıracak, bölüp parçalayacak projeleri
adım adım gerçekleşmektedir.

  • Emperyalizmin yerli işbirlikçisi olduğundan tereddüt bile etmediğim Erdoğan ve AKP’nin açılımları emperyalist projenin ülkemize yönelik
    sindire sindire gelen merhaleleridir.

Mücadele hamasetle olmaz

Emperyalizmle ve onun canımıza kast etmeyi planlamış projeleri ile başa çıkmanın yolu “birleşmek” ten geçmektedir. Geniş kitleleri kucaklamayan veya kucaklayamayan
bir antiemperyalist mücadele ekseninin başarısız olması kaçınılmazdır.

Emperyalizmle, onun plan ve projeleri ile mücadele duygularla, hamasetle ve sloganlarla olmaz. Akıl ile olur! Bu nedenle geçtiğimiz cumartesi günkü yazıma
“Bir elimde iskota diğerinde yeke” başlığını atmış bugünkü yazıma da başlangıç olacak girizgahı yapmıştım. Çünkü yelken kullanımı rüzgar gücünün akıl ile dizginlenmesi, kontrol edilmesi ve arzu edilen amaçlar doğrultusunda kullanılabilmesi feraseti ve becerisidir.

Emperyalizmi durdurabilmek için birleşmeye, birleşmeyi sağlamak için aklımızı kullanmaya ihtiyacımız var. Ünlü bilim insanı Albert EinsteinÖnyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur.” diyor.

Evet, bugün tehlike bu kadar yüksek boyutlara ulaşmasına rağmen hala birleşememiş olmamızda önyargılarımızın çok büyük katkısı var! Şimdi önümüzde iki seçenek var:

Ya niçin böyle önyargılarımız var diye sinirleneceğiz ve bunu yok sayacağız.
Ya da önyargılarımızı da bir veri olarak değerlendirip sorunun çözümüne katacağız.

Mustafa Kemal Atatürk Anadolu’ya çıktığında geçmişi, deneyimi, yaygınlığı ve programıyla İttihat ve Terakki adı altında bir örgüt vardı. Ama Atatürk mücadelesinde bu örgütün insanlarını ve fedailerini çok kullanmasına rağmen başka bir örgüt kurdu. Çünkü Atatürk akıl adamıydı İttihat ve Terakki ile birleştirici olamayacağını biliyordu.

İlk hedef AKP’nin defi!

  • Bugün bizim hiç kimseyi ama hiç kimseyi öteleyecek, dışlayacak ve antiemperyalist mücadeleden uzaklaştıracak lüksümüz yoktur.
  • Geniş ve kitlesel birlikteliğe ihtiyacımız vardır.
  • Ortak paydamız Atatürk’te birleşmek, antiemperyalist yaklaşım göstermek
    ve Milli bakış açısına sahip olmaktır. Payda sadeleştikçe, basit anlatımla
    ifade edildikçe ve ayrıntı içermedikçe birleşme kitleselleşir.
    Herkes bana gelsin demekle birleşme olmaz!

Birleşme hedefine varabilmek için yelkenlerimizi sağcımızın, solcumuzun, milliyetçimizin, ülkücümüzün ve dindarımız yani milli olan tüm kesimlerin rüzgarı ile doldurmamız gerekmektedir. Her konuda mutabakat sağlamamız gerekmez.

  • İlk hedef Türkiye’ye yönelik emperyalist projeyi akamete uğratmak için işbirlikçi AKP iktidarının ve zihniyetinin derhal defedilmesidir.

Eğer yelkenleriniz yeterince rüzgarla dolmuyorsa iskota (Ana yelkeni idare eden halat ve palanga donanımının adı) laçka (gevşetilir) edilir ve dümen açısı bir miktar değiştirilir.

Savaş gemileri fırtınalı havalarda, çok ağır deniz şartlarında ve çatışma ortamında
akıllı komutanların akıl dolu kararları ile salimen hedeflerine doğru ilerlerler.
Aksi durum, hedefe ulaşmayı sağlamadığı gibi mürettebatınızın, size inananların
ve mücadele arkadaşlarınızın telef olmasına neden olur.

Saygılar sunarım.

Hukuk yıkıldı ama biz yıkılmadık! Ne yapılmalı??


Dostlar
,
Sn. Nilgül Doğan örnek bir dik duruş sergilemekte.
Kendisini saygı ve hayranlıkla selamlıyor ve destekliyouz.,

Dağılmanın ve savaşımı büsbütün teslim etmenin zamanı değildir.Her şeye karşın direnilecek ve bu karar hukuk tarihinin,
dünya insan hakları savaşımları tarihinin çöplüğünde yerini alacaktır.

Bu karar, başında “TÜRK MİLLETİ ADINA” denilmekle birlikte gerçek böyle değildir.

Yüksek yargıya da siyaset bulaşmış ve adalet, hukuk dışı kimi gerekçelere
gözü kapalı kurban edilmiştir. Yüz kızartıcı bir tablo ile karşı karşıyayız.

Bize göre karar düzeltimi (tashih-i karar) isteminin anlamı yoktur, zaman yitiğidir;
aynı Daire (9. Ceza Dairesi) bu kararında herhangi bir düzeltme yapmayacaktır.
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru da (md. 148) çıkmaz sokaktır.
Gerek Yargıtay gerekse Danıştay 12 Eylül 2010’da yapılan referandumla onaylanan
26 maddelik anayasa değişikliği kapsamında yeniden yapılandırılan HSYK tarafından adeta baştan kurulmuş gibidir. Yargıtay’a yeni atanan 160 üye blok olarak davranmış,
1. Başkan ve Daire Başkanları böylelikle belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi ise Cumhurbaşkanı’nın (Abdullah Gül) atamaları ile eski 2-3 üyesi dışında tümüyle yenilenmiştir.

