Günlük arşivler: 8 Haziran 2013

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL MERKEZİ BASIN AÇIKLAMASI

Dostlar,

ADD Genel Merkezince yapılan basın açıklaması aşağıda..

Okunup okutulması gerek..

Açıklamayı tümüyle paylaşarak sizlere de sunuyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
8.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL MERKEZİNİN
BASIN AÇIKLAMASI

Taksim Gezi Parkı’nda başlayan olayların, dalga dalgayayılarak Türkiye’nin
bütün il merkezlerini ve aynı zamanda öbür pek çok ülke başkentlerini de kapsaması
ortaya çıkan “yeni bir durumu” gösteriyor.

Taksim direnişinin, başlangıçtaki çevresel tepki girişiminin ötesine geçerek
siyasal süreklilik gösteren eylemlere dönüşmesi,
siyasal iktidarın “konumunu” da tartışmaya açmıştır.

Gerçekten, hedefindeki Türkiye’ye, uzun süre “yetmez ama evet” çilerle oluşturduğu basın, kendisine bağladığı yargı ve ele geçirdiği kurumların katkısıyla yarattığı ortamda takiyye politikalarıyla yürüyen, üç kez genel seçim kazanıp iktidarda kalmayı başaran AKP; önümüzdeki yerel ve genel seçimlerle Cumhurbaşkanlığını da alarak iktidarını sürdürmek ve hedefine varmak için halkın tepkisizliğine ve korkutulmuşluğuna güvenerek hızlanmış ve Cumhuriyetin kazanımlarını teker teker yok etmeye ve
yerine bir şeriat diktatörlüğüne giden yolun yapı taşlarını örmeye başlamıştır.

Sistemi meşrulaştıracak “yeni” bir anayasayı yaşama geçirebilmek için ise
milletin birliğini, ülkenin bütünlüğünü tehlikeye atmaktan çekinmemiş, ayrımcı, ayrılıkçı, savaşçı politikalarla iç ve dış güvenliğimizi bile
tehlikeye atmayı göze alabilmiştir.

Bununla da yetinmemiş, halkın yaşam alanına girmiş, kaç çocuk yapacağına,
çocuğunu normal mi, sezeryanla mı doğuracağına, bahçede nasıl oturacağına,
ne içip içmeyeceğine dek karışmış, kendi ahlak kurallarını halka dayatırken, halkın Cumhuriyetçi tabanını oluşturan Alevi kesimin değerlerini hiçe sayarak
70.000 Aleviyi evlerinde katleden ve
Halifeliği Osmanlı’ya getiren Yavuz Sultan Selim’
in adını
3. Boğaz Köprüsüne verme basiretsizliğini bile gösterebilmiştir.

Cumhuriyetin kurucularına “2 ayyaş” diyebilecek noktaya gelmesi,
bardağı taşıran son damla olmuştur.

Aslında olay 10 yıllık birikimin dışa vurulmasıdır; çağdaş bir Cumhuriyet Devleti çatısı altında yaşayan halk, yarım yüzyıllık deneyle demokrasiye, kötü işlese de alışkındır. Çağdaş ülkelerde hiçbir biçimde görülmeyen yöntemlerle 3 kez genel seçim kazanıp iktidarda kalmayı başaran AKP’nin önümüzdeki yerel ve genel seçimleri de alarak bir 10 yıl daha iktidarda kalmak hedefini ve bu yolda kendisini
ucu ortaçağ düzenine giden otoriter bir rejime sürüklediğini görmüştür.

Türk halkı demokrasinin yalnızca seçimden ibaret olmadığı, hak ve özgürlüklere
saygı ve eşitliğin de demokrasinin temel ögelerinden olduğunun bilincindedir.
Bu nedenle yapılanlar halkı fazlasıyla rahatsız etmiştir.
Taksim direnişi ve illere yayılan eylemlerle bu gerçek gözler önüne serilmiştir.

Önümüzdeki “yeni durumu” hem iktidar hem muhalefet iyi değerlendirmeli
ve yeni bir yol haritası çizilmelidir:

Türkiye 21. yüzyılda yolunda ilerlerken 20. yüzyıldan gelen deneyimlerini ve
siyasal birikimini ders alarak kullanmalı, hiçbir biçimde demokratik rejimden
(ister askeri, ister sivil) geri adım atılmasına izin verilmemelidir.
Türkiye hem bir bölgesel dış savaş; hem de etnik, dinsel, mezhepsel,
siyasal çatışmalar üzerinden iç savaş senaryolarına karşı sağlam durmalı,
anayasanın değişmez maddeleri içinde ye alan cumhuriyetin temel nitelikleri gözetilerek, siyasal bir çözüm üretilmelidir.

Bu bağlamda; siyasal partiler demokrasilerin vazgeçilmez ögeleridir.
Ama tek başına siyasal partilerin varlığı demokrasi için yetmez.
Katılımcı demokrasi” ancak adil temsili sağlayacak bir seçim sistemi ile oluşan Meclis, temel hak ve özgürlüklere saygı, azınlığın (muhalefet) korunması,
çoğunluğun (iktidar) keyfiliğinin önlenmesi için sınırlanması (bağımsız yargı denetimi, özgür basın, demokratik kitle örgütleri ve özgür üniversiteler gibi)
ve eşitliğin sağlanması ile işlerlik kazanır.

Halk kitlelerinin ayağa kalktığı ve daha çok “katılımcı demokrasi” istediği bu aşamada iktidarın “ileri demokrasi” söylemlerinin inandırıcı bulunmadığı ortaya çıkmıştır.

Bu nedenle;

     İktidar; bu olaylardaki mesajı doğru okumalı,
demokrasiyi kendi anladığı gibi değil, olması gerektiği şekilde, halkın isteklerine uygun ve “kuralları” ile işletmeli, ayrıca özel (2023) hedefini bir yana bırakarak,
milletin birliğini, ülkenin bütünlüğünü bozan
kavgacı, ayrıştırıcı, savaşçı politikalardan acilen vazgeçmelidir.

​     İktidarın bu olaylardan ders almaması, yeni seçeneklere yönelmesi halinde; Meclisteki siyasi partilere önemli görevler düşmektedir.
Muhalefet partileri seçimlere doğru ya adil temsili sağlayacak bir seçim sisteminin yasalaşmasını ve güçlü birliktelikler oluşturulmasını getirecek seçenek politikaları devreye sokmak ya da sine-i millete dönerek
erken seçimin önünü açmak görevini üstlenmelidir.

Sonuç                 :
Türkiye halkı, çağdaş cumhuriyetin genetiğine işlediğine inandığımız demokrasi bilinci ile bu sorunu da demokrasi içinde çözmeyi başaracaktır.

