Günlük arşivler: 4 Ekim 2013

Erdoğan sultan ben valisi miyim?

Dostlar,

YURT Gazetesi ve HALK TeVe‘nin Şam’da
Suriye’nin seçilmiş Devlet Başkanı Sayın Beşar Esat ile kapsamlı bir söyleşi yapmasını bir sorumlu gazetecilik başarısı olarak görmek gerekir. Bu kurumları ve görevlilerini kutluyoruz. Sayın Esat ile söyleşi çok kapsamlı, doyurucu ve öğretici..

Sevgi ve saygı ile.
04.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Erdoğan sultan ben valisi miyim?

YURT Gazetesi,04 Ekim 2013

Başbakan Erdoğan’ın bir dönem ‘Kardeşim, dostum’ diye hitap ettiği
Beşar Esad, YURT Gazetesi’ne çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Erdoğan sultan ben valisi miyim?

Ömer Ödemiş – Suriye de yaşanan çatışmaların bir boyutu da medya üzerinden yürütülüyor. Egemen güçlerin denetimindeki medya, Suriye’ye ilişkin pek çok yalanı dünya kamuoyuna sunarak, halkın bakışını kendi yalanları doğrultusunda yönlendirmeye çalışıyor. Son kimyasal saldırı yalanı da büyük bir kampanyayla sunuldu.
Yan yana dizilmiş ölü çocuk bedenlerinin vahşet görüntüsü Suriye devletinin katliamı olarak, savaş çığlıkları eşliğinde yayınlandı. Suriye’de çatışmaların başladığı günden bu yana benzer pek çok yalanın ortaya çıkması ve yaşanılan gerçeklerin
kamuoyu tarafından bilinmesi için her türlü çabayı gösterdik. Onlarca haber yaparak Suriye gerçekliğinin olanca çıplaklığıyla bilinmesi için özen gösterdik.

Suriye Devlet Başkanı Esad ile röportaja, Suriye’de yaşananların gerçek yüzünü
ilk ağızdan, sorunun asli muhatabından öğrenmek için gittik. Kafamızdaki tüm soruları saygı çerçevesinde sorduk. Beşar Esad tüm sorularımıza zaman sınırlaması getirmeden içtenlikle yanıt verdi. Kamuoyunun merak ettiğini düşündüğümüz
tüm konularda sorularımızı Beşar Esad’a yönelttik. Türkiye hükümetine ve Başbakan Tayyip Erdoğan‘a bakışını, yaşadıkları süreci ve Türkiye hükümetinin Suriye politikası üzerine düşündüklerini, kimyasal silah kullanıp kullanmadıklarını, Kürtlerin durumunu, kardeşi Mahir Esad’ın öldürüldüğü söylentilerini açıkça sorduk. El Kaide gibi radikal İslamcı terör gruplarını nasıl temizlemeyi düşündüğünü, gelecekte nasıl bir Suriye göreceğimizi, geçmişten ders çıkarıp çıkarmadığını, BAAS partisinin süreçte hatasının olup olmadığını, hatta diktatör olup olmadığını sorduk.

Suriye’de cezaevinde gazeteci, akademisyen, siyasetçi olmadığını, hiçbir idam cezasını onaylamadığını, Müslüman Kardeşler‘e bile idam cezası uygulamadıklarını ayrıntılı anlattı. Benim önemsediğim bir soru ise, Devlet Başkanı Beşar Esad kimliğinden sıyrılarak kendisini tanımlamasını istediğim soru oldu. Net yanıt almak istediğim bu soruya beklediğim netlikte olmasa da, genel çerçevede beklediğim bir yanıt geldi. Röportaj öncesi çay sohbetinde Türkiye’deki son durumları ve Türkiye halkının Suriye konusundaki duyarlığı üzerine konuştuk. Özellikle güneyde yaşayan halkın Suriye’nin sorunlarından çok fazla etkilendiğini, kaygılandığını ifade ettik.

Türkiye halkı ile Türkiye hükümetini her fırsatta özenle ayrı tuttuğunu ifade etti.
AKP hükümetinin yaptıklarından Türk halkını sorumlu tutmuyordu. Tam tersine
Türkiye halkının Suriye de savaşa karşı çıktığını bildiği çok açıkça kezlerce belirtti.

Başkanlık Sarayının stüdyo olarak hazırlanmış bir bölümünde gerçekleştirdiğimiz röportaja çok kalabalık gelmediğini gözlemledim. Birkaç kişi vardı yalnızca yanında
ve dev bir koruma ordusu görmedim.

Hakkında her gün vurulduğu iddiaları yayılan Esad’ın Şam’da bu kadar rahat olması, gerçekte yaşananların abartıldığı boyutta olmadığını gösteriyordu. Sakin olduğu gözlenen sarayın girişinde de, tanklar, zırhlı araçlar hiç abartılı güvenlik önlemine rastlamadım. Herkesin kullandığı bir ana caddenin hemen yanından giriş yaptığımız sarayın içinde de çok az sayıda güvenlik görevlisi dikkatimi çekti.  Halk TV ile birlikte gerçekleştirdiğimiz ve bir saat 20 dakika kadar süren görüşmemizin “Suriye’de
neler oluyor?” sorusuna  yanıt oluşturacağını düşünüyorum.

Soru : Türkiye’nin Suriye’ye ilişkin tutumunu nasıl değerlendirebiliriz?
Suriye’ye ilişkin duruşları, davranışları ve politikalarını
nasıl değerlendirebilirsiniz?

Beşar Esad            :

Bu süreç içinde iki Türkiye’den söz edebiliriz. İlki ve daha önemli olanı, Türk halkıdır. Öyle ki bu halk; Erdoğan ve hükümetinin tüm yalanlarının üstesinden gelerek, Suriye’de olup biten gerçekliği anlamayı başardı. Batılı ve Türk medyasının Erdoğan’ın yalanlarını pazarlama ve yutturma çabalarına karşın gerçekleri öğrenmeyi başaran Türk halkının tutum ve davranışı tümüyle açıktır. Bu halkın; Suriye’ye yönelik savaşa ve Erdoğan hükümetinin Suriyelilerin kanına bulaşmasına karşı tutumu da hep onurlu olmuştur. Türkiye’nin bir yanı budur. İkinci ve daha az önem taşıyan yanı ise;

  • Erdoğan ve Suriyelilerin kanlarına gırtlaklarına kadar bulaşan hükümet üyelerinden ibarettir.
  • Erdoğan’ın temsil ettiği bu hükümet;
    on binlerce Suriyelinin kanından sorumludur.
  • Suriye’de altyapının yıkılmasından sorumludur.
  • Yalnızca Suriye’de değil, tüm bölgede istikrarın baltalanmasından sorumludur.
  • Erdoğan ve arkadaşları Mısır, Libya, Tunus ve bölgenin birçok ülkesine müdahale ettiler. Aynı zamanda devlet ve halk olarak Türkiye’yi halkın çıkarlarına karşı bir çok başlıkta politikalara ve savaşlara bulaştırdılar. Dolayısıyla bizler günümüzde Türkiye’yi tamamen birbirleriyle çelişen iki şekilde görmekteyiz.
  • Halk bir yönde, Erdoğan ve hükümeti de başka bir yöndedir.
    Bunun bir başka kanıtı ise Erdoğan’ın Suriye’deki teröristlere destek vermesi değil ayni zamanda
    Mısır ve öncesinde Irak’ın iç işlerine çok tehlikeli bir şekilde müdahale etmesidir.

