Aylık arşivler: Eylül 2013

Güler ve Batum’un Açıklamalarıyla İlgili Düşünceler


Güler ve Batum’un Açıklamalarıyla İlgili Düşünceler

Sayın Onur Ömen, " Kuzey Suriye" yerine "Suriye'nin kuzeyi" denilmesinden yanayız. Ahmet Saltık, 28.7.12

 

ONUR ÖYMEN

 
İki değerli milletvekilimizin yaptıkları önemli açıklamanın metnini aşağıda sunuyorum.

Bu arkadaşlarımızın görüş ve kaygılarına ben de katılıyorum.

Ayrıca, Anayasanın ilk 4 maddesinin güçlendirilmesnin önerilerilmesi,
bence bu maddelerin bir şekilde değiştirilmesinin öngörüldüğü anlamına gelir.

Oysa CHP kezlerce bu maddelerin değiştirilemeyeceğini açıklamıştı.

Yeni anayasaya ilgili kimi beyanlar, bu arada Öğretim Birliği ilkesine bağdaşmayan öneriler bence CHP’yi ilkelerinden ve programından uzaklaştırıyor.

Esas kaygı verici olan bazı CHP’li milletvekili ve parti yöneticilerinin
CHP’nin temel çizgisiyle bağdaşmayan beyanlarına karşı
Parti tabanından gelen tepkilerin çok sınırlı kalmasıdır.

Yerel seçimler yaklaşırken Partiyi yıpratacak beyanlardan kaçınılması gerektiği doğrudur, ama burada esas görev CHP’nin ilke ve programıyla,
Atatürk dönemindeki temel düşünce ve uygulamalara sahip çıkma görevimizle bağdaşmayan beyanlarda bulunanlara düşmektedir.

Bu çerçevede, Cumhuriyet döneminde kabul edilen il ve ilçe adlarının değiştirilmesine yönelik önerileri de şahsen çok sakıncalı görüyorum.

Onur Öymen

=============================

BASIN DUYURUSU

27 Eylül 2013, Ankara

Sayın Atilla Kart, CHP’nin milletvekili sıfatıyla CHP Anayasa taslağındaki bazı önerilerle ilişkili olarak “kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi, karalama ve spekülasyonlara yol açılmaması amacıyla” bir açıklama gereği duymuş ve kamuoyuna bir basın açıklaması yapmıştır. Bu açıklamada, CHP Anayasa taslağında “ortak vatan – tek devlet” ile “eşit yurttaşlık” önerildiğini; “ilk 4 maddenin güçlendirilmesi”nin de önerilerimiz arasında yer aldığını belirtmektedir.

Bu açıklama, Sayın Atilla Kart’ın anayasaya yaklaşımı konusunda kamuoyunda var olan CHP ilke ve değerlerine aykırılık yönündeki endişelerin haklı olduğunu ortaya sermiş ve sabit hale getirmiştir.

“Ortak vatan”, ulusal siyasetin temsilcisi olan CHP’nin değil etnik siyasetin temsilcisi olan partilerin değeridir. Vatan, üzerinde yaşayan toplumun “ulus” haline geldiği siyasi sistemlerin coğrafyasıdır. Vatanın “ortak” olması için, bir coğrafyada birden fazla ulusun tanımlanmış olması gerekir. CHP’nin temel değerlerine göre vatan, üzerinde vatandaşlık bağıyla yaşayan her bir yurttaşındır; hepimizindir. Bizim için “ortak vatan” değil “hepimize ait olan tek vatan” vardır.

“Tek devlet”, CHP terminolojisinde yer almaz. Bu da etnik siyaset yapanların kamuoyunu serinletmek amacıyla kullandıkları bir terimdir. Bizim açımızdan konu, yine etnik siyasetin ve bunun yanı sıra yeni Osmanlıcılık rüyası gören bazı dinci çevrelerin federal devlet özlemlerine karşı savunduğumuz “üniter – tekçi devlet”ten ibarettir.
“Eşit yurttaşlık”, bir ülkede toplulukların (halkların, milliyetlerin, cemaatlerin) birbirlerine eşitliği temelinde kurulan sistemi anlatır. Farklı etnisite ve inanç topluluklarının hukuki-siyasi olarak tanınması; farklı toplulukların birbirleri karşısında konumlandırılması demektir. Bu etnikçi anlayış, bir tür yeni-feodalizm icadıdır. Oysa CHP Programı, devletin yurttaşların etnik köken, inanç, cinsiyet, vb. topluluk özellikleri karşısında kör kalmasını, bunlardan bağımsız olarak her yurttaşın birey olarak eşitliğini yükseltir. Bizim için “eşit yurttaş” değil, “yurttaşların eşitliği” ilkesi esastır.

Sayın Kart anayasaya ve evrensel kavramlara böyle yaklaşıyorsa, anayasanın “ilk dört maddesinin güçlendirilmesi” hedefine ulaşamayacağı çok açıktır. Üstelik tam tersine İlk 4 Maddeyi içeriksiz, güçsüz ve temelsiz bırakacaktır. Bu yaklaşım, CHP için çok açık olan “ilk dört madde kırmızı çizgimizdir” ilkesini reddetmek anlamına gelmektedir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER      Prof. Dr. Süheyl BATUM
CHP İzmir Milletvekili, PM Üyesi          CHP Eskişehir Milletvekili

Seks cihadının pezevengi!


Seks cihadının pezevengi!

portresi_kravatli

Sabahattin Önkibar

AKP’nin son başarısı (!) Türkiye’yi pezevenk imasına sokmasıdır!

Adı: Lotfi bin Ceddu.

Tunus İçişleri Bakanı.

Ülkesinin Ulusal Meclisinde kürsüye çıkan Ceddu
Türkiye’nin seks cihadında aracı olduğunu söyledi.

Tunuslu bakana göre seks cihadı için toplanan kadınlar Türkiye üzerinden Suriye’ye geçirilip El Kaide azgınlarına sunuluyor.

Yoksa bu bölge artık bizden sorulur cakası ile kastedilen bu gibi şeyler miydi?

Öyle ya, ciğer söken katil El Kaide çetelerinin eğitiminden silahı ve iaşesine kadar Türkiye başrolde!

Sarin gazı ve kimyasal bomba hadisesinde de hedefe konan yine Türkiye!

Yetmedi bir de seks cihadında aracılık ithamı!

Türkiye’nin böyle rezil bir ithamın merkezine oturtulması mıdır stratejik derinlik
Ahmet Davutoğlu?

Müslümanlığın yüzüne zift sıkmak!

“Kenya, Pakistan ve Suriye’de İslam adına işlenen cinayetler,
Müslümanlığın yüzüne zift sıkmaktır”

Bu ifadenin sahibi Fethullah Gülen’dir ve İslamı cinayetlerle kirletenleri hedef alıyor.

Doğrudur, Hazreti Muhammed’in İslamında bir kişiyi öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir.

Ama aynı Hazreti Muhammed’in Müslümanlığında güya İslam adına Ergenekon ve Balyoz olaylarında olduğu gibi masum insanlara komplolar kurup tertipler yapmak ve hayatlarını karartmak da yoktur ki; bu gibi şeyleri Türkiye’de
F Tipi Cemaat’e mensup müritlerin yaptığını artık bebeler bile söyler durumdadır.

Buradan hareketle Fethullah Gülen’in bu sözlerinde samimiyet ve inandırıcılık olamaz;
zira “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” diyor Ziya Paşa !

*****

Bahçeli’den Akşener’e ‘İstanbul’a aday ol’ baskısının gerekçesi 

Meral Hanım ise ısrarla “Beni affedin” diyor ama MHP Müdürü
“Bu, parti ve dava görevi” deyip diretiyor.

Peki, Bahçeli’nin bu ısrarının ardında ne mi var?

Meral Akşener’i böyle bir adaylıkla harcamak ve MHP’de kendine alternatif olmasına engel olmak ki, Akşener’in İstanbul’a MHP adayı olması AKP’nin de çok arzuladığı bir şey; zira Tayyip Erdoğan’a göre Meral Akşener aday olursa MHP ile laik merkez sağ oylar CHP adayına gitmeyip Meral Akşener’e gidecek ve AKP seçimi zorlanmadan kazanacak.

Dahası Akşener’in Bahçeli’ye MHP’de alternatif olması da Erdoğan’ın işine gelmiyor; zira malum Bahçeli kolay lokma ve o var oldukça MHP kendini siyaseten tehdit edemeyecek!

Karar verildi, iki sandık bir arada!

Dinlediklerimin özeti şudur:

-Yerel seçimlerin hemen sonrasında Tayyip Erdoğan erken genel seçim kararı alacak.

-Cumhurbaşkanlığı seçimi ile genel seçim aynı tarihte yapılacak ve iki sandık konacak.