Korku duvarları yıkılmıştır, insanlığın ilericiliği ve çağdaşlığı tıpkı nehirler gibidir.
Geriye dönüşü yoktur.

Bu sancılı dönemin ülkemizde demokrasinin yolunu açacağına inanıyoruz.
(06.06.2013, Ankara)

​​​​​​​​​​Tansel ÇÖLAŞAN​
​​​​​​​​​Atatürkçü Düşünce Derneği ​​​​Genel Başkanı

Demek ki Demokrasi, Yalnız Seçimde Oy Çoğunluğu Almaktan Kurulu Değilmiş!


PROF. DR. ÖZER OZANKAYA

TOPLUMBİLİMCİ

portresi

 

 

 

 

Demek ki Demokrasi, Yalnız Seçimde Oy Çoğunluğu Almaktan Kurulu Değilmiş!


Gezi Direnişi
yle başlayan ve asıl özü demokrasinin savunulması olan halk direnişinin dalga dalga yayılması karşısında, Sayın Cumhurbaşkanı,

“Demokrasi yalnız seçimden ibaret değildir.” demek zorunda kalmıştır.

Ama demokrasinin, yani “Ulus egemenliği” düzeninin özünü tam olarak anlatmaya girişmemiştir.

Oysa asıl gerekli olan budur; çünkü ulusumuza yaşatılan ağır bunalımlar,
AKP yönetimince, ulus egemenliği düzeninin gerçek özüne sırt çevrilerek,
bu öz özellikle reddedilerek hazırlanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni, ulusuyla, devletiyle, tüm temel toplumsal kurumlarıyla,
Ulusal Egemenlik ilkesi üzerine kuran Türk Devrimi ise bu düzeni ulusumuz için
yaşam sorunu saymış;

BU DÜZENİN TEMEL YAPI TAŞLARI OLAN İLKELERİN, HANGİ KILIF ALTINDA OLURSA OLSUN DEĞİŞTİRİLMEĞE KALKIŞILMASINI “BASKI DÜZENİ KURMA, YANİ DEMOKRASİYE KARŞI DARBE GİRİŞİMİ” SAYMIŞ, BUNA KARŞI BAŞTA CUMHURİYET KURUMLARI OLMAK ÜZERE,

HER YURTTAŞIN DİRENME HAKKININ DOĞACAĞINI

1920’LERİN BAŞINDAN BERİ İLKE EDİNMİŞTİR.

Bu amaçla doğru anlamıyla ulusal egemenlik düzeninin temel niteliklerini
hep ön planda tutmuştur.Sayın Cumhurbaşkanı’nın“Demokrasi yalnız seçimden ibaret değildir.”
uyarısının neleri içermesi gerektiği açıkça ortaya konulursa,

Atatürk Cumhuriyeti’nin temel aldığı gerçek ulusal egemenlik tanımına ulaşılır.

Buna göre ULUSAL EGEMENLİK DÜZENİ:

– “Her bireyin, din, mezhep, ideoloji, cinsiyet, soy, sınıf ve meslek ayrımı olmaksızın DOĞUŞTAN VAZGEÇİLMEZ – DEVREDİLMEZ EŞİT İNSAN VE YURTTAŞ HAKLARI hiçbir gerekçeyle çiğnenmemek koşuluyla, bir toplumun kendisini
özgür oy yoluyla yönetmesi demektir;

– Öyleyse,
ulusal egemenlik düzeni “gelişigüzel bir oy çokluğu” düzeni değildir.

Örneğin

– “Yasaları değişmez dinsel kurallara göre yapalım mı?”
– “Okullar bir dinin, bir mezhebin ölçülerine göre eğitim yapsın mı?”
– “Kadınlara erkeklerle eşit yurttaş ve insan hakları tanınsın mı?”
– “Yargı bağımsız ve tarafsız olsun mu?”
– “Basın özgür olsun mu?”

… gibi önermelerin oya sunulmasını istemek bile ulusal egemenlik düzeninde
meşruluk-dışıdır.

Ulusal egemenlik düzeni, kamu düzeninin her gün, her yurttaş tarafından,
hukuk devleti sınırları içinde, özgürce irdelenip, eleştirilip, sorgulanıp, değiştirilme önerilerinde bulunulmasına hiçbir gerekçeyle, hiçbir yolla, hiçbir engelin çıkarılmaması demektir;

Laiklik ilkesinin, yani her türlü insanlararası ilişkileri düzenleyen hukuk ve yasa kurallarının asla kutsallık adına yapılmaması, onlara eleştirilmezlik ve değiştirilmezlik niteliği vermeğe kalkışılmaması ilkesinin tüm yurttaşların ortak siyasal kültür paydası olması demektir;

– Yönetim yetkisi verilen kişi ve örgütlerin
attıkları her adımın sorumluluğunu taşımaları zorunluluğu demektir;

– Bu içeriği ile ulusal egemenlik düzenini engellemeğe ya da yıkmaya kalkışacak herhangi bir güce karşı

  • her yurttaşın “baskıya karşı direnme hakkı”nın doğacağı

anlamına gelmektedir.

İşte ulus ve yurdumuzu her türlü bunalımdan esirgeyecek ve artık kimse tarafından çiğnenemeyecek sağlam ve güvenli siyasal, hukuksal, ekonomik, eğitsel ve kültürel temel, ulusal egemenlik ilkesinin bütün gerçek demokratik ülkelerde de benimsenen
bu doğru tanımıdır. (7.6.13)

Türker ERTÜRK : ABD NE PLANLIYOR?

Türker ERTÜRK 

portresi_sade

 

 

 

 
ABD NE PLANLIYOR?

ABD’nin Ankara Büyükelçiliği kaynaklı raporları;

Erdoğan’ı güce doymayan bir İslamcı,
– bakanlarını eğitimsiz, yeteneksiz, bazılarını rüşvetçi olarak,
– muhalefeti ise gülünç olarak değerlendirmiş.

Ama ABD bunları bilerek bugüne dek AKP’yi destekledi çünkü Ortadoğu’da
ve Türkiye’de planladıklarını daha iyi yaptırabileceği bir taşeron henüz bulamamıştı.

  • Türkiye 11 gündür ayakta ve isyan halinde. 

Bu olayları sadece Taksim gezi parkı projesi ile ağaçların kesilmesi ve
çevreye zarar verilmesi girişimine indirgemek olayı anlamamak olur.

İsyanın nedeni;

Erdoğan’ın insanlarımızı ve kurumlarımızı küçümseyen
– her şeyi ben bilirim yaklaşımları,
diktatörlüğe giden politikaları,
– hukuku ve adaleti ayaklar altına alması,
– emperyalist işbirlikçiliği,
– milli değerlerimize, kurucu ideolojimize ve ulusal kahramanlarımıza düşmanlığıdır.

