Günlük arşivler: 3 Ekim 2013

Birleşik Devletler Uluslararası Dinsel Özgürlük Komisyonu ve son “AÇILIM”


Dostlar
,

Birleşik Devletler Uluslararası Dinsel Özgürlük Komisyonu,
4 Şubat 2013’te yayımladığı yıllık raporda Türkiye’ye de birkaç paragraf ayırmıştı.

Öz olarak  bu metinde Türk hükümetinin “laisite” uygulamalarını gevşetmesi övülmekte, yabancı vakıflara mallarının iadesi yüreklendirilmekte ve başörtüsünün (türbanın) üniversiteden kaldırılması cesaretli – yerinde adımlar olarak nitelenmekte..

Benzer girişimlerin sürdürülmesi özlemi açık – örtük olarak metinde işlenmekte..
Yeni anayasa ile dinsel özgürlüklerin genişletilmesinin düşünüldüğüne değinilmekte.

AKP’nin son “AÇILIM” paketi ile (30.9.13) sözde demokratikleşme adına laik – seküler düzen adına ne kaldı ise onları da tasfiye kör cesareti bu Raporla bir biçimde
ilişkili mi acaba?

Bilimsel kuşkuculuk (scientific skepticism) işte..

  • Batı ne yaptığının ayrımında mı acaba??

Türk toplumu Osmanlı döneminde 600 yıl din – tarım topluluğu (ümmet – cemaat) idi..
Mustafa Kemal Paşa, toplumsal altyapı dokusu hiç elvermediği halde büyük bir cesaretle (Devrimcilik!) Anadolu halkını laik – seküler düzene taşıdı ve demokrasinin omurgasını inşaya koyuldu.

Avrupa’da Kilise totalitarizminden ve mezhep savaşlarından arınarak laik – seküler düzene geçiş için 100 Yıl Savaşları yaşandı.. Çoooook ama çooooooooook kanlı oldu..
Ancak bu ağır bedellerle toplum laik- seküler değerleri içselleştirebildi..

Biz de mi onlarca yıl iç savaş yaşayalım??

Batı’lı “aydın” dostların doğal Rönesans müttefiklerimiz olmasını,
hükümetlerinin Türkiye’ye dönük bu tür sorumsuz, ayakları yere basmayan
sözde özgürlükçü – insan haklarıcı girişimlerini engelleyemeseler de en azından eleştirmelerini ve sınırlandırmalarını beklemek hakkımızdır.

  • Batı uygarlığı bu denli aymaz, ayakları yerden kesik ya da
    içinden pazarlıklı (iki yüzlü?!) olabilir mi?? Yakışır mı??

Hele bir de adına koca retorik tuzakla “stratejik müttefik” deniyor ve
aynı çuvala giriliyorsa?? AB’ye katılma hülyaları 1959’dan beri kavuruyorsa..

Sevgi ve saygı ile.
03.10.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

========================================

Did You Know…Turkey (February 4, 2013)
…that Turkey’s strict adherence to secularism has lead to religious freedom violations for Muslims and non-Muslims alike?Turkey imported and enshrined the French concept of secularism, or laïcité, into its constitution on February 5, 1937.  Often described as freedom from religion, Turkey’s application of laïcité requires that religion be absent from all governmental affairs, while at the same time giving the government strict control over the practice of religion. After the establishment of the Turkish Republic following the fall of the Ottoman Empire, solidifying secularism became a driving principal of the Republic. This principle led the government to seek to control or limit all religions in the public sphere, including in government offices, schools, and houses of worship. Eighty plus years later, Turkey’s longstanding application of laïcité has detrimentally impacted all religious communities, including the Sunni majority, the Alevi community, and smaller minority communities such as the Greek Orthodox, Syriac, Armenian, Roman Catholics and Jewish communities. 

Because of this approach to secularism, no religious community has full legal status, which hinders their right to train clergy, offer religious education, or own and maintain places of worship.  The Turkish government created the Directorate for Religious Affairs (Diyanet) to regulate Muslim communities and the Directorate for Foundations (Vakiflar) to regulate all non-Muslim communities. The Vakiflar requires all property be registered to a “community foundation” or “community association” rather than the religious community directly. In addition, the government nationalized all schools of higher education, including the Greek Orthodox Theological School of Halki.  Muslim women also have been prohibited from wearing headscarves in government offices or schools.

The application of laïcité and Turkey’s strict control of religion has impacted negatively the ability of all religious communities to practice their faith and worship, and has hindered the communities’ ability to promulgate their religion and pass on their religious properties to future generations. However, after nearly 80 years of comprehensive state control of religious communities, Turkey has begun to reverse many of the longstanding impediments to full freedom of religion and belief.  The country has instituted new policies that allow religious communities to gain control over their properties, lifted the headscarf ban in universities and in courts of law, and currently is drafting a new constitution that may allow for greater human rights and respect for religious freedom. 

Tags:

– See more at: http://www.uscirf.gov/reports-and-briefs/did-you-know/3924.html#sthash.oTDp8Nwc.dpuf

Medeni Hukuk Bizi Medenileştirdi mi?


Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Ruhsar Yanmaz, ADD Bilim – Danışma ve Yazı Kurullarında birlikte çalışmaktan keyif aldığımız bir Cumhuriyet kadınıdır. Yüce Atatürk‘ü ve ne yapmak istediğini – ne yaptığını derinlemesine kavramış ve bu Çağdaşlaşma tasarımını sahiplenmniştir. Güleryüzlü, dostça ve çalışkan kişiliği ile sevgi ve saygımızı kazanmıştır.

Yarın, 4 Ekim 2013, Devrim’in “Türk Kanun-u Medenisi” nin 1926’da yürürlüğe sokulmasının 87. yıl dönümüdür. Ruhsar hoca, o görkemli yasanın ürünüdür. Bunun bilincindedir ki; Devrimin ilk üniversitesi olan Ankara Üniversitesi’nin Ziraat Fakültesi öğretim üyesi olmasına karşın, Medeni Yasa rejimini aydın sorumluluğu ile irdeleyen değerli bir makale “klavyeye almıştır” (artık “kaleme” değil!).

Sayın Bayan Prof. Yanmaz’ın yazısından çok şey öğreniyoruz.

Kendisini öncelikle aydın sorumluluğu ikincil olarak doyurucu makalesi için kutlayarak, ADD web sitesinde de yer alan bu çalışmasını paylaşmak istiyoruz.

