Günlük arşivler: 25 Haziran 2013

Haziran ayaklanması AKP-PKK’yi böldü!

Haziran ayaklanması AKP-PKK’yi böldü!

MEHMET ALİ GÜLLER

25 gündür aralıksız süren Haziran ayaklanması Türkiye’yi bölme projesinin aktörlerini böldü: 1. AKP’yi böldü. 2. PKK’yi böldü. 3. Açılım’ı böldü ve AKP ile PKK’nin arasına girdi.

1. AKP’yi böldü

a. Cemaat, Gezi eylemlerinde adım adım Tayyip Erdoğan’ın izlediği “şiddet” politikasını eleştirdi. Erdoğan ise, Türkçe Olimpiyatları’na katılarak, Gülen’e “bu süreçte kavga etmeyelim” mesajı verdi.

b. TSK karşıtlığı nedeniyle AKP’ye destek veren liberal, piyasacı kesimler, “yetmez ama evetçiler” ve AB sürecinin destekçileri, son birkaç aydır işaretleri beliren ayrılıklarını, Haziran ayaklanması ile netleştirdiler. Hemen hepsi AKP’nin tramvayından indi.

c. Abdullah Gül, Haziran ayaklanmasını fırsat bilerek ön plana çıktı ve polis şiddetini eleştirdi. Gül, Erdoğan Kuzey Afrika’dayken devlet adına “mesaj alındı” dedi; Erdoğan’ın yanıtı ise özetle “alınacak mesaj yok” şeklindeydi. Gül, bu süreçte Rize, Artvin, Ardahan “seçim” gezisine çıkarak, her gün medya önünde olmaya çabaladı.

d. Erdoğan’a vekâlet eden Arınç’ın Gezi eylemleriyle ilgili kimi “olumlu” mesajları Erdoğan’ı kızdırdı. Erdoğan’ın kapalı kapılar ardında “altının oyulmaya çalışıldığından” şikâyet etmesi ve ardından yaptığı konuşmalarda “partisine nifak sokulmaya” çalışıldığından şikâyet etmesi ve hatta son olarak “içimizdeki hainler” vurgusu yapması durumu göstermesi bakımından önemliydi.

Gerçi yalanlandıysa da, bu süreçte Erdoğan’ın kendisine yönelik ağır sözleri nedeniyle Arınç’ın istifa ettiği fakat Gül’ün ısrarıyla vazgeçtiği de iddia edildi.

Bu süreçte Ertuğrul Günay’ın polis şiddetine tepkisi, Erdal Kalkan’ın “Yeter! Söz gençliğin” çıkışı, İbrahim Yiğit’in “iç savaş uyarısı” yapması partideki kırılmalara işaret ediyordu.

Şamil Tayyar ile Kutalmış Türkeş’in tuvalette kavga etmesi ise partinin içine düştüğü gerilimi yansıtıyordu.

e. AKP’yi destekleyen en önemli örgütlerden Mazlum-Der Haziran ayaklanmasına bakış nedeniyle bölündü. Eski milletvekili olan Dernek Başkanı Ahmet Faruk Ünsal’ın bir kısım dernek yöneticisi ve üyesiyle birlikte imzaladığı Gezi Parkı bildirisi, Yönetim Kurulu’nu böldü.

2. PKK-BDP-DTK’yi böldü

a. Haziran ayaklanmasının ilk günlerinde dozer önüne yatan BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in girişimi şahsiydi. Nitekim bu köşede daha önce de belirttiğimiz gibi BDP’liler durumu “Sırrı’nın kendi eylemi” diye niteliyordu.

Zaten sonrasında BDP hiç yoktu ve hatta BDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, “BDP olarak hiçbir sebep ve durumda biz bu ırkçı, ulusalcı, cinsiyetçi, tekçi, militarist kesimlerle yan yana durmayacağız.” diyerek partisinin pozisyonunu özetliyordu. Öyle ki Bülent Arınç BDP’ye şöyle sesleniyordu:

  • “BDP’nin olayın ilk anından itibaren takındığı tavrı takdir ediyor ve
    kendilerine teşekkür ediyoruz.”

Ancak BDP’nin örgütsel tavrına rağmen, Taksim’e gelen ve eylemlere destek veren BDP’liler vardı.

b. İlerleyen günlerde BDP heyeti İmralı’ya gitti ve Öcalan’ın “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” talimatını getirdi. Ardından BDP Taksim’e çıkmaya ve Apo posteri açmaya başladı. Erdoğan’ın “can simidi” gibi sarıldığı bu görüntüler üzerinden her gün “ulusalcılarla bölücüler yan yana” propagandası yapması, Öcalan’ın talimatının gerçek sahibine işaret ediyordu: Hakan Fidan!

Amaç, Apo posterleri açarak halkın Taksim’e sahip çıkmasının engellenmesiydi. Nitekim BDP İstanbul’da eylemlere katılıyor, İzmir’de katılmaya çabalıyor fakat Diyarbakır’da eylem yapmıyordu! Fakat Fidan’ın hedefinin tutmadığını önemle belirtelim!

c. Haziran ayaklanması Sırrı Süreyya Önder’i DTK ile de karşı karşıya getirdi. Önder Nuçe TV’de açık açık DTK’yi suçladı: “Türkiye yanıyor, dünyanın en büyük isyanlarından biri… DTK tek cümleyle destek açıklaması yapmadı.”

DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, Önder’in sözleri karşısında “Ben ve Aysel Tuğluk Gezi hakkında kişisel açıklamalarda bulunduk.” yanıtı verdi.

3. Açılım’ı böldü

a. Halk hareketi ile sallanan Erdoğan, rüzgâr karşısında durabilmek için söylem değiştirdi. Kendisinin “İmralı”, kurmaylarının da “barış elçisi” diye isimlendirdiği Öcalan, ansızın bölücü başı ve terörist başı oldu. BDP, Erdoğan’ın asıl niyetini bilse de, tabanda rahatsızlık yarattığı için Erdoğan’ın bu sözlerine tepki göstermek zorunda kaldı.

b. BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş başta olmak üzere pek çok yetkili, bu süreçte hükümetin Açılım konusunda ev ödevlerini yapmadığını vurgulamaya başladı. Sürecin kesintiye uğradığı hem Ankara’da, hem de Diyarbakır’da fazlasıyla dile getirildi.

c. Daha ilginci şu iki haberdi: PKK, TSK’nin çekildiği bir askeri üsse yerleşmiş ve küçük çaplı bir çatışma yaşanmıştı. PKK, komutanları taşıyan bir helikoptere ateş açmıştı.

d. AKP ve PKK’nin akil adamları da bu süreçte bölündü. Polis şiddetine itiraz edenler olduğu gibi Açılımın tavsadığından şikâyet edenler de vardı. Örneğin, Baskın Oran ,“Erdoğan barış sürecini buruşturup attı” diyordu artık.

Erdoğan’ı Türk bayrağına sarılmaya mecbur eden sürecin farkında olan deneyimli isim Ahmet Türk ise bu tür açıklamalara itiraz etti ve “bu hükümetle barış olmaz” sözlerini şu aşamada gerçekçi bulmadığını söyledi.

Hatta Türk, daha da ileri giderek Erdoğan’ın yardımcısı gibi konuştu ve Gezi eylemlerinde demokrasi talebi olduğu gibi hükümeti yıpratmak isteyen ve çözüm sürecine karşı olan bir senaryonun da devrede olduğunu savundu.
(Son Güncelleme: Pazartesi, 24 Haziran 2013 20:10)

Musa Kart çizimi : DESTAN’ın ADI DEHŞET!

Musa Kart çizimi

(Cumhuriyet, 25 Haziran 2013)

DESTAN’ın ADI DEHŞET!

Köroğlu destanı..

Musa_Kart_cizimi_25.6.13

 

 

 

 

 

 

 

 

  • RTE’nin polisi destan yazmış…

Sevgi ve saygı ile.
25.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Polis 13 yaşındaki çocuğu 1.5 saat dövdü!

Dostlar,

Aşağıdaki haber çok ama çok rahatsız edici ve o ölçüde de olacaklara ilişkin
yol gösterici.

Başbakan, Polisin apaçık vahşetini aklamaya çalışır ve arkasında durursa,
daha da güçlendireceğiz” derse.. (Ne yazık ki RTE böyle davranmaya mahkum!..)