Bu olanlar uzun süreli bir birikimin sonucudur.

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, “Türkiye’de yaşananlardan dolayı ABD’nin kaygılı olduğunu tarafların provokasyondan kaçınmalarını..” söylüyor.

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, olaylar nedeniyle endişelerini bildiriyor.

ABD Ankara Büyükelçisi Ricciardone “ Türkiye güvenli değil “açıklaması yapıyor.

  • Erdoğan iktidara getirildiğinden bugüne kadar ABD’nin bir dediğini
    iki etmemiş ve hizmette kusur eylememiştir.

Fakat buna karşın ABD Erdoğan’a, ruhsal durumu, karakteri, İslamcı gizli ajandası, diktatoryal gidişi ve kestirilemez davranışları nedeniyle güven duymamaktadır.

ABD için kimse vazgeçilmez değildir.

ABD için önemli olan kendi politikalarına en iyi hizmet edecek olanı bulmak ve desteklemektir. Halkın gözünden düşen, yıpranan, kısmen zorluk çıkaran ve hizmette kusur edenler mutlaka deliğe süpürülür ve
hizmet ateşi ile yanıp tutuşan yeni bir yüzle değiştirilir.

Kırmızı çizgi aşılmıştır

Bu arada Suriye için çok önemli gelişmeler olmaktadır. Geçtiğimiz Salı günü,
Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius “Suriye’nin kuşkuya yer bırakmayacak biçimde halkına karşı kimyasal silah kullandığını, İdlip’te helikopterden atılan örneklerin incelendiğini ve öldürücü sarin gazı olduğunu saptadıklarını” söylüyor.

Sonuçları değerlendiren Birleşmiş Milletler Kimyasal Silahlar İnceleme Kurulu Başkanı İsveçli Ake Selistrom “Artık kırmızı çizgi aşılmıştır.” diyor. ABD’nin aylar öncesinde en yetkili ağızlardan “Suriye yönetiminin kimyasal silah kullandığı belirlenirse
bu kırmızı çizgimizin aşılması olur.”
 dediği bilinmektedir.

ABD tatbikat için 3-4 Haziran’da Ürdün’e Patriot bataryaları ve F-16 savaş uçaklarını intikal ettirdi. Yine tatbikat kapsamında ABD Ürdün’ün Kızıldeniz’de bulunan Akabe limanına yaklaşık bin kişilik deniz piyade gücü ve Amman’a 200 kişilik askeri plancıyı ve komuta kontrol sistemleri operatörlerini getirtti. Tatbikatların bir işlevi de gerginlikten çatışmaya doğru, bu bahane ile savaş konuşuna geçmektir. Ayrıca ABD Donanması Doğu Akdeniz’de Suriye yaklaşma sularında sıklet merkezi oluşturmuş durumdadır.

Öbür yandan, Suriye güvenlik güçlerinin Lübnan sınırında bulunan ve stratejik öneme sahip Kuseyr’de duruma hakim olduğu ve ülke genelinde Batı’da muhalif olarak adlandırılan teröristleri gerilettiği ve duruma her geçen gün daha fazla hakim olduğu haberleri gelmektedir.

Eğer Türkiye’de Büyük Ortadoğu Projesi’nin gerçekleştirilmesi için iktidara getirilen Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarı halen devam eden bu halk hareketi ile yıkılırsa ABD planları açısından iyi olmaz. Her şeyden önce Suriye’de vekaleten yapılan savaş büyük ölçüde durur ve Türkiye’de sürdürülen projeler çöker.

  • Halen Türkiye’de devam eden halk hareketini Renkli Devrimler ve Arap Baharı gibi okyanus ötesinden yönlendirilen operasyonlara benzeterek Türk Baharı olarak adlandırmak yanlış ve maksatlıdır.

Bu hareket tümüyle Türkiye’nin yaşadıklarından, koşullarından ve iç dinamiklerinden ortaya çıkmış olup ve bir birikimin ürünüdür.

Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek

Bu halk hareketinin ABD’nin çıkarlarına zarar vermemesi için Erdoğan’ın deliğe süpürülerek yerine daha yumuşak görünümlü ama projeleri devam ettirecek bir yüze ihtiyaç vardır. Bu yüz şimdilik Abdullah Gül olarak gözükmektedir. Gül’ün açıklamaları, Cemaatin ipleri koparan tavırları, Cemaatçi polislerin gerginliği arttırmak ve işi çığırından çıkarmak için halka düşmanca müdahaleleri, Zaman Gazetesi Kahire temsilcisi Cumali Önal’ın Mısır’da muhalif El vatan Gazetesi’ne verdiği mülakatta Erdoğan’ı mutlak itaat isteyen “ Diktatör “ olarak tanımlaması ve “Taksim olayları diktatör Erdoğan’a karşı bir intifadadır.” söylemleri bu hedefe doğru yüründüğünü anlamlandırmaktadır. ABD başta olmak üzere Batı basınında yazılanlar ve yetkili yöneticiler tarafından söylenenler de bunu teyit etmektedir.

Bugünden sonra artık Türkiye eski Türkiye olmayacaktır.

Erdoğan’ın Başkanlığı bundan sonra söz konusu bile değildir.

Erdoğan ama öyle ama böyle gidecektir.

Deliğe süpürülmesini geciktirebilmek için yapabileceği son hamle,
Suriye’ye karşı bir cengaverliktir.

Savaşlar daima iç sorunları örtmek, baskılamak ve gölgelemek için önemli bir enstrümandır.

ABD’nin Türkiye’de devam eden halk hareketini kendi lehine yönlendirebilme,
işbirlikçi yeni bir yüz bularak eski tas eski hamam olacak girişimine
“Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek“
 adı verilebilir diye düşünüyorum,
bilmem siz ne dersiniz?

Saygılar sunarım.
7.6.13, İLK KURŞUN

Erdoğan’a Fas’ın ardından Tunus şoku !


Erdoğan’a Fas’ın ardından Tunus şoku !

Açıklama:<br />
http://istihbaratsahasi.files.wordpress.com/2013/06/image00232.jpg?w=625

Tunus’taki en büyük muhalif güç olan Halk Cephesi Başbakan Erdoğan’a rest çekti.

Tunus’un en büyük muhalif gücü Halk Cephesi Erdoğan’la görüşmeyi reddetti.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bugün başlayacak Tunus gezisine bu ülkedeki
en büyük muhalif güç olan Halk Cephesi’nden ‘boykot’ geldi.

