Günlük arşivler: 26 Haziran 2013

KADINLARIMIZA VE HALKIMIZA SESLENİŞİMİZDİR


Dostlar
,

Özellikle son günlerde giderek dozu artırılan, bilimsel hiçbir gerçeğe dayalı olmadığı gibi hem Kadın hem de Hekim haklarının çiğnemi (ihlali) derecesine tırmandırılan kimi üst düzey politikacıların “politik” söylemlerine karşı, Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği‘nin gazete ilanı olarak kamuoyuna duyurmak zorunda kaldığı uyarıcı açıklamayı paylaşmak istiyoruz..

Meslektaşlarımıza teşekkür ederiz.
İnsanları kısırlaştıran hekimler değil!Zaten böyle bir işlem 2827 sayılı yasa (1983) kapsamında son derece sıkı kurallara bağlı. Çiftlerin yazılı özgür istemleri ile olabiliyor.. Kadınlarda tüplerin bağlanması
(Tüp ligasyonu) erkeklerde ise sperm kordonlarının bağlanması (Vazektomi) ile yapılabiliyor.
İnsanları asıl kısırlaştıran çevresel toksisite!Çevreci olduğunu savlayan Başbakan RT Erdoğan‘ın önce temel düzeyde gerçekleri öğrenmesi gerek. Son 40 yılda, 1 cc (ml) menide (ejakülat) bulunan normal canlı sperm hücresi sayısı 100-120 milyon standardından 15-20 milyon standardına çekildi!

Tek açıklaması çevresel toksisite..

Siz buna aşırı nüfus artışına doğanın savunma refleksi de diyebilirsiniz.

Bir “Besmele” niz ile sorunu çözebilir misiniz bilinmez ama;
Dilovası’nda bebeklerin ilk kakasında (mekonyum) ile annelerin ilk sütlerinde (kolostrum) bile ağır metaller var! Kaynak gene çevre..
Gıda güvenliği hak getire.. Tarım Bakanlığı afişe etmekle övünüyor.
Asıl yapılması gereken önleme.. Etkilyici denetim..
Bu konuda bu sitede epey yazı yazdık..
Ankara suyuna ikide bir ağır metallar karışıyor (Arsenik vb.)
Bu konuda da bu sitede birkaçyazı var..
Bu yüzden, “yardımla üreme merkezleri” pıtrak gibi çoğaldı, gökten zembille inmedi.
  • Bu gidişle 2-3 onyıl sonra hiçbir doğum kontrol yöntemine gerek kalmayabileceği gibi; yardımsız üremek de olanaklı olamayacak gibi görünüyor..
Hiç unujtmayalım, Büyük ATATÜRK ne demişti?
* Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir, tekniktir..
Açıklamayı biz de bütünüyle paylaşmaktayız.

Sevgi ve saygı ile.
26.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=========================================

KADINLARIMIZA VE HALKIMIZA SESLENİŞİMİZDİR

Sayın Başbakan, 18.06.2013 tarihinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından düzenlenen ‘Aile Olmak’ Projesi’nin tanıtım töreninde, kürtaj ve sezaryenle
“adeta cinayet işlendiğini” ve bilinçli olarak yıllarca “kadınların bu yollarla ve
doğum kontrol yöntemleri ile kısırlaştırıldığını” belirtmiştir. Türkiye’nin konu ile ilgili uzmanlık dernekleri olarak aşağıdaki bilimsel açıklamaları yapmamız ve
kamuoyunu aydınlatmamız gerekmiştir:

1- Sezaryen ile  doğum, annenin ve bebeğinin hayatını kurtaran,
bebeğin cerrahi olarak doğurtulmasıdır; asla “kısırlaştırma” yöntemi değildir.

2- Kadınlarda kullanılan kısırlaştırma yöntemleri, tüplerin bağlanmasıdır.
Kadının ve eşinin mutlak istegine dayanarak ve onayları alınarak yapılabilmektedir.

3- Sezaryen ile 2’den çok doğum yapılamaz diye bir bilimsel kural yoktur.
Nitekim ülkemizde ve dünyada halen birçok kadın, çok sayıda sezaryen olabilmektedir.

4- Doğum kontrol yöntemleri topluma amaçları doğrultusunda iyi anlatıldığında ve sunulduğunda, istenmeyen gebeliklerin kürtaj  ile sonlandırılma gereksinimini ortadan kaldırmaktadır ve nitekim ülkemizde son 30 yılda kürtaj yaptırma oranı 3 kat azalmıştır.

5- Sezaryene ulaşımın zor, kürtajın yasak olduğu ülkelerde bu nedenlerle her 8 dakikada bir kadın ölmektedir. Ülkemizde Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanlarının
özverili çabaları ile anne ölüm hızı son 30 yılda altı kat azalmıştır.

6- Son on yılda tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sezaryen oranları yükselmiştir. Ülkemizde durumun böyle olmasında ana etmenlerin, uygulanan sağlık politikaları
ve hekimin hastası ile yasal sorunlar yaşama korkusunun olduğu  unutulmamalıdır.

7- Türkiye’de anne ve bebek ölüm oranları önemli bir ölçüde azaltılmıştır.
Bu başarının en önemli nedeni ülkemizin dört bir yanındaki özverili, fedakar  meslektaşlarımızın, gece gündüz demeden canla başla çalışarak kadınlarımıza
dünya standartlarında sunduğu sağlık hizmetidir.

8- Türk hekimlerini, haksız ve rencide edici bir şekilde, “hastalarımızın haberi olmadan onları kısırlaştıran bilinmez bir gücün piyonları” gibi sunmak,
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanlarını üzmüş ve derinden yaralamıştır.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanları kürtaj ve sezaryen konusunda bilim ve
yasalara uygun şekilde hareketle meslek ve görevlerini yerine getirmişlerdir.
Yasalara uydukları için hekimlerin suçlanması hukuken kabul edilemez bir durumdur.

9- Kadın Hastalıkları ve Doğum alanındaki ulusal uzmanlık derneğimiz ve
yan dal derneklerimiz olarak, hekime şiddet dahil tüm olumsuz koşullara rağmen,
bu mesleği seçmemizdeki ana etken olan İNSAN SEVGİMİZ ve İNSANA YARDIM ETME ARZUMUZ ile şevkimiz kırılmadan, yorulmadan halkımıza hizmete devam edeceğimizi, değerli Halkımızın ve Kadınlarımızın takdirine saygılarımızla sunarız.

TÜRK JİNEKOLOJİ VE OBSTETRİK DERNEĞİ

Jinekolojik Endoskopi Derneği
Perinatoloji Uzmanları Derneği
Servikal Patolojiler ve Kolposkopi Derneği
Türk Jinekolojik Onkoloji Derneği
Türk Perinatoloji Derneği
Türk Ürojinekoloji ve Pelvik Rekonstrüktif Cerrahi Derneği
Türkiye Maternal-Fetal Tıp ve Perinatoloji Derneği
Üreme Sağlığı ve İnfertilite Derneği
Üreme Tıbbı Derneği

Alevi Sünni çatışması yalan : Ortada olan Alevilere yönelik faşist saldırılar ve katliamlar vardır!


