Günlük arşivler: 27 Haziran 2013

Ahmet YILDIZ : SEÇİM…

Dostlar,

Seçim güvenliğive hileleri ile ilgili sonn derece önemli bir uyarı yazısı..

Mutlaka gerekli önlemler alınmalı, iktidar zorlanmalı ve sonuç alınmalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
27.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

S E Ç İ M ..

Ahmet YILDIZ

Tayyip Erdoğan‘ın bütün meşruiyetini, dolaysıyla gücünü seçimden/sandıktan aldığı açık; her sıkıştığında sandıktan söz etmesi boşuna değildir. Evet demokrasi yalnızca sandık değildir, ama önünde sonunda sandıktır da! En güçlü diktatörler ya da tüm
halk hareketleri bile sandığa gitmek zorunda kalmışlardır.

Bir yıl içinde üç seçim var. Yara bere içindeki Tayyip Erdoğan, var gücüyle yıkılmadan bu seçimlere ulaşmaya çalışıyor…

“Tencere tava, gerisi hava” tekerlemesinin çok ciddi bir deyim olduğunu bilmeliyiz:

“Sen tencere çaladur; ben sandıkta işi bitireceğim.” demektedir.

Erdoğan’ın “sandık”a bu güveni nereden gelmektedir?

Bir seçimde eğer “sandık”tan eski gücüne yakın çıkarsa, yandı gülüm keten helva demenin vaktidir…

  • O halde, halk direnişinin tüm üyeleri kendilerini sandığa ve de
    sandık güvenliğine odaklamalıdırlar.

Ancak önlem alabilmemiz için sandıkta bin bir türlü hilenin döndüğünü,
AKP kadrolarının bu konuda hem deneyimli hem de ahlaki olarak yatkın olduklarını,
bu nedenle her yola başvuracaklarını önceden bilmemiz gerekiyor.

2011 seçimlerinden sonra başta Can Ataklı, ciddi şüpheleri dile getirmişti ve ilginçtir, muhalefet liderlerinin seçimden sonra söyledikleri: “Önümüze bakalım!” lafıyla üstü örtülmüştü. O halde genel hatlarıyla:

1 – Parmaklara boya sürülmesi yeniden uygulanmalı,

2 – İçişleri Bakanlığına devredilen şaibeli seçmen listesi oradan alınmalı,
yeniden yargıç denetimine verilmeli,

3 – Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı‘nın, Bilgisayar Destekli Merkezi Seçmen Kütüğü (SEÇSİS) Projesi derhal iptal edilmeli,

4 – Bir Amerikan bankası olan şaibeli JP Morgan’ın kredisiyle Sun Microsystems adına yerel ortaği Koç grubunun (ne kadar ilginç!) kurduğu, oyları sanal sisteme aktaran bilgisayar programı derhal iptal edilmelidir.

5- “Medya” patronluğunu düzenleyecek yasa çıkarmalı. Basın yayın işleriyle uğraşacak iş adamlarının başka ticari faaliyetleri yasaklanmalı; ısrar edenlerin lisansları
iptal edilmeli; böylece
yeni seçim, bağımlı olmayan temiz “medya”yla yapılmalı.

6- Düzenlemeler bitince % 10 seçim barajı % 3’e indirilip genel seçime gidilmeli.

Bunların yapılması bu muhalefetle zor olabilir. Yine de çözümler var görünmektedir:

Sol gazetesinde Kemal Okuyan bu konuda çok ciddi saptamalar yapmakta,
can havliyle gerçekleri anlatmaya çalışmaktadır.

OLAYLAR MÜNFERİT DEĞERLENDİRİLMEMELİ

Kemal Okuyan, “Genelde, seçim hilesinin tek ve ‘mistik’ bir yöntemle gerçekleştirildiği sanılmaktadır. Oysa, çok sayıda yöntemin aynı anda hayata geçirildiği ortadadır” diyerek önemli noktalara değinmektedir:

– Öncelikle AKP’nin ne yapıp edip sandıktan başarılı çıkacağı inancıyla mücadele edilmelidir,

– Seçim hilesi en çok seçmen kayıtlarıyla oynayarak ve “mükerrer” oy kullandırarak yapılmaktadır,

– AKP, özellikle kendisine oy vermeyecekler üzerinde tuhaf oyunlar oynamakta,
sahte üye kaydedip itiraz etmeyenleri engellemiş olmakta, habersiz ikametgah değişiklikleriyle kafalar karıştırılmakta, böylece “sanal” kişilerin oradan oraya taşınması sağlanmaktadır.

– “Bingo” durum işte bu sahte seçmen yazımındadır. Süreç nüfus müdürlüklerinde başlamakta seçim kurullarında devam etmektedir. (Parayla verilen üzeri mühürlü o pusulaları Keçiören’de etrafa saçılmıştı.)

– Toplam 200 bin sandık vardır. Her sandıkta bir muhalif kişinin oyu engellenmiş olsa bu 200 bin oy demektir gerçeğini asla unutmamak gerekir.

– Toplam 200 bin sandık vardır. Her sandıkta 10 mükerrer oy kullanılsa 2 milyon oy demektir! Uyduruk adreslere, metruk konutlara, ölülere, çocuklara seçmen kağıdını acaba hayaletler mi hazırlamaktadır? Aysberg’in boyutlarını kimse bilebilir mi?

– Sandıkta görevli üç-beş polisin “mükerre oy” kullanmasını 2,3,4..le çarparsak
1 milyon- 2 milyon gibi muazzam sayılara ulaştığını görebiliriz!

– Ana muhalefet partileri zaman geçince sandığı terk etmekte; ondan sonra, mükerrer oy kullanma, oy sayımı ve bunun çizelgeye aktarımında kim bilir neler olmaktadır!

– Bunları iktidar yerel örgütleriyle yapmaktadır.

– Ortaya çıkarılan her hile “münferit bir adli olay” olarak değerlendirmekten vaz geçilmeli, derinine inilmelidir!

Peki bütün bunları kim yapabilir? Elbetteki örgütlü halk ve de muhalefet partileri.

Ancak ne yazık ki bir aydır dünyayı ayağa kaldıran halk eylemleri Tayyip’den Pensilvanya’ya dek herkesi, sarsmış, korkutmuş da MHP ve CHP’ye daha etki edememiştir!

Bir Yükseliş ve Çöküş Hikayesi!


Dostlar,

Sayın Dr. Cüneyt Ülsever’den çok başarılı bir siyasal irdelemeyi paylaşmak istiyoruz.

YURT Gazetesindeki köşesinde bu gün ve önceki gün 2 bölüm olarak kaleme aldığı

  • “Bir Yükseliş ve Çöküş Hikayesi! “

RTE ve Ahmet Davutoğlu’nun hazin megalomanik sanrılarının (hezeyanlarının ) öyküsü.

Gene klasik..
Wilfredo Pareto’nun temelini attığı “Elitlerin Yükselişi ve Çöküşü” kuramı ile uyumlu.

Paul Kennedy de benzer bir kurama sahip;

The Rise and Fall of the Great Powers..(Büyük Güçlerin Yükselişi ve Çöküşü..)

RTE örneğinde temel sorumlu etmen ise, yazdığı kalın kitaptaki tezi Stratejik Derinlik ile derin bir ironi sergileyen Ahmet Davutoğlu’nun stratejik sığlığı!

Tarihin cilvesi işte.. İhtiraslarınız boyunuzu fersah fersah aşınca..

Sevgi ve saygı ile.
27.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Bir Yükseliş ve Çöküş Hikayesi! (I)

Bir yükseliş ve çöküş hikayesi! (I)

Cüneyt ÜLSEVER
(25.6.13, YURT Gazetesi)
http://www.yurtgazetesi.com.tr/bir-yukselis-ve-cokus-hikayesi-i-makale,4890.html

Bugün ve perşembe günü art arda iki yazı ile RTE’nin Batı indinde yükseliş ve çöküşünü irdeleyeceğim.

***

Galiba siyasette doğru zamanda doğru yerde olmak çok önemli. 2002’de
Erdoğan siyaseten doğru yerdeydi.

2002’de ABD ve AB, kendisine karşı yükselen İslamcı siyasete set çekecek
bir alternatif İslamcı siyaset arıyordu.

