Günlük arşivler: 18 Haziran 2013

TÜRKER ERTÜRK : SU HORTUMU

 

SU HORTUMU

portresi_sade

TÜRKER ERTÜRK

Türkiye’de ve Türk insanının yaşadığı her yerde olduğu gibi Avrupa’da yaşayan Türkler de ayakta, endişeli ve isyan halinde. Geçtiğimiz Pazar çeşitli Avrupa başkentleri Her yer Taksim her yer direniş” sloganları ile inledi.

Bu yazımı konferanslar için geldiğim Almanya’dan yazıyorum. Hannover şehir meydanında kurulan direniş çadırını gezdim, konuşma yaptım ve insanlarımızla
sohbet ettim. Hildesheim ve Bremen şehirlerinde “Emperyalizmin kıskacında Türkiye“ konulu konferanslara katıldım. Türkiye’de iç barışın sağlanması ve
tırmanan iç savaşın durdurulması için “Erdoğan derhal istifa etmelidir”
herkesin ortak kanaati. Konuştuğum insanlarımızdan kimisi direnişe aktif destek vermek için Türkiye’ye gitmeyi planlıyor, kimisi ise gelişmelerden endişe duydukları için Türkiye’de bulunan ailelerini yanlarına aldırmayı düşünüyor.

Herkes bilmektedir ki; Türkiye’de devam eden halk hareketinin hedefi
11 yıllık Erdoğan ve AKP hükümetinin emperyalist işbirlikçiliği,
– antidemokratik ve hukuku ayaklar altına alan uygulamaları,
– Milli değerlerimize ve Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesine düşmanlığıdır.

Yalnız bu halk hareketi başsızdır ve siyasi bir önderliğe sahip değildir.
Başsız olmanın nedeni ise ağırlıklı olarak emperyalist operasyonlar ve
kısmen de yurtseverlerin yaptıkları yanlış analiz ve öngörüdür.

Bu köşede daha önce belirttiğim gibi, halk hareketleri, toplumsal olaylar veya devrimler rastlantısal nedenlerle patlak vermeden önce uzun süre derinden, sessizce ve görünmeden yol alırlar. Bir birikimin ürünü olarak ortaya çıkarlar.

AKP icraatının toplumumuzu gerdiğini, sessiz ve duyarsız olunsa bile toplumun için için yandığını ve bu durumun bir patlamaya yol açacağını görüyordum ama nerede
ve ne zaman meydana geleceğini kestiremiyordum.

Taksim bahane!

Bu durum tespitini yapabilenler yalnızca ben ve benim gibi insanlar değildi.
ABD’de durumun farkındaydı. Zaten Türk toplumunun tepki duyduğu politikaların
çok büyük bir bölümü onun planıydı ve uygulanması için AKP’ye o dikte ettirmişti.

Kamuoyu araştırmaları ve sosyal medya analizleri vasıtası ile ABD’de AKP politikalarının toplumu gerdiğini bir patlamaya doğru gidildiğini görüyordu ama
ne zaman ve nerede olacağını o da belirleyemiyordu.

İşte bu rastlantısal olay Taksim’de çevre duyarlığı eylemine yapılan faşist ve hunharca bir saldırı sonucunda meydana geldi ve tüm ülkeye yayıldı. Ama bilinmeli ki,
Taksim bahane! Orada olmasaydı başka bir yerde ve zamanda mutlaka yine olacaktı.

ABD çıkacağını beklediği ama ne zaman ve nerede başlayacağını tahmin edemediği halk hareketine Millici güçler liderlik edemesin diye muhalefeti dizayn etmeye çalıştı. Esasında muhalefetin dizayn edilmesinin üç önemli nedeni vardı;

1.Emperyalist projelere yönelik AKP icraatına güçlü direnç gösterilmemesini sağlamak,

2.AKP yıprandığında projeleri devam sürdürecek seçenek iktidar adayını hazırlamak,

3.Yukarıda belirttiğimiz gibi olası bir halk hareketinde süren emperyalist projeleri akamete uğratacak liderliğin yapılmasını engellemek.

CHP’den ABD’nin arzu ettiği iktidar adayı çıkarılamadı çünkü partiye yapılan operasyonu bünye kabul etmedi, örgüt ve taban bunu ret etti. Halbuki operasyon yenmemiş ve kendisini YCHP olarak adlandırmamış bir yapı bugün halk hareketinin önderi olarak güneş gibi ülkemizin üzerine doğabilirdi ama olmadı.