Dostlar,

Aşağıda, dostumuz – kardeşimiz Necdet Saraç‘ın tarihsel değerde bir yazısı var..
Özenle okunmalı ve arşivlenmeli.;
Türkiye’de oynanan oyunlar gerçekten büyük çaplı.
Çünkü lokma da çok büyük emperyalistler ve yerli uşakları açısından.
Bu bakımdan, ülkemizde etnik ve / veya inanç temelinde ayrıştırma ve çatıştırmalar en etkili silahlar.

Bu oyuna gelmemek için çooooooooooooooooook dikkatli olmak gerekiyor.

Alevi – Sünni tüm yurtsever – ulussever aydınlar ve halkımız, söz ve davranışların arkasında saklanan kısa- orta – uzun erimli hedefleri sorgulamalı ve hata yapmamalı.

  • İnsanlık hala bebeklik döneminde..
  • Birbirinin inancı ile, etnisitesi ile uğraşarak kanlı çatışmalar çıkarmaktan
    yarar umabilmekte. Bu denli irrasyonel, ilkel, arkaik.. Hala!
  • Ne hazin bir tablo..

Bu bakımdan gerçek aydınlara topluma özveri ile, sabır ile önderlik etmek düşüyor.

Sayın Necdet Saraç da bunu yapıyor..

Teşekkür boçluyuz..

 

Sevgi ve saygı ile.
26.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Alevi Sünni çatışması yalan!
Ortada olan Alevilere yönelik faşist saldırılar ve katliamlar vardır!

Alevi Sünni çatışması yalanı!

Başbakan Erdoğan Kayseri’de ve Erzurum’da

  • “Bir süredir Türkiye’de çok çirkin tahriklerle, çok çirkin provokasyonlarla
    Alevi kardeşlerimiz üzerinde çok tehlikeli bir oyun oynanmak isteniyor.
    Bu çirkin tahrikte CHP, ne yazık ki başrolde bulunuyor.
    Bu çirkin tahrikte Türkiye dışından odaklar da rol alıyorlar.” dedi.

Arkasından Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek TRT Haber’de gözyaşları içinde “Türkiye’de Alevi – Sünni çatışması çıkarmak istiyorlar.” dedi.

Bu söylemlere paralel AKP kurmayları ve medyası harekete geçti.

“Yeni Alevi Açılımı”nın yolda olduğunu yazmaya, Taksim Gezi eylemlerinin arkasında, Alevilere “büyük paralar” veren Alman devleti olduğunu yazmaya
ve konuşmaya başladılar.

Önce bir büyük yalana dönüşmüş ezberi bozalım :

Hadi çok geçmişe gitmiyorum, son 50 yıl içinde bu topraklarda bir tek Alevi-Sünni çatışması yaşanmamıştır.

– 1966’da Ortaca’da,
– 1969’da Elbistan’da,
– 1971’de Kırıkhan’da,
-1978’de Malatya’da, Sivas’ta ve Maraş’ta,
– 1980’de Çorum’da,
-1993’te Madımak’ta,
-1995’te İstanbul Gazi’de

yaşanan saldırılar ve katliamların tamamı, siyasi iktidarlarının ve “derin devletin” kontrolünde doğrudan Alevilere karşı yapılmıştır.
Gazi hariç, hepsi de bir Cuma günü
  • “Aleviler camiyi yaktılar; dinimize küfür ettiler; din elden gidiyor.”
diye başlatılmış ve devletin kontrolünde Sünni vatandaşlar Alevilere saldırtılmıştır.
Yani Alevilerin Sünnilere saldırdığı ve Alevi-Sünni çatışmasının yaşandığı bir tek örnek yoktur! Yani ortada Alevi-Sünni çatışması yoktur.
  • Ortada olan Alevilere yönelik faşist saldırılar ve katliamlar vardır!

***

Bu gerçek AKP ve onun Genel Başkanı Erdoğan tarafından bilinse de, O kendi hesapları için sahte bir çatışma havası yaratmaktadır.

Tahrik eden, kışkırtan, mezhep çatışması yaratmaya çalışan kendileri…
Sanki daha dün miting meydanlarında CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu
Alevi kimliğinden dolayı yuhalatan Başbakan, bugün Kılıçdaroğlu’nun “Alevi-Sünni çatışmasını kışkırttığı” yalanını rahatça söyleyebiliyor.
  • “Alevilerin kestikleri yenmez,
  • Evlerinin önünden geçilmez,
  • Bunlar zındıktır ve katledilmeleri de caizdir.”
fetvaları veren Müftü Hamza’yı, Ebussud Efendi’yi,
İdris-i Bitlisi’yi öven kendisi ama, sanki bu övgüleri başkası yapmış gibi davranıyor.
Yine, mezhep ayrımcılığından söz edip, Reyhanlı’da
“53 Sünni vatandaşımızı kaybettik” diyen sanki kendisi değil. Örnek çok.

Sultanbeyli’de Alevilerin yaşadığı mahallenin ya da Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin adını Yavuz Sultan Selim olarak değiştiren kim?

Üçüncü köprüye inadına Yavuz ismini veren kim?
Örnek çok ama bunlarda da yalan çok!
Öyle ki, diyelim ki bu yalanlar tutmadı, o zaman sıraya “dış güçler” ve özel olarak Almanya giriyor. O da mı tutmadı? O zaman daha gizemli bir hava yaratarak, “bilinmeyen bir gücün” Alevi-Sünni çatışmasını çıkartmak istediği yalanını yayıyorlar…
Açıkça yazmakta yarar var                           :
  • Bu konuda Erdoğan’ın da, Gökçek’in de söylediklerinin hepsi yalan!
Üstelik bu yalan Alevi-Sünni çatışması üzerine de oturmuyor, doğrudan Alevileri hedefe oturtuyor. Ne Erdoğan, ne de AKP kurmayları bu tezlerini doğrulayacak bir tek belgeyi asla gösteremezler. Çünkü bu konuda bırakın bir belge açıklamayı, iddialarda adı geçen kişi ve kurumların bu konuda çağrışım bile yapacakları bir tek açıklamaları mevcut değil!

AKP şimdi bu yalanlarına yeni yalanlar eklemeye hazırlanıyor:

En son Bekir Bozdağ’ın açıklamalarında da olduğu gibi Cemevlerini ibadethane olarak görmeyen, bunu her fırsatta reddeden AKP şimdi, doğrudan veya Fettullah Gülen üzerinden Alevi-Sünni çatışmasını engellemek bahanesinin arkasına sığınarak “Cami Cemevi bir arada projesini” empoze ediyor. Alevi toplumunda hiçbir karşılığı olmayan birçok derneği ve kişiyi de yalancı tanık gösteriyorlar.

