Günlük arşivler: 11 Haziran 2013

Taksim Dayanışması Basın Açıklaması

Taksim Dayanışması Basın Açıklaması

Taksim Gezi Parkı’na 14. gününde, Gezi Parkı için direnenlere yanıt,
yine polis panzeri ve gazla geldi!

Taksim Dayanışması'ndan açıklama
10 gün önce sabah 05.00’te Gezi Parkına yapılan polis baskını ile bugün yapılan arasında yalnızca saat farkı bulunuyor. Bu kez 07.00’de yapılarak fark yaratılan
polisin Taksim’in fethi harekatında yine onlarca yaralı ve
toplumu endişeye sevk eden bir polis ablukası var.

  • Polis ablukasının olduğu yerde
    demokrasiden, diyalogdan söz edilemez. 

Taksim Dayanışması’nın yurttaşlarımızın ortak dileği durumuna gelen itemlerine
hiçbir yanıt verilmemişken, iki haftadır omuz omuza her türlü dayanışmayı gösteren Gezi Parkı Direnişçileri arasında parkçı-marjinal ayrımı yapılmasından
medet umuluyor.

Kimse parkına ve yaşamına sahip çıkanları ayrıştırmaktan medet ummasın.
Biz bir arada durmaya ve haklı, meşru istemlerimizi dayanışma ile örmeyi sürdüreceğiz.

Oysa, Taksim Gezi Parkı’nı betonlaştıracak proje ortaya çıktığı günden bu yana kamuoyu oluşturma adına mücadele eden, parkına ve meydanına sahip çıkan,
iş makinalarının önüne yatan, parkta sabahladığı için polis şiddetine maruz kalan; gece gündüz Taksim başta olmak üzere ülkenin her yanında parkı ve yaşam alanlarını savunanlara yönelik polis şiddetini kendisine yapılmış olarak kabul eden
milyonlarca yurttaşımızın duygu ve istemlerini yansıtan TAKSİM DAYANIŞMASI olarak; mücadelemizin karalanmasına izin vermeyeceğimizi bir kez daha ilan ediyoruz.

Kamuoyunun yakından izlediği üzere, iş makinalarının önüne yatan
Taksim Dayanışması heyeti, Başbakan Yrd. Bülent Arınç ile görüşmüş, ve istemlerini kendisi aracılığıyla hükümete iletmiştir. Bu görüşmenin ardından iletilmiş istemlere ilişkin hiçbir açıklama yapılmamışken, yeni ve nasıl oluşturulduğu belirsiz bir heyetle görüşmek, içten bir diyalog çabasından çok kamuoyunu yanıltmaya ve milyonların günlerdir ülkenin dört bir yanında haykırdığı meşru ve demokratik istemlerin
altını boşaltmaya yöneliktir. Bu gün yapılan polis çıkarması ise, iktidarın niyetini
ve halka karşı tutumunun en açık ifadesidir.

Talepler ortadadır.
Muhatap bellidir.

Taksim Dayanışmasıdır.

İki haftadır, şiirleri, şarkıları ve sloganlarıyla bir arada halay çeken, kadını genci, LGBT bireyi, emekçisi, inananı ve inanmayanıyla Taksim gezi parkı ve alanında demokratik tepkisini gösteren yüzbinlerin, başta Kızılay olmak üzere ülkenin
77 ilinde sokakta istemlerini haykıran milyonlarca yurttaşımızın
istemlerini reddeden, kendi yurttaşlarını tehdit eden, seçenek (alternatif) mitingler düzenleyerek toplumsal kutuplaşmayı arttırmaya çalışan AKP iktidarından endişeliyiz.

Parka karşı beton kışla,
toplumsal barış istemine karşı polis saldırısı
ve alternatif miting dışında somut adım atmayanların
çok büyük bir vebal altına girdiklerini kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz.

Bir kez daha yinelemek istiyoruz :

  • Parkına ve yaşamına sahip çıkanlarla polisi karşı karşıya getirmekten vazgeçin. 
  • Gözaltına alınanları serbest bırakın,
  • iki haftadır süren polis şiddetinin sorumlularını görevden alın ve
  • ilk ve en temel istemimiz olan GEZİ PARKININ 1 METREKARE OLSUN BETONLAŞTIRILMAYACAĞINI, PARK OLARAK KALACAĞINI
    RESMİ OLARAK AÇIKLAYIN…

Ülkenin ve dünyanın dört bir yanında sahip çıkılarak meşruluğu tartışılmaz bir
hal alan, açtığımız davalar ve uluslararası evrensel hukuk ölçütleri açısından da
en temel insan hakları ve demokrasi ölçütleri açısında hukukisallığı tartışılamayacak olan istemlerimizin izleminde ısrarcıyız.

Gezi Parkına, Taksim’e sahip çıkan gençlerin, meydanları dolduran kadınların,
gece gündüz nöbet tutanların, evinden kalbiyle destekleyenlerin yani halkın istemleri karşılanana dek, toplumsal barışa yönelik adımlar atılıncaya dek buradayız.

İstemlerimiz görülünceye, somut adım atılıncaya dek Parkımıza ve meydanlarımıza tüm yurttaşlarımızla birlikte büyük bir dayanışma ile sahip çıkmayı sürdürüyoruz.

Saat 19.00’dan başlayarak istemlere sahip çıkanları bekliyoruz.

  • Buradayız ve hiçbir yere gitmiyoruz.

TAKSİM DAYANIŞMASI

SALDIRILARI KINIYOR; HÜKÜMETİ ACİLEN SAĞDUYU ve SÜKUNETE ÇAĞIRIYORUZ!

 

SALDIRILARI KINIYOR;
HÜKÜMETİ ACİLEN SAĞDUYU ve SÜKUNETE ÇAĞIRIYORUZ!

En küçük bir eleştiriyi, itirazı ya da protestoyu kolluk güçlerini öne sürerek bastırmaya çalışan siyasal iktidar, Taksim Gezi Parkı ile özdeşleşen, ancak tüm yurtta
“Hükümet istifa” istemine dönüşen eylemlerin kaynağı olan Taksim’deki yurttaşlarımıza aynı saldırıyı bu gün ve bu akşam artırarak sürdürüyor.

Bu saldırılarda yaşamını yitiren, yaralanan, engelli kalan ve göz altına alınanlarla
ortaya çıkan vahşeti toplumsal bellek asla unutmayacaktır.

Gezi parkı ve komşuluğunda günlerce süren protestolar ve buna karşı yapılan
yasalar ve hukuka, ayrıca temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı
polis şiddetine bir yenisi de İstanbul Adliyesinde gerçekleştirilmiştir.