  • “Medeni Yasa” seküler bir devlet – toplum yaşamının omurgasıdır.

Onu ve çok değerli kazanımlarını koruyup kollayarak geleceğe daha da geliştirerek taşımak, bize bu değerli kalıtı – emaneti bırakanlara ve gelecek kuşaklara karşı vazgeçilmez yükümümüzdür.

Ekleyelim ki; Yüce Atatürk‘ün öncülüğündeki devrimci – aydınlanmacı genç Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’ini ilan etmesinin üzerinden 3 yıl bile geçmeden, seküler – laik bir toplum – devlet düzenini seçerek Batı’dan – İsviçre’den Medeni Yasa’sını uyarlamıştır. Doğrusu Batı’lılara bir kez daha “pes” dedirtmiştir Anadolu Rönesansı‘nın mimarları. Böylelikle, beklenmedik bir gelişme yaşanmıştır :

  • Lozan Antlaşması (24 Temmuz 19213) uyarınca “azınlık” (minority) sayılan gayrı müslim yurttaşlar (Rum, Ermeni ve Yahudiler), cemaat önderleri aracılığıyla Türk Hükümeti’ne başvurarak Medeni Yasa’ya bağlı olmak istediklerini dilekçe ile bildirmişlerdir. (Bkz. “90. Yılında Lozan Anlaşması ve Türkiye’nin Geleceği” başlıklı makalemiz; 24.72012’de http://ahmetsaltik.net/wp-admin/post.php?post=2729&action=edit, izleyen gün www.add.og.tr’de)

Bu olgu, genç Türkiye Cumhuriyet’inin insan haklarına ve demokratikleşmeye dönük içtenliğinin ve kararlılığının somut göstergesi olarak değerlendirilmiş,
uluslararası toplum katında pek haklı olarak, ülkemize saygınlık ve güven kazandırmıştır

Anılan destansı devrimci dönüşümleri gerçekleştirenlere, başta Türk Devrimi‘nin de Başkomutanı olan Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, en yakın
dava ve silah arkadaşlarına, dönemin Başbakanı İsmet İnönü‘ye şükranlarımızı sunuyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
03.10.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

========================================

Medeni Hukuk Bizi Medenileştirdi mi?

portresi

 

Prof. Dr. Ruhsar YANMAZ
Atatürkçü Düşünce Derneği 
Bilim Danışma ve Yazı Kurulu Üyesi

Ülkemizi yönetenler görevlerine başlarlarken hukukun üstünlüğü üzerine yemin ederler. Uygulamaya bakıldığında ‘Hukuk herkese gerekli’ derler ama, ülkemizde son dönemlerde hukukun üstünlüğünün tehlikeye girdiğini görüyoruz.

Hukuk, toplumları düzene sokmak için geliştirilmiş kurallar bütünüdür. Hukuk kuralları devletin yaptırım gücüne bağlı olduğu için, yöneticilerin hukuka bakışı toplumun gelişimi üzerinde etkilidir.

“Medeni hukuk” denilen hukuk dalı, toplumdaki insanların kişisel, aile, varlık, borç ve miras hakları ile ilgili kuralları düzenler. Buna göre medeni hukuk kuralları evrensel olan toplumlarda insan hakları en üst düzeyde uygulanır. Medeni hukuk, adından da anlaşıldığı gibi toplumları uygarlaştırmayı hedefler. Dolayısıyla bir ülkenin ne kadar demokratik olduğu, sahip olduğu Medeni Hukuk Yasası ve bunun uygulanış biçimiyle de değerlendirilir.

İnsanlar toplum yaşamına geçtikten sonra, aralarında çıkan anlaşmazlıkları çözümlemek için yasalar hazırlamışlardır. İlk Medeni Hukuk kuralları Doğu Roma İmparatoru Jüstinyen tarafından MS 6. yy’da İstanbul’da (O zamanki adıyla Konstantinopolis) yapılmıştır.

Osmanlı döneminde toplum düzeni şerî hukuk kuralları dikkate alınarak, padişahın yetkisi altında sağlanmaya çalışılmıştır. Bu dönemdeki uygulamalarda kadınların toplum düzeni içindeki hakları yok kabul edilmiş, eğitim hakları, miras hakları şeriat yasalarına göre değerlendirilmiştir. Tanzimat döneminde, hukuk sistemindeki aksaklıkları gidermeye yönelik düşünceler dillendirilmeye başlanmış; Reşit Paşa, Ali Paşa ve Fuat Paşa Sultan Aziz’e Fransız Medenî Kanunu’nun aynen kabul edilmesi için girişimde bulunmuşlardır. Ancak medrese kökenli Ahmet Cevdet Paşa’nın itirazı sonucu, 1851 maddeden oluşan Mecelle denilen (Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye), 20 Nisan 1859’dan başlayarak 16 yılda 16 bölüm olacak şekilde hazırlanmış ve 16 Ağustos 1876’da yürürlüğe girmiştir. Yani dini düşünce nedeniyle hak ve hukuk sistemi 16 yıl beklemek zorunda kalmıştır. Dini esaslara göre hazırlanan Mecelle’de, kişi, aile ve miras hukuku kurallarına yer verilmemiş, eşya ve borçlar hukuku esas alınmıştır. Aile hukukuna ilişkin düzenlemeler 25 Ekim 1917’de “Aile Hukuku Kararnamesi” ile getirilmiş, ancak bu kararname İstanbul Hükümeti tarafından 19 Haziran 1919’da yürürlükten kaldırılmıştır.

Kurtuluş savaşı sonrası Mustafa Kematl Aatürk’ün en önemli icraatlarından biri de Medeni hukuk kurallarını yeniden düzenlemesi olmuştur. Türk Medeni Kanunu’nun esası Atatürk devrimlerinin temeli olan dinsel (AS : şer’i, Şeriata dayalı) hukuk düzeninden laik hukuk düzenine geçişine dayanmaktadır. Nitekim Atatürk, 1923’te Bursa’da halka yaptığı bir konuşmada, “Yeni Türkiye’nin 1000 yıl öncesine dayalı kurallara göre oluşturulmuş Mecelle yerine, en uygar ulusların kullandığı hukuk kuralları ile yönetileceğinin..” de sinyallerini vermiştir.