Bugün halk hareketinin öndersiz kalmasının tüm suçu ABD’ye ait değil.
Bunda iyi niyetli ama analiz ve öngörü konusunda sığlık gösteren, kişisel husumetlerini, ideolojilerini ve siyasal çekişmelerini bir yana koyamayan yurtseverler de suçlu!

Kanlı mı olacak yoksa kansız mı?

Bölgemizi ve ülkemizi içine alan emperyalist planın arkasındaki güç çok kuvvetlidir. Eskinin refleksleri ve söylemleri ile gel biz de birleşelim yaklaşımları ile bu planla mücadele edemeyiz ve ülkemizin çıkarlarını koruyacak Milli bir hükümeti
asla kuramayız.

Birleşme sağcısını, solcusunu, ülkücüsünü, sosyalistini ve antiemperyalist olan mütedeyyin insanımızı bir araya getirebilen bir kucaklama olmalıdır. Aksi hüsran olur. Çünkü ne ABD çökmüştür ve çökmek üzeredir, ne de Büyük Ortadoğu Projesi.

Bugün süren halk hareketi, emperyalizm tarafından çeşitli araçlarla yönlendirilmeye
ve kendisince arzu edilmeyen yerlere gitmesi engellenmeye çalışılmaktadır.

ABD kararını vermiştir                   :

  • Arkadaki iradeyi yani kendisini saklayabilmek ve halkın yükselen tepkisini yatıştırabilmek için Erdoğan gidecektir.

Ayrıca Erdoğan, davranışları ile tahmin edilemez ve güvenilemez olarak değerlendirilmektedir.

Artık ABD açısından sorun “Kanlı mı yoksa kansız mı?” gideceğidir.
ABD, yeni ve görece sevimli bir yüzle veya başka bir anlatım ile söylemek istersek
“İyi polisle” Erdoğan’ı değiştirip yoluna devam etmek istemektedir.

Bremen’deki konferansım sırasında sorulan bir soru üzerine, Türkiye’deki halk hareketinin bir önderliğinin olmamasının olası sonuçlarını daha iyi anlatabilmek için
su hortumu örneğini verdim. Çok iyi anlaşıldığını ve beğenildiğini görünce
burada da ifade etmek isterim.

Ucu boşta bulunan su hortumuna bir anda basınçlı su basarsanız neler olabileceğini biliyorsunuz. Hortumun ucu ve bedeni denetimsiz bir biçimde sağa, sola, yukarı
ve aşağıya saldırır.

Birleşmiş olsaydık hortumu biz tutar ve bu gücü biz yönlendirdik ülkemizin çıkarları, özgürlüklerimiz ve iç barışımız için. Hala birleşebiliriz, acele edersek! Tek tek tutmaya gücümüz yetmez. O zaman hortumun ucunu daha güçlü olan emperyalizm kapar,
biz de baka kalırız ve eski tas eski hamam projelere devam edilir.

Saygılar sunarım
İLK KURŞUN, 18.6.13

NEDEN DİRENİYORUM? MERAK EDİYORSAN OKU!

NEDEN DİRENİYORUM? MERAK EDİYORSAN OKU!

Fotoğraf

“Rüşvet alan, para pul padişahı değiliz. Paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız biz.”Mağduriyetimiz ve mazlumiyetimiz sınanırken, vicdanı icarlanmamış halkımızın,
hakikate olan inancından güç alarak diyoruz ki:Mutluluğun resmini yapamadık belki; ama -15 derecede, naylon çadırların içinde güneşin doğuşunu hayal etmenin ne olduğunu resmettiğimiz icin hiçbir pişmanlık duymuyoruz.

Beyaz formalarımız bize kefen olsun ki kanlarımızı satmadık, tek celsede bağışladık.
“Helal-i hoş olsun” diyoruz.

Çocuk Esirgeme Kurumları’nda, ağlayan çocukların gözyaşlarını gördüğümüz için boğazımıza bir yumruk oturmuştu ve sıkılıydı.

Yaşlılarımızı ziyarete gittiğimizde, analarımızın-babalarımızın olduğunu onlar ölmeden önce öğrendik.

Tabelada yerlere çöp atmayınız yazdığı için değil, engelleri tek tek aşmaya calıştığımız için ceplerimizde mavi kapaklarla gezdik.

Uluslararası Astronomi Birliği, Pluton için “o artık gezegen değil” dediğinde, kandırılmışlık duygusuna kapılmanın ne olduğunu iyi bildiğimiz için “bi dakkaaa!” dedik… “hepimiz Pluton’uz”!