Bu bakımdan, İHAS (İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi) bağlamında AİHM’ne (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) “ivedi” kaydı ile özel bir başvuru yapılması uygun olur. Bu başvuruda gerekçe olarak, iç hukuk yollarının biçim olarak bitmemekle birlikte gerçekte bittiği, sonucun belli ya da kuvvetle öngörülebilir olduğu,
bu yolda oyalanmanın en az 2 yıl gibi bir süre daha yersiz ve haksız gecikme anlamına geleceği, çoğu yaşlı olan hükümlülerin bu süre içinde sağlıklarının daha da bozulabileceği hatta yaşamdan kopabilecekleri, adaletin gerçekleşmesinin 2 yıl daha geciktirilmesinin kabul eilemeyeceği, adaletin zaten uzun yıllardır katledilmekte olduğu… içerikli savunma yapılabiir.
Bir başka yol… bir başka yol… Hukuk uzmanları bulmalıdırlar..”Yargılamanın yenilenmesi”nin olanağı var mıdır?
Özellikle 11. CD verilerinin yüzlerce sahtecilik içermesi karşısında
ek-yeni bilirkişi raporlarıyla bu istem ileri sürülebilir mi?

  • KÖKLÜ ÇÖZÜM                                         :

1. Türk Ulusu, tüm bu karabasan tablosunun AKP iktidarının ürünü olduğunu görmeli
ve 30 Mart 2014’teki yerel seçimden başlayarak bu partiyi alaşağı etmelidir.
2. Bu amaçla AKP karşıtı tüm siyasal partiler MUT – LA – KA seçim işbirliği
yapmalıdır.
3. AKP karşıtı tüm siyasal partiler yaygın mitinglerle halkı yerel seçimlere taşımalıdır.
4. Genel seçimlerde de yine AKP karşıtı tüm siyasal partilerin MUT – LAK seçim
işbirliği
ile bu taşeron siyasetten kurtulmak ve kurbanların saygınlıklarını
hızla iade etmek.. Ardından da tüm hukuksuzluk yapanlardan hesap sormak..

Türkiye’yi çok daha zor yıllar bekliyor..
Fakat ülkemiz bu cendereden de çıkacak ve daha da güçlenerek
Cumhuriyetimiz sonsuza dek yaşayacak, yaşatılacaktır..

Büyük ATATÜRK‘ün öngörüsü – vasiyeti bu yöndedir.

Yıllardır zindanda en ağır bedelleri ödeyen
Mustafa Kemal’in askerleri birer onur anıtı gibidirler..
İŞGAL ya da DÜŞMAN HUKUKU’nu göğüslemektedirler.

Mustafa Kema’in askerleriyiz; VATAN SAĞOLSUN!

Sizlere selam olsun en ağır koşullarda bile “vatan sağolsun” diyebilen
Mustafa Kemal’in gerçek askerleri!

Hep birlikte bir kez daha kazanacağız; omuz omuza, el ele ve yürek yüreğe!
Çünkü bizler tarihsel ve evrensel olarak doğru olanın, ilerlemenin savunucularıyız.
Ne yazık ki insanlık tarihinde AYDINLANMA süreci çoook uzun yıllar alıyor ve çoook sancılı oluyor..

Tek bir örnek : 1789’un Fransız şanlı devrimini General Napolyon yıkmış,
halk yeniden kurmuştu. Son olarak 1958’de bir başka general DeGaulle‘in kurduğu
5. Cumhuriyet, tüm görkemiyle ve giderek pekişerek Fransız insanının
başını taçlandırmakta.

Sevgi ve saygı ile.
10.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

Hukuk yıkıldı ama biz yıkılmadık!

“Ülke gitti eşler içeride olsa ne olur?”

Türk Ordusu’na inen “Balyoz” Yargıtay kararınca onandı.
Genelkurmay Başkanlığı karar duruşması öncesi tutuklu komutanların yakınlarına çikolata gönderdi.
Tutuklu yakınları hem Genelkurmay’a hem de kararlara tepki gösterdi.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde Balyoz Davası’nın karar duruşması yapıldı.Karar öncesi polis Yargıtay binası önünde sıkı güvenlik önlemleri aldı.Balyoz kararı öncesi Yargıtay binası önünde ilginç bir olay yaşandı.
Genelkurmay Başkanlığı, Balyoz Davası sanıklarına da
duruşmadan bir gün önce Kurban Bayramı nedeniyle çikolata gönderdi.

Balyoz sanığı gazi Albay Hasan Basri Aslan’ın eşi Nefise Aslan,
çikolatayı kapıda bekleyen basın mensuplarına dağıttı.

Nefise Aslan, üzerinde Türkiye haritası ve ay-yıldız bulunan kutuyu sinirlenip yere atınca polisler tutanak tutmak istedi. Aslan, kutuyu yerden aldı ve tutanak tutulmadı.

Nefise Aslan, “Geçen bayram, yap-boz kule (jenga) tahta oyuncak hediye gönderdiler. Hayatımız gibi. Yapın bozun diyorlar. Hayatımız karardı. Bu bayram da duruşmadan önce Genelkurmay’dan çikolata gönderdiler. Çikolatayı dışarıda basın mensuplarına dağıttım. Kutuyu da sinirlendim yere atım. Kutunun üzerinde bayrak olduğunu görseydim zaten yere atmazdım. PKK ile mücadele ederken, aslansın kaplansın diye Doğu’ya gönderdiler, şimdi PKK’lılar başköşede bizimkiler hapiste.” diye konuştu.

Karar öncesi Yargıtay’a gelen eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın eşi Nilgül Doğan,

  • “Ülke gitti, bitti. Eşler içeride olsa ne olur olmasa ne olur?”
    diye tepki gösterdi. 

Kararı tutuklu komutanların yakınları ve basın mensuplarının yanı sıra CHP Milletvekilleri Mahmut Tanal, Gürkut Acar, Atilla Kart ve Dilek Akagün Yılmaz da izledi.