İstanbul’da Çevik Kuvvet Şube Müdürü dehşet veren bilançoya karşın,
“2. Çanakkale zaferi kazandınız..” derse.. (genellikle bu denli gerçek dışı absürd sözleri ağır ruh sağlığı bozukluğu olan hastalarımız söylerler..)..

Bir mahkeme, Ethem Sarısülük‘ü kamera kayıtlarına göre apaçık hedef gözeterek öldüren polis “Ahmet Şahbaz” ı, eldeki kanıtlara ters biçimde “meşru müdafa” bağlamında tutuksuz yargılama kararı verirse..

Biz de bir soru soralım :
Bunca olup bitenler halkın yaşam hakkını savunmaya dönük

TOPLUMSAL – KOLLEKTİF MEŞRU MÜDAFA değil mi?

Yönetim demokrasi dışına düşerse, halkın meşru direnme hakkı
bütün dünyada tanınmış bir hak değil mi?

Sorular da uzatılabilir..

Ethem Sarısülük‘ü vuran polisin olayında mahkeme;

kanıtların toplandığını
– sanığın kanıtları karartma olanağının kalmadığını
– sanığın kamu görevlisi olduğu için kaçma olasılığının da bulunmadığını
– sanığa denetimli serbestlik uygulanacağını… hüküm buyurmuş..
CMK’nın ilgili hükümlerini böyle yorumlamış ve uygulamış..
Bülent Arınç hazretleri de bu karardan mutlu olmuşlar,
üstelik Hükümet sözcüsü olarak

Ortada bir cinayet olduğu halde..

Pekii…

Benzer kararlar Ergenekon – Balyoz vb. tertip davaların sanıkları için niçin yıllardır uygulanmıyor? 5-6 yıldır hala kanıtlar toplanmadı mı? Yeter kanıt olmadan mı tutuklandılar? Nereye kaçacaklar, üst düzey kamu görevlisi değil mi çoğu?
Bunlara denetimli serbestlik yasak ya da haram mı?

Bir de “adli tıp” ın “temiz” raporu vermesi.. Yetmedi, Ankara Numune Hastanesi’nin
rapor düzenlemekten kaçınması.. Görevi ihmal ve kötüye kullanmaktan daha ağır bir suçtur, ayrımcılıktır, suça ortaklıktır! Hipokrat yemini etmişler adına utanç vericidir, kahredicidir. TTB (Türk Tabipleri Birliği) ivedilikle soruşturma açmalıdır.
Sağlık ve Adalet Bakanlıkları da.. Ama balık baştan kokmadıysa!

………………….

Listeyi uzatabiliriz..

Bütün bunlar o ülkede adaletin kalmadığını, zulmün egemen olduğunu,
yönetenlerin de diktatörleştiğini, tiranlaştığını.. ortaya koyar.

Senaryo, –en azından Mısır’dan beri- bildik ve klasiktir..

Sonu da öyle olacaklardır..

Suç hanelerini kabartmakta ve gidişlerini hızlandırmaktadırlar.

Ödeyecekleri fatura da şişmektedir.. (Adil bir yargılama ile..)

Tarihler, ne acı ki, böylesi dönemde, tiranlaşanların sağduyu çağrılarını duymadıklarını yazıyor. Ve tarih, ders almayan aptallar için yineliyor (tekerrür ediyor)..

Ankara Barosu’nun aileye destek vermesini dlleriz.
Muhalefetin vahim olayı “etkili” biçimde TBMM gündemine taşımasını..
Siyasetin de “gerekli soruşturmayı yapmasını…” desek, hayalci, ütopik mi oluruz?

Thomas Moore’un ÜTOPYA’sı 1500’lü yılların başlarında yazılmıştı (1516)..
Bunların çoğu günümüzün verili olağan gerçekleri oldular..

  • Savaş değil, barış 
  • Çatışma değil, diyalog 
  • Çifte standart değil, adalet 
  • Üstünlük değil, eşitlik 
  • Sömürü değil, işbirliği 
  • Baskı ve tahakküm değil, insan hakları özgürlükler ve demokrasi.. istiyoruz.

Son söz Antik Yunan düşünürü Demokritos’tan (MÖ 460-370) :

  • “Adaletsizlik eden, adaletsizliğe uğrayandan mutsuzdur.” 

Kurban henüz 13 yaşında.. Öğrenme güçlüğü var üstelik..
Polis “gözaltına aldık” bile demiyor.. Aileye gerçek dışı bilgi verebiliyor!..

Arka arkaya dehşet zinciri.

Ama halk bu zinciri de kıracak!

Çok ama çok can sıkıcı haber aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
25.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

***************************************************

Polis 13 yaşındaki çocuğu 1.5 saat dövdü!

Ankara’da gözaltına alınan ve öğrenme güçlüğüolan 13 yaşındaki Alperen Aydoğdu‘nun annesi Derya Aydoğdu, oğluyla birlikte tekme tokat Akrep’e bindirilen
bir kadına da hakaret edildiğini anlattı. Aydoğdu, polislerin kadın ve oğluna

  • “Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyorsunuz. Gelsin kurtarsın bakalım sizi..”

dediğini söyledi.

Cumhuriyet Ankara–  Dikmen’deki eylem sırasında gözaltına alınan 13 yaşındaki ortaokul öğrencisi Alperen Aydoğdu’nun annesi Derya Aydoğdu, o gece oğlundan
1.5 saat haber alamadığını, 4 kez aradığı Emniyet’in de“Oğlunuz gözaltında değil” yanıtını verdiğini söyledi. Aydoğdu, “öğrenme güçlüğü” raporu bulunan ve rehabilitasyon merkezine giden oğlunun, Akrep aracında tekmelendiğini, dövüldüğünü bildirdi. Derya Aydoğdu, o gece yaşadıklarını gazetemize şöyle anlattı:

Çocuklarımı kaybettim: Biz her zaman yürüyüşe katılıyorduk Dikmen’de.
Olaysız geçiyordu. İki oğlumla birlikte yürüyüşe katıldık biz. Çocuklar yanımdaydı.
Ani bir müdahale oldu. Çocuklarımı kaybettim. Sonrasında büyük oğlumu bulabildim. TOMA’dan su sıkılmıştı çocuğuma. Yüzünde ve vücudunda yanmalar olduğunu söyledi (A. Saltık’ın notu : Yasal haklarını kullanan insanlara basınçı su sıkmak suçtur + bu suya kimi kimyasallar katmak katmerli suçtur!). Biz onunla ilgilenirken Alperen’i malesef bulamadık.

Akrep içinde dayak: Oğlumu Akrep içine alıyorlar. Yaka paça döverek ve küfrederek. Onunla birlikte 45-50’li yaşlarda bir hanımefendiyi daha gözaltına alıyorlar ve
akrebin içinde darpa devam ediyorlar. Ağza alınmayacak hakaretler ediyorlar.
Bu arada söyledikleri şeyler de şunlarmış: 

  • “Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyorsunuz.
    Gelsin kurtarsın bakalım Mustafa Kemal sizi bizim elimizden.” 

Hanımefendiye yakasındaki polis amblemini öptürmeye çalışıyor polis.
Öpmeyince de darp etmeye devam ediyorlar.

4 kez aradım yok dediler: Emniyet merkezini aradığımda gözaltına alınanların 4 tane yetişkin olduğunu, içinde çocuk olmadığını söylediler. Ben 4 kez Emniyet’i aradım. Oradan bir vatandaş aradı “Elimde çocuğunuzun gözaltına alındığına dair görüntüler var” dedi. Gittim. Görüntüleri inceleyince yeniden Emniyet’i aradım. Çocuğum nerede, dedim.

Bana “Hanımefendi o saatte o çocuğun orada ne işi vardı?” dediler.

1.5 saat ulaşamadım: Oğlum gece 03.30’da gözaltına alındı. 1.5 saat çocuğumdan haber alamadım. Ben çocuğumu Muharrem İnce aracılığı ile bulabildim.
Sonra çocuğu Dikmen Karakolu’na getirdiler. İnce’nin karakola girmesine
izin vermediler. Kapının önünde de bekletmediler. Karakoldan çocuk şubeye götürüldü. Çocuk şubeden savcılığa çıkarıldı. 13 yaşındaki bir çocuğa resmen terörist muamelesi yapıldı. Çocuğun tişörtündeki yazıya kadar sorular sordular.
Yakınmacıyız, kesinlikle bunun arkasını bırakmayacağız.