Hasankeyf, Yunuslar, sokak hayvanları…

Bilemedik, bilemedik, bilemedik.

Daha çok sevmemekmiş asıl suçumuz, bilemedik.

Karadeniz için haykırdık; kimsenin diline, genzine o çaylar dökülmesin diye.
Karadeniz’e kanser araştırma hastaneleri yapılsın diye inim inim inledik.

Van’a 8 değil, 18 konteynır alamamaktır vicdani suçumuz.

17 Ağustos’taki acıyı biz neden daha çok hafifletemedik ki?

Henüz biber gazı da icat olmadıydı üstelik.

Biz buna yangınız.

İçimizde yangın çıkardık, suçluyuz…

Kaz Dağları ile akrabalığımız, Ferhat’a olan hayranlığımızdan olmadı.

Peki ya Şirin bilseydi Munzur Çayı’nın gizemini, Ferhat’ın hali nice olurdu ?

Biz de geç kalmışız be Schindler, evet.
İnsanlık için, halkımız için daha çok güzellikler yapabilirdik.

Düğün nedir bilemedik; ama cenazelerimizi hep kendimiz kaldırdık.

Evvellerimiz ve geleneğimiz olduğu için, dayatılana karşı çıkıp başka bir dünyayı mümkün görebiliyoruz. O yüzdendir ki, “her şeyin, herkesin bir fiyatı vardır” diyen meymenetsiz patronun suratına parayı çarpan güzel abimizi sinema salonunda alkışladığımız anın heyecanını hep içimizde yaşıyoruz.

Tarih, bugüne kadar söylediğimiz her sözün ve yaptığımız her şeyin şahididir.
Bizim hakikatimiz, isnat edilenlerle değişmez.

“Ağaçları sulamanın bir adalet, dikene su vermenin ise bir zulüm olduğunu”
çok ama çok, çok iyi biliyoruz.

Bizim aradığımız şey bambaşka…

Şairin dediği gibi, “ne ağaca benzer ne de buluta”

Hukuk ve ahlak kurallarının kesiştiği yerde vicdan arıyoruz biz vicdan !

FAŞO AĞA : Rifat Serdaroğlu


FAŞO AĞA

portresi3

Rifat Serdaroğlu

Ekonomist ve Capital Dergileri “CEO CLUB PLATFORMU” üyeleri arasında bulunan 137 CEO ile bir anket yaptı.

Anket ile ilgili sonuçları beraberce değerlendirmeden önce kısa bir bilgi aktarımı yapalım.

CEO (Chief Executive Officer-Baş Yönetici) demektir.

Bu kişiler, şirketlerinin politikalarını oluştururlar ve uygularlar.

Şirketlerinin tepeden tırnağa tüm stratejilerini belirlerler ve tüm sorumluluğu yüklenirler.

Bunlar ülkemizin en iyi yetişmiş, dünyadaki her türlü gelişmeyi yakından takip eden değerleridir.

Bunlar üretir, istihdam yaratır, kazandırır ve vergi vermede öncülük ederler.

Aklı başında ve demokrat bir Başbakan, bu insanları dinlemeyi, deneyimlerinden yararlanmayı, mümkünse bu kişilerden arzu edenleri, siyasete kazandırmayı bilmelidir.

Soru 1: Gezi Parkı olaylarının size göre ana ekseni nedir?

*Hükümetin birçok politikasına tepkidir: ————– %54,8

*Demokratik bir hak aramadır: ————————–%26,1

*Çevreci bir harekettir: ——————————-%11,3

*Dış Güçler ve Faiz Lobisinin oyunudur: —————–%4,0

*Hükümete tepki + Dış Güçlerin oyunu: ———————%2,2

*Diğer: ————————————————-%1,6

Hükümetin birçok politikasına tepki + Demokratik bir hak arama + Çevreci Hareket diyenlerin toplamı: %92,2

Soru 2: Olayların bu boyuta gelmesinin sizce sebebi nedir?

*Başbakan’ın olaylar karşısındaki sert üslubu: ———%40,8

*Orantısız Polis müdahalesi: —————————%30,8

*Göstericiler ile Hükümet arasındaki diyalog eksikliği: %13,7

*Provokativ Grupların karışması: ———————–%11,4

*Göstericilerin kabul edilmez istekleri: —————%1,9

*Dış Güçler + Biz yaparız uygulaması: ——————–%1,4

İlk üç grubun toplamı %85,3 etmektedir ki, bu sonuç Hükümetin beceriksizliğini gösterir.

Soru 3: Gezi Parkı protestoları boyunca hiç Taksim’e gittiniz mi?