Medeni Yasa hazırlıkları 1923’te başlamış, bu amaçla Batılı ülkelerin yasaları incelenmiş ve en sonunda en gelişmiş yasa olan ve İsviçre’de 1912’de yürürlüğe giren İsviçre Medeni Yasası benimsenmiştir. Benimseme gerekçeleri arasında basit dille yazılmış olması, kadın-erkek eşitliğine dayalı bir aile düzenine dayanması ve yargıca takdir yetkisi vermesi bulunmaktadır.

Yasa hazırlanırken Avrupa’daki en eski yurttaşlık yasalarından olan Fransız Medeni Yasası’nın eskimiş olduğunun kabul edilmesi, Avusturya Medeni Yasası’nın Habsburg Hanedanının “mutlakiyetçi” anlayışını yansıtır nitelikte bulunması, Alman Medeni Yasası’nın ise çok teknik bir metin olması nedeniyle kabul edilmemesi, Atatürk ve arkadaşlarının Türkiye için öngördükleri uygarlığın hedefini açıklama açısından önemlidir.

Türk Medeni Kanunu tasarısı hukukçu milletvekilleri, öğretim üyeleri, yargıç ve avukatlardan oluşan 26 kişilik bir kurulca hazırlanmıştır. Taslak 20 Aralık 1925‘te Bakanlar Kurulu’nda (3. İnönü Hükümeti) görüşülerek kabul edilmiştir.

O dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt tarafından kaleme alınan gerekçe bölümünde yer alan sözlerin bugün geldiğimiz koşullarda hâlâ geçerli olması da ülkemizdeki Medeni hukuk kurallarının ne derece uygulandığının bir göstergesidir. Bozkurt, gerekçede;

  • Türkiye halkının, adaletin uygulanmasında kuralsızlık ve sürekli kargaşa karşısında bulunduğunu, halkın kaderinin rastlantı ve talihe bağlı, birbiriyle çelişkili ortaçağ dinsel hukuk kurallarına bırakıldığını belirtmiştir. Yine gerekçede Türk adaletinin
    bu karışıklıktan, yokluktan ve ilkel durumdan kurtarılması için, modern ve yeni bir Türk Medenî Kanunu’nun hızla yapılarak uygulamaya konulmasının zorunlu hale getirdiği de vurgulanmıştır.

4 Nisan 1926 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan yasa, 6 ay sonra,
4 Ekim 1926’da yürürlüğe girmiştir.

Medeni Hukuk yasasının temel olarak getirdiği yenilikler aşağıdaki gibi sıralanabilir :

  • Türkiye’de hukuk birliği sağlanmıştır.
  • Tek eşle evlilik esası getirilmiştir.
  • Ailede kadın-erkek eşitliği sağlanmıştır.
  • Evlilikte resmî nikâh zorunluluğu getirilmiştir.
  • Kadınlara, istedikleri mesleğe girebilme hakkı tanınmıştır. 
  • Böylece kadın ve erkekler arasında ekonomik ve sosyal alanlarda eşitlik sağlanmıştır.
  • Kadınlara mahkemelerde tanıklık yapma, miras ve boşanma konularında
    erkekle eşit haklar verilmiştir.
  • Patrikhane ve konsoloslukların yargı yetkileri sona erdirilmiştir.
  • Laik hukuk anlayışı toplumun her kesiminde uygulanır duruma gelmiştir.

Doğal olarak yasanın işleyişi sırasında ortaya çıkan aksaklıkları gidermek amacıyla
Türk Medeni Kanunu’nda ilki 1938’de olmak üzere 15 kez değişiklik yapılmış,
1988 ve 1990’da çıkarılan yasalarla 6 maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.

1994-98 arasında yeni Anayasa hazırlama çalışmaları başlamıştır. Yeni yasa için, 1971 ve 1984’te yayımlanan 2 öntasarı ile İsviçre Medeni Yasası, bir ölçüde Alman Medeni Yasası, Fransız Medeni Yasası ve İtalyan Medeni Yasasından yararlanılmıştır. 1999 seçimleri nedeniyle yürürlük alamayan tasarı, seçim sonrası yeniden ele alınmış; sonunda 1 Ocak 2002’de yeni Türk Medeni Kanunu’nun kabul edilmesi ile ‘İsviçre Medeni Yasası’nı esas alan ve 4 Ekim 1926’da yürürlüğe giren yasa yürürlükten kaldırılmıştır.

1926’da uygulamaya konan ve temeli laik (dinin devlet işinden ayrıldığı), demokratik
ve hukuka saygıya dayanan O günkü medeni Hukuk kurallarının günümüze gelindiğinde daha modernleşmesi beklenirdi. Nitekim toplum bu hukuk düzeni içinde laikliği benimsemiş, öbür Müslüman ülkelerde görülmeyecek biçimde dinini yaşar duruma gelmiş, kadınlar hukuksal haklarının bilincine varmış ve haklarını savunur hale gelmiştir. Ancak 1950’li yıllarda başlayan, ardından 1980’li yıllardan sonra ivme kazanan ve 2000’li yıllarda hızla artan dini esaslara dayalı eğitim ve hukuk anlayışının ülkemizin medenileşmesinin önündeki 2 büyük engel olduğu görülmektedir. Ülkeye yönetmeye istekli olanların laik düzene bakış açıları nedeniyle modern bir hukuk sistemi getirebilecekleri konusunda kuşkular bulunmaktadır. Geçmiş yıllarda insan haklarına uyulmadığını, hukuksuzluk olduğunu, demokrasiden uzaklaşıldığını söyleyenlerin,
bugün hukuka uygunluk altında hukuksuzluk yapmaya devam etmeleri düşündürücüdür.

Sağlıkçılar : “Savaşa ve 3 Ekim Tezkeresine Hayır”

 

  • 3 Ekim 2013 Perşembe günü saat 18:00’de
    Ankara Tabip Odası önünde toplanıp (Mithatpaşa Cd. 62/18)
    Güven Park’a yürüyoruz..
     


‘3 Ekim Tezkeresine Hayır’

TTB, TDB, SES, Dev Sağlık İş, THD, TED, SHUD, Türk Psikologlar Derneği,  Tüm RAD-DER, TMRT DER ve SÖZSEN tarafından yapılan ortak açıklamada, “3 Ekim Tezkeresine Hayır” denilerek, iktidar-muhalefet ayırımı olmaksızın, hükümetin TBMM gündemine getirdiği ve ülkeyi Ortadoğu’da bir maceraya sürükleyecek olan tezkerenin, TBMM üyelerince reddedilmesi için çağrıda bulunuldu.