Hacettepe’den rapor: Tabii darptan haberimiz yoktu. Oğlum bana söylemedi, üzülmemem için. Birlikte alındıkları hanımefendi söyledi. “Oğlunuzun kafasına bakın.” dedi. “Çocuğu dövdüler” dedi. Çocuğumun bacaklarında tekme izleri var, kafasında şişlik var, ensesinde de yine aynı şekilde. Tekmelemişler çocuğu.

  • Adli Tıp her zamanki gibi temiz raporu verdi.
  • Biz Hacettepe Hastanesi’nden darp raporu aldık.
  • İlk gittiğimiz Numune Hastanesi de bize rapor vermeyi uygun görmedi.

Unutamıyor: Alperen şu anda çok iyi değil. Yaşadıklarını unutamıyor.
Yanındaki hanımefendiye yapılan hareketler ve gözünün önünde dövülmesinden
çok etkilenmiş. Bacaklarına botlarla vurduklarını anlatıyor.

Döverken “Biz Osmanlı’nın torunlarıyız” demişler.

(25 Haziran 2013, Cumhuriyet haber portalı)

Rifat SERDAROĞLU : BASİRETSİZ


BASİRETSİZ

portresi3

 

Rifat SERDAROĞLU

 

 

 

“Gerçekleri göremeyen, ileri ve uzak görüşlü olmayan, sağduyusuz” kişileri
bunun kadar güzel anlatan başka bir kelime olamaz.

Bu tip kişiler “Ticaret veya Sanayi” ile uğraşsalar, basiretsiz oldukları için bir zaman sonra batarlar. Tarımla uğraşsalar, bir süre sonra ellerinde ne toprak, ne traktör,
ne de saban kalır. Bordrolu olarak çalışıyorlar ve gelirlerinin üstünde harcama yapıp, yakayı bankalara kaptırıyorlarsa gelecekleri mangal kömürü gibi kapkara olur!.

Hatta bu konuda atasözü sayılabilecek öğütlerimiz vardır.

“Hesabını bilmeyen kasap, k.ç..a kaçar masat” sözü bunların en güncellerindendir.

Basiretsizlik, bu kişileri ciddi sıkıntılara sokar ama birinci derecede zararları kendilerine olur. Kademe-kademe zararlar aile-akraba ve yakın çevreye doğru dağılır.

Fakat ülkeyi yöneten kadro, çoğunluk olarak basiretsiz kişilerden oluşuyor ve
üstüne üstlük bu kişiler eğitimsiz-hırslı-kindarlarsa, orada yıkım kaçınılmazdır.
Bu yıkım tüm ülke insanını ve gelecek kuşakları etkiler. Bir de, ülkeyi yöneten kadronun tepesindeki kişinin vücut- akıl ve ruh sağlığı bozuksa, o ülkenin gerek “iç savaş” gerekse “dış savaş” yoluyla çok canlar yitirmesi ve çöküşe uğraması büyük olasılıktır.

Basiretsizlik denen illetin en korkunç özelliklerinden biri “bulaşıcı” olmasıdır.
Ülkenin başındaki yönetici “basiretsiz” ise bu hastalık, ülkenin tüm kurumlarının yöneticilerine bulaşır.

Örneğin; Ülkeyi iç ve dış düşmanlardan korumakla görevli olan Ordu’nun başına
öyle basiretsiz sepetler getirilir ki, kendi sınırları içinde devletin generallerini taşıyan helikoptere, terör örgütünün ateş açmasını-helikopteri vurmalarını, kendi resmi sitesinden “Helikopterimiz kaçmayı başardı” şeklinde vermekten utanmazlar.
Pişkin-pişkin orada oturmaya devam ederler!

Başka örnek; Adama benzeyen basiretsiz kişi, ülkenin iç güvenliğinden sorumludur.
Bu basiretsiz sepet, anayasal haklarını kullanan milletinin üzerine biber gazı- basınçlı ve kimyasallı su- cop ile gider, 4 kişi ölür, 12 kişi gözünden olur, 7 binden fazla yaralı olur, O TV’lere çıkar, milletini azarlar, yalnızca karanfil olan insanları devlet gücüyle tehdit eder.

Ama devletin helikopterine ülke sınırları içinde ateş edip vuran caniler için
tek kelime edemez!

Bir örnek daha; Ülkeyi yöneten kişi, gördüğü sanrılar sonucu söylediği yalanlarla
ülke ekonomisini çökme noktasına getirir, fakat ülkenin ekonomik direksiyonunda oturan sepet bürokrat;

  • “Yapmayın efendim, siz bu işi kaçak etle sucuk yapmak mı zannediyorsunuz, batıracaksınız ülkeyi, lütfen susmayı deneyin”  diyemez.

Niçin? Çünkü basiretsizlik ona da bulaşmıştır.

Basiretsiz kişilerin ikinci ortak noktası bunların “korkak” olmalarıdır.
Öngörü sahibi ve kendilerinden emin olmadıkları için sürekli korku içinde yaşarlar.
Zayıf-kimsesiz-yasalara saygılı insanlara hakaret etmekten-zulmetmekten çekinmezler. Gücü gördükleri anda ise hemen yelkenleri indirip, güce boyun eğerler.

Değerli okurlar,

Bu genellemeden sonra size “özel kişi” ile ilgili bir analizimi sunup,
bu özel kişi hakkındaki kararı sizlerin vermesini rica edeceğim.

Takdir sizlerindir;

* –Tayyip kafayı yemiş. (Hasip Kaplan-BDP milletvekili- Öcalan’ın Avukatı)

* –Erdoğan kalın kafalıdır. (Özdal Uçar-BDP Milletvekili- Doktor, Polis döven delikanlı)

* – Tayyip, Kürt Halkına verdiğin sözü tutmazsan, bu halk senin kafanı keser.
(Sevahir Bayındır – Kapatılan DTP Milletvekili)

* Hass..tir. (Osman Baydemir-Diyarbakır Belediye Başkanı)

* -Meşe ağacını dalları nerenize battı Sayın Hükümet. (Osman Baydemir)

* -Sayın Barzani’yi, yalnızca Güney Kürdistan’ın değil, bugün 4 parça olan Kürdistan’ın önderi olarak kabul ediyoruz. (Abdullah Öcalan)

Bu hakaretler ve daha niceleri Türk Milletinin önünde kezlerce söylendi, yazıldı.
Bu hakaretleri yapanlar özür diledi mi? Hayır.

Başbakan, üstelik Obama’nın eşbaşkanı olan Erdoğan, bunlara tek kelime ile olsun yanıt verdi mi? Hayır.

Peki, nasıl oluyor da yalnızca Anayasa’nın verdiği demokratik tepki hakkını kullanan, elinde karanfilden başka silahı olmayan Türkiye’nin aydın gençlerine

– “Çapulcular”,
– “Vandallar”,
– “Ayyaşlar” diyen

delikanlı Erdoğan, PKK’lı katiller karşısında “pamuk helva” gibi yumuşak olabiliyor?

1. Sevgiden ve kendini onlara yakın kabul etmesinden olabilir mi?

2. Eşbaşkanı Obama’ya ve Barzani’ye verdiği sözlerden dolayı olabilir mi?

3. Basiretsizlik ve bunun doğal sonucu olan korkaklıktan olabilir mi?

Dedim ya bu konudaki karar verme yetkisi sizlerindir.

Yalnız bu günlerde tekrar azan ve başkaldırmaya çalışan katiller sürüsüne ve
onların siyasetteki eskortlarına iki çift lafım var.

Ağzınızdan çıkana da, attığınız adıma da dikkat edin. Son yaptığınız ve
ülkemizin güneyine “Kuzey Kürdistan” adını verdiğiniz toplantı
bardağı taşıran son damla idi.

Türk Milletinin nefreti çok kabardı. Türk’ün sillesinin gelmesi yakındır.

Barzani hemen aşağınızda, istediğiniz rejim oradaysa sizi tutan mı var?
Türk Milleti olarak bu çıbanı bizler, yani bu nesil patlatıp tümüyle kurutacağız.
Bu problemin çözümünü çocuklarımıza bırakmayacağız.
Geleceğimiz olan gençlerimize namus borcumuzdur bu sözümüz.
Demedi demeyin!