*Evet gittim: —————————————————%52,5

*Hayır gitmedim: ————————————————%47,5

Bu sonuç CEO’ların olayla bizzat ilgilendiklerini gösterir.

Soru 4: Gezi Parkına Topçu Kışlası yapılsın mı?

*Gezi Parkı yeniden düzenlenmeli ama kışla ya da benzeri inşaat yapılmamalıdır: ————%48,5

*Gezi, mevcut haliyle park olarak kalmalıdır: ——————————-%25,7

*Gezi Parkı Kararı, referandum ile halka sorulmalıdır: ———————-%11,9

*Topçu Kışlasının yapılmasında bir sakınca görmüyorum: ———————-%7,9

*Diğer: ———————————————————————%6,0

İlk iki grubun toplamı %74,2 etmektedir ki, bun sonuç Topçu Kışlasının yapılmasının istenmediğinin işaretidir.

Soru 5: Hükümetin Gezi Parkı krizini yönetme biçimine 10 üzerinden not
verir misiniz?

* Verdiğim Puan(1) ——–%51,5

* Verdiğim Puan(2) ——–%16,8

* Verdiğim Puan(3) ——–%19,8

* Verdiğim Puan(4) ——–% 4,0

* Verdiğim Puan(5) ———%5,9

* Verdiğin Puan(7) ——– %2,0

Not: CEO’lardan Hükümete 7’nin üzerinde not çıkmadı

İlk üç grubun, yani zayıf verenlerin toplamı %88,10 etmektedir ki,
bu sonuç tam bir yönetim zafiyetidir.

Değerli Okurlar;

Bu ankete katılan CEO’ların tamamına yakını AKP Hükümetinin ekonomik politikalarını destekleyen kişilerdir.

Başbakan Erdoğan, iddia ettiği gibi “Demokrat” bir siyasetçi ise,
böyle anketleri dikkate alıp, kendisini düzeltmelidir.

Erdoğan kendisinin Şah-Padişah-Sultan-Reis-Halife olmadığını,
belli bir süre için seçimle göreve gelen ve yine seçimle gidecek bir fani olduğunu sabah-akşam ayna karşısında defalarca tekrarlamalıdır.

Bu ankete katkı olsun diye, ben de tanıdığım 14 CEO’ya şu soruyu sordum;

* Siz her biriniz yanınızda binlerce insan çalıştıran, katma değer yaratan, ihracat yapan, vergi veren ve ülkeye teknoloji getiren yöneticilersiniz.

Başbakan Erdoğan’ı yanınızda herhangi bir işe alır mısınız?

– 13 CEO, “Keşke imkân olsaydı, ama kadrolar tamamen dolu” dedi.

– 1 CEO, “Fabrikadaki İmam Kadrosuna bile almam, işçilerimizi Sünnî-Alevî diye birbirine düşürür.” dedi.

İşte böyle, 1500 korumayla dolaşabilen kahraman Erdoğan;

Gel sen beni dinle vakit varken kendini düzelt, İlkokullarda okutulan
“Yurttaşlık Bilgisi ve Demokrasi”
 kitabını önce iyice bir hatmet ve uygula.

Yoksa yazının başlığı sana, “Capon Yapıştırıcısı” gibi yapışacak

Sağlık ve başarı dileklerimle.

18 Haziran 2013, İLK KURŞUN

O polisin kimliği açıklandı


O polisin kimliği açıklandı!

Ankara’da polis kurşunuyla vurularak öldürülen Ethem Sarısülük‘ün ailesinin avukatı Kazım Bayraktar, ölümün silahla olduğunun kesinleşmesi ve raporların incelenmesinin ardından savcılığın emniyetten, polisin ismi ve silahını istediğini söyledi.

18 Haziran 2013 Salı 13:16
 O polisin kimliği açıklandı

ANKARA- Ethem Sarısülük’ün öldürülmesini soruşturan Cumhuriyet Savcısı
Veli Dalgalı, ön otopsi raporu ve Jandarma bilirkişinin raporu ile görgü tanıkları,
olay yeri MOBESE ve güvenlik kameralarının görüntülerini inceledi.Sarısülük ailesinin Avukatı Kazım Bayraktar, ölümün silahla olduğunun kesinleşmesi
ve raporların incelenmesinin ardından savcılığın emniyetten, polisin adı ve silahını istediğini anımsattı.Bayraktar, Emniyetin, A.Ş, isimli polisin bilgilerini ve silahını savcılığa ilettiğini açıkladı.
Bayraktar, “Savcı, polis memurunun ifadesini alacak. Silahı da kriminal inceleme için İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Biz jandarma kriminale gönderilmesini bekliyorduk. Neden İstanbul’a gönderildiğini de savcılıktan öğreneceğiz.” dedi.