2002’de başını Çevik Bir’in çektiği askeri vesayet de içeride İslamcı Erbakan hareketini bölmek için alternatif bir İslamcı lider arıyordu.

El-Kaide 11 Eylül 2001’de dünyayı alt üst eden bir saldırı ile New York’ta
dehşet saçmış, bu evrende yaşayan herkes, ilk anda aklı almasa da,
dünyanın en büyük gücü ABD’nin “vurulabileceğini” görmüştü.

Türkiye belki de Müslümanların çoğunlukta olduğu tek “demokratik” ülke idi.

Ancak, başında Müslüman çoğunluğu Batı’ya karşı kışkırtan rahmetli Erbakan vardı.

Süratle siyasal İslam “ehlileştirilmeliydi.”

***

Alternatif, RTE ve onun kurduğu AKP oldu!

RTE İslamcı ama “pragmatik/faydacı” idi”!

Eğer, Batı “laiklikte ısrarlı olmayan demokrasi”yi benimserse, RTE ve AKP
hem anti-kapitalist, hem anti-demokratik siyasi İslam’ın alternatifi olabilirdi.

***

RTE, bir Milli Görüşçü olarak anti-kapitalist/anti-emperyalist bir siyasi gelenekten geliyordu.

Ancak, aynı zamanda muazzam bir “faydacı” idi.

Erbakan Hoca’sının başına gelenlerin neden geldiğini kısa sürede çözdü.

İktidar olmanın en gerçekçi yolu aynı zamanda hem idealist (İslamcı) hem faydacı (Kapitalist/Batıcı) olmak idi.

Kısacası “yeni Özal” olması gerekiyordu. (Allah var, bu konuda beni de 2004 sonuna dek aldatabildi.)

RTE Özal’ın daha İslamcı sürümünü oynarsa ABD ve AB onun iktidarını açıkça desteklerdi. Nitekim desteklediler de!

***

RTE, hükümet olduğu halde askerle iktidar mücadelesi vermek zorunda kalınca,
2002-7 arası ABD ve AB’den büyük destek gördü. 1 Mart Tezkeresi’nin (2003) “cezası” TSK’ya kesildiği için TSK’nın yeniden tasarlanması gerektiğine karar veren ABD, AKP’ye desteğini misliyle artırdı. (Bkz: Ergenekon, Balyoz vb. davalar)

2007’ye dek AKP, ABD ve AB’nin Ortadoğu’da taşeronu olarak Batı’ya hizmet verdi. Batı da onun Türkiye’de yolunu açarak RTE’ye hizmet verdi.

SSCB etkisi dışında kalmış İslam coğrafyasında en batıda Fas’tan en doğuda Pakistan’a dek RTE “laiklikte ısrarlı olmayan demokrat” ama yine de “güçlü inanç sahibi” olarak “örnek lider” konumuna geçti. Müslümanlar için El-Kaide türü savaşçılara ve diktatörlere karşı alternatif olmaya başladı.

Müslümanlar pekâlâ anti-emperyalist olmadan da dinlerini yaşayabilirlerdi! Hem de refahı artırarak! RTE’nin bu uğurda en önemli eseri başta Mısır’da olmak üzere Müslüman Kardeşlerin ehlileştirilmesidir!

***

Kanımca pragmatist/faydacı RTE hayatının en büyük hatasını Ahmet Davutoğlu’nu (AD) Dış İşleri Bakanı olarak yaptı.

AD de Bakan olmak uğruna faydacılığı seçti, “çok kutuplu dış politika” idealini çöpe attı ve ABD’nin “tek kutuplu dış politikası”na U-dönüşü yaptı ama özünde o RTE’den entelektüel derinliği çok daha fazla olan, yıllarını bir ideolojinin akademik etüdüne adamış bir “idealist” idi.

AD yıllarca “yeni Osmanlı” hayali ile yaşamıştı. Bu uğurda çok büyük irfanlar edinmişti.

“Tıpkı Britanya’nın eski kolonileri ile yaptığı gibi Türkiye de bir milletler birliğine dönüşebilir… Bana hatırlattı ki, Britanya, eski kolonileri ile bir ortak refah bölgesine sahip. Neden Türkiye liderliğini Balkanlardaki eski Osmanlı topraklarında, Ortadoğu’da ve Orta Asya’da yeniden inşa etmesin?” (Jackson Diehl’in Ahmet Davutoğlu ile yaptığı söyleşi- Washington Post, 5 Aralık 2010)

Bazıları onu gelmiş geçmiş en büyük dışişleri bakanı ilan ettiler ama ben başından beri AD’nin güçlü hayal dünyasının Türkiye’nin başına bela olacağını iddia ettim.
Nitekim belki Türkiye’nin değil ama öninde sonunda RTE’nin başına bela oldu!

***

AD, RTE’ye bir süre sonra “faydacı” siyaseti bıraktırdı ve ona “Yeni-Osmanlı sultanı” olarak Ortadoğu’da Batı’nın vazgeçemeyeceği “lider” rüyaları gördürmeye başladı.

Görevini ilahi güçten alan ve Sünni dünyayı kurtarmakla mükellef lider!

Bu rüya da 2011-13 arasında RTE’nin sonunun başlangıcını/başlangıcının sonunu hazırladı!

(Perşembe, 27.6.13, devam edeceğim.)

===================================================

Bir Yükseliş ve Çöküş Hikayesi! (II)

cuneyt ulsever

Cüneyt ÜLSEVER
(25.6.13, YURT Gazetesi)
http://www.yurtgazetesi.com.tr/yazarlar/bir-yukselis-ve-cokus-hikayesi-ii-makale,4910.html

Salı (25.6.13) günü yazdım. 11 Eylül 2001 ertesi ABD ve AB kendisine karşı yükselen anti-emperyalist ve anti-demokratik İslamcı siyasete set çekecek, onu “ehlileştirecek” bir alternatif ararken karşılarında İslamcı ama “pragmatik/faydacı” RTE’yi buldular.
RTE Batı karşıtı Erbakan Hoca’nın başına gelenlerden yeteri kadar ders almıştı.

RTE 2003-7 arası ABD’nin İslam dünyasına biçtiği “laiklikte ısrarlı olmayan demokrasi” modeli için ideal lider oldu.

Ancak RTE, Ahmet Davutoğlu’nu (AD) Dışişleri Bakanı yaparak bence “çöküşünü” perçinleyen en büyük hatayı yaptı. AD, RTE’den entelektüel derinliği çok daha fazla olan, yıllarını bir ideolojinin akademik etüdüne adamış bir “idealist” idi.
Yıllarca “yeni Osmanlı” hayali ile yaşamıştı. Bu uğurda çok büyük irfanlar edinmişti.
***

2003-7 arası ABD’nin büyük desteği ile ülkedeki tek siyasi rakibi TSK’yı
devre dışı bırakan AKP, 2007-11 arası kendi iktidarını inşa etti.
2011 genel seçimlerinde kazanılan muhteşem zafer ise RTE’yi içeride “otokrasi”ye sürüklerken, dışarıya karşı da “bana her halükârda muhtaçlar” düşüncesini inşa etti.
2011-13 arası AD, RTE’yi dış politikada “faydacı” yaklaşımdan oldukça uzaklaştırdı. O’nu Yeni Osmanlı’yı “Balkanlardaki eski Osmanlı topraklarında, Ortadoğu’da ve
Orta Asya’da yeniden inşa edebileceğine” ikna etti.

  • Yeni Osmanlı’nın yeni sultanı da pekâlâ RTE olabilirdi.

Nitekim “van minits” çıkışı RTE’yi Ortadoğu sokaklarının hamisi yaptı!
Ancak her çıkışın bir de inişi vardır.
***

Bu köşede çok yazdım. Uzun uzun tekrar etmeyeceğim. Özetle “faydacı” siyasetten “racon kesen” siyasete dönüşen 2011-13 süreci RTE-AD ikilisini Ortadoğu’ya
ayar verme gayretine düşürdü. Kuzey Irak’ta ve önemle Suriye’de başlarına buyruk hareket etmeye başladılar. ABD’nin bahşettiği “Ortadoğu taşeronluğu” görevini “Sünni İmparatorluğu” kâbusuna dönüştürmeye çalıştılar. Üstelik Ortadoğu’da
“Rusya gerçeği” yokmuş gibi davrandılar.