Sağlık ve başarı dileklerimle. (24 Haziran 2013)

RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
facebook.com/rifatserdaroglu35
0 532 211 00 11

Yeni Türkiye’yi kuracak güç


Yeni Türkiye’yi kuracak güç

 portresi
Merdan Yanardag
Beklediğimiz gibi, Gezi Parkı direnişi karşısında yenilgiye uğrayan AKP Hükümeti
sürek avı başlatarak toplumsal muhalefeti ezmeye çalışıyor. Bütün diktatörlerin yanılgısını tekrarlayarak halkın isyanını polisiye tedbirlerle bastıracağını sanıyor.
Gerici faşizan AKP iktidarı, polis ve adliye üzerinden siyasal şiddet şiddet kullanarak Gezi Direnişi‘nin yarattığı siyasal, toplumsal ve psikolojik iklimi dağıtmaya çalışıyor. Uğradığı yenilginin sonuçlarını ortadan kaldırmak, hatta direnişçileri lekeleyerek durumu lehine çevirmenin yolunu arıyor. Diktatör ve onun hükümeti eğer polis ve adliye zoruyla bu direnişi bir süre için bastırsa, hatta cihatçı ya da siyasal İslamcı militanlarını
sokağa sürerek saldırtsa bile, uğradığı yenilginin siyasal sonuçlarını değiştiremeyecek. Bu durumu sezdiği için olsa gerek, ideolojik ve siyasal inisiyatifi yeniden ele geçirmek için üst üste kışkırtıcı mitingler yapıyor. Toplumun en geri yanlarına sesleniyor.
Ancak, geçmişte sağ ve sol liberallerin paha biçilmez desteği ile sağladığı
ideolojik inisiyatifi bir daha ele geçirmesi mümkün değil.

Çünkü Gezi direnişi, entelektüel ortamı da yeniden belirledi.Bu nedenle AKP Hükümeti toplumu kutuplaştırarak, çoğunluk mezhebi üzerinden yeniden hegemonya oluşturmaya çalışıyor. Erdoğan yeniden o bildik ‘seçkinler mazlum kitleler’ ya da ‘inananlar inanmayanlar’ karşıtlığını kurmaya ve kendi cephesini tahkim etmeye kalkışıyor.Bu amaçla yüz kızartıcı şekilde yalana, demagojiye ve çatışmacı bir kışkırtıcılığa başvuruyor.

***

Gezi Direnişi ne Türkiye’de ne de dünyada sıradan bir ‘tolumsal patlama’ değil.
Üzerinde yıllarca tartışılacak, sosyolojik ve siyasal araştırmalar yapılacak
çok farklı ve önemli bir tarihsel olayla karşı karşıyayız.

Tarihte çok az görülen bu durum gerçekleşti ve bütün toplumsal, siyasal, kültürel
çelişki ve çatışmalar bir parkın içine yığıldı. Tarihsel hesaplaşma da siyasal çatışma da kültürel kapışma da o parkta ve kurulan barikatların önünde gerçekleşti.

Bu nedenle olayı “iki ağaç meselesi” olarak görenler büyük bir şaşkınlık yaşıyor.

Yine tarihte çok az görülen bir durum yaşandı ve toplumun farklı kesimleri ve farklı sınıfları aynı politik ve kültürel talepler çevresinde buluştu.

Onları birleştiren asgari zemin modernite ve aydınlanmanın kazanımlarıydı.

Gazi Mahallesi, Ümraniye, Şişli ve Bağdat Caddesi çevresini aynı alanda,
aynı sokakta ve aynı barikatın arkasında buluşturan olgu budur.

Kimi kendi yaşam tarzını tehdit altında gördü, kimi derinleşen gelir adaletsizliğine
ve ağırlaşan sömürü düzenine isyan etti, kimi laik eğitim düzeninin yıkılmasını ve Cumhuriyetin kazanımlarının tasfiye edilmesini reddetti. Bu kesim ve sınıfların
tamamına yakını AKP’nin iktidar küstahlığına isyan etti.

***

Başta İstanbul ve Taksim olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında Başbakan’ın emriyle halka, direnişçi gençlere, kadınlara yapılan insanlık dışı, barbar ve hukuksuz saldırı, AKP Hükümeti’nin bütün meşru dayanaklarını yıktı.

Bu nedenle AKP Hükümeti, kendisi için uygun bir zamanda tıpkı
Ergenekon tertiplerinde olduğu gibi, düzmece soruşturma ve davalarla
Gezi Parkı Direnişi’ni lekelemeye, prestijini ve toplamda yarattığı etkiyi kırmaya ve
bir suça çevirmeye çalışacak.

Polis operasyonlarına başladılar. Tutuklu sayısı otuz kişiyi aştı.
Yandaş medyada ve daha önce Ergenekon ve Balyoz tertibini kurduğunu
bildiğimiz malum karargâhlarda çeşitli senaryolar üretilmeye başlandı.

Öyle anlaşılıyor ki, 1 Haziran Direnişi’ni de bir “darbe” girişimi olarak yaftalamaya çalışacaklar.

Tıpkı Cumhuriyet mitinglerinden sonra yaptıkları gibi…
Tek bir camın bile kırılmadığı, kimsenin burnunun kanamadığı,
temel bildirisi “Ne darbe ne şeriat” olan, Türkiye tarihinin en büyük barışçıl
kitle eylemlerinden 2007 Cumhuriyet mitinglerini nasıl “darbeci eylem” diye lekeledilerse, şimdi de aynı şeyi Gezi Direnişi için yapmaya çalışacaklar.

Ancak, bu kez başaramayacaklar. Bu halk aynı derede iki kez yıkanmayacak.
Fiyakası bozulan AKP hızla kendi sonuna doğru koşuyor.
Artık bürokrasiye bile eskisi gibi hâkim olması çok zor görünüyor.

Bu nedenle Erdoğan bütün mitinglerinde Türk bayrağı yakıldığı yalanını tekrarlıyor.

Kürt düşmanı olmadıkları da ortaya çıkan geniş cumhuriyetçi kesimlere
“Siz nasıl ulusalcısınız?” diye sesleniyor.

Böylece sosyalist sol, sosyal demokratlar, cumhuriyetçi kitleler ve Kürt solu arasında sokakta, eylem alanlarında kurulan bağı koparmaya çalışıyor.

***

Daha önce de yazdığım gibi, faşizmin ve gericiliğin elinden alınan bayrak,
yeniden yurtseverlerin, devrimcilerin ve halkın elinde bir direniş sancağına dönüştü. Bütün dünya da olayı böyle algıladı, Brezilya’da büyük toplumsal direnişi gerçekleştirenler, Gezi Parkı direnişi ile dayanışmalarını göstermek için
pankartlarına ay yıldız çizdiler.

  • Direnişe Türkiye genelinde 10-11 milyon insanın katıldığı kestiriliyor.

Bu sayı bütün grup ve partileri aşan çok önemli bir kitlesellik.
Erdoğan bu büyük kitleyi tuzu kuru “seçkinler” diye nitelendiriyor.
Bu genişlikte bir toplumsal eyleme katılanları böyle değerlendirmek için,
basit bir tarih coğrafya bilgisinden dahi yoksun olmak gerekiyor.

Hâlâ devam eden Gezi Parkı ya da 1 Haziran Direnişi sırasında sokaklarda, alanlarda, barikatların arkasında oluşan birlik, o toplumsal çeşitlilik,
eylem içinde kurulan fiili cephe Türkiye’nin geleceğini kuracak güçtür.

Direnişin dinamosu olan gençler, bu toprakların yeni devrimci kuşağıdır.

İnsanlığın ilerici birikimini koruyup daha ileriye taşıyacak ve yeni Türkiye’yi kuracak güç onlardır. (23.6.13)

MİLLİ MERKEZ İZMİR KURULTAYI


Dostlar
,

Türker Ertürk paşamız (kendi isteğiyle E. Tuğamiral),
AYDINLANMA savaşımımıza son derece ciddi katkılar veriyor.

“Kendi isteğiyle emekli” olarak sivil savaşıMı seçmesi çok anlamlıdır.

Çocukluğundan beri gönül verdiği ve 30+ yıl giydiği denizci üniformasını “gönüllü” (?) çıkarmak kolay değildir.

TSK içinde yeterince etkili – yararlı olamayacağını saptamak acıdır ve
çağımız Türkiye’sinin koşulları bakımından önemli ipucudur.