AKP’nin “Alevi politikalarını destekliyor” gösterilen ve Bugün, Star, Yeniş Şafak ve Zaman gibi gazetelerde ve bunların muadili televizyonlarda “Alevi camiasının önde gelen isimleri” ise tam anlamıyla palavra isimler…

“Hocaefendi’nin ifadeleri müsbettir ve biz kendilerine böyle bir açıklama yaptığı için çok teşekkür ediyoruz” diyen

Anadolu Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Av. Cengiz Hortoğlu da,
Hacı Bektaş-ı Veli Kültür ve Tanıtma Derneği Genel Başkanı Dinçer Türkmen de,
Alevi Dernekleri Konfederasyonu Kurucu Başkanı Av. Metin Tarhan da

kağıt üzerindeki dernek, federasyon ve konfederasyonların başkanlarıdır.

Bunların hiçbiri Alevilerin yaptığı yürüyüş ve mitinglerde yer almamıştır.

Hiçbiri bugüne kadar ne Sivas’ta, ne de Gezi direnişleri içinde yer almıştır!

Bunların Alevi toplumunda hiçbir karşılıkları yoktur.
Gerçek bu!

İnanmayan, kendisine en yakın herhangi bir cemevine gidip sorabilir!

Mitingler Tayyip Bey ve PKK

Mitingler Tayyip Bey ve PKK

Baş­ba­kan Tay­yip Bey, mi­ting üs­tü­ne mi­ting ya­pıp du­ru­yor.

Ne­re­den çık­tı bu mi­ting­ler?

“Kor­ku dağ­la­rı bek­li­yor!” der­ler ya… Tay­yip Be­y’­inki de o he­sap…

Tak­sim Ge­zi Par­kı di­re­ni­şi O’nu bir hay­li ür­küt­müş ola­cak ki,
her mi­ting­de ne ka­dar güç­lü, ne ka­dar kud­ret­li ol­du­ğu­nu gös­ter­mek is­ti­yor!

“Millî ira­de­ye say­gı­” adı­nı ver­di­ği mi­ting­le­rin be­şin­ci­si­ni Er­zu­ru­m’­da ya­pan
Baş­ba­kan,

“Tür­ki­ye­’nin aya­ğı­na ta­kıl­mış te­rör pran­ga­sı­nı çe­kip atı­yo­ruz.
Bun­dan son­ra çok da­ha faz­la de­mok­ra­tik re­form yap­ma im­kânı­mız ola­cak!” de­di.

Ay­nı gün, PKK’­nın tem­sil­ci­si BDP’­nin Ge­nel Baş­kan Yar­dım­cı­sı Gül­tan Kı­şa­nak da par­ti­li genç­le­re,
  • Nor­mal­leş­me sü­re­ci­ne ge­çe­bi­lir­sek, PKK da le­gal si­ya­set ya­pa­cak.
    Çö­züm için Öca­la­n’­a de­mok­ra­tik mü­ca­de­le için­de yer aç­mak şart!” di­yor­du.

On bin­ler­ce ki­şi­nin ka­ti­li PKK’­yı, le­gal si­yasî par­ti ola­rak dü­şü­ne­bi­li­yor mu­su­nuz?

  • PKK’­lı te­rö­rist­ler, Ab­dul­lah Öca­la­n’­ın li­der­li­ğin­de Mec­li­s’­e gi­re­cek ve
    Tay­yip Be­y’­in kar­şı­sın­da­ki sı­ra­la­ra otu­ra­rak si­ya­set ya­pa­cak­lar, öy­le mi?

BDP Ge­nel Baş­ka­nı Se­la­hat­tin De­mir­taş baş­ta ol­mak üze­re bü­tün BDP’­li­ler,
“Bi­zim­ki­ler sö­zü­nü tut­tu, şim­di sö­zü­nü tut­ma sı­ra­sı dev­let­te!” di­yor.

  • Ha­ni, Öca­la­n’­a ve PKK’­ya hiç­bir söz ve­ril­me­miş­ti? Ne ol­du?

Baş­ba­kan, Er­zu­ru­m’­da “Te­rör pran­ga­sı­nı sö­küp atı­yo­ruz. Bun­dan son­ra çok da­ha
faz­la de­mok­ra­tik re­form yap­ma im­kânı­mız ola­ca­k.”
der­ken,

“Kan­lı PKK”­nın Mec­li­s’­e gir­me­si­ni mi kas­te­di­yor­du?Tokmak, SÖZCÜ 25.06.2013

Açıkla Başbakan

Açıkla Başbakan

ÜLKEDE bir polis terörü esiyor.

Başbakan Erdoğan’ın;
“Benim polisim görevini yaptı”,
“Dünyanın her yerinde yapılıyor, gaz atmak polisin görevi” ya da
“Ben polisimi ezdirmem”..
gibi sözlerinden sonra polis şiddeti görülmemiş ölçüde artı.

Erdoğan’ın bu tutumundan sonra polislerin göstericilere,

  • “Allah Allah” diye bağırarak veya
  • “Ya Allah Bismillah, Allahuekber” şeklinde slogan atarak saldırdığı görülüyor.
  • Emniyet; hızla Cumhuriyetin polisi olmaktan çıkıyor ve
    belli bir siyasal grubun milis gücüne dönüşüyor.

Başbakan Erdoğan dün Polis Akademisi’nde yaptığı konuşmada da
polis terörünü insanın kanını donduracak bir ayrımcılık ve kışkırtıcılıkla savundu.

Bir süredir bazı Taksim ve Beyoğlu kafelerine giren hırpani kıyafetli sivil polisler “Emniyetteniz” diyerek ortalığı dağıtıyor.

Taksim’deki Makine Mühendisleri Odası’na kapıları kırarak giren polis,
yaralılar için kurulan ve gönüllü hekimlerin hizmet verdiği reviri yıkıyor.

Ankara’da üç haftadır ortalığı savaş alanına çeviriyor.

Erdoğan’ın savunduğu tablo budur.

Üstelik başına nişan alınarak öldürülen Ethem Sarısülük cinayeti ortadayken,
“Polis kendisine kurşun sıkana su sıkıyor” diye yine yalan söylüyor.

Buradan çağrı yapıyoruz :

  • Tayyip Bey, hemen açıklayın kim ya da kimler, nerede polise ateş etti?
    Yaralı polisin ismi nedir?

Kentlerin her köşesi kameralarla dolu olduğu halde, neden tek kare görüntü yok?

  • Unutmayın, copla insanları belki bir süre dövdürebilirsiniz,
    ama copların üzerine iktidar kuramazsınız.

Yurt’un Sesi 25.06.2013

http://www.yurtgazetesi.com.tr/yurtun-sesi/basyaziacikla-basbakan-h37278.htmlhttp://www.yurtgazetesi.com.tr/yurtun-sesi/basyaziacikla-basbakan-h37278.html

2011’de Harekete Geçen 3,7 Milyon Oy !