Açıklama yapma özürlüğünü kullanan avukatların, özel güvenlik ve çevik kuvvet polisi tarafından, zorla, cebir ve şiddet kullanarak itilip kakılması ve sonrasında da
gözaltına alınmasını protesto ediyoruz.

Adliye binasında, adaletin dağıtıldığı bir özellikli bir mekanda, Avukatların göz altına alındığı bir ülkede, hiçbir biçimde ne can ne de mal güvenliğinden söz edilebilir.
Böyle bir ortamda demokrasinin yok edildiği ve tümüyle baskı ve korku içinde, 
protestocu gençlere sahip çıkan ve hukuksuzluğa ve yasa tanımazlığa karşı
dimdik duran Avukatlara, başta İstanbul Taksim ve Ankara Kızılay olmak üzere
tüm yurtta direnen halkımıza yapılan bu saldırıları kınıyor
ve iç hukuk yanı sıra,

Uluslararası hukuk bağlamında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’na (AİHS)
– Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına

açıkça aykırı, geçmişte Türkiye’nin mahkum edildiği

  • tüm polisiye uygulamaların der – hal durdurulmasını istiyoruz.
Başbakan RT Erdoğan’ın “Dininizi ve kininizi eksik etmeyin” söylemini terkederek kamuoyu önünde, başta kolluk güçlerine olmak üzere tüm ülkemize
“Sevginizi ve hoşgörünüzü eksik etmeyin tümcesini kurmasını diliyoruz..
Hemen, gecikmeden, çok geç olmadan..

Sevgi, saygı ve DERİN KAYGI ile.
Ankara, 11.6.13; 22:12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Biber Gazı: İnsan Hakları İhlali

Rıza TÜRMEN
CHP Milletvekili
Eski AİHM Yargıcı

portresi_riza_turmen

Biber Gazı: İnsan Hakları İhlaliBiber gazına maruz kalan vatandaşların önce derhal hastaneden bir rapor alarak savcılığa suç duyurusunda bulunmaları, ondan sonra da savcının takipsizlik kararından başlayarak bir ay içinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapmaları olanağı var. Anayasa Mahkemesi başvuruyu reddederse, 6 ay içinde AİHM’ye başvurabilirler ve manevi tazminat talep edebilirler.

Taksim olayları gösteriyor ki, insan haklarına önem veren devletimizde ve polisimizde, biber gazının güzel koku saçan bir sprey gibi serbestçe ve gelişigüzel bir biçimde kullanılabileceği, silahsız, barışçı gösteri yapan insanların yüzüne sıkılabileceği gibi yaygın bir kanı var.

AİHM’nin Ali Güneş (10.04.2012) kararı ve Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi raporları bunun böyle olmadığını söylüyor.

Ali Güneş davası

Ali Güneş bir öğretmen. 2004 yılında Mecidiyeköy’de bir grup arkadaşı ile birlikte oturarak barışçı bir protesto eylemi yapıyor. “Dağılın” uyarısına karşın eylemi sürdürünce, polis göstericilere biber gazı sıkıyor ve güç kullanıyor. Arkasından
Ali Güneş polis merkezine götürülüyor. 11 saat sonra serbest bırakılıyor.
Ali Güneş serbest bırakıldıktan sonra, Haseki Hastanesi’nden doktor raporu alıyor.

  • AİHM biber gazının, solunum yolu sorunlarına, kusma, göz rahatsızlıkları,
    göğüs ağrısı, alerji, deri hastalıklarına yol açabileceğini;
    yüksek dozda kullanılırsa solunum ve sindirim yollarında hücre hasarı ve akciğerde sıvı toplanmasına, iç kanamaya neden olabileceğini belirtiyor.

Biber gazının sağlık açısından doğurabileceği bu sakıncaları göz önünde tutarak başvurucunun yüzüne biber gazı sıkılmasının ve bundan kaynaklanan fiziksel ve zihinsel acının kötü muamele oluşturduğu ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3 maddesini ihlal ettiği sonucuna varıyor.

AİHM ayrıca, başvurucunun, savcının soruşturma yapmadan 48 saat içinde
takipsizlik kararı vermesine ilişkin yakınmasını inceliyor. Takipsizlik kararının devletin etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğüne aykırı olduğuna, dolayısıyla Sözleşme’nin 3. maddesinin bir de bu nedenle ihlal edildiğine karar veriyor.
Sonuçta devleti 10 bin Avro manevi tazminata mahkûm ediyor.

AİHM’nin de kararında gönderme yaptığı Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (İÖK) raporunda, biber gazının tehlikeli bir madde olduğuna ve özellikle kapalı yerlerde kullanılmaması gerektiğine önemle işaret ediyor. Oysa son olaylarda, polis CHP’nin Ankara İl Merkezi ve başka kapalı yerlerde bol miktarda biber gazı kullanmaktan çekinmedi.

Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (İÖK) tavsiyeleri

İÖK raporunda, açık yerlerde de biber gazının çok istisnai durumlarda kullanılması gerektiğini, kullanıldığı zaman da sağlığa verilecek zararı giderecek önlemlerin alınmasını, örneğin biber gazına maruz kalanların derhal doktora ulaşmasının sağlanmasını ve etkilerini ortadan kaldıracak ilaç verilmesini tavsiye ediyor.

İÖK’nin tavsiyeleri arasında şu hususlar da yer alıyor:

1. Biber gazının hangi durumlarda kullanılacağı hakkında güvenlik güçlerine
açık talimat verilmeli ve bu talimat mutlaka kapalı yerlerde kullanılmasını yasaklamalı.

2. Biber gazının kullanılması konusunda güvenlik güçleri özel bir eğitime tabi tutulmalı.

Gezi Parkı olaylarından, Türk makamlarının ne AİHM’nin kararını, ne de
İÖK’nin tavsiyelerini okumadıkları, okuduysalar da kulak asmadıkları anlaşılmakta.
Nasıl ki Başbakan bile güvenlik güçlerinin biber gazını orantılı bir biçimde kullanmayı bilmediğini kabul etti.

Ancak bu kabul, güvenlik güçlerinin biber gazı kullanma yöntemlerini değiştirmedi.

Vatandaş ne yapabilir ??

Biber gazına maruz kalan vatandaşların önce derhal hastaneden bir rapor alarak savcılığa suç duyurusunda bulunmaları, ondan sonra da savcının takipsizlik kararından başlayarak bir ay içinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapmaları olanağı var. Anayasa Mahkemesi başvuruyu reddederse, 6 ay içinde AİHM’ye başvurabilirler ve manevi tazminat talep edebilirler.

Bu arada belki de ilgili makamlar AİHM kararına ve İÖK’nin tavsiyelerine uyarlar
ve demokratik toplumlarda barışçı gösterilerin karşılığının biber gazı değil
“halkın sesini” dinlemek olduğunu kabul ederler.