AD’nin “ideolojik saplantı” ile sarhoşlamış aklı Suriye’nin Rusya için ne kadar önemli olduğuna bir türlü akıl erdiremedi. ABD’yi nerede ise Rusya ile karşı karşıya getirdi. ABD, RTE’yi defalarca uyardı. Obama dünya televizyonları önünde AD’yi parmak işareti ile lokantada masasına komi çağırır gibi çağırarak, RTE ile telefon görüşmesinin “beyzbol sopalı” fotoğrafını Beyaz Saray’ın web sitesinde yayınlayarak ikiliyi “haddini” bilmeye defalarca davet etti ama netice alamadı. RTE’nin kibre boğulmuş benliği artık uyarılara kulak asmıyordu. Sonunda Obama, mayıs ayında tenzil-i rütbe ile taşeonluk görevine son verdi!
***RTE bu durumu Türk kamuoyundan saklama gayretleri ile “cambaza bak!” oyununa soyunurken “2 ayyaş” O’nu içeride de ketenpereye getirdi.
Kendi kazdığı kuyuya kendi düştü.
***RTE “Sünni İmparatorluğu kurma” gayretleri içinde Nusayri Esad’ı “canavar” seviyesine indirerek Suriye’de bir Sünni kalkışması yaratmaya kalkışırken,
Friederich Nietzsche’nin uyarısını hiç dikkate almıyordu.

Nietzsche canavarla uğraşanlar için şöyle demişti:
“Her kim ki canavarla savaşıyorsa süreç içinde kendisinin de canavarlaşmamasına dikkat etmelidir. Cehennem çukurunun içine bakarken onun da size baktığını unutmayın.”
Gezi Parkı’ndaki çınar ağacı “diktatör Esad”ın yerine “diktatör RTE”yi,
“halkına zulmeden Esed” yerine “halkına zulmeden Teyyip”i yarattı!Kendisi gibi yaşamak istemeyenlere karşı takındığı zalim tavır Batı’da RTE’ye “
kendi başına buyruk” sıfatı yanında “yeni diktatör” sıfatını da ekledi.
“Laik hayat tarzı”nı yaşamak isteyen Türkiye’nin % 50’si, gençlerin etrafında kenetlenerek ABD’nin Ortadoğu’ya biçtiği bir donu da paçavraya çevirdiler.Bir avuç çapulcu “laiklikte ısrarlı olmayan demokrasi”yi de çöp tenekesine attılar.
***

Bundan böyle RTE zihinlerde “yeni diktatör” olarak yaşamaya mahkûmdur.

“Canım Ortadoğu halkı anti-emperyalist siyasete cevaz vermesin de varsın olsun
İslami hayat tarzını yaşasın/birbirine dayatsın, bizim için fark etmez!” safsatası da RTE’nin “tarihi misyonu” ile birlikte tedavülden kalkmıştır.

Bu dersi de dünyaya, Atatürk’ün cumhuriyeti kendilerine emanet ettiği
Türk gençliği
vermiştir!

Cüneyt Ülsever,
Yurt Gazetesi, 27.06.2013

Antarktika gerçeği : Buzullar eriyor..

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan hocamız (Nükleer Fizik Uzmanı) bir çevre dostudur..

ANTARKTİKA kıtasında (Güney Kutbu’nda) buzullar eriyor!
Küresel ısınma ya da Küresel iklim değişikliği tüm hızıyla sürüyor..

Önümüzdeki birkaç on yılda deniz su düzeyinin kabaca yarım metre yükselmesi,
dünya ve yaşam için hayal ötesi yıkımların zincirleme gelmesi demektir..

Pek çok yerleşim yeri ve tarım alanını sular basacaktır.

Artık sorun, “sürdürülebilir yaşam” sorunudur.

Mutlaka, küresel ölçekte işbirliği ile etkin ve hızlı önlemler alınması zorunludur.

Bunların da başında devletlerin nüfus planlaması,
ailelerin de aile planlaması geliyor.

  • HER AİLEYE 1 ÇOCUK.. 

Başka çare yok..

Başbakan RTE de acı gerçekleri öğrenmek zorunda..

Ali hocaya kritik uyarısı için teşekkür ederiz..

Sevgi ve saygı ile.
27.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Değerli arkadaşlar… 

Buzullar erimeye devam ediyor,

Küresel ısınım hız kesmeden sürüyor;
iklimlerin olumsuz değişimi insanlık için çok yönlü yıkımlar (felaketler) dizisini (serisini) tetikleyebilir. 

Bilim söyleyeceğini söyledi yıllardan beri; ama politikacılar,
Hükümetler önlem almamakta direniyor, umursamıyor, ilgilenmiyorlar.

  • Dünya, güle oynaya felakete koşturuyor!

 

Tüm Dünya’da bu duruma neden olan küresel sosyo-ekonomik sisteme öfke duyan  gençlerin yaşamsal tehlike karşısındaki doğal, içgüdüsel tepkisi sokaklara, meydanlara dökülüyor. Bu  tepkiler 68 kuşağının “özgür yaşam” isteminden daha da öte ve temel nitelikte bir istemdir:
  • “Biyolojik Yaşamı sürdürebilmek” istemi .  
Ekte Tosca’nın müziği eşliğinde Antarktika gerçeği
Antarktika. æ

Sevgilerimle.  æ 

 

Rifat Serdaroğlu : ALEYKÜMSELÂM !


ALEYKÜMSELÂM !

portresi3

Rifat Serdaroğlu

TÜSİAD (TÜRK Sanayicileri ve İşadamları Derneği) Başkanı Muharrem Yılmaz, Cizre’de sözlerine “Selam Cizira Botani” diye Kürtçe başladı.

Selam Cizira Botani!
Selam Cizira Botani!
Biz de selamını alalım;

Aleykümselâm ya Serok Boktani.
Aleyna Aleykümselâm ya Serok Boktani!

Allah bir insanı rezil etmek isterse önce aklını ve utanma duygusunu alırmış.

TÜSİAD’ı kuran ve rahmete kavuşmuş kişiler, bu derneği kurarken çok düşündüler ve derneğin adının başına “TÜRK” ismini bilerek ve isteyerek koydular.
TÜRK dediler, TÜRKİYE / TÜRKİYELİ demediler.

Cumhuriyet – Atatürk Türkiye’si ve Türk Milleti sayesinde zengin olduklarının bilinciyle, bir minnet duygusunun ifadesi olarak “TÜRK”adını koydular.

Atatürk olmasaydı, Cumhuriyet olmasaydı kendilerinin bu servetlere
asla sahip olamayacaklarını onlar çok iyi biliyorlardı.

Vehbi Koç, Sakıp Sabancı, Ali Koçman, Şahap Kocatopçu gibi Başkanlar,
Lâik Cumhuriyete ve Çağdaş Türkiye’ye sahip çıktılar ve savundular.

Ne Tarikat-Cemaat artıklarına, ne de uyuşturucu kaçakçısı Kürtçü-Bölücülere
prim verip şirin görünmeye çalışmadılar.

Sayın Muharrem Yılmaz;

TÜİK’in açıklamalarına göre, Tütün Ürünleri Sanayisinin %69’u, Otomotiv Sanayisinin %50,3’ü, Elektronik Sanayisinin %48,5i yabancı denetimine geçmiş bulunmaktadır.

AKP Hükümetinin “İthalata” dayalı ekonomik politikası, Türk Sanayisini zorlamakta, sanayicilerimiz mevcut tesislerini yenileyememekte ve yeni sanayi tesisleri kurulamamaktadır.

Böyle bir ortamda elbette ki ülkemizin problemleriyle ilgilenip, çözüme katkıda bulunmak takdir edilecek bir davranıştır.

Tamam da, lütfen elinizi vicdanınıza koyun ve sorduklarımı iyice düşünün;

*Siz Selanik-Drama kasabasından Türkiye’ye gelen muhacir bir ailenin çocuğusunuz.
Doğum yeriniz Bursa’ya gittiğinizde, konuşmanıza Arnavutça-Boşnakça-Pomakça-Rumca mı başlarsınız?