Cephe’nin lideri ve sözcüsü Hamma Hammami, “Erdoğan’la akşam yemeğine
davet edilmiştik ama reddettik zira biz despot ve komplocuların ziyafetine katılmayız” açıklamasında bulundu.

“ERDOĞAN BASKICI ve GERİCİ BİR LİDER”

Evrensel Gazetesi‘nin haberine göre Hammami, Tunus halk güçlerini
başkent Tunus’taki Türk Büyükelçiliği önünde kitlesel bir protestoya da çağırdı.
Hammami’ye göre bu protestonun mesajı, “Erdoğan’ın Tunus topraklarında istenmediği gibi kendisine aynı zamanda baskıcı ve gerici bir hükümetin lideri olduğunun hatırlatılması” olacak.

Tunus hükümetine de “Türkiye’de devam eden şiddetli baskı ve müdahaleler,
Batının sürekli ‘demokratik İslam’ olarak sunduğu İslamcıların başarısızlığının
bir kanıtıdır” diyerek tepki gösteren Hammami,
özgür Tunusluları Türkiye halkını desteklemeye davet etti.

**********************

Haber demode oldu, eskidi.
Ama basında hiç şu yorum yapılmadı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve Avrupa Parlamentosu Sosyalist ve Demokratlar İlerici Grup Başkanı Hannes Swoboda arasında yaşanan tartışma, ardından randevu iptali için TÜRKİYE, KILIÇDAROĞLU, CHP REZİL OLDU yorumları yapılmıştı.

Şimdi o yorumları yapanların yüzünün aldığı şekli merak ediyorum.
Bütün bu yaşananlar
Recep Tayyip Erdoğan’ı, AKP’yi Türkiye’yi rezil etti mi/etmedi mi?
Buyrun yanıt  verin.

Oraj POYRAZ
ne_mutlu_turkum_dyene@googlegroups.com,
orajpoyraz@neomailbox.net,
8.6.13

Rifat SERDAROĞLU : YOLGEÇEN HANI / ÇAPULCU / AYYAŞ


Rifat SERDAROĞLU

portresi2

 

 

 

YOLGEÇEN HANI / ÇAPULCU / AYYAŞ

Bu sözler T.C. Başbakanı tarafından, Türkiye ve Türk Milletinin bir bölümü için söylenmiştir. Siyasetin çarklarında yoğrulmuş, devlet umuru görmüş biri,
kendi milletine böyle hakaret edebilir mi?

İnsanına nasıl hitap edeceğini öğrenmemiş, tarihini kendisine merdiven altında öğretildiği kadarıyla yalan-yanlış bilen, tartışma-uzlaşma-karşı fikirleri dinleme ve duygudaşlık (Empati) yapma kültüründen nasibini almamış, kenar mahalle kabadayısı kültürü ile yetişmiş biri ancak bunları söyleyebilir.

Tüm ömrü boyunca “Biat” etmeye alışmış, emir almış, aldığı emri uygulamış ve yalnızca kendi bildiğini doğru zanneden, özür dilemeyi bilmeyen, insanlara saygı duymayan biri kendi insanına hakaret edebilir!

Yurtdışından gelir gelmez kendisi gibi düşünmeyenlere hakaret eden Erdoğan,

“Türkiye bir yolgeçen hanı mıdır? dedi.

AKP İktidarına kadar Türkiye yolgeçen hanı değildi.
Türkiye, sınırlarına sahip vatanın her metrekaresinde Türk Bayrağının dalgalandığı,
PKK paçavralarının taşınmasının suç olduğu, komşularıyla iyi geçinen, dostuna güven-düşmanına korku veren bir devlet idi.

PKK Narko terör örgütünün liderini, T.C. Devletinin karşısına pazarlık yapılacak
bir kişi olarak siz oturtup, Türkiye’yi yolgeçen hanına sen çevirdin.

Ortadoğu’da ne kadar it-uğursuz-katil-eşkıya varsa Türkiye’ye siz soktunuz.
Sınır illerimize El-Kaide/ El-Nusri/ Suriyeli kaçkınları doldurup,
sınırlarımızı yolgeçen hanına çeviren sensin…

Erdoğan, bir de “Ülkeyi Faiz Lobisine” teslim etmeyiz diye ilginç bir şey söyledi!

-Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan 130 milyar Dolar dış borcu, 337 milyar Dolara çıkartıp, Türkiye’yi uluslararası tefecilere teslim eden, sensin.

-Cumhuriyetin tüm eserlerini iki-üç yıllık gelirleri karşılığında yabancılara peş keş çeken, sensin.

-Maliye Bakanının açıkladığına göre, 2012 yılında en çok vergi verenler listesinin
ilk 10 sırasına Bankalar ve Finans Kuruluşlarını oturtan sensin.
(Senden önce ilk 10’da Sanayi Kuruluşları vardı)

-Dış Ticaret Açığını yılın ilk dört ayında 32 milyar Dolara fırlatan sensin.

-Dünyada kendi kendini besleyen 7 ülkeden biri olan Türkiye’yi,
milyarlarca Dolar tarım ürünü ithal edecek duruma düşüren sensin.

  • Allah kimseyi Erdoğan’ın düştüğü duruma düşürmesin.

Karizma yurt dışında yerlerde sürünüyor. Bundan böyle, gittiği her demokratik ülkede (eğer davet ederlerse) Taksim benzeri gösterilerle karşılanıp, yumurta ile uğurlanacak.

**********

Gelelim Erdoğan’ın “Çapulcular” dediği gençlere;
Bu gençler, dünyayı ve Türkiye’yi çok iyi takip ediyorlar.
Her biri Türkçeyi çok iyi kullanıyor ve en az bir lisan daha biliyorlar.
Hemen hemen her biri bir müzik aletini çalabiliyor.
Erdoğan ve ekibinin bu gençlerle arasında nesil farkı değil,
en az yüzyıllık bir fark var.
Bu gençler Erdoğan ve ekibini çoktan mumyalayıp,
İnsanlık Tarihi Müzesinin “Ortaçağ” bölümüne yerleştirdiler bile.
Önümüzdeki yıllarda, Türkiye’nin siyasal ve ekonomik yaşamında hep bu gençler olacak, Türkiye’yi bu gençler yönetecek.

Tayyip Bey;

Bu gençlerle uğraşma, onları dinle, onlara teslim ol.
Her biri çevreye duyarlı, teknolojik gelişmelere hâkim, modern demokrasilerdeki özgürlükleri isteyen bu gençler, Atatürk Türkiye’sinin Çağdaş ve Özgür Bireyleridir.

  • Sakın bu gençlerin üzerine Polisle- Askerle-Faşizan yöntemlerle
    gitmeye kalkma.