-Bu şekilde Erdoğan hem Cumhurbaşkanlığına aday olacak, hem AKP’nin başına
kimin geçeceğine karar verecek hem de milletvekili listesini bizzat hazırlayacak.

-Tayyip Erdoğan bunun dışında bir formülü, yani genel seçimi zamanında yapmayı AKP’ye hâkim olma ve de partisinin iktidarını sürdürmesi bağlamında güvenli bulmuyor; zira kendisi devreden çıktığında muhalif egemen unsurların korkuyu aşacağını ve
AKP dışındaki seçeneklere omuz verebileceğini düşünüyor.

-Erdoğan’ı bu kararında düşündüren tek husus, üç dönemlilerle Abdullah Gül ve Cemaat’in ortaklaşa takınabileceği tutumlardır…

Seçim öncesi 10 bin palalı ve imam hatipli SS!

Kafalarına koydular; şimdi ambalaja, yani örtmeye gerekçe arıyorlar!

Bir ara üniversitelerin güvenliği için dediler, inandıramadılar.

Şimdi de stadyumların güvenliğini bahane ediyorlar.

Amaçları, polis yetkisinde 10 bin imam hatipli İslamcı militanla devletin içinde yandaş bir çete oluşturmak!

Hitler’in SS’lerinden farkı olmayacak bu çete, gerçekte üniformalı satırlılar olacak.

Birisi hükümetin aleyhinde slogan mı attı, bu çete sivil ya da resmi elbiseleri ile devreye sokulacak ve pala sallayacak!

Farklı bir tanımla, AKP’nin kontrgerillası yaratılmak isteniyor.

Öyle; çünkü polisi devreden çıkarıp böyle bir yapı niçin?

Polis kafi gelmiyor ise sayısını artır değil mi?

(AYDINLIK, 27.9.13)

Bir pazar şiiri…


Bir pazar şiiri…

portresi2

 

ATAOL BEHRAMOĞLU

 

 

Yazı başlığının Nâzım Hikmet’in “Bugün Pazar”ını anımsatması doğaldır.
Kısa, fakat olağanüstü güzel bir şiirdir gerçekten. Güzelliği her şeyden çok,
duyumsattığı gerçeklik duygusuyla ilgilidir.

Siz de şairle birlikte o güneşli Pazar günü sırtınızı hapishane avlusundaki duvara dayamış gibi olursunuz…

Bir sanat yapıtının ölümsüzlük ya da çok uzun ömre sahip oluşunun sırrının en çok
hangi özelliğinde olduğu çok tartışılmıştır ve herhalde sonsuzca tartışılacaktır.
Ben bu sırrın, gerçeklik duygusu uyandırmakta olduğunu düşünüyorum.
Gerçeklik duygusunu uyandırış, şiirde anlatılan şeyin ille de bir olay olarak yaşanmış olmasını gerektirmeyebilir. İnsan yaşamadığı bir şeyi de yaşamış, ya da yaşıyormuş gibi bir duyguya sahip olabilir.

Önemli olan, öyle sanıyorum ki, sanatçıyla ürünü arasındaki özdeşlik,
ürünün içselleştirilmiş olmasıdır.

Öyle olunca bu duygu okura ve izleyiciye de geçiyor.

Yukarıdaki Pazar şiirine gelirsek, böyle bir şiir yaşanmadan yazılabilir mi?
Sanmıyorum… Gerçi bunu söylerken aklıma aynı anda Oscar Wilde’ın (H. Yağcıoğlu çevirisiyle yıllar önceden belleğimde kalmış) “Reading Zindanı Baladı” adlı şiiri geliyor… Wilde (yalnızca giriş bölümü olduğunu sonradan öğrendiğim) bu şiirde,
sevdiği kadını öldüren bir idam mahkûmunu anlatır. Anlattığı şey kendi yaşamına ilişkin olmasa da, yine kendi hapishane yaşantısı sırasındaki güçlü ve somut gözlemidir..
Şiire gerçeklik duygusunu kazandıran da bu olmalı…

***

Nâzım’ın şiiriyle başlayıp Wilde’ın şiirine gelmiş olmakla birlikte, amacım o şiirlerin irdelenmesi değil. Zaten yine bu sütunda “Bugün Pazar” üzerine yanlış anımsamıyorsam iki yazım yayımlandı. Oscar Wilde’ın ünlü şiiri ise (Ö. Asaf, T. Alkan çevirileriyle)
kitap olarak da yayımlanmış.

Bu Pazar yazısında ben, cezaevlerindeki dostlarla yurtseverlerle, 1982 Nisan’ında Maltepe Cezaevinde yazdığım (şiiri esinleyen Joan Baez’e ithaf edilmiş)
“Bir Pazar” adlı şiirimi paylaşmak istiyorum…

divider_yesil_fiyonk

BİR PAZAR

Joan Baez’e

Tozlu, havasız, ışıksız koğuşta
Oturmadaydık suskun, kederli
Pazar günü tekdüze üzüyordu
Herkes kendi küskün düşündeydi

Küçük, transistörlü radyodan
Ansızın ışıklı bir insan sesi yükseldi
Işıdı durgun yüzler
Gün aydınlığınca gülümsedi

“Geçmiş günler” diyordu şarkıcı
Ama diriydi, umut doluydu sesi
Tutunup bu özlemli ezgilere
Aştık zindanın duvarlarını sanki

Karanlık koğuş aydınlanıverdi
Umutla canlandı yürekler
İnsana yaraşan özgürlüktür
Anladım bir daha ve sevinçle dolu gelecekler.

Kederli, bungun günlerim benim
Gün olup geçeceksiniz siz de
Ama ben herkes için istemekteyim
Özgürlüğü, kendim için değil sade

Işıklı sesi o şarkıcının
Bir insan yüreğinden taşan sevgi
İnanıyorum, yıkacak duvarlarını zindanların
Kurulacak sevginin ve özgürlüğün egemenliği

divider_yesil_fiyonk

ataolb@gmail.com
www.ataolbehramoglu.com.tr
http://behramogluataol.blogspot.com

Cumhuriyet PAZAR eki, 29.9.13

Turgut Özakman; Atatürk Aydınlanması’nın yaşama geçirildiği Türkiye’nin ürünüdür

Dostlar,

Bir yıldız daha kaydı..

portresi

O’nu, Turgut Özakman‘ı; Cumhuriyetimizin  okulları, öğretmenleri, ailesi.. aydınlanan Türk toplumunun kurumları yetiştirdi.

  • Turgut Özakman,
    Atatürk Aydınlanması‘nın yaşama geçirildiği
    Türkiye’nin ürünüdür.

Dolayısıyla, artık geri döndürülemez
bir aşamaya ulaşmış olan
Türk Rönesansı / Aydınlanması,
hiç ama hiç kuşku yok daha pek çok
“yıldız” doğuracaktır.

Eytişimin / Diyalektiğin devingen döngüsünün doğal gereğidir bu olgu.

Dolayısıyla, “başsağlığı, “rahmet” vb. mistik-dinsel söylemleri bir parça geriye çekerek, yukarıda değindiğimiz kritik noktaların da öne çıkarılması gerekir.

Tarihsel bilinci ışımış derinlikli yurtsever aydın, bu bağlamda farkındalığını koymalıdır.
Özakman gibilerin biz naçizlerin “toprağı bol olsun, mekanı cennet olsun..” türünden
boş ve anlamsız dileklerine gereksinimi yoktur. Kuşku duymayız ki, değindiğimiz bağlamda vurgularla anılmak onları -ruhlarını??- daha çok mutlu edecektir.

Örn. Turgut Özakman’ın, Büyük Atatürk‘ün sıra dışı belirlemesi ile vurguladığı üzere; “alnında ışığı ilk ayrımsayanlardan” olduğunu kaydetmek önemlidir ve önemsenmelidir. Çünkü O, bir “Cumhuriyet hukukçusu ve sanatçısı“dır ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Anadolu Aydınlanması süreci ile Yüce ATATÜRK tarafından eşsiz bir hünerle yönlendirildiği tarih kulvarındaki ışıl ışıl iklimin göz kamaştıran yansımalarını
elbette alnında öncelikle duyumsayanlardan olacaktı.

Olmuştur da..

Türk Devrimcilerince ne yapılmak istendiğini derinlemesine kavrayarak içselleştirmiş
ve yaşamının eylemsel pusulasına dönüştürmüştür.

Yineleyelim; Turgut Özakman gibiler Cumhuriyet Aydınlanmasının görkemli ürünleridir. Üstelik “insanlaşmış – gerçeğini arayan insan” düzeyinde..
Yani en üstün kategori üründür; öbür tüm dönüşümlerin motorudur bu özgüdülenmişlik.
Cumhuriyet devrimleri sayesinde “kamil” leşen, “insan” laşan kuşaklar..