Soru    : Sayın Cumhurbaşkanı; El Kaide ve Nusra Cephesi gibi terör grupları Türkiye sınırına yayıldı. Sayıları binleri bulan çok sayıdaki çeteler önümüzdeki süreç içinde Suriye’ye olduğu kadar Türkiye sınırlarına da bir tehlike oluşturacak mıdır sizce?

Beşar Esad      :
Bu radikal ideolojiler temelde ülkeleri ya da sınırları tanımazlar. Halkları da kabullenmezler. Yalnızca bu ideolojiye sahip olanları kabul ederler. Eğer bu ideolojiye sahip olan Asya’nın en doğusunda olsa bile onlara göre ‘kardeş’ sayılır. Ama bu bölgede bu ideolojiye sahip olmayan herhangi biri onlara göre öldürülmelidir.
Onlar açısından Suriye ile Türkiye arasında fark yoktur. Bu ideolojiye sahip olanlara göre onlar bu bölgede yayılmalı ve radikal İslami devletlerini kurmak için bulundukları bölgeyi genişletmelidirler. Onlar ancak bu biçimde Allah’ın rızasını alacaklarını düşünürler. Ancak bir rastlantı olarak iki gün önce uluslararası medya ; Suriye’nin kuzeyinde bulunan kimi radikal terör gruplarının, kendi deyimleriyle
Türkiye’yi ‘kafirlerden’ kurtarmak için cihat başlattıklarına ilişkin haberler çıkmaya başladı. Dolayısıyla bu ideolojiye toplumu yakan bir alev olarak bakarsak
bu alevin genişleyerek ateşe dönüşeceği kesindir.

Yani Suriye’nin alevler içinde olduğu bir zamanda Türkiye’nin esenlik içinde ve rahat olarak kalması mümkün değildir. Bu imkansızdır. Nitekim sizler de Suriye’deki krizin yansımalarını hissetmeye başladınız. Benzer şey Irak, Lübnan, Ürdün ve tüm komşular için geçerlidir. Bu konuyu çok düşünmeye gerek yoktur.

Gerçek şu ki; bu teröristlerin bir bölümü Suriye toprakları, bir bölümü de Türkiye sınırlarında vardır. Suriye’nin kuzeyindeki çatışmalarında da onlara ateş desteği sağlanmaktadır. Türkiye sınırlarının farklı bölgelerinden girmek için manevralarda bulunup gerek ordu gerekse halka saldırıyorlar.

  • Yakın gelecekte bu teröristlerin Türkiye’ye etkileri olacak ve
    Türkiye bunun bedelini ağır ödeyecektir.
  • Terörü bir kart gibi cebinize koymanız mümkün değildir.
    Çünkü terör akrep gibidir, cebinize koyduğunda ilk fırsatta sizi ısıracaktır.

Soru     :
Bir zamanlar AKP ve çevresiyle oldukça iyi ilişkileriniz vardı. Hatta Erdoğan, size ‘kardeşim Esad’ olarak hitap ediyordu. Şu an ise gerek Erdoğan
gerek Davutoğlu sürekli olarak: ‘Her görüşmede ve her fırsatta Esad ile temaslarımızda; demokratik reformlar yapması gerektiğinden söz ediyorduk. Bir çok kez ona söyledik ama o yapmadı.’ diyorlar. Tam olarak sizden
neler istediler? Buluşmalarınızda neler oluyordu?

Beşar Esad          :

Krizden önce Erdoğan hiçbir zaman reform ya da demokrasi konularından söz etmedi. Hiçbir zaman da bu konularla ilgilenmedi. O’nun tek bir hedefi vardı. Bu hedef de O’na göre Suriye ve Türkiye halkları arasındaki ilişkilerden çok daha önemliydi.

  • Erdoğan’ın tek amacı Müslüman Kardeşler’in Suriye’ye dönmelerini sağlamak idi.

Erdoğan’ın Suriye ile ilişkilerinde temel ve ana amacı tam olarak buydu, yani Suriye ile Müslüman Kardeşler’i barıştırmak, bazen de Müslüman Kardeşler’in bir bölümünü Suriye’ye geri getirmek. Bunun dışında hiçbir şeyi gözü görmüyordu. Olaylar başladığında ise aynı konuyu kullanmaya çalıştı. Fakat bu kez gerekçe reformlar idi. Örnek olarak krizin başında cezaevlerinden serbest bırakılanlardan söz ettiğinde;
O’nun asıl ilgilendiği Müslüman Kardeşler‘den kaç kişinin serbest bırakıldığıydı. Öbürlerinin ise onun için hiçbir önem ve değeri yoktu.

  • Erdoğan’ın aklı budur işte. Kapalı, dar, bağnaz ve dürüstlüğü tanımayan bir mantık. Dolayısıyla kendisi ve Davutoğlu’nun tüm söyledikleri tümüyle yalandır.

Bu birincisi.

İkincisi ise; hep, Suriye’ye geldiklerini ve bizlerin reformlar konusunda kendilerine vaatlerde bulunduğumuzu söyleyip durdular. Hangi sıfatla bunlar yapıldı. Sanki Erdoğan sultan, ben de O’nun valisi miyim? Türkiye bağımsız bir devlettir, biz de bağımsız bir devletiz. Erdoğan, kriz başında bizlerin ne yapabileceğimizi sordu. Biz de vizyonumuzu ve geleceğe yönelik siyasal planlarımızı anlattık. Fakat hiçbir zaman demokrasiden
söz etmedi ve bizler de hiçbir vaatte bulunmadık.

  • Suriye’de yaşananlarla ilgili söyledikleri her şey yalan. 

Gerçeği budur işte. Aramızda olup biten her şey bundan ibaret.