TTB_logosu

BASIN AÇIKLAMASI
2 Ekim 2013

“SAVAŞ BİR HALK SAĞLIĞI SORUNUDUR”
3 EKİM TEZKERESİNE HAYIR!

İnsanlık tarihi boyunca çıkar savaşlarını sürdürdüğü bölgemizde,  her gün yaratılan farklı kaoslara yeni figürler ekleme planları içinde ülkemiz hep yer almıştır.

Bir insanlık suçudur aslında Ortadoğu’da sergilenen oyunlar. Çocuklar ve kadınlar bu oyunun savunmasız ve zoraki mağdurlarıdır.

Halkların iradesi dışında yaratılan liderlerle bölgedeki düzeni sessizce seyreden batılı güçlerin, yeni savaş araçlarını deneme alanı olarak kullandıkları bölgemizde öylesine acılar yaşanmaktadır ki; ortak tarihimiz içinde geçmişte birlikte yaşadığımız komşularımız, kimilerimizin yakın akrabası, kültürü ortak, kardeşlerimiz dediğimiz insanların acılarını paylaşmak varken; kan ve gözyaşı akıtacak rollere soyunmak; tarih önünde yeni kuşaklara anlatamayacağımız, başımızı önümüze eğeceğimiz utanç tablosuna çocuklarımızı ortak etmek demektir.

Siyasetçilerimiz, zengin tarihi birikimi ve dış politika geleneği olan ülkemizin politikalarını buna uygun düzenlemek zorundadır. Türkiye; emperyalist güçlerin akıtacağı kana ortak olmayacağını; “3 Ekim Tezkeresine Hayır” diyerek göstermek zorundadır.

Bizler, Sağlık alanındaki emek ve meslek örgütleri olarak, iktidar-muhalefet ayırımı olmaksızın, hükümetin TBMM gündemine getirdiği ve ülkeyi Ortadoğu’da bir maceraya sürükleyecek olan onaylamadığımız tezkerenin,

TBMM üyelerince reddedilmesi için çağrıda bulunuyoruz.

“Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur”

“Savaşa ve 3 Ekim Tezkeresine Hayır”

TTB (Türk Tabipleri Birliği),
TDB (Türk Dişhekimleri Birliği),
SES (Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası),
Dev Sağlık İş (DİSK, Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası),
THD (Türk Hemşireler Derneği),
TED (Türk Ebeler Derneği),
SHUD (Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği),
Türk Psikologlar Derneği,
Tüm RAD-DER (Tüm Radyoloji Teknisyenleri/Teknikerleri Derneği),
TMRT DER (Türk Medikal Radyoteknoloji Teknisyenleri Derneği),
SÖZSEN (Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanlarının Sözü Sendikası

Bahçeli : Paket utanç vesikası!


Paket utanç vesikası!

  • Bahçeli yeni dönemin ilk grup toplantısında Erdoğan’a yüklendi:

portresi

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, yeni yasama yılının
ilk grup toplantısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
önceki gün (30.9.13) açıkladığı demokratikleşme paketini
sert bir dille eleştirdi.

Milliyetçilikle demokrasinin ayrılmaz bir birlikteliği olduğunu savunan Bahçeli, Erdoğan’ın milliyetçiliğe duyduğu nefretin kökeninde demokrasi hazımsızlığı bulunduğunu belirtti.

Erdoğan’ın bölünme ve yıkımın ustası olduğunu kaydeden Bahçeli,

  • “Erdoğan’ın açıkladığı ve tarihi olarak da tarif ettiği sözde demokratikleşme paketi her haliyle milletimiz adına büyük bir utanç vesikasıdır.”
    diye konuştu.

Gezi Parkı olaylarında gençlerin bireysel hak ve özgürlük istemlerinin gazla, TOMA’yla ve şiddetle bastırıldığını kaydeden Bahçeli, teröristlere özgürlük bonkörlüğü yapmanın ahlaka sığmadığını ifade etti.

Bahçeli,

  • “Öğrencilere orman yolu gösterirken çok mu demokrattın,
    çok mu özgürlükçüydün?
    Medyayı susturan sen,
    yandaşları kollayan sen,
    oy vermeyenleri dışlayan sen,
    muhalifleri sindirme edepsizliğine soyunan sen,
    partilere tezgâh kuran sen
    kalkıp da demokrasi ve özgürlükte ahkâm mı kesmektedir?”diye konuştu. (Cumhuriyet, 2.10.13)

Hukuk Penceresinden Demokratikleşme Paketi

Hukuk Penceresinden Demokratikleşme Paketi

  • Günümüzde ceza hukukunda üzerinde durulan en hassas noktalardan biri, suç normlarının açıklık ve belirginlik taşımalarıdır. Bu sonuç sağlanırsa, bireyin özgürlükleri de güvence altına alınmış olur. Gönül isterdi ki, demokratikleşmeden söz ederken, aynı kapsamda yer alan bazı hususlar da “tamir” edilseydi. 

Prof. Dr. ERDENER YURTCAN

Uzun süredir beklenen demokratikleşme paketi Başbakan Erdoğan tarafından açıklandı. Hukuk penceresinden paketi yerimizin el verdiği ölçüde değerlendirdiğimizde, aşağıdaki noktalara değinmek uygun olacaktır.

Kamuda başörtüsü serbest                       : 

Sayın Başbakan bu konuda şunları söylüyor:

  • Kılık kıyafet yönetmeliğini değiştirerek kamu kurumlarında başörtüsü yasağını kaldırıyoruz. Ayrımcılık içeriyordu. Kadın çalışanların giyimleri üzerindeki ayrımcı ihlalleri kaldırıyoruz. Resmi elbise giymek zorunda olan TSK mensupları, yargıda hâkim ve savcıları bunun dışında tutuyoruz.” 