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan‘ın seçimler ve seçim hileleri hakkındaki “KRİTİK” önem taşıyan yazısını özenle okuyalım, okutalım..

Gelecek seçimler için olağanüstü dikkatli olalım ve benzer hataları asla yapmayalım..
Teşekkürler Sayın Ercan, yerinde saptamalarınız ve uyarılarınız için.
Bizim de 2011 seçimleri için bu sitede çok kapsamlı bir irdelememiz yer almıştı :


Sevgi ve saygı ile.
26.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

2011’de Harekete Geçen 3.7 Milyon Oy !

ali ercan

Şimdiye dek 1. sıradaki partiye büyük avantaj tanıyan d’Hondt sistemi nedeniyle, ayrıca herhangi bir hileye gerek kalmadan, %10-%20 arası fazladan milletvekili bahşedildiği için elektronik yollardan oyların çalındığı yönündeki iddialara pek yandaş olmamıştım.

Ancak bu kez, göze çarpan anomali “seçime katılım oranı”dır. Şimdiye kadarki seçimlerde ortalama %76 olan katılım oranı bu seçimde birden bire %83’e fırlamıştır… (YSK seçmen sayısını 53,2 milyon yerine 52,5 milyon aldığı için katılımı %85 olarak veriyor..) Seçime katılım oranında ~ %7’lik ani artış yaklaşık 3,7 milyon “ek” seçmen oyu demektir ve bu rekor katılımın açıklaması gerçekten zordur. 9 yıllık bir iktidar döneminden sonra oylarını %31 artıran bir parti dünya demokrasi tarihinde görülmedi.

“Muhtemel bir CHP + MHP koalisyon iktidarından korkan pasif seçmenlerin tepkisi” şeklindeki bir açıklamak da kuşkularımızı gidermekte yetersiz kalıyor. 3,7 milyon ek oy AKP hesabına “bir şekilde” girdi ise o zaman bu rekor sonuç anlaşılır. Komplo teorilerine karşı her zaman çok temkinliyim; buna karşın bu kez “acaba?” demekten kendimi alamadım. AKP oylarından, dolayısıyla toplam geçerli oylardan bu “acaba?” lı oyları çıkardığımızda “makul” sonuç şöyle oluşacaktı ki; bütün anketlerin ortalaması da
kabaca bu rakamları gösteriyordu zaten:

secsis1

• AKP…… %48 290 mv
• CHP…… %30 150 mv
• MHP…….%15 75 mv
• BDP……..% 7 35 mv

AKP Meclis’te yine de salt çoğunluğu sağlayacak ve tek Parti Hükümetini kurabilecekti; ama BDP ile birlikte de olsa, 2/3 çoğunluk rakamı 367’den 42 eksik olacaktı.
Oysa şimdi yalnızca 5 eksiği var.

  • Acaba kozmik odalarda birileri fren yerine yanlışlıkla gaza mı bastı??

Tabii bütün bu komplo faraziyeleri üzerine konuşmak boşuna ve çok geç.
Muhalefetin her bakımdan işi baştan sıkı tutması, sandıklara pür dikkat sahip çıkması gerekirdi.
***
secsis2

“Şeytan üçgeninde Demokrasi” başlıklı söyleşimde, 2002 seçiminde tüm seçmenin dörtte birinin oyunu alan bir Partinin, çarpık mantıklı seçim yasası sayesinde,
Meclis’teki sandalyaların üçte ikisini nasıl aldığını açıklamıştım..

Aşağıdaki tablo, 2011 seçim sonuçlarını yansıtıyor. AKP yine Meclis’te %60 çoğunluk elde etmiş durumda. O zaman da küçük Partilerin ve Bağımsızların seçime girmemeleri, oyların iki büyük Muhalefet Partisinde toplanması gerektiği yönünde tavsiyelerde bulunmuştuk;

secsis3

Eğer tavsiyemiz tutulsa, %10 barajı altında kalan küçük partiler ve bağımsızlar seçime katılmasalardı, yani 2 milyonun üzerindeki oylar “çöpe” gitmeseydi tablo değişecek, CHP 150, MHP 60 milletvekili çıkarabilecekti.
secsis4

Ve bunun sonucu AKP 304 milletvekilinde kalacaktı. İktidar muhalefet arasındaki fark 174’ten 130’a düşecekti. Bizim tavsiyelerimizi o zaman çok yanlış anlayanlar oldu. (maalesef bu tipler hala siyasi yorumlar yapıyor, etrafa akıl dağıtıyorlar) .

Prof. Dr. Ali Ercan
(25.6.13)

HANİ BU HALK ADAM OLMAZDI!

Dostlar,

Meslektaşımız hatta aynı dalda (Halk Sağlığı) uzman arkadaşımız
Sevgili Doç. Dr. İlker Belek’in bir makalesini paylaşmak istiyoruz.

Dr. Belek, Akdeniz Üniv. Tıp Fakültesi’nde 2. mescite karşı çıkmış, türbanla derse giren öğrenciler için tutanak düzenlemişti. Bu yüzden disiplin cezası almış, görevden uzaklaştırılması için YÖK’e dosya yollanmıştı. Bu sitede kendisine destek vermeye çabaladık..İmza kampanyalarına destek verdik..
(Örn. http://ahmetsaltik.net/yok-baskanligina-cagri/, 3.5.13)

Sevgi ve saygı ile.
26.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Hani bu halk adam olmazdı!

portresi


Doç. Dr. İlker Belek

 

 

Halkın onuru vardır. Belli etmese de yaşadıklarından biriktirir. Bir noktada taşar. Diyalektiğin kuralıdır.
Yaşadıklarımız tam bir halk hareketidir:

Olaylara işçi ve emekçi sınıfların hemen hemen bütün tabakalarının katıldığı görülüyor. Toplumun her kesiminden insanlar sokaklara çıktı. Sermayedarları hükümete tepki göstermek zorunda bırakan da budur. Eğer katılanların orta sınıf karakterinden söz edilecekse, bu hızla konum yitiren bir orta sınıftır. Sokaklardaki öğrenci yığınları ise geleceklerinin işsizler ordusunun safları olduğunun farkındalar.

Olayların içinde yer alan insan sayısı Türkiye tarihinin gördüğü en kitlesel boyuttadır. Kitleler bütün baskılara rağmen vazgeçmemişler, şiddete direnmişler ve siyasi farklılıklarına rağmen belirledikleri ortak hedeflere yönelerek bütün büyük şehirlerin meydanlarını ele geçirmişlerdir. Hedefte AKP vardır.

Eylemlere katılımın bu sınıfsal ve kitlesel niteliği ile eylemlerin radikal tarzı yaşananları halk hareketi olarak nitelemek bakımından yeterlidir.

* * *
Hareketin içeriği kimilerinin iddia ettiği gibi çevresel konularla tanımlı değildir.
Yaşananları orta sınıfların, laik kesimlerin, AKP’nin yaşam tarzlarına yönelttiği saldırıya tepkileri olarak tanımlamak, bundan sonrasına ilişkin sınıf stratejilerinin geliştirilmesini de engelleyecek büyük bir yanılgı olur.