Karadeniz’de Lazca-Gürcüce mi selamlama yaparsınız?

Böyle bir saçmalığı şimdiye kadar yapmadığınıza göre, Cizre’de niçin Kürtçe selamlama yaptınız? Orası Türkiye Cumhuriyetinin şirin bir ilçesi değil mi?
Orasını siz de, PKK gibi Kürdistan’ın bir ilçesi olarak mı görüyorsunuz?

*Siz TÜSİAD’ın Başkanısınız!
Toplantı yapacağınız yere bir adet olsun Türk Bayrağı ve Atatürk fotoğrafı astıramadınız mı?
Türk Bayrağı ve Atatürk resminin olmadığı bir salonda konuşmak sizi
rahatsız etmedi mi?

*Cizre’deki konuşmanızda, Türkiye’nin 54 bin insanının ölümüne, 400 Milyar Dolarlık ekonomik kaybımıza neden olan ve hür dünyanın “Terör Örgütü” kabul ettiği PKK Narko-Terör örgütünü lanetleyecek tek kelime söyleyemediniz mi?.

En azından sizin Cizre ziyaretinizden bir gün önce, kendi “Asayiş Gücünü” oluşturan PKK’lılara;

Siz ne yapıyorsunuz, aklınızı başınıza alın.
Ayrı bir devlet mi kuruyorsunuz”
 diyemediniz mi?.

Değerli Okurlar;

Hiçbir millete demokratik özgürlük-çağdaşlık-aydınlanma, birileri tarafından
hediye edilmemiştir. O milletler bunları hak ederek, kazanmışlardır.

Bugün imrendiğimiz Avrupa Demokrasi, uğruna yıllarca savaşıp
bu yolda canlarını vermekten çekinmeyen kişiler sayesinde oldu.

Biz Türkler, Atatürk önderliğinde kendi devletimizi kurmak için
tüm emperyalist devletlere karşı savaştık.

Can verdik, kan akıttık.
Kazandık, devletimizi kurduk.

Fakat demokrasimiz bize giydirildi.
Bizim demokratik mücadelemiz çok yapaydı.

Atatürk bize Cumhuriyeti hediye etti.
Fakat Cumhuriyet yalnızca bir çerçevedir.

Bu güzel çerçevenin içini standartları, gelişmiş ülkelerdeki gibi yüksek olan
bir demokrasi yerleştirmek bizim işimiz.

Bunun için her birimizin, Cumhuriyetimizin kurum ve kuruluşlarımızın,
omurgalı davranmak mecburiyetimiz vardır.

Biz de Cumhuriyetimizi, en gelişmiş bir demokrasi ile taçlandırıp onunla
gurur duymalıyız.

Bunu Türk Milleti olarak biz yapamazsak, Cumhuriyet çerçevesinin içine ya
“Federe İslam Devletini” ya da “Kuzey Kürdistan” adlı Marksist-Leninist
Kürtçü devleti yerleştirecekler.

O zaman TÜSİAD Başkanının ve müsamere çocuğu tipindeki arkadaşlarının
hep bir ağızdan ve yüksek sesle “Cumhuriyet Türkiye’si ruhuna haydi hep beraber,
El-Fatiha!…”
 diye bağırmaları gerekir.

Not; Serok=Başkan / Boktani = Kötü (Konçimari Lehçesi)

Sağlık ve başarı dileklerimle.
27 Haziran 2013, İLK KURŞUN

BİR KEZ DAHA BİZ KAZANDIK!

Dostlar,

Sevgili kardeşimiz Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, çeyrek yüzyıla varan meslektaşımızdır.
Halk Sağlığı + Epidemiyoloji uzmanıdır.
Son yıllarda Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanıdır.
O göreve doçent olarak atanırken bilimsel dosyası hakkında olumlu rapor yazan
5 profesörden biri olarak kıvançlıyız..

Sevgili Onur hoca, Dilovası yöresinde çevresel toksisite çalışması yaptı.

Bebeklerin ilk kakalarında (mekonyum) ve annelein ilk sütlerinde (kolostrum) bile
ağır metaller saptadı! Bunlar çevresel kökenli idi.

Ayrıca yöre halkında kanser ölümleri, benzer koşullardaki (karşılaştırılabilecek)
toplum kesimlerinin 3 katı idi!

Çalışmalarını tümüyle bilimsel yöntemlere uygun yürütmüştü.
Ölçümler TÜBİTAK laboratuvarlarında yapılmıştı.

Onur hoca verilerini yerel yöneticilerle paylaştı..

Doğallıkla basınla da!

Başka türlü yapabilir miydi?

Halkın bilgi edinme hakkı yok mudur?

Anayasa md. 56.

“Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” demez mi?

Ayrıca çevrenin koruynması görevini açık açık Devlete ve yurttaşa ortak ödev
vermez mi?

Dr. Hamzaoğlu hem bilim insanı, hem deyurttaş olmanın zorunlu gereğini yapmıştır.

Kendisine “şarlatan” diyen Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı mahkum erilmiştir.

Üniversite yönetimi de utanıp – sıkılmadan UYARI cezası verebilmiştir.

Bu idari işlemin Sakarya Bölge İdare Mahkemesinde iptal edildiğini sevinçe ve onurla öğreniyoruz.

Bu olayın başından beri geliştirdiğimiz sloganımızı göğsümüz kabararak, coşku ile bir kez daha haykırıyoruz :

  • “ONUR” umuzu KORUYORUZ!

Kotumayı da sürdüreceğiz..

Yaşasın özgür bilim!

Sevgi ve saygı ile.
27.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================

Prof. Dr. Onur HAMZAOĞLU

BİR KEZ DAHA BİZ KAZANDIK!

Doğa, Toplum ve Bilim kazandı…

Üniversiteleri siyasilere ve sermayeye hizmet etmeye zorlayan kapanı kırdık.

Gezi Ruhu kazandı!

Direnenler kazandı.

Özgür üniversite ve Özgür toplum kazandı.

Öyküyü anımsayalım…

Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Dilovası’ndaki  çevre kirliliği konusunda bilimsel araştırma bulgularını açıklayarak halkı bilgilendirdi. Maalesef Kocaeli Üniversitesi bundan rahatsız oldu!!!  Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü kendisinin bilgilendirilmediği ve henüz araştırmanın bir dergide yayımlanmadığı gibi gerekçelerle halkın bilgilenme hakkı ve akademisyenin toplumsal sorumluluğu gibi evrensel ilkeleri çiğneyerek
Prof. Hamzaoğlu’na halkı bilgilendirdiği için UYARI cezası verdi.

Prof. Hamzaoğlu ise bu cezaya Kocaeli 2. İdare Mahkemesi’nde dava açarak
itiraz etti.

Kocaeli 2. İdare Mahkemesi maalesef uyarı cezasını oy çokluğu ile
hukuka aykırı bulmadı.

Bunun üzerine Prof. Hamzaoğlu Kocaeli 2. İdare Mahkemesi kararına
bir üst yargı organı olan Sakarya Bölge İdare Mahkemesi’nde itiraz etti.

Mahkeme;

Üniversitenin Hamzaoğlu’nu suçlarken, hangi davranışının hangi disiplin suçunu oluşturduğunu, suçlamasını hangi delillere dayandırdığını belirtmediğini,
suç oluşturduğunu ileri sürdüğü davranışların hukuksal nitelendirmesini yapmadığını, bütün bunlarla bağlantılı olarak hangi suçun oluştuğunu bildirmediğini, yöntemine uygun olarak savunma hakkının kullanılmasına olanak sağlamadığını, oysa Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi uyarınca herkesin kendisine yöneltilen isnadın nedeninden ve niteliğinden haberdar olma hakkı olduğunu, bu olmadan savunma hakkının kullanılamayacağını, belirterek disiplin cezası verilmesinin
hukuka aykırı olduğuna ve cezanın oybirliği ile iptaline karar vermiştir.

Mahkemenin tespiti çok yerindedir:
Rektörlük, Soruşturmacı Rektör Yardımcısı, soruşturma hukukuna uygun olarak suçu, suç kanıtlarını belirtememiştir. Çünkü ortada Hamzaoğlu’nun işlediği bir disiplin suçu yoktur…

Ey muktedirler ve onun memurları!