**************

ÖMER ÖDEMİŞ’İN SURİYE İZLENİMLERİ

Savaşla Barışan Halk

Suriye Devlet Başkanı Esad ile söyleşi (röportaj) için yola çıktığımda,
Şam’ı son görüşümden bu yana nelerin değiştiğini merak etmeye başlamıştım.
Hiç susmayan silah sesleri, patlamalar ve top atışları kalmıştı belleğimde…

Gece başlayan ve sabahın ilk ışıklarına dek süren top ve bomba seslerinin tedirginliği ile uyanmıştım hep. Şam’a genel bir saldırı başlatan radikal İslamcı gruplar,
şehir merkezine sızmak için sıkı yüklenmişlerdi. Ancak kent merkezine
birkaç intihar saldırısı dışında sızamamışlardı.

Şam’a ilk indiğim gün hemen hiç patlama ve silah sesi duymadım. Şaşırdım.
Hemen her yandasıkı askeri denetimler olduğunu ve askerlerin işlerini gerçek anlamda ciddiye aldıklarına tanık olduk. Daha önceki kayıtsız tutumlarından iz yoktu.
Yaşananlar herkesi eğitmiş gibiydi. Bize ayrılan devlet araçları bile arama noktalarında durdurulup ayrıntılı aranıyordu.

Savaş kanıksanmıştı sanki, sokaklarda insanlar günlük yaşamlarını olanca doğallığıyla sürdürüyorlar. Alış veriş yapıp otellerin yüzme havuzlarına giriyorlar. Okullar açılmış öğrenciler nereden geleceği belli olmayan bombalı saldırı olasılığına aldırış etmeden okullarına gidip geliyorlar. Bir ara yaşanan benzin sıkıntısı da tümüyle çözülmüş gibi. Suriye halkı savaş ortamında bir yaşam biçimi geliştirmiş gibi görünüyor.

Emevi camisini, Hamidiye çarşısını ve Merci meydanı gibi önemli merkezleri dolaştım. Hamidiye çarşısı on binlerce insanın insanın omuz omuza zor adım atabildiği bir yerdi. Artık kalabalık değil. Ancak yine de Şam’ın en hareketli ve en yoğun bölgelerinden biri olmayı sürdürüyor. İpek yolunun son durağındaki en eski tarihsel çarşının geçmiş günlerini özlemle aradığını hissediyor insan. Bir kırılık var gibi, bir gönül koyma…
Ya da belirsizlik, kaygı. Konuştuğum birkaç esnaf ticaretin bittiğini söylüyor.
Eski işlerinin binde birini bile yapamadıklarını, çarşıya gelenlerinde ciddi şeyler almadan yalnızca dolaştıklarını söylüyorlar. Tarihi dondurmacı dışında hemen
her dükkan boş gibiydi.

Yaşam ciddi oranda pahalanmış Şam’da. Temel ihtiyaç maddeleri dışında her şeyin fiyatı % 400-500 artmış görünüyor. Ekmek, şeker, un, benzin gibi devletin denetim altında tuttuğu temel gıdaların fiyatlarında ise hiçbir artış yok ve bol miktarda bulunuyor. Suriye ciddi bir kıtlık yaşamıyor gibi.

İlk gün saraya gidip, basın bürosu ile görüştük. Beşar Esad ile yapacağımız söyleşide istediğimiz her soruyu rahatlıkla sorabileceğimiz birkaç kez belirtildi. Biz Türkiye halkının merak ettiği pek çok konuda soracağımız sorular olduğunu ve bu konuda kendimizi sınırlandırmayacağımızı belirttik. Sevindiler. Saygı çerçevesinde, sorduğumuz
her sorunun yanıtlanacak olması da bizi sevindirdi.

Sağlık Çalışanlarının Sağlığı 4. Ulusal Kongresi

Değerli hekimler,

Sağlık Çalışanlarının Sağlığı 4. Ulusal Kongresi
16-17 Kasım 2013 günlerinde düzenleniyor.
Yer : Ankara Üniv. Tıp Fak. morfoloji binası..
Kongrenin bildirilerle zenginleşmesi için çaba harcanıyor, bu açıdan önemli bir fırsat olabilir. Bildiri başvuru süresi 11 Ekim’de (2013) doluyor ancak düzenleme kurulu
25 Ekim’e uzatmayı planlıyor, bu nedenle fırsat kaçmış değil.
Kongreye katılım ücretsiz.
Başka kongrelerde (özellikle uzmanlık kongrelerinde sunulmuş bildiriler de)
daha önce sunuldukları kongreye ilişkin bilgi notu ile birlikte başvurabiliyor.
Program ve web sayfası erişkesi (linki) aşağıda.
Bildiri özeti gönderebilmek için “kayıt” başlığındaki “yazılı bildiri/poster” seçeneği tıklanınca dosya yükleme seçeneği çıkıyor. Özetler buradan yüklenebilir.
Bu duyuruyu yaygınlaştırmanız dileğiyle..Meslektaşımız Dr. Figen Şahpaz aracılığıyla ulaştırılan duyuruyu paylaşmak isteriz.

Duyuru aşağıda…

Saglik_Calisanlarinin_Sagligi_Kongresi_2013

Sevgi ve saygı ile.
04.10.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Hâkime 9.5 yıl hapis istemi


Dostlar
,

Gerçekten Sayın Yargıç Ömer Faruk Eminağaoğlu‘nun başına geldiği gibi;
AKP’nin insanları aptal yerine koyan “ileri demokrasi” safsatasının
her gün onlarca aykırı örneğini görüyor ve yaşıyoruz.

İstanbul’da geçtiğimiz günlerde öldürülen Alevi gencin (Hasan Ferit Gedik)
“helallik alma” ile cenazenin kaldırılmasına Polisin 3 gün engel oluşunu,
bırakalım ileri demokrasiyi, temel insan hakları ile bağdaşır yanı var mı?

AKP_hukumeti_halkina_ihanet_ediyor_NewYork_Times

Sayın Yargıç Ömer Faruk Eminağaoğlu‘nun başına gelmedik bırakılmadı..

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında yargıç – savcı olarak Ceza Hukuku alanında uzmanlaşmıştı. Siyasal Parti hukukunda özellikle..

AKP’nin yeni HSYK’sı Sn. Eminağaoğlu‘nu önce keyfi biçimde İstanbul’da bir ilk derece mahkemesine atadı bir tür rütbe indirimiyle. O da yetmedi, bu kez Çankırı Sulh Ceza Yargıçlığına..

Oysa Sn. Eminağaoğlunun bir de Sendika Genel Başkanlığı (önce YARSAV sonra Yargıçlar Sendikası) söz konusu idi ve ilgili mevzuat kendisinin temel insan haklarından olan bu örgütlenme hakkını kullanabilmesi için Ankara’da kamu görevini sürdürmesi gerekiyordu. AKP’nin 12 Eylül 2010 Anaysa değişiklikleri ile iyice belirleyici olduğu
“yeni HSYK” bu hukuk kurallarını da tanımadı ve Ankara dışında görevlendirdi.
Ayrıca, kurduğu sendikaların da başına gelmedik bırakılmadı.