Bu sonuç üzerinde uzun zamandır çalışıldığı bilinmektedir. Şimdi bu sonuca ulaşılmak istenmektedir. TSK mensupları, yargıç ve savcıların bu konuda istisna edilmeleri uygun bir çözümdür, fakat eksiktir. Avukatların da bu kapsamda mütalaa edilmeleri gerekirdi, çünkü yeni Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 6’ncı maddesi avukatları da yargı mensubu saymaktadır. Bu nedenle avukatların dışta tutulmaları hatalı olur. Bu konuda Danıştay’ın kararına dayanmak da doğru olmaz, çünkü yeni bir hukuki düzenleme yapılmaktadır.
Bu konuda dikkate almamız gereken nokta şudur: Avukatlar da hizmet görürken hukukun öngördüğü bir cüppe giymektedirler, aynen yargıç ve savcılar gibi.

Nefret suçuna ağır ceza                       : 

Sayın Başbakan bu konuda şunları söylüyor:

  • “Yeni süreçte nefret ayrımcılık yaşam tarzına müdahale gibi suçlarla daha etkin biçimde mücadele etmeye başlıyoruz. Belirli suçların cezalarını daha da artıyoruz. Belirli suçlar, kişinin dili, ırkı, rengi, cinsiyeti, engelliliği, siyasi düşüncesi, dini veya mezhebi nedeniyle işlenirse cezası daha da ağırlaşacak. Kişinin belli haklarını kullanmasını engelleyenleri ceza kapsamına alıyoruz. Bu sebeple işlenen suçun cezasını bir yıldan üç yıla kadar artırıyoruz.”

Nefret suçunun ceza sistemimize alınması olumlu bir adımdır. Ayrımcılık TCK’nin 122’nci maddesinde düzenlenmişti. İhtiyaca göre değiştirilmesi, her ülkenin yasaları kendi sosyal ihtiyaçlarına tabidir, kuralına uygun bir çözümdür. Bu noktada gözden kaçırılmaması gereken husus şu olmalıdır:

Günümüzde ceza hukukunda üzerinde durulan en hassas noktalardan biri,
suç normlarının açıklık ve belirginlik taşımalarıdır.
Bu sonuç sağlanırsa, bireyin özgürlükleri de güvence altına alınmış olur.

Kişilerin özel bilgilerine güvence                  : 

  • “Getireceğimiz bir başka yenilik. Kişisel verilerin korunması hakkında.
    Yasal güvence getiriyoruz. 12 Eylül 2010’daki anayasa değişikliğiyle
    güvence getirmiştik. Şimdi uygulama için taslağı hazır olan kanunu Meclisimize gönderiyoruz. Kişilerin özel bilgileri ilgisiz kişiler tarafından kullanılamayacak.” 

Sayın Başbakan bu konuda şunları söylüyor.

Bu çözüm de TCK’de daha önce düzenlenmiş bulunan hususlara açıklık getirdiği takdirde, faydalı olacaktır.

Yukarıdaki başlıklar pakette yer alan konular. Gönül isterdi ki, demokratikleşmeden
söz ederken, aynı kapsamda yer alan bazı hususlar da “tamir” edilseydi.

Nasıl mı? İşte ilk akla gelenler :

1.  Aynı işlevi gören 3 ayrı ağır ceza mahkemesi yerine tek ağır ceza mahkemesi,
yani kısaca özel görevli ağır ceza mahkemelerinin ve terörle mücadele mahkemelerinin kaldırılması.

2.  Kısa süre önce Ceza Muhakemesi Kanunu’nda değişiklik yapılarak tercümandan yararlanma konusunda atılan adımda, bir yasal hatanın düzeltilmesi. Kısaca, tercüman giderinin yargılama gideri sayılarak parasının peşin olarak bu hizmetten yararlanan kişiden alınmaması.

3.  Çok eskiye dayanmayan bir uygulamayla, asliye ceza mahkemelerindeki duruşmalarda savcıların görev yapmamalarından geri dönülmesi. Bu yolla özellikle savunmanın yargılamada kamu iddiacısı olan savcıların düşüncelerini öğrenebilmeleri ve hizmeti daha iyi görebilmelerinin sağlanması.

Ele almam gereken konular elbette bu kadar değil,
fakat yer sorunu yazıyı noktalamayı zorunlu kılıyor.

Prof. Onur Hamzaoğlu’ndan dik duruş : Aynaya bakamazdım!

Dostlar,

Prof. Onur Hamzaoğlu‘nu çok uzun yıllardır, GATA’da Halk Sağlığı asistanı bir teğmen olduğu zamanlardan bu yana tanırız. Türk Tabipleri Birliği’nde örgütsel çalışmalarda, bilimsel raporların hazırlanmasında yıllarca birlikte çalıştık.

Namuslu, erdemli, çalışkan, yurtsever ve mert kişilikli doğrultusunu hep korudu.
Askerlikten ayrılmak durumunda kaldı ve zor koşullarda Kocaeli Üniversitesi
Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’n doçent olarak atanmak istedi. 2547 sayılı YÖK yasası uyarınca 5 profesörün dosyası için olumlu rapor yazması gerekiyordu.
Biz de, zaten çok nitelikli ve bilimsel yayınları bakımından doyurucu düzeydeki dosya için olumlu rapor yazarak bir sorumluluğumuzu yerine getirdik o yıllarda..

Gebze – Dilovası ülkemizin endüstriyel kirlilik açısından son derece talihsiz bir bölgesidir. Bu yoğun sanayi beldesinde 1996’da kolera salgını çıkmış ve nedeni olarak da belde sularının klorlanMAması olduğu ortaya çıkmıştı..

Dinci_soysuzlar

Zamanın Dilovası belediye başkanı
Refah Partili zat-ı muhterem, “klorlanan suyun abdest bozduğuna” hükmetmiş ve zırvasını gerekçe yaparak belde şebeke suyunun klorlanmasını durdurmuştu!?

Dilovası, Ankara – İstanbul otoyolunun ayakları altında idi. Beldenin üstünden geçen otoyolda son teknoloji ürünü otomobiller büyük hızlarla seyrederken; altında bebeler koleradan ölmekte idi.. Belediye Başkanı gerçekte seri katilden farksızdı..

Din_somurusu_ 2.12.05_Cumhuriyet_Nuri_KurtcebeBiz de Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı derslerimizde bu konuyu – sorunu işlemekteyiz. Bir de acı fotoğrafımız var.. Sevgili Onur Hamzaoğlu’nun acı veren ve insanı utandıran soruşturma – koğuşturmalarına da değinmekteyiz. Bu süreçlerde hep dayanışma  içinde olduk. Kocaeli ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) yöneticilerinden dostumuz Av. Mehmet Sertdemir, Sn. Prof. Hamzaoğlu’na karşılıksız hukuksal destek olmayı aracılığımızla önerdi..