  • Bilim insanlarının çalışmalarını halka adamalarını engelleyemeyeceksiniz!

Gerçekler gizlenemez. Er ya da geç ortaya çıkar, çıkartılır.
Sermaye iktidarının doğayı ve insanlığı, bugünü ve geleceği büyük bir tahribata uğrattığını Onur Hamzaoğlu gözler önüne sererek;
bilim insanlarının onuru olmuş, hepimize cesaret aşılamıştır.

  • Özgür bilgiyi üreteceğiz; toplum özgürleşecek!

Diren Türkiye!

(2013/6/27 Onurumuzu Savunuyoruz <berhansoner@gmail.com>)

Kim Hitlere Benziyor?


Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Mahmut Adem, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nin
emekli öğretim üyelerindendir. Ülkemizin eğitim tarihini iyi bilenlerdendir. Bu yazısında salt eğitim tarihimizden örneklerle Başbakan RTE’nin nasıl gerici adımlar dayattığını ve Anayasa’yı, Devrim Yasalarını (md. 174) çiğneyerek eğitimi dincileştirdiğini işliyor.
Bir yanda Yüce Atatürk ve en yakın dava ve silah arkadaşı İsmet İnönü’nün devrimci ve ilerici adımları, bir yandan RTE’nin despot – dinci dayatmaları..
Hitler’e kim benziyor??

Sevgi ve saygı ile.
27.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================

Kim Hitlere Benziyor?

portresi
Prof. Dr. Mahmut Adem
Atatürkçü Düşünce Derneği
Yazı Kurulu ve Bilim Danışma Kurulu Üyesi

Gezi Parkı direnişi konusunda Başbakan Erdoğan’ın yaklaşımına, Almanya’nın önde gelen bir haftalık gazetesi, RTE’ye Hitler bıyığı takıp saçlarını da onunki gibi taranmış bir fotoğraf yayınlamış, “yeni diktatör” başlığını atmış. Benzer bir karikatür de Fransa’da

Le Monde gazetesinde yayınlanmış.

Hiç kuşku yok, bunun yorumunu okuyucu yapacaktır.

CHP genel başkanı ve öbür yöneticiler Başbakan’a “diktatör” deyince onlara yüklenmek, hatta belki de Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’yü halkın gözünden düşürmek için zaman zaman tek parti dönemini kötülemeye girişir. Çoğuna söylediği “diktatör mü arıyorlar, aynaya baksınlar, sizin geçmişiniz belli, genel başkanınız İsmet İnönü’nün bıyığı da Hitler’in bıyığına benziyordu..” vb.

  • “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz…”
Bizce burada önemli olan kişinin ne yaptığıdır. Bu bağlamda ben şu konu üzerinde durmak istiyorum:
Eğitimde, özellikle yükseköğretimde İsmet Paşa ne yaptı? RTE ne yapıyor?Bu bağlamda geçmişten ve günümüzden kimi kesitler sunacağım. Amacım, kesinlikle İsmet İnönü ile RTE’yi karşılaştırmak değildir.Çünkü;
Atatürk’ün en yakın silah ve dava arkadaşı,
– Kurtuluş Savaşı’nın Batı Cephesi komutanı,
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı,
Lozan barış görüşmelerinin Başdelegesi,
– 2. Cumhurbaşkanı,
– ülkemizi 2. Dünya Savaşı dışında tutan büyük devlet adamı,
– çok partili demokratik düzene geçişi büyük bir özen ve başarı ile gerçekleştiren,
– daha açık deyişle ülkemizin çok partili demokrasiye geçişini gerçekleştiren
(hiç kuşku yok, RTE’nın başbakan olmasının önünü açan) devlet başkanı…
1972 yılında kurultayca partisinin genel başkanlığına seçilen Bülent Ecevit’i, demokrasiye olan inancı ve ulusal iradeye saygısı gereği ceketini düğmeleyip kutlayarak bir demokrasi destanı yazmış, dolayısıyla tarihe mal olmuş
İsmet Paşa ile RTE hiçbir biçimde karşılaştırılamaz.
Eskilerin deyişi ile RTE, İsmet Paşa’nın eline su bile dökemez.
  • Bir ulus bireyleri ancak bir türlü eğitim görebilir.
    Bir ülkede iki türlü eğitim, iki tür insan yetiştirir.
    Bu ise; duygu ve düşünce birliğini ve dayanışma amaçlarını
    bütünüyle yok eder.”
İşte bu gerekçe ile Büyük Önder’in öncülüğünde İnönü Hükümeti, ulusal birliği güçlendirmek ve pekiştirmek amacıyla 1924’te Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) yasasını çıkarmıştır.RTE hükümeti;
– ulusu dindar-kindar / laik,
– türbanlı/ çağdaş,
– alevi/ sünni vb.
ayrıştırmak ve hayal kurduğu İslam devletine uygun insan yetiştirmek için
4+4+4 gece yarısı yasasını dayatmıştır.
Böylece 89 yıl önceki iki kanallı eğitime dönülmüş,
iki tür insan yetiştirilmeye başlanmıştır.
Bununla da yetinilmemiş, “Türk milliyetçiliğini ayaklar altına alıyorum.” demesiyle
RTE, 10,5 yıldır yaptıklarının üstüne tuz biber ekmiş, ulusal birliği temelinden sarsmıştır.İnönü Hükümeti;- başta Öğretim Birliği,
– hukuk devrimi,
– harf devrimi,
– dil devrimi,
– üniversite reformu…
olmak üzere gerçekleştirdiği devrimlerle, çağdaş uygarlığın yapı taşlarını birer birer örmüştür. Devrimlere karşı çıkan, hatta büyük taarruzdan birkaç ay önce Konya’da bir medrese talebelerinin askere alınmamalarını bizzat Başkomutan Mustafa Kemal’den isteyen Osmanlı medresesi kapatılmıştır. Ve evrensel ölçülerde bilim ve araştırma kurumu olan yeni bir üniversite kurulmuştur. İşte bugünkü AKP kadroları, anılan bu cumhuriyet okullarında yetişmiştir!Din eğitimi vermek için okullarda
anayasal olarak zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi okutuluyor.RTE iktidarında resmi ve kaçak Kuran kursları Milli Eğitim Bakanlığı denetiminden çıkarılmış ve
Kuran kurslarına gitmek isteyenlerin yaş sınırını kaldırılmıştır.

Buna karşın okullara

– “zorunlu” seçmeli Kuranı kerim,
– Hz. Muhammet’in hayatı,
– temel dini bilgiler,
– Arapça… vb. dersler konulmuştur.

  • Böylece bir tür herkese Arap alfabesi öğrenme zorunluluğu getirilmiş,
    Harf Devrimi yok sayılmıştır!
Kendi kendime soruyorum:
Hangi Arap ülkesinde Türkçe, okullarda ders olarak okutuluyor?
  • RTE hükümeti,
    Abdullah Gül’ün de koşulsuz onayı ile bilim yuvası çağcıl üniversiteyi
    yeniden “medreseleştirmiştir”.
– Bir üniversite, 33 yıl Osmanlı’yı gaddarca yöneten “Abdülhamit”e “fahri doktora” unvanı vermiştir.
Başka bir rektör de, mensubu olduğu tıp fakültesi için “ben buranın kimyasını değiştireceğim..” diyebiliyor.
Bu gücü kimden alıyor?
  • İslami eğitim veren sibyan medreseleri kaçak olarak kurulabiliyor.
Denetleyen var mı? Bir sonraki hedefleri, var olan İslam üniversitelerine ek olarak, yoğun şeriat eğitimi verilen ve Mısır’daki “Müslüman kardeşlerin” yetiştirildiği
El Ezher Medresesini Türkiye’de açmak mı?
Cumhurbaşkanı İnönü yönetiminde;
– ulusal,
– bilimsel,
– laik,
– karma ve
– uygulamalıeğitim verilen Eğitmen Kursları açılmış ve Köy Enstitüleri kurulmuştur.
Bu kurumlarda Cumhuriyetin öğretmenleri yetiştiriliyordu. Hedef ülke nüfusunun
% 80’inin yaşadığı 40 bin dolayındaki köyde yaygın olan bilisizliği (cehaleti) tümüyle ortadan kaldırmaktı. O günlerde ilköğretim sorununu şöyle değerlendiriyor Cumhurbaşkanı İnönü:

  • “İlköğretimi olmayan ülkelerde ortaçağ yönetimi tüm şekilleriyle sürer. Bilmeyen, siyasi güç sahiplerinin elinde, Ortaçağ”da olduğu gibi köle hayatı sürer. Hür vatandaşlardan birleşik bir millet olmanın çarelerinin başında, ilköğretim çaresi vardır. Davayı bu kadar geniş ve derin görmeliyiz.
    İlköğretim davası insan olmak, millet olmak davasıdır…” 

Oysa RTE yönetimi, temel yurttaşlık eğitiminin verildiği 8 yıllık kesintisiz zorunlu ilköğretimi 4+4+4 ucube yasası ile kesintili duruma getirmiş, böylece
imam-hatiplerin orta kısmını yeniden açmıştır.