Ege CANSEN : Memleketimden iktisat efsaneleri

Dostlar,

Sayın Ekonomist Ege Cansen‘den müthiş bir makro-ekonomik irdeleme..
Çok da özet.. 3 temel ölçüte (parametreye) dayanadırılmış

– Ulusal gelir,
– büyüme ve
– dış borçların

kısa bir çözümlemesi..

AKP’nin balonunun, efsanelerinin, halkı kandırmalarının bir başka ve acı yanı..

Okuyalım ve okutalım.. Bu yazı çok önemli.

Öellikle IMF borçlarını sıfırlama yalanı, 17. büyük ekonomi oluş,
ulusal gelirin kişi başına 3 kata çıkması masalı..

Hepsi birer “efsun”!

Ve Ege Cansen taşı gediğine koyuyor : Efsane, efsunlar!

Teşekkürler Sayın Cansen, çoook teşekkürler..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 11.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================

Memleketimden iktisat efsaneleri

Ege CANSEN
ecansen@hurriyet.com.tr
8 Haziran 2013

portresi

 

 

 

 

ADALET ve Kalkınma Partisi daha doğrusu Recep Tayyip Erdoğan 2002 yılının sonunda iktidara geldi.

10 yılı aşkın bir süredir Sayın Erdoğan (R.T.E.) “tek adam” olarak ülkeyi yönetmektedir.

R.T.E’nin yönlendirdiği Türkiye’nin 10 yılda mucizevî bir iktisadi gelişme gösterdiği şeklinde yaygın bir söylem var.

Bu söylem, sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da yaygındır.
Acaba bu sav, bir gerçeğin ifadesi midir?
Yoksa bir efsane midir?
Bugün bu savı eleştirel bir açıdan irdelemek istiyorum.

BİRİNCİ EFSANE: KİŞİ BAŞINA MİLLİ GELİR ÜÇ KAT ARTMIŞTIR

Yanlış.
Doğrusu, kişi başına milli gelir 10 yılda % 45 artmıştır.
Üç kat artmış hesabı (ki, aslında 2 kat artmış veya 3 katına çıkmıştır demek gerekir) cari dolar fiyatıyla yapılan bir tercüme hatasıdır.
Her ülkenin milli geliri ve büyümesi ulusal para ile hesaplanır.
Ulusal para biriminin dolar karşısında değerlenmesi veya değer kaybetmesi büyüme oranını değiştirmez.
Mesela 9 Haziran 2008’de 100 Japon Yen’i 0.94 dolar ederken, 24 Ekim 2011’de
100 Japon Yen’i 1 dolar 32 sente yükselmiştir.
Japon parası, Dolara göre % 40 değerlenmiş ve Japonya’nın gerçekte pek de artmayan kişi başına milli geliri, cari dolar kuruyla hesaplandığında % 40 artmıştır.
Ama hiçbir Japon başbakanı, bununla böbürlenmemiştir.

İKİNCİ EFSANE: 10 YILDA TOPLAM MİLLİ GELİRİMİZ ÇOK HIZLI ARTTI

Yanlış.

  • Son 10 yılın ortalama büyüme oranı % 5’tir.

Bu oran önceki 80 yılın ortalama büyüme hızına kabaca eşittir.
Değişen bir şey yoktur.
Faraşlaşan cari açık devalüasyon krizine sebep olmasın diye,
büyüme hedefi 3 yıl için % 5’e bağlanmıştır.

ÜÇÜNCÜ EFSANE: TÜRKİYE EKONOMİSİ BÜYÜKLÜKTE DÜNYA 17’NCİSİ OLDU

Olmadı; zaten öyleydi.
1993 yılında da Türkiye, toplam milli gelire göre dünyanın en büyük 17. ekonomisiydi.
Bazen bir basamak çıktı, bazen bir basamak indi.
19 yıl sonra 2012’de de büyüklük sırası değişmemiştir.
Yani Dünya’nın 17’inci büyük ekonomisidir.
Önümüzdeki 10 yılda da bu değişmeyecektir.

DÖRDÜNCÜ EFSANE: IMF BORCUNU SIFIRLADIK, BORÇSUZ ÜLKE OLDUK

Eksik konuşarak yalan söylemek işte budur.

AKP’nin ekonomide aldığı en başarısız sonuç dış borç yükünün
aşırı artmasıdır.
(Diğer yandan efsanesinin çıkış sebebi de budur.)

  • Dış borçlarımız, 2002’deki 130 milyardan, 2012’de 337 milyar dolara çıkmıştır.

Çıkış devam etmektedir.

Ülkemiz, hiçbir dönemde bu kadar çok dış borç yükü altına girmemiştir.

  • IMF’ye olan borçlar, vadeleri geldiğinde yabancı bankalardan alınan
    yeni döviz borçlarıyla kapatılmıştır.

Olay bundan ibarettir.

Son Söz: Efsane, efsunlar.

PROF. DR. MÜMTAZ SOYSAL’DAN KRİTİK ÇAĞRI


PROF. DR. MÜMTAZ SOYSAL’DAN
KRİTİK ÇAĞRI

PORTRESİ

 

 

 

 

VATAN SAVUNMASINA çağırıyoruz!

Türkiye’de AKP’yle birlikte gelişen politikalar üzerine aydınlar “Ulusal Seferberlik Çağrısı” adıyla bir metin yayınlayarak, bu metne katılanları imza vermeye çağırdılar.

Türkiye’nin küresel güçler tarafından çok yönlü bir saldırı altında olduğuna dikkat çekilen metinde, “Siyasal iktidar, bu tehlikeli durumu halkın gözünden kaçıracak her türlü propaganda ve baskı aracını en etkili biçimde kullanmaktadır” denildi.

AÇIKLAMANIN TAM METNİ                                       :

 

Cumhuriyetimiz, kuruluşundan bu yana en kritik günlerini yaşamaktadır.

Çok yönlü sinsi bir işgal ile küresel güçlerin örtülü sömürüsü sürdürülmekte ve
ülke bütünlüğümüzü yıkıp ulusal birliğimizi parçalamak isteyenlerin çabaları yoğunlaşmaktadır. Siyasal iktidar, bu tehlikeli durumu halkın gözünden kaçıracak
her türlü propaganda ve baskı aracını en etkili biçimde kullanmaktadır.

“CUMHURİYET VE ATATÜRKÇÜLÜK TASFİYE SÜRECİNE SOKULMUŞTUR”

Meclis’te muhalefet yok sayılmakta, Cumhuriyetin yansız ve koruyucu kurumları üzerinde sindirme ve yandaşlaştırma amaçlı her türlü tertip uygulanmaktadır.