Maya tutmuştur, Cumhuriyet’e dönük salvolar kayalara çarparak sönümlenmeye mahkumdur.

  • Türkiye Cumhuriyet’i, yenilmesi olanaklı olmayan bir tasarımdır;
  • Türkiye Cumhuriyet’i, yenilmemek üzere kurgulanmıştır.

Cumhuriyetin yılmaz savunucularından, her yaştan insanımıza Cumhuriyetimizin
insanlığın serüveni içindeki eşsiz tarihini üstün sanatçı yetisi ile derin duygudaşlıkla (empati!) ve bilimsel nesnellikle kanıta dayalı olarak aktaran başyapıtı sayılabilecek
“Çılgın Türkler” in ve daha pek çok yapıtın (aşağıda bir liste verilmiştir) usta yaratıcısı TURGUT ÖZAKMAN, artık bedensel olarak aramızda değil.. Ama bâki kalan bu kubbede öylesine gür ve hoş bir sada (enerji!) bıraktı ki; bu potansiyel enerji, kuşaklar boyunca kendisinden beklenen işlevi -AYDINLANMAYI- kaçınılmaz biçimde yerine getirecek..

O’na elbette son derece nitelikli, değer biçilmez emek ve ürünleri için derin şükran borçluyuz. Ancak eş zamanlı olarak, gecikmeden, at başı, bir kez daha vurgulayalım ki; Turgut Özakman’ı Turgut Özakman yaratmamıştır!

O’nu yetiştiren – üreten Cumhuriyet Devrimleri ideolojisi aynı derecede saygıdeğer, şükrana ve de esirgenmeye değerdir.

Aile yakınlarına dayanışma duygularımızı sunuyoruz.
Bize düşen herhangi bir görevde içtenlikle koşacağımızı bilgilerine sunuyoruz.

Cumhuriyet kuşakları, Özakman’dan bayrağı – meşaleyi devralarak ileriye, hep ileriye taşıyacaklardır. Türkiye Cumhuriyeti böylelikle payidar kalacaktır (sonsuza dek yaşatılacaktır..); ilahi – mistik düzeneklerle değil. Kemal Paşa‘nın vasiyeti = öngörüsü de aynen böyle olsa gerektir..

Son söz, kutsal Cumhuriyet’in kendilerine özellikle emanet edildiği Türk Gençlerinindir..

(Başsağlığı için Kızı Elif Hn. 0 532 394 72 83; Usta’nın ürünleri ve özgeçmişi aşağıdadır..)

Sevgi ve saygı ile.
30.8.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================================

Turgut Özakman’ın özgeçmişi :

1 Eylül 1930’da Ankara’da doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi.
Bir süre avukatlık yaptı. Köln Üniversitesi Tiyatro Bilimi Enstitüsü’ne devam ettikten sonra Devlet Tiyatrosu’na dramaturg olarak girdi. TRT’de Merkez Program Daire Başkanlığı, Genel Müdür Yardımcılığı, Devlet Tiyatrolarında Genel Müdür Başyardımcılığı ve 1983 – 1987 yılları arasında Genel Müdürlük yaptı. 1988-1994 arasında RTÜK üyeliği ve
başkan yardımcılığı görevlerini üstlendi. Uzun yıllar Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde (DTCF Tiyatro) kadrolu öğretim görevlisi olarak çalıştı ve Drama yazarlığı dersleri verdi.

Üstün hizmetleri nedeniyle 1998’de Anadolu Üniversitesi’nce, 2006’da Ege Üniversitesi’nce ve 2007’de, mezun olduğu ve uzun yıllar görev yaptığı Ankara Üniversitesi’nce ‘onursal doktor’ unvanı verilen Özakman; sayısız yapıta imza attı.
Nisan 2002’de Eskişehir Belediye Başkanlığı, açtığı ikinci tiyatroya ‘Turgut Özakman Sahnesi’ adını verdi. 2006’da ODTÜ Özakman’a Üstün Hizmet Ödülü verdi. 2005’te piyasaya sürülen, 45 yıllık emeğin ürünü olan ve Kurtuluş Savaşı’nı romansı bir dille anlatan “Şu Çılgın Türkler” (Bilgi Yayınevi) adlı belgesel-romanı, Uğur Dündar‘a göre cumhuriyet tarihinin en çok satan kitabı oldu. Birkaç ay, çok satanlar listelerinde ilk sırada kaldı.
2007’de Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Yönetim Kurulu üyeliği görevinde bulundu.
Turgut Özakman evli olup, üç çocuğu ve dört torunu vardır.

Yapıtları                          :

Romanları

  1. Korkma İnsancık Korkma, Bilgi Yayınevi, 1994.
  2. Romantika, Bilgi Yayınevi, 2000.
  3. 19 Mayıs 1919 Atatürk Yeniden Samsun’da, Bilgi Yayınevi, 2002.
  4. Şu Çılgın Türkler, Bilgi Yayınevi, 2005.
  5. Diriliş – Çanakkale 1915, Bilgi Yayınevi, 2008.
  6. Cumhuriyet – Türk Mucizesi, Bilgi Yayınevi, 2009.
  7. Cumhuriyet – Türk Mucizesi 2, Bilgi Yayınevi, 2010.
  8. Çılgın Türkler – Kıbrıs, Bilgi Yayınevi, 2012.
  9. Araştırma İnceleme Kitapları [değişik yayınevleri]
  10. Dr. Rıza Nur Dosyası, Bilgi Yayınevi, 1995.
  11. Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi, Bilgi Yayınevi, 1995.
  12. Vahidettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele, Bilgi Yayınevi,1997.
  13. “Mustafa” Filmi Hakkında, Bilgi Yayınevi, Aralık 1998.

Meslek Kitapları
Oyun ve Senaryo Yazma Tekniği, Bilgi Yayınevi, 1983
Radyo Notları, 1969.

Yayınlanan Oyunları
Bütün Oyunları 1 – Şu Çılgın Türkler, Bilgi Yayınevi, 2006.
Bütün Oyunları 2 – Üç Destan, Delioğlan, Bilgi Yayınevi, 2008.
Bütün Oyunları 3 – Ah Şu Gençler, Hastane, Karagöz’ün Dönüşü, Kardeş Payı, Darılmaca Yok, Berberde, Ben Mimar Sinan, Ak Masal Kara Masal, Bilgi Yayınevi, 2008.
Bütün Oyunları 4 – Pembe Evin Kaderi, Ocak (oyun), Kanaviçe (oyun), Paramparça (oyun), Bilgi Yayınevi, 2008.
Bütün Oyunları 5 – Sarıpınar 1914, Fehim Paşa Konağı, Resimli Osmanlı Tarihi, Bir Şehnaz Oyun, Bilgi Yayınevi, 2009.
Bütün Oyunları 6 – Güneşte On Kişi, Duvarların Ötesi, Töre (oyun), Bilgi Yayınevi, 2010.
Bütün Oyunları 7 – Deli Bayramı, Komşularımız, Bilgi Yayınevi, 2011.

Senaryoları

  1. Keloğlan Aramızda, 1972.
  2. Tuzsuz Deli Bekir, 1972.
  3. Keloğlan’la Cankız, 1973
  4. Mevlana, 1973. (Ergin Orbey’le birlikte)
  5. Yatık Emine, 1974. (Ömer Kavur’la birlikte, Refik Halit Karay’ın aynı adlı romanından)
  6. Keloğlan İz Peşinde, 1975.
  7. Turhanoğlu, 1975.
  8. Kanije Kalesi, 1982.
  9. Son Akın, 1982.
  10. Kurtuluş, 1989.
  11. Rıza Beyler, 1993.
  12. Cumhuriyet, 1998.
  13. Dersimiz: Atatürk, Bilgi Yayınevi, 2009.

Seks cihadının pezevengi / Sebahattin ÖNKİBAR

Dostlar,

Sabahattin Önkibar‘ın, 27 Eylül 2013 günlü Aydınlık’ta çıkan bu konudaki
köşe yazısının başlığı: “Seks cihadının pezevengi”

Sayın Ali Serdar Bolat kaynaklı müthiş bir e-ileti..

Tunus’tan gencecik kadınlar, Cennet – para vaadi ile kandırılarak Suriye’deki isyancıların cinsel gereksinimlerini karşılamak üzere, Tunus’un sözde Arap Baharı ile başa gelen gerici yönetimi Nahda‘ya göre “seks cihadı” kapsamında gerçekte ise “fahişe” olarak gönderildi !?

İslam dini hiç bu denli kötüye kullanılmamıştı 1300 yıl içinde.

İnsanın kanı donuyor!

Dün de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı acı gerçeği açıkladı :

  • İslam Dünyası Batı’dan 300 yıl geride!

Yazıklar olsun aydın müslümanlara, yazıklar olsun içten dindarlara..
Dini bu yobazların elinden kurtaramıyorlar mı??