  • Bu haberle ilgili yorumumuz aşağıda.. Okunmasını dileriz..

==============================================

Dostlar,

27 Mayıs 1960 Devrimi, öncesinde tek1 üniversite öğrencisinin (Orman Fak. öğr. Turan Emeksiz) polis kurşunuyla öldürülmesine büyük ölçüde bağlıdır.

Taksim direnişi 3. haftasında ve resmen bilinen 5 kurbanımız var.
(1’i polis komiseri, belki de kaza ölümü..)

Aradan yarım yy. geçmiş ve hala vahşet, hala polis şiddetinin adam öldürmeye varması..

Bu durum kabul edilemez..

Ethem Sarısülük, apaçık, adı” A.Ş.” (Ahmet Şahbaz) olarak açıklanan o polis tarafından 4,8 m uzaklıktan kafasına hedef gösterilerek ateş edilmesiyle göz göre göre vurulmuştur (1 Haziran 2013; ölümü 15.6.13) ..

Tüm kamera kayıtları ile durum ortadadır ve 1 hafta – 10 gün içinde gelinen yer yalnızca polisin adının ve silahının savcıya verilmesidir.

Bu kişi hala serbesttir.
CMK uyarınca SANIK bir yana, ŞÜPHELİ işemi bile görmemektedir.
Acaba kaçma olasılığı, kanıtları karartma olanağı var mıdır?
Neden hemen göz altına alınmaz, önlem için tutuklanmaz?
Ortada 1 genç masum insanın ölümü var..

Ergenekon vd. tertip davalarda yurtsever asker – sivil aydınların nasıl hukuk
ayaklar altına alınarak yıllardır tutuklu olduğu gözönünde..

Bu çifte standart, kamuoyunu yalnızca sızlatmamakta, oluk oluk kanatmaktadır.

İşlenen suç cinayet.. Eldeki kanıtlar nerdeyse SUÇÜSTÜ niteliğinde :

Bu polisin görüntüleri, video kayıtları ortalıkta dolaşıyor..
Aşağıdaki erişkelerden (linklerden) izlenebilir..

http://webtv.hurriyet.com.tr/20/50860/0/1/ethem-sarisuluk-hayatini-kaybetti-ankara-daki-gazi-parki-olaylarinda-boyle-vurulmustu.aspx

http://webtv.hurriyet.com.tr/2/50629/0/1/ankara-daki-gezi-parki-protestolarinda-ethem-sarisuluk-boyle-vuruldu.aspx

Bu olayın üstü hiçbir biçimde kapatılamaz.

16.6.13 günü bu sitede yazdığımız kapsamlı yazıya bakılmalıdır :

OHAL’e 1 adım kaldı : Yoksa her şey bu hedefe mi yönelikti??

(http://ahmetsaltik.net/ohale-1-adim-kaldi-yoksa-her-sey-bu-hedefe-mi-yonelikti-3/)

Başbakan RTE bugünkü parti grup toplantısında bu konuya neden hiç değinmedi?

Rahmetli Ethem Sarısülük‘ün yakını bir kadın, olay yerinde 14 saattir hareketsiz yatarak olayı canhıraş protesto ediyor..

Konu dünya kamuoyunun gündemindedir.

Rahmetlinin ablası ve ağabeyi de eylemi desteklemekte.

Hükümetten ilgili bir bakanın derhal olay yerine giderek, gerekli güvenceyi kamuoyu önünde açık olarak ve ivedilikle vermesi gereklidir.

İçişleri Bakanı kamuoyu önünde emniyete açık talimat vererek adli kovuşturmanın önünün açılmasını istemeli ve sağlamalıdır.

Türk polisi yasa dışı bir cinayet örgütü değildir, olamaz!
Namuslu polis şefleri, bu cinayeti işleyeni elbette adalete teslim edeceklerdir.
Kendilerine yakışan ve kendilerinden beklenen budur.

Bu acı olayın faturası mutlaka ödenmelidir, ödenecektir.

Muhalefet de TBMM’de bu iğrenç cinayetin izlemcisi olmalıdır.

TBB (Türkiye Barolar Birliği),  TTB (Türk Tabipleri Birliği), insan hakları  örgütleri..
olayı özenle, adım adım izlemeli, demokratik baskı grubu işlevini sürdürmelidir.