Bizler, Prof. Dr. Mümtaz Soysal‘ın çağrısıyla, siyasal parti bağı olsun olmasın bir araya gelen kişiler olarak, bu saptamalar karşısında her yurtsever gibi gittikçe daha çok kaygı duymaktayız. Cumhuriyet ve Kemalizm; bu topraklarda yaşayan insanların bu vatanın sahibi olmasını, ondan eşit pay almasını ve yüksek bir yaşam düzeyine ulaşmasını amaçlar. Buna karşın, Cumhuriyet ve Atatürkçülük tasfiye sürecine sokulmuştur. Sözde “serbest piyasa” adıyla azgın bir sömürü düzeni dayatılmaktadır. Özelleştirme talanıyla bağımsızlığın ve Cumhuriyetin temel ekonomik dayanakları ortadan kaldırılmış, Ülkemiz tarım ve sanayi üretiminden koparılarak her yönden dışa bağımlı duruma getirilmiştir. En önemli mal ve hizmet üretici kamu kuruluşlarımız, başta enerji, iletişim, bankacılık, sigortacılık ve madencilik alanlarında olmak üzere, yabancıların eline geçmiştir.
Yüklü dış borç, tehlikeli rakamlara varan cari açık, kaynağı belirsiz sıcak para kullanımıyla krizleri erteleme çabası gibi yanlış politikalar yüzünden ülke ekonomisi hızla tıkanmaya sürüklenmektedir.

“REJİM İSLAMİ FAZİŞME GİDİYOR”

Diktacı bir rejime (İslami faşizme!) gitmek, bu tıkanmanın çözümü olarak görülmektedir.

Süregelen işsizlik, yoksulluk ve açlık sınırı altındaki toplum kesimlerinin gitgide çoğalması, halkımızda, özellikle gençlerde gelecek kaygısının artması, bir karmaşa döneminin açık belirtileridir. Temel hak ve özgürlüklerin kullanılması, adil yargılanma ve savunma hakları, demokratik hak arama yolları yasa ve hukuk tanımaz biçimde ortadan kaldırılmıştır. Sağlık hizmetleri ancak parası olanların yararlanabileceği duruma getirilmiş, anayasal Öğretim Birliği (md. 174) bozulmuş, üniversitelerde siyasal kadrolaşma had safhaya gelmiştir.

Çok ciddi derecede zedelenen yargı bağımsızlığı; “yüksek yargının tek çatı altında toplanması” girişimiyle, tümüyle bağımsızlığını yitirerek siyasallaşacaktır.
Emperyalist güçlerin araçlarından biri olduğu artık açıkça anlaşılan bölücü terör örgütü ile ilişkiler, bölünmeyi meşrulaştıracak sözde “Açılım” girişimleri ile sürmektedir.

“BAŞKANLIK GÖRÜNTÜLÜ BİR DİKTA REJİMİNE GİDİLİYOR”

Dış siyasette ulusal çıkarlar bir yana bırakılarak Türkiye’miz, uluslararası güçlerin, ekonomik, siyasal ve askeri emellerine taşeronluk yapar düzeye indirgenmiştir. Tüm bu vahim girişimleri tamamlayıcı ve kalıcılaştırıcı bir son adım olarak başlatılan “Yeni Anayasa” tuzağının, Türkiye Cumhuriyeti’ni başkalaştırma, “Başkanlık” görüntülü bir dikta rejimine dönüştürme girişimi olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Yürürlükte bir anayasa varken yapılacak işlemin adı ancak “anayasa değişikliği” olabilir. O da, yürürlükteki anayasaca konmuş yöntemlere uyarak olur ve bunların başında, “değiştirilemez” oldukları vurgulanan hükümlere uymak zorunluğu yer alır.

Bu anayasal zorunluk ortadayken iktidar partisine mensup kimi hukukçuların belirttikleri gibi yürürlükteki anayasayı “ilga edilmiş“ -hukuksal olarak yok- sayıp “yeni anayasa” yapmaya girişmek düpedüz “sivil darbe” dir ve açıkça anayasa suçudur. AKP’nin, Meclis’teki 4 partinin katılımıyla kurulan “Uyum Komisyonu”nu, yeni anayasa yapma yöntemlerini kendisi belirleyerek bir “asli kurucu iktidar” sayma manevrasını
kabul etmek; hukuksal olarak olanaksızdır.

“YENİ ANAYASA YAPMAK BU MECLİS’İN YETKİSİNDE DEĞİLDİR!”

AKP iktidarının kökü dışarıda bu politikaları pervasızca sürdürmesi durumunda,
bir ulus-devletimizin, yurt bütünlüğümüzün, Cumhuriyetimizin, demokrasinin, toplumsal barışın kalmayacağı çok tehlikeli bir döneme girilebilir.

Artık açıkça görülen bu karanlık gidişin engellenmesi için; yurt bütünlüğü,
ulusal birlik, laik-demokratik-sosyal-hukuk devleti ilkelerini benimseyen;
emek, eşitlik ve özgürlük duyarlığı taşıyan siyasal partilerimizi ve demokratik
kitle örgütlerini en kısa sürede güçlü bir birliktelik ve eylem için direniş
ve dayanışmaya, öz olarak
VATAN SAVUNMASINA çağırıyoruz.

TTB, ‘biber gazı’ ile ilgili İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nden bilgi istedi


TTB, ‘biber gazı’ ile ilgili İçişleri Bakanlığı ve
Emniyet Genel Müdürlüğü’nden bilgi istedi

07 Haziran  2013

alt

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, İçişleri Bakanlığı ile Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bir yazı göndererek, 31 Mayıs 2013 tarihinden itibaren ülke genelindeki toplumsal olaylarda kullanılan kimyasal gazların kimyasal içeriği, bu süre içerisinde tüketilen toplam miktar, kullanılan gazların bilinen sağlık etkileri ve alınması gereken koruyucu önlemler, toksik etkili gazın insan sağlığı üzerine etkileri yönünden gazların uygulanma özellikleri, “Portakal gazı” adıyla bilinen gazın kullanılıp kullanılmadığı, toksik gaza maruz kalan kolluk güçlerinin maruziyete bağlı olarak oluşan sağlık sorunları olup olmadığı, tedavileri ve buna bağlı iş gücü kayıpları (izin süreleri) hakkında bilgi istedi.

Yazılarda, Tabip Odalarına yapılan başvurularda toplumsal gösterilerde “biber gazı” ve diğer göz yaşartıcı gazlar yanında “portakal gazı” kullanıldığı, kullanılan maddelerin değişik sağlık sorunlarına yol açtığı, gerek kişisel gerekse çevresel maruziyete bağlı yakınmalar ile sağlık kuruluşlarına başvurular olduğu belirtilerek, 6023 sayılı Kanun’un TTB’ne verdiği görev ve sorumlulukları yerine getirebilmesi için, “gaz” kullanımında, kullanılan maddeye bağlı etkiler ve komplikasyonların izlenebilmesi, riskli popülasyonlarda (çocuk, yaşlı ve solunum hastalığı olan kişiler vb.) koruma ve tedavi süreçlerine dayanak oluşturması amacıyla; sorulara yanıt verilmesi talep edildi.