  • Milli Merkez’in partileşmesi...

Ciddi bir sorunsal (Problematik)..

Bir yandan zaman baskısı bir yandan son derece kritik bir adım ve yılların birikimini “heba” etme riski..

Sanırız “bir süre” daha gözlemek ve tartışmak gerekecek..

Hepimize kolay gelsin..

“Sabırlı aceleci” olabilir miyiz?

Tarihsel koşulların olgunlaşmasının zorunlu olduğunu hepimiz deneyimlerimizle biliyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
25.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================

İZMİR KURULTAYI

portresi_sade

TÜRKER ERTÜRK

Geçtiğimiz Pazar, Milli Merkez’in Balçova’da yapılan İzmir Kurultayı’na katıldım. Kurultay, gösterilen ilgi, katılım, canlılık ve organizasyon açısından gerçekten görkemliydi ve mükemmeldi. Kurultay’da çok renklilik egemendi. Geçmişte birbirine siyasal rakip olanların hatta aralarında husumet yaşayan insanların, ülkemizin halen yaşadığı ağır yaşamsal tehdit nedeni ile nasıl bir araya geldiğini görebiliyordunuz.

Salon sağcısı, solcusu, merkezde olanı, Milliyetçisi, Demokratı ve Ülkücüsü ile
yan yana ve omuz omuza gelmiş Atatürk’te birleşmiş, ellerinde Al Bayrağımız “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı atıyorlar ve ülkenin sorunlarına
çözüm üretebilmek için ter döküyorlardı.

Salonda iğne atsanız yere düşmeyecek durumdaydı. Sanırım İzmir’in bu mevsimde nasıl sıcak olduğunu bilirsiniz. İşte o günlerden birini yaşadık. Dev salonda iklimlendiriciler tam takat (güç) çalışıyordu ama o sıcağa ne dayanabilirdi ki ve
salonu dolduran ateşli yurtseverlerin yaydığı sıcaklığı ne soğutabilirdi ki!

Buram buram terledik

İnsanlar o sıcakta ve Pazar günü denize gitmek, İzmir ve çevresinin güzelliklerini
ailesi ile birlikte yaşamak varken niçin geldi ve bu kurultay salonunu doldurarak
buram buram terledi ve sıkıntı çekti. Emin olun dünyanın veya ülkemizin en popüler şarkıcısının o salonda konseri olsaydı salonu dolduramazdınız.

Böyle bir il kurultayını Meclis’te grubu bulunan hiçbir muhalefet partisi bu canlılıkta ve katılım düzeyinde hele hele bu sıcakta asla yapamazdı. Zaten bugüne dek yaptıkları,
bu saptamayı doğrular niteliktedir. AKP bu tasnife dahil değildi. Elden para, kumanya, çocuğunu işe alacağız yalanı, devletin, belediyelerin ve ihale verilen yüklenicilerin (mütteahitlerin) finansmanı ile ikna edilerek bindirilen ve taşınan kıtalarla bir de
onlar yapabilirdi.

Bizi bir araya AKP getirdi

İnanır mısınız bilmem ama Balçova’da yapılan Milli Merkez İzmir Kurultayı’nda salonunu dolduran ve geçmişte farklı siyasal eğilimleri bulunan insanları
bir araya getiren güçte AKP idi esasında.

AKP’nin 11 yıllık icraatı, Cumhuriyetimize ve kurucu ideolojisine düşmanlığı,

– emperyalizmle işbirlikçiliği ve taşeronluğu,
– Milli varlıklarımızın haraç mezat satılışı
ve yabancılara peş keş çekilmesi,

ülkemizin bir terör üssü haline getirilmesi, dinin referans yapılarak özgürlüklerimizin ve yaşam tarzlarımızın kısıtlanması, adım adım ortaçağ karanlığına doğru yol alışımız ve diktatörlük girişimleri gerçekte bizleri bir araya getiren ana nedendi.

Kurultay’da bana da konuşma sansı verdiler. Ben de özetle şunları anlatmaya çalıştım.

  • Artık Erdoğan meşruiyetini yitirmişolup derhal istifa etmelidir.
  • Bu durumda iktidarda kalmaya çalışmak ülkemizi bir felakete doğru götürmek demektir.

Yüzde 75’i emperyalizmin projeleri!

Taksim’de başlayan ve tüm ülkeye yayılan halk hareketi zaman zaman yavaşlasa bile nedensellik ortadan kaldırılmadıkça tümüyle durmayacaktır.

Çünkü bu isyan AKP’nin 11 yıllık icraatı sonucunda oluşan bir birikimin sonucudur.
Taksim, bu birikimin oluşturduğu kolektif bilinci tetiklemiştir.

Toplumun Erdoğan’a kızgınlığının arkasını dolduran kişisel nefret değildir.
Erdoğan ve AKP’ye kızgınlığın gerçek nedeni, icraatının % 75’ini oluşturan emperyalizmin O’nun önüne uygulaması için koyduğu ve dayattığı projelerdir.
Bugün Erdoğan’ı tek başına günah keçisi olarak gösterme çabaları,
bir emperyalist operasyondur.

Emperyalizm, yıpranan, son olaylara iyice denetimini yitiren ve ne yapacağı kestirilemez davranışları nedeniyle güvenilmez bulduğu Erdoğan’ı başka bir birisi ile değiştirerek aynı projeleri gerçekleştirmek ve yoluna devam etmek istemektedir.
Halen tüm operasyonlar bunun üzerine geliştirilmektedir.

Bu nedenle yalnız Erdoğan’ın gitmesi yetmez. Emperyalizmin projelerine taşeronluk eden zihniyet tümden gitmeli ve bu toprakların, üzerinde yaşayan bizlerin çıkarlarını esas alan bir iktidar gelmelidir.

Erdoğan’ın yerine Abdullah Bey

Diyelim ki Erdoğan gitti ve yerine Abdullah Bey geldi, ne değişecek?

– Eğer komşumuz Suriye’ye aynen terör ihraç edeceksek,
– 4+4+4 adındaki ortaçağ karanlığının eğitim sistemiyle yola devam edilecekse, – özgürlüklerimiz ve yaşam tercihlerimiz tehdit altında kalacaksa,
– Cumhuriyetimizin kurucu ideolojisini ve Türk kimliğimizi hedef alan yeni anayasa ve dolayısı ile rejim değişikliği peşinde koşulacaksa…

bırakın “Kötü polisle” devam edelim daha iyi.
Çünkü “İyi polis” savunma reflekslerimizi narkozlar ve daha tehlikelidir.

Emperyalizm güçlüdür. Yakında yok olacağı iyi niyetli temenni içeren ama ayağı
yere basmayan bir öngörüdür!

Emperyalizm ülkemizin de içinde olduğu Büyük Ortadoğu Projesi’ni adım adım gerçekleştirmektedir. Bu proje ülkemizin bekasını ve çıkarlarını çok ağır şekilde
tehdit etmektedir.

Eskinin refleksleri ile olmaz!

Bu tehditle eskinin refleksleri, davranış biçimleri, söylemleri ve problem çözme teknikleri ile başa çıkamayız. Düşman veya rakip nasıl adlandırırsanız adlandırın,
bununla başa çıkabilmek için birleşmemiz gereklidir.

  • “Gel bizde birleşelim” artık geldiğimiz noktada birleşmeyi istememenin
    nazik bir ifadesidir.

Birleşmenin fikri adresinin Atatürk olduğu çok doğru bir tespittir.
Peki, örgütsel adresi neresi olmalıdır? Bu konuda çeşitli görüşler var!

Milli Merkez bugüne dek yaptığı çalışmalarla halkta büyük bir umut uyandırmıştır.

Kamuoyu yoklamalarında AKP büyük oranda oy yitirmesine karşın bu oylar
muhalefet partilerine akmamakta, hatta CHP’de oy yitirmektedir!

  • Acaba Milli Merkez partileşirse sandıkta halkın teveccühüne
    mazhar olabilir mi? 

Bunları zaman içinde göreceğiz. Bu arada zaman baskısı da olduğu unutulmamalıdır.

İzmir düşmana ilk ateş açtığımız yerdir. İzmir Kurultayı Milli Merkezin ilk il kurultayı olarak aynı ruh içinde olunduğunu göstermiştir. Milli Merkezin İzmir Yürütme Kurulu Başkanı Av. Erdoğan Özer’i ve arkadaşlarını bu başarı nedeniyle kutlarız.