Karşında bizleri yani bu gençlerin analarını-babalarını bulursun.
Bizler bu çocukları, senin zihnindeki karanlık dünyada yaşasınlar diye yetiştirmedik.

Uğraşma bu gençlerle. Bunlar çok zekiler. Seni madara ederler.
İnsan içine çıkacak durumun kalmaz sonra.
Benden söylemesi. Demedi deme…

Sağlık ve başarı dileklerimle.
08 Haziran 2013

RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
facebook.com/rifatserdaroglu35
0 532 211 00 11

Rıza Zelyut : Ahmet Hakan’a notlar

portresi2

Rıza Zelyut : Ahmet Hakan’a notlar

Ahmet Hakan’ı, Kanal 7 günlerinden tanırım.
28 Şubat (1997) sürecinde beni ne zaman çağırsa O’nun programına katıldım.

Hatta 1998’de, onca yol giderek Yozgat’tan özel yayınında da bulundum.
Türkiye’nin keskin bir çatışma ortamında bulunduğu o günlerde adil davranmaya çalıştım.

Yetmedi; “İslamcı sermaye” diye horlanan Yimpaş Holding‘i bile tanıtan,
savunan yazılar yazdım.

Yimpaş sonradan beni utandırdı ama Ahmet Hakan değil.
Kendisini geliştirdi.
Bulunduğu noktadan taşıdığı bilgileri Hürriyet’te iyi değerlendiriyor.

GÖKÇEN SAPLANTISI

Ama görüyorum ki onda katı bir Sabiha Gökçen takıntısı var.
Sabiha Gökçen ilk kadın pilotumuz ve modern Türk kadının sembollerinden birisi.

Pazar günkü yazısında diyor ki:
Yavuz Sultan Selim Alevileri kesti diye karşı çıkıyorsunuz.
Sabiha Gökçen de Alevi katliamı yapmamış mıydı?”

Sapla samanı karıştırıyorsun sevgili Ahmet!

1. Yavuz Sultan Selim, 1514 öncesinde isyan etmemiş, savaşa kalkışmamış
sivil insanları evlerinde katlettirdi.

1937 harekatında Dersim’de Seyit Rıza’nın önderliğinde ayaklanmış olan
aşiret reislerine karşı operasyon yapıldı.

2. Yavuz, bir çırpıda 40 bin sivili yok etti!

1937 Dersiminde ise isyan edenlerden 262 kişi öldürüldü. 
Bunu; Başbakan Erdoğan, arşivden çıkardığı 1939 tarihli belgede ortaya koymuştur.

3. Sabiha Gökçen’in anıları yayımlanmıştır; mutlaka okumalısın.

Sabiha Gökçen; 1937 nisanında Dersim’e gelmiş; bazı seferlere katılmış;
bazı yerleri bombalamıştır. Bunu kendisi de kabul ediyor.
Ama Sabiha Gökçen orada çok kısa kalmış; Haziran başında Ankara’ya dönmüştür.

4. İsyan elebaşılarından Baytar Nuri‘nin anıları da gösteriyor ki; Dersim’de askerin kara harekatı bu tarihten sonra başlamış; ölümler ise Sabiha Gökçen’in dönüşünden sonra ortaya çıkmıştır.

  • Seyit Rıza 30 Temmuz 1937’de İngilizlere yazdığı mektupta,
    Türk ordusu ile savaştıklarını yazmıştır.

1937 operasyonunun tümünde 262 ölü varken; “Sabiha Gökçen zehirli bombalar attı, insanları mağaralarda fareler gibi öldürdü; katliam yaptı. “ iddiası tümüyle uydurmadır.

5. Bu dönemde Başbakan, İsmet İnönü’dür.
Operasyon da Atatürk’ün bilgisi dahilinde yapılmıştır.
Bu liderler önceki isyanlarda da (Şeyh Sait, Ağrı vb. ) sivil halka dokunmamışlardır.

KARIŞTIRMA

6. Bir de 1938 harekatı vardır.

Bu harekat; 1938 Temmuzunda başlatılmış ucu 1939’a uzanmıştır.

İkinci operasyonu yapan isim Başbakan Celal Bayar’dır.

7. “Dersim İsyanları ve Seyit Rıza Gerçeği” adlı çalışmamda gösterdiğim üzere; 1938 harekatı sırasında Kemal Atatürk ağır hastadır.

1 Haziran 1938’de İstanbul’a getirilmiş; Savarona’da tedavi altına alınmıştır.
Çevresini kuşatan İnönü karşıtları; hasta yatağındaki Atatürk’ü, “İnönü ağır hastadır!” diye kandırmışlardır. (Bu konuda Gökçen’in anıları çok öğreticidir. )

8. 1938’de, Dersim’i üç taraftan kuşatan ordularla katliam yapılmış;
resmi belgeye göre 13 bin 160 kişi öldürülmüştür.

9. Sevgili Ahmet; başta zatınız olmak üzere; Dersim konusunu ayrıntılı olarak bilmeyenler; 1937’deki operasyonla 38’dekini karıştırmaktadırlar.

10. 1938 kırımı ile rahmetli Sabiha Gökçen’in hiçbir ilgisi yoktur.
Onun 1937’de harekata katılması sembolik olmaktan öteye geçmemiştir.
Bu yüzden kendisini “Alevi katliamı yaptı!” diye suçlamanız derin haksızlık olmuştur.

11. 38 kırımını yapanların 7 yıl sonra CHP’den ayrılarak Demokrat Parti’yi kurduklarını da hatırlatırım.

Selçuk Erez : Arap sana ne dediydi?

 

Cumhuriyet Pazar Dergi 02.06.2013
file:/Users/apple/Desktop/1419%20pazar/indd/02PD03/%202%20HAZIRAN%202013:KELLE%20FOTOLAR:DSELCUK.jpg
Arap sana ne dediydi?

portresi

 

SELÇUK EREZ

 

 