Karar açıklandı. 237 komutana verilen hapis cezasını onayan Yargıtay kararı tutuklu komutanların yakınlarını gözyaşlarına boğdu.

ulusalkanal.com.tr

======================================

 

Balyoz Davası’nda 2 sayfalık Kısa ve Gerekçeli Karar

YARGITAY

 

Balyoz Davası’nda 2 sayfalık kısa karar

Yargıtay’da görülen Balyoz Davası’nda karar açıklandı.
Balyoz Davası’nda isim isim karar metni…

YARGITAY 9. C.D.  2013/9110 ESAS SAYILI DOSYA KARAR SONUÇ BİLGİLERİ: 1) Sanıklar Abdil Akça, Abdullah Zafer Arısoy, Ahmet Çetin, Ahmet Yanaral, Ali Güngör, Altan Dikmen, Arif Bıyıklı, Duran Ayhan, Embiya Şen, Erdal Yıldırım, Erdinç Yıldız, Erol Ersan, Ertan Karagözlü, Eyup Aktaş, Fikret Coşkun, Hakan Öktem, Hakan Yıldırım, Hüseyin Bakır, Hüseyin Durdu, İhsan Çevik, İmdat Solak, İsmail Karaoğlan, Levent Güldoğuş, Levent Maraş, Murat Balkaş, Murat Bektaşoğlu, Musa Farız, Mustafa Aydın, Mustafa Kelleci, Mutlu Kılıçlı, Osman Çetin, Recep Yavuz, Rifat Gürçam, Selahattin Gözmen, Serhat Dizdaroğlu ve Uğur Üstek hakkındaki beraata ilişkin hükümlerin ONANMASINA, 2) Sanıklar Abdullah Dalay, Ali Aydın, Halil Helvacıoğlu, Abdurrahman Başbuğ, Ahmet Necdet Doluel, Ahmet Türkmen, Bülent Akalın, Cumhur Eryüksel, Doğan Uysal, Gökhan Çiloğlu, Güllü Salkaya, Hakan Ilıca, Hüseyin Polatsoy, İlker Yunus, İsmet Kışla, Şafak Duruer, Tevfik Özkılıç, Tuncay Küçük, Adem Ceylan, Cafer Uyar, Canatan Turgut, Kenan Yüce, Murat Dülek, Ömer Faruk Ağa Yarman ve Tülay Delibaş hakkındaki mahkumiyet hükümlerinin; Sanıkların cezalandırılmasına yeterli, her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından beraat kararı verilmesi gerektiği gerekçesiyle BOZULMASINA, BOZMANIN NİTELİĞİNE GÖE ADI OKUNAN SANIKLARDAN TUTUKLU OLANLARIN TAHLİYELERİNE; HAKLARINDA YAKALAMA KARARI ÇIKARTILANLARIN YAKALAMA KARARLARININ GERİ ALINMASINA, 3) Sanıklar Bora Serdar, Hasan Gülkaya, Levent Görgeç, Ahmet Tuncer, Ali İhsan Çuhadaroğlu, Ali Rıza Sözen, Aytekin Candemir, Bahtiyar Ersay, Barbaros Kasar, Behcet Alper Güney, Burhan Gögce, Can Bolat, Cemal Candan, Cüneyt Sarıkaya, Doğan Fatih Küçük, Dursun Tolga Kaplama, Erdoğan Koçoğlu, Erhan Kuraner, Fatih Altun, Fatih Musa Çınar, Fuat Pakdil, Gökhan Gökay, Hakan Akkoç, Halil Yıldız, Hamdi Poyraz, Harun Özdemir, Hasan Basri Aslan, Hasan Hakan Dereli, Hasan Nurgören, İkrami Özturan, İlkay Nerat, Kemal Dinçer, Mehmet Alper Şengezer, Mehmet Kemal Gönüldaş, Muharrem Selçuk Ünal, Murat Ataç, Mustafa Erdal Hamzaoğulları, Mustafa Yuvanç, Namık Koç, Nedim Ulusan, Nihat Özkan, Orkun Gökalp, Refik Hakan Tufan, Sami Yüksel, Sırrı Yılmaz, Soydan Görgülü, Süha Civan, Timuçin Erarslan, Veli Murat Tulga, Yaşar Dilber, Yunus Nadi Erkut, Yüksel Gamsız, Zafer Karataş, Ahmet Şentürk, Ahmet Topdağı, Gökhan Murat Üstündağ, Kasım Erdem, Levent Ergün, Mümtaz Can, Nurettin Işık, Recai Elmaz, Suat Dönmez ve Turgay Bülent Göktürk hakkındaki mahkumiyet hükümlerinin; Bu sanıkların eylemlerinin suç için anlaşma suçu kapsamında kalması nedeniyle, haklarında 5237 sayılı TCK’nın 316/2. ve CMK’nın 223/4-a maddeleri gereğince “ceza verilmesine yer olmadığına” karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle BOZULMASINA, BOZMANIN NİTELİĞİNE GÖE ADI OKUNAN SANIKLARDAN TUTUKLU OLANLARIN TAHLİYELERİNE; HAKLARINDA YAKALAMA KARARI ÇIKARTILANLARIN YAKALAMA KARARLARININ GERİ ALINMASINA, 4) Sanıklar Çetin Doğan, Özden Örnek, Halil İbrahim Fırtına, Abdullah Can Erenoğlu, Abdullah Gavremoğlu, Abdülkadir Eryılmaz, Ahmet Bertan Nogaylaroğlu, Ahmet Feyyaz Öğütcü, Ahmet Sinan Ertuğrul, Ahmet Yavuz, Ali Deniz Kutluk, Ali Semih Çetin, Alpay Çakarcan, Ayhan Taş, Behzat Balta, Bilgin Balanlı, Bülent Tunçay, Cem Aziz Çakmak, Cemal Temizöz, Cemalettin Bozdağ, Cengiz Köylü, Deniz Cora, Dora Sungunay, Engin Alan, Engin Baykal, Ergin Saygun, Ergün Balaban, Faruk Doğan, Faruk Oktay Memioğlu, Gürbüz Kaya, Halil