Diyanet İşleri Bakanlığı bu olayı neden lanetlemez??

Soylu halkımız ve AKP’ye oy verenler de görsünler; RT Erdoğan hükümeti
bu anlayıştan insan müsvetteleri ile işbirliği içinde Suriye’nin meşru hükümetine
isyan eden kan içicilere her türlü desteği vermekte.. El Nusra ve yandaşları Allahu ekber diye bağırarak kafa kesmekteler, öldürdükleri insanların göğüslerini yararrak ciğerlerini yemekteler, diledikleri kadının omuzuna el koyarak sözde nikahlarına alarak “elkoymakta” dırlar..

Ey AKP’liler, partinizin bu anlayışa vargücüyle destek olduğundan haberl misiniz??

  • Hatta kimyasal silahlar bile Türkiye’den isyancılara yollandı,
    bizzat bir bölüm isyancılara karşı kulanıldı ve Esat hükümetine iftira atıldı.. Haberler bu yönde.. Bu durum kanıtlanırsa Türkiye ne duruma düşer??
    BM ülkemiz hakkında ne karar alır??

Tunuslu bakanın itirafı :

  • “Bu kadınlar Libya üzerinden Türkiye’ye gönderiliyor ve Suriye’ye geçişte Türkiye köprü ülke olarak kullanılıyor.”

AKP’yi durduracak olanlaraın / durdurması gerekenlerin başında elbete namuslu – vicdanlı – gerçek müslüman AKP’liler geliyor..

Gereğini yapmazlarsa bu iğrenç ve yüz kızartıcı suçlamaların ortağı olacaklardır.

  • Tek ve de biricik çare : İSLAMDA REFORM ve SEKÜLER – LAİK DÜZENE GEÇİŞ.. Başka hiçbir yol -yolak yok! Herkes bu gerçeği kafasına iyice koysun..

Atatürk‘ün yüceliği bir kez daha gözler önünde..

Sevgi ve saygı ile.
30.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Seks cihadının pezevengi
Ali Serdar Bolat   
29 Eylül 2013
İslam dünyasında din maskesi altında emperyalistlerin tetikçiliğini yapanlara,
işlenen vahşi cinayetlere ve yapılan ahlaksızlıklara karşı çıkan çok sayıda din adamı vardır. Atatürk‘ün etrafında toplanan ve Vahdettin’in ihanetine ortak olmayan, Şeyhülislamın fetvalarını dinlemeyen din adamları gibi. Sürgün edilmeyi göze alarak: “Ben yalan söyleyemem, camide içki içilmedi” diyen Dolmabahçe’deki Bezm-i Alem Camisi’nin Müezzini Fuat Yıldırım gibi.
Şeyh Osman Batih
Bunlardan biri olan Tunus Müftüsü Şeyh Osman Batih19 Nisan 2013 günü
şu açıklamayı yaptı:
  • “Yaşları 16 ile 20 arasında değişen 16 Tunuslu kadın nikah cihadı adı altında Suriye’ye gönderildi. Orada isyancıların cinsel ihtiyaçlarının giderilmesi için kullanılıyorlar. Bu bir nevi fahişeliktir.”
Çok sayıda Tunuslu kadının gittiği biliniyor, bunlardan 16’sının kimliği Müftülükçe öğrenilebilmiş.

Şeyh, devamla, Suriye’de savaşmaya götürülen Tunuslu gençlerin Cennet ve para vaadleri ile kandırıldıklarını, cihadın sadece sömürgeciler ve işgal karşısında geçerli olduğunu, Suriye’deki savaşın cihad olmadığını söyledi.
Tunus’taki “Arap Baharı” ayaklanmasından sonra iktidarı gasp eden Nahda Partisi, Müslüman Kardeşler (El İhvan el-Müslimin) Örgütü’nün Tunus kolu. Şeriatçı Nahda Hükümeti’nin İçişleri Bakanı Lutfi bin Ceddu, Müftü Batih’i anında görevinden aldı. Bizim müezzinin sürgün edilmesi örneğinde olduğu gibi.
Nahda kafasındaki bazı Selefi (Suudilerin Vahhabi mezhebi taraftarı) müftüler ise seks cihadının “helal” olduğuna dair fetva vermekteler.
Aynı günlerde, Yurt Dışındaki Tunuslulara Yardım Derneği Başkanı Avukat Badis Kubakci, “Bu kızlar dinci dernekler tarafından büyük şehirlerin varoşlarından toplanıp Suriye’deki cihatçılara sunuluyor”  diye açıklama yaptı ve Tunuslu ailelere “Kızlarınıza sahip çıkın” uyarısında  bulundu.
Lutfi bin Ceddu
Ancak mızrak çuvala sığmadı. Hem Suriye’den, hem Tunus içinden bu konuda
çok sayıda haber ajanslara düştü.

Bakan Ceddu, Tunuslu genç kızların Suriye’ye götürülerek “nikah cihadı” (cihad el-nikah) adı altında El Nusra canilerine sunulduğunu hem de Meclis kürsüsünden
itiraf etmek zorunda kaldı.

Muhalefetin katılmadığı 17 Eylül 2013 günlü Meclis oturumunda Bakan Ceddu kürsüye çıkarak şu konuşmayı yaptı:
“Onlarca hatta yüzlerce savaşçı bu kadınlarla nikah cihadı adı altında ilişkiye giriyor.
Bu kızlar ülkeye hamile olarak geri dönüyorlar. Ve biz, eli kolu bağlı bir şekilde sadece izlemekle yetiniyoruz.”
Ne oldu şimdi? Madem bunlar doğru idi, Müftüyü niye görevden almıştın öyle ise? Sebebi şu. Olayı örtbas edebileceğini sanmıştı. Ancak patlayan lağımın kokuları
tüm dünyayı sarınca sanki karşı çıkıyormuş gibi numara yapmak zorunda kaldı.
Nahda, tek başına iktidar partisi. AKP Hükümeti gibi yani. Ve “eli kolu bağlı”.
Kime karşı eli kolu bağlı? Dinci sözde “sivil toplum” kuruluşları karşısında eli kolu bağlı.
Şeriatçı iktidar partisi, dinci örgütlerin Tunuslu kızları yurt dışına çıkarıp geri getirmesini önleyemiyor. İnandınız mı? Böyle “eli kolu bağlı” iktidar olur mu? Görüntüyü kurtarmak için konuşurken, partisini aciz göstermekte olduğunun farkında bile değil.
***********
Şeriatçı Bakan Ceddu devamla seks cihadı ahlaksızlığında
Türkiye’nin rolünü
 açıkladı:
  • “Bu kadınlar Libya üzerinden Türkiye’ye gönderiliyor ve
    Suriye’ye geçişte 
    Türkiye köprü ülke olarak kullanılıyor.
Sabahattin Önkibar‘ın, 27 Eylül 2013 günlü Aydınlık’ta çıkan bu konudaki köşe yazısının başlığı: “Seks cihadının pezevengi”
***********
Bakan Ceddu, Meclis kürsüsündeki konuşmasında bir itiraf daha yaptı:

“Gençlerimiz Suriye’deki cephelerde ön saflara gönderiliyor, onlara şehirlere ve köylere nasıl saldırılacağı ve nasıl yağma yapılacağı konusunda eğitim veriliyor.”
Kızlar yatağa, erkekler yağma uğruna ölüme gönderiliyor. Şeriatçı Nahda Hükümeti, sözde acz içinde eli kolu bağlı seyrederek, ama aslında el altından destek vererek süreci devam ettiriyor.” 
“Bakanlığa başladığım Mart ayından bu yana 6,000 gencimizin Suriye’ye gitmesini engelledim.” diye de övündü. Yalan tabii. Suriye’de en az 2,000 Tunuslunun öldüğü tahmin ediliyor.
Bakan Ceddu’nun bu konuşmayı yapmaktaki diğer amacı ise laik muhalefeti yatıştırmak.
Geçen sene Lutfi Necad öldürüldü.
Demokrat Yurtseverler Partisi Genel Sekreteri Şükrü Belayid bu sene 6 Şubat’ta öldürüldü.
Halk Cephesi Koordinatörü ve Kurucu Ulusal Meclis Üyesi Muhammed İbrahimi de
25 Temmuz’da öldürüldü.
Laik muhalefet infial halinde. Bordo Meydanı sabahlara kadar onbinlerce insanla dolup taşıyor. Tunus bayrakları ve Tunus’un Atatürk’ü sayılan Habib Burgiba‘nın resimleri taşınıyor.
Nahda Partisi de hükümete destek için taraftarlarını Kasbah Meydanı’nda toplanmaya çağırmıştı ama iddia ettikleri gibi 1 milyon kişi değil, ancak 100 bin kişi toplayabildiler,
o  da bir seferliğine.
İşçi ve işveren sendikaları da Nahda’ya karşı birleşmiş durumda.
  • Halk “Mursi gitti, sıra Nahda ve AKP’de” diyor.
Muhalif Kurucu Ulusal Meclis üyeleri toplantılara katılmıyorlar,
Bordo Meydanı’nda göstericilerle birlikte hareket ediyorlar.
Nahda Hükümeti korku içinde. Mursi gibi gitmemek için yobazlığa karşı sözde önlem aldıklarını göstermek suretiyle laik, yurtsever, Arap milliyetçisi güçleri yatıştırmak istiyor.
***********
Suudi Fetva Şeyhi Muhammed Orayfi seks cihadı için şu fetvayı vermişti:

Özetle:

— Cihat için cinsel ilişkiye girecek kadın 14 yaşından büyük olmalı,
— Dul olmalı, evli ise kocasının bu iş için rızasını almış olmalı
— Bu kutsal görevi yerine getiren mümin kadınlar Cennete girer.
— Kadın, bir günde 3 veya 4 mücahitle birlikte olabilir.
— Kadınlar, cinsel ilişki sırasında yüzlerindeki peçeyi kaldırabilirler.
Cihad evliliği hakkındaki ilk belgeler, Suriye Ordusu’nun teröristlerden geri aldığı Kuseyr’de ele geçmişti.
Kuseyr kentinde ele geçen belgelerde, ilişkiye giren kadınların listesi ve
hangi kadının kaç erkekle ilişki yaşadığı, en çok ilişki yaşayan kadına verilen ödüller düzenli olarak kaydedilmiş
***********

Zorla mücahit yapılan kadınlar da var.

Terörist komutan tarafından zorla mücahit yapılan bayan muhabir:

El-Cezire televizyonunun bayan muhabiri, Halep’in kuzeyinde El Nusra tarafından kurulan sözde “yerel demokratik” yönetimleri incelemek için Türkiye üzerinden bölgeye gider. El Nusra komutanı, bayan muhabire tecavüz eder ve onu uzun süre cariyesi olarak kullanır. Katarlı yetkililerin müdahalesi ile serbest kalan muhabir, basına yaşadığı dehşeti anlatır. El Nusra önce haberi yalanlar, daha sonra bayan muhabirin komutanla isteyerek cinsel ilişkiye girdiğini açıklar.

Babası tarafından zorla mücahit yapılan Suriyeli kız:

“Babam beni bir odaya hapsetti. Ardından Suriyeli isyancıları eve çağırdı. İsyancılar bana vahşice dönüşümlü ve tekrar tekrar tecavüz ediyordu. Bu konuyu babama şikayet ettiğimde babam bunun bir çeşit cihat olduğunu ve beni cennete götüreceğini söylüyordu. Bir ay boyunca bu şekilde yaşadım. Defalarca kaçmayı ama düşündüm, ama isyancılar tarafından öldürülmekten korktum. Hatta annem bile bu konuyu başkalarına anlatırsam beni öldüreceğini söyledi. Annemin kendisi de cihat nikahı için yakın köylere gidiyordu.”

http://www.turkishnews.com/tr/content/2013/09/28/seks-cihadi/

Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber, senin karın artık benimdir

Kuzey Suriye’den kaçıp İstanbul Bağcılar’a yerleşen Halil’in Vatan gazetesi muhabirine anlattıkları:

“Muhalifler geliyor, elini karının başına koyup 3 defa ‘Allahu Ekber’ dedikten sonra, ‘Senin karın artık benimdir’ diyor. Bir saat sonra da gelip, ‘Tamam yine senindir’ deyip karını veriyorlar. Hatta bazen hiç geri getirmedikleri de oluyor. Onlar için Kürt, Türkmen hiç fark etmiyor. Tek önemli olan kimi beğendikleri… Benim komşumun da başına geldi.” (http://haber.gazetevatan.com/senin-esin-artik-benimdir/571211/7/yasam)

Üç Tekbir ve: Artık bu benim karım

Gaziantep kamplarındaki mülteciler CHP Milletvekili Ali Serindağ’a anlattılar:

Bu gru­bun (Nahda) üye­le­ri, göz­le­ri­ne kes­tir­dik­le­ri ka­dın­la­rı da, yan­la­rın­da ko­ca­sı
ya da bir ya­kı­nı olup ol­ma­dı­ğı­na al­dır­ma­dan so­kak­ta dur­du­ru­yor. Bir eli­ni ka­dı­nın om­zu­na ko­yu­yor, ar­dın­dan üç de­fa tek­bir ge­ti­ri­yor ve “Ar­tık bu be­nim ka­rı­m”
di­ye­rek alıp gö­tü­rü­yor. Bu­na kar­şı çı­kan­la­rı da, he­men ora­da ya vu­ru­yor
ya da ka­fa­sı­nı ke­si­yor. (
http://sozcu.com.tr/2013/gundem/el-nusracilar-kadinlari-kocalarindan-zorla-aliyor-372010/)

***********
Aydınlık, 22 Eylül 2013. Ali Rıza Taşdelen Tunus’tan bildiriyor.

***********
http://aliserdarbolat.blogspot.com/2013/09/seks-cihadnn-pezevengi.html

EZAN’IN TÜRKÇE OKUTULMASI


Dostlar
,

81. Dil Bayramı haftası kapsamında, dostumuz, Dil Derneği üyesi
Sayın Fethi Karaduman‘ın “EZAN’IN TÜRKÇE OKUTULMASI” başlıklı yazısını paylaşalım. (Görseli biz ekledik)

Sevgi ve saygı ile.
30.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================

EZAN’IN TÜRKÇE OKUTULMASI

Fethi Karaduman

Atatürk,  birtakım kişi ve grupların dini çıkar amaçlı kullanmasını engellemek ve halkın dinsel duygularının sömürülerek aldatılmasını önlemek için, dinsel tapınmanın (ibadetin) Türkçe yapılması gerektiğini düşünür. Bunun için öncelikle, hutbelerin halkın anlayacağı dille olmasını, Kurtuluş Savaşı yıllarında, 1 Mart 1922 günü, TBMM’nin üçüncü toplantı yılını açarken belirtir:

  • “Camilerin kutsal minberleri, halkın din ve ahlak yönünden beslenmesinde en yüce, en verimli kaynaklardır. Bundan ötürü, camilerin ve mescitlerin minberlerinden halkı aydınlatacak ve uyaracak kıymetli hutbelerin içeriklerinin halkça anlaşılmasını sağlamak,
    Şeriye Bakanlığı’nın önemli bir görevidir. Minberlerden halkın anlayabileceği bir dille ruh ve beyine seslenmekle Müslüman kişinin bedeni canlanır, beyni arılaşır, imanı kuvvetlenir.”

Nitekim Atatürk, Cumhuriyet ilan edilmeden önce 7 Şubat 1923 günü Balıkesir’de,
Zağanos Paşa Camisinde minbere çıkarak Türkçe bir hutbe okumuştur.

(http://www.son.tv/pic/news/11820131240324153157_2.jpg)

Hutbelerin Türkçeleştirilmesinin ardından, Kuran’ın Türkçeleştirilmesi konusuna eğilen Atatürk, 1930 yılının Mart ayında Kuran’ın yeni bir Türkçe çevirisinin yapılmasını ister. Kuran’ın Türkçeye çevrilerek, okuma yazma bilen herkes tarafından kolaylıkla okunup, anlaşılabilir duruma gelmesi; dini yüzyıllardır kişisel çıkarı için kullanan
sahte hocaların, şeyhlerin, şıhların, mollaların, softaların halkın üzerinde kurdukları egemenliklerinin sarsılmasına yol açacaktır.

Kuran dilinin halk tarafından anlaşılır olmaması, Hıristiyanlıktaki ruhban sınıfına benzer “cemaat”lerin, “tarikat”ların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Dinsel konularda
ulusal dile yönelme, aynı zamanda dini siyasete, ticarete alet ederek sömürü amaçlı kullanan kişi ve toplulukların varlığına son vermeyi de amaçlamaktadır.

Bu çalışmalara koşut olarak, Atatürk’ün isteği doğrultusunda, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 18 Temmuz 1932 günlü yazısı ile Ezan’ın Türkçe okutulması sağlanır. Ezan, Atatürk devrim ve ilkelerinden sapmaların başladığı 1950 yılına dek Türkçe okunur. Ancak dönemin iktidarı (AS: Adnan Menderes), 6 Haziran 1950 günü çıkarttığı 5665 Sayılı Yasa ile bu uygulamaya son verir, ezan yeniden Arapça okunmaya başlanır.