Fakat Sn. Eminağaoğlu öyle kolay pes edecek bir insan değil.
Çok da sıkı donanımlı bir hukukçu.
Dolayısıyla demokratik savaşımını dirençle sürdürmekte.
Geçtiğimiz yıl Yargıtay’daki bir duruşmasına katılmıştık ve oybirliği ile aklanmıştı.

Davaların sonu gelmiyor..
Tam bir linç infazı..
Aykırı seslere AKP sisteminde asla yer yok.. En gaddar biçimde gereken kararlılıkla
ve ödünsüz bastırılmalı ki toplum sindirilerek korku ile terbiye edilsin; tam faşizm taktiği..

Yapılanları şiddetle kınıyoruz.

Basit bir toplantı – gösteri yürüyüşüne evrensel – anayasal – yasal DOĞAL hakkını kullanarak katılmanın 9.5 yıl hapisle cezalandırılması istemiyle dava açılmasının
hukuk devletinin hangi ilkesiyle yapılabildiğini ve dünyada gelmiş – geçmiş örneğini gösterebilecek meslek namuslu bir hukuk adamı var mıdır??

Sn. Eminağaoğlu‘na dayanışma ve destek duygu ve düşüncelerimizi sunuyoruz.

Haber, dünkü (3.10.13) Cumhuriyet‘te yer aldı..

Sevgi ve saygı ile.
04.10.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Hâkime 9.5 yıl hapis istemi

portresi
Çankırı yargıçlarından Ömer Faruk Eminağaoğlu,
15 Haziran’da (2013) Gezi eylemlerine destek amacıyla Kennedy Caddesi’nde çok sayıda CHP milletvekilinin de hazır bulunduğu gösteriye katıldı. Radikal gazetesinin haberine göre Eminağaoğlu hakkında bu eylem nedeniyle Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı.

Savcılık, Eminağoğlu hakkında “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhalefet Etmek” suçundan 9.5 yıla kadar hapis istemiyle cezalandırılması istendi. İlk duruşma
20 Kasım’da görülecek. Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığı, Facebook adresinde,
“Suriye sınırına toplanıp, herkes el ele tutuşarak bu sınır geçilmez,
yurtta barış dünyada barış mesajı verilmeli idi” diye yazan Eminağaoğlu için soruşturma da başlattı.

Ancak soruşturma sonucunda takipsizlik kararı verildi.

Eminağaoğlu, “Sözün bittiği noktadayız.” dedi.
(Cumhuriyet, 3.10.13)

Mümtaz SOYSAL : ULUS DİLİ


Ulus Dili

PORTRESİ


Prof. Dr. Mümtaz SOYSAL
mutazsoysal@gmail.com 
Cumhuriyet
, 4.10.13

 

ULUS varsa, o ulusun hep birlikte benimseyip kullandığı bir dili olmalı.
Doğru konuşup düzgün yazmayı öğrendiği, sonuçta yaygınlaştırdığı, güzelleştirdiği, bilimselleştirdiği, sürekli işleyerek kavramları, nüansları eksiksiz ifade eder duruma getirdiği bir dil.

Kısaca, “ulusun ve devletin dili” anlamına “ulusal ve resmi dil” diyerek kapatalım
bu konuyu ve gerçekten köklü, canlı, elverişli, verimli bir dil olan Türkçeyi yüceltelim. Hangi etnik kökenden gelirlerse gelsinler bütün vatandaşlara ve çocuklarına, gelecek kuşaklarına bırakacağımız en değerli miras bu olacaktır.

Konunun ırkçılıkla, koyu ulusalcılıkla, ülkedeki anadillere, Kürtçeye, Lazcaya, Arapçaya, Gürcüceye karşı olmakla, düşmanlıkla da ilgisi yok. Yakın geçmişin bir döneminde Kürtçenin yasaklanması, yazıp yayınlayanların cezalandırılması büyük bir siyaset yanlışı olmuş.

Çünkü anadili, adı üstünde, insanın anasından öğrenip yakınlarıyla konuştuğu, sevdiği, geliştirmek isteyebileceği ve kişiyle bütünleşen dildir; onu yasaklamak bir insan hakkının çiğnenmesi demektir.

  • Bu nedenle, anadili “öğrenimi” ile
    anadilinde “öğretim” birbirine karıştırılmamalıdır.

Zaten asıl konu da tam bu değil.

Konu, yetmiş beş milyonu aşkın nüfuslu bir ulusta eğitimin Kürtçe olmasını isteyip istememe sorunudur. Kürtçeyle öğretim, anadili Kürtçe olan milyonlarca vatandaşı
çok memnun eder elbet. Ama memnun olanların şu soruyu kendi kendilerine sormaları koşuluyla: Ne pahasına?

Pek zengin olmayan Türkiye Cumhuriyeti’nde eğitime ayrılabilmiş sınırlı para kaynağını her bilim alanı için çeşitli “Kürtçeler”le ders verebilecek kalabalık bir öğretmen kitlesi yetiştirmek gibi pahalı bir yola harcamak yanlış olur.

Doğru olan, Kürt kökenli vatandaşların Türkçe dil bilgilerini yükselterek tek “ulus dili” ile derli toplu bir öğretim sistemi kurmaktır. Böylelikle Kürtçeyi çeşitli etkinliklerle yaşatmanın ve o kültür enstitülerini geliştirmenin yolu da tıkanmamış ve o dil
güdük kalmamış olacaktır.

“Anadilinde öğretim” bayrağı altında savunulan dava, bazı politikacılar için Kürtçeyi yurdun çeşitli bölgelerinde resmen öğretim dili durumuna getirme davasıdır ve artık hiçbir dilin yasaklanmadığı bir Türkiye’de bunun insan haklarına saygıyla ilgisi yoktur. Ama birtakım demagoglarca ucuz propaganda malzemesi olarak sık sık gündeme getirilir.

Öyle olduğu için, o tür bozguncu çabalar, bu köşeyle gözlem altında tutulmaktan kurtulamayacaktır.

KÜRESEL ISINIM


Dostlar
,

Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan, birbirinden öğretici ve düşündürücü yazılarıyla
sitemizin en çok ağırladığımız konuğu neredeyse..

Küresel ısınma – iklim değişikliği temalı, enerji sorunları ve çözüm seçeneklerine ilişkin çoook sayıda makalesi sitemizde çok okunanlar içinde..

Sn. Prof. Ercan; Dünya ve sakinleri için korkunç bir yıkımdan söz etmekte..

Durum ciddi, hatta “kritik..