********************

T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

ANKARA

Sayı :778/2013                                                                                                                  Tarih :07.06.2013

Bilindiği gibi Türk Tabipleri Birliği, kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur. Kurucu kanun olan 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu gereğince, birçok görevinin yanı sıra, “tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak, halk sağlığının korunmasını sağlamak”
gibi görevleri bulunmaktadır.

On güne yaklaşan bir süredir ülkemizde yaşanan toplumsal olaylar ve güvenlik birimlerinin olaylara müdahale süreci, bu olaylarda çeşitli kimyasal maddelerin “göstericileri dağıtmak” amacıyla kullanımını getirmiştir. Bu maddelerin yoğun olarak kullanımı, birçok sağlık sorununu ve sağlık etkileri ile ilgili soru ve kuşkuları
ortaya çıkarmaktadır.

Meslek Odamıza yapılan başvurularda, toplumsal gösterilerde “biber gazı” ve öbür
göz yaşartıcı gazlar yanında “portakal gazı”  kullanıldığı, kullanılan maddelerin değişik sağlık sorunlarına yol açtığı, gerek kişisel gerekse çevresel karşılaşmaya (maruziyete) bağlı yakınmalar ile sağlık kuruluşlarına başvurular olduğu bildirilmektedir.

6023 sayılı Kanun’un meslek odamıza verdiği görev ve sorumlulukları yerine getirebilmek için, “gaz” kullanımında, kullanılan maddeye bağlı etkiler ve komplikasyonların izlenebilmesi, riskli popülasyonlarda (çocuk, yaşlı ve solunum hastalığı olan kişiler vb.) koruma ve tedavi süreçlerine dayanak oluşturması amacıyla;

1-      31 Mayıs 2013 tarihinden başlayarak ülke genelinde kullanılan kimyasal gazların kimyasal içeriği hakkında,

2-      Bu süre içinde tüketilen toplam miktar hakkında,

3-      Kullanılan gazların bilinen sağlık etkileri ve alınması gereken koruyucu önlemler hakkında,

4-      Toksik etkili gazın insan sağlığı üzerine etkileri yönünden gazların uygulanma özellikleri (miktar, süre, maruziyet oranı, maruziyet mesafesi) konusunda üretici bilgi
ve önerileri hakkında,

5-      “Portakal gazı” adıyla bilinen gazın kullanılıp kullanılmadığı hakkında,

6-      Toksik gaza maruz kalan kolluk güçlerinin maruziyete bağlı olarak oluşan
sağlık sorunları olup olmadığı, tedavileri ve buna bağlı iş gücü kayıpları (izin süreleri) hakkında

bilgiye ihtiyaç duyulmaktadır.

Bu kapsamda konuya ilişkin bilgi ve belgelerin, Türk Tabipleri Birliği’ne
ivedilikle gönderilmesini bekler, çalışmalarınızda başarılar dileriz.

Dr. Bayazıt İlhan
TTB Merkez Konseyi Genel Sekreteri

İYİ YAŞLANMA : Nefis bir görsel sunu

Dostlar,

İYİ YAŞLANMA : Nefis bir görsel sunu

Sesli ve kendi akışında izlemenizi öneririz.

Hazırlayana da paylaşana da, Türkçeleştirene de teşekkür ederiz..

Iyi_yaslanma

Sevgi ve saygı ile.
11.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Muhtaç sayısında rekor tırmanış! 3 kişiden 1’i muhtaç ve yoksul..

 

Muhtaç sayısında rekor tırmanış!

 

Sosyal yardım istatistikleri, ülkede yaşayan her üçkişiden birinin yoksul ve muhtaç olduğunu gösterdi.
3_kisiden_1'i_muhtac_ve_yoksul

Cumhuriyet– Genel Sağlık Sigortası kapsamında Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri bilgi sistemindeki verilerde dört ay içerisinde asgari ücretin üçte birinden daha az aylık geliri olanlarda 1 milyon 53 bin 27 kişi, asgari ücretin üçte biri ile asgari ücret arasında bir geliri olanlarda 415 bin 335 kişi olmak üzere toplam 1 milyon 468 bin kişi arttığı görüldü.

Ekonomide sürekli pembe bir tablo çizen, yurtdışı ile kıyaslandığında yüksek büyüme oranlarından dem vuran AKP hükümetinin, yurttaşı her geçen gün yoksullaştırdığı görüldü. Sadaka ekonomisinin yaygın yaşam biçimi haline getirildiği ülkede veriler, sadakaya muhtaç yurttaş sayısında son dört ayda rekor bir artış yaşandığını ortaya koydu. Sağlık ve Sosyal Hizmetler Sendikası İzmir Şubesi’nden Dr. Ergün Demir ile Dr. Güray Kılıç’ın yaptığı çalışma açlık ve sefalet koşullarında yaşam mücadelesi veren “hayattaysa ocağında aş yerine yoksulluk kaynayan” yurttaşlar kervanına 4 Ocak – 22 Nisan 2013 arasında 1.468.460 kişi daha katıldığını, “sosyoekonomik düzeyin ve refahın” arttığını ifade eden muktedirlerin bir kez daha yalan söylediğini gösterdi.

Demir ve Kılıç’ın verdiği bilgiye göre, sosyoekonomik durumu iyi olmayan ve muhtaç olan 23.668.942 kişi aldıkları sosyal yardımlar ile en asgari düzeyde yaşamaya çalışıyor.

Genel Sağlık Sigortası kapsamında bütünleşik sosyal yardım hizmetleri bilgi sistemindeki verilerde dört ay içerisinde asgari ücretin üçte birinden daha az aylık geliri olanlarda 1.053.027 kişi, asgari ücretin üçte biri ile asgari ücret arasında bir geliri olanlarda 415.335 kişi arttı.

Türkiye Nüfusu SGK İstatistikleri’nde 75.627.234 olarak belirtiliyor. Sosyal yardım istatistikleri bültenin de 2012’de 23.668.942 kişinin yoksul ve muhtaç durumda sosyal yardım ve ödeme alarak en asgari düzeyde yaşamaya çalıştığı, böylece her üç vatandaştan birinin yoksul ve muhtaç olduğu görülüyor.

Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri Bilgi Sistemi, sosyal yardım başvurusu yapan kişilerin, başvurusundan ödemelere kadar tüm işlemleri elektronik ortamda yürüterek hane bazlı olarak yoksulluk envanteri oluşturuluyor. Yoksulluk envanterin de sosyoekonomik durumu iyi olmayan ve muhtaç olan 6.7 milyon hane ve bu hanelerde yaşayan 23.6 milyon kişinin aldıkları sosyal yardımlar ve ödemelerle yaşamaya çalıştığı görülüyor. (http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=421716&kn=9&ka=4&kb=9, 9.6.13)

AKERLER AÇLIK GREVİNDE!

AKERLER AÇLIK GREVİNDE!

 Davanın 5 Haziran 2*13 Çarşamba günkü duruşmasında muvazzaf subayların tutukluluk hallerinin devamına kararı mahkeme başkanının muhalefetine rağmen oy çokluğuyla geçti.

Bu karar sonrasında bazı muvazzaf askerler avukatlarının ikna etme çabalarına rağmen 9 Haziran günü açlık grevine başladılar.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez yaşanan bu olay sonrasında açlık grevindeki muvazzaf subaylar basın açıklaması metni hazırladılar.
İşte o basın açıklaması:
Yargının Hukuksuzluğu ve Keyfiliği…

NASIL BİR SÜRECİN İÇİNDEYİZ?

Davada her şeyin bu kadar açık bir şekilde komplo olduğu belli iken,

Ortada hiçbir somut delil yok iken,

Yargılamada ifade veren biz sanıklara iddia makamı ve mahkeme üyeleri tarafından bir tek soru dahi sorulmazken, 

Tamamen itibarsızlaştırmaya ve tasfiyeye yönelik,

Baştan sona hukuksuzluk ile dolu bir utanç sürecinin içindeyiz.

MÜCADELEMİZ NEDEN?

Hak etmedik, masumuz ve hedefiz.

Her şeyden önce insanız, sonra ise ülkesini seven askerler. 

Bireysel ve aile olarak hayatımız çalınıyor, özgürlüğümüz gasp ediliyor. 

Bugün bizim hayatımız ama ya yarın? 

NEDEN BU HUKUKSUZLUK?

Mesele ben meselesi değildir, mesele insanların yaşam biçimlerine müdahale sonra da vatan meselesidir.

NEDEN YALNIZIZ?

Herkes sinmiş, daha doğrusu korkutulmuş.

Peki, yarınlar, yani geleceğimiz olan çocuklarımız. Korktukça onlara daha iyi bir ülke mi bırakacağız?

KADER BİRLİĞİ, SİLAH ARKADAŞLIĞI!

Biz savunma verirken, ailelerimiz dışında sizce başka kimler vardı?

SORUŞTURMA SONUCU KURULAN İDDİANAMEDE 300’DEN FAZLA SİVİL BÜROKRATIN DA İSMİ GEÇİYOR.

Onların suçsuz olduğundan kendimiz kadar eminiz.
Fakat ileri demokraside neden sadece askerler yargılanıyor?

357 sanık; 316 asker, diğerleri siviller

Bir kurumdan yıllardır evrak sızıyor, sadık mensupları bu evraklar nedeniyle tutuklanarak tasfiye ediliyor. Bir kurumdan bu kadar evrak sızıyorsa suç kimdedir? Biz suçsuz olduğumuzu biliyoruz,
ya siz?

HUKUKA SAYGI…

“Türkiye Cumhuriyeti (T.C.) bir hukuk devletidir. Hukuka inanıyoruz, arkadaşlarımızın en kısa sürede aklanacaklarından hiçbir şüphemiz yoktur.” İfadesini gerçekte hukuka saygının mı, yoksa çaresizliğin ve kolaycılığın bir ifadesi olarak mı görüyorsunuz?

Ortada delil yok, kuvvetli suçlu şüphelisi olarak günümüzün modası askerler var. Önce peşinen tutuklama, sonra sekiz ay boyunca soruşturma… Ancak yine delil yok. Yargılama sürecinde ise; sunulan delillerin, ifadelerin ve savunmaların da bir anlamı yok. Değerlendirmelerde olmayan delillerin, olmayan şüphesiyle itham edilen suçların üst sınırları dikkate alınıyor. Yani asker için tutuklama tedbir değil, tasfiye için bir araç.

BUNDAN SONRA SIRA KİMDE?

Gelinen aşamada tasfiye edilenlerin sayısı binleri aşıyor, terör örgütü bile şimdiye kadar TSK’ya bu kadar büyük darbe vurup, mensuplarını sindiremedi. 

Biz her şeyden önce bir insan olarak hukuk adı altında zulüm görüyoruz. 2013 yılında duruşmalarına başlanan ve bugüne dek tutuklu sanığı olduğumuz 2010/640 numaralı soruşturmada; hukuka ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile güvence altına alınmış olan temel hak ve özgürlüklerimize karşı gösterilen, özensiz fiil ve tutumlar 05 Haziran 2013 tarihinde İzmir 12’nci Ağır Ceza Mahkemesinin (TMK. 10’uncu Madde ile Yetkili) oy çokluğu ile verdiği tutukluluğumuzun devamı kararı ile doruğa çıkmıştır. Şimdiye kadar yaşadığımız hukuksuzlukları çeşitli şekillerde dile getirdik fakat anlaşılamadık. Maruz kalmış olduğumuz bu haksızlığa dikkat çekmek maksadıyla 9 Haziran 2013’den itibaren 5 (beş) gün süreyle
yemek yemeyeceğiz.

Vazifesini tam yerine getirememiş olanın vicdan yarasına
ne mazeretin, ne ilacın şifası deva getirir.

Yüce Türk Milletine!...”

(Haber Kaynağı: OdaTv.com)

SEÇİM GÜVENLİĞİ ve SEÇİM HİLELERİ


SEÇİM GÜVENLİĞİ ve SEÇİM HİLELERİ

Sayın Onur Öymen’in

Halkın yarısının oyunu gerçekten aldılar mı?

başlıklı özlü ve son derece uyarıcı makalesi bu sitede 10.6.13 günü yayımlandı.
Biz de o yazı için kısa bir sunuş notu koymuş ve bu konuda bir makale yazacağımızı belirtmiştik.

Şöyle idi sunuş notumuz              :

Sn. Onur Öymen son derece önemli bir soruna yeniden işaret etmekte :

SEÇİM GÜVENLİĞİ ya da SEÇİM HİLELERİ..

Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan da pek çok kez bu irdeledi.
(örn. http://ahmetsaltik.net/seytan-ucgeninde-demokrasi/, 15.9.12)
Özellikle TÜİK’in sorumsuzluğunu – ciddiyetsizlğini sorguladı.
Bu yazılarına sitemizde yer verdik zaman zaman.
(ctrl + F tuşları birlikte basık tutulduğunda ekranda sağ üstte bir arama kutusu çıkmaktadır; oraya uygun anahtar sözcük-ler yazılarak site içi dosya araması yapılabilir..)