Saygılar sunarım.
(24,6,13, İLK KURŞUN)

SİYASİLERE AÇIK ÇAĞRI


Dostlar,

Dr. Ceyhun Balcı ortopedi uzmanıdır. İzmir Tabip Odası’nın 2. dönem yöneticisidir.
Toplumsal konulara oldum olası çok duyarlıdır. Sıklıkla çok anlamlı kısa makaleler yazar. Daha önce de sitemize yazılarından koymuştuk :

http://ahmetsaltik.net/duran-turkler/ (Duran Türkler)

http://ahmetsaltik.net/muyeseer-yildiz-vatan-yahut-silivri/
(VATAN YAHUT SİLİVRİ, Müyesser Yıldız)

Aşağıda bir yenisini paylaşalım.. Muhalefet önderlerine (CHP ve MHP)
genel başkanlarına ironi yüklü bir açık mektubu :

– Ya görevinizi yapın ya da onurunuzla istifa edin..

Teşekkürler sevgili meslektaşım Ceyhun Balcı..

Sevgi ve saygı ile.
25.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================

SİYASİLERE AÇIK ÇAĞRI

Ceyhun_Balci_portresi

 

 

Dr. Ceyhun BALCI

Muazzez İlmiye Çığ “Ddalya!” derken çocuğu ve belki de torunu yaşındaki siyasilere bilgelik dersi verdi.
100_yasina_geldim_boyle_basbakan_gormedim
Ben de buradan yola çıkıp bir mektup yazdım onlara!
Dr. Ceyhun Balcı
******************************
Sayın Bay Kılıçdaroğlu,

Sayın Bay Bahçeli,

Nasılsınız? İyi misiniz? Sağlığınız yerinde mi? Yaşıyor musunuz?

Ankara’da, yaşadığınız yerin kuş uçuşu birkaç km uzağında neler olduğundan haberdar mısınız? Diyebilirsiniz ki; penguenci medyamız vermiyor! Doğrudur! Ama, olanakları sınırlı, donanımları kısıtlı da olsa Ulusal Kanal ve Halk TV arif olanaın anlayabileceği şekilde yansıtmakta olan biteni.

İstanbul’un Taksim’inde tek niyetleri ellerinde bir karanfille şehitlerini anmak olan insanlara hiç gerekmediği halde saldıran polisten; Ankara Dikmen’de yine barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kalabalıklara yönelik polis kaynaklı vahşetten haberdar olmalısınız. Ankara’da olayların yaşandığı yerde bir de Ankara milletvekili (mangal yürekli bir Cumhuriyet kadını Aylin Nazlıaka) vardı! İlgi duymanız durumunda o size ayrıntısıyla anlatacaktır!

Ankara Dikmen’deki bir sahne gözümün önünden gitmiyor! Önünde tek kişi bulunmayan TOMA, alışkanlığın etkisiyle mi bilinmez; basınçlı suyu konutlara doğru gelişi güzel sıkmaktaydı. Hiç gereği, ve de hedefi yokken!

Bir ayı doldurmaya gün sayan halk hareketi sizi hiç ilgilendirmiyor mu?

Sizler için muhalefet  salıdan salıya grup toplantılarında sergilenen laf yarışından mı ibarettir? Polisin elbette iktidarın buyruğuyla yaşama geçirdiği bu anlamsız vahşet karşısında zarar gören ve demokratik haklarını kullanmaktan alıkonulan insanların durumu sizler için bir şeyler ifade etmiyor mu?

Türkiye’de üzerlerine ölü toprağı serpildiğini sandığımız halk sergilediği barışçıl, kararlı ve soylu başkaldırıyla üzerine düşeni hem de kahramanca bir şekilde fazlasıyla yapmış değil midir?

O halde sizler bu durumdan kendinize bir görev çıkartma gereği duymaz mısınız? Önderliğinizdeki partiler bugün için muhalefetle görevlidir. “Meclis aritmetiği izin vermiyor! Elimden ne gelir?” deme hakkınız olabilir mi? Siyaset biraz da aritmetiğin ötesine geçip de beceri sergilemek değil midir? Ne yazık ki sizlerin duruşundan Türkiye’de iktidar sorununun yanı sıra bir de muhalefet sorunu olduğu sonucunu çıkartmak kaçınılmaz oluyor!

Muazzez İlmiye Çığ’ı tanıyor olmalısınız! Bugünlerde yüz yaşına girdi!
Anneniz belki de nineniz yaşındadır. Aynı zamanda ülkemiz yakın tarihinin
canlı tanığıdır! Pırıl pırıl beyniyle bir şey söyledi dalya derken!

Partilerinizin de adını anarak : BİRLEŞİN!

Yaşamakta olan ve dimdik duran bu ulu çınara kulak verin ne olur!
Her birimizin yüreklerine su serpen bu soylu halk hareketine omuz verin!

  • Birlik olun ki, Türkiye dirlik içinde olsun!

Yok eğer, biz böyle davranamayız derseniz; yapabileceğiniz bir şey daha var!
Bir kenara çekilmek ve gereğince davranacaklara yer açmak!

Bu duyarlı dönemde kenara çekilmenin bile erdem olduğunu hiç aklınızdan çıkartmamanızı dilerim!

Kaygılarımla

YAKIN TARİHİMİZİN 7 BÜYÜK TOPLUMSAL PATLAMASI


YAKIN TARİHİMİZİN 7 BÜYÜK TOPLUMSAL PATLAMASI

Zeki_Sarihan_portresi

 

Zeki Sarıhan

 

 

Yaklaşık 100 yıllık modern Türkiye tarihinde Türk siyasi hayatında ve kitle psikolojisinde büyük değişiklikler olmuştur. Bu süre içinde yerel olanları saymazsak 7 büyük halk hareketi gerçekleşmiştir. Aşağıda bu hareketlerin adı, aktif destekçileri, temel örgütleri, hedefleri, sloganı, temel hukuk belgesi, kaç yıl sürdüğü, ödediği bedel, başarıya ulaşıp ulaşmadığı, icraatı ve sonu ile ilgili saptamalar yapılmaktadır.

Birinci patlama                                :

Adı: 1908 HÜRRİYET HAREKETİ

Aktif destekçileri: Osmanlı Devletinde yaşayan Türk, Ermeni, Arap, Yahudi, Kürt, Çerkez, Arnavut gibi bütün milliyetler.

Temel örgütü: İttihat ve Terakki Fırkası,

Hedefi: İkinci Abdülhamit’in diktatörlüğü.

Sloganı: Hürriyet, müsavat (eşitlik), adalet.

Temel hukuksal belgesi: 1876 Anayasası.

Mücadelenin Kaç yıl sürdüğü: 1876-1908 (32 yıl)

Ödediği bedel: Sürgünler, hapislikler, sansür.

Başarıya ulaşıp ulaşmadığı: Başarıya ulaşmıştır.

Dönemin kaç yıl sürdüğü:  1908-1912 (4 yıl)

İcraatı: Modern Türkiye’nin temellerini atmış, özgürlük düşüncesini pekiştirmiştir..

Sonu: İttihat ve Terakki,  iktidara tam olarak yerleştikten sonra diktatörlük kurmuş,
ülkeyi tarihinin en kanlı savaşına sokmuş, memleketin mahvına, imparatorluğun dağılmasına sebep olmuştur.  Savaş sonunda kendi kendini feshetmek zorunda kalmıştır.

****************

İkinci patlama                                :

Adı: İSTİKLAL HARBİ

Aktif destekçileri: Türkiye’de yaşayan Türk, Kürt, Çerkez ve diğer unsurlar.

Temel Örgütü:  Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti ve
Kuvayı Milliye örgütleri

Hedefi:  Türkiye’yi işgal eden ve parçalamak isteyen istilacılar ve işbirlikçiler.

Sloganı: İstiklal-i tam.

Temel hukuki belgesi: Misakı Millî, 1921 Anayasası.

Dönemin kaç yıl sürdüğü: 1918-1922 (4 yıl)

İcraatı: Milli orduyu kurarak Misakı Milli sınırları içinde siyasi bağımsızlığı sağlamış, Padişahlığı ve halifeliği yıkmıştır.