4 temel uyarısı var.. mutlaka dikkate alınmalı :

1. Kadın başına en çok1 çocuk,
2. Fosil yakıtların terk edilişi,
3. (Güneş / Rüzgâr / su) yenilenebilir enerjinin kullanımı ve
4. Her alanda (enerji, su, besin) savurganlığın önlenişi  

Sevgi ve saygı ile.
04.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

KÜRESEL ISINIM

Ali_Ercan_portresi
Prof. Dr. D. Ali ERCAN
 
Değerli arkadaşlar,
Gezegenimizin nüfusu her gün ~200 bin kişi artıyor.
(AS : Her yıl 1 Türkiye nüfusu Dünya nüfsuna ekleniyor!)

Türkiye’nin nüfusu da her gün ~3 bin kişi artıyor.
(AS : Yılda 1,2 milyon dolayında net nüfus artışı oluyor..)

Bir yandan yaşam kaynaklarının hoyratça kullanımı ve yıkımı (tahribatı), öbür yandan Savurgan Tüketim ve Sera etkisi yaratan 

CO2 salımı
hız kesmeden sürüyor.

Kısacası, deniz düzeyinin 70 m yükseldiği, haritanın tümüyle değiştiği “sıcak” bir Dünyaya doğru koşar adımlarla gidiyoruz.2050-2100 arasında ard arda tetiklenen felaketlerle 10 milyarı aşkın Dünya nüfusunun % 80’i, 50 yıl gibi kısa bir sürede büyük bir kıyıma uğrayabilir ve nüfus 2 milyara dek düşebilir. (Bu, Dünya genelinde, her gün ~400 bin ölüm demektir.)Bu büyük kıyıma karşı tüm Ülkelerde,

1. Kadın başına en çok1 çocuk,
2. Fosil yakıtların terk edilişi,
3. (Güneş / Rüzgâr / su) yenilenebilir enerjinin kullanımı ve
4. Her alanda (enerji, su, besin) savurganlığın önlenişi  
ivedilikle uygulanması gereken asgari önlemler olabilir;
eğer “artık çok geç” değilse… æ 
 
Dünyanın Venüs gibi  “yaşam barındırmayan bir ölü gezegen” e dönüşmek olasılığı sıfır değil.
not.  rakamların önünde kullandığım ~ işareti  “aşağı-yukarı, yaklaşık” demektir.

Türküz, Doğruyuz, Çalışkanız…


Türküz, Doğruyuz, Çalışkanız…

portresijpg

Prof. Dr. Kemal ARI

Var mı diyeceği olan?

“Türküz, doğruyuz, çalışkanız!”

Biz bu sözlerle gurur duyuyoruz. Kimliğimiz, özümüz sayıyoruz bu değerleri. Kimileri bu değerleri hedef almış; bunları demokrasinin önünde engel sayıyormuş; şimdi bunu kafaya mı takacağız?

İnadına diyoruz:

  • Türküz, doğruyuz, çalışkanız…

Bu bize, Atamız’dan gelen bir çağrı, bir özdeyiş, bir varlık manifestosu; bir öz ve kimliktir. Karanlıktan çıkıp, başını aydınlığa uzatan cefalı ulusumun;
kendine bir özgüven aşılama çığlığıdır:

  • “Türküz, doğruyuz, çalışkanız”
Bunun, bir ırkçılık olmadığını söyleye söyleye dilimizde tüy bitti.
Kimileri, inadına inanmadı.
Ve birileri, kimi adım atıldı diye, gidip Türkiye’de bu zamana dek bir “iman krizi” yaşandığını söyleyip; “Andımız” la ilgili kararı; bu gelinen noktayı, Said-i Nursi’nin, Kemalist Diktatörlüğe (?) karşı bir devrimi olarak görebiliyor. Kürtlerin,
Türklerin baskısından kurtulma sorunları varmış; bu bir Kürtlük sorunuymuş;
Türkler, hem Kürdistan gerçeğini hem de Saidi Nursin’in bugüne kadar görmezlikten gelinen Kürtlüğünü görmek zorunda kalacaklarmış(!)

Bakar mısınız kafaya?
Bu zihniyet, demokratikleşme adımları atacakmış.
Atatürk kadar taş düşsün kafanıza…
Atatürk adı, dilinizi yakar sizin. Yüce dinimizi bir rant haline getirenlerin;
dine karşı emperyalist Haçlı saldırılarına karşı, Mustafa Kemal Atatürk’ün en büyük mücadeleyi verdiğini; kendi içinden çıktığı toplumu akıl ve bilim gerçeğiyle buluşturarak, İslam’ın özüne de büyük hizmet ettiğini görmelerini beklemek, bu kafayı görünce anlamsız.

Kimse de artık, anlamalarını beklemenin anlamı olduğuna inanmıyor…
Yapacak tek şey var, Övünerek, göğsümüzü gere gere haykırmak:

  • “Türküz, doğruyuz, çalışkanız!”

Türküz; çünkü Türklüğümüzle gurur duyuyoruz. Bu bizim için bir ulusal kimliktir.
Hiçbir ırk ve din ayırımı yapmadan, ortak bir kültürde birleşmenin;
onun üzerine de modern bir ulus kimliği inşa etmenin adıdır.

Doğruyuz; çünkü işimiz şarlatanlık olamaz. Değer alıp değer satmak; kimi kutsal değerlerin ticaretine soyunmak, bizim işimiz değildir. Doğruluktan asla şaşamayız. Doğrumuz da bellidir. En aşağı yedi bin yıllık bir Türk tarihine olan saygı;
çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak; kadının toplumsal statüsünü erkekle aynı düzeye getirmek; Aydınlanma Döneminin akıl ve bilim ilkeleriyle özdeşleşmiş bir yapı oluşturmak; gericiliği şiddetle reddetmek ve ulusumuzu aydınlık bir geleceğe taşımak…

İşimiz karanlık değil bizim; aydınlık…

O nedenle aydınlık için çalışmak görevimiz var. Çok çalışacağız, hiç yılmayacağız; doğruluktan ayrılmadan, başarıya yürüyeceğiz…

“Türküz, doğruyuz, çalışkanız..” demediğimiz zaman, demokratik olacakmışız, öyle mi?

  • Türk; hiçbir etnik kökene bakılmadan modern bir ulusun adıdır. 

Günümüzde etnik kimliğin olduğunu savunmak kadar aptallık olamaz.
Kim nereden ne bilecek hangi ırktan olduğunu? Bunun ölçüsü ne, kanıtı ne?
Bir kere geç bunu.
Gerçek ulusal kimlikte bu takıntılar aşılır; ortak yazgı ve gelecek ülküsünde birleşilir. Kültürler yaşar ve yaşatılır; bu demokratik bir görevdir.