Doğallıkla sorumluluk zincirleme : YSK (Yüksek Seçim Kurulu) da bu denli anormal  seçmen sayıları dalgalanmalarını sorgulamadan seçmen kütüklerini hazırladı.

**************************

Oysa salt bu kabul edilemez ağır tutarsızlık, gerçekte kasıtlı saptırma ve manüplasyon karşısında seçim takvimini yeniden düzenleyerek TÜİK’ten ve Hükümetten
geçerli nüfus sayımı verilerini isteyebilirdi.

YSK, bu güvensiz, ilkokul çocuklarının bile kabul edemeyeceği tutarsız rakamlar karşısında seçimleri yap(a)mayacağını bildirebilirdi. Anayasal Kurum YSK hakkındaki anayasa maddesi şöyle :

Anayasa madde 79                   :

Seçimler, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır.

Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikayet ve itirazları inceleme ve
kesin karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını ve Cumhurbaşkanlığı seçim tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kurulunundur. Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.

  • Dolayısıyla şimdiki AKP hükümetinin (61. Cumhuriyet Hükümeti) meşruiyeti, derinlemesine tartışmalıdır.

Koskoca Türkiye’de göz göre göre bu denli açık ve dev bir seçim hilesi yaşanmıştır.
2007 seçimlerinin sonuçları “birkaç saat içinde” açıklanmıştı (!) ve biz de o zaman bilgisayar tabanlı SEÇSİS Yazılımını ve uygulamasını yoğun olarak eleştirmiştik.
Hürriyet’ten Yalçın Bayer 19 Ağustos 2007’de köşesinde TOPLUMSAL KUŞKU başlığıyla yazımıza yer vermişti; Yalçın_Bayer_secim_sonuclari_irdelememize_yer_verdi_Hurriyet_19.08.07 ve Oktay Ekşi makalelerinde yer vermişlerdi yazdıklarımıza; Hürriyet, 24 Ağustos 2007, Kuşkudan Kurtulmak İçin..)

Sayın Bayer‘in TOPLUMSAL KUŞKU başlıklı yazısında kendisine yolladığımız mektuptan kapsamlı alıntılar yapmıştı.. İşte bir bölümü :

********************

YSK; partilerin, basının, sivil toplumun, üniversitelerin temsilcilerinden oluşan
20-25 kişilik tarafsız bir kurul oluşturur; (Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın da gözetimini dilerim) sondaj yöntemiyle 150 bini aşkın sandıktan diyelim binde 1’i olan 150 dolayında sandıkta oy pusulalarını basının gözü önünde yeniden
açıkça sayar ve dökümünü yapar.

Bu sonuçlar, YSK bilgisayarına yüklenen verilerle karşılaştırılır.

Uyum varsa sorun yoktur. Çok ufak tefek, matematiksel / istatistiksel olarak görmezden gelinmesi olanaklı sapmalar dışındaki her uyumsuzluk açıklanmaya muhtaçtır.
YSK
bundan kaçmamalıdır.

Zararın neresinden dönülürse kazançtır. Ulusun istencini şu veya bu yolla saptırmak, bağışlanmaz bir tarihsel suçtur ve hesabı er ya da geç sorulur.

Ayrıca, ilçe seçim kurullarına ulaşan sayım sonuçlarının bilgisayara yüklenmesi,
oradan il seçim kurullarına ulaştırılması ve oradan da YSK’ya aktarılarak işlenmesi
ve Türkiye genel sonuçlarının elde edilmesi, şaşılacak bir hızla gerçekleştirilmiştir. Uzun yıllardır bilinçli bir bilgisayar kullanıcısı olmamın ötesinde, konuştuğum bilgisayar uzmanları, bu tablonun çok ciddi bir altyapı ile olanaklı olduğunu söylediler.
Bu bakımdan YSK’dan, sistem ağ yapısının temel karakteristiklerini açıklamasını bekliyoruz. Kaç server kullanılmıştır, veri aktarım hızı nedir, gibi…

***************************

Sayın Ekşi ise, “Kuşkudan Kurtulmak İçin” başlıklı söz konusu makalesinde
(Hürriyet, 24 Ağustos 2007) şu dizelere yer vermişti :

  • “… arkadaşımız Yalçın Bayer, 17, 19 ve 22 Ağustos tarihlerinde
    “seçim sonuçlarının değiştirilmiş olduğuna” ilişkin önem vermeye değer belge ve bilgiler yayımladı. Keza onun sütununda Ankara Üniversitesi
    öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Saltık’ın:
    “Bilindiği gibi son derece hünerli virüs yazılımları ile veya başkaca yöntemlerle bu olağanüstü korsanlık asla olasılık dışı değildir. Yazılım, diyelim 30 saniyede bir otomatik yedekleme (back up) yapmış mıdır? Eğer yaptı ise ardışık yedeklemelerde veriler arasında bir uyumsuzluk var mıdır;
    varsa nasıl açıklanmaktadır?”

    diyen bir mektubu çıktı…”Bunlar gösteriyor ki, dönüp sonuçları irdelemek, hepimiz için rahatlatıcı olacak. Nitekim Ahmet Karahan isimli bir okuyucumuz da bilgisayar programlaması yoluyla sonuçları değiştirmenin mümkün olduğunu bize gönderdiği e-mail’inde ileri sürdü.

    *********************************

Biz de 2007 seçimlerini irdeleyen kapsamlı (12 sayfa) bir makale yazmıştık :

6 yıl sonra bu kapsamlı çalışmamızın bir kez daha okunmasında yarar var sanırız.

2013 ortalarında Türkiye bir erken seçim eğik düzleminde kaymaktayken, birçok ülkenin güvenli bulmayarak vazgeçtiği elektronik sayımdan vazgeçilmesi ve klasik yolla
elle sayım – döküm yapılması yaşamsal önem kazanmaktadır.

Ayrıca her sandığın (yaklaşık 200 bin) teker teker sonuçları da YSK tarafından
web sitesinde yayınlanmalıdır ki, siyasal parti temsilcileri sandık kurulunda aldıkları fiziksel (kağıt) tutanaklarla karşılaştırabilsinler.

Bir de temsilde adalet sorunu var :

Seçim barajının düşürülmesi, seçim bölgelerinin nüfusa göre adil temsil için yeniden düzenlenmesi, 27 Mayıs Devrimcilerinin ülkemize armağanlarından
Ululsal Artık (Milli Bakiye) veya benzeri bir sayım sisteminin benimsenmesi

Ve de partilerin seçim ittifakı ile seçime girebilmeleri için yasal düzenleme..

Bu 4 temel sorun çözülmeden yapılacak seçimlerden Türkiye’yi düze çıkaracak sonuçlar beklemek hayalcilikten de ötedir.