  • Halk, AKP’yi, AKP ne ise onu karşısına almıştır. 

AKP gericilik, piyasacılık ve işbirlikçilikle tanımlıdır
ve ayaklanma tam da bunlara karşı biriken öfkenin, yine bunlara karşı olduğunu belirten bir içerik ve tarzda ortaya konulması şeklinde yaşanmaktadır. Halk diktatörlüğe ve kendisinin onursuzlaştırılmasına karşı ayağa kalkmıştır.;

Bu en başından beri, sanatçı, aydın ve çevrecilerin Gezi Parkı’nda oturmaya başladıkları ilk andan itibaren böyleydi. Gezi Parkı’nın yerine yapılmak istenen Kışla’nın 31 Mart 1909 olaylarıyla tanımlı gerici-siyasi bir niteliği ve AVM’nin de vurgun, yağma, rant ve sömürüyle bağlantılı kapitalist bir karakteri vardı.

Uzun zamandır, AKP’nin özellikle izlediği tekleşme ve Türkiye’yi ele geçirme stratejisinin kendisini kaçınılmaz biçimde hedefe yerleştirdiğini, bunun kendisi açısından büyük riskler yarattığını belirtiyorduk.

* * *
Bu halk hareketini Türkiye tarihinde bir ilk olarak tanımlamak yanılgı olmaz.

Arkasında ordu ya da herhangi bir destekçi “yüksek” kurum yoktur. Bu anlamda özellikle Cumhuriyet Mitingleri’nden ayırmak gerekir. İşçi ve emekçi sınıflar tamamen kendilerine güvenerek, gazlandıkça güven tazeleyerek düzenin üzerine yürüdüler.

* * *
Eylemlerin kendiliğinden nitelikli olup olmadığını tartışmanın bir anlamı kalmamıştır.
Eylemleri yönlendirebilecek güçte sosyalist bir öznenin bulunmayışı kendiliğindenliğin göstergesi olarak okunabilir.

Ancak unutmayım ki, Gezi Parkı’nda başlatılan eylemin organizasyonunda yer alanlar belli bir dünya görüşüyle ve siyasi angajmanla hareket ediyorlardı.

Sonrasında kitlelere “yeter artık” dedirterek, evlerini terk etmeye zorlayan da sosyalist öznelerin sokakta her şeyi göze alarak verdikleri kahraman mücadele olmuştur.
Üstelik her halk hareketinin baskın karakteri kendiliğindenliktir. Bu özellik sosyalistlerin içinde yer almayacağı anlamına gelmez.

Bu, bundan sonra yaşayacağımız sınıf-halk hareketlerinde de böyle olacaktır. Tartışılması gereken esas şey sürecin iktidar perspektifiyle nasıl daha ileri noktalara taşınabileceğidir.

* * *
31 Mayıs-1 Haziran halk hareketi biçimsel olarak Arap Baharı olaylarına benzetilebilir. Ancak içerikleri tümüyle farklıdır.

  • Arap Baharı Arap ülkelerinin AKP’sini yaratmıştır. 

Türkiye ise AKP’ye, Amerikancı-işbirlikçi-taşeron İslam’a karşı ayaklanıyor.
Bu ayaklanma siyasal dolayımlarla gerçekleşiyor. Halk AKP’nin yaratmak istediği düzeni reddediyor.
Arap ülkelerinde sokakları ve iktidarı dinci gericilerin ele geçirme ve kitleleri manuple etme olanakları vardı.
Bizde ise bugün sokaklar gericiliğe karşı ayaktadır. Hareketin nitelikleri kaba hatlarıyla laik ve antiemperyalisttir. Bu hareketin ele geçirilmesi değil, ancak yenilgiye uğratılması söz konusu olabilir.
* * *

31 Mayıs-1 Haziran halk hareketi pek çok bakımdan tam bir kırılma noktası olmuştur.
Erdoğan’ın başkanlık planları, yeni Anayasa beklentisi yüksek olasılıkla bitmiştir.
AKP ile Cemaat arasındaki gerilimlere AKP içindeki kimi çatlakların eklendiğini,
İstanbul ve Ankara çatışmaları sırasında Erdoğan ile Kadir Topbaş ve Bülent Arınç’ın açıklamalarının farklılaşmasından anlıyoruz.

AKP karşıtı muhalefet güçlendikçe AKP’nin kitle desteği azalacaktır.

AKP’nin “barış” süreci inandırıcılığını tümüyle yitirmiştir. Bundan sonra BDP mi “barış” ısrarında bulunabilecektir ve artık Kürt “barışı” ne ifade edebilir ? Aslında Erdoğan’ın Obama’dan ayar aldıktan sonra yapması gereken, elindeki tek olanağı, “barış” sürecini kullanması iken, O alkol ve Taksim üzerinden yeni bir saldırı başlatmayı denemiş ve yenilmiştir.

BDP’nin kendi beklentileri uğruna son haftada yaşanan olaylara Parti düzeyinde sessiz kalmış olması büyük talihsizliktir.

Halk ilk kez korkuyu yenmiştir: Gaza yüzünü açan kırmızı elbiseli kadınlar, panzerin önündeki siyah elbiseli kadınlar, basınçlı suyun altında yumak olmuş erkekler,
polise “gel gel” yapan gençler…

* * *
Ancak sokaklar adına pek çok belirsizlik, kırılganlık da varlığını koruyor.
AKP bunlardan yararlanmak isteyecektir. AKP, iktidarını, şiddet ile kitleleri korkutarak, umutsuzluk yayarak yerleştirdi. Şiddet olmazsa AKP’nin kitle desteği de erir. Bu nedenle Taksim düzenlemesiyle ilgili kimi geri adımlar atacak olsa bile şiddet politikasından
geri adım atması mümkün değildir. Bu eylemlerde ön plana çıkmış siyasi yapılara yönelik bir saldırı başlatacak, AKP İslami projesinden vazgeçmeyecektir.

  • Herkese görev düşüyor.

Maddi, siyasi her tür katkının en yüksek noktaya çıkarılması ve o noktadan
asla geri düşülmemesi gereken bir dönemi yaşıyoruz.

Milli İrade

Dostlar,

Cumhuriyetimizin ağabeyi, 90+ yaştaki üstadımız Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN beyefendi, “MİLlİ İRADE” başlıklı bir makale yazarak, Başbakan RTE’nin “Bnin bakanım” diyemeyeceğini belirtiyor.

Ünlü İngiliz siyaset bilimci J. Stuart Mills’ten alıntı yapıyor..

“…Türkiye’mizde toplumsal uyanış ve despotik iktidara karşı doğan tepkiler, 
AKP iktidarının yazgısını belirleyecek ve o yazgıyı değiştirmeye kimsenin gücü yetmeyecektir.”