Ödediği bedel: Binlerce şehit, yaralı, Yunanların işgal ettiği yerlerin yanıp yıkılması.

Başarıya ulaşıp ulaşmadığı: Lozan Antlaşmasıyla başarıya ulaşmıştır.

Sonu:  Siyasal bakımdan tam bağımsız bir cumhuriyetle sonuçlanmıştır.

Üçüncü patlama                                        :

Adı: “DEMOKRASİYE” GEÇİŞ

Aktif destekçileri: Büyük burjuvazi ve köylü yığınları.

Temel örgütü: Demokrat Parti.

Hedefi: Millî Şef yönetimi.

Sloganı: Yeter Söz Milletindir.

Temel Hukuk belgesi: 1924 Anayasası, Dörtlü Takrir.

Dönemin kaç yıl sürdüğü: 1946-1960 (14 yıl)

Ödediği bedel: 1946 seçimlerinin hileli yapılması, 1960’te Askeri bir darbeyle iktidardan düşürülmesi, üç liderinin idam edilmesi.

Başarıya Ulaşıp ulaşmadığı: Başarıya ulaşmıştır.

İcraatı: Türkiye’yi siyasi, askeri ve ekonomik olarak Batı’ya bağlamıştır.
Kore’ye asker göndermiştir. şehirleşme ve kapitalizmi geliştirmiştir.

Sonu: 27 Mayıs 1960 Devrimiyle iktidardan uzaklaştırılmış, DP parti kapatılmıştır.

Dördüncü patlama                                     :

Adı: 1960 SONRASİ DEVRİMCİ AYAKLANMA

Aktif Destekçileri: İşçiler, köylüler, gençler, memurlar ve devrimci aydınlar.

Temel  örgütleri: Türkiye İşçi Partisi, Dev-Genç, DİSK, TÖS ve diğer halk örgütleri.

Hedefi: Emperyalizm ve işbirlikçileri.

Sloganı: Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye.

Temel hukuk belgesi: 1961 Anayasası.

Dönemin kaç yıl sürdüğü: 1960-1971 (11 yıl)

Ödediği bedel: Binlerce devrimcinin tutuklanması, işkenceler, üç devrimci gencin idamı.

Başarıya ulaşıp ulaşmadığı: Emperyalizm ve faşizm tarafından bastırılmıştır,
ancak önemli bir direniş kültürü bırakmıştır.

İcraatı: Halk örgütlenmeleri, geniş çaplı gösteriler, öğrenci hareketleri,
antiemperyalist hareketler, sosyalizm bilincinin yaygınlaşması.

Sonu: Hareket 12 Mart 1971’de faşist bir askeri darbe ile bastırılmış,
1973’te Ecevit hareketiyle  yeniden canlanmış ve 12 Eylül 1980’de gene
faşist bir askeri darbe ile yeniden ve daha büyük bir şiddetle bastırılmıştır.

Beşinci patlama                                  :

Adı: İSLAMCI HAREKET

Aktif destekçileri: İslamcı ve muhafazakâr kesimler.

Temel örgütleri: Refah Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi.

Hedefi: Modern yaşam tarzı, laiklik, devletçilik, bürokrasinin devlete ortaklığı

Sloganı: Milli Görüş, Muhafazakâr demokrasi.

Temel hukuk belgeleri: Kur’an, hadis, Hanefi fıkhı.

Mücadelenin kaç yıl sürdüğü: 1923-2012 (yaklaşık 90 yıl)

Ödediği bedel: Kemalist Devrimlerle Şer’iye Vekâleti’nin, medreselerin, tekke ve zaviyelerin, İmam Hatip okullarının kapatılması, Anayasa’dan ‘devletin dini’ ibaresinin çıkarılması, medeni kanunun getirilmesi, kılık kıyafet devrimi, yazı devrimi,
İslamcı partilerin kapatılması, bazı tarikat şeyhlerinin hapisliği vb.

Başarıya ulaşıp ulaşmadığı: Başarıya ulaşmıştır. Siyaseti ve toplumu dönüştürme projesi devam etmektedir.

İcraatı: Ordu ve bürokrasi vesayetini alt etmiştir.  Yargı’yı iktidarına bağlamıştır.
ABD’nin Ortadoğu’da çıkarlarını temsil etmektedir. Eğitime dinci bir içerik kazandırmıştır. Kapitalizmi geliştirmektedir.

Sonu: Henüz iktidardadır. Sonunun ne olacağı bilinmemektedir.

Altınca patlama                                         :

Adı: KÜRT HAREKETİ

Aktif destekçileri: Kürt kitleleri.

Temel örgütü: Kürdistan İşçi Partisi.

Hedefi: Türk milliyetçiliği esasına göre biçimlenmiş anayasal rejim.

Sloganı:  Demokratik cumhuriyet.

Temel hukuk belgesi: ?

Mücadelenin kaç yıl sürdüğü: (Meşrutiyetten beri süregelen Kürt isyanları mirası üzerinde) 1983-2013 (30 yıl)

Ödediği bedel: 35 binden fazla ölü, binlerce yargılama ve hapislik, yakılan, boşaltılan köyler.

İcraatı: Kürt kimliğinin tanınmasına yönelik kitle gösterileri, silahlı isyan, seçim kazandığı yerel yönetimlerde Kürt kimliğine yönelik çalışmalar.

Başarıya ulaşıp ulaşmadığı: Kürk kimliğinin fiilen tanınması anlamında başarıya ulaşmıştır, süreç devam etmektedir.

Sonu: Henüz bilinmemektedir.

Yedinci Patlama                                    :

Adı: GEZİ PARKI ODAKLI ÖZGÜRLÜK HAREKETİ

Aktif destekçileri: Şehirli orta sınıf, eğitimli kitleler

Temel örgütü: Sosyal medya yoluyla kendiliğinden gelişen bir hareket

Hedefi: AKP iktidarı ve Başbakan R. Tayyip Erdoğan

Sloganı: Yaşam tarzıma karışma

Temel hukuk belgesi: —

Mücadele’nin kaç yıl sürdüğü: 31 Mayıs 2013’ten başlayarak sürüyor.

Ödediği bedel: 4 ölü, yüzlerce yaralı, gözaltılar, tutuklamalar

İcraatı: Pasif direnişler, yeni eylem biçimleri.

Başarıya ulaşıp ulaşmadığı:  Yarattığı yeni direniş kültürü ve zihinlerde yerleştirdiği özgürlük anlayışı açısından başarıya ulaşmıştır.

Sonu: Çeşitli eylem biçimleriyle sürmektedir. (21.6.2013)

ALLAH SAYIN BAŞBAKAN’DAN RÂZI OLSUN


ALLAH SAYIN BAŞBAKAN’DAN RÂZI OLSUN

portresi

Prof. Dr. M. Kerem Doksat

Pek Muhterem Başbakanımız öyle şeyler yapıp, öyle lâflar ediyor ki,
millî dayanışmayı ve bütünlüğü perçinliyor vallahi de billahi de.

Mersin’e toplu açılış törenine katılmak üzere geldiği Adana Havalimanı’nda azıcık bir partili tarafından karşılanınca kısa bir konuştu ve dik durun, diklenmeyin dedi.

Protestolar sırasında sosyal medyada kendisine yönelik yazılara da değinerek,

“Onlar bu ülkenin Başbakan’ına küfür edecek kadar alçaktırlar.”
 dedi.

“Dik dur eğilme, Adana seninle”
 şeklindeki müthiş yaratıcı sloganlar devam ederken,

“Hiç endişeniz olmasın, siz bizimle beraber yürüdüğünüz sürece, milletin rotasında dimdik ayakta duran bir Ak Parti iktidarı vardır. Başbakanınız, Genel Başkanınız olarak bu can bu tende olduğu sürece şunu bilesiniz ki, hiçbir şeyden Allah’ın izniyle yılmaz. Bizim bu dünyada sadece Rabbimize bir can borcumuz var, kimseye değil.” dedi;

Buradaki rabbimize mi yoksa Rab’bimize mi karışık tabii…

Bugüne kadar hep “Gâzi” veya “Gâzi Kemâl” derken, dili sürçtü ve “Atatürk Kültür Merkezi’nin üstünde o paçavralara niye göz yumdunuz?
Asılanlar neydi terörist. İllegal görünen legal örgütler.
Başbakana hakaret içeren paçavralar. Anıt’ta bölücülerin posteriyle Türk bayrağı ve Atatürk’ün posteri yan yana. Niye bunu seyrettiniz?”
 diye sordu.