Kalkanlı, Hanifi Yıldırım, Hasan Fehmi Canan, Hasan Hoşgit, Hüseyin Hoşgit, İbrahim Koray Özyurt, İhsan Balabanlı, İzzet Ocak, Kadir Sağdıç, Kıvanç Kırmacı, Korcan Pulatsü, Kubilay Aktaş, Lütfü Sancar, Meftun Hıraca, Mehmetfatih İlğar, Mehmet Kaya Varol, Mehmet Otuzbiroğlu, Metin Yavuz Yalçın, Murat Özçelik, Mustafa Aydın Gürül, Mustafa Karasabun, Mustafa Kemal Tutkun, Mustafa Korkut Özarslan, Mustafa Önsel, Mücahit Erakyol, Nejat Bek, Nihat Altunbulak, Nuri Ali Karababa, Özer Karabulut, Ramazan Cem Gürdeniz, Salim Erkal Bektaş, Serdar Okan Kırçiçek, Servet Bilgin, Soner Polat, Süha Tanyeri Şükrü Sarıışık, Taner Balkış, Taner Gül, Tuncay Çakan, Turgut Atman, Uğur Uzal, Yaşar Barbaros Büyüksağnak, Yurdaer Olcan, Yusuf Ziya Toker, Ziya Güler, Abdullah Cüneyt Küsmez, Ahmet Dikmen, Ahmet Erdem, Ahmet Hacıoğlu, Ahmet Küçükşahin, Ahmet Zeki Üçok, Ali Demir, Ali Sadi Ünsal, Ali Türkşen, Ali Yasin Türker, Armağan Aksakal, Aşkın Öztürk, Aşkın Üredi, Atilla Özler, Aydın Sezenoğlu, Ayhan Gedik, Ayhan Gümüş,  Ayhan Türker Koçpınar, Ayhan Üstbaş, Aykar Tekin, Aziz Yılmaz, Bahadır Mustafa Kayalı,  Bekir Memiş, Berker Emre Tok, Berna Dönmez, Beyazıt Karataş, Binali Aydoğdu, Bülent Günçal, Bülent Kocababuç, Bülent Olcay, Cahit Serdar Gökgöz, Celal Kerem Eren, Cenk Hatunoğlu, Çetin Can, Davut İsmet Çınkı, Derya Günergin, Derya Ön, Devrim Rehber, Doğan Temel, Dursun Çiçek, Emin Küçükkılıç, Ender Güngör, Ender Kahya, Engin Kılıç, Ercan İrençin, Erdal Akyazan, Erdem Caner Bener, Erden Ülgen, Erdinç Altıner, Erdinç Atik, Erhan Kubat, Erhan Şensoy, Ertuğrul Uçar, Fahri Can Yıldırım, Fahri Yavuz Uras, Fatih Uluç Yeğin, Fikret Güneş, Gürkan Koldaş, Gürkan Yıldız, Gürsel Çaypınar, Hakan İsmail Çelikcan, Hakan Mehmet Köktürk, Hakan Sargın, Haldun Ermin, Halit Nejat Akgüner, Hannan Şayan, Hasan Özyurt, Haydar Mücahit Şişlioğlu, Hayri Güner, Hüseyin Çınar, Hüseyin Dilaver, Hüseyin Özçoban, Hüseyin Topuz, İbrahim Özdem Koçer, İsmail Taş, İsmail Taylan, Kadri Sonay Akpolat, Kahraman Dikmen, Kemalettin Yakar, Kubilay Baloğlu, Kürşad Güven Ertaş, Levent Çehreli, Mehmet Aygün, Mehmet Baybars Küçükatay, Mehmet Cem Çağlar, Mehmet Cem Okyay, Mehmet Cenk Dalkanat, Mehmet Eldem, Mehmet Erkorkmaz, Mehmet Ferhat Çolpan, Mehmet Fikri Karadağ, Mehmet Koray Eryaşa, Mehmet Örgen, Mehmet Seyfettin Alevcan, Mehmet Ulutaş, Mehmet Yoleri, Memiş Yüksel Yalçın, Mesut Zafer Sarı, Mete Demirgil, Muharrem Nuri Alacalı, Murat Özenalp, Murat Saka, Murat Ünlü, Mustafa Çalış, Mustafa Erhan Pamuk, Mustafa Haluk Baybaş, Mustafa İlhan, Mustafa Koç,  Nadir Hakan Eraydın,  Nail İlbey, Namık Sevinç, Necdet Tunç Sözen, Nedim Güngör Kurubaş, Nuri Selçuk Güneri, Nuri Üstüner, Onur Uluocak, Osman Başıbüyük, Osman Fevzi Güneş, Osman Kayalar,  Ökkeş Alp Kırıkkanat, Önder Çelebi, Rafet Oktar, Ramazan Kamüran Göksel, Rasim Arslan, Recep Rıfkı Durusoy, Recep Yıldız, Refik Levent Tezcan, Rıdvan Ulugüler, Sefer Kurnaz, Sinan Topuz, Suat Aytın, Süleyman Namık Kurşuncu, Şafak Yürekli, Şenol Büyükçakır, Tayfun Duman, Taylan Çakır, Turgay Erdağ, Turgay Yamaç, Turgut Ketken, Utku Arslan, Ümit Metin, Ümit Özcan, Yalçın Ergül, Yavuz Kılıç, Yusuf Afat, Yusuf Kelleli, Yusuf Volkan Yücel, Yüksel Gürcan, Zafer Erdim İnal, Bulut Ömer Mimiroğlu, Ali Cengiz Şirin, Alpar Karaahmet,  Bayram Ali Tavlayan, Emin Hakan Özbek, Enver Aksoy, Levent Erkek, Levent Kerim Uça, Mehmet Cem Kızıl, Oğuz Türksoyu, Özgür Ecevit Taşcı, Sencer Başat ve Hakan Büyük hakkında kurulan mahkumiyet hükümlerinin; Sanıklara vekalet ücreti yükletilmesi ve sanık Berna Dönmez hakkında 765 sayılı TCK’nın 33. maddesinin uygulanmasındaki hata nedeniyle bu hususların CMUK’nın 322. maddesi uyarınca DÜZELTİLMESİ SURETİYLE ONANMASINA, 09.10.2013 tarihinde, Oybirliğiyle karar verilmiştir.” (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24885409.asp, 09.10.13)