ATATÜRK DEVRİMİ – Fethi Karaduman

TWİTTER: Fethi Karaduman2

DİL DEVRİMİ ve SONUÇLARI


Dostlar
,

81. Dil Bayramı haftası kapsamında, dostumuz, Dil Derneği üyesi
Sayın Fethi Karaduman‘ın bir yazısını paylaşalım. (Görseli biz ekledik)

Sevgi ve saygı ile.
30.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================

Ata_ve_Inonu_Kayseri'de

DİL DEVRİMİ

Fethi Karaduman

“Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu’nun her gün yeni gerçekleri aydınlatan ağırbaşlı ve sürekli çalışmalarını övgü ile belirtmek isterim. Bu iki ulusal kurum tarihimizin ve dilimizin karanlıklar içinde unutulmuş derinliklerini,
dünya kültüründeki analıklarını, çürütülmez bilimsel belgelerle ortaya koydukça, yalnız Türk ulusu için değil ve fakat bütün bilim dünyası için dikkat ve uyanışa
yol açan kutsal bir ödev yapmakta olduklarını güvenle söyleyebilirim.”

M. Kemal Atatürk (1936)

Her alanda olduğu gibi, dil konusu da köklü bir biçimde Cumhuriyet döneminde
ele alınır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk; ulusun çağdaş uygarlık yönünde hızla ilerlemesini sağlayacak yenilikleri gerçekleştirirken,
Dil Devrimini de bu sürecin ayrılmaz bir parçası olarak uygulamaya koyar.

Dil Devrimi; yüzyıllardır yabancı dillerin egemenliği altında öz benliğini yitirmiş olan Türkçeyi bağımsızlığına kavuşturarak, gizilgücünü (potansiyelini) ortaya çıkarmayı ve geliştirip yükseltmeyi amaçlar. Bu kapsamda, ulusal kimliğin bir parçası, insan kişiliğinin aynası olan dilin; özleşmesi, arınması ve zenginleşmesini sağlamak önemli bir görev olarak yükümlenilir.

Ulusal kültürün de ana öğelerinden olan dilin, yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılarak, ulusal bir nitelik kazanması; Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesinin, laikliğin yerleştirilmesinin ve uluslaşma sürecinin de bir uzantısıdır. Bu nedenle, Cumhuriyet’in ilk yıllarında eğitimden başlayarak ekonomik alandan, dinsel alana dek her yönde, ulusal dile yönelinir. Bu amaçla toplumsal yaşamın her alanında gerçekleştirilen her köklü değişiklik, dilsel alanı da kapsar. 

Eğitim alanında, Türkçenin güçlendirilmesine yönelik çalışmalarda;
3 Mart 1924 günü çıkarılan Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) Yasası
önemli bir dönüm noktası olur. Aktarmacılığa dayalı medrese okullarının yerine, bilime dayalı eğitim veren çağdaş eğitim kurumlarının oluşturulması süreci, bu yasa ile başlar. Eğitimdeki çok başlılık ortadan kaldırılır.

10 Nisan 1926 günlü 805 Sayılı Yasa ile ekonomi ile ilgili kuruluşlarda bile Türkçe kullanılması zorunluluğu getirilmiştir. Bütün bu yenilikler, Dil Devrimi ile doğrudan bağlantılı olan ve hazırlık evresini oluşturan önemli değişiklikler olarak uygulamaya konulur.

Dil devrimine ön hazırlık sayılabilecek bu çalışmaların ardından öncelikle yazı değişikliğini gerçekleştirmek için, 23 Mayıs 1928 günü “Dil Heyeti” kurulur.
Yeni bir abecenin hazırlanması ve dilin özleşmesi çalışmalarını başlatacak olan bu kurulda üç milletvekili ve üç dil uzmanı görevlendirilir.

Dil Encümeni ya da Alfabe Encümeni adıyla anılan bu kurul, yeni abecenin
kabul edilmesinin ardından, 5 Aralık 1928 günü Bakanlar Kurulu kararı ile Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanarak Dil Devrimine katkı vermeyi sürdürülür. Üye sayısı artırılarak desteklenen bu kurul, 25 bin sözcüklü bir Yazım Kılavuzu hazırlar. Ayrıca Sözlük ve Dilbilgisi kitapları yayınlar. 

Atatürk, dilin ulusallaşması, zenginleştirilmesi ve yabancı dillerin egemenliğinden kurtarılması ülküsünü 2 Eylül 1930 günü şu sözlerle dile getirir:

“Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve zengin olması ulusallık duygusunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Topluma ulus, yurt ve tarih bilinci kazandırmak, Dil Devrimine halkın da katılımını sağlamak için, Atatürk öncülüğünde 15 Nisan 1931’de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti,
12 Temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulur.

Gelişmiş tüm uluslar dillerini de özleştirmişlerdir. Kendi köklerine, kaynaklarına dayanarak öz varlıklarını zenginleştirmişlerdir. Yaratıcı düşüncenin ve ulusal kültürün gelişmesi, dilin öz benliğine kavuşmasıyla ivme kazanır.

*****

Dil Devrimi’nin Sonuçları

  • Bağımsızlığın, laikliğin, ulusal birliğin temeli olan unsurlardan birisi daha gerçekleştirilmiştir.
  • Ümmet toplumu dizgesinin (sisteminin) ürünü olan Arap yazısı ve Osmanlıcanın yerine Türkçenin geçmesi, uluslaşma ile birlikte laik Cumhuriyette özgür düşünen yurttaşların yaratılması sürecini başlatmıştır.
  • Bilim ve sanat dili olarak kullanılabilecek düzeye ulaşan Türk dili, iletişimin ve eğitimin önemli aracı durumuna gelmiştir.
  • Ulusal kültürün oluşması ve gelişmesi de, dilin ulusal yapılanmasıyla olanaklı kılınmıştır.
  • Yöneten, yönetilen arasında oluşan dil uçurumu giderilmiştir. Konuşma ve yazı dili arasındaki ayırımın kalkması, uzun erimde demokrasinin gelişmesine katkıda bulunmuştur.
  • Dilin özleşmesiyle; düşüncede açıklık, anlamda, anlatımda, bilgiyi iletmede kolaylık sağlanmıştır. Bu doğrultuda dil asıl işlevine kavuşmuştur.
  • Dilin anlatım işlevselliği kazanması, eğitim ve öğretimin yaygınlaşarak halka kolaylıkla ulaşmasını sağlamıştır.
  • Osmanlıcanın yerine Türkçenin geçmesi, kökleri bilinen terim ve sözcüklerin kolaylıkla algılanmasının yolunu açmıştır. Böylelikle soyut kavramların, düşüncede çağrışımlar oluşturarak somutlaşması, eğitime bilinç boyutunu kazandırmıştır.

Yine, beyinlerde açık bir biçimde belirginleşen, canlanan terimlerle, anlamada ve düşüncede kolaylık sağlanırken,  bu terimlerin ezberlenmek zorunda kalınmaksızın anlayarak öğrenilmesi ile usa (akla) dayanan eğitimin yolu açılmıştır. Böylece de oluşturulan çağdaş eğitim kurumlarında, medreselere özgü ezbercilik yöntemine
son verilmiştir.

Çağdaş eğitim kurumlarının bilime ve usa dayandırılması bir zorunluluktur. Eğitimin aracı olan dil de, bu yapılanmayı sağlayacak zincirin önemli halkalarından birisidir.

Dil Devrimi, Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusunu iyi tanıyan, ne denli sağduyulu bir önder olduğunu kanıtlayan, Türkçe üzerindeki boyunduruğu kaldıran görkemli bir devrimdir.

Dil Devriminin kökleşmesi için büyük uğraşılar veren Atatürk, bedensel varlığının aramızdan ayrılışından on gün önce 1 Kasım 1938 günü,  Türk Dil Kurumu’nun çalışmalarını överek, bu kurumun önemini bir kez daha vurgular:

  • Türk Dil Kurumu, en güzel ve verimli bir iş olarak türlü bilimlerle ilgili
    Türkçe terimleri saptar ve böylece dilimiz yabancı dillerin etkisinden kurtulması yolunda köklü adımlar atar. Bu yıl okullarımızda öğretimin
    Türkçe terimlerle yazılmış kitaplarla başlamış olmasına kültür hayatımız için önemli bir olay olarak belirtmek isterim.”

Halkın inancını kullanarak, akıl ve bilimden uzaklaşmasını isteyenler, Harf ve
Dil Devrimini karalamışlardır. Cumhuriyet karşıtlığından çıkar sağlayanlar Atatürk Devrimi’nin her aşamasında olduğu gibi Harf ve Dil Devrimine de karşı çıkmışlardır, çıkmayı da sürdürmektedirler.

ATATÜRK DEVRİMİ – Fethi Karaduman
TWİTTER: Fethi Karaduman2

30 EYLÜL

Dostlar,

Meslektaşımız Sevgili Dr. Ceyhun Balcı‘nın (İzmir’den) “30 EYLÜL” başlıklı yazısını paylaşalım..