Diyalektik bir çıkarımla, yukarıdaki sonuca varıyor.
Bir küçük önermemiz olsun izinleriyle :

“Diyalektik” ve “yazgı” kavramları farklı kategorik jargonlara ilişkindir. İlki bilimsel ve pozitiftir; ikincisi dinsel ve soyut..

Dolayısıyla bu paragrafta “yazgı” yerine, diyalektik deterministik öngörü gereği,
“geleceği” denilebilir, denilmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
26.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Milli İrade Kavramı!

portresi

Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN 

Osmanlı devleti, “millî İrade” kavramının dışında kalmıştı.
Bu kavramı ilk kez Mustafa Kemal Paşa kullanmış ve ünlü Nutuk’ta :

  • “Efendiler, bu vaziyet karşısında bir, tek bir karar vardı. O da hakimiyeti milliyeye müstenit, bilakaydüşart yeni bir Türk Devleti tesis etmek.
    İşte daha İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun’da
    Anadolu topraklarına ayak basar basmaz tatbikine başladığımız karar,
    bu karar olmuştur.”
     demişti.

Anadolu’muz Batının emperyalist ülkeleri ordularının işgali altındayken, “Millî İrade”yi egemen kılma kararı “Teşkilatı Esasiye Kanunu”nun ilk iki maddesiyle yürürlüğe girmişti. TBMM’nin 20 Ocak 1921 günü onayladığı bu ilk Anayasa’nın 1. maddesi;

Hakimiyet bilakaydışart milletindir. İdare usulü, halkın mukadderatını (yazgısını) bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.” koşuluyla “Millî İrade”yi somut, uygulanabilir gerçekliğe kavuşturdu.

Bu ilk Anayasanın 2. maddesi de, “Milli İrade’nin Milletin yegâne ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisinde tecelli edeceğini” öngörmüştü. Aslında 29 Ekim 1923’ten iki yıl önce Cumhuriyet bu iki maddesiyle kabul ve ilan edilmiştir. Kurtuluş Savaşı kazanılmadan önce böylesi bir kararın tek yorumu vardır ve Batı’nın ABD dahil emperyalist ülkeleri bilmelidir ki, yeryüzünde hiçbir ulus, işgal altındayken kendi devletini ve onun cumhuriyetini kurabilmiş değildir. Yeryüzünde Türk Ulusu’nun dışında bunu başaran bir başka ulusun varlığından kimse söz edemez.

Bu gerçeğe göre Millî İrade ulusun kendisidir ve ulus bunun uygulanmasını özgür iradesiyle oluşturduğu TBMM eliyle sağlamaya karar verir. Bir başka deyişle Millî İrade’nin kaynağı Millet’in meclisidir. Siyasal iktidar ve de o iktidarın oluşturduğu hükümet, kendisini Millî İrade olarak tanımlayamaz. Millî İrade’nin tecelli ettiği kuruluş TBMM’dir. TBMM’nin dışında hiçbir kurum, hükümetler dahil Millî İrade’nin kendisi olamaz. Çünkü hükümetlerin tümü TBMM’nin gözetimine ve denetimine bağlıdır ve görevden alınıp alınmamasına karar verecek organ TBMM’dir. TBMM’nin dışında kalan hiçbir kamusal organ , hükümetler, TBMM’nin kararı olmayan bir yetkiyi kullanamaz. Eğer bir karar, Millî İrade’ye ters düşüyorsa, o kararın yok sayılmasını TBMM, kendisinin oluşturduğu kurumlar eliyle sağlayabilir.

Durum böyle olunca, bir başbakan’ın hükümet üyelerinden herhangi biri için “benim bakanım” deme hakkına sahip olamaz. O bakan Türkiye Cumhuriyeti Devlet’inin bakanıdır ve Başbakan’ın emrinde O’nun görevlisi değildir. R.T. Erdoğan,
Hükümet üyelerinden herhangi birisini “benim bakanım” demekle yetkisini aşmaktadır
ve kendisinde Anayasanın tanımadığı gücün var olduğu vehmine kapılmaktadır.

Fakat ne yazık ki, ”Başbakan senin memurun değilim” biçiminde kişiliğini korumak türünde erdeme ulamış bir bakanla da ülkemiz tanışamadı.

  • Millî İrade’nin görev verdiği hükümetin ulusal boyuttaki yanlışlarına, sakınca ve hatta tehlike yaratan kararlarına ulusumuzun hiçbir bireyi boyun eğmek zorunda değildir.

Öylesi hükümetin aldığı ve uygulamaya koyduğu kararları eleştirme, eleştirmek için örgütlenme hakkına sahip çıkılması da önlenemez.

Polis gücüyle önlenmesi o iktidarın faşizme kaymasının kanıtı, belgesi olarak, bir gün ulusun o iktidara el koyması sonucunu doğurur.
Tarihin diyalektiğinde bunun sayısız örnekleri gerçekleşmiştir. Türkiye’mizde de böylesi bir örnekle karşılaşılmayacağını bugün hiç kimse ileri süremez.
Bunu ancak tarihin gelişim süreci belirleyecek ve öylesi eylem, tarihin diyalektiği tarafından onaylandığı anda da gerçekleşecektir.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, tarihimizin en yakın çanlı örneğidir. Yeni ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunu Millî İrade’nin kararı olduğu içindir ki, emperyalizmin ülkemizi işgal eden orduları bile önleyemedi. Tarihin yarattığı kararı değiştirme gücü
yine tarihin elinde olduğu için.

Özetle Millî İrade; aslında ulusun tarihsel süreç içindeki gelişiminin ve gereksinmelerinin sentezinde belirginleşir ve belirginleştiği ölçüde de politik egemenliğin kaynağı olur.Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin kuruluş ve gelişim aşamalarından edindiğimiz bu olguya 1850’li yıllarda John Stuart Mill’in “Representative Government” (Temsilî Hükümet) adlı kitabında da rastlıyoruz. Örneğin şu düşünceyle Hükümet kavramını betimlemişti ünlü yapıtında:

  • “Hükümetler önceden tasarlanarak oluşturulmaz yapılandırılamazlar, fakat oluşur, gelişirler. Bizim ilgimiz evrenin diğer olayları gibi özelliklerini öğrenmek ve ona uyum sağlamaktır. Onunla ilişkimiz halkın temel siyasal kurumlarını, yaşamını ve doğasındaki organik gelişimi, yaradılışındaki özelliği ve bilinçsiz içgüdülerini, talep ve eğilimlerini ve tüm bu düşünülmüş niteliklerinin öğretisiyle onu tanırız.” (İngiizcesi dipnotta)

Şunu belirtelim ki, Stuart Mill’deki “Government” kavramı devlet’i de içermektedir.
Eğer O’nun bu görüşü gerçek ve doğru ise, Millî İrade’nin kaynağı olan halkın sahiplendiği devlet, başkalarınca planlanan bir tasarımın gerçekleşmesi biçiminde algılanamaz. Örneğin Mustafa Kemal’in zihninde beliren Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ondan önceki 150 yıllık gelişimin sonucu ve sentezidir. Eğer 150 yılın diyalektiği yaşanmış olmasaydı bir Mustafa Kemal’i annesi yine dünyaya getirir ve fakat o Mustafa Kemal, bir Atatürk olamazdı. Eğer bu düşüncem doğru ve bir gerçeğin anlatımıysa, ulusal egemenliği yaratan yine o ulusun uzun tarihsel gelişimin sonucunda vardığı
nihai menzildeki iradesidir. Eğer bu ulaştığım sonuç yine doğru ve gerçek ise,
bugün Türkiye’mizde toplumsal uyanış ve despotik iktidara karşı doğan tepkiler,
AKP iktidarının yazgısını belirleyecek ve o yazgıyı değiştirmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Tarihin diyalektiğini değiştirecek tek güç çünkü, yine tarihin kendisidir.