****************************

Yargıtay 9. Ceza Dairesi heyetinin 5 üyesinin imzasının bulunduğu gerekçeli karar oy birliğiyle alındı. Kuvvet Komutanları Özden Örnek ve Halil İbrahim Fırtına’nın Yüce Divan’da sıfatıyla Anayasa Mahkemesi‘nde yargılanması talebine ilişkin gerekçeli kararda, Yargıtay Ceza Kurulu’nun 2004 tarihli kararına atıfta bulunularak şu ifadelere kararında yer verdi: Görevle ilgili suçun yasal görevden doğan, görevle bağlantılı ve bu görevle illiyet bağı içerisinde olup asker olan tüm sanıklar ile sanıklar Özden Örenek ve Halil İbrahim Fırtına’nın Balyoz Güvenlik Harekatı Planının icrasının yönelik Suga ve Oraj Harekat Planlarını hazırladıkları ve bu planın icrasında görev alarak bu görevlerin icraplarını yerine getirdikleri iddiasının, yasal görevlerinden doğmadığı gibi görevleri ile bir ilgisi bulunmadığı anlaşıldığından mahkemenin (10. Ağır Ceza Mahkemesi) davaya bakmasında bir isabetsizlik görülmemiştir.”

“DAİREMİZİ BAĞLAYICILIĞI YOKTUR”

Gerekçede, “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun dava henüz görülmekteyken tutuklamaların adil yargılama normları bağlamında keyfiliğine değinen ve yargısal bir niteliği bulunmayan 1 Mayıs 2013 tarihli kararının dairemiz bakımından bir bağlayıcılığı yoktur” ifadeleri kullandı.

“TARAFSIZ BİR MAHKEME TARAFINDAN YARGILAMA YAPILMIŞTIR”

Davaya bakan 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin hakimlerinin tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplere ilişkin iddiaların dosya kapsamına göre yerinde bulunmadığını belirtilen gerekçede, reddi hakim taleplerini inceleyen merci kararlarınında bir isabetsizlik görülmediğini ifade ederek, yargılamanın usulüne uygun olarak oluşturulmuş yetkili görevli, bağımsız ve tarafsız bir mahklemece icra edildiği anlaşıldığını sonucuna varıldığı ifade edildi. Engin Alan’a yüklenen suçun yasama dokunulmazlığının istisnası kapsamında kaldığı belirtilen gerekçede, bu nedenle kovuşturma yapılmasına engel durum bulunmadığı kaydedildi.

“SANIKLAR SORGULAMALARINDA SÜRE SINIRI OLMADAN SAVUNMA YAPTIKLARI ANLAŞILMIŞTIR”

Yargılama sırasında delil tartışması yapılmadığı iddiasına da değinilen gerekçede şu ifadelere yer verildi: “Sanıkların sorgularında süre sınırlaması olmadan delilleri tartışarak savunma yaptıkları, hükme esas alınan delillerin değerlendirilmesine ilişkin olarak bir çok uzman mütalaası alıp dosyaya sundukları, aynı kapsamındaki irdelemelerini Cumhuriyet SAvcısının esas hakkındaki mütalaasından sonra da devam ettikleri, izlenen duruşma görüntüleri, tutanakları ve tüm dosya kapsamından anlaşılmış, incelemeye konu davada sanıkların çokluğu ve icra edilen oturum sayısı gibi hususlarda nazara alındığında, delillerin ortaya konulması ve tartışılması evresinin gerçekleştirilmediğine ilişkin itirazlar yerinde olmadığı anlaşılmıştır.”

ÖZKÖK VE YALMAN’IN TANIK OLARAK DİNLENMESİ

Gerekçede, Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın, ‘taleplerinin reddine ilişkin gerekçe ve mevcut deliller nazara alındığında sonuca etkili olmadığı’ gerekçesiyle tanık olarak dinlenmediği yer verildi.

“DİJİTAL DELİLLER GEÇMİŞTE DE PEK ÇOK DAVADA TARTIŞILMIŞ VE HÜKME ESAS ALINMIŞTIR”

Tüm deliller gibi dijital delillerin de sanıklar ya da başkaları tarafından çeşitli şekillerde gizlenmeye, değiştirilmeye, bozulmak istenmesinin olağan olduğu belirtilen gerekçede şu ifadelere yer verildi: “Sanıklar veya başkaları tarafından delillerin yok edilme, silinme, gizlenme, değiştirilme veya bozulmak istenmesi o kadar olağandır ki yasa koyucu maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından büyük bir tehlike oluşturan bu fiilleri ayrı bir suç olarak veya nitelikli hal olarak düzenlemiştir. Ancak dijital delillerin değiştirilebilme kolaylığı ve sanal oluşundan hareketle hükme esas alınamayacak olduğunun ileri sürülmesi delil olgusuna aykırıdır. Kaldı ki dijital deliller Türk Ceza Muhakemesi sisteminde ilk kez bu davayla gündeme gelmiş olmayıp geçmişte de pek çok davada tartışılmış ve hükme esas alınmıştır.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2003’te verdiği Hizbullah terör örgütüne ilişkin karara atıfta bulunulan gerekçede, bu davadaki dijital delillerin mevcut halleriyle ve taşıdıkları delil değerleri ölçüsünde hükme esas alındığı vurgulandı.

“DİJİTAL DELİLLERİN DEĞİŞTİLDİĞİ İDDİASI GERÇEĞİ YANSITMADIĞI ANLAŞILMIŞTIR”

Gerekçede, “Dijital delillerin ele geçirilmesinden sonra kolluk veya adli makamlar elinde değiştirilmiş olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Dairemizce de izlenen arama işlemlerine ilişkin kamera kayıtları ve delillerin başkaları tarafından bu mahallere konulduğuna ilişkin savunmaların soyut bırakılmış olması karşısında delillerin sanıklar dışındaki kimseler tarafından bu mahallere konulmuş olduğuna dair savunmalar dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun görülmemiştir” ifadesi kullanıldı. Gerekçede, Hükme esas alınan dijital delillerin hayatın olağan akışına, akla ve mantığa uygun bulunduğu, böylelikle de hukuka uygun deliller olarak hükme esas alınmalarının isabetli olduğu neticesine varıldığı ifade edildi. gerekçede, “bu nedenlerle dijital delillerin mevcut halleriyle hükme esas alınamayacağına ilişkin temyiz itirazlarının yerinde bulunmamış, dosya kapsamı karşısında hükme esas alınmasında bir isabetsizlik görülmemiştir” denildi.