Ancak alt etnik kimliklerden; siyasi bir hareket yaratmak kadar büyük bir yıkıcılık, ayırımcılık ve bölücülük olamaz

Demokrasi sorunu, bu tür özde değerlerle uğraşmak değildir. Kadını daha çok karanlığın içine itmek; onu toplumdan ayırıp, eve kapatmak; Ortaçağın değerler dünyasına itelemek hiç değildir.
O nedenle diyoruz ki:

  • Türküz, doğruyuz, çalışkanız…

Kemal Arı
02.10.2013

Demokratikleşme (!) Paketinde Laik Cumhuriyet Hedef Alınmıştır!


Demokratikleşme (!) Paketinde Laik Cumhuriyet Hedef Alınmıştır!

Tansel_Colasan


Tansel ÇÖLAŞAN

Atatürkçü Düşünce Derneği
Genel Başkanı

 

 

Laiklik:

1) Laik ya da seküler devlet dine dayanmaz. Osmanlı Türk Anayasacılığı teokratik
ya da yarı teokratik bir sistemden laikliğe doğru evrilmiştir. 1876 Kanun-u Esasi’sinde yer alan “devletin dini İslamdır” hükmü, 1923 Anayasa değişikliğine ve
1924 Anayasasına (ilk dönemde) girmiş ancak 1928’de metinden çıkarılmış
1937’de laiklik Anayasal ilke olmuştur.

2) 1961 ve 1982 Anayasaları laiklik konusuna geniş yer vermiş koruyucu düzenlemeler getirmişlerdir.

3) 1982 Anayasasına göre “laiklik”, Cumhuriyetin değiştirilemez, değiştirilmesi teklif bile edilemez niteliklerindendir (md. 2-4-14).

Devletin temel amaç ve görüşleri arasında Cumhuriyeti, laiklikle özdeşleşmiş bir
devlet şeklini korumak da vardır (md.5).

  • Egemenlik bağsız koşulsuz millete ait olup;
    kaynağı bakımından laik özelliktedir.
1982 Anayasası, laikliğin ön koşulu olan, devletin din esaslarına dayanmaması ilkesini kabul etmiştir. Devletin sosyal, ekonomik, siyasal veya hukuksal temel düzenini bir ölçüde de olsa, din kurallarına dayandırılamaz (md. 24/son). Yani dinin devlet işlerine karıştırılmaması ve devletin temel düzenine bir ölçüde de olsa dayanak oluşturmaması buyruğu vardır.

  • Laiklik ilkesinin gereği, kutsal din duyguları devlet işlerine ve politikaya
    kesinlikle karıştırılamaz (başlangıç/5).

Temel hak ve özgürlükler bakımından bu hükmün yansıması; bu hak ve özgürlükler
“laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz”
(md. 14/1) ve

  • “Kimse devlerin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma… amacıyla….
    istismar edemez.”
    (md. 24/son)

“Eğitim ve öğretim, Atatürk devrim ve ilkeleri doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim-öğretim yerleri açılamaz.” (md.42/3)

  • Siyasal partiler laik cumhuriyet ilkelerine uymak zorundadırlar (md.68/4-69/5)

Milletvekili ve cumhurbaşkanı yeminlerinde laik cumhuriyeti ilkesine bağlılık sözü verilir. (md.81,103)

Bu hükümler halen yürürlükte olan 1982 Anayasasında yer alan laiklik ilkesini koruma amaçlı kurallardır.

  • Anayasada yer alan laiklik ilkesi yargı kararlarıyla da korunmuştur.

Anayasa Mahkemesi; 1970’ten beri laik devlet ilkesinin korunmasına ilişkin önemli kararlar verdi: Laiklik, önce “dinin devlet işlerinde egemen ve etkili olmaması esasını benimseme” anlamına gelir. (07.03.1989 gün, E:1989/1-K:1989/12 sy. karar)

Çağdaşlaşmayı hızlandıran ve Türk Devriminin kaynağı olan laiklik ilkesi, toplumun akıl ve bilim dışı düşüncelerle yargılardan uzak kalmasını amaçlar …
Laiklik; Türk Devrimi’nin, Cumhuriyet’inin özü ve ulusal yaşamın temelidir
Atatürk ilkelerinin en önemlisi laikliktir.” (04.11.1986 gün ve (E:1989/11-K:1989/26 sy. karar)

Türk Anayasa hukukunun laiklikte bulduğu özgün anlam budur.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), Leyla Şahin ve Refah Partisi kararlarında, “laiklik, Türk devletinin kurucu ilkelerinden biridir ve Türkiye’de Demokratik Sistemin korunması için önemlidir.” vurgusu yapmıştır. (Leyla Şahin; 44774/98-İHAM 4. daire 29.06.2004-B. Daire10.11.2005) *

1982 Anayasasının yukarıya alıntı yapılan ilkeleri ile Anayasa Mahkemesi ve İHAM’ın söz konusu kararları bugün hâlâ yürürlüktedir. Hiçbiri ortadan kaldırılmamıştır.
Hukuk dünyası ve doğallıkla siyasal iradeyi bağlayıcı niteliktedir.

Ne var ki; son yıllarda Yasama ve Yürütme eliyle yürürlüğe konan çok sayıdaki yasa ve yönetmelik kuralı ile gerek Anayasanın Laiklik temel ilkesi gerekse Anayasa Mahkemesi ile İHAM kararları yok sayılmaktadır. Anayasamız gereğince bir siyasal partinin
bu tür eylemlerin odağı olması durumunda bu husus kapatılma nedenidir.

Gelinen noktada şanssızlık, hakkında bu gerekçelerle açılmış ve siyasal konjonktür nedeniyle “kapatılma” kararı verilememiş bir siyasal parti şu anda iktidardadır ve Anayasa’ya aykırılık oluşturan eylemlerin odağı olmaya devam etmektedir.

  • 30.09.2013 günü Başbakan tarafından açıklanan “Paket” te yer alan;
    kamuda türbanın serbest bırakılmasına yönelik olarak Kılık Kıyafet Yönetmeliğinde yapılacağı belirtilen değişiklikle, buna koşut olarak TCK’da yapılması planlanan değişiklikleri Anayasada yer alan ve korunan laik temel düzene ve yargı kararlarına aykırıdır.

Halkımız laik Cumhuriyetin hedef alındığını görmüş, tepkisini koymuş,
bu gidişe DUR demiştir.

Şimdi sıra siyasettedir. Muhalefetin halkın iradesini arkasına alıp,
birlikte güç oluşturmasını ve bu gidişe DUR demesini beklemek hakkımızdır.

(*1982 Anayasasına göre Türk Anayasa Hukuku; Bülent Tanör – Necmi Yüzbaşıoğlu)

ADD : Paket Siyasi İktidarın – Bölücü Terör Örgütü ile İttifakının Ürünüdür!