Sarısülük ailesinin ve yakınlarınıni ulusumuzun acısını paylaşıyoruz.

16.6.13 Pazar günü rahmetlinin cenaze töreni için Kızılay’da toplanılmasını engelleyen yersiz ve hukuksuz polis şiddetini bir kez daha kınıyoruz. Aşırı şiddetle oradaki yaklaşık 50 bin insan dağıtıldı.. Gazlandık, ilaçlı su sıkıldı.. Tören dağıtıldı. Binlerce insan alana gelemedi ve Batıkent’te Cemevi törenine de katılamadı.. biz de Kızılay’dan döndük.

Rahmetli Ethem’in ağabeyinin TOMA’ya bedenini siper etmesi bile
gözükara polis vahşetini durduramadı..

Çok yazık..

Sonsözü, direniş şehidi Ethem Sarısülük‘e bırakalım :

Ethem Sarısülükün cenazesine müdahale

Sevgi, saygı ve derin acı ile.
18.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Yaşar Nuri Öztürk : 15 Haziran akşamı üzerine notlar


15 Haziran akşamı üzerine notlar

portresi

 
Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK

 

15 Haziran 2013 akşamı Türkiye’nin, insan hakları uğruna sergilenen eylemler tarihinde müstesna bir akşam oldu. Taksim Direnişi’nin omurga mekânı olan Taksim Gezi Parkı, protestoculara biber gazı bombalarıyla saldıran polis tarafından akşam saatlerinde boşaltıldı. Hafta sonundan yararlanarak direnişçi fütüvvet ekiplerini ziyarete gelen yüzlerce çocuk ve yaşlının da doldurduğu park, biber gazı bombaları ve
Toma denen araçların sıktığı kimyasal madde karışımlı suyla tam bir cehenneme dönüştürüldü. Onlarca yaralı vardı. Çocuk ve yaşlı insan feryatları ayyuka çıktı.
Olup bitenleri televizyon kanallarından canlı olarak izledik. Aldığım notların bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum. Öncelikle şunu belirteyim:

Polis, gaz bombalarıyla yalnızca Gezi Parkı’nı cehenneme çevirmedi, halkın olay yerine yaklaşmasını önlemek için Taksim meydanına giriş sağlayan Sıraselviler’le
İstiklal Caddesini de gaz bombası yağmuruna tuttu. Sıraselviler birkaç hastanenin sıralandığı bir yerdir. Atılan gaz bombaları, bu hastanelerdeki insanları da ciddi biçimde taciz etti. Polis ayrıca, halkın kümelenmeye başladığı Mecidiyeköy meydanını da Anadolu yakasında Boğaz köprüsüne çıkış veren Fikirtepe kavşağını da,
toplanan halkı sindirmek için gaz bombalarıyla zehir doldurdu. 17 Haziran tarihli gazetelerden öğreniyoruz ki; polis, İstanbul Teşvikiye Camii’ne sığınanları sindirmek için caminin bahçesine de gaz bombası atmış.

DİVAN OTELİ VEYA ‘AYYILDIZ OTELİ’

Bu tarihî güne damga vuran bir mekân da Taksim’deki Divan Oteli oldu. Bu otel,
büyük bir insanlık bilinciyle, kendisine sığınan yaralılara âcil sağlık yardımı için
kapılarını ilk günden itibaren açtı. 15 Haziran akşamı, polis bir tür revir hizmeti veren
bu oteli de biber gazıyla bombaladı. Öyle bombaladı ki, sadece revir görevi yapan alt
katlar değil, turistlerin barındığı üst katlar bile gazla doldu.

Divan Otel’in tarihsel şuuru halk tarafından hemen görüldü ve Otel’in önünden
canlı yayın yapan ünlü gazeteci Uğur Dündar, halkın bu fark edişinin sonucunu dünyaya duyurdu: Halk, beş yıldızlı turistik bir otel olan Divan Otel’in adını
‘Ayyıldız Oteli’ olarak değiştirdi.

AKUT, gazdan yararlananlara âcil yardım için Ayyıldız Oteli’ne geldi.

KURUM TEMSİLCİLERİNİN GÖZLEMLERİ 

  • Su sıkan motorlu canavarların halk üzeine sıktığı suya kimyasal madde karıştırıldığı, gazeteciler ve hekimler tarafından dünyaya duyuruldu.
  • Çeşitli kuruluşlar adına konuşan doktorlar bu kimyasal madde karışımlı suyun halk üzerine sıkılmasını bir ‘katliam’ olarak niteledi.