“Etnik yörüngeye oturtulan sorun artık bir şantaj aracıdır. ” diyor.

Bakalım dağ fare mi doğuracak, başka bir ucube mi; saatler sonra göreceğiz..

  • BOP = Türkiye’yi parçalama planının eşbaşkanından ne bekleniyor??

Sevgi ve saygı ile.
30.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

Yarını iple çekenler, büyük gün diyenler var.

Aynı görüşte değilim.

Ceyhun_Balci_portresi

Dr. Ceyhun Balcı

http://cumhuriyetciyorum.wordpress.com/2013/09/29/30-eylul-buyuk-gun-mu/

30 EYLÜL

29 Eylül’ün 30’una gebe olduğu saatlerdeyiz. Yarın kimilerine göre büyük bir gün olacak! Kimileri de bu büyük günü hasarsız atlatma hesapları içinde!
Etnik yörüngeye oturtulan sorun artık bir şantaj aracıdır.
Öyle olmasa, üçlü seçime geri sayılırken ateşle oynanır mı? Bir parmak bal çalıp oyalamaya girişmek ve seçimleri kazasız atlattıktan sonra yola devam etmek
en mantıklı yaklaşımdır.

“Ana dilde eğitim” kisvesiyle ortalıkta boy gösteren bölme projesinin orada durmayacağı gazetelere yansıyan demeçlerden bellidir.
“Dersim’in ardından Kürdistan!” diyen Selahattin Demirtaş ve O’nun gibilerin
gizlisi saklısının kalmadığı anlaşılmaktadır.

Yarınki paketten çıkacakları aşağı yukarı kestirmek hiç de zor değil. Etnisite ve milliyete dayanan bir dizi söylem ve o kapsamda verilecek sözler, yarınki açıklamaların omurgasını oluşturacaktır. Anadilde eğitim bile başlı başına bir gaz alma aracı olarak kullanılacaktır. Ortamda bu gibi ulu orta konuşma ve söz vermelerin ne anlama geldiğini sorgulayacak sesi ara ki bulasın! Anadilde eğitim yaşama geçirilebilecek bir hedef midir?

Örneğin, Kürtçe hukuk kitabı yazılabilir mi, mühendislik eğitimi verilebilir mi?

Bu yalın soruyu bile seslendirmekten uzaklaşmış bir akıl tutulması var karşımızda. Gören, duyan bu kültürel görünümlü olanaklar sağlandığında yöre insanının karnının doyacağını, marabalığın sonlanacağını ve insanların gönençli bir yaşam sürmeye başlayacağını düşünecek neredeyse!

  • 30 Eylül paketinden topraksız köylüye toprak, marabalığa son ve ortaçağ karanlığını aydınlatma maddeleri çıkmayacağını kestirmek için
    müneccim olmaya gerek yoktur.
  • Çünkü asıl hedef, “çözüm” adı altında ayrışmaya ve sonunda bölünmeye giden yolun taşlarını döşemektir.

Bu bir kez başarıldığında anadilde eğitimin karın doyurmayacağı, sorunları çözmeyeceği anlaşılacaktır! Ama, atı alan da Üsküdar’ı geçmiş olacaktır.

Sağıyla, soluyla ve orta yolcusuyla hedefi bir devleti çökertmek, bir ulusu tarih sahnesinden silmek olanların “büyük günü” olması olası 30 Eylül paketi neler getirecek?

Uyuyup, uyandığımızda netleşecektir!
Ama, kesin olan bir şey varsa bu sürecin hiç durmayacağı ve
her paketin bir sonrakine gebe kalacağıdır.

Ceyhun BALCI, 29.09.2013, 22.00

Birgül Ayman Güler – Süheyl Batum basın duyurusu – 27.9.2013


Dostlar,

İzmir Milletvekilli ve CHP Parti Meclisi Üyesi Sayın Prof. Dr. Birgül Ayman Güler ve
Eskişehir Milletvekili Sayın Prof. Dr. Süheyl Batum birlikte bir basın duyurusu yayınladılar..

İlki Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi (Ankara Üniv. SBF),

İkincisi Anayasa Hukuku profesörü (İstanbul Üniv. Hukuk Fak.) dostlarımız – arkadaşlarımız olan 2 sayın milletvekili, tarihsel değerde bir basın duyurusu yayımladılar..

Tam bir ders gibi..

Üniversite ders kitaplarında yer alacak bir içerik..

Sayın Atilla Kart da ve kafaları karışık olan her-kesin, -CHP yönetimi de dahil-
özenle, sindire sindire okumaları ve derslerini alarak kendilerini yeniden konumlandırmalarını dileriz

Türkiye, herkesin sözlerini çok tartarak kullanması gereken kritik günlerden geçiyor..

BOP Eşbaşkanı Talihsiz T.C.’nin Başbakanı RT Erdoğan,
saatler sonra sözde “açılım – demokratikleşme” paketini açıklayacak..

Türkiye’yi prangalarından kurtacaklarmış.. neler neler.. Kamuoyu geriliyor..

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demir fırsatı kaçırır mı??

  • “Kürdistan’ın gaspedilen adı da Kürdistan olacak mı??”

“Tunceli, Dersim olsun”.. demek ki, bu salvo için zemin idi..
Çıta artık daha yukarıda..

Garipsemedik; “tuluat” ya da oryantal politik “düet” sürüyor..

Ne yazık ki, yığınlar şark tiyatrosunun pek farkında değil galiba..

Prof. Güler ve Prof. Batum’un kritik uyarısı bekleneni verebilecek mi acaba?

Ama vermeli..

Sevgi ve saygı ile.
29.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================

BASIN DUYURUSU

Birgul_Ayman_Guler_ve_Suheyl_Batum
İzmir Milletvekilli ve
CHP Parti Meclisi Üyesi
Prof. Dr. Birgül Ayman Güler,
Eskişehir Milletvekili
Prof. Dr. Süheyl Batum
ile birlikte
basın duyurusu yayınladı.

27 Eylül 2013
Ankara

 

Sayın Atilla Kart, CHP’nin milletvekili sıfatıyla CHP Anayasa taslağındaki
bazı önerilerle ilişkili olarak “kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi, karalama ve spekülasyonlara yol açılmaması amacıyla” bir açıklama gereği duymuş ve
kamuoyuna bir basın açıklaması yapmıştır. Bu açıklamada, CHP Anayasa taslağında

  • “ortak vatan – tek devlet” ile “eşit yurttaşlık”

önerildiğini; “ilk 4 maddenin güçlendirilmesi”nin de önerilerimiz arasında yer aldığını belirtmektedir.

Bu açıklama, Sayın Atilla Kart’ın anayasaya yaklaşımı konusunda kamuoyunda var olan CHP ilke ve değerlerine aykırılık yönündeki endişelerin haklı olduğunu ortaya sermiş ve sabit hale getirmiştir.
  • “Ortak vatan”, ulusal siyasetin temsilcisi olan CHP’nin değil, etnik siyasetin temsilcisi olan partilerin değeridir.
Vatan, üzerinde yaşayan toplumun “ulus” haline geldiği siyasi sistemlerin coğrafyasıdır.
– Vatanın “ortak” olması için, bir coğrafyada birden çok ulusun tanımlanmış olması gerekir.CHP’nin temel değerlerine göre Vatan, üzerinde vatandaşlık bağıyla yaşayan
her bir yurttaşındır; hepimizindir.Bizim için “ortak vatan” değil “hepimize ait olan tek vatan” vardır. 

“Tek devlet”, CHP terminolojisinde yer almaz. Bu da etnik siyaset yapanların kamuoyunu serinletmek amacıyla kullandıkları bir terimdir. Bizim açımızdan konu,
yine etnik siyasetin ve bunun yanı sıra yeni Osmanlıcılık rüyası gören bazı
dinci çevrelerin federal devlet özlemlerine karşı savunduğumuz
“üniter – tekçi devlet”ten ibarettir. 
“Eşit yurttaşlık”, bir ülkede toplulukların (halkların, milliyetlerin, cemaatlerin) birbirlerine eşitliği temelinde kurulan sistemi anlatır.
Farklı etnisite ve inanç topluluklarının hukuki-siyasi olarak tanınması;
farklı toplulukların birbirleri karşısında konumlandırılması demektir.Bu etnikçi anlayış, bir tür yeni-feodalizm icadıdır.Oysa CHP Programı, devletin yurttaşların etnik köken, inanç, cinsiyet, vb. topluluk özellikleri karşısında kör kalmasını, bunlardan bağımsız olarak her yurttaşın birey olarak eşitliğini yükseltir.