ADD_logosu


Atatürkçü Düşünce Derneği 
Genel Merkezi’nden

Demokrasi (!) Paketi Beklendiği Gibi Çıktı:

Paket, Siyasal İktidarın – Bölücü Terör Örgütü İle İttifakının Ürünüdür!

 

Paket, siyasal iktidarın;

– Terör örgütüne vadettiklerinden, “şimdilik” kaydı ile verilenler,
– Kendi özel gündemi “şeriat devleti” ne giden yolda atılan, bir bölümü zaten uygulanmakta olan adımlar,
– Yitirdiği oyu telafi edecek, daha az oyla daha çok milletvekili çıkartacak yeni bir seçim sistemi,
– Halka daha çok “devlet şiddeti”, cop, biber gazı,
– Ve toplumun kimi kesimlerine ufak armağanlar, (sus payı olarak) özetlenebilir.

Kısacası laik cumhuriyet ve ulus devlet yıkımının hukuksal zeminini oluşturmaya
devam edilmektedir.

(1) Bölücü terör örgütünün istekleri yerine getirildi:

Devlet okullarında ana dilde eğitim için gerekli Anayasal düzenleme yapılmadığından, şimdilik yasal yoldan, MEB denetiminde, Bakanlar Kurulu’nun belirlediği dil ve lehçelerde özel eğitim yapacak kurumların önü açılıyor,

Siyasal Partiler Yasası’nda yapılacak ek ve değişikliklerle; Siyasal Partilere üye olmak için aranan koşullar kaldırılarak teröriste üye olma hakkı tanınıyor.

Siyasal partilerin Türkçe’den başka dil ve lehçelerde her türlü siyasal propaganda yapmaları sağlanarak Kürtçe seçim propagandalarının önü açılıyor.
Devlet yardımından yararlanmak için aranan %7 oy yerine %3 oy almak yeterli duruma getiriliyor. Siyasal partilerin beldelerde örgütlenme koşulu kaldırılıyor.

Seçim Yasasına eklenecek hükümle Eş Genel Başkanlık getiriliyor.
BDP Eşbaşkanlığı yasal zemin kazanıyor.

Türkçe Alfabe, TCK’da yer alan bazı harfleri yasaklayan maddenin kaldırılması ile
yasal olmasa da fiilen değiştiriliyor.

İl İdaresi Yasası değiştirilerek, köy-ilçe-il adlarının değiştirilmesinin önü açılıyor.
Ve geçen yıl ortaokullarda kaldırılan ULUSAL AND bu yıl ilkokullarda kalkıyor.

  • “TÜRKÜM” demek sakıncalı hale geliyor!?

(2) Kamuda türban serbest bırakılıyor. Kılık kıyafet yönetmeliği değiştirilerek kamuda türban takılması 1-2 istisna dışında serbest olacak.

Ayrıca, TCK’da yapılacak değişiklikle “dini inancın gereğinin” yerine getirilmesinin engellenmesi suç sayılarak, ceza kapsamına alınacak.

Dini ibadet ve ayinlerin, bireysel olarak yapılmasının engellenmesi de
aynı kapsamda değerlendirilecek.

Gerek 1982 Anayasasının laik devlet ilkesini koruyan hükümleri, gerekse
Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin TÜRBAN kararları
halen yürürlüktedir. Hiçbiri ortadan kaldırılmış değildir. Yine Anayasa gereği, bu kararlar Yasama, Yürütme ve İdareyi bağlayıcı niteliktedir. Bu nedenle son dönemde Yasama ve Yürütme eliyle yürürlüğe konan çok sayıdaki yasa ve yönetmelik, genelge kuralı gibi bugün de yapılmak istenen yasa ve yönetmelik değişiklikleri Anayasanın laik devlet temel ilkesine aykırı olacak, Anayasa suçu işlemeye devam edilecektir.

Ayrıca, Yardım Toplama Yasasında, kurban derisi, fitre, zekat toplamakla yetkili kılınan THK’na verilen bu yetki kaldırılarak tarikatlara kazanç yolu açılmakta,

Yine Seçim Yasasındaki %10 barajın (AB) ülkelerindeki gibi makul bir düzeye çekilmesi ya da kaldırılması yerine, son dönemde yitirdiği oyu dikkate alarak,
daha az oyla daha çok milletvekili çıkartabilmenin yolunu arayan iktidarın,
göstermelik olarak sunduğu öbür 2 önerinin değil, [%5 baraj ve 5’li daraltılmış bölge] paketinin yasalaşmasını sağlayacağı anlaşılıyor. Çünkü daraltılmış bölge
1. Partiyi şanslı kılıyor. Böylece barajı indirmiş gibi yapıp, bölge barajı uygulaması yaşama geçiriliyor.

(3) 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’nda yapılacak değişiklikle;
Valiler geniş yetkilerle donatılmakta, halk hareketini bastırmak için yeni formüller üretilmekte. Toplantıların yapılacağı yeri toplantıyı yapacaklar değil, mülki amir belirliyor. Hükümet komiseri uygulaması kalkıyor. Yerine düzenleme kurulları geliyor. Bu kurullar, toplantının amacı dışına çıktığına ya da düzen içinde geçmeyeceğine karar verip toplantıyı, gösteri ve yürüyüşü sonlandırmaya, dağıtmaya karar verebilecek, durumu kolluk amirine bildirecek, görevini yapmazsa, mülki amir son sözü söyleyecek.

Kısacası, halkın üstünden cop, toma, gaz eksik olamayacak.

(4) Alevilere bir üniversite adı vermek, Süryanilere zaten yargısal sürecin getirdiği zorunlu sonucu atıfet gibi sunmak, Romanlara da bir Enstitü armağan etmek yalnızca paketin şıklıkları.

Sonuçta; İktidar önümüzdeki yerel ve genel seçimlere yatırım yapmakta, bir yandan terör örgütü ile gizli pazarlık gereği, isteklerini azar azar vermekte, böylece onların daha önce de olduğu gibi seçim sürecinde sessiz kalıp engel çıkartmalarının önünü almakta. Öte yandan yitiriği oyları “daraltılmış bölge” seçim sistemi ile geri almaya ve
şeriat devleti ülküsüne koşar adım ilerlemeye zorbalıkla devam etmekte.

Oysa halk bu gidişe çoktan DUR demiştir.

Halkın zorbalığa direnişi bir nehir gibi akmaya devam ediyor.
Geri dönüş yok.

Halk başaracak, laik-çağdaş Cumhuriyet- Ulus devlet kazanacak.

Yaşanan süreç, laik Cumhuriyetin genetiğine işlemiş Cumhuriyet çocuklarına,
tehlikeyi görme ve Cumhuriyete sahip çıkma, O’nu sonsuza kadar yaşatma azim ve kararlılığını verdiği için, aslında yararlı bir pratik oldu denilebilir, zorbalara teşekkür.