Gazeteci ve aydınların ortak beyanlarından biri de şuydu:

Polisin attığı gaz bombaları evrensel hukuka aykırı olarak kullanıldı.
Bu kullanımın adı ‘orantısız güç kullanmak’ değildir, bu kullanım açıkça
insanlık suçudur. Uluslararası mahkemelere mutlaka götürülecektir.

Şu da var:

  • Yaralananlara âcil sağlık hizmeti veren birçok doktor,
    elleri arkadan kelepçelenerek tutuklandı.
    (17 Haziran tarihli gazeteler)
  • Uluslararası hukuk, yaralılara yardım eden doktorların tutuklanmasını,
    savaş zamanında olsa bile, suç saymaktadır.

Gazeteci Can Dündar:

  • “Polis akıl almaz bir şiddet uyguluyor. Ben bunca yıl pek çok eyleme tanık oldum; böylesine acımasız, böylesine vicdansız bir polis müdahalesi görmedim.
    Bu bir insanlık suçudur. Valileri, emniyet yetkililerini bu yönde verilen emirlere uymamaya çağırıyorum. Aksi halde ileriki zamanda bunun hesabını veremezler.”

İstanbul Tabip Odası yetkilisi          :

  • “Sağlık bakanlığı, ‘Neden revir açtınız, yaralılara neden ilk yardımda bulundunuz?’ diye bize soruşturma açtı. Bakan bizden
    yaralıların listesini istiyor.
    Doktorlarımız tehdit ediliyor.”

Türk Tabiplerİ Birliği;
– polisin gazlı saldırısı üzerine 11 bin kişinin gazdan etkilendiğini,
– yaralananların sayısının ise 788 olduğunu bildirdi ve
– Dünya Sağlık Örgütü’yle Dünya Tabipler Birliği’ne ‘âcil’ kaydıyla şu çağrıyı yaptı:

  • “Dünya kamuoyunu, insanların demokratik taleplerinin şiddetle bastırılmasını durdurmak için harekete geçmeye çağırıyoruz.”

(YURT Gazetesi, 18.6.13)

SES PROBLEMİ

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan (Nükleer Fizik uzmanı) nefis bir derleme ulaştı bize.

Matematik, üstelik çok temel düzeyde böylesine ustalıkla kullanılır ve işe yarar sonuçlara varılır..

Yaşamın temeli, matematik..

Keşke okullarımızda Matematik dersleri sevdirilerek, uygulamalı olarak, matematik eğitimi formasyonu olanlarca (Matematikçi değil Matematik öğretmeni!) verilse..

Keşke insanlarımız, kendilerini sürekli sorgular sorumlulukla yetiştirileseler..

Keşke gerçek müslümanlar, kendilerine ve başkalarına eziyet boyutuna ulaşan
bu anormal yüskek sesli Ezan okuma terörüne bir son verseler..

Ve son keşke :

Din ve Ahlak Bilgisi dersleri eğer zorunlu olarak kalacaksa -ki insan haklarına aykırılığı kezlerce AİHM kararlarıyla hükme bağlanmıştır- “GERÇEK DİNİ” öğretse
ve erdemli insanlar yetiiştirilmesine katkı sağlayabilse..

31 yıldır (12 Eylül Anayasası) zorunlu din dersleri var bu ülkede..
Yüzlerce İHL ve yüzbinlerce hatta birkaç milyon mezunu..

  • Her taraf “imam” dolu.. Şeriatla yönetilen hiçbir ülkede olmadığı kadar!
    Ama imamlık yapmıyorlar.. 

Ama ahlaksızlık – hırsızlık – yolsuzluk – rüşvetçilik – devlet malını talan -kadına şiddet – insest… diz değil gırtlak boyu..

Niye acaba? Sorun nerede? Adı “Din ve Ahlak Bilgisi” olan zorunlu derslerde salt
bir dinin bir mezhebinin abartılı ve büyük ölçüde yanlış ritüellerini felsefesinden soyutlayarak, salt ezberleterek robotça uygulatarak nereye varılabilir ki?

Yoksa bu vahim tablo, her nasılsa, aktarılan yollar üzerinden “istendik” midir??

Vah Türkiye, vah Türk insanı ve vah Tanrı’nın gerçek dini..

İlahiyat Fakültelerinde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda bu gerçekleri haykıracak
gerçek din ehli – vicdan ve ahlak sahibi bilim insanları – uzmanlar neden susarlar??
Aldıkları eğitim tam da burada işe yaramayacak mı?