– Bugün sana neler anlattı Arap?
– Fanfin fon!
– Zavallı kocacım, çok sıkılmışsındır…
– Doğru! Adamın ne dediğini ağzından laf çıkar çıkmaz anlayamadığım için tercümanın çevirisini beklemek zorunda kaldım. O bir şeyler söylüyor uzun, uzun. Çevirmesi zaman alıyor. Bu süre içinde ben nefesini tutmuş, penaltı atılmasını bekleyen kaleci gibi topun nerden geleceğini anlamaya çalışıyorum:
Kalbim hızla çarpıyor, sinirleniyorum, terlemeye başlıyorum…
Aslında durumum, penaltıda açık vermemeye çalışan kalecininkinden de beter:
Çünkü topa çoktan vurulmuş; orada bulunanlar topun, hangi köşeye doğru gittiğini görüyorlar ama ben sanki gözü beş yüz numara miyop bir kaleci gibiyim, göremiyorum! Gözlüğüm nerede? Gözlüğüm, o mendebur tercüman! O söyleyecek ki ben kendimi sağa mı yoksa sola mı atacağımı bileyim. Sonra konuşurken üç kelimede bir “emmmmm”, “emmm” diyor.
– Herhalde “eminim”in kısaltılmışıdır: Dediklerini doğru buluyor, destekliyor demek…
– Ben de “Emine”nin Amerikancası sanmıştım..
– Sorsaydın ya!
– Sorsam İngilizce bilmediğimi anlarlar… Sormadım.
Bir saat boyunca önce Arabı, sonra çevirmeni dinledikçe aklım karıştıkça karıştı. Söylediği hemen benim anlayacağım şekilde çevrilmeli ki keyifli mi, sinirli mi olduğunu anlayayım da herif bana az sonra sopa gösterecekse ben de gardımı alabileyim.
– Acaba adamın dediklerini doğru çevirmiş midir?
– Valla  yeminli tercümanmış: Mühürlü, damgalı belgesi var;
eskiden Onbeşinci Noterde çalışmış.
– Bir tek o mu çevirdi söylenenleri?
– Yok! Arada sırada ben tercümansız konuştum.
– Aferin! Ne dedin?
“Van minüt!” dedim. Sonra bir sorduğunu anlamamıştım; bu sefer de zaman kazanmak için “two minüt!” dedim, sonra “tri minüt” bile dedim.
– Sen bayağı açılmışsın.
– Arap da öyle dedi!
– Nasıl söyledi?
– “Magnifisınt” dedi. Çevirmen söyledi, “Muhteşem” demekmiş.
– “Sen Kanuni gibisin!” demek istiyor.
– Ya.. Bu laf hoşuma gitti. “Darısı başına!” diye yanıtladım. Tercüman, “darı”nın Amerikancasını hatırlayamadı. Sonra Allahtan toparladı da “Your head nut!” dedi, idare etti.

www.selcukerez.com

file:/Users/apple/Desktop/1419%20pazar/indd/02PD03/%202%20HAZIRAN%202013:CALISMALAR:LOGOLAR%20ICIN:PAZARINPENCERESINDEN-2SATIR.jpg

Balbay, Haberal ve Özkan’ın Ergenekon’da savunmalarının tam metni


Dostlar,

Taksim Gezi Alanını savunma zemininde patlayan meşru halk direnişi,
ülkemizde ve dünyada ilk gündem maddesi olmayı sürdürüyor..

Ancak, bu bütünün bir parçası, ana parçası olmak üzere, değişik davalarda tutsak alınan asker – sivil yurttaşlarımızı bir an bile unutmamamız gerekiyor..

Siyasal iktidar ve yandaşı kiralık -satılık basın (!?) bu oyunu oynamak isteyebilir
Taksim gündemini kullanarak..

Bu canlarımız 4-6 yıldır içerdeler, hücredeler ve hala tutuklu durumdalar..
Haklarında kesinleşmi bir hüküm yok..
Fiili infaz var..

“Nasılsa ağırlaştırılmış mübbet vereceğiz, değişen birşey yok..” Hammurabi mantığı ile bakılıyor. Hammurabi bile – 1700’lerde kendince Kodifikasyon yaparken bu denli
peşin hükümlü değildi eminiz.. Olsa olsa kısasa kısas ve ihkak-ı hak kabul edilmişti..

Hammurabi’den 3700 yıl sonra Türk hukuk sistemi siyasal iktidarca adeta
iğdiş edildi.

Bu bakımdan Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve Tuncay Özkan’ın geçen ay Silivri zindanında kurulu “mahkeme” (Özel Yetkili İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi) de,
297. duruşmada verdikleri (14 Mayıs 2013) son savunmaları paylaşmak istiyoruz.

Balbay’ın son savunmasının ana başlıkları aşağıda..

Sayın Prof. Haberal ve Sayın Tuncay Özkan’ın savunma metinlerini ise pdf olarak veriyoruz. Erişkeler (linkler) aşağıda..

Tuncay_Ozkan’in_Ergenekon’da_son_savunmasi_14.5.13

Mehmet_Haberal’in_Ergenekon’da_son_savunmasi_tam_metin_14.5.13

Mustafa_Balbay’in_Ergenekon’da_son_savunmasi_tam_metin_14.5.13

Ayrıca bu yazının sonunda, söz konusu savunmaların word metinlerine erişim sağlayan Cumhuriyet Gazetesi erilkeleri (linkleri) de var.. Biz Sayın Tuncay Özken’ın savunmasını birleştirerek tek dosyada verdik.

Her şeye karşın yine de, insandan umut kesilmez diye, Mahkeme heyetinden

ADALET DİLEDİĞİMİZİ ve BEKLEDİĞİMİZİ HAYKIRIYORUZ..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 8.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Balbay, Haberal ve Özkan’ın Ergenekon’da savunmalarının tam metni

Ergenekon davasında, 4 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan CHP İzmir Milletvekili ve Cumhuriyet Gazetesi yazarı Mustafa Balbay, CHP Milletvekili Mehmet Haberal ve Tuncay Özkan, son savunmalarını yaptılar.

Balbay_Haberal_Ozkan

Cumhuriyet– Ergenekon davasında, 4 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan CHP İzmir Milletvekili ve Cumhuriyet Gazetesi Mustafa Balbay son savunmasını yaptı. Balbay, hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenen mütalaya ilişkin “Olağanüstü dönemlerde yargı gücüyle siyasi güç bir araya gelirse hukuksuzluklar olur. Bu mütalaayı hazırlayanlara sormak istiyorum. Bu intikam duygusu yetmedi mi?” diye konuştu.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Silivri Cezaevi Yerleşkesinin bitişiğinde görülen davanın 297. duruşması yapıldı. Duruşmanın öğleden sonraki oturumunda Başkan Hasan Hüseyin Özese “Mustafa Ali Balbay esas hakkındaki mütalaaya karşı son savunmanızı yapmaya hazır mısınız?” diye sordu.

Balbay, “Suçlandığım konular itibariyle iki saatlik sürede son savunmamı yapmaya hazır değilim. Ancak bu kısıtlı süre içinde mütalaada hakkındaki suçlamalara cevap vermeye çalışacağım.” dedi.

Türkiye’nin pek çok yerinden duruşmayı izleyemeye gelenleri selamladığını söyleyen Balbay, Reyhanlı’daki patlamada yaşamını yitirenlerin yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifalar diledi. Balbay “Hatay’daki saldırının Türkiye’nin iç barışı açısından önemli bir sorun oluşturmamasını diliyorum.” diye konuştu.