Burada amaç, imam-hatiplerin gözde okullar olmasını sağlamaktır.
Ayrıca bu okul mezunlarının üniversitelerin tüm bölümlerine girmeleri sağlanmıştır.

Bu, Anayasa’nın 174. maddesine göre korunacak devrim yasalarının ilki olan
Öğretim Birliği yasasını yok saymaktır.

Çünkü bu yasada imam-hatip okullarının amacı, “imamlık ve hatiplik gibi dinsel hizmetlerin yerine getirilmesi ile görevli memurlar yetiştirmektir”.Cumhurbaşkanı İnönü yönetiminde 1946’da çıkarılan üniversiteler yasası ile,
ilk kez üniversitelere bilimsel ve yönetsel özerklik verilmiştir (A. S. 4936 sayılı yasa). Üniversite öğretim üyelerine, rektör-dekan vb. yöneticilerini seçme hakkı tanınmıştır.1956’da Demokrat Parti iktidarının üniversite özerkliğine müdahalesi üzerine
ana muhalefet lideri İnönü şöyle diyor:
  • “Özerk üniversiteyi rejimin temel öğelerinden biri sayarız.
    İktidar (DP), özerk üniversiteyi dili olmayan, işe yaramayan bir unsur haline getirmek istiyor. Bu yanlıştır, zararlıdır. ”

Bugün üniversitelerde rektör olmanın en önemli ölçütleri, AKP’den milletvekili aday adayı olmak, türbana yandaş olmak vb. Bu, RTE iktidarının amacı, üniversiteyi işe yaramayan bir kurum haline getirmek değil de nedir?

1960 askeri yönetimi Milli Birlik Komitesince çıkarılan bir yasa ile görevden alınan 147 öğretim üyesi, İsmet İnönü hükümetince çıkarılan başka bir yasa ile 1962’de yeniden eski görevlerine dönmüşlerdir.

12 Mart 1971 askeri müdahalesinden sonra başta Genel Kurmay Başkanı Tağmaç olmak üzere askerler üniversite özerkliğini kaldırmak istiyor. Ancak CHP lideri İnönü
şu gerekçe ile karşı çıkıyor:

“Üniversitedeki elemanlar Türkiye’nin en iyi eğitim görmüş, en iyi yetişmiş insanlarıdır. Oların kendilerini yönetemeyeceklerini nasıl kabul edebiliriz?”12 Eylül 1980 darbesini yapan generallerden yaşayan ikisinden yargıda darbenin hesabını sormak isteyen RTE iktidarı, darbe yasası YÖK’ü kullanarak üniversiteyi medreseleştiriyor.
Rektörler, Profesörler düzmece iddialarla 5 yıldır Silivri zindanında tutuklular.
  • RTE iktidarı, 11 yıldır adım adım ulusal, bilimsel, laik ve karma eğitimi dinselleştiriyor.

Buna karşı olan bilim insanları, aydınlar, gazeteciler, askerler Silivri zindanında.
Neden?
Çünkü onlar yurtsever, demokrat, laik, cumhuriyetçi, Atatürkçü.

Bu örnekler, bu yazının boyutu aşacak biçimde çoğaltılabilir.
Sonuçta eğitimde izlediği politikalara ve yaptığı uygulara bakıldığında İsmet Paşa mı diktatör Hitlere benziyor, Başbakan Erdoğan mı?

Buna okuyucu karar verecek. Bizden söylemesi.

MİLLİ HUKUKTAN EMPERYAL HUKUKA

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen‘den (Ankara Üniv. Hukuk Fak. Kamu Hukuku) önemli bir irdeleme ulaştı bize.

MİLLİ HUKUKTAN EMPERYAL HUKUKA.. başlıklı. 7 sayfa ve yoğun bir metin.
KüreselleşTİRmeciler yaşamın her alanını mutla olarak denetlemek istiyor.
Konuyu gündeme taşıyan da İstanbul’da önemli bir hukık fakültesinin dekanı imiş. Analaşılan, içerden müttefikler bulmada fazla zorlanmıyorlar.,

Yazı şöyle başlıyor :

portresi

  • “Geçen aylarda İstanbul’un önde gelen hukuk fakültelerinden birisinin dekanı,
    bir yayın organına vermiş olduğu röportajında, artık yeni bir hukuka gereksinme bulunduğunu, eski hukuk ile sorunların çözülemediğini, hayatın değiştiğini artık yeni bir dünyanın gündeme geldiğini, bu yüzden geçmişten gelen eski hukuk ile meselelerin çözülmesinin giderek olanaksız bir hale geldiğini açıkça ifade ederken, Türk kamuoyuna ve yasama organına acilen yeni bir hukuk ortaya koymaları için açıktan çağrıda bulunuyordu. Aynı zamanda bir idare hukuku profesörü olan bu genç dekan, başında bulunduğu hukuk fakültesinin bir vakıf üniversitesinin parçası olduğunu, ayrıca Amerikan üniversiteleri ile birleşme ya da ortaklık ilişkilerine girdiğini unutarak, anayasa ve yasalara aykırı olarak gündeme gelen bu hukuk dışı statüden de kurtulmak istercesine, Türk hukuk sisteminin acilen değiştirilmesiyle düze çıkabileceğini hesaplayarak, yerleşik hukuk düzenine ters düşen ya da aykırı bir yapılanma getiren bu gibi yeni durumların yepyeni bir hukuk sistemi ile aşılabileceği umudu içerisine girdiği görülmektedir. Dünyanın süper gücü Amerika Birleşik Devletleri küresel sermaye adına yeryüzü devletlerini denetimi altına almağa çalışırken, üniversiteler üzerinden de bütün eğitim kurumları küresel emperyalizmin istediği çizgiye getirmeyi hedefliyordu…” 

Makalenin devamına Anıl hoca şunları yazıyor :

  • Son zamanlarda ortaya çıkan arabuluculuk kurumu da gene milli hukukların devre dışı bırakılmasında etkili olan bir yöntemdir. Vatandaşların hak aramak üzere devletin milli hukukunun uygulandığı mahkemelere gitmesini önleyecek arabuluculuk kurumu eski yargıçlar ya da deneyim sahibi eski avukatlara arabulucu rolü vermekte ve tarafların avukata gider gibi arabulucuya gitmesiyle beraber, arabulucunun vereceği karar ile uyuşmazlık çözüme bağlanmaktadır. Arabulucu, bir hakim gbi olayı inceleyecek, araştıracak ve karara bağlayarak tarafların mahkemelere gitmesini önleyecektir. Mahkemelerin yüksek iş potansiyelini azaltmak üzere getirilen arabuluculuk kurumu ile, tıpkı tahkim ve ombudsman kurumlarında olduğu gibi milli hukuk devre dışı bırakılarak emperyal hukukun önü açılmak istenmektedir. Alternatif hukuk yaratma çabaları milli hukukları devre dışı bırakırken, piyasa odaklı küreselleşmenin üç kurumu olarak tahkim, ombudsman ve arabuluculuk öne çıkarılarak emperyal hukuka geçiş gözlerden kaçırılmak istenmektedir. Milli hukuk, uyuşmazlıkları anayasa ve yasalar doğrultusunda ulusal çıkarlara uygun bir çizgide çözüme bağlarken, alternatif hukuk uygulamaları milli hukukların ötesinde piyasa merkezli küresel hukuku emperyal bir doğrultuda dıştan güdümlü olarak devreye sokmaktadır. Bu aşamada uyuşmazlığa sürüklenen taraflar arasında değil ama ulus devletler ile küresel şirketler arasında ciddi bir arabuluculuk uygulamasına gereksinme vardır.”