“TSK YASAL HİYERARŞİK YAPISI DIŞINDA AYRI BİR HİYERARŞİK YAPILANMAYA GİTME KARARINI ALDIKLARI ANLAŞILMIŞTIR”

Gerekçenin esasa ilişkin değerlendirmeler içerisinde “özel değerlendirme” bölümünde şunlara yer verildi: “TSK’daki teamüller gereği 2003 yılı Yüksek Askeri Şurası’nda (YAŞ) Deniz Kuvvetleri Komutanı olacak Donanma Komutanı Oramiral Özden Örnek ve Hava Kuvvetleri Komutanı olacak Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Halil İbrahim Fırtına ile mutabakata vardığı anlaşılan 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan’ın, 28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istenilen düzeyde istifade edilememesi ve ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı gerekçesiyle, serbest demokratik seçimlerle iş başına gelmiş siyasi iktidarı Hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç doğrultusunda kara, deniz ve hava unsurları olarak harekat ve eylem planlan hazırlama ve hazırlanan planları gerçekleştirebilmek için Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal hiyerarşik yapısı dışında ayrı bir hiyerarşik yapılanmaya gitme kararını aldıkları, bu kapsamda l. Ordu Komutanı Çetin Doğan’ın, ittifak ettiği ast birlikleri olan 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlarından, kara unsurlarına ait harekat ve eylem planlarında görev alacak askeri personelin belirlenmesini istediği; 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlıkları ile l. Ordu ve Harp Akademileri Komutanlığınca belirlenen isimler üzerinden Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın eki olan ‘görevlendirmede yetkili personeli’ belirleyen EK-A listesinin oluşturulduğu anlaşılmıştır.”

Gerekçede, “Yürütme organını cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek için hazırlanmış elverişli bir plan olan Balyoz, Suga, Oraj planları ile diğer planların ve bunlara ilişkin organizasyon, görevlendirme ve bu görevlendirmelerin gereklerine dair çok geniş coğrafi alana yayılan yaklaşık 20 bin gerçek kişi ve kurumu ilgilendiren 2003’e ait bilgi ve değerlendirmeleri içeren çalışmaların, ileri sürüldüğü gibi tamamen kurgulanmış, asılsız ve sahte olduğu yönündeki savunmaların dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Bu sahteciliğin gerçekleştirilmiş olabileceğinin ileri sürüldüğü tarihler, yapılan çalışmaların kapsam ve ayrıntılarıyla sanıkların görev, unvan ve çalışma alanlarının uyumu, yine yapılan tüm çalışmaların suç tarihine ilişkin siyasi konjonktüre uygunluğu ile gerçekleştirilmek istenen amaç suça matufiyeti göz önüne alındığında; yıllar öncesine ait geniş bir alanı ilgilendiren detaylı bilgilerle yıllar sonra bu çap ve içerikte bir plan ve eklerinin kurgu olarak isabetli bir biçimde hazırlanmış olmasının hükme esas alınan bilirkişi raporundaki tespitler de dikkate alındığında mümkün görülmediği, dosyada bulunan planlar, ekleri ile tüm belgelerin suç tarihinde sanıklar tarafından amaç suça yönelik olarak gerçekleştirilmiş bir anlaşma ile bu anlaşmayı takiben gerçekleştirilmiş icra hareketlerini gösteren belgeler olduğu sonucuna varılmıştır.”

“UYGUN İŞ BÖLÜMÜ VE GÖREVLENDİRMELER YAPILDIĞI BELİRTİLDİ”

Gerekçede, “Dosya kapsamına göre, birçok belgeden de anlaşılacağı üzere, ‘bilmesi gereken’ ve ‘bilinmesi gereken’ prensiplerine uygun hareket tarzını esas almak suretiyle gizliliğe de riayet ettiği anlaşılan, TSK’nın yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç suçu işlemeye dönük ayrı bir yapılanmaya giden oluşumun, planlama, bu planlamayı hayata geçirecek kapsamlı bir organizasyon, bu organizasyona uygun bir iş bölümü, bu iş bölümü dahilinde görevlendirmeler ve bu görevlendirmelerin gereklerine uygun çalışmaları yaptığı sonucuna ulaşılmıştır” ifadelerine yer verildi.

“SİYASİ PARTİLER, DEMOKRATİK SİYASİ HAYATIN VAZGEÇİLMEZ UNSURLARIDIR”

Gerekçede, “Yasa koyucunun doğrudan doğruya yürütme organını korumak amacıyla yapmış olduğu düzenleme sadece bundan ibaret değildir. Gerçekten yasa koyucu, ‘yürütme organını cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek veya bunları teşvik eylemek’ suçunu 765 sayılı TCK’nın 147. maddesi ile cezalandırırken, bu suçun icra hareketlerinin dahi başlamadığı safhada ‘bu suçu işlemek için birkaç kişinin gizlice ittifak etmesini’ 765 sayılı TCK’nın 171/2. maddesinde, ‘halkı hükümet aleyhine silahlı isyana teşvik etmek’ suçunu ise 765 sayılı TCK’nın 149. maddesinde düzenlemiş bulunmaktadır. Sanıkların eylemlerine uyan yasal düzenlemenin değerlendirilmesinde, yasa koyucunun hukuki konuya verdiği önem ve korunması bakımından yaptığı diğer düzenlemeler ile bunların niteliği de dikkate alınmalıdır. Seçimleri kazanan siyasi partiler, hükümetler üzerinden siyasi iktidan anayasal çerçevede kullanırlar ve doğal olarak da kendi programları çerçevesinde icraatta bulunurlar. Nitekim, Anayasamızın 68/2. maddesine göre de, siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır” ifadelerine yer verildi.

“İKTİDARA GETİRİLEN SİYASİ PARTİLERİN, SİYASİ İKTİDARI KULLANMA BAĞLAMINDA SİYASİ İCRAATLARDA BULUNMALARI TABİİDİR”