Dilovasi'nda_atik_skandali

Sevgili meslektaşımız Prof. Hamzağlu’nu, onurlu savaşımı için içtenlikle kutluyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
03.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

Prof. Onur Hamzaoğlu’ndan dik duruş : Aynaya bakamazdım!

Gebze Dilovası’nda yaptığı araştırmada anne sütü ve bebek dışkılarında ağır metal bulunca kamuoyuna açıkladığı için hakkında çok sayıda soruşturma açılan
Prof. Onur Hamzaoğlu, sorunu dile getirmemenin kabul edilemez olduğunu belirterek

  • “Gizleseydim aynaya bakamazdım” dedi.

* Dilovası’ndaki gerçekleri halkla paylaştığı için hakkında çok sayıda soruşturma açılan Prof. Dr. Hamzaoğlu: Yine açıklarım

Aynaya bakamazdım

* Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu Dilovası’nda yaşayanların anne sütünde ve bebek dışkılarında ağır metaller bulunduğunu ortaya çıkarmıştı.

Kocaeli’nin sanayi bölgesi olan Dilovası’nda 2011 yılında bilimsel bir araştırmanın sonuçlarını kamuoyu ile paylaştığı için hakkında “halkı paniğe sevk etmek” gerekçeleriyle çok sayıda soruşturma açılan Kocaeli Üniversitesi (KOÜ)
Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlugerçeklerin
halktan gizlenmesinin kabul edilemez olduğunu söyledi.

Hamzaoğlu, yeni araştırmalar yapamadığını belirterek,

Halkın gerçekleri bilme hakkı var. Araştırma sonuçlarının, bilimsel bilgilerin tümünün sahibi toplumun kendisidir. Araştırmanın sonuçlarını söylemeseydim aynaya bakamazdım.” dedi. KOÜ Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ile Tıbbi Genetik Anabilim Dalı öğretim üyelerinin de görev aldığı, Prof. Dr. Hamzaoğlu’nun proje yöneticiliğini yaptığı araştırmada, bölgede anne sütü ile bebek dışkılarında yoğun oranda ağır metaller tespit edilmişti.

2011 yılından bu yana hakkında açılan soruşturmaların bir bölümü tamamlanan,
bir bölümü ise üniversite bünyesinde süren Prof. Dr. Hamzaoğlu,
yaşanan süreci gazetemize anlattı.

Prof. Hamzaoğlu, Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu ve Dilovası Belediye Başkanı Cemil Yaman’ın “halkı paniğe sevk etme” iddiasıyla
2011 yılında savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu, savcılığın ise görevsizlik kararı verdiğini söyledi.

48 milyon ABD’liyi sigortaya kavuşturacak

48 milyon ABD’liyi sigortaya kavuşturacak..

  • ABD’de hükümet bütçesinin Kongre’den ve Senato’dan geçmemesine yol açarak ülke çapında bir bunalıma yol açan Başkan Barack Obama’nın
    sağlık sigortası yasası aslında ülkede sağlık sigortası olmayan birey bırakmamayı amaçlıyor.

Kongre’nin Cumhuriyetçi üyeleri, bütçeyi onaylamaları karşılığında Obama’dan
bir yıl ertelemesini istedikleri yasa, ülkedeki herkesin zorunlu özel sağlık sigortası yaptırmasını ve sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanmasını içeriyor. Yasaya göre dinsel ve mali engelleri olmadıkça tüm ABD vatandaşları özel sağlık sigortası yapmak zorunda. Yapmayanların gelirlerinden kesinti yapılması da yasada mevcut.

“Obamacare” olarak da bilinen Düşük Bütçeli Sigorta Yasası, ABD vatandaşlarına bireyesel sağlık sigortası alma zorunluluğu getiriyor. Alınmaması halinde para cezası da olan yasa sonucu tam 48 milyon sigortasız Amerikalı sağlık sigortasına kavuşmuş olacak. 1 Ocak 2014’te yürürlüğe girmesi beklenen sigorta, 1 Mart 2014 tarihine dek satın alınabilecek. Bu dönem içinde alınmaması halinde bir dahaki döneme dek satın alma şansı olmayan mükellef ceza da ödemek zorunda kalacak.

Yasa uyarınca 2014’te de hâlâ sigortalı olmayanlar, kişi başına 95 $ceza ödeyecekler. Başlangıçta az olan söz konusu cezalar gelecek iki yıl içinde yedi kat artacak.
Uzmanlar aslında bu cezaların, sigortasız kişinin acil sağlık hizmetlerini karşılamanın bedeli anlamına geldiğini belirtiyor. Sağlık sigortası sunan şirketler,
sağlık harcamalarına yönelik“yaşam limiti” koyamayacak.

Sağlık güvencesine, 26 yaşına dek olan aile bireyleri de dahil edilecek.
Sigorta şirketleri, yeni doğmuş bebeği veya rahatsızlığı olan insanları
“sigortadan önceki sağlık sorunu” gerekçesiyle sigortalamayı reddedemeyecek.

Planın eleştirilen yanı, belli sağlık hizmetlerini karşılıyor oluşu ve yalnızca kimi tıbbi hizmetlerde indirim içermesi. Yılda üç aydan az sigortaya sahip olanlar, ABD’de yasadışı kalanlar, hapiste bulunanlar, herhangi bir Kızılderili kabilesine mensup olanlar, dinsel nedenlerle tıbbi tedaviye inanmayanlar, düşük devlet yardımı alanlar
sigortadan bağışık (muaf) olacak ve ceza ödemeyecek, ancak sigortanın sağladığı
kimi olanaklardan yararlanabilecekler.