Saygılarımla. (25.6.13)Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen

Dip Not:
(+).John Stuart Mill, Consideration on Represantative Government, with an Introduction by Howard Penniman, p.4: “Governments cannot be constructed by premeditated design. They are not made, but grow. Our business with them, as with the other facts of the universe, is to acquaint ourselves with their natural properties and adapt ourselves to them.The fundamental political institutions of a people are considered by this school as a sort of organic growth from the nature and life of that people: a product of their habits, instincts and unconscious wants and desires, scarcely at all of their deliberate purposes.”
(İngilizce metinde kimi maddi yazım yanlışları tarafımızdan düzeltilmiştir.. A. Saltık)

Naci BEŞTEPE : ÇARŞAMBA İĞNELERİ

Dostlar,

Saygıdeğer E. Tümg. Nac Beştepe, bu hafta da yüksek zekasının ürünü ince mizahları döşemiş “Çarşamba İğneleri” nde..

Yaşasın mizah!

İstanbul’da Emniyet’ten kimi polisler nasıl yakınıyorlardı :

Efendim bize orantısız zeka uyguluyorlar ama!

Bize göre “esprilerin esprisi” kategorisinde sayılabilir bu tümce..

O yüzdendir ki, böylesi polislerin kimi şefleri de halka karşı vahşeti 2. Çanakkale Destanı sayabilecek mizah – espri (!?) anlayışı sergileyebiliyorlar.

Yetmiyor, RTE de gaza geliyor / getiriliyor, O da  “destan” edebiyatı yapıyor..
Edebiyat da kirleniyor..

Teşekkürler Sayın Beştepe..

Sevgi ve saygı ile.
26.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================

ÇARŞAMBA İĞNELERİ

Naci_Bestepe_portresi

 
E. Tümg. Naci BEŞTEPE
AYAKÇI
  RTE, “Türkiye’de ayaklar ne zamandan beri baş oldu?”
  2003’ten beri...

 
  HERBOC (Sevgili Cihangir Dumanlı’dan)
  RTE’ye pek çok üniversiteden fahri doktora unvanı verildi.
  Bilin bakalım hangi ana bilim dalında?
  HERB0COLOGY…
 
  DİNLEME ( C. Dumanlı’dan)
  İngiliz istihbaratı Mehmet ŞİMŞEK’i dinlemiş.
  Haber değeri yoktur.
  Her devlet kendi vatandaşını dinleyebilir…
  SEVİYE
  Enerji Bakanı T. YILDIZ, ” Eğitim seviyesi arttıkça AKP’nin hitap ettiği alanın daraldığını görüyoruz.
  Eğitimli insanlar da sizin seviyenizi…
 
  AK-DENİZ
  RTE, Arapçaya buladığı Türkçe’den sonra İngilizceyi de halletti.
  Dünyaya ” VAYT Sİ” isminde yeni bir isim öğretti,
  “Van minit” la kalsa iyiydi…
 
  UTANMA
  RTE, Kayseri mitinginde.”Ulusalcılara sesleniyorum, terörist başının resmini Atatürk’ün yanında nasıl izlediniz”
  Devleti ve hükumeti onun ayağına gönderen siz  değil misiniz?
  KISKANÇ
  “Bunlar yıllarca Türk’e durmak yaraşmaz dediler, ama hala duruyorlar”
  Kendi vatandaşını” ONLAR-BUNLAR” diye bölen bir başbakan,
  Ülkesinin kurucusunu ve yaptıklarını kıskanan sıradan bir adam…
 
  MİLLET
  RTE Samsun’da gürledi, “Taksimdekiler milletse buradaki ne?
  Kıl sayılamaz ki…
 
  İŞGALCİ
  RTE, direnişçiler “işgal ordusu” dedi.
  Bu durumda polislere de “soykırımcı” denmez mi?
 
  KAÇMA
  Genelkurmay, komutanları taşıyan bir helikopterimizin terörist ateşinden “kaçma manevrası” ile kurtulduğunu açıkladı.
  Kaçmadaki başarı anlaşıldı,
  PKK’ya dokunmamak için ne manevrası yapılmakta olduğu anlaşılamadı…
 
  ÖDÜL
  Direnişçilere hakaret eden güreşçi Rıza KAYAALP’e açılış töreninde Türk bayrağı taşıtıldı.
  İktidarın ödülünü aldı,
  Halkın ödülü çıkmaz ayın sonuna kaldı…
 
  DUA
  Egemen Bağış, “Başbakanımızı milyarlarca insanın duası koruyor.”
  Her geçen gün dua gereksinimi çoğalıyor…
 
  BESMELE
  RTE, direnişçiler için, “Bir tek besmeleyle oyunlarını bozarız.”
  Kürdistan konferansı toplayanlara da besmele çekseniz…
 
  BAYRAK
  “Türk milliyetçiliğini ayaklar altına aldık” demişti.
  Türk bayrağına sarıldı.
  Kimi kandırdı?
 
  VATAN
  Dışişleri, 16 adet adacığa Yunanistan’ın el koyduğunu kabullendi.
  Söz konusu vatansa AKP için ayrıntıdır…
 
  OĞUL
  AKP’li vekil EYÜPOĞLU’nun oğlu, LYS’de yerine başkasını soktu.
  AKP düzeninin çocuğu…
 
  SIFIRLAMA
  Maliye Bakanlığı, üç yandaş şirketin vergi borçlarını sıfırladı.
  Ahlak anlayışını da…
 
  DESTAN
  Polis müdürü “İkinci Çanakkale destanı” demişti.
RTE de polisin destan yazdığını söyledi.
  Halkına karşı acımasızlık, vandallık, gayri-insanlık destanı…
 Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

HALK DEPRESYONDAN ÇIKTI; İKTİDAR BUNALIMA GİRDİ

Dostlar,

Arkadaşımız, meslektaşımız sevgili Prof. M. Beyazyürek, AYDINLIK ile özlü bir söyleşi yaptı. “Haziran direnişi” nin sosyal psikiyatrik kısa bir irdelemesi..

Çok umutlu..