Balbay, Mustafa Kemal’in yaşamını yitirmeden kısa bir süre önce vatan topraklarına katması nedeniyle Hataylıların, Hatay’a “Atatürk şehri” dediklerini anlattı. Balbay “Hatay’da insanlar barış içinde yaşar ve bu iklimi devam ettirir.” şeklinde dileğini dile getirdi.

Hukuk metni değil

“Bu mütalaa bir hukuk metni değil!” diyen Balbay “Ne suç tarihi, ne suç tarifi, ne kişilere yönelik suçların tarifi ve tarihi ne de deliller var. Bir kişiye iftira atarken bile daha özenli davranılır.” diye konuştu.

Mütalaayı örnekler vererek eleştiren Balbay şöyle devam etti:

“Mütalaada benimle ilgili bölümde İlker Başbuğ’un adı geçmiyor. İlker Başbuğ’un bölümünde ise Mustafa Balbay ile irtibat kuruluyor. Mütalaanın denklemini Einstein çözemez. Denklem yok zaten. ‘2 artı 2 buhar, su ile toprak bir olup 5 olur’ deniyor. Bu nedenle kendimizi savunmamız yetmiyor, birlikte yargılandığımız insanların da suçsuzluğunu ispatlamamız gerekiyor.”

Kaza yapar

Duruşmalarda tanık ve sanıkların beyanlarına karşı söz istediklerinde mahkeme tarafından “son savunmanızda cevap verirsiniz” denildiğini belirten Balbay

“Biz de suçlamalar karşısında son savunmalarımızı kısıtlanmadan yapabileceğimizi düşündük. Bir maç düşünün ki ilk yarısı 250 dakika, ikinci yarısı 10 dakika. Bu kabul edilebilir mi? Olağanüstü hızlı adalet adalet değildir, kaza yapar. Bu mütalaanın tutulacak yeri yok.” dedi.

Gözaltına alındığında Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara temsilcisi olduğunu belirten Balbay “Ankara’daki mesleki faaliyetlerimden dolayı yargılanıyorum. Burada bir yetki gaspı olduğunu düşünüyorum.” dedi.

Notlar benim değil

Balbay şöyle devam etti:

“Bana yöneltilen suçlar ‘Balbay’ın notları’ ya da ‘Balbay’ın günlüğü’ adıyla serpiştirilen notlar, benim notlarım değil. Benim olsa dahi hiçbir yerinde cebir ve şiddet içermiyor. Mütalaada suç üretilip, suçluların üzerine önem verdiği değerler suç unsuru gibi gösteriliyor. 10. Yıl Marşı’na, Amasya Tamimi’ne suç unsuru gibi mütalaada yer veriliyor. Mütalaanın toplamının verdiği netleşiyor:

Bu yargı istemi adalet değil, intikam üretiyor.”

Tanınmış gazeteci

Cumhuriyet Gazetesi imtiyaz sahibi ve 21 Haziran 2010 tarihinde yaşamını yitiren
İlhan Selçuk ve tutuksuz sanık emekli orgeneral Şener Eruygur ile toplanıtlara katılarak darbeye zemin hazırladığının iddia edildiğine dikkat çeken Balbay, “Bilgisayarımdan çıkan 1998 ve 2006 yıllarına ait olduğu iddia edilen notlar, 3,5 dakikada hazırlanmış. Ayrıca dizüstü bilgisayarımdan çıkan notlar olduğu söyleniyor ancak benim dizüstü bilgisayarım yok, masaüstü bilgisayarım var. Soruşturmalar başladığında medyada ağır şekilde linç edildim. Bazı sanıkların telefon görüşmelerinde
adımın geçtiği belirtilmiş. Tanınmış gazeteci olarak suç işlemiş oluyorum.” diye konuştu.

Yargı paketleri

Yargı paketlerine dikkat çeken Balbay “Ankara’da yargı paketleri çıkarılıyor. Ancak ‘Silivri için değil ha’ diye yasalaşmasını sağlamak, intikam değil de nedir? ‘Silivri düşman, İmralı Pişman’ uygulaması ile iç barış sağlanamaz. Bu salonda gazeteci, asker ve akademisyenler tutuklu olarak, terörist olarak yargılanıyor. Eli silahlı teröristler bu toprakları terk ederken barışçı, biz ise ülkeyi terk ederiz kuşkusuyla tutuklu bulunuyoruz. Bu tablodan adalet, iç barış çıkmayacağını herkes görebilir.” dedi.

İddianame yazıldığında gazeteci olduğunun altını çizen Balbay “Şu an bir milletevekili ve gazeteci olarak karşınızdayım. Ben bu hükümetin gitmesini istiyorum. CHP iktidarının kurulmasını istiyorum. Kalemimi de bırakmadan devam etmek istiyorum. İddianame mantığıyla bakarsak suçum artarak devam ediyor.” diye konuştu.

Suçlama sınırsız, savunma sınırlı

Balbay, mütaalanın 2 bin 271 sayfa olduğuna dikkat çekerek şöyle devam etti:

“Bu mütalaanın her satırını tarifsiz bir hüzünle ve mücadeleci ruhumla, bu mütalaayı ‘daha çok işimiz var’ diyerek okudum. Mütalaada suçlama sınırsız, savunma sınırlı. Yıllardır mahkemeye sunduğumuz delillere itibar edilmemiş. Dava kapsamında dinlenen bazı tanıklar için mütalaada altına ‘sözlerine itibar edilmemiş’ denilmiştir. Ancak neden sözlerine itibar edilmediği belirtilmemiştir.”

Ne yapsan suç

“Bu mütalaada ne yapsan suç” diyen Balbay “Hükümeti yıpratma amaçlı diyor. Hükümeti yıpratmak diye bir suç yok” diye konuştu. Balbay Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara santralının kendi üzerine yazıldığını bu nedene dava sırasında ölen Engin Aydın ile 300 kez görüşmüş gibi gösterildiğini anlattı.

“Genç subaylar tedirgin”

Cumhuriyet Gazetesi’nde 20 Mayıs 2003 tarihinde yayımlanan “Genç subaylar tedirgin” başlıklı habere ilişkin “27 Mayıs darbesinin sloganıydı.”suçlaması yöneltildiğini anlatan Balbay şöyle devam etti:

“Bu, haberden başka bir şey değildi. Gazetecilerin haberleri gerektiğinde rahatsız edebilir. Namık Durukan İmralı tutanaklarını yayınlayarak bazılarını rahatsız etmiştir ama gazetecilik ödülü almıştır. Menderes keşke idam edilmeseydi. İdama karşıyım. İdam kararını, Menderes’in atadığı yüksek yargıçlardan oluşan bir heyet verdi. O 3 idama karşılık Denizler asıldı. Olağanüstü dönemlerde yargı gücüyle siyasi güç bir araya gelirse hukuksuzluklar olur. Bu mütalaayı hazırlayanlara sormak istiyorum. Bu intikam duygusu yetmedi mi?”