Cumhuriyet, 3 Ekim 2013

Makarna Paketi Olaydı…


Makarna Paketi Olaydı…

portresi_gulumseyenBekir COŞKUN

1’inci Yargı Paketi:
Hizbullah’ın katilleri serbest bırakıldı…
Ordu ve kuvvet komutanları tutuklandı…
*****

2’nci yargı paketi:

Apo’ya sekiz tane arkadaş gönderdiler…
Kütüphanesi hizmete girdi…
“Ulusa sesleniş” de istedi…
Genelkurmay Başkanı da tutuklandı…
*****
3’üncü paket:

Çek senet mafyası tahliye edildi…
Elektrik çalanlar affa uğradı…
Yolsuzluk, hırsızlık sanıkları serbest bırakıldı…
Deniz Feneri sanıkları salındı
Şemsiye’yi gözaltına aldılar…
*****
4’üncü paket:

Apo ulusa seslendi…
Asker dağdan geri çekildi…
PKK teröristleri yol kontrolüne başladılar…
Genelkurmay Başkanı, kuvvet ve ordu komutanları müebbet hapis cezasına
mahkûm edildi…
*****
5’inci yargı paketi hazırlanmakta dediler:

“İrticai faaliyetler” suç olmaktan çıktı…
Medrese, dergâh, tarikat “demokrasi” kapsamına girdi…
Ağaçları korumak “terör suçu” sayıldı..
.
“çapulcu” öldürüldü…

30 kadarının ayağını kırıp gözünü çıkarttılar…
Yüzlercesi hapiste…
*****
Baktılar böyle tek tek sayılı paketle olmuyor, “Çağ atlatan demokratikleşme paketi yapalım” dediler…

Toptan…
İyi bakın…
Laik rejimin, çağdaş cumhuriyetin, Atatürk Türkiyesi’nin tasfiyesi adımlarından birisidir bu tuhaf paket…
*****
Güvendikleri % 51 milletin umurunda mı dersiniz?..

Değil…
“Makarna paketi verecekler” de istersen…
Birbirlerini ezerek on binlercesi koşmazsa namerdim…

2 Ekim 2013 – Cumhuriyet

ADD ve İP çağrısı : 3 Ekim 2013 saat 12:00’de TBMM Dikmen kapısındayız..


ADD çağrısı : 3 Ekim 2013 saat 12:00’de TBMM Dikmen kapısındayız..

Dostlar,

ADD, son derece sınırlı olanaklarına karşın Cumuriyetimizi savunmayı sürdürüyor..

ADD_calisiyor_destek_olun

Bakanlar Kurulu kararı ile de KAMU YARARINA ÇALIŞAN BİR DERNEK..

Ülkemiz çok zor dönemeçlerde..

Sahip çıkın, destek olun..

Suriye Tezkeresi 04 Ekim 2013 günü TBMM’de görüşmeye açılacak..

Bir de sözüm ona “AÇILIM PAKETİ” gündemde..

Her 2’sini de protesto ediyoruz.. Karşı çıkıyoruz..

  • 3 Ekim Perşembe günü saat 12:00’de TBMM Dikmen kapısı önünde olacağız.

İP (İşçi Partisi) Ankara örgütü de benzer çağrıda bulundu..

Yurtseverler göreve..

  • Suriye’ye savaş tezkeresi TBMM’den geçmemeli!

AKP’nin sözde “AÇILIM -SAÇILIM” planı da..

AKP Cumhuriyete meydan okuyor..
“Laikliğe karşı eylemlerin odağı olmak” suçundan Anayasa Mahkemesince mahkum edilen AKP, laik rejimi yıkma çabasını sürdürüyor..

  • Kamuda da türban.. 

Yeter artık..

  • AKP’nin KARŞIDEVRİM SALDIRISININ
    mutlaka ve hızla durdurulması gere
    k..

En acil ve öncelikli görev bu oldu..

Sevgi ve saygı ile.
03.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

DOĞU PERİNÇEK : TUNCEL’in adını da değiştirebilecek misiniz!

TUNCEL’in adını da değiştirebilecek misiniz!

portresi_bayrakla

DOĞU PERİNÇEK

Tuncel Kurtiz, 1 Şubat 1936 günü doğdu.
Dersim’in Tunceli olmasından bir ay sonra.

Değerli Dostumuz Kamer Genç, yalnız birinden
söz ediyor, üst üste üç Tunceli Kanunu vardır.

Birinci Tunceli Kanunu: 25 Aralık 1935

İkinci Tunceli Kanunu: 4 Ocak 1936

Üçüncü Tunceli Kanunu: 13 Ocak 1936

Devrimin kucağına doğdu

Tuncel Kurtiz, Birinci Tunceli Kanunu’ndan 38 gün sonra, Üçüncü Tunceli Kanunu’ndan 19 gün sonra İzmit Bahçecik’te Cumhuriyet Türkiyesine gözünü açtı.
Devrimin kucağına doğdu.

Künyesine yazılmış O’nun devrimciliği, başı dikliği, yaratıcılığı, insanlığı,
emek davası ve sevdaları.

Müfide’den doğma, babası Vâlâ Kurtiz.
Acılı ve acılı olduğu kadar isyankâr kökler: Balkanlı bir aile.

Kütüğüne daha köklerden istiklal ve hürriyet kimliği kazınmış.
Çivi yazısıyla! Silinmez ve bozulmaz!

Nüfus kâğıdındaki kimlik

İçeri girmeden önceki günler, hep dün gibidir. Ne güzel bir akşamdı. Şule Perinçek ağırlıyor bizi. Ayşecan Bugay ve Umur Bugaylar, Jale Konduk ve Kandemir Konduklar, Tunca Yönder ve Can Perinçek elbette. Masanın başında Tuncel Kurtiz oturuyor.
Gül alıp gül veriyoruz. Gül ile gülü tartıyoruz. Gönül pazarındayız.

Tuncel yarım yüzyıllık arkadaşlarımdan, o akşama kadar sormak aklıma gelmemiş.
Ama artık güncel. Niçin Tuncel? İsminin hikâyesini anlattı bize. Dersim Tunceli olunca, Cumhuriyet devriminin derebeyliğine karşı savaş ilanı, nüfus kâğıdına yazılmış.

Tunceli’nin ve Tuncel’in şerefine

Göğüslerimizi dolduran bir rüzgâr esti o an.

“Haydi Tunceli’nin şerefine içelim.”

Kadehler kalktı.

Kadehlerle birlikte Cumhuriyet Devrimciliği de ayakta.

Yalnız Tunceli için olur mu, Tuncel’in de şerefine!

Yürekler arkadaşlık aşkıyla çarpıyor. Havalanıyor gönül kuşları.
Geleceğe uzanan dallara konuyor. O an umut çiçekleri patlıyor dallarından.