Halkımızın, ısıtılan suda bir “kurbağa gibi haşlanmadığını”
tersine hınçlanarak bilinçlendiğini savlıyor.. Yeni sürgün bir genç kuşak da artısı.
Türkiye yaş ortancası 29 yaş, nüfusun yarısı 30 yaş altında! 12 Eylülcülerin “depoltizasyon” dönemi de kapandı. Bu politik-demografik gerçekliği
hiç göz ardı etemek gerek.

Halkın depresyondan çıktığını, iktidarın girdiğini savlamakta.

Türkiye Psikiyatri Derneği de geçtiğimiz günlerde çok net ve halkın yanında tutum alan bir bildiri yayımlsmıştı ve sitemizden sevinçle sunmuştuk :

Türkiye Psikiyatri Derneği’nden: “Hükümete Uyarı” Basın Açıklaması

Halkta kollektif bir ruh hali egemen..

İtalyan siyaset sosyologu V. Pareto’nun “Seçkinlerin Yükselişi ve Çöküşü” kuramına uyuyor yaşadıklarımız. Bu kuram 19. yy kökenli (1848-1923).
Z. Brezinski yeniledi ve Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri‘ni yazdı (1998).

Sevgi ve saygı ile.
26.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

HALK DEPRESYONDAN ÇIKTI; İKTİDAR BUNALIMA GİRDİ

portresi

 

Prof. Dr. Mansur Beyazyürek
Psikiyatri Uzmanı

 

 

Psikiyatrist Prof. Dr. Mansur Beyazyürek, direnişin ruh halini yorumladı

‘Eylemler, yurttaşlara antidepresan gibi geldi

İnsanların ‘Her şey boş, bir şey yapamıyoruz’ duygusunu yenmelerini sağladı.
Artık ümitsizlik, sinmişlik yok. Türkiye’de hiçbir şey 31 Mayıs’tan önceki gibi olmayacak

Yurdun dört bir yanına yayılan Gezi Parkı eylemlerinin henüz ilk günleriydi…
İktidarın hakaretlerinin, biber gazlı, plastik mermili, coplu saldırıların yurttaşlarda travmaya yol açabileceğini düşünen bazı psikologlar, ücretsiz hizmet vereceklerini açıkladılar. Ancak buna gerek kalmayacağını ilerleyen günlerde kendileri de görecekti.

Meydanları dolduran yurttaşların üzerlerine atılan gaz bombalarını “Biber gazı oley!” şarkısıyla karşılamaları, TOMA’ların karşısına dikilip basınçlı suya aldırmadan gülümseyerek bayrak dalgalandırmaları, nasıl bir ruh haliydi? Toplumun bunalımda olduğunu mu gösteriyordu? Peki ya iktidarı giderek saldırganlaştıran neydi?

Sorularımızı, Psikiyatrist Prof. Dr. Mansur Beyazyürek yanıtladı.

‘Çaresiz olmadıklarını gördüler’

– Bütün Türkiye’ye yayılan kitlesel Gezi Parkı eylemleri, atılan gaz bombası, polis şiddeti yüzünden insanlar depresyona mı girdi?

Ben olaylara hekim gözüyle bakıyorum. Gezi Parkı eylemlerine katılanlar belki depresyondaydılar. Ama şu an eylemcilerin ruh hali depresyon olarak değerlendirilemez. Depresyon bir hareketsizlik halidir. Depresyondaki insanın kolunu kaldıracak gücü bile olmaz. Gezi eylemcileri günlerce uykusuz kaldılar, şiddete karşı koydular. Bu depresyon değil, tam tersi. Toplumun bir kesiminde hissedilen korku, tedirginlik, ümitsizlik duygusu yıkıldı. İnsanların “Her şey boş, bir şey yapamıyoruz” duygusunu yenmelerini sağladı. Bu hareket çaresiz olmadıklarını insanlara gösterdi. Sanki depresyondaki insanlara antidepresan gibi geldi.

‘Gençler CHP’ye de başkaldırır’

– Türkiye’de eylemlere en fazla genç kesim katıldı. Bunu neye bağlamak lazım?

20’li yaşlarda genç insanlar bunlar. Onları yetiştiren anababalar, 40-50 yaşlarında. O yüzden bu gençlik evlerinde daha demokrat, daha katılımcı yetişti. Evinde özgürlükçü algıyı alan bir genç, dışarıda kısıtlamalarla karşılaştığında büyük bir patlama yaşanıyor. Bugün üniversite sınavı da onlar için bir kısıtlamadır. Bu sistemle AKP’nin yerine CHP gelse, o da çözemez. Gençler CHP’ye de başkaldırırlar. Çünkü bir sistem sorunu var. Gençler büyük bir istekle eylemlere katıldılar. İstanbul Valisi, “Çocuklarınızın hayatından endişeleniyorum” dedi. Bir psikoloğa, sosyoloğa danışın. Ben 17 yaşında bir genç olsam, tehlikeyi severim. O eyleme daha çok gitmek isterim. Bunu söyledikten, sonra dikkat edin, aileler de çocuklarıyla beraber gitti.

‘Demokrasiye giden yol Atatürkçülükten geçiyor’

– Sizce eylemlerin mesajı nedir? İnsanlar ne istiyor?

Eylemciler Türkiye’de sandık olduğuna inanmıyorlar. Seçilen milletvekilleri de kendilerini halkın seçmediğini biliyorlar. Eylemcilerin mesajı şuydu:

  • Gerçek demokrasiyle yönetilmek ve özgür bireyler olarak yaşamak istiyoruz.

Oranın mesajı alınmadı. “Ben mesajı aldım,” diyor. Hayır almadınız. Demokrasi halkın kendi kendini yönetmesidir. Bizim bugünkü seçim sisteminde bu mümkün mü? %10 seçim barajı, iktidarıyla muhalefetiyle, hepsinin işine geliyor. Bu mesaj, yalnızca İstanbul’dan değil, 77 ilden gitti. Bu yalnızca bir ağaç kavgası, Gezi Parkı kavgası değildi. Burada önemli olan, insanların ümitsizliği, sinmişliği artık yok.

– İnsanlar sırtlarında Türk bayrağı, barikatın önünde polis şiddetine direndi.
En çok atılan sloganlardan biri, ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ oldu.
Eylemlerin mesajını yalnızca demokrasi ve özgürlüğe indirgemek doğru mu?

İnsanlar bir şeye “ait olmak” isterler. Türk bayrağı taşımaları, aidiyet duygusuyla alakalı. ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ sloganında bir ulusalcı söylem var değil mi? Orada, ulusalcı olmayan insan bile bu sloganı atabilir. Çünkü demokrasi isteyen insanlar, ona gidecek yolun Mustafa Kemal’in kurduğu sistemden geçtiğini biliyorlar. Bu durumu salt bir ulusalcılığa indirgemek bence doğru değil.
(Son Güncelleme: Pazartesi, 24 Haziran 2013, 20:58)