Anayasa Mahkemesinin Ak Parti‘ye yönelik kapatma davasında ve AİHM’in Türkiye Birleşik Komünist Partisi kararındaki siyasi partilerle ilgili tespitlere yer verilen gerekçede, “Bir programın uygulanması vaadiyle demokratik serbest seçimler sonucunda millet tarafından iktidara getirilen siyasi partilerin, siyasi iktidarı kullanma bağlamında siyasi icraatlarda bulunmaları tabiidir. Siyasi partilerin her türlü denetiminin nasıl, kimler ve hangi kurumlar tarafından yapılacağı ile iktidardan uzaklaştırılmalarına ilişkin hukuka uygun, meşru yol ve yöntemler de Anayasa ve yasalarda gösterilmiştir. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağına göre, meşru yollarla işbaşına gelmiş bir siyasi iktidarın buradan uzaklaştırılması ancak ilgili kurallar çerçevesinde ve yetkisini Anayasa’dan alan kurumlar eliyle olabilecektir. Bu husustaki meşruiyet ve yetki çerçevesi Anayasa’dan, hukuka uygunluktan ve demokrasiden başka bir yerde, başka bir anlayışta aranmamalıdır” ifadeleri kullanıldı. Gerekçede, “Yasa koyucu suçun konusunu farklı açılardan korumak üzere farklı suçlar düzenlemiştir. Bu bağlamda kalan düzenlemelerde gizli ittifak suçunun, “hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme” suçunu hususi vasıtalarla işlemek konusunda gerçekleşecek bir irade birliği ile tamamlanacaktır. Buradaki amaç suç cebren işlenecek olduğundan ittifak iradesinin de cebir içermesi gerektiği tabiidir. İttifakın vasıtaları tespit etmiş olması, ciddi, amaca yakın ve korunan hukuki değeri tehlikeye düşürecek nitelikte bulunması gereklidir. Suçun oluşması için vasıtaların temin edilmiş olması gerekmez” denildi. Gerekçede, şu ifadelere yer verildi, “Bu ittifakın sağlanması ve ittifak edenlerin iradelerinin tek bir irade haline gelmesi ile bu suç oluşacağından, cebir de içeren bu ittifakın icabı olarak, bu ittifakı takiben amaç suçun icrası kapsamında gerçekleştirilen faaliyetler, amaç suçun, yani hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme suçunun icra hareketleri sayılacaktır. Hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme suçunun işlenebilmesi için elverişlilik bakımından gerekli olan unsurlardan biri de bu suçu işleyecek olan elverişli sayıdaki failin, elverişli bir biçimde bir araya gelmiş ve elverişli vasıtalarla harekete geçmiş olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında; Balyoz Güvenlik Harekat Planı, Suga Harekat Planı ve Oraj Hava Harekat Planı’nın hedef, yöntem ve içerikleri, bu planların birbirleri ile uyumları, ortaya koydukları amaç, organizasyon ve çalışmalar, diğer belgeler ve seminer konuşmalan ile tüm dosya kapsamından, sanıkların meydana getirdikleri oluşumun, icra hareketleri başlamadan önce amaç suçun işlenmesine ilişkin bir ittifakı içerdiği açıkça görülmektedir.” denildi. Gerekçede, “Sanıkların, TSK’nın hiyerarşik organizasyonu içerisinde hareket etmeyip illegal bir oluşum olarak faaliyet gösterdiklerinden ve TSK’nın meşru emir komuta zinciri dışına çıkabilen, gizliliğe, güvenliğe, denetime önem veren ayrı bir hiyerarşik yapı oluşturduklarından, oluşum çerçevesindeki görevlerin Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru hiyerarşik yapısı yerine bu illegal hiyerarşi kapsamında verildiği ve bu nedenle görevlerin tebliği ve kabulünün yasal askeri hiyerarşi ve bu hiyerarşiye ilişkin teamüller yerine, bu yasa dışı oluşuma ilişkin hiyerarşi kapsamında ele alınması gerektiği anlaşılmaktadır. Amacı ve yöntemi itibariyle askeri hizmetlerin görülmesiyle uygunluk göstermesi mümkün olmayan bu görevlerin, mahiyetiyle birlikte anlatılmaksızın tebliğ edilmesi ve anlaşılmaksızın kabul edilmesinin mümkün bulunmadığı, yapılan görevlendirmelerin kendi içerisinde ve sanıkların görev ve konumları ile uyumlu olduğu, planın diğer asli ve tali belgeleri ile paralellik gösterdiği, bu görevlendirmelere dair gereklerin pek çoğunun planın icrası kapsamında yerine getirilmiş olduğu da nazara alınarak; gizlilik, güvenlik ve denetime önem veren böyle bir yasa dışı oluşumda, önceden tebliğ yapılmadan ve görevin kabulüne ilişkin teyitler alınmadan, belirli derecelerdeki görevlendirmelerin yapılmayacağının ve kayda geçirilmeyeceğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır” denildi.

“SANIKLARIN ÖNCEDEN GİZLİCE İTTİFAK ETMİŞ OLDUKLARININ
DOSYA KAPSAMINDAN ANLAŞILMAKTADIR”

Gerekçede, “Cebrin, şiddetin niteliği ve mevcudiyeti somut olay çerçevesinde belirlenirken, failin kullandığı vasıtalar, suçun konusu olan hükümet ile konumu ve ilişkisi, kullandığı cebrin şekli, kaynağı, etki alanı, düzeyi, cebir kullanmaya ilişkin olarak sahip olduğu imkan ve kabiliyetleri ile mümkün olan engel sebepler de dikkate alınmalıdır. Yasal düzenlemede bu suçun, failler bakımından bir özellik göstermemekte, devlet düzenine dahil faillerce de bu suçun işlenebileceği görülmektedir. Hukuka aykırı bir biçimde, cebri nitelikteki amaç suça yönelen yasa dışı oluşumun, bu suçu işlemek bakımından gerekli elverişliliğe sahip olup olmamasıdır. Dava konusu olayda, hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme eylemini gerçekleştirmek üzere, bir kısım sanıkların önceden gizlice ittifak etmiş olduklarının dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Bu ittifakın sağlanmasından sonra, Balyoz Güvenlik Harekat Planı’ndaki ifadesiyle ‘harekat ortamının şekillendirilmesi’, maddi cebir olarak ortaya çıkacak hareketlerin kolaylaşması, aksamadan yürütülmesi ve amaç suç bakımından öngörülen neticeye ulaşmasını sağlayacak binlerce belgeyi bulan çalışmaların tamamlandığı, geriye sadece fiziki kuvvet kullanmaya bağlı maddi cebri içeren ve artık karşı koymanın mümkün olmadığı ‘sokağa çıkma’ diye tabir edilen hareketlerin kaldığı anlaşılmaktadır. Dosya kapsamından, sanıkların TSK’da mevcut olan ve başka bir birimde bulunmayan zorlayıcı, korkutucu, cebri gücü başta plan kapsamındaki istihbarat çalışmaları olmak üzere diğer çalışmalar sırasında da kullandıkları görülmektedir. Sanıklar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı, görev ve yetki sınırlan içerisinde kaldıklan sürece, anayasal ve yasal çerçevede kendilerine tevdi edilen iç güvenlik görevleri doğrultusunda meşru bir cebri kullanabilecek olan kimselerdir. Ancak sanıklar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı dışında ve mensubu olmakla sahip oldukları silahlı güce ve kaynağını Anayasa’dan ve yasalardan almayan hukuka aykırı bir yetkiye dayanmak suretiyle meydana getirdikleri oluşumla, icra organını cebren ıskata veya vazifeden men etmeye girişmişlerdir. Esasen yurt savunması ile görevli olan, sahip olduğu teşkilat, teçhizat ve personeliyle uluslararası alanda bile caydırıcı bir gücü bulunan, devlet düzeni dışındaki suç örgütlerinden gelecek saldınlara karşı iç güvenlik kapsamında emniyet ve asayişi teminle de görevlendirilen Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup sanıkların kullanabilecekleri cebre karşı, icra organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmamaktadır. Zira, planlama doğrultusunda, emniyet kuvvetlerini de etkisiz hale getirip sonuçta Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik imkanlarını kullanacak olan sanıkların, amaç suçla öngörülen neticeyi elde etmek yolunda hiçbir maddi engelle karşılaşmayacakları açıktır”