Bunun kadar hayal ötesi bir olgu da, AKP hükümetinin bu düzenlemeleri yapmaya yanaşacağını ummaktır.

Sorunun TBMM’de olağan çözümü yok..

Muhalefetin TBMM zemini dışında çözüm araması kaçınılmaz..

TBMM çalışmalarına katılmamak işe yarar mı, bilemiyoruz..

Ama sine-i millete dönerek bir erken seçimi zorlamak, öncesinde de bu temel yasal değişiklikleri yapacak bir geçici seçim hükümeti önermek..

İşte bu işe yarayabilir..

6 yıl önce Sn. Yalçın Bayer’in yukarıda değindiğimiz ve erişimini (linkini) verdiğimiz
makalesinde yer verdiği mektubumuzu şöyle bağlamıştık :

“…VEBAL ALTINDA KALMASINLAR

Görevden kaçınmak, sonuçlarını ağırlaştırmaktan başka bir sonuç doğurmayacak ve YSK’nın ağır vebalini altından kalkılmaz düzeye tırmandıracaktır. Bu arada,
yaklaşan olası referandum ile 2009 yerel seçimleri için şimdiden, yapılan uyarıları dikkate alan son derece titiz bir hazırlığı, kamuoyunu bilgilendirerek
YSK’
dan beklemekteyiz.

Nobel Ekonomi ödüllü, Dünya Bankası eski 2. Başkanı Prof. J. Stiglitz,
Bill Clinton kabinesinde Ekonomi Bakani iken, ABD Hazinesi’nin bir ’gizli’ belgesine ulaşmış ve vicdanını baskılayamayarak açıklamıştı.

Hiçbir yalanlama almayan bu metnin ilgili paragrafı ibreti-i alem için aşağıdadır:

  • Satışlar (Rusya’da) çok güzeldi ve Boris Yeltsin’in yeniden seçilmesi istendi. Bunun hileli bir seçim olup olmadığı ise o noktada hiç önemli değildi. İşin acı yanı, tüm bunların sonunda, Rusya’nın endüstriyel varlıklarının, ABD destekli Rus oligarşisinin eline geçmesi oldu.
    Böylece Rusya’nın ulusal geliri yarı yarıya azaldı.”
    (http://www.zmag.org/Turkey/imdda.htm)
    Prof. Dr. Ahmet SALTIK / Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi

**************************************************

“22 Gün Sonra “22 Temmuz 2007 Seçimleri”nin Gerçek Anatomisi!”

başlıklı 12 .8.2007 tarihli makalemizi şöyle bağlamışız :

“…..

Yüce Atatürk yine yol gösteriyor :

‘Ülkenin ve Devrimin, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunabilmesi için bütün Ulusçu ve Cumhuriyetçi güçlerin bir yerde toplanması gerekir.’

Yine O’nun dediği gibi olacaktır : Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır, yaşatılacaktır. Zira:

–  ‘ Vatan kesinlikle esenliğe kavuşacak, ulus kesinlikle mutlu olacaktır. Çünkü kendi esenliğini, kendi mutluluğunu ülkenin ve ulusun esenliği için feda edebilecek vatan evlatları çoktur.’

Ülke ve ulusun içine sokulduğu bu lanetli gidiş ya verili koşullarda kendini düzeltecek
ya da büyük olasılıkla tarihsel zaman sıfırlanacak (re-set), her şey yeniden başlayacaktır.

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, her koşulda sonsuza dek özgür ve bağımsız yaşamaya kurguludur. Ve de söz konusu Vatan olunca her şey, ama her şey teferruattır..”

***************

27 Mayıs 2013’ten beri de 14. gününde, Türkiye kendisini AKP’nin içine sürüklediği “LANETLİ GİDİŞ” ten kurtarmaya çabalıyor..
ATATÜRK’te BİR-LE-ŞE-REK..
İktidarın polisi dünyada görülmemiş vahşetle halkın üstüne sürmesine karşın!
Bu yazının yazıldığı gün de Atatürk Orman Çiftliği’nin yağma ve talan edilerek rantçı yandaşlara ve emperyalist ortaklara peş keş çekilmesine karşı yollarda Ulusumuz, yurtsever Ankara halkımız..

Büyük Atatürk’ün halka örnek olmak üzere bataklık arazinin düzeltilmesi (ıslahı) ile ülkemize kazandırdığı örnek ve modern çiftlik olan ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ
eşsiz bir modeldir, halka iletidir. Bu arazi zaten son 10 yılda AKP eliyle epey tırtıklandı. Şimdi ise “Beyaz Saray” benzeri bir inşaat sürmekte.. Yetmiyor, bir bölüm arazisi de ABD Büyükelçiliğine veriliyor. Bu davranışa uygun sıfatı kullansak suç işlemiş oluruz!
Sanki Ankara’da arazi kalmadı.. Resmen yurtsever-Atatürkçü kesimleri tahrik ve aşağılama amaçlı, Cumhuriyetle hesaplaşma kin ve nefretinin ürünü. Oysa gerçek Müslüman kin ve nefret taşır mı? Emperyalizmle işbirliği ile, onun taşeronu olarak
kendi köklerine saldırma.. Ne hazin değil mi?? Psikolojik çökertme savaşı!

Bu siyasal kadroların kesinkes ve olanaklı en hızlı takvimle iktidardan uzaklaştırılması Türkiye’miz için bir varlık yokluk (beka) sorunu durumuna geldi..

Ankara AOÇ talanına karşı yürüyor

Ankara, böylesine coşkulu ve kararlı kitlelerin eylemlerinin hep sonuç aldığını iyi bilir.

Bir küme bindirilmiş kıtalar ise Ankara Belediyesi’nin (İ. Melih Gökçek’in) ve AKP örgütünün zorlamalarıyla, ücreti karşılığında (Ulusal Kanal genelgeyi yayımladı; arabasıyla havalanına gidene yüz TL!) Esenboğa havalanı yolunda, “askeri oldukları”nı haykırdıkları RT Erdoğan’ı, apaçık aşağılandığı Afrika ziyareti dönüşü karşılamaya çabalamakta..

Dostlar;

Gelecek seçimler (2015) yaşamsal önemde.. Öncesinde (2014) Yerel seçimler de..
Bu siyasal kadro bir kez daha iktidar olursa, “HEDEF 2023” gizli gündemi bağlamında artık ATATÜRK’ün TÜRKİYE CUMHURİYETİ’nden söz etme olanağı kalmayabilir.

Yakıcı temel sorunu, SEÇİM GÜVENLİĞİNİ – ADALETİNİ
gecikmeden gündeme almanın ve planlamanın zamanıdır..

Sevgi ve saygı ile.
10.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net