Sevgi ve saygı ile.
18.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==========================================

SES PROBLEMİ

portresi

 

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

 

İlahiyatçı yazar Prof. Yaşar Nuri Öztürk minarelerde okunan ezanın rahatsız edici derecede yüksek sesle okunduğundan yakınıyor (basından)..

Hele şükür, Din konusunda uzman biri sonunda bu konuya parmak bastı..
Kendisini başka bir konuda eleştirdiğim Prof. Öztürk’ü,
medeni cesaretinden dolayı bu kez kutluyorum.

Ses ne zaman rahatsız edici olur?

Bunun fiziksel açıklaması ve ölçüsü vardır.

  • Kirlilik fiziksel anlamda, madde veya enerjinin yanlış zamanda ve/veya
    yanlış yerde bulunuşu olarak tanımlanır.

Ses, enerji taşıyan dalga olduğuna göre, ses kirliliğinden de bahsedilebilir.
Ses dalgalarının taşıdığı enerjinin birim zamanda birim yüzeye basıncını (Watt/m2)
olarak tanımlayan şiddet birimi desibel (dB) olarak adlandırılır.

0 dB, (Io≡10-12 Watt/m2) insan kulağının duyum sınırı olarak tanımlanmıştır:

dB≡10.log(I/Io) 120 dB (≡1 Watt/m2) insan kulağı için rahatsızlık sınırıdır;
160 dB ise kulakta kalıcı hasar meydana getiriyor.

Sivrisinek sesi 30 dB, rahatsız olmadığımız düzeyde
normal konuşmaktaki ses düzeyi 60 dB kadardır.Yakındaki bir Jet motorunun ses düzeyi 150 dB,
maksimum erişilebilir ses düzeyi ise (ses duvarının aşıldığı an, 25 MW/m2)
194 dB’ dir.
Sıfır Referans düzeyi olarak alınan (10-12 Watt/m2) değeri ile kıyaslandığında,
bir çibin gücünün nano watt (10-9 Watt) düzeyinde olduğunu görürüz.***
Türkiye’deki 86 bin caminin her birinin 500 m çapında dairesel bir ‘ses alanı’ kapsadığını düşünürsek, tüm alan 17 bin km2 olur ki, yerleşim alanlarımız üzerinde, hatta dışında, ezan sesi duyulmayan nokta bırakılmamış demektir.DİB’i (Diyanet İşleri Başkanlığı) bu başarısından ötürü kutlamak gerekir.

Minarelerde genelde 100 Watt’lık hoparlörler (çoğu kez 4 adet) kullanılıyor.
250 m mesafede metre kareye (100 Watt/4.p.2502=) 127,3 mikroWatt gelir,
bu da 81 dB demektir.

Oysa 100 Watt yerine, bunun onda biri 10 Watt kullanılsa
71 dB fazlasıyla yeterli olabilecektir.Bu bakımdan Prof. Öztürk haklıdır;Minarelerden yayınlanan ezan sesi,
normal işitilebilecek düzeyden en az on kez daha yüksek şiddette yayınlanıyor. æ

***
İlahiyatçı yazar Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, bir televizyon programında

  • Türkiye’de cuma namazı farz değildir. Birçok İslam ülkesinde de değildir. Cuma namazı cemaatle kılınan bir namazdır. O cemaatin vücut bulması,
    o cemaatin o namazı kılmak için toplandığı mekanın hassasiyetleri önemlidir. Fıkıhtan dikkate alındığı zaman bu dediğim doğrulanır.” dedi
    ve 2013’ün dinsel konulardaki ilk tartışmasının fitilini ateşledi.

Türkiye’de hoparlörle okunan ezan sesinin çok yüksek olduğunu da belirten
Prof. Öztürk,

  • “Cihazla namaz ilan edemezsiniz; İslam bunu yasaklamıştır.
    Güzel sesli insanlara ezan okutacaksınız. Ezan, insan sesiyle okunacak.
    Bunu tartışamazsınız. Bir de hoparlörlerin sesini sonuna kadar açanlar var. ‘

    Ben namaz kılacağım, siz de ayağa kalkın’ diyor. Böyle bir yetkin yok ki senin. Bunun çocuğu var, hastası var, vardiya işçisi var. Kalkın diye sanki insanlara ceza veriyorlar. Kalkıp kılacaksa zaten kalkar, kılar.
    Bu cihaz sesine boğulmuş
    inat gösterisi. Buna bütün Müslümanların karşı çıkması lazım. İbadette o teknolojiyi kullanmak dine aykırıdır.
    diye konuştu.