Ve bağlarken Sn. Prof. Çeçen şu husulara dikkat çekiyor :

  • “Şimdiye kadar milli hukuku ortadan kaldıran yerine piyasa odaklı emperyal hukuku getiren düzenlemelerin arkasındaki sömürgeci zihniyet artık iyice anlaşılmıştır. Bu yüzden bütün dünya devletlerinde küresel sermayeye karşı tepkiler ve karşı koyma hareketleri yükselmektedir. Önümüzdeki dönemde halk kitleleri kazanılmış haklarını koruyabilmek üzere öne çıkacak,
    ulus devletler de ellerinden alınmış olan ekonomilerini yeniden ele geçirerek ülkelerinin ulusal çıkarları doğrultusunda yeniden milli hukuku geçerli kılabilmek üzere harekete geçeceklerdir. 
  • Aksi takdirde büyük yıkımlar ve iflaslar gündeme gelebilir ve
    dünya sistemi çökebilir. 
  • Milli hukukun yeniden uygulanmasıyla çöküşler önlenebilecek ve emperyalizm sona erecektir.”

Tüm önemli metni okumak için erişkeyi (linki) tıklamalısınız..

Milli_Hukuktan_Emperyal_Hukuka

Sevgi ve saygı ile.
27.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

Teğmen Çelebi’nin “Sehven” Soruşturmasında Takipsizlik!

Dostlar,

portresiTeğmen M. Ali Çelebi, Ergenekon tertibi kapsamında tutuklu yargılanırken, 08.04.2011 günü yaptığı savunmada,

  • Telefonuma “SEHVEN” Hizbut Tahrir sempatizanlarının numaraları yüklendi, belgeli…

tümcesini kurmuştu. Mahkemede polis komplosunu apaçık kanıtlamıştı.

Teğmen Çelebi, 18 Eylül 2008’de tutuklanmıştı ve ilk savunmasını yapma sırası
2,5 yıl tutuklu kaldıktan sonra gelebilmişti! Bu savunma metnini şu erişkeyi tıklayarak okuyabilirsiniz : Mehmet_Ali_Celebi’nin_savunmasi_8.4.11.

Salıverilmesi ise 20 Mayıs 2011’de, 2 yıl 8 ay sonra olanaklı olmuştu.

Teğmen M. Ali Çelebi, hüküm almadan, polisin alet edildiği bir komplo ile
2 yıl 8 ay hapis yattı.

Şimdi ise, 1 dakika gibi bir sürede 140 dolayında Hizbut Tahrir sempatizanının numaralarını cep telefonuna yükleyen polisler hk. adli işlem sürüyor.

Bu polisler suçlarını itiraf ederek “sehven” (yanlışlıkla) oldu.. demişlerdi.

Gözaltına alınan Teğmen M.A. Çelebi’nin polis emanetinde alıkonulan cep telefonuna, polisler “sehven” 1 dakika gibi bir sürede 140 dolayında Hizbut Tahrir sempatizanının numaralarını yüklemişlerdi. Can ve mal güvenliği kime emanet??

Şimdi bu polisler hakkında savcılık takipsizlik kararı verdi ve dosya kapanacak.
“Sehven” de olsa (!) bu eylemin (komplonun!) bir bedeli olmayacak!?

Oysa Teğmen M. A. Çelebi 32 ay suçsuz biçimde hapis yattı..

Bu adalet perisi nerelere kaçtı / kaçırıldı?
Devr-i AKP’de Türkiye sınırlarını terk mi etti, Atlantik ötesine mi sığındı,
tutsak mı alındı?

Polisin eylemi görevi ihmal derecesinde hafif asla değil.
Görevi kötüye kullanma bile hafif kalıyor.
Polislerin Teğmen M. A. Çelebi’ye yaptıkları; resmen,
komplo kurarak iftira atmalarıdır.

Bu suçun ağır karşılığı Türk Ceza Yasasında tanımlıdır (Md. 267).
Şimdi bu alçakça tertip örtbas ediliyor.
Hem de Cumhuriyetin bir savcısı tarafından.
Bir Cumhuriyet Savcısı, bir T.C. Yurttaşının, TSK’nin genç bir kara pilot teğmeninin başına örülmek istenen çoraba, haydi suça ortaklık demeyelim, en hafif deyimi ile kayıtsız kalıyor!

Bu davranışın da, kadim Türk Ceza Yasasında bir karşılığı olmak gerekir herhalde.

Acaba yetkili başsavcı vekili bu mütalaayı ilgili savcıya iade eder mi?

Bekleyip göreceğiz..
Ve Teğmen M. A. Çelebi, yüksek zekasıyla bu hukuk bulmacasını da
çözmesini bilecektir.

Ülkemizde tuz bile kokuyor artık.. hem de epey zamandır..

Başbakan RT Erdoğan ise “ileri demokrasi” teraneleri anlatıyor,
Şeyh Edebali‘den alıntılar yaparak insanı yücelten sözlerini aktarıyor.
7-8 yüzyıl geriye gönderme yapıyor (referans veriyor). Oysa AİHS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi; 4 Kasım 1950 ve güncellenmesi 9 Mart 2013) ve
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB, 10 Aralık 1948) çok daha somut, nesnel,
yeni ve evrensel.. Ve de iyi kötü 1982 Anayasamız.. Hukuk devleti Türkiye, Anayasasına göre anılan 2 uluslararası hukuk metnine taraf, kendisini bağlıyor
(Anayasa md. 90). Ama Başbakan RT Erdoğan ne bu metinlere gönderme yapıyor
ne de apaçık hukuksuzluktan rahatsız oluyor!?

Niçin acaba??

1 milyar dolar serveti olduğunu savlayan Doğu Perinçek’in iftira attığını söylüyor ve “Ergenekon’dan içerde!” diyor sadistik bir söylemle. “Kanıtlayın İsviçre bankalarındaki hesaplarımı..” diyor.. Oysa bal gibi biliyor ki İsviçre yasaları bu konuda çok katı ve bu yüzden illegal hesaplar o ülke bankalarında. Bunun tek bir yolu var, kendisi İsviçre hükümetine resmen başvurarak adına açılmış tüm hesapların tüm dökümlerini örn.
en az 10 yıl geriye dönük olmak üzere açıklanmasına yetki verecek.

Soylu milletimiz ve muhalefetimiz, AKP’nin dini bütün 326 milletvekili,
16 milyon seçmeni, özgür basınımız.. bu soruyu soramıyor..

Soranı cin çarpıyor..

Teğmen M. Ali Çelebi, 08.04.2011 günü yaptığı savunmasını şöyle bağlamıştı :

  • “Bizler Türk subayları olarak bize emanet edilen devrimleri ve bağımsızlığı Silivri’de kaybetmeyeceğimizi tüm dünyaya göstereceğiz!
  • Burada Silivri Ateş Hattının şeref kürsüsünden büyük milletimi,
    değerli komutanlarımı ve silah arkadaşlarımı Mustafa Kemal’in en yüce,
    en yenilmez duygularıyla selamlıyorum.”

Keşke hepsi bir masal olsa..

Masallar korkuya bağışıktır..

Keşke korkular da birer masal olsa..

Sevgi ve saygı ile.
27.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================

Teğmen M.A. Çelebi’nin “Sehven” Soruşturmasında Takipsizlik!

Ergenekon sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi‘nin cep telefonuna emniyette ‘sehven’ yükleme yapıldığı iddiasına ilişkin yürütülen soruşturmada polislere takipsizlik verildi.

Vatan Gazetesi’nden Çağdaş Ulus’un haberine göre, iki yıl süren soruşturma kapsamında 5 savcının değiştiği “Sehven” soruşturmasında polislere takipsizlik kararı verildi.