Bizim için “eşit yurttaş” değil, “yurttaşların eşitliği” ilkesi esastır. 
Sayın Kart anayasaya ve evrensel kavramlara böyle yaklaşıyorsa,
anayasanın “ilk dört maddesinin güçlendirilmesi” hedefine ulaşamayacağı çok açıktır.
Üstelik tam tersine İlk 4 maddeyi içeriksiz, güçsüz ve temelsiz bırakacaktır.
Bu yaklaşım, CHP için çok açık olan “ilk dört madde kırmızı çizgimizdir” ilkesini reddetmek anlamına gelmektedir.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur. 27 Eylül 2013, Ankara
Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER                                    Prof. Dr. Süheyl BATUM
CHP İzmir Milletvekili, PM Üyesi                                   CHP Eskişehir Milletvekili

Sayın Kılıçdaroğlu – Sayın Bahçeli.. BİRLEŞİN DEMİYORUZ; BİRLİKTE HAREKET EDİN !

Dostlar,

CHP ve MHP’nin akıllanacağı yok!!..

Aynı teraneler sürüyor..
İnsanlarımızın artık canına tak etti..
Ya tabanda halkın boğulmakta olduğunu görmüyorlar, görmek istemiyorlar..
Ya da..???

Aşağıdaki metne biz de imza koyarak katılıyoruz.
Ulusalcı Gönüllüler şimdilik sembolik sayıda imza ile başladılar..
Bilinsin ki bu imzalar gerçekte milyonlarcadır..
Halkın bilinci partilerin çoook önünde bereket..

Çağrıya dikkat :

  • BİRLEŞİN DEMİYORUZ; BİRLİKTE HAREKET EDİN DİYORUZ !

Sevgi ve saygı ile.
29.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================

Sayın Kılıçdaroğlu,
Sayın Bahçeli,
 
Erdoğan’dan ve AKP’den kurtulma reçetesi Sn. Türker Ertürk’ün dediği gibi yerel seçimlerden geçiyor…Gerçek çok net ortadadır..
(Bu makale web sitemizde yayımlanmıştır, tıklayarak okuyabilirsiniz:
Türker Ertürk, Ne Yapmalı? http://ahmetsaltik.net/2013/08/07/16546/, 2.8.13)

Yapılacak iş  özellikle İstanbul ve Ankara Belediyelerinin AKP nin
elinden alınmasıdır….


Bu da zor değil, alınması  olanak içinde bir sonuçtur .
İş matematik işidir….
 
Artık, sen-ben demeyi bir tarafa bırakın. Halk bu dayanışmayı istiyor.. 
 
Ve eğer siz yapmazsanız, bizler yapacağız bu hesabı..

Partilerimiz ne olursa olsun. 

Hanginizin adayı o kentte kazanabilir potansiyele 
sahipse,
sizlere karşın, partilerimize karşın gidip ona oy vereceğiz..
 
Siz rahatsızlık duymuyorsanız olabilir, biz artık Erdoğan’ı da , Akp yi de onun zihniyetini de, istemiyoruz…,
 
Hamasi nutuklarınızla, Erdoğan’la ekranlardan restleşmelerinizle
bizleri yanıltmanıza, asla izin vermeyeceğiz.. 
 
BİRLEŞİN DEMİYORUZ; BİRLİKTE HAREKET EDİN DİYORUZ !
 
En derin kaygılarımızla,

Ulusalcı Gönüllüler

Engin Demirkollu Sarıkartal
Sili Ozerdim-Ahmet Kılıçaslan Aytar-Nazmi Doyan-Bozok Ozerdim-Gülnar Erinç-
Ahmet Erinç-Sıla  Doğru-Güney Doğru

Arslan Adsız-Ramazan Saraçoğlu-Emre Özgen-Ela Korcan
Lale Korcan-Bahri Erdem-Serdar Okan-Sami Ayaz-Halil Yavru
Ergun Çağrı-Sündüz Çağrı-Halise Demir-Şenay Karlı-Kemal Karlı
Nermin Öz-Kemal Öz-Sadık Öz-Galip Çimenli-Kemal Çimenli
Sevil Zorlu-Şeniz Zorlu-Adnan Pars-Sevda Cura-Ahmet  Demir
Zeki Demir-Süreyya Erdim-Hilmi Erdim-Dr. Ferit Erdim
Dr. Zafer Pektaş-Dr. Nazlı Uçan-Dr. Hüsnü Aydın
Dr. Kamuran Gelenbe-Dr. Ahmet Lütfü Saraç-Dr. Ferzan İzmirli
Nermin Cebbar-Şevket Rodoplu-Şükriye Geldiay-İlter Geldiay
Sevil Yurtoğlu-Lebit Yurtoğlu-Kadriye Evkuran-Hayriye Evkuran
Sevilay Yargıcı-Feral German-Ayşen Kolcu-Sevin Kayabaysal
Pertev Kayabaysal-Lerzan Yurdatapan-Gülsün Kulalı-Koray Kulalı
Nuray Adalı-Çiçek Altaylı-Şekip Altaylı-Ayla Öksüz-Şermin Savat
Seyfi Savat-Durdu Hasoğlu-Galip Hasoğlu-Nazlı Niş-Hasan Niş
Füsun Alnıaçık-Giray Alnıaçık-Nişan Severcan-Mehmet Severcan
Nazlıcan Gümüşbaş-Dursun Gümüşbaş-Samiye Günlükçü
Yeter Gazioğlu-Seyit Gazioğlu-Sevin Arcan-Oktay Düzlük
Mehmet Emin Gün-Soner  Bayır-Songül Bayır-Güner Kaptan
Neslihan Gün-Barış Can-Canan Can-Osman Evliya-Nil Evliya
Ülkiye Avcı-Kemal Avcı-Servet Avcı-Ahmet Acar-Pervin Acar
Şükrü Gülesin-Cahit Acıpayam-Lütfü Can Gürses-Ali Nusret Kanlı
Saliha Menevişli-Tayfun Tüylücan-Ali Servet-Mine Sazlı
Aydın Örme-Hasan Örme-Selim Güloğlu-Leyla Tanmak
Mustafa Tanmak-Ünver Taşçıoğlu-Meliha Taşçıoğlu-Erdem Tunç
Sıdıka Kayrak-Ayşe Kayrak-Avni Kayıral-Mesarret Kayıral
Selime Coşkuncan-Salih Arısoy-Filiz Arısoy-Olcay Yılgın
Selim Yılgın-Sevil Kapani-Benan Akşit-Selva Karacasu
Neşet Karacasu-Tunç Bilge-Yamaç Su-Sekine Kibirli
Günnur Bahçeli-Hasan Bahçeli-Halil Bahçeli-Ali Ekber Tütüncü
Korkmaz Elveren-Zişan Mutlu-Ziya Mutlu-Semih Akyakalı
Selim Akyakalı-Cemile Sazlı-Akın Sazlı-Ülkü Sönmezcan
Gülsüm Sönmezcan-Aylin Tapan-Vildan Tapan-Mustafa Rodoslu
Dürdane Rodoslu-Kamil İçli-Selma Yaşlı-Hüseyin Yaşlı
Berrin Soylucan-Yüksel Soylucan-Namık Zorlu-Vefa Zorlu
Nilgün Pusmaz-Hayal Kuleli-Orçun Kuleli-İlker Buğra-Soner Buğra
Dilek Karman-Vacide Karman-Saliha Karman-Mete Karman
Ümit Komanlı-Şükriye Komanlı-Defne Komanlı-Çetin BoraElvan Bora-Şeyma Burcu-Cengiz Burcu-Nerime Yılmaz-Atilla Yılmaz-Şule Görköy-Erdoğan Görköy-
Fidan Albayrak-
Doğan Albayrak-Kısmet Eray-Vasfi Eray-Seyfi Eray
Handan Eray-Sabite Alaylı-Kudret Alaylı-Firdevs Alakuş
Nimet Alakuş-Civan Vardar-Selime Vardar-Neslihan Gün
Mehnet Emin Gün-Meltem Selvi-Güneş Selvi-Kamer Konuk
Aysun Konuk-Kaan Yüce-Mustafa Kemal Alkan-Nabi Özturan
Hulusi Özturan-Adviye Özlü-Refika Özlü-Seyhan Korkmaz
İncila Korkmaz-Sevinç Peker-Haşim Peker-Emine Peker
Ruşen Peker-Bergüzar Köken-Kevser Köken-Nükhet Menet
Salih Menet-Haver Kurt-Esat Kurt-Yüce Kurt-Elva Kurt
Nurdan Kurt-Şule Görgülü-Zeliha Kutlu-Fethi Kutlu
Mehmet Ayaşoğlu-Sinan Ayaşoğlu-Sertap Küllahçı-Bengü Küllahçı
Meziyet Elmas-Ali Bilgin Elmas-Sabite Çiftçioğlu-Muzaffer Çiftçioğlu-
Süreyya Alansu-Şakir Alansu-Seda Burkut-
Sinan Burkut-Sevilay Büke-Aydın Büke
Ahmet SALTIK