Bu sefer de Lima sendromu söz konusu galiba.
Yâni yavaş yavaş Atatürk ve arkadaşlarının bu memleketi kurarken kullandıkları zihniyete yaklaşıyor. Aman bu yazıyı O’na göstermeyelim de, haklı olduğuna inandığı yolda “yoldaşlarıyla beraber yürümeye” devam etsin.

RTE_ol_de_olelim

Kalktı, “Onlar milyonlarca tivit atsınlar, bizim bir besmelemiz hepsine yeter.” dedi.
Bence Ayet-el Kürsî de makbuldür.
Hâttâ kutsal amaçlı bir tivitle bütün yandaşlara da
anda iletilebilir…

Eh, sen misin bunu yapan?

İsrail Parlamentosu Knesset’in Başkan Livni, Taksim’deki Gezi eylemcilerine
destek vererek, İbrani radyosunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın düşmesi için dua etti; radyodan canlı verilen duasında,

“Türkiye’deki gösterilerin Erdoğan düşene kadar devam etmesi için dua ediyoruz.
Kendisi İsrail’in düşmanı; O’nunla barışmamıza ve resmî özür sunmamıza rağmen
bize karşı da düşmanca bir tavrı var.”
 dedi.

Eh, acaba Sünnî – Hanefî – Selefî – Vehhabî duası mı tutar yoksa en kadim
İbrahimî dinin mensubununki mi, göreceğiz…

Bunlar bana tıbbiyede okurken kafası karışan Remzi’nin (Remzi, remzî yâni sembolik bir isimdir) hâlini hatırlattı. Gençlik işte, birbirimize “moruk” derdik.
Remzi, kasaba kökenli ve mütedeyyin bir aileden gelen, bir gün Komünistlerle birlikte “fruko taşlamaya” gider (o zamanlarda toplum polislerinin taktığı başlıklar, zamanki Fruko marka şişelere benzerdi de), o Cuma da öğle namazına iştirak ederdi.

Sonunda tereddüdünü şöyle aşmıştı: Bana geldi, “Moruk, bugün Allah’ın olmadığını anladım.” dedi.

Tir tir titriyordu, tam bir heyecan ve helecan içindeydi.
“Anlat baklayım moruk.” dedim.

Bak moruk, bugün Cuma’ya gittim ve şu anda gördüğünden çok daha perişan bir hâlde, ağlayarak yakardım: Allah’ım, eğer sen varsan, şu câminin ışıkları bir an için sönsün dedim ama hiçbir şey olmadı.
Anladım ki Allah yok”
!

Bir yandan da ne diyeceğim diye bana bakıyor…

Moruk” dedim, “ya senin kadar hulus içinde bir başka kararsız ‘Allah’ım, eğer sen varsan, bu câminin ışıkları sakın sönmesin’ diye dua ediyorsa, Allah ne yapsın”?

Senle konuşulmaz moruk” diye homurdanarak ve posbıyıkları altından da gülümseyerek uzaklaştı.

Sonra bir uyanık çıktı ki sormayın gitsin.

Benden 5 TL borç aldı albüm çıkaracağım diye, neredeyse yarım asır geçti,
hâlâ ödeyecek.
Bunu yasal faizden tahsil etsem yedi ceddim rahata erer ama ben ona kıyamam.
Bilmem kaç tane by pass olmuş, çocukları var…

12 Eylül faşizminin dayattığı mecburî hizmetten yırttı.

Nasıl mı?

Kalktı, Öğrenci İşleri’ndeki bir hatunu tavladı, zaten hazır bekleyen diplomayı yürüttüler ve bizler paşa paşa iki sene giderken, o ihtisas yaptı.
Arada karşılaştığımızda, o zamanki Adana Numune Hastanesi’ndeki karanlık dehlizlere dalarak ortadan kayboluyordu.

Bu anlattıklarımdaki şeyler tamamen hayal mahsulü olup,
gerçek hayattaki benzerlikler tamamen “Jung’ien” mânidar tesadüflerdir.

***

Malum, yarım buçuk kan İzmirliyim.
İzmir, Atatürk’ün “ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri” dediği şehirdir.
Ticari ve ekonomik rüzgârlara da kolay adapte olur İzmirliler.

Mesela Demokrat Parti döneminde silme liberal olmuşlardır.
Hâlâ da Liberal İzmirliler” diye bir e-grubunda hararetle tartışıyorlardı.
Beni de üye yapmışlardı, sessiz sedasız ayrıldım çünkü liberal değildim.
Ama şimdi İzmirliler yekpare oldular, hepsi tek hedefe kilitlendi ve ayrı gayrı kalmadı.
Hepsi dua ediyorlar.

***

Demin kızım Ayşe Cânan aradı, o’nun şöyle bir öz ve soygeçmişi var:
Annesinin babası İstanbullu ve asil bir ailedendir ama Kıbrıs’a göçüp, mücahit hareketine de katılmıştır. Annesinin annesi de Kıbrıslı asil bir ailedendir, o da mücahit hareketine katılmıştır. Ne zaman ki evlenmişler, ancak o zaman Rahmetli Rauf Denktaş
sırrı açıklamış ve ağlayarak birbirlerine sarılmışlardır.
Orası böyle kurtulmuştu!

Neyse, bu gece uçakalanından gelecek (orada öyle derler) ama bana şunu anlattı:

“Babacığım, buradaki yaşlılar, yâni eski soykırım günlerini hatırlayacak kadar yaşlı olanlar çok korkuyorlar. Buna mukabil, birkaç sene öncesine kadar Türkiye’den kopan ve âdeta yabancılaşan bütün gençler şimdi ‘gitsin, biz Türkleri rahat bıraksın’ diye haykırıyorlar” dedi.

Yâni şimdi, Sayın Başbakan sayesinde, KKTC ile T.C. de tekrar kaynaşmakta.

Dualara bir de Kıbrıslılarınki eklendi.

ABD’liler dua ediyor, AB’liler dua ediyor.

Faiz lobisi, münafık içki lobisi, FED Bankası lobby’si dua ediyor.

Eh, sonsuz adaleti olan Yüce Allah herhâlde demokratik bir tercih yaparak,
çoğunluğun talebini tercih eder, bilemem!

Haddimi aşmayayım…

***

Bu arada, her iki Facebook hesabımı da birileri gözden geçirdi;
birisi Ankara’dan. Öbürü ABD’denmiş, öyle ihbar aldım.
İlâhî mi yoksa, merkezî mi bilemiyorum.
Zâten bunlar acayip karışmış vaziyette.

***

Şimdi Oğuz kardeşimden bir fıkra geldi:

Bir gün Hz. Ali’nin taraftarlarının yoğun olduğu Küfe’den biri devesiyle Şam’a gelmiş, dolaşırken biri yanaşmış:

-Ver o dişi deveyi bana!

Tartışma büyümüş, Küfeli: “Bu deve benimdir, üstelik dişi değil, erkektir.” demişse de anlaşamamışlar, iş Muaviye’ye yansımış.
Halk meydanda toplanmış, Muaviye, Küfeli ile Şam’a da, deveye sâhip çıkanı dinledikten sonra, kararını açıklamış:

-Bu dişi deve Şamlı’nındır!

Sonra toplananlara dönmüş:

-Ey cemaat, bu dişi deve kimindir?

Hep birlikte bağırmışlar:

-Şamlı’nındır!

Küfeli şaşkın şaşkın, giden devesinin ardından bakakalırken Muaviye,
Küfeli’yi yanına çağırmış:

-Ey Küfeli, dinle!
Sen de ben de biliyoruz ki bu deve senindir ve dişi değil, erkektir.
Ama sen Küfe’ye dönünce gördüklerini Ali’ye anlat ve de ki:

-Ey Ali, Muaviye’nin, dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen, o ne derse evet diyen
10 bin adamı var!
Ayağını denk al!

***

Sözlerime son verirken, size çok kısa bir fıkra anlatacağım.

Bir daha anlatayım mı?

Bir daha anlatayım mı?

Bir daha anlatayım mı?

Gerek yok…

Bülent Arınç Beyefendi’yi dinleyin yeter.

Gülmekten ölebilirsiniz.

Onun için önce dua edin!
(23.6.13)