Son mektuba müdahale

Balbay’ın bu sözleri üzerine Mahkeme Başkanı, “Suç teşkil edecek beyanda bulunmayınız. Aydın bir kişisiniz savunma kapsamında kalın.” diye uyarıda bulundu. Balbay’ın “Son mektubuma da mı müdahale edeceksiniz?” diye sözleri üzerine Başkan Özese, “Son mektup değil, son savunmanız.” dedi.

Balbay şöyle konuştu: 

“Sözlerimde suç unsuru varsa o durumda takdirini yapıyorsunuz. Son mektubumu okurken kesilmemesini istiyorum. Çünkü sayın heyet, bu ülkede iç barış kurulacaksa bunu hukuk zemininde kurmak zorundayız. Kuramazsak barış kalıcı olamaz.”

Tutarsızlık

Mütalaanın kendisiyle ilgili bölümlerinde aynı konuda farklı ifadeler bulunduğuna dikkat çeken Balbay özetle;

“Aynı konuda bir yurttaşın beni aradığı, birkaç sayfa sonra benim o yurttaşı aradığım yazılmış. Gazetenin 1950 yıllarının yayın politikasına ilişkin benim ‘Nazım Hikmet hain’ dediğim yazıyor. Bunlar size küçük hatalar gibi görünebilir ama bunlara dayanılarak suçlandığımı unutmayalım.” dedi.

Gazetenin tirajını artırmak için çaba sarf etmesinin bile suçmuş gibi gösterildiğini belirten Balbay “Mütalaada suç üretilmiş, orantısız ceza istenmiştir.” dedi.

Kendisinin Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ile suçlandığını anlatan Balbay, Cumhuriyet Gazetesi’nin 11 Kasım 2005 tarihli sayısının manşetini göstererek;

“Ben bunları gazetecilik faaliyetleriyle elde ettim. Örgüt faaliyeti ile değil.
‘Mustafa Balbay’da belge bulunmuştur.’ deniliyor ancak bugüne kadar bu belgeler bana gösterilmedi.” diye konuştu.

Irak, Suriye, İran konularında belgelerle kitaplar yazdığını anlatan Balbay,
“Beni tutuklamasaydınız Kıbrıs, Yunanistan konularında kitap yazacaktım.”diye konuştu.

Balbay 2006’da Cumhuriyet Gazetesi’ndeki “Er er Ergenekon gel her yere kon” başlıklı yazısını hatırlatarak “Sonunda bana da kondu.” dedi.

12 Haziran 2011’de yapılan seçimlerde İzmir’den oyların %50’sini alarak 600 bin oyla milletvekili seçildiğini belirten Balbay, mahkemenin Anayasa’nın 14. maddesini dayanak göstererek tahliye kararı vermemesini eleştirdi. Mesleki birikimini yasama faaliyetlerinde kullanarak ülkeye hizmet için kullanmak istediğini anlatan Balbay, “Demokrasi tarihimizde hapisteyken milletvekili seçilen kişilerin tümü demir parmaklıkların ardından çıkmıştır ve Meclis sıralarına gitmiştir. Dünyada hapiste milletvekili diye bir kavram yok. Tutukluluğumun 5. yılındayım. Ülkeme artık bir milletvekili olarak hizmet etmek istiyorum.” diye konuştu.

Hükümete darbe teşebbüsü ile suçlanmasını “Ben ‘Bu kürsü de dar’ desem, iddia makamı ‘darbe dedi’ diyecek..” diye konuştu.

Gizli tanık eleştirisi

Gizli tanıkların salon dışında sanıklar hakkında dayanaksız suçlamalarda bulunduğunu anlatan Balbay,

“Gizli tanıklar vasıtasıyla Türk yargı sistemine bir kanser armağan edilmiştir.” dedi.

1990’lı yıllırda Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy gibi aydınların katledildiğini anlatan Balbay “Ancak aydınları katlederek ruhlarını öldüremediklerini anladılar. Artık aydınlar, katledilerek değil, hapsedilerek yok edilmek isteniyor.
Ruhlarını kendi bedenlerine öldürtmek istiyorlar. Bunu başaramayacaklar.” diye konuştu.

Düşünceyi dinleme suçu

Mütaalada İlhan Selçuk ile bir konuşmasında “Öyle abi” şeklindeki onay sözlerinden bile suç üretildiğini anlatan Balbay “Düşünceyi dinleme suçu bulunmuş..” diye konuştu,

Tutuklu milletvekili

Balbay, milletvekili seçildiği halde tahliye edilmediğinin altını çizerek “Demokrasi tarihimizde hapisteyken milletvekili seçilen kişilerin tümü demir parmaklıkların ardından çıkmıştır ve Meclis sıralarına gitmiştir. Dünyada hapiste milletvekili diye bir kavram yok. Tutukluluğumun 5. yılındayım. Ülkeme artık bir milletvekili olarak hizmet etmek istiyorum.

.” diye konuştu.

Ergenekon davasının başlarında halkın sessiz kaldığını ancak artık anketlerde
halkın %70’inin Ergenekon davasına inanmadığının anlaşıldığını belirten Balbay

“Bu durumda Türkiye’nin %70’ini içeri mi atacaksınız?” diye sordu.

Mütalaada ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendiğini anlatan Balbay,
“Yasa değişmeseydi bizi idamla yargılayacaktınız..” diye konuştu.

Balbay, son savunmasını şöyle tamamladı:

“Beni ömür boyu demir parmaklıkların ardında tutacak kararlar çıksa da hatta devamında sırat köprüsüne çıkış yasağı konsa da ruhumun özgürlüğünü kimseye teslim etmeyeceğim. Bizden sonraki kuşaklara da bu ruhu özgür devretmenin ölümsüzlük olduğuna, bunun en büyük hizmet olduğuna inanıyorum.

Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve Tuncay Özkan’ın savunmalarının tam metinleri:

MUSTAFA BALBAY’IN SAVUNMASININ TAM METNİ

MEHMET HABERAL’IN SAVUNMASININ TAM METNİ

TUNCAY ÖZKAN’IN SAVUNMASININ TAM METNİ/I

TUNCAY ÖZKAN’IN SAVUNMASININ TAM METNİ/II

19 Mayıs 2013, Cumhuriyet, http://cumhuriyet.com.tr/?hn=417654&kn=24&ka=4&kb=24