Sonsuz hasrete uğurluyoruz

Planlar yapıyoruz, Ulusal Kanal’a ilişkin, Türkiye’nin büyük geleceğine dair.
Ne bilebilirdik önümüzde hasretler var. Önce bizleri duvarlar ayırdı.
Ve şimdi Tuncel Kurtiz’i sonsuz hasrete uğurluyoruz.

Öyle adamların hasretleri, ancak sonsuz olur. Yerine yenisi gelemeyecektir.
Yaratıcının ölümü gerçek ölümdür. Kendisiyle birlikte bundan sonra yapacakları da ölür. Toplum yetim kalır.

Tunceli olmasa biz olur muyduk?

Tuncel ile Tunceli arasındaki bağı düşünün. Ama derinlemesine!

Dersim Tunceli olmasaydı, Tuncel olur muydu?

Biz olur muyduk?

Kim olurdu?

Bizleri doğuran ne anamızdır, ne babamızdır.
Bizler Devrimci Cumhuriyetin çocuklarıyız.

Soyumuz sopumuz, Cumhuriyetimizdir.

Kimimiz kimsemiz, Cumhuriyetin kimsesizleridir.

  • Sicilimizde devrim çocuğu yazılıdır.

Haylazlık yapıp anamızı, babamızı bazen unutsak da böyledir.

Sahnelerimizin ve perdelerimizin Tunçları

Sahnelerimizde ve perdelerimizdeki Tunçlara bakın:

Tuncel Kurtiz: 1 Şubat 1936

Tunç Okan: 19 Ağustos 1936

Tuncer Necmioğlu: 17 Aralık 1936

Tunca Yönder: 1 Ocak 1938

Tuncer Cücenoğlu: 10 Nisan 1944

Beş Tunçlarda Tunçlaşan nedir?

“Beş Tunçlar” diyelim onlara.

Hepsi Dersim Tunceli olduktan sonra doğmuşlar.

Bu nedenle mi hepsinin başı dik?

Bu nedenle mi emekçiler için soluk alıp veriyorlar?

Hepsi özgür!

Beşi de yaratıcı!

Beşi de iliklerine kadar insan!

Başları dumanlı dağlar gibi gururlu adamlar ve kadınlar.

Sizce bunun bir anlamı yok mu?

Abdülhamit, Vahdettin adını taşıyan büyük bir sanatçı var mı?

Tunceli’den önce Tunç var mıydı? Araştırın bunu.

Biz ne zaman tunçlaştık, araştırın!

Tunceli’nin tuncu niçin künyemize yazılmış?

Tunçlaşan nedir burda?

‘Dört dağ içinde’ neler vardı?

“Ama” diyor Atatürk Devrimiyle sorunu olan politikacı,
“Türküler söylenir Dersim diye.”

Doğrudur, o türkülerde Dersim hep “4 dağın içindedir”:

  1. Ağalık,
  2. seyyitlik,
  3. eşkıyalık,
  4. pederşahilik.

Ve o dört dağın içinde, Tunceller olmaz; marabalar olur, müritler olur,
ocağı yağmalananlar olur, aşiret boğazlaşmaları olur, kan davaları olur ve
saçlarından sürüklenen kadınlar…

Canlandırılamayan karakter

Yaptığı işlere bakın, bir devrimin ortaya çıkardığı büyük yeteneği göreceksiniz!

– Umut’ta Arabacı Cabbar ile define arayan Tuncel

– Otobüsteki Tuncel

– Tunca Yönder’in Ağrı Dağı Yolculuğu’nda trendeki Tuncel

– Hamo Ağa

Şeyh Bedrettin

– Ramiz Dayı.

Her karakteri oynayabilirdi. Ama Tuncel Kurtiz karakterini kimse canlandıramaz.
Çok özel bir kişilik, kendine özgü. Taklidi imkânsız.

Almanya’da Şeyh Bedrettin’i tek başına oynarken birkaç gün birlikte gezdik.
Serez Çarşısı‘nda ağaca asılacak kadar Bedrettin olmuştu.

Aydınlık’ta okuyunca, Can dostum ve Parti Yoldaşım, efsanelerin ressamı
Muzaffer Akyol’u kıskandım. Son gecesinde Tuncel ile muhabbet etmişlerdi.
İlk defa dışarıda olmayı bu kadar yürekten istedim.
Gözlerinde yanan ışığı bir kez daha görseydim.

Haydi kadehlerimizi sonsuza kadar kaldırıyoruz

Tunceli’yi Dersim yapacaklarmış!

Peki Tuncel’in adını ne yapacaklar!

Bakın bu sorunun cevabı, Mecliste parmak kaldırarak verilemez.

Bu bahtsız karşıdevrim koalisyonu öğrenecektir:

  • Devrimin kanunu bütün kanunların üzerindedir.

Haydi arkadaşlar, biz kadehlerimizi, bir kez daha ve sonsuza kadar,
Tuncel için ve Tunceli için kaldırıyoruz!

İLAN

Adı Tunç köklü okuyucularımızın doğum tarihlerini e-postayla veya mektupla bildirmelerini diliyorum. Bakalım Tunceli Kanunu’ndan önce Tunç var mı?
Tunceller, Tunçerler, Tuncalar, Tuncaylar, Aytunçlar, hepsi Tunç’a dahildir.

TUNCELİ KANUNU’NA İLİŞKİN NOT

Milletvekilimiz Kamer Genç, Birinci Tunceli Kanunu’nun Bakanlar Kurulu tarafından
6 Kasım 1935 tarihindeki adına bakıyor: “Munzur Vilayeti Teşkilatı ve İdaresi Hakkında Kanun”

Ama O tasarının bir buçuk ay sonra 25 Aralık 1935 günü Meclis’te kabul edilen adına bakmıyor: “Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun”

Tunceli adı kanunla kabul edildi.
Başbakan İnönü, gerekçeyi şöyle açıkladı:

  • “Halkı ağaların ve mütegallibenin nüfuz tesirlerinden korumak.” 

Anlamı budur!

Bir ilin ve ilçenin adı kanunla verilir. İllerin ve ilçelerin adları milletin yetkisindedir.
Yoksa yerel halkın değil. Bu da bir devrim ilkesidir.

  • Küreselleşme, yerelliği kışkırtıyor, hâlâ görmüyor muyuz?