ANDIMIZ..

ANDIMIZ..

portresijpg

Prof. Dr. Kemal ARI

(-Varlığım, Türk Varlığına Armağan Olsun)

And/ Ant
Yani, “yemin…
Ya da daha doğru bir tanımlamayla, tarih önünde söylenen şeyleri yerine getirmek için verilen söz…
Neyin sözü bu?
“Andımız”, Türk gençliğinin, tarih önünde, ulusuna, tarihine ve Büyük Atatürk’e
söz vermek anlamına geliyor…
Yıl, 1933’tür.
1933 yılının 23 Nisan’ı…

Ülkede, bu 23 Nisan bayramı büyük bir coşkuyla bayram kutlama çalışmaları yapılmıştı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip sabah kalkınca oturmuş,
o günün heyecanıyla bir söylev kaleme almıştı.

Nasıl bir adamdı Dr. Reşit Galip?
Hani, “nev’i şahsına münhasır” derler ya… Özgüveni yüksek; ilkeleri olan; paraya
pula asla önem vermeyen; Atatürk’ün gencecik Milli Eğitim Bakanı Mutafa Necati’nin,
35 yaşında gencecik ölümünden sonra, O’nun yerine bakanlık koltuğuna oturan adamdı. O da, tıpkı Mustafa Necati gibi henüz 37 yaşında iken, tek başına, kitaplarla dolu evinde sessiz soluksuz yaşama veda etmiştir.

Dikkat edin, 37 yaşında bir genç adamdan söz ediyoruz…
Özgüveni yüksek dedik…
Evet, yeri geldiği zaman, Atatürk’e kafa tutacak kadar özgüveni yüksek bir adamdı.
Serbest Cumhuriyet Fırkası döneminde; Samsun’da, akşam yemeğinin yendiği sofrada, Atatürk’le aralarında bir polemik olmuş; kendine son derece cesur, kararlı yanıtlar veren bu genç adama bir aralık Atatürk kızmış; cumhurbaşkanı olarak “Kalk sofradan!” deyince, sofradan kalkmayıp, “Bu sofra, milletin sofrasıdır; kalkmam!” demiş ve kalkmamış bir adamdır… Parasız pulsuz kaldığı zamanlarda kimseye
boyun eğmemiş; el açmamış, yalakalık yapmamıştır…

Bir olay da şu:

Bir iş için Ankara’ya gelmiştir Dr. Reşit Galip… İstanbul’a dönecek parası yoktur.
Bu durumu gören, Atatürk’ün genel sekreterliğini de yapan Tevfik Bıyıklıoğlu,
O’nun parasız olduğunu anlayınca; kendisine yol parası vermiştir. Bu durumu Atatürk’e anlatınca; “Bulun, getirin bana şunu!” diyerek, Dr. Reşit Galip’i yanına çağırtmış;
O’nunla ilgilenmiş; bir süre sonra da Milli Eğitim Bakanlığı’na getirmiştir.

O ne yapmıştır?

Mustafa Necati’nin ölümünden sonra, üniversite reformunu gerçekleştirmiş;
ülkede büyük bir okuma yazma seferberliğinin öncüsü olmuştur.
İşte böylesine idealist biri olan Dr. Reşit Galip; sözünü ettiğimiz gibi o gün uyandığında içi içine sığmıyordu. Kendisi de bir genç olarak; 23 Nisan’da duygularını kaleme almak istemiş ve işte sonradan üzerinde küçük değişiklikler de yapılmış olan,
“Andımız” adlı metni kaleme almıştır.

“Türküm, doğruyum, çalışkanım” diye başlayan;

  • “Varlığım, Türk varlığına armağan olsun. Ne Mutlu Türküm diyene!”
    diye biten o ünlü andı…

Bu metni, o gün Atatürk’e gösterdiğinde; Atatürk metni okumuş ve bu sözlerdeki heyecanı, ilkesel duruşu görerek; bunu her Türk Genci’nin öğrenmesinde büyük bir yarar olduğuna; ulusal kimliği genç beyinlere aşılamada büyük katkısı olacağına inanmış ve bir yazı ile; Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullara yazılan bir yazı ile
Türk Çocukları’na “Andımız” adlı metnin okutulması istenmiştir…

O heyecan dolu günlerin, coşkulu havasını yansıtan bu andta Türk çocukları,
neye söz veriyorlar?

  • Doğruluğa,
    çalışkanlığa;
    büyüklere saygılı olmaya,
    küçükleri korumaya;
    yurdu yükseltmeye ve ileri götürmeye;
    temel amacın yükselmek ve ileri gitmek olduğuna; ardından da
    Atatürk’ün açtığı yolda, gösterdiği hedefe hiç durmadan yürüyeceğine…
    Bireysel varlıklarının, Türk varlığına armağan olduğuna…

Evet, bunlara söz veriyorlar; Türk çocukları Tarih ve Atatürk’ün manevi varlığı üzerine…
Şimdi bu Anda karşı olmak ne demek?

Çok açık; bu değerlere inanmamak, hatta bunları gerekiz görmek anlamına geliyor.

Kim, kimler karşıdır bu değerlere, yaklaşımlara ve böylesine görkemli duruşu olanlara?
Şimdi “Andımız”, okullardan kalktı mı yani?
Artık okunmayacak mı?
Hayır, bin kere hayır…
Türk çocukları, her geçen gün, kendilerini var eden değerlerin ne denli önemli olduğunu görecek ve bunu kendi iç dünyalarında daha güçlü biçimde dile getirecek;
bu yemini yeniden, yeniden; hiç durmadan yenileyeceklerdir.

Bu niçin önemli?
Çünkü bu değerler, varlık nedenidir de ondan.
Bir toplum, kendini var eden değerlerden koptuğunda, varlığını sürdürebilir mi?

İnancımız şudur:
Türk Milleti, bütün tarihsel görkemi, büyüklüğü ve dev gibi gövdesiyle yedi bin yıldır ayaktadır. Ve bu yüce varlık, sonsuza dek var olmayı sürdürecektir.
Bu önü alınamaz bir inanç ve iman olduğuna göre; bizi var eden, bütünleştiren
bütün değerlere olduğu gibi, Andımız adlı cumhuriyetin tarihiyle bütünleşen ve
herkesin belleğinde derin izler bırakan bu andı da unutmayacak; silip atmayacaktır.

Dalgalar gider, gelir; geldiği yerden, yeniden gider, bu kez daha güçlü bir dalga halinde gelir…

O nedenle hep birlikte söyleyelim:

  • “Türküm, Doğruyum, Çalışkanım; Yasam, Yurdumu,
    Milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm yükselmek, ileri gitmektir…
    Ne mutlu Türküm diyene!”

Kemal Arı, 01.10.2013