SAVCILAR BİRBİRİNE DÜŞTÜ

Ergenekon davasının tutuksuz sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi‘nin cep telefonuna İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde ‘sehven’ yükleme yapıldığı iddiasına ilişkin yürütülen soruşturmada memur suçlarına bakan savcı ile başsavcı vekili anlaşmazlığa düştü. Ergenekonun sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin cep telefonuna emniyette ‘sehven’ yükleme yapıldığı iddiasına ilişkin yürütülen soruşturmada savcı, “polis görevi kötüye kullandı” dedi ve 3 yıla kadar hapis istedi. İddianamenin onay için gönderildiği Başsavcı vekili ise, ‘kötüye kullanma’ değil, ‘görevi ihmal’ var diyerek “2 yıla kadar hapis istemli yargılanmalı” görüşünü savundu. İddianame soruşturma savcısına iade edildi.

SAVCI: GÖREV KÖTÜYE KULLANILDI

Savcı Atıcı, Çelebi’nin telefon döküm işlemlerini yapan görevli şüpheli bir polis memuru hakkında ‘görevi kötüye kullanma’ suçundan iddianame düzenlendi. İddianamede polis memurunun 1 yıldan 3 yıla kadar hapisle cezalandırılması istenildi. Savcı, diğer 5 polis memuru hakkında da dava açmaya gerek görmeyerek takipsizlik kararı verdi.
Hazırlanan iddianame, memur suçlarından sorumlu İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekiline gönderildi.

BAŞSAVCI VEKİLİ: GÖREVİ İHMAL

Ancak başsavcı vekili, iddianameyi savcıya iade etti. Başsavcılık, iade kararında polis memuru hakkında 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası öngören ‘görevi kötüye kullanma’ suçlamasından değil, 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezasını öngören ‘görevi ihmal suçlaması’ ile iddianame hazırlanması gerektiğini belirtti. Ayrıca başsavcı vekili, soruşturma dosyasında bazı eksikliklerin olduğunu ve bu eksikliklerin de giderilmesi gerektiğini belirtti. İddianamenin iade edildiği savcı Atıcı, yeniden dosyayı incelemeye aldı.

O POLİSLERE TAKİPSİZLİK

Savcılık soruşturması sonunda verilen kararda polis memurlarının görevi kötüye kullanmadığını belirten savcılık makamı, olayla ilgili takipsizlik kararı vererek polisleri akladı. Adı geçen şüphelilerin görevi kötüye kullandıklarına dair delil bulunmadığını belirten savcılık, şüpheliler hakkında,’kamu adına ek kovuşturmaya yer olmadığına’ kanaat getirdi. (Odatv.com, 25.6.2013)

O Müezzin Konuştu: Din Adamıyım Yalan Söyleyemem


Dostlar,

Egemenler sıkışınca yalanda da sınır tanımıyorlar.
Kitle – toplum psikolojisinin (sosyal psikoloji) inceliklerini kötüye kullanarak,
kitlelerin değer verdiği mitloslar üzerinden duygu ve inanç sömürüsü yüklü
gerçek dışı anlatımlarda bulunabiliyorlar..

Yeri geliyor “komünistler camiyi bombalıyor” (!)

Yeri geliyor “komünistler Reichstag“ı (Alman parlamento binası) yakıyor.. (!)

Yeri geliyor, TSK kendi uçağını düşürerek kargaşa çıkarmayı tasarlıyor (!)

Kitleleri en nazik yerlerinden vurarak algılarını yönlendirmek..
Sürü psikolojisi mantığı ile..

  • “Malzeme” gene eğitimisiz – az eğitimli yığınlar.

İyi eğitilmiş, her duyduğuna – gördüğüne hemen inanmadan aklın süzgecinden geçiren, eleştirel akıllı insanların çoğunlukta olduğu yerlerde siyasetçiler bu tür yalanları söyleyemiyorlar..

Belki bunun da payı vardır;

– Türkiye’de ailelerin en az 3-4 çocuk yapmalarını istemenin.
Kalabalık, niteliksiz bir sürü toplum yaratmak istemenin..

Bir yandan da polisi sayıca (ve donanımca) artırırken, buna karşılık sıra Ordu’ya gelince ateş gücü yüksek, sayısı azaltılmış profesyonel – Ordu’yu (!), paralı askerliği  dayatanlar..

Bunca çelişki önce sahiplerini uyarmak gerekirken, tersine bir paralizi (felç) gelişiyor
ve bakar kör (mental konfüzyon) durumuna geliyorlar.. Topluma gelince :

İnsan idraki sonsuza dek teslim alınabilir mi?
Belki bir süre..
Sonra?

“Camide içki içtiler..” dahil, seri yalanlar günışığına çıkar yalancının mumunun
yatsıya dek yanması gibi…

AB Büyükelçileri ilgili Bakanı (Egemen Bağış) yalanlarlar izletilen video üzerine…
Aradan 10 gün gibi zaman geçer, hala varolduğunu savladığınız kamera kayıtlarını toplumun önüne koyamazsınız.. Montajı da gözünüz kesmez bereket..

Her tarafa saldırırsınız..
Aile planlamasına, kürtaja, çocuk sayısına, sezeryana, yatak odasına dalarsınız insanların..

Hekimlere de.. Bir iğne bile yapmayı bilmediklerini söylersiniz, sonra doğum kontrol yöntemleri ve sezeryanla toplumu kısırlaştırdıklarını bile ileri sürecek ölçüde kendinizden geçersiniz; gündem oyunları adına..

Derken bir namuslu din adamı çıkar, iskambilden şatolarınız göçer..

Böyle böyle de “gidersiniz”…

Teşekkürler Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi Müezzini
Fuat Yıldırım din kardeşimiz ve de atma Recep, seninle de din kardeşiyiz..

Sevgi ve saygı ile.
27.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

O Müezzin Konuştu: Din Adamıyım Yalan Söyleyemem

Başbakan Erdoğan‘ın dilinden düşürmediği “camide içki içildi” yalanına açıklamalarda bulunan Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi Müezzini
Fuat Yıldırım,

  • “Ben camide içki içen görmedim, din adamıyım yalan söyleyemem.” dedi.

AKP polisinin vahşi saldırıları sonucunda ağır şekilde yaralanan birçok yurttaş Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi’ne sığınıp burada tedavi görmüştü.

Halkın üzerine polislerini saldırtan ve binlerce kişinin yaralanmasına neden olan Başbakan Erdoğan‘ın “camide içki içildi” yalanına müezzinden bir yanıt daha geldi.
Daha önce içki içilmediğini söylediği için tatile gönderilen müezzin, Yurt gazetesinden Caner Taşpınar’a açıklamalarda bulundu.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde 6 saat ifade veren Müezzin Yıldırım,
ifadesinde din adamı olduğunu ve bu nedenle yalan söyleyemeceğini belirtti.

Müezzin,

  • “Ben cami içerisinde içki içen ya da elinde içki şişesi olan birini görmedim. Görmediğim şeyi söylemem. Belki de içen olmuştur. Onu da bilemem.
    Ben sadece cami dışında camın önünde bira şişesine benzer bir şişe gördüm. Ama içeride görmedim.”

diye konuştu. Biber gazından etkilenenlere cami içinde ilk yardım uygulandığını söyleyen Yıldırım, polis ile eylemciler arasında iletişim sağladığını ifade etti.

Soruşturmayla ilgili olarak camide yer alan bütün kamera kayıtları toplandı.
Polisler, kamera görüntülerini incelemeye aldı. Başbakan Erdoğan’ın yaptığı mitinglerde bu iddialardan bahsetmesi üzerine İstanbul Müftülüğü de bir inceleme başlatmıştı. İnceleme kapsamında Beyoğlu İlçe Müftüsü Recai Albayrak da camiye gelerek müezzin Fuat Yıldırım’ın bilgisine başvurmuştu. Müftü Albayrak,
“Şu anda bilgi veremem. Görevli bizim görevlimiz, kendisinden bilgi aldık.”
diye konuşmuştu.
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/o-muezzin-konustu-din-adamiyim-yalan-soyleyemem-haberi-75336http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/o-muezzin-konustu-din-adamiyim-yalan-soyleyemem-haberi-75336(26.6.13)