ORG. ÇETİN DOĞAN ve 28 ŞUBAT DAVASI


ORG. ÇETİN DOĞAN ve 28 ŞUBAT DAVASI

28 Şubat Davası’nda savunmalar sürüyor.

İkinci sırada E. Org. Çetin DOĞAN savunma yaptı.

Bana göre en önemli savunma idi. Çünkü davaya adını veren BATI ÇALIŞMA GRUBU (BÇG)’nu oluşturan kişi idi Org. DOĞAN.

Savunması; son derece tutarlı, belge ve bilgiyle destekli, yasal zemine oturtulmuştu.

TANIDIK, BİLİNDİK DURUMLAR

Kendisi BALYOZ’da da yargılandığı için,
Özel Yetkili Mahkemeler’in neler yapabileceğini çok iyi saptamış.

Madde başları ile kimi saptamaları;

–        Diğer siyasi davalardan farkı yoktur, tezgahlara ruhsat ve güç veren
aynı merkezdir.

–        BÇG, Bakanlar Kurulu’nun 28 Şubat MGK kararlarını oybirliği ile kabulü ve
14 Mart 1997 genelgesinden sonra kurulmuştur.

–        Savcılık bazı gerçekleri saptırmıştır.

–        BÇG kuruluşu, görevleri, çalışmaları yasaldır.
H. C. Güzel’in açtığı davaya DGM’nin verdiği karar ile tescillidir.

–        Sivillere verilen brifingler, Genelkurmay’ın görevleri içindedir.

–        Suç dayanağı gösterilen CD/DVD’ler yasal nitelikte değildir, sahtedir,
delil sayılamaz.

–        BÇG’nda görev yapanlar arasında örgütsel bağ yoktur.

–        Cebir ve şiddet unsuru oluşmamıştır.

–        Sincan’da tankların yürüyüşü, BÇG teşkilinden öncedir.

–        İrtica ile ilgili bilgilerin çoğu, MİT ve İçişleri Bakanlığı’ndan elde edilmiştir,

–        Başbakan ve yardımcısının irtica tehdidini kabul ettiklerini açıkladıkları
Bakanlar Kurulu Tutanağı dosyaya konmamıştır.

–        Bakanlar Kurulu’nun “İRTİCA İLE MÜCADELE STRATEJİSİ GENELGESİ” sadece Genelkurmay Bşk.lığına değil bütün bakanlıklara gönderilmiştir.

–        Genelge 2010 yılına kadar yürürlükte kalmış ve RTE hükümeti dahil  uygulanması için emirler yayımlanmıştır.                           

CUMHURBAŞKANI DEMİREL’İN İFADELERİ

Savunmanın en ilgimi çeken bölümlerinin biri, Cumhurbaşkanı Demirel’in
TBMM Komisyonu’na verdiği ve iddianameye konmayan ifadesiydi. Özetle;

–        Erbakan’ın kendi isteği ile hiç yakınmadan, 28 Şubat’tan 3.5 ay sonra istifa ettiği,

–        28 Şubat’ın darbe sayılacak yönü olmadığı,

–        Dindar insanları rencide eden hiçbir şey olmadığı,

–        Gerginliği askerlerin yaratmadığını; muhalefet partileri, ADD, sendikalar ve benzeri birçok sivil toplum örgütünün de rahatsızlıklarını belirttiği,

–        Çiller’e görevi kendisinin vermediği yer almıştır.

ŞEVKET KAZAN’IN KİTAPLARI

Diğer bölüm ise zamanın Adalet Bakanı Şevket KAZAN’ın kitaplarından alıntılardı.

“Öncesi ve Sonrası İle 28 Şubat” ve “Refah Gerçeği III” kitaplarında Kazan;

–        Erbakan’ın, baskılar nedeniyle istifa etmediğini,

–        İstifa nedeninin, dilekçesinde belirttiği gibi Çiller ile yaptığı protokol gereği olduğunu,

–        DYP’den istifalar sonucu salt çoğunluğun yitirildiğini onun için yeni bir hükümet kurarak erken seçime gitmenin amaçlandığını yazmış.

İşin ilginç yönü de davalar açılınca kitaplar piyasadan toplatılıvermiş.

DAHA NE SÖYLENEBİLİR?

Org.DOĞAN’ın savunması iddianamenin her satırını sildi attı.

Diğer sanıkların özel durumları dışında savunma yapmasına gerek bile kalmadı.
Org. Doğan’a katılıyorum, ilavem yoktur.” deseler yeter.

AMAÇ BELLİDİR

Bu davayı açanların amacı bellidir.

  • “Dinsiz cumhuriyeti yıkma yolunda en önde giden Sivas’ın
    yiğit Müslümanlarına teşekkürü borç biliriz… Düzeni toptan yıkacak, hakimiyeti milletten alıp Allah’a verecek  Allah’ın askerini aryoruz.”

diyen zihniyeti korumak, karşı duranları mahkum etmektir.

Savunmaların ne işe yarayacağını sonuçta göreceğiz.

Naci BEŞTEPE
02.10.13, AYDINLIK